kılır | * Maydanozgillerden, bir yıllık ve özel kokulu otsu bir bitki (Ammi visnaga). |
kılış | * Kılmak işi veya biçimi. |
kılkapan | * Kehribar. |
kılkıran | * Bkz. saçkıran. |
kılkuyruk | * Ördekgillerden, uzunluğu 55-65 cm, kuyruğu sivri tüyleri ak yeşil, karışık, gagası, ayaklarımavi bir kuştürü (Anas acuta). * Zayıf, çelimsiz. * Züğürt, niteliksiz, kılıksız. |
kıllanma | * Kıllanmak işi. |
kıllanmak | * Kıllarıçıkmak. * Bıyığı, sakalıçıkmak. |
kıllı | * Kılı olan, kıl ile kaplı. |
kılma | * Kılmak işi. |
kılmak | * “Etmek”, “yapmak” anlamında yardımcıfiil olarak kullanılır. * (namaz için) Yerine getirmek. |
kılsız | * Kılı olmayan. |
kılükal | * Dedikodu, söylenti. |
kımıl | * Yarım kanatlılardan, sap, çiçek, yaprak ve başaklarıemerek veya yiyerek ekin hastalığına yol açan, vücudu kalkana benzeyen zararlı bir böcek (Aelia rostrata). |
kımıl kımıl | * Durmadan kımıldamadan bir şeyin durumunu anlatır. |
kımıldama | * Kımıldamak, kımıldanmak işi. |
kımıldamak | * Yerinden biraz oynamak. * Yerinde hafifçe hareketlenmek. |
kımıldanış | * Kımıldanmak işi veya biçimi. |
kımıldanma | * Kımıldanmak işi. |
kımıldanmak | * Bkz. kımıldamak. |
kımıldatma | * Kımıldatmak işi. |
kımıldatmak | * Yerinden biraz oynatmak, hafifçe hareketlendirmek. |
kımıldayış | * Kımıldamak işi veya biçimi. |
kımıltı | * Hafif ve sürekli kımıldama. |
kımız | * Kısrak sütünün mayalanmasıyla yapılan, az alkollü, ekşi, eski bir Türk içkisi. |
kımkım | * Ağır ağır konuşan (kimse). * Her işinde ağır davranan (kimse). |
kımkım etmek | * bir işi ağır ağır yapmak, oyalanmak. |
kımlanma | * Kımlanmak işi veya durumu. |
kımlanmak | * (kuşiçin) Uçmaya hazırlanmak. * Kalkacakmışgibi kıpırdamak. |
kın | * Bıçak, kılıç gibi kesici araçların kabı. * Buğdaygillerde olduğu gibi, yapraklarda sapın bir bölümünü uzunlamasına saran, genişdış bölüm. |
kın kanat | * Kın kanatlı böceklerin gövdeyi korumakla görevli ve çok sert yapıda birinci çift kanadı. |
kın kanatlılar | * Böcekler sınıfından, boynuzsu bir kın biçiminde olan birinci çift kanatlarıuçmakta kullanan öteki iki kanadıörten, ağız parçalarıçiğnemeye, parçalamaya elverişli, bütünüyle başkalaşma gösteren bir takım. |
-kın/ -kin | * Bkz. -gın / -gin. |
kına | * Kına ağacının kurutulmuşyapraklarından elde edilen, saç ve elleri boyamakta kullanılan toz. |
kına ağacı | * İki çeneklilerden, tropikal bölgelerde yetişen, kurutulmuşyapraklarından kına elde edilen, beyaz çiçekli, küçük bir ağaç (Lawsonia inermis). |
kına çiçeği | * Kına çiçeğigillerden, çiçekleri tüylü renkte olan, bir veya çok yıllık otsu bitki (Balsamina hortensis). |
kına çiçeğigiller | * İki çeneklilerden, örneği bahçelerde yetişen kına çiçeği olan bir familya. |
kına gecesi | * Düğünden bir gece önce, kadınların kendi aralarında, gelinin parmaklarına kına yakarken kız evinde yaptıklarıeğlence. |
kına gibi | * (toz durumundaki şeyler için) çok ince. |
kına yakmak (koymak, sürmek, vurmak veya yakınmak) | * kınayısu ile karıştırıp bulamaç kıvamına getirerek boyanacak yere sürmek. |
kına(lar) yakmak | * (birinin uğradığıkötü duruma) çok sevinmek. |
kınacık | * Buğday pasımantarının, tahıl bitkilerinin sap ve yapraklarında oluşturduğu pas rengindeki hastalık. |
kınakına | * Kök boyası gillerden, asıl yurdu Güney Amerika olan, Hindistan ve Endonezya’da da yetiştirilen, kabuğundan kinin çıkarılan bir ağaç (Cinchona). * Bu bitkiden yapılan içecek. |
kınalama | * Kınalamak işi. |
kınalamak | * Kına koymak, kına ile boyamak. |
kınalanma | * Kınalanmak işi. |
kınalanmak | * Kına konulmak, kına yakılmak. * Kına ile boyanmak. |
kınalı | * Kına ile boyanmışolan. * Kınanın renginde veya kızıl renkte olan. * Yapıncak. |
kınalıkeklik | * Sülüngillerden, Balkan Yarımadası, Orta ve Doğu Asya’da yaşayan, uzunluğu 38 cm olan bir kuştürü (Alectoris graeca). |
kınalıyapıncak | * Bkz. yapıncak. |
kınama | * Kınamak işi, ayıplama, takbih. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 91
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 88
Kı brıslı * Kı brıs halkından olan kimse. kıç * Kuyruk sokumu bölgesi, popo, makat.
* (bazı bölgelerde) Bacak, ayak.
* (deniz teknelerinde) Art taraf.
* Arka bölümde olan.-kıç * Bkz. -gıç / -giç. kıç atmak * (hayvan) çifte atmak.
* çok istemek.kıç attırmak * ondan üstün olmak. kıçıkırık * Önemsiz, değersiz şey veya kimse. kıçın kıçın * Geri geri. kıçın kıçın gitmek * geriye doğru gitmek, geri geri gitmek.
* (henüz yürümeyen bebek için) kıç üstü gitmek.kıçına bakarak (veya kıçına baka baka) * başvurduğu yerden olumlu sonuç alamayarak. kıçına tekmeyi atmak (vurmak veya yapıştırmak) * kovmak. kıçınıyırtmak * bağırıp çağırmak.
* bütün gücünü kullanarak uğraşmak.kıçtan bacaklı * Kısa boylu (kimse). kıçtankara * Baştan demirleyen, kıçtan da halatlarla kıyıya bağlanan gemi. kıçüstü * Kıçıyere gelmişdurumda. kıçüstü oturmak * kıçıyere gelir duruma düşmek.
* herhangi bir konuda yenilmek, umduğuna ulaşamamak.kıdem * Bir görevde rütbece eskilik.
* Bir görevde geçirilen süre.kıdem tazminatı * Belirli süre çalıştıktan sonra ayrılan işçiye görev süresine bağlı olarak verilen para. kıdemce * Bir işte tecrübe ve süre bakımından, kıdeme göre. kıdemli * Bir işte eski ve tecrübesi çok olan.
* Sınıf temsilcisi, mümessil.kıdemli başçavuş * Kıdemi olan başçavuşun rütbesi. kıdemli üstçavuş * Kıdemi olan üstçavuş. kıdemlilik * Kıdemli olma durumu. kıdemsiz * Bir işte yeni ve tecrübesi az olan. kıdemsizlik * Kıdemsiz olma durumu. kıdım kıdım * Azar azar. kığ * Koyun, keçi veya deve pisliği. kığı * Kığ. kığılama * Kığılamak işi. kığılamak * (koyun, keçi, deve) Pislemek. kıh * (çocuk dilinde) Kir, kirli, pis. kıkır kıkır * İçinden gelerek, sesli bir biçimde (gülmek). kıkır kıkır gülmek * içinden gelerek, sesli sesli bir biçimde gülmek. kıkırdak * Kemik kadar sert olmayan, dayanıklı, esnek, bükülgen, damarsız bağdokusu.
* Sığır ve danada, hayvanın göğüs boşluğunun arka tarafının alt bölümünde bulunan parça.kıkırdak bilimi * Kıkırdakları inceleyen bilim dalı. kıkırdak doku * Kemiklerin bağlantıyerlerinde bulunan, katı, esnek ve saydam doku. kıkırdaklaşmış * Kıkırdak durumunu almışhayvan dokusu. kıkırdaklı * Yapısında kıkırdak bulunan. kıkırdama * Kıkırdamak işi. kıkırdamak * Kıkır kıkır diye ses çıkararak gülmek.
* Donacak kadar üşümek.
* Soğuktan donmak.
* Ölmek.kıkırdatma * Kıkırdatmak işi. kıkırdatmak * Kıkırdamasına sebep olmak. kıkırdayış * Kıkırdamak işi veya biçimi. kıkırlık * İçten gülme durumu. kıkırtı * Kıkırdarken çıkan ses. kıl * Bazıhayvanların derisinde, insan vücudunun belli yerlerinde çıkan, üst deri ürünü olan ipliksi uzantı.
* Keçi tüyü.
* Bitkilerde görülen, genellikle silindirimsi, içi boş, çok ince uzantı.
* Keçi tüyünden yapılmışveya dokunmuşolan.kıl (kadar) kalmak * çok az kalmak. kıl burun * Deniz içine uzanmışince kara parçası. kıl çadır * Keçi kılından dokunmuşparçalarla kurulan çadır. kıl gibi * ipince, incecik. kıl keçisi * Vücut rengi beyazdan siyaha kadar değişmekle beraber, tel renkliler arasında en çok siyah renklisi görülen
yerli bir keçi türü. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 84
kesiklik vermek * ara vermek.
* hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk ortaya çıkmak.kesiksiz * Kesilmeden süren, sürekli, süreli, devamlı, mütemadi.
* Kesilmeden, ara vermeden sürüp giden (elektrik akımı).kesiliş * Kesilmek işi veya biçimi. kesilme * Kesilmek işi. kesilmek * Kesmek işi yapılmak.
* Bitkin duruma gelmek, gücü, takati kalmamak.
* Gibi olmak, benzemek, dönmek.
* İçindeki maddeler birbirinden ayrılıp bozulmak.
* Dinmek, sona ermek.
* Akmaz olmak.
* Kendinden önceki kelimeyi “olmak” anlamıyla pekiştirir.
* Son veya aralık verilmek.
* Kendini herhangi bir şey gibi göstermek.
* Tutulmak, kapatılmak.
* Makaslamak.
* Durmak.
* Çok beğenmek, çok hoşlanmak.
* Yoksun kalmak.kesim * Kesmek işi.
* Bölüm, parça, kısım, sektör.
* Bölge, bölüm.
* Kesme zamanı.
* Belli bir bölüm.
* İşaretlenmiş belli yer.
* Terzinin belli bir ölçü ve örneğe göre kumaşa biçim vermesi işi, fason.
* Hazineye ait herhangi bir gelirin belli bir bedel karşılığıkeseneğe verilmesi.
* Boy bos, endam.
* Pazarlık, anlaşma.kesim evi * Kasaplık hayvanların kesilip yüzüldüğü yer, kanara, mezbaha. kesimci * Kesenekçi, mültezim. kesimhane * Kesim evi, mezbaha. kesimlik * Kesime elverişli (hayvan). kesin * Şüphe ve duraksamaya yer bırakmayan veya geri dönülmeyen, değişmez, kat’i, maktu. kesin bilgi * Doğruluğundan kuşkulanılmayan bilgi. kesin olarak * kesin bir biçimde, kesinlikle. kesinleme * Kesin olan şey. kesinleşme * Kesinleşmek işi. kesinleşmek * Kesin bir durum almak, kat’ileşmek, kat’iyet kespetmek.
* Değişme olanağı olmadan yürürlüğe girmek.kesinleştirme * Kesinleştirmek işi. kesinleştirmek * Kesin bir duruma getirmek. kesinlik * Kesin olma durumu veya kesin davranış, kat’iyet.
* Bir bilginin, bir kanaatin şüpheye düşmeden onaylanmasıdurumu.kesinlikle * Kesin bir biçimde, kesin olarak, her hâlde, mutlaka, kat’iyen. kesinme * Kesinmek işi veya durumu. kesinmek * Kendine veya kendisi için kesmek. kesinsizlik * Kesin olmama durumu. kesinti * Kesilen parça, kırpıntı.
* Bir işin bir süre için durması, inkıta, fasıla.
* Ödenen bir paradan herhangi bir gerekle kesilen bölüm.kesintili * Ara verilerek yapılan.
* (para için) Kesintisi olan.kesintisiz * Aralıksız.
* (para için) Hiçbir vergi kesilmeden verilen.kesintiye almak * biriyle sezdirmeden alay etmek. kesintiye uğramak * bir süre için durmak. kesip (veya kestirip) atmak * uzun uzadıya düşünmeden kesin yargıya varmak.
* kesin olarak çözmek, bitirmek.kesip biçmek * parçalamak, doğramak, ameliyat etmek.
* ağzına geleni söylemek, ileri geri konuşmak.
* zorbalıkla korkutmak.kesir * Bir birimin bölündüğü eşit parçalardan birini veya birkaçınıanlatan sayı. kesir ölçek * Plân ve haritaların ölçekleri payı1 olan ve kesirli sayılarla gösterilen ölçek. kesirli * Kesir niteliğinde olan (sayı). kesirli sayı * 1,5 veya 1,3 gibi kesri olan sayı. kesirsiz * Kesir niteliğinde olmayan. kesiş * Kesmek işi veya biçimi. kesişen * Bir nokta veya çizgi üzerinde birbirini kesip geçen (çizgiler veya yüzeyler). kesişme * Kesişmek işi. kesişmek * Birbirini kesmek.
* Pazarlıkta, herhangi bir fiyatta uyuşmak.
* Erkek ve kadın, bakışlarla anlaşmak.
* Bir nokta veya çizgi üzerinde birbirine kavuşmak.kesit * Bir şeyi inceleyebilmek için, enlemesine veya boylamasına kesildiğinde ortaya çıkan yüzey.
* Bir toplumun bölümü, kesim.
* Bir cisim düz olarak kesildiğinde ortaya çıkan düzlemin biçimi, makta.keskenme * Keskenmek işi. keskenmek * El ile veya başka bir şeyle vuracak gibi yapmak. keski * Ağaç, taş, metal vb. yontmaya yarayan, bir ucu keskin çelik araç.
* Demir ve saç kesmek için üzerine çekiçle vurularak yürütülen keskin araç, tırnak.
* Pulluk gövdesi önüne takılan ve toprağıkesip ayıran bıçak veya disk biçiminde çelikten yapılmışpulluk
parçası.keskin * Çok kesici, iyi kesen.
* Etkili, sert.
* Görevini iyi yapan.
* (ses için) Tiz.
* Acı, üzüntü veren.keskin sirke küpüne (veya kabına) zarar * öfkeli, sert kimsenin zararıkendisinedir. keskin zekâ keramete kıç attırır * zeki kimse, bir işin nereye varacağınıkeramet sahibi kimseden daha iyi bilir. keskinleşme * Keskinleşmek işi. keskinleşmek * Keskin duruma gelmek. keskinleştirme * Keskinleştirmek işi. keskinleştirmek * Keskin duruma getirmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 85
keskinletme * Keskinletmek işi veya durumu. keskinletmek * Keskin duruma getirmek. keskinlik * Keskin olma durumu. kesme * Kesmek işi.
* Teneke, sac gibi şeyleri kesmek için kullanılan makas.
* Lokum.
* Çizgisel iki doğru parçasıve bir eğri yayı ile sınırlanan düzlem yüzeyi.
* İki çekimin birbirine doğrudan doğruya bağlanmasından, iki ayrıçekimin birbirini izlemesinden doğan
durum.
* Küp biçiminde veya köşeli olarak kesilmişolan.
* Kesin, değişmez, maktu.
* Nazımda veya nesirde, bir cümleyi sonu anlaşılacak biçimde yarım bırakma sanatı, kat.kesme imi * 343 kesme işareti. kesme işareti * Özel adlara getirilen ekleri iki sözün birleşmesi sırasında ortaya çıkan ses düşmesini veya bazıyabancı
sözlerin kesintili okunacağını belirtmek için kullanılan ( ‘ ) işaretinin adı.kesme kaya * Baskıaltında kalarak sertleşmiştoprak. kesme şeker * Küp biçiminde veya köşeli bir biçimde olan şeker. kesme taş * Yola dizilmek amacıyla veya bir yapı için biçimlendirilmiştaş. kesmece * Kesip bakarak beğenmek şartıyla.
* Aradaki değer ayrımını gözetmeksizin hepsi bir fiyattan.
* Kesilip müşteriye gösterilerek satılan.kesmek * Bıçak, makas gibi bir araçla bir şeyi ikiye ayırmak, parçalamak, doğramak, ameliyat etmek.
* Dibinden ayırmak.
* Düzgün parçalara ayırmak.
* Kesici bir araçla yaralamak.
* Ucunu almak.
* (hayvan için) Başını gövdesinden ayırmak, boğazlamak.
* Ara veya son vermek.
* Bir şeyden yoksun bırakmak, vermemek.
* Akımıdurdurmak.
* Belirtmek, kararlaştırmak.
* (verilecek şeyin bir bölümünü) Alıkoyup vermemek.
* (para için) Basmak.
* Azaltmak, güçleştirmek.
* (iskambil kâğıtları için) Destenin üzerinden bir bölümünü kaldırıp öte yana koymak.
* Gidermek.
* Geçişi önlemek.
* Susmak.
* (hasta organı) Ameliyatla almak.
* Bölmek, ayırmak.
* (yazı, film için) Kısaltmak.
* Uydurmak, yalan söylemek.
* (rüzgâr, soğuk vb. için) Çok etkili olmak.
* Birini yermek, kötülemek.kesmelik * Kesme taşçıkarılan ocak. kesmik * Kesilmişsütün koyu bölümü.
* Başakla karışık iri saman.
* Taşgibi olmuştoprak parçası.kesmikli * İçinde kesmik bulunan. kesp * Kazanma. kesp etmek * kazanmak, elde etmek. kesre * Esre. kesret * Çok olma durumu, çokluk. kestane * Kayıngillerden, ılıman iklimlerde yetişen, 25-30 m kadar boylanabilen, kerestesi doğramacılıkta kullanılan
bir orman ağacı(Castanea sabva).
* Bu ağacın yenebilen meyvesi.
* Kestane rengi.kestane dorusu * At donlarından açık kahve rengi olan. kestane fişeği * İçinde tane barut ve fitilinin geçmesine yarayan küçük bir kanalı olan bir tür şenlik fişeği. kestane kabağı * Helvacıkabağı. kestane kabuğundan çıkmışda kabuğunu beğenmemiş * soyunu veya yetiştiği yeri, çevreyi hor görenler için kınama yollu söylenir. kestane kargası * 343 alakarga. kestane rengi * Açık kahve rengi.
* Bu renkte olan.kestane suyu gibi * sulu (kahve). kestane şekeri * Kestanenin şeker şerbeti içinde kaynatılmasıyla yapılan şekerleme. kestaneci * Kestane kebabıyapan veya satan kimse. kestanecik * Prostat.
* Atların her bacağında birer tane çıkan, boynuz dokusunda olan kısa ve yayvan uzantı.kestanelik * Kestane ağaçlarıçok olan yer. kestere * Kitre. kestiği (veya attığı) tırnak olamamak * bir kimse, söz konusu olan kimseden değerce çok aşağı olmak. kestirilme * Kestirilmek işi. kestirilmek * Kestirmek işi yapılmak. kestirim * Kestirmek işi, tahmin. kestirip atmak * ayrıntılıdüşünmeden kesin yargıya varmak. kestiriş * Kestirmek işi veya biçimi. kestirme * Kestirmek işi.
* Alışılan yolun dışında kısa yol, kese.
* Amacıfazla uzatmadan anlatan.
* Kısaca, özet olarak.
* Kısa yoldan.
* Kaynatılarak limon sıkarak koyulaştırılmışşeker şerbeti.kestirmece * Kısa yoldan olan, kısaca olan.
* Yaklaşık, tahminî.kestirmeden * En kısa yoldan. kestirmeden gitmek * en kısa yoldan gitmek. kestirmek * Kesmek işini yaptırmak.
* Akıl yolu ile gerçeğe yakın bir yargıya varmak, tahmin etmek.
* Kesilmesini sağlamak, kesilmesine yol açmak.
* Karar vermek.
* Kısa bir süre uyumak.
* Anlamak, farkına varmak.keş * Yağıalınmışsütten veya yoğurttan yapılan peynir.
* Kışiçin kurutulan yağsız, tuzsuz yoğurt.
* Aptal.keşen * Zincirden yular veya ayak kösteği. keşfedilme * Keşfedilmek işi. keşfedilmek * Keşfetmek işi yapılmak. keşfetme * Keşfetmek işi. keşfetmek * Var olduğu bilinmeyen bir şeyi bulmak. keşfettirme * Keşfettirmek işi. keşfettirmek * Keşfetmesini sağlamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 86
keşide * (banka ve her tür piyango ikramiyeleri için) Çekme, çekiliş.
* Eski Arap harfli yazıda bazıharflerin baştarafıyazıldıktan sonra süs için çekilen uzatma.keşideci * Çek veya poliçe düzenleyen ve imzalayan kimse. keşif * Ortaya çıkarma, meydana çıkarma, açma.
* Var olduğu daha önce bilinmeyen bir şeyin ortaya çıkarılması.
* Bir olay veya durumun oluşsebeplerini anlayabilmek için yerinde inceleme yapma.
* Gizli olan bir şey hakkında geniş bilgi edinme.
* Bir şeyin olacağınıönceden anlama, sezme, tahmin.keşif kolu * Düşmanın durumunu anlamak, arazi ve yollar hakkında bilgi toplamak için gönderilen kol. keşik * Sıra, nöbet. keşikleme * Almaş, münavebe. keşikleşme * Keşikleşmek işi. keşikleşmek * Keşikle çalışmak. keşiş * Hristiyanlarda, manastırda yaşayan, hiç evlenmemişpapaz, karabaş, rahip. keşişhane * Keşişlerin bulunduğu yer, manastır. keşişleme * Güneydoğudan esen yel, akça yel, kara yel karşıtı.
* Pusulada güneydoğuyu gösteren yön.keşişlik * Keşişolma durumu. keşke * Dilek anlatan cümlelerin başına getirilerek “ne olurdu” gibi özlem veya pişmanlık anlatır, keşki. keşkek * İyice dövülmüşve uzun süre birlikte kaynatılmışet ve buğdayla yapılan bir yemek. keşkekçi * Keşkek pişiren kimse. keşki * Keşke. keşkül * Gezici bazıdervişlerin ve dilencilerin ellerinde tuttukları, Hindistan cevizi kabuğundan, metalden veya
abanozdan yapılmışdilenci çanağı.
* Üstü, dövülmüşfıstık ve rendelenmişHindistan cevizi gibi şeylerle bezenmiş bir çeşit süt tatlısı,
keşkülüfukara.keşkülüfukara * Keşkül. keşleme * Keşlemek durumu. keşlemek * Aldırışetmemek, önem vermemek, ciddiye almamak. keşmekeş * Karışık olma durumu, karışıklık. keşmekeşlik * Karışıklık, halledilmesi, içinden çıkılmasızor durum. keşmir * Bkz. kaşmir. keşşaf * Bilinmeyen çok önemli bir şeyi keşfeden.
* Keşif kolu.
* İzci.keşşaflık * İzcilik. ket * Engel. ket vurmak * engel olmak, güçleştirmek. ketal * Çirişli bir çeşit parlak bez. ketçap * Temel maddesi baharat katılmışdomates olan İngiliz sosu. kete * Yağlı, mayalıveya mayasız hamurdan yapılan, külde pişirilen çörek. ketebe * Yazıcılar, kâtipler.
* El yazmasıkitaplarda yazarının adınıverdiği yer.keten * Ketengillerden, çiçekleri mavi renkte ve beştaç yapraklı, lifleri dokumacılıkta kullanılan bir bitki
(Linumusitatissimum).
* Bu bitkinin liflerinden yapılmış(dokuma vb.).keten helva * Kavrulmuşşekerden yapılan, pamuk görünüşünde bir çeşit helva, keten helvası. keten helvacı * Keten helva yapan ve satan kimse. keten helvası * Bkz. keten helva. keten kuşu * İspinozgillerden, güzel sesli, 13 cm uzunluğunda tarla ve çalılıklarda yaşayan bir kuş(Carduelis linaria). keten tohumu * Keten bitkisinin, yağıçıkarılan veya dövülerek hekimlikte kullanılan küçük taneleri. ketencik * Deniz yosununun ince bir cinsi (Muscus arboreus).
* Turpgillerden, küçük sarıçiçekli, yağlı bir bitki (Chamaelina sativa).
* Bu bitkiden elde edilen, sabun yapımında ve ressamlıkta kullanılan bir yağ.ketengiller * Ayrıtaç yapraklı iki çeneklilerden, keten ve benzeri türleri içine alan bitki familyası. kethüda * Zengin kimselerin ve devlet büyüklerinin buyruğunda çalışan, onların birtakım işlerini gören kimse, kâhya. kethüda bey * Yeniçeri ocağında, yeniçeri ağasından sonra gelen en yüksek makamdaki subay. kethüdalık * Kethüdanın yaptığı iş. keton * Karbonil grubuna iki alkil kökünün bağlanmasıyla türeyen birleşik. ketum * Sır saklayan, ağzısıkı, ağzıpek. ketum olmak * sır saklamak, ağzısıkı olmak. ketumiyet * Ağzısıkılık, açmazlık, ketumluk. ketumluk * Ketum olma durumu, açmazlık, ketumiyet. kevel * Kuzu veya koyun postundan yapılmışkürk. kevelci * Deri ve kürk satan kimse. keven * Geven. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 87
kevgir * Uzun saplı, yayvan ve delikli kepçe.
* Haşlanmışyiyeceklerin sıvılarınıveya bazısıvılarısüzmek için kullanılan, delikli, genellikle yuvarlak biçimli
mutfak kabı, süzgeç.Kevser * Cennette bulunduğuna inanılan kutsal su. kevser gibi * (içecekler için) tatlı, lezzetli. keyfetme * Keyfetmek işi. keyfetmek * Hoşve eğlenceli vakit geçirmek. keyfî * İsteğe bağlı olan.
* Gerçeğe, akla, yol ve yöntemine uymayan.keyfi bozulmak * hastalanmak.
* canısıkılmak, rahatıkaçmak.keyfi bilmek (biri) * isterse yapmak, nasıl isterse öyle yapmak. keyfi gelmek * neşelenmek. keyfi kaçmak * neşesi kalmamak. keyfi oluncaya kadar * razı oluncaya kadar. keyfi sıra * (birinin) Kendi istediği gibi. keyfi yerinde * Neşesi, sağlığıyerinde. keyfi yerinde * sağlığı, neşesi, mutluluğu bulunmak. keyfîlik * Keyfî olma durumu. keyfince * İsteğine göre, nasıl isterse, dilediğince, keyfine göre. keyfinden bayılmak (veya dört köşe olmak) * bir şeyden çok kıvanç duymak. keyfine bakmak * dilediğince yaşamak, güzel vakit geçirmek. keyfine gitmek * isteğine uygun davranmak. keyfini çıkarmak * bir şeyden iyice tat almak. keyfini kaçırmak (veya bozmak) * üzmek. keyfini yapmak * her türlü istek ve dileği yerine getirmek. keyfinin kâhyası olmamak * birine karışmaya hakkı olmamak. keyfiyet * Nitelik.
* Durum.keyif * Vücut esenliği, sağlık.
* Canlılık, tasasızlık, iç rahatlığı.
* Hoşvakit geçirme.
* İstek, heves, zevk.
* Alkollü içki ve başka uyuşturucu maddeler kullanıldığında insanda görülen durum.
* Yolsuz ve kural dışı istek.
* Esrar.keyif benim, köy Mehmet ağanın * “hiçbir şeyi tasa etmiyorum, işlerim yolunda” anlamında kullanılır. keyif çatmak * keyfetmek. keyif ehli * Rahatına düşkün kimse. keyif etmek * Bkz. keyfetmek. keyif hâli * İçkili, çakırkeyf. keyif sormak * birine “iyi misiniz”, “nasılsınız” sorularınıyönelterek sağlığıhakkında bilgi almak; saygı göstermek. keyif sürmek * sıkıntısız, rahat yaşamak. keyif vermek * neşe vermek, sarhoşetmek. keyiflenme * Keyiflenmek işi. keyiflenmek * Keyifli duruma gelmek, neşelenmek. keyifli * Keyfi yerinde, neşeli. keyifli keyifli * Keyifli bir biçimde, keyifli olarak. keyifsiz * Sağlığıpek yerinde olmayan, rahatsız.
* Neşesiz.keyifsizlenme * Keyifsizlenmek işi. keyifsizlenmek * Biraz hastalanmak. keyifsizlik * Keyifsiz olma durumu. keylus * Bkz. kilüs. keymus * Bkz. kimüs. kez * Bir olgunun, bir olayın tekrarlandığını belirtir, defa, kere, sefer. keza * Tekrarlamalardan sakınmak amacıyla “aynı, aynı biçimde” anlamında kullanılır. kezalik * Bkz. keza. kezzap * Derişik nitrik asidin halk arasındaki adı. -kı/ -ki * Bkz. -gı/ -gi. kı ble * Namazda yönelinen yön.
* Güneyden esen yel.
* Sıkıntılı bir durumda yardım umarak başvurulan yer.kı blenüma * Kı ble yönünü göstermek için, bulunulan yere göre özel işareti olan pusula. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 83
kesecik * Kulağın dolambacında bulunan ve lenf ile dolu olan küçük zarsı organ. kesedar * Zengin kimselerin parasınıyöneten ve gerekli harcamalarıyapan kimse.
* Esnafların gelirlerini toplayıp satan kimse.kesek * Bel, çapa veya sabanın topraktan kaldırdığı iri parça.
* Tezek.
* Çimen yapmak için üzerindeki otuyla birlikte çıkarılmışçayır parçası.keseklenme * Keseklenmek işi. keseklenmek * Toprak, parça parça olmak. kesekli * Parça parça kabarmışolan (toprak). kesel * Gevşeklik, tembellik. kesel gelmek * gevşemek, tembelleşmek. kesel perdesi * Herhangi bir müzik ölçüsüne girmeyen, insanın iç dünyasınıkarartan ve bıkkınlık veren bir ses tonu. keseleme * Keselemek işi. keselemek * Kir çıkarmak için vücudu kese ile ovmak. keseleniş * Keselenmek işi veya biçimi. keselenme * Keselenmek işi. keselenmek * Keselemek işi yapılmak.
* Kendini keselemek.keseletme * Keseletmek işi. keseletmek * Keselemek işini yaptırmak. keseli * Kesesi olan. keseli kurt * Genellikle omurgalılarda, kasların içinde gelişen şerit kurtçuklarının genel adı(Cysticercus). keseliler * Kanguru gibi, dişilerinin karnında yavrularınıtaşımaya yarayan kese bulunan hayvanlar takımı. kesen * Kesmek işini yapan.
* Bir şekli kesen doğru; özellikle bir üçgenin kenarlarınıkesen doğru.kesene * Sözleşme, yazılıanlaşma.
* Götürü, toptan iş.keseneğe almak * gelirini, satın almak, iltizam etmek. keseneğe vermek * bir şeyin gelirini önceden götürü olarak satmak. kesenek * Görevlilerin aylıklarından her ay belli oranda kesilip bir sosyal güvenlik kurumuna yatırılan para.
* Fabrika, çiftlik gibi gelir kaynaklarının gelirini satın alma işi, iltizam.kesenekçi * Keseneği alan kimse, iltizamcı, mültezim. kesenin ağzınıaçmak * bol para harcamaya başlamak. kesenin dibi görünmek * para tükenmek. kesenize bereket * maddî katkısı görülen bir kimseye “çok kazan, kazancın bol olsun” anlamında söylenen teşekkür sözü. kesenkes * Kesin olarak, kesinlikle. keser * Tahta, ağaç yontmaya yarayan, kısa saplı, bir yanıkeskin ağızlı, öteki yanıçivi çakmaya uygun çelik araç. kesesi elvermemek * bütçesi elverişli olmamak. kesesine bir şey girmemek * bir yarar veya çıkar sağlamamak. kesesine göre * parasına, malî imkânlarına göre. kesesine güvenmek * parasına güvenmek. kesesini doldurmak * fırsatlardan yararlanarak para kazanıp zengin olmak. keseye davranmak * ödemek istemek. kesici * Kesmek işini yapan, kesen.
* Kasaplık hayvanlarıkesen kimse.
* Kesme işinde kullanılan araç.kesici diş * Alt çenenin ve üst çenenin on tarafında bulunan, yiyecekleri kesmeye yarayan, yassı, keskin ön dişlerden
her biri.kesif * Yoğun.
* Saydam olmayan.
* Sık, kalın.kesif yem * Sindirilebilir besin maddeleri yüksek, selülozu düşük yem. kesik * Kesilmişolan.
* Kesilerek bozulmuşolan.
* Çiğsütten yapılan yağsız peynir, çökelek, ekşimik.
* Kısa.
* Gazete, dergi vb.den kesilmişyazı, kupür.
* Kesilmişolan yer.
* Tarla, bağve bahçe çevresine açılan hendek.kesik hava * Halk şiiri dışında yanık ezgili deyiş. kesik kelime * Bir bölümü kesilerek kullanılan söz. kesik kerem * Âşık Kerem’in ezgilerinde görülen yanık türkü dalı. kesik kesik * Ara vererek ve kısa kısa. kesik koni * Bir koninin tabanına paralel bir düzlemle kesilmesinden elde edilen cisim. kesik piramit * Bir piramit, tabanına paralel bir düzlemle kesildiğinde taban yönünde kalan cisim. kesik prizma * Bir prizmanın bütün yer ayrıtlarınıkesen bir düzlemle elde edilen, kesiti ile tabanıarasında kalan cisim. kesikli * Kesikleri olan.
* Aralıklarla süren, duraklamalar yapan (elektrik akımı).kesiklik * Kesik olma durumu.
* Ansızın duyulan hâlsizlik, kırıklık, yorgunluk. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 81
kepez * Yüksek tepe, dağ.
* Dağların oyuk, kuytu yerleri.
* Gelin başlığı.
* Tavuk ve kuşların ibiği veya başındaki uzun tüyler.kepir * Çorak, verimsiz toprak.
* Çamurlu çorak toprak.kepme * Kepmek işi. kepmek * Çökmek, yıkılmak. kerahet * İğrenme, tiksinme. kerahet vakti * (akşamcılar arasında) İçkiye başlama zamanı. keramet * Ermişkimselerin gösterdiklerine inanılan, doğaüstü, şaşkınlık uyandırıcıdurum.
* Olağanüstü durum.
* Keramet sayılabilecek nitelikte olan şey.keramet buyurdunuz (veya keramette bulundunuz) * “çok doğru söylediniz”, “çok güzel yaptınız” anlamlarında kullanılan bir yaranma sözü. keramet sahibi * keramet gösterebilen (kimse). kerameti kendinden menkul * başka bir etkenle kavuştuğu iyi durumu kendi çabasının verimi veya değerinin karşılığısaymak. kerametli * Doğaüstü güce sahip. keramette bulunmak * doğaüstü olaylarda bulunmak. kerata * Karısıtarafından aldatılan erkek.
* Sevgi ile söylenen sitem sözü.
* Ayakkabıçekeceği.keratin * Tırnak, boynuz, kıl gibi üst deri ürünü olan yapıları oluşturan proteinli madde. keratinleşme * Keratinleşmek işi veya durumu. keratinleşmek * Protoplâzma proteinler keratin durumuna dönüşmek. keratinli * Keratini olan. kerde * Sebze fideliği. kere * Kez, yol, defa, sefer. kerem * Soyluluk, ululuk, büyüklük, asalet.
* Bağışolarak verme, iyilik, lütuf.kerem buyurun (veya eyleyin) * “izin verin, beni dinleyin” anlamında nezaket sözü. kerem etmek * bağışta, iyilikte bulunmak. kerem gibi sevmek (veya yanmak) * büyük aşk yaşamak, aşkından ölmek. kerem sahibi * İyi huylu, cömert. kerempe * Denize doğru uzanan taşlık burun.
* Dağın en yüksek yeri.keres * Büyük ve derin karavana. kereste * Tomrukların boyuna biçilmesiyle elde edilen marangozluk ve inşaat odunu.
* Kaba saba kimse, kalas.
* Ayakkabıyapımında kullanılan gereç.keresteci * Kereste satan kimse. kerestecilik * Kereste alıp satma işi. keresteli * İri yapılı. kerestelik * Kereste yapılmaya elverişli ağaç. kerevet * Üzerine şilte serilerek yatmaya veya oturmaya yarayan, tahtadan seki, sedir. kerevides * 343 kerevit. kerevit * Kabuklular sınıfından, çamurlu tatlısularda yaşayan bir eklem bacaklı, tatlısu istakozu, karavide
(Potamobius fluviatilis).kereviz * Maydanozgillerden, kökleri ve yapraklarısebze olarak kullanılan kokulu bir bitki (Apium graveolens). kerh * Tiksinme, iğrenme.
* Bir işi istemeyerek, zorla yapma.kerhane * Genel ev. kerhaneci * Kerhane işleten kimse.
* Sövgü sözü.kerhen * Tiksinerek, iğrenerek.
* İstemeyerek, istemeye istemeye, gönülsüz.kerih * Tiksindirici, iğrenç. kerim * Soylu, asil.
* Eli açık, cömert.
* Allah’ın adlarından biri.kerime * (saygılıkonuşmada) Kız evlât. keriz * Geriz, çirkef, pislik.
* Kumar.
* Kolayca kandırılabilen oyuncu, aptal.
* Eğlenti.kerizci * Çalgıcı.
* Hile yapan oyuncu.kerkenez * Kartalgillerden, leşle beslenen, 35 cm uzunluğunda, kızılımsıtüyleri olan bir kuş(Falco tinnunculus). kerkes * Akbaba. kerki * Keser. kerli ferli * Kelli felli. kermen * Kale, germen. kermes * Bir çalışmaya yardım sağlamak için, genellikle açık havada yapılan eğlentili toplantı.
* Küçük şehirlerde bayram veya panayır günlerinde yapılan eğlenceli toplantı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 82
kerpeten * Bazınesneleri sıkmak veya çekmekte kullanılan, hareketli bir eksen çevresinde çapraz iki parçadan
oluşmuş, kıskaç biçimimdeki araç.
* Bu biçimde olan ve dişçekmekte kullanılan araç.kerpiç * Duvar örmekte kullanılmak için kalıplara dökülüp güneşte kurutulmuşsaman ve balçık karışımı ilkel tuğla.
* Kerpiçten yapılmış.kerpiç dökmek * saman ve balçık karışımınıkalıplara boşaltmak. kerpiç gibi * çok sert ve kuru. kerpiççi * Kerpiç yapan veya satan kimse. kerpiçleşme * Kerpiçleşmek işi. kerpiçleşmek * Çok sert ve kuru bir duruma gelmek. kerrake * İnce softan hafif ve dar bir üstlük. kerrakeli * Kerrakesi olan. kerrat * Birçok kez. kerrat cetveli * Çarpım tablosu. kerte * İşaret için yapılmışçentik veya iz, kerti. kerte * Derece, radde. kerte kerte * Azar azar, yavaşyavaş, tedrici. kerteleme * Kerte kerte, azar azar ilerleme durumu, tedriç. kerteles * Teke ile iki hörgüçlü erkek devenin geriye melezlenmesiyle elde edilen bir deve türü. kertenkele * Kertenkelelerden, uzun vücutlu, sivri kuyruklu, çevik, böcekçil, küçük sürüngen hayvan (Lacertus). kertenkeleler * Kertenkeleleri, bukalemun ve iguanaları içine alan dört ayaklısürüngenler takımı. kerteriz * Bir yerin pusula kertelerine (II) göre bulunduğu yön.
* Balıkçıların denizde sığlıkları belirlemek için kullandıkları işaretlerin bütünü.kerteriz almak (veya etmek) * bir yerin hangi yönde veya geminin nerede bulunduğunu pusula ile ölçmek. kerteriz noktası * Geminin bulunduğu yeri anlamak için kerteriz almaya yarayan, fener kulesi, duba, şamandıra gibi şeylerin
harita üzerindeki yeri.kertesine gelmek * tam yerini ve zamanını bulmak. kertesine getirmek * tam sırasını, en uygun zamanınıseçmek. kerti * Kerte (I).
* (ekmek, et için) Bayat.kertik * Kertilmişolan.
* Kertilmişyer, gedik, çentik.kertik kertik * Üzeri kertiklerle dolu. kertikleme * Kertiklemek işi. kertiklemek * Kertik açmak. kertikli * Kertiği olan. kertilme * Kertilmek işi. kertilmek * Kertmek işi yapılmak. kertme * Kertmek işi.
* Çentik.kertmek * Bir şeyin kenarında kertik açmak, çentmek.
* Sertçe sürtünmek.kervan * Uzak yerlere yolcu ve ticaret eşyasıtaşıyan yük hayvanıkatarı.
* Toplu olarak birbiri ardınca gelen şeyler.kervan çulluğu * Uzun ayaklı, uzun ve eğri gagalıkuşlar sınıfı. Kervan Yıldızı * Çulpan yıldızı. kervana katılmak * bir topluluğa karışmak. kervanbaşı * Kervanıyöneten kimse. kervancı * Kervan sahibi veya kervan güden kimse. Kervankıran * Çulpan yıldızı. kervansaray * Ana yollarda kervanların konaklaması için yapılan büyük han. kes * Genellikle yakmak için kullanılan iri saman. kes * Ayak bileklerini de içine alan kapalıjimnastik ayakkabısı. kesafet * Çokluk, sıklık.
* Yoğunluk.
* Saydam olmama durumu, bulanıklık.kesat * Alışverişte durgunluk.
* Yokluk, kıtlık.kesatlık * Kesat olma durumu.
* Kıtlık zamanı.kese * Cepte taşınan, içine para, tütün gibi şeyler konulan, kumaştan veya örgüden küçük torba.
* Bazışeylerin üzerine geçirilen, kumaştan çanta biçiminde kap.
* Yıkanırken kir çıkartmak için ele geçirilen, vücudu ovmaya yarayan, bürümcükten, cep biçiminde bez.
* Bir kimsenin kendisine ait parasıveya serveti.
* Su bitkilerinde içi hava ile dolu olan ve bitkinin suda yüzer durumda kalmasınısağlayan şişkinlik.
* Herhangi bir kese miktarında olan.
* Organizmanın bazı boşluklarına verilen ad.
* Beşyüz kuruşluk para birimi.kese * Kısa, kestirme (yol). kese çiçeği * Süs için yetiştirilen ve demet olarak çiçek açan bitki (Ceanothus). kese kâğıdı * İçine bazışeyler konulmak için kâğıttan yapılmışkese biçiminde torba. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 78
kendi göbeğini kendi kesmek * ihtiyaç duyduğu yardım, başkalarınca esirgendiğinde işini kendi görmek. kendi hâlinde * Hiçbir şeye karışmayan, sessiz. kendi hâlinde bırakmak * üzerinde çalışmayarak geliştirmemek veya bakımsız bırakmak; işlememek. kendi hâline bırakmak * ilgilenmemek, karışmamak. kendi havasında gitmek (veya havasında olmak) * yalnız başına, istediği gibi davranmak. kendi hesabına * (para, düşünce, davranışvb. için) kendine göre, kendince. kendi içine çekilmek * başkasıyla ilişki kurmamak, kendi yalnız başına kalmak, inzivaya çekilmek. kendi kabuğuna çekilmek * Bkz. kabuğuna çekilmek. kendi kanatlarıyla uçmak * hiç kimsenin desteği veya yardımı olmaksızın yaşamak veya bir işi olumlu sonuca ulaştırmak. kendi kendine * Kimseye danışmaksızın; kimseyle ilgisi, ilişkisi olmadan.
* Yalnız başına.
* Başkasının yardımıve ortaklığı olmadan.
* Kendiliğinden.kendi kendine gelin güvey olmak * ilgilinin nasıl karşılayacağınıdüşünmeden bir işi olmuş bitmişsayarak sevinmek. kendi kendini yemek (veya kendini yemek) * açığa vurmadan, gizli gizli üzülmek. kendi köşesinde yaşamak * yalnız başına yaşamak. kendi kuyusunu kendi kazmak * kendine zarar verecek davranışta bulunmak. kendi payıma * kendi adıma, bana göre, bana gelince. kendi söyler kendi dinler * ne söylediği anlaşılmaz veya söylediği şeylere önem verilmez. kendi yağıyla kavrulmak * olanıyla geçinip kimseye muhtaç olmamak. kendigelen * Umulmadık bir zamanda gelen ve gelişinden sevinç duyulan kimse veya şeyler için söylenir. kendiliğinden * Başka şeylerin etkisi olmaksızın kendi kendine ortaya çıkan, bizatihi.
* İradesiz olarak gerçekleşen (hareket).
* İnsan eliyle ekilmeden yetişen, hudayinabit.
* Dışetkilerin zorlaması olmadan, iç sebeplerle oluşan süreçlerin gerçekleşme niteliği.kendiliğinden üreme * Her türlü bilimsel üreme olaylarının dışında, yoktan var olmayıanlatan bilim dışıkuram. kendiliğindenlik * Dıştan bir belirleme ile değil, kendi kendine gerçekleşen etkinlik. kendilik * Bir nesnenin varlığınıveya tözünü oluşturan şey. kendince * Kendine göre, kendi bakımından. kendinde * Nesnenin doğal varlığı, durumu. kendinde olmamak * bilinci, aklıyerinde olmamak. kendinde toplamak * kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak. kendinde toplamak * kendi üzerinde bulundurmak, kendi varlığı içinde yer almasını sağlamak. kendinden * Kendi aklından, kendi kendine. kendinden geçmek * bilinci işlemez olmak, kendini kaybetmek, bayılmak.
* bir şey karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak.
* uykuya dalmak, uyuya kalmak.kendine … süsü vermek * kendini … gibi göstermek. kendine gel! * aklını başına topla” anlamında bir uyarma sözü. kendine gelmek * ayılmak.
* aklı başına gelmek.
* durumu düzelmek.kendine has * 343 kendine özgü. kendine kıymak * kendini öldürmek. kendine mahsus * 343 kendine has. kendine mal etmek * benimsemek veya saymak. kendine özgü * Bir kimse veya şeye özgü olan kendine mahsus, kendine has. kendine yedirememek (veya onuruna yedirememek) * başkasının kendisine yaptığı işi, onur kırıcısayarak tepki ile karşılamak; kendisinin başkasına yapmasısöz
konusu olan işi, kişiliği için onur kırıcısaydığından yapmamak.kendine yontmak * çıkan bir fırsattan yararlanarak, başkalarınıhiç düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlamak. kendini (kapıp) koyuvermek * kendine özen göstermemek, kötümser olmak. kendini alamamak * istemeyerek bir işi yapma duruma girmek, kendini tutamamak. kendini aşağı görmek * kendini başkalarından değersiz görmek. kendini ateşe atmak * bile bile tehlikeli bir işe girmek. kendini atmak * vakit geçirmeden hemen gitmek. kendini avutmak * oyalamak. kendini beğendirmek * başkalarına hoş, iyi, yetenekli görünmek. kendini beğenmek * başkalarınıküçümseyerek kendini üstün görmek. kendini bırakmak * kendine özen göstermemek.
* çevre ile ilgisini keserek yalnız bir konuyla uğraşmak.
* gevşek, rahat bir biçimde kalmak.kendini bilen (veya bilir) * ağırbaşlıve onuru olan. kendini bilmek * aklıve muhakemesi yerinde olmak.
* baliğolmak.
* kendinin ve çevresinin bilincine varmak.
* durum ve onuruna yakışacak biçimde davranmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 79
kendini bir şey sanmak * kendini olduğundan çok değerli görmek. kendini bir yerde bulmak * farkında olmadan bir yere ulaşmışolamak. kendini bulmak * kişilik kazanmak.
* maddî ve ruhî konularda durumunu düzeltmek.
* Bkz. kendine gelmek.kendini dar etmek * sıkıntıveren bir yer veya durumdan güçlükle kurtulmak. kendini dev aynasında görmek * kendini olduğundan çok üstün görmek. kendini dinlemek * hastalık kuruntusu içinde bulunmak.
* yalnız, sakin kalmak.kendini dirhem dirhem satmak * çok nazlıdavranmak, ağırdan almak. kendini düşünmek * daima kendi çıkarınıkollamak, egoistçe davranmak. kendini ele vermek * yaptığı bir davranışveya söylediği bir sözle kendi suçunu ortaya çıkarmak. kendini fasulye gibi nimetten saymak * kendini çok önemli biri gibi görmek. kendini göstermek * beğenilecek niteliklerini ortaya koymak.
* ortaya çıkmak, belirmek.
* pas alabilmek için boşalana kaçmak.kendini harap etmek * sıkıntıveya üzüntüden perişan olmak. kendini hissettirmek * varlığını belli etmek. kendini kapıdışında bulmak * kovulmak, işten atılmak, bir yerden istenmeden uzaklaştırılmak. kendini kaptırmak * bir şeyin etkisinden kurtulamayacak duruma düşmek.
* uğraşmaya başladığı bir işten kendini kurtaramamak.kendini kaybetmek * bayılmak.
* aşırıduygulanma dolayısıyla çevrede olup bitenin farkına varamamak.kendini matah sanmak * kendini olduğundan daha fazla değerli kabul etmek. kendini naza çekmek * nazlanmak. kendini paralamak * çok çaba ve özen göstermek. kendini satmak * kendisinde olmayan iyi nitelikleri varmışgibi göstermek. kendini sıkmak * kendini zorlamak, çaba göstermek. kendini tartmak * ne durumda olduğunu öğrenmek için kendini yoklamak. kendini toparlamak (veya toplamak) * herhangi bir konuda eskiden kötü olan durumunu düzeltmek.
* bir konuda dikkatini yoğunlaştırmak.
* şişmanlamak, sağlığına kavuşmak.kendini tutamamak * bir durum karşısında sessiz ve heyecansız kalamamak; kendine hâkim olamamak. kendini tutmak * kendine hâkim olmak; dayanmak, sabretmek. kendini vermek (vurmak veya çalmak) * bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka her şeyle ilgisini kesip, tek şeyle aşırıölçüde ilgilenmek. kendini yiyip bitirmek * Bkz. kendi kendini yemek. kendini yoklamak * duygu, düşünce ve beden bakımından kontrol etmek. kendir * Kenevir.
* Kenevirden yapılmış.kendircilik * Kendir yetiştirme işi. kendirgiller * İki çeneklilerden, kendir, şerbetçi otu, Hint keneviri gibi bitkileri içine alan bir familya. kendirik * Deriden veya çadır bezinden yapılan ve hamur tahtasının altına serilen yaygı. kendisince * Bkz. kendince. kene * Koyun, köpek, at gibi hayvanların veya insanların derisinde asalak olarak yaşayan, bulaşıcıhastalıklara
sebep olan böceklerin genel adı, sakırga.kene ağacı * Kene otu. kene gibi yapışmak * istenmediği hâlde birinin peşini bırakmamak, yakasını bırakmamak. kene göz * Çok küçük gözlü (kimse). kene otu * Sütleğengillerden, tropik bölgelerde yetişen, ağaç veya ağaççık durumunu alabilen, tohumlarından koyu bir
bitkisel yağelde edilen, bir yıllık otsu bitki (Ricinus communis).kenef * Ayak yolu.
* Pis, berbat.keneler * Eklem bacaklıhayvanlardan, örümceğimsiler sınıfına giren bir takım. kenet * İki sert cismi birbirine bağlamaya yarayan, iki ucu sivri ve kıvrık metal parça. kenet etmek * kenetle birbirine bağlamak. kenet gibi yapışmak * çok yakın dost olmak, sıkıfıkı olmak. kenet mili * Çatıve öteki parçaların birleştirilmesinde kullanılan metal perçinler. kenetleme * Kenetlemek işi. kenetlemek * Kenetle tutturmak veya kenetle birbirine bağlamak.
* Birbirine geçirerek bağlamak.
* Sıkıca birbirinin üzerine kapamak.kenetleniş * Kenetlenmek işi veya biçimi. kenetlenme * Kenetlenmek işi. kenetlenmek * Kenetlemek işi yapılmak.
* Bir konuda aynıtutum ve davranışı göstermek.
* Açılamayacak biçimde sıkıca birbirinin üzerine kapanmak.kenetli * Kenedi olan.
* Kenetle birbirine bağlanmış bulunan, kenetlenmişolan.
* Birbirinin içine geçerek sıkıca kapanmış. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 80
kenevir * Kendirgillerden, sapındaki liflerden halat, çuval gibi kaba örgüler yapılan, iki evcikli bir bitki, kendir
(Cannabis sativa).kenevir helvası * Kenevir ve şeker karışımıyapılan bir tür helva. kenevir yağı * Kenevir ağacından yapılan yağ. kenevircilik * Kenevir yetiştirme işi. kengel * Kenger. kengel sakızı * Kenger sakızı. kenger * Birleşikgillerden, yapraklarıdikenli yaban bir bitki, eşek dikeni (Cynara cardunculus). kenger sakızı * Kengel sütünden yapılan bir tür sakız, çengel sakızı. kent * Şehir.
* Site.kent soylu * Burjuva. kent soyluluk * Burjuvazi. kental * 100 kg ağırlığında kütle birimi. kentçi * Kentçilik uzmanı, kentçilikle uğraşan kimse, şehirci. kentçilik * Şehircilik. kentet * Beşli. kentilyon * Katrilyon kere bin. kentler arası * Şehirler arası. kentleşme * Kentleşmek işi. kentleşmek * Şehirleşmek. kentli * Şehirli. kentlileşme * Kentlileşmek işi. kentlileşmek * Kentli olmak durumu. kentsel * Kentle ilgili, şehirle ilgili. kenttaş * Aynıkentten olan kimse. Kenyalı * Kenya halkından olan kimse. kep * Başlık, sipersiz şapka.
* Hemşirelerin giydiği başlık.
* Bazıtörenlerde profesör ve öğrencilerin giydikleri özel başlık.kepaze * (nesneler için) Niteliği iyi olmayan.
* Utanmaz, rezil.
* Gülünç, değersiz.
* Talim yaparken kullanılan gevşek ok yayı.kepaze etmek * utanılacak bir duruma düşürmek. kepaze olmak * gülünç veya utanılacak duruma düşmek. kepazelik * Kepaze olma durumu veya kepazece davranış, maskaralık, rezalet. kepbastı * Çift katlı büyük dalyan ağı. kepçe * Sulu yiyecekleri karıştırmaya, dağıtmaya yarayan, uzun saplı, yuvarlak ve derince kaşık.
* Erimişmadeni kalı ba dökmek için kullanılan büyük kaşık.
* Saplı bir çembere geçirilmişolan, balık veya kelebek tutmada kullanılan ağ.
* Bir kepçenin alabildiği miktarda olan.
* Tahıl, kömür, kum gibi dökme yüklerin yüklenip boşaltılmasında kullanılan, iki veya daha çok çeneden
oluşmuşmotorlu araç.
* Gemilerde, ortasında dümen evi bulunan yuvarlak kıç çıkıntısı.
* Güreşte hasmın arkasından bacaklarıarasına el sokma oyunu.kepçe gibi * kanat gibi öne doğru açılmış(kulak). kepçe kulak * Kocaman ve öne doğru kulakları olan. kepçe kuyruk * Başkalarının sırtından bedava geçinen. kepçe surat * Çok küçük yüzü olan. kepçeburun * Bir çeşit yaban ördeği. kepçeleme * Kepçelemek işi. kepçelemek * İki eli kepçe biçimine getirerek, yere düşmekte olan topu eğilerek yere değmeden kurtarmak. kepçeli * Kepçesi olan. kepek * Un elendikten sonra, elek üstünde kalan kabuk kırıntıları.
* Saçlıderide oluşan pulcuklar.
* Bazıderi hastalıklarında deriden dökülen parçacıklar.kepekçi * Kepek satan kimse. kepeklenme * Kepeklenmek işi. kepeklenmek * Başta kepek oluşmak.
* (elma) Susuz ve tatsız duruma gelmek.kepekli * İçinde kepeği olan.
* Üzerinde kepek oluşmuşolan.
* (elma için) Un gibi, susuz ve tatsız.kepenek * Çobanların omuzlarına aldıklarıdikişsiz, kolsuz, keçeden üstlük. kepenek * Pervane. kepenek altında er yatar * insanları giydiğine bakarak değerlendirmek yanlışlara yol açar; bazen değerli kişiler eski giymişolabilir. kepenk * Genellikle dükkânlarıkapamak için kullanılan, saç levha veya türlü biçimlerde demir veya tahta kanat. kepenkleri indirmek * işi tatil etmek.