Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 91

    kılır * Maydanozgillerden, bir yıllık ve özel kokulu otsu bir bitki (Ammi visnaga).
    kılış * Kılmak işi veya biçimi.
    kılkapan * Kehribar.
    kılkıran * Bkz. saçkıran.
    kılkuyruk * Ördekgillerden, uzunluğu 55-65 cm, kuyruğu sivri tüyleri ak yeşil, karışık, gagası, ayaklarımavi bir kuştürü
    (Anas acuta).
    * Zayıf, çelimsiz.
    * Züğürt, niteliksiz, kılıksız.
    kıllanma * Kıllanmak işi.
    kıllanmak * Kıllarıçıkmak.
    * Bıyığı, sakalıçıkmak.
    kıllı * Kılı olan, kıl ile kaplı.
    kılma * Kılmak işi.
    kılmak * “Etmek”, “yapmak” anlamında yardımcıfiil olarak kullanılır.
    * (namaz için) Yerine getirmek.
    kılsız * Kılı olmayan.
    kılükal * Dedikodu, söylenti.
    kımıl * Yarım kanatlılardan, sap, çiçek, yaprak ve başaklarıemerek veya yiyerek ekin hastalığına yol açan, vücudu
    kalkana benzeyen zararlı bir böcek (Aelia rostrata).
    kımıl kımıl * Durmadan kımıldamadan bir şeyin durumunu anlatır.
    kımıldama * Kımıldamak, kımıldanmak işi.
    kımıldamak * Yerinden biraz oynamak.
    * Yerinde hafifçe hareketlenmek.
    kımıldanış * Kımıldanmak işi veya biçimi.
    kımıldanma * Kımıldanmak işi.
    kımıldanmak * Bkz. kımıldamak.
    kımıldatma * Kımıldatmak işi.
    kımıldatmak * Yerinden biraz oynatmak, hafifçe hareketlendirmek.
    kımıldayış * Kımıldamak işi veya biçimi.
    kımıltı * Hafif ve sürekli kımıldama.
    kımız * Kısrak sütünün mayalanmasıyla yapılan, az alkollü, ekşi, eski bir Türk içkisi.
    kımkım * Ağır ağır konuşan (kimse).
    * Her işinde ağır davranan (kimse).
    kımkım etmek * bir işi ağır ağır yapmak, oyalanmak.
    kımlanma * Kımlanmak işi veya durumu.
    kımlanmak * (kuşiçin) Uçmaya hazırlanmak.
    * Kalkacakmışgibi kıpırdamak.
    kın * Bıçak, kılıç gibi kesici araçların kabı.
    * Buğdaygillerde olduğu gibi, yapraklarda sapın bir bölümünü uzunlamasına saran, genişdış bölüm.
    kın kanat * Kın kanatlı böceklerin gövdeyi korumakla görevli ve çok sert yapıda birinci çift kanadı.
    kın kanatlılar * Böcekler sınıfından, boynuzsu bir kın biçiminde olan birinci çift kanatlarıuçmakta kullanan öteki iki
    kanadıörten, ağız parçalarıçiğnemeye, parçalamaya elverişli, bütünüyle başkalaşma gösteren bir takım.
    -kın/ -kin * Bkz. -gın / -gin.
    kına * Kına ağacının kurutulmuşyapraklarından elde edilen, saç ve elleri boyamakta kullanılan toz.
    kına ağacı * İki çeneklilerden, tropikal bölgelerde yetişen, kurutulmuşyapraklarından kına elde edilen, beyaz çiçekli,
    küçük bir ağaç (Lawsonia inermis).
    kına çiçeği * Kına çiçeğigillerden, çiçekleri tüylü renkte olan, bir veya çok yıllık otsu bitki (Balsamina hortensis).
    kına çiçeğigiller * İki çeneklilerden, örneği bahçelerde yetişen kına çiçeği olan bir familya.
    kına gecesi * Düğünden bir gece önce, kadınların kendi aralarında, gelinin parmaklarına kına yakarken kız evinde
    yaptıklarıeğlence.
    kına gibi * (toz durumundaki şeyler için) çok ince.
    kına yakmak (koymak, sürmek, vurmak veya yakınmak) * kınayısu ile karıştırıp bulamaç kıvamına getirerek boyanacak yere sürmek.
    kına(lar) yakmak * (birinin uğradığıkötü duruma) çok sevinmek.
    kınacık * Buğday pasımantarının, tahıl bitkilerinin sap ve yapraklarında oluşturduğu pas rengindeki hastalık.
    kınakına * Kök boyası gillerden, asıl yurdu Güney Amerika olan, Hindistan ve Endonezya’da da yetiştirilen,
    kabuğundan kinin çıkarılan bir ağaç (Cinchona).
    * Bu bitkiden yapılan içecek.
    kınalama * Kınalamak işi.
    kınalamak * Kına koymak, kına ile boyamak.
    kınalanma * Kınalanmak işi.
    kınalanmak * Kına konulmak, kına yakılmak.
    * Kına ile boyanmak.
    kınalı * Kına ile boyanmışolan.
    * Kınanın renginde veya kızıl renkte olan.
    * Yapıncak.
    kınalıkeklik * Sülüngillerden, Balkan Yarımadası, Orta ve Doğu Asya’da yaşayan, uzunluğu 38 cm olan bir kuştürü
    (Alectoris graeca).
    kınalıyapıncak * Bkz. yapıncak.
    kınama * Kınamak işi, ayıplama, takbih.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 88

    Kı brıslı * Kı brıs halkından olan kimse.
    kıç * Kuyruk sokumu bölgesi, popo, makat.
    * (bazı bölgelerde) Bacak, ayak.
    * (deniz teknelerinde) Art taraf.
    * Arka bölümde olan.
    -kıç * Bkz. -gıç / -giç.
    kıç atmak * (hayvan) çifte atmak.
    * çok istemek.
    kıç attırmak * ondan üstün olmak.
    kıçıkırık * Önemsiz, değersiz şey veya kimse.
    kıçın kıçın * Geri geri.
    kıçın kıçın gitmek * geriye doğru gitmek, geri geri gitmek.
    * (henüz yürümeyen bebek için) kıç üstü gitmek.
    kıçına bakarak (veya kıçına baka baka) * başvurduğu yerden olumlu sonuç alamayarak.
    kıçına tekmeyi atmak (vurmak veya yapıştırmak) * kovmak.
    kıçınıyırtmak * bağırıp çağırmak.
    * bütün gücünü kullanarak uğraşmak.
    kıçtan bacaklı * Kısa boylu (kimse).
    kıçtankara * Baştan demirleyen, kıçtan da halatlarla kıyıya bağlanan gemi.
    kıçüstü * Kıçıyere gelmişdurumda.
    kıçüstü oturmak * kıçıyere gelir duruma düşmek.
    * herhangi bir konuda yenilmek, umduğuna ulaşamamak.
    kıdem * Bir görevde rütbece eskilik.
    * Bir görevde geçirilen süre.
    kıdem tazminatı * Belirli süre çalıştıktan sonra ayrılan işçiye görev süresine bağlı olarak verilen para.
    kıdemce * Bir işte tecrübe ve süre bakımından, kıdeme göre.
    kıdemli * Bir işte eski ve tecrübesi çok olan.
    * Sınıf temsilcisi, mümessil.
    kıdemli başçavuş * Kıdemi olan başçavuşun rütbesi.
    kıdemli üstçavuş * Kıdemi olan üstçavuş.
    kıdemlilik * Kıdemli olma durumu.
    kıdemsiz * Bir işte yeni ve tecrübesi az olan.
    kıdemsizlik * Kıdemsiz olma durumu.
    kıdım kıdım * Azar azar.
    kığ * Koyun, keçi veya deve pisliği.
    kığı * Kığ.
    kığılama * Kığılamak işi.
    kığılamak * (koyun, keçi, deve) Pislemek.
    kıh * (çocuk dilinde) Kir, kirli, pis.
    kıkır kıkır * İçinden gelerek, sesli bir biçimde (gülmek).
    kıkır kıkır gülmek * içinden gelerek, sesli sesli bir biçimde gülmek.
    kıkırdak * Kemik kadar sert olmayan, dayanıklı, esnek, bükülgen, damarsız bağdokusu.
    * Sığır ve danada, hayvanın göğüs boşluğunun arka tarafının alt bölümünde bulunan parça.
    kıkırdak bilimi * Kıkırdakları inceleyen bilim dalı.
    kıkırdak doku * Kemiklerin bağlantıyerlerinde bulunan, katı, esnek ve saydam doku.
    kıkırdaklaşmış * Kıkırdak durumunu almışhayvan dokusu.
    kıkırdaklı * Yapısında kıkırdak bulunan.
    kıkırdama * Kıkırdamak işi.
    kıkırdamak * Kıkır kıkır diye ses çıkararak gülmek.
    * Donacak kadar üşümek.
    * Soğuktan donmak.
    * Ölmek.
    kıkırdatma * Kıkırdatmak işi.
    kıkırdatmak * Kıkırdamasına sebep olmak.
    kıkırdayış * Kıkırdamak işi veya biçimi.
    kıkırlık * İçten gülme durumu.
    kıkırtı * Kıkırdarken çıkan ses.
    kıl * Bazıhayvanların derisinde, insan vücudunun belli yerlerinde çıkan, üst deri ürünü olan ipliksi uzantı.
    * Keçi tüyü.
    * Bitkilerde görülen, genellikle silindirimsi, içi boş, çok ince uzantı.
    * Keçi tüyünden yapılmışveya dokunmuşolan.
    kıl (kadar) kalmak * çok az kalmak.
    kıl burun * Deniz içine uzanmışince kara parçası.
    kıl çadır * Keçi kılından dokunmuşparçalarla kurulan çadır.
    kıl gibi * ipince, incecik.
    kıl keçisi * Vücut rengi beyazdan siyaha kadar değişmekle beraber, tel renkliler arasında en çok siyah renklisi görülen
    yerli bir keçi türü.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 84

    kesiklik vermek * ara vermek.
    * hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk ortaya çıkmak.
    kesiksiz * Kesilmeden süren, sürekli, süreli, devamlı, mütemadi.
    * Kesilmeden, ara vermeden sürüp giden (elektrik akımı).
    kesiliş * Kesilmek işi veya biçimi.
    kesilme * Kesilmek işi.
    kesilmek * Kesmek işi yapılmak.
    * Bitkin duruma gelmek, gücü, takati kalmamak.
    * Gibi olmak, benzemek, dönmek.
    * İçindeki maddeler birbirinden ayrılıp bozulmak.
    * Dinmek, sona ermek.
    * Akmaz olmak.
    * Kendinden önceki kelimeyi “olmak” anlamıyla pekiştirir.
    * Son veya aralık verilmek.
    * Kendini herhangi bir şey gibi göstermek.
    * Tutulmak, kapatılmak.
    * Makaslamak.
    * Durmak.
    * Çok beğenmek, çok hoşlanmak.
    * Yoksun kalmak.
    kesim * Kesmek işi.
    * Bölüm, parça, kısım, sektör.
    * Bölge, bölüm.
    * Kesme zamanı.
    * Belli bir bölüm.
    * İşaretlenmiş belli yer.
    * Terzinin belli bir ölçü ve örneğe göre kumaşa biçim vermesi işi, fason.
    * Hazineye ait herhangi bir gelirin belli bir bedel karşılığıkeseneğe verilmesi.
    * Boy bos, endam.
    * Pazarlık, anlaşma.
    kesim evi * Kasaplık hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, kanara, mezbaha.
    kesimci * Kesenekçi, mültezim.
    kesimhane * Kesim evi, mezbaha.
    kesimlik * Kesime elverişli (hayvan).
    kesin * Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayan veya geri dönülmeyen, değişmez, kat’i, maktu.
    kesin bilgi * Doğruluğundan kuşkulanılmayan bilgi.
    kesin olarak * kesin bir biçimde, kesinlikle.
    kesinleme * Kesin olan şey.
    kesinleşme * Kesinleşmek işi.
    kesinleşmek * Kesin bir durum almak, kat’ileşmek, kat’iyet kespetmek.
    * Değişme olanağı olmadan yürürlüğe girmek.
    kesinleştirme * Kesinleştirmek işi.
    kesinleştirmek * Kesin bir duruma getirmek.
    kesinlik * Kesin olma durumu veya kesin davranış, kat’iyet.
    * Bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanmasıdurumu.
    kesinlikle * Kesin bir biçimde, kesin olarak, her hâlde, mutlaka, kat’iyen.
    kesinme * Kesinmek işi veya durumu.
    kesinmek * Kendine veya kendisi için kesmek.
    kesinsizlik * Kesin olmama durumu.
    kesinti * Kesilen parça, kırpıntı.
    * Bir işin bir süre için durması, inkıta, fasıla.
    * Ödenen bir paradan herhangi bir gerekle kesilen bölüm.
    kesintili * Ara verilerek yapılan.
    * (para için) Kesintisi olan.
    kesintisiz * Aralıksız.
    * (para için) Hiçbir vergi kesilmeden verilen.
    kesintiye almak * biriyle sezdirmeden alay etmek.
    kesintiye uğramak * bir süre için durmak.
    kesip (veya kestirip) atmak * uzun uzadıya düşünmeden kesin yargıya varmak.
    * kesin olarak çözmek, bitirmek.
    kesip biçmek * parçalamak, doğramak, ameliyat etmek.
    * ağzına geleni söylemek, ileri geri konuşmak.
    * zorbalıkla korkutmak.
    kesir * Bir birimin bölündüğü eşit parçalardan birini veya birkaçınıanlatan sayı.
    kesir ölçek * Plân ve haritaların ölçekleri payı1 olan ve kesirli sayılarla gösterilen ölçek.
    kesirli * Kesir niteliğinde olan (sayı).
    kesirli sayı * 1,5 veya 1,3 gibi kesri olan sayı.
    kesirsiz * Kesir niteliğinde olmayan.
    kesiş * Kesmek işi veya biçimi.
    kesişen * Bir nokta veya çizgi üzerinde birbirini kesip geçen (çizgiler veya yüzeyler).
    kesişme * Kesişmek işi.
    kesişmek * Birbirini kesmek.
    * Pazarlıkta, herhangi bir fiyatta uyuşmak.
    * Erkek ve kadın, bakışlarla anlaşmak.
    * Bir nokta veya çizgi üzerinde birbirine kavuşmak.
    kesit * Bir şeyi inceleyebilmek için, enlemesine veya boylamasına kesildiğinde ortaya çıkan yüzey.
    * Bir toplumun bölümü, kesim.
    * Bir cisim düz olarak kesildiğinde ortaya çıkan düzlemin biçimi, makta.
    keskenme * Keskenmek işi.
    keskenmek * El ile veya başka bir şeyle vuracak gibi yapmak.
    keski * Ağaç, taş, metal vb. yontmaya yarayan, bir ucu keskin çelik araç.
    * Demir ve saç kesmek için üzerine çekiçle vurularak yürütülen keskin araç, tırnak.
    * Pulluk gövdesi önüne takılan ve toprağıkesip ayıran bıçak veya disk biçiminde çelikten yapılmışpulluk
    parçası.
    keskin * Çok kesici, iyi kesen.
    * Etkili, sert.
    * Görevini iyi yapan.
    * (ses için) Tiz.
    * Acı, üzüntü veren.
    keskin sirke küpüne (veya kabına) zarar * öfkeli, sert kimsenin zararıkendisinedir.
    keskin zekâ keramete kıç attırır * zeki kimse, bir işin nereye varacağınıkeramet sahibi kimseden daha iyi bilir.
    keskinleşme * Keskinleşmek işi.
    keskinleşmek * Keskin duruma gelmek.
    keskinleştirme * Keskinleştirmek işi.
    keskinleştirmek * Keskin duruma getirmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 85

    keskinletme * Keskinletmek işi veya durumu.
    keskinletmek * Keskin duruma getirmek.
    keskinlik * Keskin olma durumu.
    kesme * Kesmek işi.
    * Teneke, sac gibi şeyleri kesmek için kullanılan makas.
    * Lokum.
    * Çizgisel iki doğru parçasıve bir eğri yayı ile sınırlanan düzlem yüzeyi.
    * İki çekimin birbirine doğrudan doğruya bağlanmasından, iki ayrıçekimin birbirini izlemesinden doğan
    durum.
    * Küp biçiminde veya köşeli olarak kesilmişolan.
    * Kesin, değişmez, maktu.
    * Nazımda veya nesirde, bir cümleyi sonu anlaşılacak biçimde yarım bırakma sanatı, kat.
    kesme imi * 343 kesme işareti.
    kesme işareti * Özel adlara getirilen ekleri iki sözün birleşmesi sırasında ortaya çıkan ses düşmesini veya bazıyabancı
    sözlerin kesintili okunacağını belirtmek için kullanılan ( ‘ ) işaretinin adı.
    kesme kaya * Baskıaltında kalarak sertleşmiştoprak.
    kesme şeker * Küp biçiminde veya köşeli bir biçimde olan şeker.
    kesme taş * Yola dizilmek amacıyla veya bir yapı için biçimlendirilmiştaş.
    kesmece * Kesip bakarak beğenmek şartıyla.
    * Aradaki değer ayrımını gözetmeksizin hepsi bir fiyattan.
    * Kesilip müşteriye gösterilerek satılan.
    kesmek * Bıçak, makas gibi bir araçla bir şeyi ikiye ayırmak, parçalamak, doğramak, ameliyat etmek.
    * Dibinden ayırmak.
    * Düzgün parçalara ayırmak.
    * Kesici bir araçla yaralamak.
    * Ucunu almak.
    * (hayvan için) Başını gövdesinden ayırmak, boğazlamak.
    * Ara veya son vermek.
    * Bir şeyden yoksun bırakmak, vermemek.
    * Akımıdurdurmak.
    * Belirtmek, kararlaştırmak.
    * (verilecek şeyin bir bölümünü) Alıkoyup vermemek.
    * (para için) Basmak.
    * Azaltmak, güçleştirmek.
    * (iskambil kâğıtları için) Destenin üzerinden bir bölümünü kaldırıp öte yana koymak.
    * Gidermek.
    * Geçişi önlemek.
    * Susmak.
    * (hasta organı) Ameliyatla almak.
    * Bölmek, ayırmak.
    * (yazı, film için) Kısaltmak.
    * Uydurmak, yalan söylemek.
    * (rüzgâr, soğuk vb. için) Çok etkili olmak.
    * Birini yermek, kötülemek.
    kesmelik * Kesme taşçıkarılan ocak.
    kesmik * Kesilmişsütün koyu bölümü.
    * Başakla karışık iri saman.
    * Taşgibi olmuştoprak parçası.
    kesmikli * İçinde kesmik bulunan.
    kesp * Kazanma.
    kesp etmek * kazanmak, elde etmek.
    kesre * Esre.
    kesret * Çok olma durumu, çokluk.
    kestane * Kayıngillerden, ılıman iklimlerde yetişen, 25-30 m kadar boylanabilen, kerestesi doğramacılıkta kullanılan
    bir orman ağacı(Castanea sabva).
    * Bu ağacın yenebilen meyvesi.
    * Kestane rengi.
    kestane dorusu * At donlarından açık kahve rengi olan.
    kestane fişeği * İçinde tane barut ve fitilinin geçmesine yarayan küçük bir kanalı olan bir tür şenlik fişeği.
    kestane kabağı * Helvacıkabağı.
    kestane kabuğundan çıkmışda kabuğunu beğenmemiş * soyunu veya yetiştiği yeri, çevreyi hor görenler için kınama yollu söylenir.
    kestane kargası * 343 alakarga.
    kestane rengi * Açık kahve rengi.
    * Bu renkte olan.
    kestane suyu gibi * sulu (kahve).
    kestane şekeri * Kestanenin şeker şerbeti içinde kaynatılmasıyla yapılan şekerleme.
    kestaneci * Kestane kebabıyapan veya satan kimse.
    kestanecik * Prostat.
    * Atların her bacağında birer tane çıkan, boynuz dokusunda olan kısa ve yayvan uzantı.
    kestanelik * Kestane ağaçlarıçok olan yer.
    kestere * Kitre.
    kestiği (veya attığı) tırnak olamamak * bir kimse, söz konusu olan kimseden değerce çok aşağı olmak.
    kestirilme * Kestirilmek işi.
    kestirilmek * Kestirmek işi yapılmak.
    kestirim * Kestirmek işi, tahmin.
    kestirip atmak * ayrıntılıdüşünmeden kesin yargıya varmak.
    kestiriş * Kestirmek işi veya biçimi.
    kestirme * Kestirmek işi.
    * Alışılan yolun dışında kısa yol, kese.
    * Amacıfazla uzatmadan anlatan.
    * Kısaca, özet olarak.
    * Kısa yoldan.
    * Kaynatılarak limon sıkarak koyulaştırılmışşeker şerbeti.
    kestirmece * Kısa yoldan olan, kısaca olan.
    * Yaklaşık, tahminî.
    kestirmeden * En kısa yoldan.
    kestirmeden gitmek * en kısa yoldan gitmek.
    kestirmek * Kesmek işini yaptırmak.
    * Akıl yolu ile gerçeğe yakın bir yargıya varmak, tahmin etmek.
    * Kesilmesini sağlamak, kesilmesine yol açmak.
    * Karar vermek.
    * Kısa bir süre uyumak.
    * Anlamak, farkına varmak.
    keş * Yağıalınmışsütten veya yoğurttan yapılan peynir.
    * Kışiçin kurutulan yağsız, tuzsuz yoğurt.
    * Aptal.
    keşen * Zincirden yular veya ayak kösteği.
    keşfedilme * Keşfedilmek işi.
    keşfedilmek * Keşfetmek işi yapılmak.
    keşfetme * Keşfetmek işi.
    keşfetmek * Var olduğu bilinmeyen bir şeyi bulmak.
    keşfettirme * Keşfettirmek işi.
    keşfettirmek * Keşfetmesini sağlamak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 86

    keşide * (banka ve her tür piyango ikramiyeleri için) Çekme, çekiliş.
    * Eski Arap harfli yazıda bazıharflerin baştarafıyazıldıktan sonra süs için çekilen uzatma.
    keşideci * Çek veya poliçe düzenleyen ve imzalayan kimse.
    keşif * Ortaya çıkarma, meydana çıkarma, açma.
    * Var olduğu daha önce bilinmeyen bir şeyin ortaya çıkarılması.
    * Bir olay veya durumun oluşsebeplerini anlayabilmek için yerinde inceleme yapma.
    * Gizli olan bir şey hakkında geniş bilgi edinme.
    * Bir şeyin olacağınıönceden anlama, sezme, tahmin.
    keşif kolu * Düşmanın durumunu anlamak, arazi ve yollar hakkında bilgi toplamak için gönderilen kol.
    keşik * Sıra, nöbet.
    keşikleme * Almaş, münavebe.
    keşikleşme * Keşikleşmek işi.
    keşikleşmek * Keşikle çalışmak.
    keşiş * Hristiyanlarda, manastırda yaşayan, hiç evlenmemişpapaz, karabaş, rahip.
    keşişhane * Keşişlerin bulunduğu yer, manastır.
    keşişleme * Güneydoğudan esen yel, akça yel, kara yel karşıtı.
    * Pusulada güneydoğuyu gösteren yön.
    keşişlik * Keşişolma durumu.
    keşke * Dilek anlatan cümlelerin başına getirilerek “ne olurdu” gibi özlem veya pişmanlık anlatır, keşki.
    keşkek * İyice dövülmüşve uzun süre birlikte kaynatılmışet ve buğdayla yapılan bir yemek.
    keşkekçi * Keşkek pişiren kimse.
    keşki * Keşke.
    keşkül * Gezici bazıdervişlerin ve dilencilerin ellerinde tuttukları, Hindistan cevizi kabuğundan, metalden veya
    abanozdan yapılmışdilenci çanağı.
    * Üstü, dövülmüşfıstık ve rendelenmişHindistan cevizi gibi şeylerle bezenmiş bir çeşit süt tatlısı,
    keşkülüfukara.
    keşkülüfukara * Keşkül.
    keşleme * Keşlemek durumu.
    keşlemek * Aldırışetmemek, önem vermemek, ciddiye almamak.
    keşmekeş * Karışık olma durumu, karışıklık.
    keşmekeşlik * Karışıklık, halledilmesi, içinden çıkılmasızor durum.
    keşmir * Bkz. kaşmir.
    keşşaf * Bilinmeyen çok önemli bir şeyi keşfeden.
    * Keşif kolu.
    * İzci.
    keşşaflık * İzcilik.
    ket * Engel.
    ket vurmak * engel olmak, güçleştirmek.
    ketal * Çirişli bir çeşit parlak bez.
    ketçap * Temel maddesi baharat katılmışdomates olan İngiliz sosu.
    kete * Yağlı, mayalıveya mayasız hamurdan yapılan, külde pişirilen çörek.
    ketebe * Yazıcılar, kâtipler.
    * El yazmasıkitaplarda yazarının adınıverdiği yer.
    keten * Ketengillerden, çiçekleri mavi renkte ve beştaç yapraklı, lifleri dokumacılıkta kullanılan bir bitki
    (Linumusitatissimum).
    * Bu bitkinin liflerinden yapılmış(dokuma vb.).
    keten helva * Kavrulmuşşekerden yapılan, pamuk görünüşünde bir çeşit helva, keten helvası.
    keten helvacı * Keten helva yapan ve satan kimse.
    keten helvası * Bkz. keten helva.
    keten kuşu * İspinozgillerden, güzel sesli, 13 cm uzunluğunda tarla ve çalılıklarda yaşayan bir kuş(Carduelis linaria).
    keten tohumu * Keten bitkisinin, yağıçıkarılan veya dövülerek hekimlikte kullanılan küçük taneleri.
    ketencik * Deniz yosununun ince bir cinsi (Muscus arboreus).
    * Turpgillerden, küçük sarıçiçekli, yağlı bir bitki (Chamaelina sativa).
    * Bu bitkiden elde edilen, sabun yapımında ve ressamlıkta kullanılan bir yağ.
    ketengiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, keten ve benzeri türleri içine alan bitki familyası.
    kethüda * Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse, kâhya.
    kethüda bey * Yeniçeri ocağında, yeniçeri ağasından sonra gelen en yüksek makamdaki subay.
    kethüdalık * Kethüdanın yaptığı iş.
    keton * Karbonil grubuna iki alkil kökünün bağlanmasıyla türeyen birleşik.
    ketum * Sır saklayan, ağzısıkı, ağzıpek.
    ketum olmak * sır saklamak, ağzısıkı olmak.
    ketumiyet * Ağzısıkılık, açmazlık, ketumluk.
    ketumluk * Ketum olma durumu, açmazlık, ketumiyet.
    kevel * Kuzu veya koyun postundan yapılmışkürk.
    kevelci * Deri ve kürk satan kimse.
    keven * Geven.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 87

    kevgir * Uzun saplı, yayvan ve delikli kepçe.
    * Haşlanmışyiyeceklerin sıvılarınıveya bazısıvılarısüzmek için kullanılan, delikli, genellikle yuvarlak biçimli
    mutfak kabı, süzgeç.
    Kevser * Cennette bulunduğuna inanılan kutsal su.
    kevser gibi * (içecekler için) tatlı, lezzetli.
    keyfetme * Keyfetmek işi.
    keyfetmek * Hoşve eğlenceli vakit geçirmek.
    keyfî * İsteğe bağlı olan.
    * Gerçeğe, akla, yol ve yöntemine uymayan.
    keyfi bozulmak * hastalanmak.
    * canısıkılmak, rahatıkaçmak.
    keyfi bilmek (biri) * isterse yapmak, nasıl isterse öyle yapmak.
    keyfi gelmek * neşelenmek.
    keyfi kaçmak * neşesi kalmamak.
    keyfi oluncaya kadar * razı oluncaya kadar.
    keyfi sıra * (birinin) Kendi istediği gibi.
    keyfi yerinde * Neşesi, sağlığıyerinde.
    keyfi yerinde * sağlığı, neşesi, mutluluğu bulunmak.
    keyfîlik * Keyfî olma durumu.
    keyfince * İsteğine göre, nasıl isterse, dilediğince, keyfine göre.
    keyfinden bayılmak (veya dört köşe olmak) * bir şeyden çok kıvanç duymak.
    keyfine bakmak * dilediğince yaşamak, güzel vakit geçirmek.
    keyfine gitmek * isteğine uygun davranmak.
    keyfini çıkarmak * bir şeyden iyice tat almak.
    keyfini kaçırmak (veya bozmak) * üzmek.
    keyfini yapmak * her türlü istek ve dileği yerine getirmek.
    keyfinin kâhyası olmamak * birine karışmaya hakkı olmamak.
    keyfiyet * Nitelik.
    * Durum.
    keyif * Vücut esenliği, sağlık.
    * Canlılık, tasasızlık, iç rahatlığı.
    * Hoşvakit geçirme.
    * İstek, heves, zevk.
    * Alkollü içki ve başka uyuşturucu maddeler kullanıldığında insanda görülen durum.
    * Yolsuz ve kural dışı istek.
    * Esrar.
    keyif benim, köy Mehmet ağanın * “hiçbir şeyi tasa etmiyorum, işlerim yolunda” anlamında kullanılır.
    keyif çatmak * keyfetmek.
    keyif ehli * Rahatına düşkün kimse.
    keyif etmek * Bkz. keyfetmek.
    keyif hâli * İçkili, çakırkeyf.
    keyif sormak * birine “iyi misiniz”, “nasılsınız” sorularınıyönelterek sağlığıhakkında bilgi almak; saygı göstermek.
    keyif sürmek * sıkıntısız, rahat yaşamak.
    keyif vermek * neşe vermek, sarhoşetmek.
    keyiflenme * Keyiflenmek işi.
    keyiflenmek * Keyifli duruma gelmek, neşelenmek.
    keyifli * Keyfi yerinde, neşeli.
    keyifli keyifli * Keyifli bir biçimde, keyifli olarak.
    keyifsiz * Sağlığıpek yerinde olmayan, rahatsız.
    * Neşesiz.
    keyifsizlenme * Keyifsizlenmek işi.
    keyifsizlenmek * Biraz hastalanmak.
    keyifsizlik * Keyifsiz olma durumu.
    keylus * Bkz. kilüs.
    keymus * Bkz. kimüs.
    kez * Bir olgunun, bir olayın tekrarlandığını belirtir, defa, kere, sefer.
    keza * Tekrarlamalardan sakınmak amacıyla “aynı, aynı biçimde” anlamında kullanılır.
    kezalik * Bkz. keza.
    kezzap * Derişik nitrik asidin halk arasındaki adı.
    -kı/ -ki * Bkz. -gı/ -gi.
    kı ble * Namazda yönelinen yön.
    * Güneyden esen yel.
    * Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer.
    kı blenüma * Kı ble yönünü göstermek için, bulunulan yere göre özel işareti olan pusula.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 83

    kesecik * Kulağın dolambacında bulunan ve lenf ile dolu olan küçük zarsı organ.
    kesedar * Zengin kimselerin parasınıyöneten ve gerekli harcamalarıyapan kimse.
    * Esnafların gelirlerini toplayıp satan kimse.
    kesek * Bel, çapa veya sabanın topraktan kaldırdığı iri parça.
    * Tezek.
    * Çimen yapmak için üzerindeki otuyla birlikte çıkarılmışçayır parçası.
    keseklenme * Keseklenmek işi.
    keseklenmek * Toprak, parça parça olmak.
    kesekli * Parça parça kabarmışolan (toprak).
    kesel * Gevşeklik, tembellik.
    kesel gelmek * gevşemek, tembelleşmek.
    kesel perdesi * Herhangi bir müzik ölçüsüne girmeyen, insanın iç dünyasınıkarartan ve bıkkınlık veren bir ses tonu.
    keseleme * Keselemek işi.
    keselemek * Kir çıkarmak için vücudu kese ile ovmak.
    keseleniş * Keselenmek işi veya biçimi.
    keselenme * Keselenmek işi.
    keselenmek * Keselemek işi yapılmak.
    * Kendini keselemek.
    keseletme * Keseletmek işi.
    keseletmek * Keselemek işini yaptırmak.
    keseli * Kesesi olan.
    keseli kurt * Genellikle omurgalılarda, kasların içinde gelişen şerit kurtçuklarının genel adı(Cysticercus).
    keseliler * Kanguru gibi, dişilerinin karnında yavrularınıtaşımaya yarayan kese bulunan hayvanlar takımı.
    kesen * Kesmek işini yapan.
    * Bir şekli kesen doğru; özellikle bir üçgenin kenarlarınıkesen doğru.
    kesene * Sözleşme, yazılıanlaşma.
    * Götürü, toptan iş.
    keseneğe almak * gelirini, satın almak, iltizam etmek.
    keseneğe vermek * bir şeyin gelirini önceden götürü olarak satmak.
    kesenek * Görevlilerin aylıklarından her ay belli oranda kesilip bir sosyal güvenlik kurumuna yatırılan para.
    * Fabrika, çiftlik gibi gelir kaynaklarının gelirini satın alma işi, iltizam.
    kesenekçi * Keseneği alan kimse, iltizamcı, mültezim.
    kesenin ağzınıaçmak * bol para harcamaya başlamak.
    kesenin dibi görünmek * para tükenmek.
    kesenize bereket * maddî katkısı görülen bir kimseye “çok kazan, kazancın bol olsun” anlamında söylenen teşekkür sözü.
    kesenkes * Kesin olarak, kesinlikle.
    keser * Tahta, ağaç yontmaya yarayan, kısa saplı, bir yanıkeskin ağızlı, öteki yanıçivi çakmaya uygun çelik araç.
    kesesi elvermemek * bütçesi elverişli olmamak.
    kesesine bir şey girmemek * bir yarar veya çıkar sağlamamak.
    kesesine göre * parasına, malî imkânlarına göre.
    kesesine güvenmek * parasına güvenmek.
    kesesini doldurmak * fırsatlardan yararlanarak para kazanıp zengin olmak.
    keseye davranmak * ödemek istemek.
    kesici * Kesmek işini yapan, kesen.
    * Kasaplık hayvanlarıkesen kimse.
    * Kesme işinde kullanılan araç.
    kesici diş * Alt çenenin ve üst çenenin on tarafında bulunan, yiyecekleri kesmeye yarayan, yassı, keskin ön dişlerden
    her biri.
    kesif * Yoğun.
    * Saydam olmayan.
    * Sık, kalın.
    kesif yem * Sindirilebilir besin maddeleri yüksek, selülozu düşük yem.
    kesik * Kesilmişolan.
    * Kesilerek bozulmuşolan.
    * Çiğsütten yapılan yağsız peynir, çökelek, ekşimik.
    * Kısa.
    * Gazete, dergi vb.den kesilmişyazı, kupür.
    * Kesilmişolan yer.
    * Tarla, bağve bahçe çevresine açılan hendek.
    kesik hava * Halk şiiri dışında yanık ezgili deyiş.
    kesik kelime * Bir bölümü kesilerek kullanılan söz.
    kesik kerem * Âşık Kerem’in ezgilerinde görülen yanık türkü dalı.
    kesik kesik * Ara vererek ve kısa kısa.
    kesik koni * Bir koninin tabanına paralel bir düzlemle kesilmesinden elde edilen cisim.
    kesik piramit * Bir piramit, tabanına paralel bir düzlemle kesildiğinde taban yönünde kalan cisim.
    kesik prizma * Bir prizmanın bütün yer ayrıtlarınıkesen bir düzlemle elde edilen, kesiti ile tabanıarasında kalan cisim.
    kesikli * Kesikleri olan.
    * Aralıklarla süren, duraklamalar yapan (elektrik akımı).
    kesiklik * Kesik olma durumu.
    * Ansızın duyulan hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 81

    kepez * Yüksek tepe, dağ.
    * Dağların oyuk, kuytu yerleri.
    * Gelin başlığı.
    * Tavuk ve kuşların ibiği veya başındaki uzun tüyler.
    kepir * Çorak, verimsiz toprak.
    * Çamurlu çorak toprak.
    kepme * Kepmek işi.
    kepmek * Çökmek, yıkılmak.
    kerahet * İğrenme, tiksinme.
    kerahet vakti * (akşamcılar arasında) İçkiye başlama zamanı.
    keramet * Ermişkimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcıdurum.
    * Olağanüstü durum.
    * Keramet sayılabilecek nitelikte olan şey.
    keramet buyurdunuz (veya keramette bulundunuz) * “çok doğru söylediniz”, “çok güzel yaptınız” anlamlarında kullanılan bir yaranma sözü.
    keramet sahibi * keramet gösterebilen (kimse).
    kerameti kendinden menkul * başka bir etkenle kavuştuğu iyi durumu kendi çabasının verimi veya değerinin karşılığısaymak.
    kerametli * Doğaüstü güce sahip.
    keramette bulunmak * doğaüstü olaylarda bulunmak.
    kerata * Karısıtarafından aldatılan erkek.
    * Sevgi ile söylenen sitem sözü.
    * Ayakkabıçekeceği.
    keratin * Tırnak, boynuz, kıl gibi üst deri ürünü olan yapıları oluşturan proteinli madde.
    keratinleşme * Keratinleşmek işi veya durumu.
    keratinleşmek * Protoplâzma proteinler keratin durumuna dönüşmek.
    keratinli * Keratini olan.
    kerde * Sebze fideliği.
    kere * Kez, yol, defa, sefer.
    kerem * Soyluluk, ululuk, büyüklük, asalet.
    * Bağışolarak verme, iyilik, lütuf.
    kerem buyurun (veya eyleyin) * “izin verin, beni dinleyin” anlamında nezaket sözü.
    kerem etmek * bağışta, iyilikte bulunmak.
    kerem gibi sevmek (veya yanmak) * büyük aşk yaşamak, aşkından ölmek.
    kerem sahibi * İyi huylu, cömert.
    kerempe * Denize doğru uzanan taşlık burun.
    * Dağın en yüksek yeri.
    keres * Büyük ve derin karavana.
    kereste * Tomrukların boyuna biçilmesiyle elde edilen marangozluk ve inşaat odunu.
    * Kaba saba kimse, kalas.
    * Ayakkabıyapımında kullanılan gereç.
    keresteci * Kereste satan kimse.
    kerestecilik * Kereste alıp satma işi.
    keresteli * İri yapılı.
    kerestelik * Kereste yapılmaya elverişli ağaç.
    kerevet * Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir.
    kerevides * 343 kerevit.
    kerevit * Kabuklular sınıfından, çamurlu tatlısularda yaşayan bir eklem bacaklı, tatlısu istakozu, karavide
    (Potamobius fluviatilis).
    kereviz * Maydanozgillerden, kökleri ve yapraklarısebze olarak kullanılan kokulu bir bitki (Apium graveolens).
    kerh * Tiksinme, iğrenme.
    * Bir işi istemeyerek, zorla yapma.
    kerhane * Genel ev.
    kerhaneci * Kerhane işleten kimse.
    * Sövgü sözü.
    kerhen * Tiksinerek, iğrenerek.
    * İstemeyerek, istemeye istemeye, gönülsüz.
    kerih * Tiksindirici, iğrenç.
    kerim * Soylu, asil.
    * Eli açık, cömert.
    * Allah’ın adlarından biri.
    kerime * (saygılıkonuşmada) Kız evlât.
    keriz * Geriz, çirkef, pislik.
    * Kumar.
    * Kolayca kandırılabilen oyuncu, aptal.
    * Eğlenti.
    kerizci * Çalgıcı.
    * Hile yapan oyuncu.
    kerkenez * Kartalgillerden, leşle beslenen, 35 cm uzunluğunda, kızılımsıtüyleri olan bir kuş(Falco tinnunculus).
    kerkes * Akbaba.
    kerki * Keser.
    kerli ferli * Kelli felli.
    kermen * Kale, germen.
    kermes * Bir çalışmaya yardım sağlamak için, genellikle açık havada yapılan eğlentili toplantı.
    * Küçük şehirlerde bayram veya panayır günlerinde yapılan eğlenceli toplantı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 82

    kerpeten * Bazınesneleri sıkmak veya çekmekte kullanılan, hareketli bir eksen çevresinde çapraz iki parçadan
    oluşmuş, kıskaç biçimimdeki araç.
    * Bu biçimde olan ve dişçekmekte kullanılan araç.
    kerpiç * Duvar örmekte kullanılmak için kalıplara dökülüp güneşte kurutulmuşsaman ve balçık karışımı ilkel tuğla.
    * Kerpiçten yapılmış.
    kerpiç dökmek * saman ve balçık karışımınıkalıplara boşaltmak.
    kerpiç gibi * çok sert ve kuru.
    kerpiççi * Kerpiç yapan veya satan kimse.
    kerpiçleşme * Kerpiçleşmek işi.
    kerpiçleşmek * Çok sert ve kuru bir duruma gelmek.
    kerrake * İnce softan hafif ve dar bir üstlük.
    kerrakeli * Kerrakesi olan.
    kerrat * Birçok kez.
    kerrat cetveli * Çarpım tablosu.
    kerte * İşaret için yapılmışçentik veya iz, kerti.
    kerte * Derece, radde.
    kerte kerte * Azar azar, yavaşyavaş, tedrici.
    kerteleme * Kerte kerte, azar azar ilerleme durumu, tedriç.
    kerteles * Teke ile iki hörgüçlü erkek devenin geriye melezlenmesiyle elde edilen bir deve türü.
    kertenkele * Kertenkelelerden, uzun vücutlu, sivri kuyruklu, çevik, böcekçil, küçük sürüngen hayvan (Lacertus).
    kertenkeleler * Kertenkeleleri, bukalemun ve iguanaları içine alan dört ayaklısürüngenler takımı.
    kerteriz * Bir yerin pusula kertelerine (II) göre bulunduğu yön.
    * Balıkçıların denizde sığlıkları belirlemek için kullandıkları işaretlerin bütünü.
    kerteriz almak (veya etmek) * bir yerin hangi yönde veya geminin nerede bulunduğunu pusula ile ölçmek.
    kerteriz noktası * Geminin bulunduğu yeri anlamak için kerteriz almaya yarayan, fener kulesi, duba, şamandıra gibi şeylerin
    harita üzerindeki yeri.
    kertesine gelmek * tam yerini ve zamanını bulmak.
    kertesine getirmek * tam sırasını, en uygun zamanınıseçmek.
    kerti * Kerte (I).
    * (ekmek, et için) Bayat.
    kertik * Kertilmişolan.
    * Kertilmişyer, gedik, çentik.
    kertik kertik * Üzeri kertiklerle dolu.
    kertikleme * Kertiklemek işi.
    kertiklemek * Kertik açmak.
    kertikli * Kertiği olan.
    kertilme * Kertilmek işi.
    kertilmek * Kertmek işi yapılmak.
    kertme * Kertmek işi.
    * Çentik.
    kertmek * Bir şeyin kenarında kertik açmak, çentmek.
    * Sertçe sürtünmek.
    kervan * Uzak yerlere yolcu ve ticaret eşyasıtaşıyan yük hayvanıkatarı.
    * Toplu olarak birbiri ardınca gelen şeyler.
    kervan çulluğu * Uzun ayaklı, uzun ve eğri gagalıkuşlar sınıfı.
    Kervan Yıldızı * Çulpan yıldızı.
    kervana katılmak * bir topluluğa karışmak.
    kervanbaşı * Kervanıyöneten kimse.
    kervancı * Kervan sahibi veya kervan güden kimse.
    Kervankıran * Çulpan yıldızı.
    kervansaray * Ana yollarda kervanların konaklaması için yapılan büyük han.
    kes * Genellikle yakmak için kullanılan iri saman.
    kes * Ayak bileklerini de içine alan kapalıjimnastik ayakkabısı.
    kesafet * Çokluk, sıklık.
    * Yoğunluk.
    * Saydam olmama durumu, bulanıklık.
    kesat * Alışverişte durgunluk.
    * Yokluk, kıtlık.
    kesatlık * Kesat olma durumu.
    * Kıtlık zamanı.
    kese * Cepte taşınan, içine para, tütün gibi şeyler konulan, kumaştan veya örgüden küçük torba.
    * Bazışeylerin üzerine geçirilen, kumaştan çanta biçiminde kap.
    * Yıkanırken kir çıkartmak için ele geçirilen, vücudu ovmaya yarayan, bürümcükten, cep biçiminde bez.
    * Bir kimsenin kendisine ait parasıveya serveti.
    * Su bitkilerinde içi hava ile dolu olan ve bitkinin suda yüzer durumda kalmasınısağlayan şişkinlik.
    * Herhangi bir kese miktarında olan.
    * Organizmanın bazı boşluklarına verilen ad.
    * Beşyüz kuruşluk para birimi.
    kese * Kısa, kestirme (yol).
    kese çiçeği * Süs için yetiştirilen ve demet olarak çiçek açan bitki (Ceanothus).
    kese kâğıdı * İçine bazışeyler konulmak için kâğıttan yapılmışkese biçiminde torba.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 78

    kendi göbeğini kendi kesmek * ihtiyaç duyduğu yardım, başkalarınca esirgendiğinde işini kendi görmek.
    kendi hâlinde * Hiçbir şeye karışmayan, sessiz.
    kendi hâlinde bırakmak * üzerinde çalışmayarak geliştirmemek veya bakımsız bırakmak; işlememek.
    kendi hâline bırakmak * ilgilenmemek, karışmamak.
    kendi havasında gitmek (veya havasında olmak) * yalnız başına, istediği gibi davranmak.
    kendi hesabına * (para, düşünce, davranışvb. için) kendine göre, kendince.
    kendi içine çekilmek * başkasıyla ilişki kurmamak, kendi yalnız başına kalmak, inzivaya çekilmek.
    kendi kabuğuna çekilmek * Bkz. kabuğuna çekilmek.
    kendi kanatlarıyla uçmak * hiç kimsenin desteği veya yardımı olmaksızın yaşamak veya bir işi olumlu sonuca ulaştırmak.
    kendi kendine * Kimseye danışmaksızın; kimseyle ilgisi, ilişkisi olmadan.
    * Yalnız başına.
    * Başkasının yardımıve ortaklığı olmadan.
    * Kendiliğinden.
    kendi kendine gelin güvey olmak * ilgilinin nasıl karşılayacağınıdüşünmeden bir işi olmuş bitmişsayarak sevinmek.
    kendi kendini yemek (veya kendini yemek) * açığa vurmadan, gizli gizli üzülmek.
    kendi köşesinde yaşamak * yalnız başına yaşamak.
    kendi kuyusunu kendi kazmak * kendine zarar verecek davranışta bulunmak.
    kendi payıma * kendi adıma, bana göre, bana gelince.
    kendi söyler kendi dinler * ne söylediği anlaşılmaz veya söylediği şeylere önem verilmez.
    kendi yağıyla kavrulmak * olanıyla geçinip kimseye muhtaç olmamak.
    kendigelen * Umulmadık bir zamanda gelen ve gelişinden sevinç duyulan kimse veya şeyler için söylenir.
    kendiliğinden * Başka şeylerin etkisi olmaksızın kendi kendine ortaya çıkan, bizatihi.
    * İradesiz olarak gerçekleşen (hareket).
    * İnsan eliyle ekilmeden yetişen, hudayinabit.
    * Dışetkilerin zorlaması olmadan, iç sebeplerle oluşan süreçlerin gerçekleşme niteliği.
    kendiliğinden üreme * Her türlü bilimsel üreme olaylarının dışında, yoktan var olmayıanlatan bilim dışıkuram.
    kendiliğindenlik * Dıştan bir belirleme ile değil, kendi kendine gerçekleşen etkinlik.
    kendilik * Bir nesnenin varlığınıveya tözünü oluşturan şey.
    kendince * Kendine göre, kendi bakımından.
    kendinde * Nesnenin doğal varlığı, durumu.
    kendinde olmamak * bilinci, aklıyerinde olmamak.
    kendinde toplamak * kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak.
    kendinde toplamak * kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak.
    kendinden * Kendi aklından, kendi kendine.
    kendinden geçmek * bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak.
    * bir şey karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak.
    * uykuya dalmak, uyuya kalmak.
    kendine … süsü vermek * kendini … gibi göstermek.
    kendine gel! * aklını başına topla” anlamında bir uyarma sözü.
    kendine gelmek * ayılmak.
    * aklı başına gelmek.
    * durumu düzelmek.
    kendine has * 343 kendine özgü.
    kendine kıymak * kendini öldürmek.
    kendine mahsus * 343 kendine has.
    kendine mal etmek * benimsemek veya saymak.
    kendine özgü * Bir kimse veya şeye özgü olan kendine mahsus, kendine has.
    kendine yedirememek (veya onuruna yedirememek) * başkasının kendisine yaptığı işi, onur kırıcısayarak tepki ile karşılamak; kendisinin başkasına yapmasısöz
    konusu olan işi, kişiliği için onur kırıcısaydığından yapmamak.
    kendine yontmak * çıkan bir fırsattan yararlanarak, başkalarınıhiç düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlamak.
    kendini (kapıp) koyuvermek * kendine özen göstermemek, kötümser olmak.
    kendini alamamak * istemeyerek bir işi yapma duruma girmek, kendini tutamamak.
    kendini aşağı görmek * kendini başkalarından değersiz görmek.
    kendini ateşe atmak * bile bile tehlikeli bir işe girmek.
    kendini atmak * vakit geçirmeden hemen gitmek.
    kendini avutmak * oyalamak.
    kendini beğendirmek * başkalarına hoş, iyi, yetenekli görünmek.
    kendini beğenmek * başkalarınıküçümseyerek kendini üstün görmek.
    kendini bırakmak * kendine özen göstermemek.
    * çevre ile ilgisini keserek yalnız bir konuyla uğraşmak.
    * gevşek, rahat bir biçimde kalmak.
    kendini bilen (veya bilir) * ağırbaşlıve onuru olan.
    kendini bilmek * aklıve muhakemesi yerinde olmak.
    * baliğolmak.
    * kendinin ve çevresinin bilincine varmak.
    * durum ve onuruna yakışacak biçimde davranmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 79

    kendini bir şey sanmak * kendini olduğundan çok değerli görmek.
    kendini bir yerde bulmak * farkında olmadan bir yere ulaşmışolamak.
    kendini bulmak * kişilik kazanmak.
    * maddî ve ruhî konularda durumunu düzeltmek.
    * Bkz. kendine gelmek.
    kendini dar etmek * sıkıntıveren bir yer veya durumdan güçlükle kurtulmak.
    kendini dev aynasında görmek * kendini olduğundan çok üstün görmek.
    kendini dinlemek * hastalık kuruntusu içinde bulunmak.
    * yalnız, sakin kalmak.
    kendini dirhem dirhem satmak * çok nazlıdavranmak, ağırdan almak.
    kendini düşünmek * daima kendi çıkarınıkollamak, egoistçe davranmak.
    kendini ele vermek * yaptığı bir davranışveya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak.
    kendini fasulye gibi nimetten saymak * kendini çok önemli biri gibi görmek.
    kendini göstermek * beğenilecek niteliklerini ortaya koymak.
    * ortaya çıkmak, belirmek.
    * pas alabilmek için boşalana kaçmak.
    kendini harap etmek * sıkıntıveya üzüntüden perişan olmak.
    kendini hissettirmek * varlığını belli etmek.
    kendini kapıdışında bulmak * kovulmak, işten atılmak, bir yerden istenmeden uzaklaştırılmak.
    kendini kaptırmak * bir şeyin etkisinden kurtulamayacak duruma düşmek.
    * uğraşmaya başladığı bir işten kendini kurtaramamak.
    kendini kaybetmek * bayılmak.
    * aşırıduygulanma dolayısıyla çevrede olup bitenin farkına varamamak.
    kendini matah sanmak * kendini olduğundan daha fazla değerli kabul etmek.
    kendini naza çekmek * nazlanmak.
    kendini paralamak * çok çaba ve özen göstermek.
    kendini satmak * kendisinde olmayan iyi nitelikleri varmışgibi göstermek.
    kendini sıkmak * kendini zorlamak, çaba göstermek.
    kendini tartmak * ne durumda olduğunu öğrenmek için kendini yoklamak.
    kendini toparlamak (veya toplamak) * herhangi bir konuda eskiden kötü olan durumunu düzeltmek.
    * bir konuda dikkatini yoğunlaştırmak.
    * şişmanlamak, sağlığına kavuşmak.
    kendini tutamamak * bir durum karşısında sessiz ve heyecansız kalamamak; kendine hâkim olamamak.
    kendini tutmak * kendine hâkim olmak; dayanmak, sabretmek.
    kendini vermek (vurmak veya çalmak) * bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip, tek şeyle aşırıölçüde ilgilenmek.
    kendini yiyip bitirmek * Bkz. kendi kendini yemek.
    kendini yoklamak * duygu, düşünce ve beden bakımından kontrol etmek.
    kendir * Kenevir.
    * Kenevirden yapılmış.
    kendircilik * Kendir yetiştirme işi.
    kendirgiller * İki çeneklilerden, kendir, şerbetçi otu, Hint keneviri gibi bitkileri içine alan bir familya.
    kendirik * Deriden veya çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı.
    kendisince * Bkz. kendince.
    kene * Koyun, köpek, at gibi hayvanların veya insanların derisinde asalak olarak yaşayan, bulaşıcıhastalıklara
    sebep olan böceklerin genel adı, sakırga.
    kene ağacı * Kene otu.
    kene gibi yapışmak * istenmediği hâlde birinin peşini bırakmamak, yakasını bırakmamak.
    kene göz * Çok küçük gözlü (kimse).
    kene otu * Sütleğengillerden, tropik bölgelerde yetişen, ağaç veya ağaççık durumunu alabilen, tohumlarından koyu bir
    bitkisel yağelde edilen, bir yıllık otsu bitki (Ricinus communis).
    kenef * Ayak yolu.
    * Pis, berbat.
    keneler * Eklem bacaklıhayvanlardan, örümceğimsiler sınıfına giren bir takım.
    kenet * İki sert cismi birbirine bağlamaya yarayan, iki ucu sivri ve kıvrık metal parça.
    kenet etmek * kenetle birbirine bağlamak.
    kenet gibi yapışmak * çok yakın dost olmak, sıkıfıkı olmak.
    kenet mili * Çatıve öteki parçaların birleştirilmesinde kullanılan metal perçinler.
    kenetleme * Kenetlemek işi.
    kenetlemek * Kenetle tutturmak veya kenetle birbirine bağlamak.
    * Birbirine geçirerek bağlamak.
    * Sıkıca birbirinin üzerine kapamak.
    kenetleniş * Kenetlenmek işi veya biçimi.
    kenetlenme * Kenetlenmek işi.
    kenetlenmek * Kenetlemek işi yapılmak.
    * Bir konuda aynıtutum ve davranışı göstermek.
    * Açılamayacak biçimde sıkıca birbirinin üzerine kapanmak.
    kenetli * Kenedi olan.
    * Kenetle birbirine bağlanmış bulunan, kenetlenmişolan.
    * Birbirinin içine geçerek sıkıca kapanmış.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 80

    kenevir * Kendirgillerden, sapındaki liflerden halat, çuval gibi kaba örgüler yapılan, iki evcikli bir bitki, kendir
    (Cannabis sativa).
    kenevir helvası * Kenevir ve şeker karışımıyapılan bir tür helva.
    kenevir yağı * Kenevir ağacından yapılan yağ.
    kenevircilik * Kenevir yetiştirme işi.
    kengel * Kenger.
    kengel sakızı * Kenger sakızı.
    kenger * Birleşikgillerden, yapraklarıdikenli yaban bir bitki, eşek dikeni (Cynara cardunculus).
    kenger sakızı * Kengel sütünden yapılan bir tür sakız, çengel sakızı.
    kent * Şehir.
    * Site.
    kent soylu * Burjuva.
    kent soyluluk * Burjuvazi.
    kental * 100 kg ağırlığında kütle birimi.
    kentçi * Kentçilik uzmanı, kentçilikle uğraşan kimse, şehirci.
    kentçilik * Şehircilik.
    kentet * Beşli.
    kentilyon * Katrilyon kere bin.
    kentler arası * Şehirler arası.
    kentleşme * Kentleşmek işi.
    kentleşmek * Şehirleşmek.
    kentli * Şehirli.
    kentlileşme * Kentlileşmek işi.
    kentlileşmek * Kentli olmak durumu.
    kentsel * Kentle ilgili, şehirle ilgili.
    kenttaş * Aynıkentten olan kimse.
    Kenyalı * Kenya halkından olan kimse.
    kep * Başlık, sipersiz şapka.
    * Hemşirelerin giydiği başlık.
    * Bazıtörenlerde profesör ve öğrencilerin giydikleri özel başlık.
    kepaze * (nesneler için) Niteliği iyi olmayan.
    * Utanmaz, rezil.
    * Gülünç, değersiz.
    * Talim yaparken kullanılan gevşek ok yayı.
    kepaze etmek * utanılacak bir duruma düşürmek.
    kepaze olmak * gülünç veya utanılacak duruma düşmek.
    kepazelik * Kepaze olma durumu veya kepazece davranış, maskaralık, rezalet.
    kepbastı * Çift katlı büyük dalyan ağı.
    kepçe * Sulu yiyecekleri karıştırmaya, dağıtmaya yarayan, uzun saplı, yuvarlak ve derince kaşık.
    * Erimişmadeni kalı ba dökmek için kullanılan büyük kaşık.
    * Saplı bir çembere geçirilmişolan, balık veya kelebek tutmada kullanılan ağ.
    * Bir kepçenin alabildiği miktarda olan.
    * Tahıl, kömür, kum gibi dökme yüklerin yüklenip boşaltılmasında kullanılan, iki veya daha çok çeneden
    oluşmuşmotorlu araç.
    * Gemilerde, ortasında dümen evi bulunan yuvarlak kıç çıkıntısı.
    * Güreşte hasmın arkasından bacaklarıarasına el sokma oyunu.
    kepçe gibi * kanat gibi öne doğru açılmış(kulak).
    kepçe kulak * Kocaman ve öne doğru kulakları olan.
    kepçe kuyruk * Başkalarının sırtından bedava geçinen.
    kepçe surat * Çok küçük yüzü olan.
    kepçeburun * Bir çeşit yaban ördeği.
    kepçeleme * Kepçelemek işi.
    kepçelemek * İki eli kepçe biçimine getirerek, yere düşmekte olan topu eğilerek yere değmeden kurtarmak.
    kepçeli * Kepçesi olan.
    kepek * Un elendikten sonra, elek üstünde kalan kabuk kırıntıları.
    * Saçlıderide oluşan pulcuklar.
    * Bazıderi hastalıklarında deriden dökülen parçacıklar.
    kepekçi * Kepek satan kimse.
    kepeklenme * Kepeklenmek işi.
    kepeklenmek * Başta kepek oluşmak.
    * (elma) Susuz ve tatsız duruma gelmek.
    kepekli * İçinde kepeği olan.
    * Üzerinde kepek oluşmuşolan.
    * (elma için) Un gibi, susuz ve tatsız.
    kepenek * Çobanların omuzlarına aldıklarıdikişsiz, kolsuz, keçeden üstlük.
    kepenek * Pervane.
    kepenek altında er yatar * insanları giydiğine bakarak değerlendirmek yanlışlara yol açar; bazen değerli kişiler eski giymişolabilir.
    kepenk * Genellikle dükkânlarıkapamak için kullanılan, saç levha veya türlü biçimlerde demir veya tahta kanat.
    kepenkleri indirmek * işi tatil etmek.