Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 67

    kaymak bağlamak (veya tutmak) * sütün veya bir sıvıının üzerinde kaymak oluşmak, kaymaklanmak.
    kaymak gibi * bembeyaz ve pürüzsüz.
    * tadı güzel ve yumuşak.
    kaymak kâğıdı * Özen isteyen baskılarda kullanılan, düzgün, parlak, pürüzsüz kâğıt, kuşe kâğıdı, papyekuşe.
    kaymak tabakası * Bir toplumun seçkin ve zengin kesimi.
    kaymak takımı * 343 kaymak tabakası.
    kaymak taşı * Parlatılmaya elverişli, yumuşak, beyaz, yarısaydam bir tür mermer, su mermeri, albatr.
    kaymakaltı * Yağıalınmışsüt.
    kaymakam * Bir ilçenin en büyük yönetim görevlisi, ilçebay.
    * Yarbay.
    kaymakamlık * Kaymakam olma durumu.
    * Kaymakamın görevi.
    * Kaymakamın makamıve bu makama bağlıresmî dairelerin bütünü.
    * İlçe, kaza.
    kaymakçı * Kaymak yapan veya satan kimse.
    kaymaklanma * Kaymaklanmak işi.
    kaymaklanmak * Kaymak bağlamak, kaymak tutmak.
    kaymaklı * Kaymağı olan.
    * Üzerine veya içine kaymak konulmuşolan.
    kaymaklıdondurma * Sütten yapılmışdondurma.
    kayme * Kâğıt para, kaime.
    kaymelik * Herhangi bir kayme değerinde olan.
    kaynaç * Volkan bölgelerinde, belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak, gayzer.
    kaynaç taşı * Kaynaçlarda oluşan silisli çökelti, gayzerit.
    kaynağınıalmak * (bir yerden) esas almak, bir esasa veya desteğe dayandırmak.
    kaynak * Bir suyun çıktığıyer, kaynarca, pınar, memba.
    * Bir şeyin çıktığıyer, menşe.
    * Bir haberin çıktığıyer.
    * Araştırma ve incelemede yararlanılan belge.
    * Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye yayıldığıyer.
    * İki metal veya yapay parçayıısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp yapıştırma işi.
    kaynak kişi * Sağlam, güvenilir, doğru bilgiler edinilen kimse.
    kaynak makinesi * Kaynak yapımında kullanılan makine.
    kaynak suyu * Kaynağın veya gözemin başında alınan su.
    kaynak yapmak * iki metal veya yapay parçayıısıyoluyla birleştirmek.
    kaynakça * Belli bir konu, yer veya dönemle ilgili yayınlarıkapsayan veya en iyilerini seçen eser, bibliyografya,
    bibliyografi.
    kaynakçacı * Kaynakça hazırlayan kimse.
    kaynakçı * Kaynak yapan kimse.
    kaynakçılık * Kaynak yapma işi.
    kaynakhane * Kaynak işleri yapılan yer.
    kaynaklanma * Kaynaklanmak işi veya durumu.
    kaynaklanmak * Kaynak hâlini almak.
    kaynama * Kaynamak işi.
    kaynama noktası * Saf bir sıvının belirli bir basınçta kaynamaya başladığısıcaklık.
    kaynamak * Bir sıvı, sıcaklığı belli bir dereceyi bulunca, buhar durumuna geçerek fokurdamak.
    * (böyle bir sıvının içinde bulunan şey) Fokurdamak.
    * (yemek için) Pişmek, haşlanmak.
    * Yerden çıkmak.
    * (kırık, çatlak kemik veya metal parçaları için) Eski durumunu almak, birbirine yapışmak.
    * (yara için) Kapanmak, iyileşmek.
    * (mayalı bir şey için) Kabarıp köpürmek.
    * (mide için) Ekşimek.
    * Çalkantıdurumunda olmak, dalgalanmak.
    * Çok miktarda bulunmak.
    * Gizli bir işçevirmek, için için hazırlanmak.
    * (bir yerde) Huzursuzluk, tedirginlik olmak.
    * İstenildiği gibi olmamak, gerçekleşmemek.
    * Arada kaybolmak.
    * Artmak, çoğalmak, yoğunlaşmak.
    kaynana * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının annesi, kayın valide.
    kaynana ağzı * İleri geri veya yersiz konuşma, gereksiz dedikodu yapma.
    kaynana zırıltısı * Bir sap çevresinde çevrilen, çevrildikçe takırtılı bir ses çıkaran çocuk oyuncağı.
    kaynanadili * Dil biçiminde yassıve dikenli dalları olan bir kaktüs türüne halkın verdiği ad.
    * Bir iğne oyasıörneği.
    kaynanalık * Kaynana olma durumu.
    * Kaynanaya yakışır davranış.
    kaynanalık etmek * (kaynana) geline veya damada kötü davranmak.
    * bir yakınına gereğinden çok karışmak.
    kaynar * Kaynamakta olan.
    * Çok sıcak.
    * Kaynak, pınar.
    kaynarca * Kaynak.
    * Sıcak su kaynağı.
    * Hastalara kaynatılarak içirilen pekmez, yağve baharat karışımı.
    kaynaşık * Birbirine kaynamış, kaynaşmış.
    * Kıpırdak, oynak (kadın).
    kaynaşma * Kaynaşmak işi.
    * Kalabalığın çok olduğu bir yerde kıpırdanma, hareketlilik.
    * Huzursuzluk.
    kaynaşmak * Ayrılmayacak bir biçimde birleşmek.
    * Çok kalabalık ve kıpırdak olmak, hareket etmek.
    * Birbirine iyice uymak.
    * Uyuşmak, yakın ilişki kurmak, derinleştirmek.
    * Birleşmek.
    * Huzursuzluk olmak.
    kaynaştırma * Kaynaştırmak işi.
    * Kelime veya birleşik kelime içerisinde bir araya gelen seslerin birbirlerini etkileyerek kısalmaya yol açması
    olayı: Kayın ana > kaynana, kayın ata > kaynata, sütlü aş> sütlaç gibi.
    kaynaştırma sesi * Ünlü ile sona eren bir kelimeye ünlü ile başlayan bir ek geldiğinde araya giren y sesi: İki-y-i, oda-y-a, soruy-u vb.
    kaynaştırmak * Kaynaşmasını sağlamak.
    kaynata * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının babası, kayın baba, kayın peder.
    kaynatalık * Kaynata olma durumu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 63

    kavrayış * Kavrama, anlama, algılama yetisi.
    * Bir algının doğrudan doğruya kavranması.
    kavrayışlı * Kolayca anlama, algılama yetisi olan.
    kavrayışsız * Kavrayıcı olmayan.
    kavruk * Kavrulmuşolan.
    * Yaşının ilerlemesine karşılık iyi gelişmemişolan.
    * Kurumaya yüz tutmuş.
    kavrukluk * Kavruk olma durumu.
    kavrulma * Kavrulmak işi.
    kavrulmak * Kavurmak işi yapılmak.
    * İyi gelişmemek, ufak, zayıf, cılız kalmak.
    kavruluş * Kavrulmak işi veya biçimi.
    kavşak * Akarsu, yol gibi uzayıp giden şeylerin kesiştikleri veya birleştikleri yer.
    kavşak adası * Kavşak içindeki hareketleri tanzim eden, üçgen, daire, dörtgen, damla vb. şekillerde olabilen ve dış
    kenarları bordür taşı ile sınırlandırılmışyapı.
    kavuk * İçi boşşey.
    * Sarık sarılan başlık.
    * İdrar torbası, mesane.
    kavuk sallamak * bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulmak, onaylamak.
    kavukçu * Kavuk yapan veya satan kimse.
    * Birine yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulan, onaylayan kimse.
    kavuklu * Kavuk giymiş.
    * (ilk harf büyük) Orta oyununda hikâyeyi anlatıp asıl görevi üstlenen, espri ve komiklik yapan kişi.
    kavukluk * Kavuk koymaya yarayan küçük raf.
    kavun * Kabakgillerden, sürüngen gövdeli, iri meyveli bir bitki (Cucum).
    * Bu bitkinin genellikle güzel kokulu, sulu ve etli meyvesi.
    kavuncu * Kavun satan kimse.
    kavuniçi * Pembeye çalan sarırenk.
    * Bu renkte olan.
    kavunsu * Kavuna benzeyen, kavunu andıran.
    kavurga * Buğday, mısır gibi tahılların kuru yemişgibi yenilmek için ateşte kavrulmuşu.
    kavurma * Kavurmak işi.
    * Tencerede pişirilip kendi yağıyla kızartıldıktan sonra dondurulup saklanan et.
    * Kavrulmuşolan.
    kavurmacı * Kavurma yapan veya satan kimse.
    kavurmaç * Kavrulmuş buğday.
    kavurmak * Bir şeyi bir kabın içinde su katmadan kızartarak pişirmek.
    * (rüzgâr, soğuk, sıcak vb. için) Kurutmak; yakmak.
    * Çok üzmek, yakmak, mahvetmek.
    kavurmalı * İçinde kavurma bulunan.
    kavurmalık * Kavurma yapmaya elverişli yiyecek.
    * Kavurma için ayrılmış.
    kavurtma * Kavurtmak işi.
    kavurtmak * Kavurmak işini yaptırmak.
    kavuruş * Kavurmak işi veya biçimi.
    kavuşma * Kavuşmak işi, buluşma, telâki.
    * Erişme, elde etme.
    * (güneşiçin) Batma.
    * Mantar ve yosun sınıfından bazıaşağı bitkilerde, yeni bir birey oluşturmak için iki ayrıhücrenin birleşmesi.
    kavuşmak * Ayrıkalınan, sevilen bir kimseyle bir araya gelmek, onu yeniden görmek.
    * Yokluğu çekilen veya çok istenen bir şeye erişmek, onu elde etmek.
    * Katılmak.
    * Bir araya gelmek, birleşmek.
    * (güneşiçin) Batmak.
    * Varmak, ulaşmak.
    kavuştak * Şarkıve türküde tekrarlanan dize, nakarat.
    kavuşturma * Kavuşturmak işi.
    kavuşturmak * Kavuşmasınıveya kavuşmalarını sağlamak.
    kavuşulma * Kavuşulmak işi.
    kavuşulmak * Bir araya gelinmek, birleşilmek.
    kavuşum * Yer yuvarlağı bir uçta kalmak üzere, yerin, güneşin ve herhangi bir gezegenin bir doğru üzerine gelmeleri,
    içtima.
    kavuşum devri * Bir gezegenin iki kavuşumu arasında geçen zaman aralığı.
    kavuşur su yosunları * Üremeleri kavuşma yoluyla olan su yosunları.
    kavut * Kavrulmuşve dövülmüştahıl ununa şeker veya tatlıyemişkatılarak yapılan yiyecek.
    kavuz * Buğdaygillerin başağında, başakçıklarıveya çiçeğisaran kabuk.
    * İçi boş, kabuklu yemiş.
    kavuzlular * Bir çeneklilerden, çiçeklerinde renkli taç yaprağıyerine, kavuz denilen yeşil renkte yapracıklar bulunan bitki
    takımı.
    kavzama * Kavzamak işi.
    kavzamak * Sıkıtutmak, kavramak.
    * Korumak, muhafaza etmek.
    kay * Yağmur, yaz yağmuru.
    kay * Kusma.
    kay etmek * kusmak.
    kaya * Büyük ve sert taşkütlesi.
    * Kayaç.
    kaya balığı * Kaya balığı gillerden, kayalık yerlerde yaşayan, çoğu koyu renkli küçük balık (Gobius gobius).
    kaya balığı giller * Kemikli balıklardan, küçük boyda iri başlı, yüzgeçleri karın üzerinde tekerlek biçiminde olan bir familya.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 64

    kaya gibi * çok sağlam.
    kaya güvercini * Güvercingillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’nın kayalık yerlerinde yaşayan bir kuş(Columbo livia).
    kaya hanisi * Lahos.
    kaya horozu * Güney Amerika’da yaşayan, erkekleri portakal renginde, başında tepeliği olan kuş(Rupicola).
    kaya keleri * Bukalemun.
    kaya lifi * Taşpamuğu, asbest.
    kaya örümceği * Taşlar arasında yaşayan bir örümcek türü.
    kaya sansarı * Dağlık yerlerde yaşayan bir tür sansar.
    kaya sarımsağı * Genç yapraklarısarımsak yerine kullanılan bir tür yaban sarımsağı(Allium ampeloprasum).
    kaya sarmaşığı * Kayalıklarda biten sarmısak.
    kaya suyu * Kayadan sızan su.
    kaya tuzu * Doğada billûr durumunda bulunan tuz.
    kaya uçmazsa dere dolmaz * büyük ihtiyaçlarda büyük fedakarlık yapmak gerekir.
    kayabaşı * Bir Anadolu ezgisi ve bu ezgiyle söylenen koşma.
    * Türk halk edebiyatında çoban türküsü.
    kayaç * Doğada büyük yer tutan, yer kabuğunun yapı gereci olan bir veya birkaç mineralden oluşan kütle.
    kayağan * Üzerinde kolaylıkla kayılan, kaypak.
    kayağan taş * Killerin başkalaşımı ile oluşmuş, yaprak biçiminde ayrılabilen, mavimsi bir taş, arduvaz.
    kayağanlık * Kayağan olma durumu.
    kayak * Kar veya su üzerinde kaymak için ayağa takılan araç, ski.
    * Bu aracıkullanarak yapılan spor.
    kayak evi * Kayak bölgesinde yapılan küçük ev.
    kayakçı * Kayak yapan sporcu.
    kayakçılık * Kayakçı olma durumu.
    * Kayak sporculuğu.
    kayalık * Kayasıçok olan yer.
    kayan * Kayarak yer değiştiren.
    * Yassı, düz, kat kat oluşmuştaş.
    * Dağdan inen sel.
    kayar * Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi.
    * Pay.
    kayarlama * Kayarlamak işi.
    kayarlamak * Hayvanın eskiyen nallarını onarmak, eskiyen nalın çivilerini yenilemek.
    * At nalınıveya düven taşlarınıyeniden koymak veya onarmak.
    * Sövmek, küfretmek.
    kayarto * Ahlâksız kimse, mel’un.
    kaybedilme * Kaybedilmek işi.
    kaybedilmek * Kaybetmek işi yapılmak.
    kaybetme * Kaybetmek işi, yitirme.
    kaybetmek * Yitirmek.
    * Yenik düşmek, yenilmek.
    * Para bakımından zarara girmek.
    * Ölüm dolayısıyla ayrılmak.
    kaybolma * Kaybolmak işi.
    kaybolmak * Yitmek.
    * Görünür olmaktan çıkmak, görünmez olmak.
    kayboluş * Kaybolmak işi veya biçimi.
    kayda değer * Önemli, dikkati çeken.
    kayda geçirmek * ilişkili bulunduğu deftere yazmak.
    kaydedici * İmleç.
    kaydedilme * Kaydedilmek işi.
    kaydedilmek * Kaydetmek işi yapılmak, yazılmak.
    kaydetme * Kaydetmek işi.
    kaydetmek * Yazmak, bazıönemli noktalarıtespit etmek.
    * Herhangi bir şeyi bir yere mal etmek, bir şeyin tarih, numara veya adını bir deftere geçirmek.
    * Hatırlamak için yazmak, not etmek.
    * Belirtmek, söylemek.
    * Sesi veya resmi manyetik bant üzerine geçirmek.
    * Olumlu sonuç almak.
    * Sıcaklık, basınç gibi bir niceliğin değişkenliğini tespit etmek.
    kaydettirme * Kaydettirmek işi.
    kaydettirmek * Kaydetmek işini yaptırmak, yazdırmak.
    kaydıhayat * Kaydıhayatla ve kaydıhayat şartıyla sözlerinde “yaşadığıkadar”, “yaşadığısürece” anlamında kullanılır.
    kaydı ihtiyat * Temkinli davranma, ihtiyatlı olma.
    kaydırak * Yassı, kaygan çakıl.
    * Çocukların böyle bir taşıayakla kaydırarak oynadıkları oyun.
    * Çocukların oturup kayarak eğlenmeleri için, çocuk bahçelerinde bulundurulan oyun aracı.
    * Tomrukların kolay taşınması için dağdan kaydırıldığıyer.
    kaydırılma * Kaydırılmak işi.
    kaydırılmak * Kaymasısağlanmak, kaymasına yol açılmak.
    kaydırış * Kaydırmak işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 62

    kavilleşme * Kavilleşme işi.
    kavilleşmek * Sözleşmek, söz birliği etmek, anlaşmak.
    kavilya * Yelkenin kasa ve halat dikişlerinde, kollar arasınıaçmak için kullanılan, sivri ağaç veya demirden yapılmış
    sert parça.
    kavim * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu,
    budun.
    kavim kardaş * Bütün akrabalar, tanıdıklar.
    kavis * Eğmeç, yay.
    kavis çizmek * yay biçiminde yol izlemek.
    kavisli * Kavisi olan.
    kavkı * Bkz. kabuk.
    kavkılı * Kavkısı olan (hayvan).
    kavlağan * Çınar ağacı.
    kavlak * Kabuğu dökülmüş.
    * Güneşten derisi soyulan (kimse).
    * Yer altı boşluklarının tavan ve yan duvarlarında bulunan gevşemişveya düşebilir kaya parçası.
    kavlama * Kavlamak işi.
    kavlamak * Kabarıp dökülmek, soyulmak.
    kavlanma * Kavlanmak işi.
    kavlanmak * Kavlamak işine uğramak.
    kavlaşma * Kavlaşmak işi.
    kavlaşmak * Kav durumuna gelmek.
    kavlatma * Kavlatmak işi.
    kavlatmak * Kavlamasına yol açmak.
    kavletme * Kavletmek işi.
    kavletmek * Sözleşmek, anlaşmak, söz kesmek.
    kavlıç * Fıtık.
    * Fıtıklı.
    kavlık * İçine genellikle kav konulan torba veya kap.
    kavlince * Kavline göre, sözüne bakarak.
    kavlükarar * Söz, sözleşme.
    kavlükarar etmek * karar vermek, plânlamak.
    kavmî * Kavimle ilgili, etnik.
    kavmiyat * Etnografya.
    kavmiyet * Bir kavmin kendine özgü özellikleri.
    * Bir kimsenin bağlı olduğu kavme göre durumu.
    * Kavme bağlılık.
    kavmiyetçi * Kavmiyetten yana olan kimse.
    kavmiyetçilik * Kavmiyetçinin işi.
    kavraç * Ağır taşlarıtutup kaldırmaya yarayan, iki tutaklıdemir araç.
    kavrak * Ateşyakmak için kullanılan kuru yaprak vb.
    kavram * Bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, nosyon.
    * Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım,
    mefhum, nosyon.
    * Karın zarı, periton.
    * Tutam, avuç dolusu.
    kavram karmaşası * Anlaşılmazlık, anlam yetersizliğine düşmek.
    kavrama * Kavramak işi, anlama, algılama.
    * Ağaç kuşak.
    * Küçük orak.
    * Otomobilde motor ile vites kutusunu birbirine bağlayıp ayıran, motordan gelen hareketi sarsıntısız olarak
    öteki aktarma öğelerine ileten düzen, debriyaj.
    * Bu düzeni işletmeye yarayan ayaklık.
    kavrama noktası * Arabanın harekete geçtiği an ve durum.
    kavramak * Elle sıkıca tutmak.
    * Her yönünü anlamak, iyice anlamak, tam anlamak.
    kavramcılık * Kavramın, onu bildiren sözden farklı bir varlık olduğunu ve gerçeğin zihinde bulunmadığını ileri süren
    öğreti, konseptüalizm.
    kavramlaşma * Kavram durumuna gelme.
    kavramlaşmak * Kavram durumuna gelmek.
    kavramsal * Kavramla ilgili, kavram niteliğinde olan.
    kavranılma * Kavranılmak işi.
    kavranılmak * Kavranmak.
    kavranılmaz * Zihinde oluşturulamayan veya oluşturulabildiği hâlde gerçekten böyle bir şeyin var olmasıakla sığmayan.
    kavranma * Kavranmak işi.
    kavranmak * Kavranmak işi yapılmak.
    kavratma * Kavratmak işi.
    kavratmak * Kavramasını sağlamak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 61

    kavaf işi * Özensiz ve gelişigüzel yapılmışolan.
    kavaflık * Kavaf olma durumu.
    * Kavafın işi.
    kavait * Kurallar, kaideler.
    kavak * Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazıtürlerinde otuz veya kırk m ye değin çıkan,
    kerestesinden yararlanılan bir ağaç (Populus).
    kavak inciri * Açık mor renkli bir tür incir.
    kavakçılık * Kavak yetiştirme işi.
    kavaklık * Kavaklarıçok olan veya kavak ağacıyetiştirilen yer.
    kaval * Kamıştan yapılan, genellikle çobanların çaldığı, yumuşak sesli, perdeli büyük düdük.
    kaval kemiği * Baldırda olan iki kemikten kalını.
    kaval tüfek * Namlusu yivsiz tüfek.
    kavalcı * Kaval yapan, satan veya çalan kimse.
    kavalye * Kadına, dansta eşolan veya bir yerde, toplantıda arkadaşlık eden erkek.
    * Kibar erkek.
    kavalyelik * Kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etme.
    kavalyelik etmek * kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etmek.
    kavanço * Yelkeni bir bordadan öbür bordaya geçirme.
    * Değiştirme, aynıtürden bir şeyin yerine bir başkasınıkoyma.
    * Bir işi başka birine yükleme, başına sarma.
    kavanoz * Topraktan veya camdan, ağzı geniş, orta veya ufak boyda kap.
    * … kavanoz dolusu.
    kavanoz dipli dünya * “boşdünya, yalan dünya, fani dünya” anlamında üzülmemeyi, biraz boşvermeyi, acınmamayıanlatan söz.
    kavara * Balıalınmışpetek.
    * Kovanda özellikle kışaylarında arıların yemesi için bırakılan bal.
    kavara * Yel, gaz.
    * Gürültü, patırtı.
    kavara çekmek * yellenmek.
    kavaracı * Gürültücü.
    kavas * Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli.
    * Elçilik ve konsolosluklarda koruma görevlisi.
    * Banka, patrikhane ve otel gibi yerlerde hizmetli veya koruma görevlisi.
    kavaslık * Kavas olma durumu veya kavasın görevi.
    kavasya * Acıağaç.
    kavat * Yolsuz, yasa dışıveya gizli, cinsî birleşmelerde aracılık eden erkek, pezevenk.
    kavata * Oyma ağaç kap.
    * Sert ve fazla kızarmayan bir domates türü (Solanum capsicum grossum).
    kavelâ * Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama.
    kavga * Düşmanca davranışveya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa.
    * Savaş.
    * Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşıkoyabilmek için harcanan çaba, verilen
    mücadele.
    kavga adamı * Düşünce ve inançlarınıson kerteye kadar hararetle savunan (kimse).
    kavga bizim yorganın başına imiş * başkalarıyüzünden zarar gören kimsenin söylediği söz.
    kavga çıkarmak * kavgaya sebep olmak.
    kavga çıkmak * dövüşmeydana gelmek.
    kavga etmek * birbiriyle atışmak, dövüşmek.
    kavga kaşağısı * Ara bozup kavga çıkartan, kavga arayan kimse.
    kavga kopmak * dövüş başlamak.
    kavgacı * Kavga etmeyi seven, kavga çıkaran (kimse).
    * Bir amaç uğruna çaba harcayan, mücadele veren (kimse).
    kavgacılık * Kavgacının tutumu veya alışkanlığı.
    kavgada yumruk sayılmamak * kavga sırasında dayak da yenir, dayak da atılır.
    kavgalaşma * Kavgalaşmak işi.
    kavgalaşmak * İki veya daha çok kimse birbiriyle kavga etmek.
    kavgalı * Kavgayla yapılan veya içine kavga karışan.
    * Birisiyle kavga ederek darılmışolan, dargın.
    kavgasız * Kavgası olmayan.
    * Çatışma, kavga olmadan.
    kavgasızlık * Kavgasız olma durumu.
    kavgaya girişmek (veya tutuşmak) * kavgaya başlamak.
    kavi * Dayanıklı, güçlü, zorlu.
    * Sıkı.
    kavil * Söz.
    * Sözleşme, anlaşma.
    kavileşme * Kavileşmek işi.
    kavileşmek * Sağlamlaşmak, pekişmek.
    kavileştirme * Kavileştirmek işi.
    kavileştirmek * Sağlamlaştırmak, pekitmek, pekiştirmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 58

    katık * Ekmekle karın doyurmak gerektiğinde, ekmeğe katılan peynir, zeytin, helva gibi yiyecek.
    * Yağıalınmışyoğurt, ayran.
    katık etmek * ekmeğin çok, yemeğin az olduğu durumlarda yemeği ölçülü yemek.
    katıklama * Katıklamak işi.
    katıklamak * Katık etmek.
    * Çorbayıyoğurtlamak.
    katıklı * İçinde katık bulunan.
    katıklıaş * Bulgur veya yarmadan yapılan yoğurtlu çorba.
    katıksız * Katığı olmayan.
    * Yabancı bir şeyle karışmamış.
    * Belli bir yerden, belli bir soydan gelen.
    * Niteliği başka hiçbir etkiyle bozulmamışolan, tam.
    katıla katıla * Katılacak kadar, katılacak derecede.
    katıla katıla gülmek * aşırıderece gülmek.
    katılaşma * Katılaşmak işi.
    * Bir maddenin sıvıdurumundan katıduruma geçmesi, tasallüp.
    katılaşmak * Katıduruma gelmek.
    katılaştırma * Katılaştırmak işi.
    katılaştırmak * Katıduruma getirmek.
    katılgan doku * Hücreleri şekilsiz bir ara madde içinde bulunan, organların asıl dokularının aralarınıdolduran doku.
    katılık * Katı(I) olma durumu.
    * Bir nesnenin, boyut değişikliklerine sebep olan etki ortadan kalktıktan sonra da bu boyutlarıkoruma
    özelliği.
    * Acımasız, duygusuz olma durumu.
    katılım * Katılmak işi, iştirak.
    katılış * Katılmak işi veya biçimi.
    katılma * Katılmak işi.
    * İletişim veya ortak davranışta bulunma yoluyla belirli bir toplumsal duruma girme süreci, iştirak.
    katılmak * Katmak işi yapılmak.
    * Bir topluluğa girmek, iştirak etmek.
    * Ortak olmak, benimsemek.
    katılmak * Aşırıderecede gülmek, ağlamak, gıdıklanmak, korkmak gibi tepkiler sırasında, solunum kaslarının kasılması
    üzerine soluk kesilmek.
    katıltma * Katıltmak işi.
    katıltmak * Katılmasına yol açmak; katılacak kadar güldürmek veya ağlatmak.
    katım * Katmak işi veya zamanı.
    katımlık * Bir defada katılacak (miktar).
    katıntı * Birbirine katılmışkarışık şeylerin her biri.
    * Hayvan sürüsüne dışarıdan gelip katılan (hayvan).
    katır * Atgillerden, kısrak ile erkek eşeğin çiftleşmesinden doğan melez hayvan.
    * İnatçıve huysuz.
    * Kaba, bayağı, görgüsüz (kimse).
    katır boncuğu * Çoğu binek hayvanlarının boynuna süs olarak takılan, mavi camdan iri boncuk.
    * Bu boncuklarla birlikte dizilen küçük deniz kabukları.
    katır gibi * inatçı(kimse).
    katır karı * Çocuğu olmayan evli kadın.
    * Kaba, görgüsüz (kadın).
    katır kutur * Sert ve kaba ses çıkararak.
    * Sert duruma gelmiş, sertleşmiş.
    katır kuyruğu gibi kalmak * bir işte ilerlemeden kalmak.
    katır tepmişe dönmek * çok hırpalanmak, perişan duruma düşmek, felâketin nereden geldiğini anlayamamak.
    katır yılanı * Bir tür engerek.
    katırcı * Katırlarınıkira ile işleten veya katırlarla eşya taşıyan kimse.
    katırcılık * Katır kiraya verme veya katırla yük taşıma işi.
    katırkuyruğu * Baklagillerden, çiçekleri sarıve şemsiye durumunda olan acı bir bitki (Anagyris foetida).
    katırlaşma * Katırlaşmak işi veya durumu.
    katırlaşmak * Huysuzluk etmek, inatlaşmak, katır gibi davranmak.
    katırlık * İnatçı, huysuz olma durumu.
    katırtırnağı * Baklagillerden, dallarıçok ince, çiçekleri sarı, bazıtürleri hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan bir
    bitki (Genista scoparia).
    katışık * İçine başka şeyler karışmışolan, karışık, karma, mahlût.
    katışıklık * Katışık olma durumu.
    katışıksız * İçine başka şeyler karışmamışolan, arı, saf.
    katışma * Katışmak işi.
    katışmaç * Benzer olmayan maddelerden oluşmuş bütün.
    katışmak * Bir topluluğa karışmak, katılmak.
    katıştırma * Katıştırmak işi.
    katıştırmak * Bir şeyin içine başka bir şey katarak karıştırmak.
    kat’î * Kesin.
    kat’î olarak * kesinlikle.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 59

    kâtibe * Kadın yazman, kadın sekreter.
    kâtibiadil * Noter.
    katil * İnsan öldüren kimse, cani.
    * Öldürücü, ölüme sebep olan.
    katil * Öldürme.
    katil etmek * Bkz. katletmek.
    kat’îleşme * Kesinleşme.
    kat’îleşmek * Kesinleşmek.
    katillik * Katil olma durumu.
    kâtip * Sekreter, yazman.
    kâtiplik * Sekreterlik, yazmanlık.
    kat’iyen * Hiçbir zaman, asla.
    * Kesin olarak, kesinlikle.
    kat’iyet * Kesinlik.
    katkı * Bir işin yapılmasına, gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile katılma, yardım.
    * Bir şeye katılan başka bir madde, ek.
    * Metal ve alaşımların hazırlanmasısırasında içlerine katılan değişik nitelikteki maddeler.
    * Düğün günü davetlilerin öğleye kadar gönderdikleri armağan.
    katkımaddesi * Petrol ürünlerine katıldığızaman, bunlara istenilen özellikleri sağlayan veya doğal özelliklerini
    kuvvetlendiren uygun bir madde.
    katkıpayı * Bir işe, bir ortaklığa girişte ödenen ücret.
    katkıda bulunmak * bir şeyin oluşmasına, gelişmesine veya gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile yardım etmek.
    katkılanma * Katkılanmak işi.
    katkılanmak * İçine bir katkıkarışmak.
    katkılı * İçine yabancımadde katılmışolan, karışık, saf olmayan.
    katkısız * Üzerine veya içine hiçbir şey katılmamış, katışıksız, saf.
    * Niteliği hiçbir etki ile değişmeyen, tam, bozulmamış.
    katlama * Katlamak işi.
    * Mayasız hamurdan yapılan, peynirli veya peynirsiz pide; yufka.
    katlamak * Kâğıt, kumaşgibi nesneleri üst üste kat oluşturacak biçimde bükmek.
    katlandırma * Katlandırmak işi.
    katlandırmak * Katlanmasını sağlamak.
    katlanılma * Katlanılmak işi.
    katlanılmak * Katlanmak işi yapılmak.
    katlanış * Katlanmak işi veya biçimi.
    katlanma * Katlanmak işi.
    katlanmak * Katlamak işi yapılmak.
    * Hoşolmayan bir duruma, güç şartlara dayanmak, tahammül etmek.
    katlatma * Katlatmak işi.
    katlatmak * Katlatmak işini başkasına yaptırmak.
    katlayış * Katlamak işi veya biçimi.
    katletme * Katletmek işi.
    katletmek * İnsan öldürmek.
    katlı * Katlanmış, bükülmüş.
    * Katıveya katları olan.
    katlıkur * Az gelişmişülke ekonomilerine özgü birden çok döviz kuru uygulama yöntemi.
    katliam * Topluca öldürme, kırım, soy kırımı.
    katma * Katmak işi, ilhak.
    * Katılmış, eklenmiş, ulanmış, munzam.
    * Kıldan veya yünden yapılmışip, sicim.
    katma bütçe * Özel gelirleri olan ve genel bütçe dışında kalan bütçe, mülhak bütçe.
    katma değer vergisi * Satın alınan mal ve yiyecekten alınan peşin vergi.
    katmak * Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey
    eklemek, karıştırmak, ilâve etmek.
    * Birlikte göndermek.
    * Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanıdişinin yanına salmak.
    katmak * birbirine düşürmek, aralarını bozmak.
    katmalı * Cismin üç ana renkteki görüntüsünün tek bir film üzerinde yer aldığı, bir renkli film işlemi.
    katman * Birbiri üzerinde bulunan yassıca maddelerin her biri, tabaka.
    * Altında veya üstünde olan kayaçlardan gözle veya fiziksel olarak az çok ayrılabilen, kalınlığı bir cm den az
    olmayan tortul kayaç birimi.
    * Bir topluluğu oluşturan kümelerden her biri, tabaka.
    katman bulut * Gri renkli, sise benzeyen fakat yere kadar inmeyen bulut tabakası, stratus.
    katmanlaşma * Katmanlaşmak işi.
    katmanlaşmak * Üst üste gelmişkatmanlar durumunda yerleşmek.
    katmanlı * Katmanları olan, katmanlardan olucan, tabakalı.
    katmer * Bir şeyi oluşturan katlardan her biri.
    * Arasına yağveya kaymak sürülerek katlanmışhafif ateşte, kızartıldıktan sonra üzerine fıstık tozu serpilmiş
    ince yufka ekmeği.
    katmer kaldırmak * karışıklık çıkarmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 60

    katmer katmer * Kat kat, üst üste.
    katmerci * Katmer yapıp satan kimse.
    katmercilik * Katmercinin işi veya mesleği.
    katmerleşme * Katmerleşmek işi.
    katmerleşmek * Katmerli duruma gelmek.
    * Çoğalmak, artmak.
    katmerli * Arasına yağve kaymak sürülerek katlanmışyufka ekmeği.
    * Katmeri olan, kat kat olan.
    * (bir durum, bir tutum için) Çok fazla olan, aşırı.
    katmerli badem * Çiçekleri güzel bir tür süs çalısı.
    katmerli birleşik zaman * Yalın zamanlı bir fiille ek fiilin iki zamanının birlikte kullanılması: Gelir idiysem gibi.
    katmerli iyelik * Üst üste kullanılmışiki iyelik eki.
    katmerli katmerli gülmek * üst üste ve ara vermeden aşırıderecede gülmek.
    katmerli yalan * Yalan üstüne söylenmişyalan.
    katmersiz * Katmeri olmayan.
    Katolik * Roma kilisesinin kendine verdiği ad.
    * Katoliklik mezhebinden olan kimse.
    Katoliklik * İsa peygamberin Aziz Petrus’a aktardığıyetkilerin mirasçısı olan papayıdinî başkan olarak tanıyan
    Hristiyan mezhebi.
    katolunma * Katolunmak durumu.
    katolunmak * Kesilmek.
    katot * Eksi uç.
    katra * Bkz. katre.
    katrak * Marangozlukta tomrukları biçmeye yarayan ve birden çok testeresi olan biçme makinesi.
    katran * Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla elde edilen, sıvıyağkıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu,
    suda erimeyen bir madde.Bitkilerden çıkarılanına bitki katranı, maden kömüründen elde edilenine de maden katranı
    adıverilir.
    katran ağacı * Lübnan ve Toroslarda yetişen bir sedir türü (Cedrus libani).
    katran çamı * Gemilerde kullanılan katranın çıkarıldığıçam türü (Pinus rigida).
    katran gibi * karaya yakın koyu renkte.
    katran ruhu * Kayın katranının damıtılmasıyla elde edilen ve hekimlikte kullanılan renksiz, keskin kokulu ve yakıcı bir
    sıvı.
    katran suyu * Hekimlikte kullanılan katranlısu.
    katran taşı * Birleşimindeki su miktarıçok olan bir çeşit yanardağcamı.
    katran yağı * Katrandan elde edilen ve hekimlikte ilâç olarak kullanılan sıvı.
    katrancı * Katran satan veya bir yeri, bir şeyi katranlayan kimse.
    katrancılık * Katrancının işi veya mesleği.
    katranıkaynatsan olur mu şeker? * kişi, kendi özünü veya asıl özelliklerini değiştirmişgibi görünse de, asla değişmez.
    katranköpüğü * Çayır mantarlarından, şapkasının alt yüzü dilim dilim ve bir halka ile çevrili bulunan bir cins mantar
    (Polyporus igniarius).
    katranlama * Katranlamak işi.
    katranlamak * Bir yere, bir şeye katran sürerek katranla kaplamak.
    katranlanma * Katranlanmak işi.
    katranlanmak * Katranlamak işi yapılmak.
    katranlı * Üzerine katran sürülmüşolan.
    * İçine katran karışmışveya karıştırılmışolan.
    * Birleşiminde katran olan.
    katre * Damla, damlayan şey.
    katre katre * Damla damla, azar azar.
    katresi kalmadı(veya katresi yok) * hiç kalmadı, hiç yok.
    katrilyon * Trilyon kere bir milyon (1024).
    katur kutur * Sert maddeleri yerken çıkan ses.
    katyon * Bir çözeltinin elektrolizi sırasında katotta toplanan iyon, artın.
    kauçuk * Gövdesi odunsu, öz suyu yapışkan, süt kıvamında, yaprakları oval biçimli, parlak ve kalın, sıcak ülke
    bitkisi, lâstik ağacı(Ficus elastica).
    * Amerika, Asya ve Afrika’nın çeşitli ağaçlarından, özellikle lâstik ağacından veya bazıpetrol artıklarının
    birleşimiyle elde edilen, dayanıklıve esnek madde.
    * Bu maddeden yapılmış.
    kauçuklu * Kauçukla kaplanmışveya birleşiminde kauçuk olan (nesne).
    kaurit tutkalı * Üre.
    kav * Kav mantarlarından kurutularak elde edilen, çabuk tutuşan, süngerimsi madde.
    * Yılanın deri değiştirirken attığıderi.
    kav * İçki mahzeni.
    kav gibi * kolaylıkla tutuşacak durumda olan veya kuru ve gevrek.
    kav mantarı * Bazitli mantarlardan, ağaçların gövdesinde veya dallarında yetişen ve kurusu kav olarak kullanılan bitki
    (Fomes fomentarius).
    kavaf * Ucuz, özenmeden ve bayağıcins ayakkabıyapan veya satan esnaf.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 56

    kaşelemek * Resmî bir belgeyi kaşe ile damgalamak, mühürlemek.
    kaşelenme * Kaşelenmek durumu.
    kaşelenmek * Kaşelemek işi yapılmak.
    kaşeletme * Kaşeletmek işi.
    kaşeletmek * Damgalatmak, mühürletmek.
    kaşeli * Kaşesi olan.
    * İşverenin, kendisine başkaca bir yükümlülüğü olmadan, çalışma süresine göre ücret verdiği (kimse).
    kaşık * Sulu veya bazıufak taneli yiyecekleri ağza götürmeye yarayan, saplısofra aracı.
    * Ucu iğneli kaşık biçimindeki olta.
    kaşık atmak (veya çalmak) * iştahla veya çabuk yemek.
    kaşık çalımı * Ortalığın kararmaya başladığızaman, akşam yemeği zamanı.
    kaşık düşmanı * Kadın, eş.
    kaşık havası * Orta Anadolu bölgesinde kaşık çalınarak oynanan bir halk oyunu veya bu oyunun müziği.
    kaşık kadar * çok küçük.
    kaşık kaşık * Kaşıkla ölçerek.
    * Birbiri ardınca ve kaşıkla.
    kaşık otu * Turpgillerden, iskobüte karşıkullanılan, yapraklarıkaşığı andıran, güzel çiçekler açan bir bitki (Cochlearla
    officinalis).
    kaşık oyunu * Yurdumuzun birçok bölgesinde, parmaklar arasına sıkıştırılmıştahta kaşıklar ile şıkırdatılarak çok hareketli
    bir biçimde oynanan halk oyunu.
    kaşık sallamak * yemek yemek.
    kaşıkçı * Kaşık yapan veya satan kimse.
    * Şimşir, kemik, bağa gibi şeylerden kaşık oyan, süsleyen zanaatçı.
    kaşıkçıkuşu * Pelikan.
    kaşıkçılık * Kaşık yapma ve satma işi.
    kaşıkçın * Ördekgillerden, gagasıkaşık biçiminde, tüyleri ak, kara, kahve rengi, ayaklarıkırmızı bir kuş(Spatula
    clypeata).
    kaşıkla yedirip sapıyla (gözünü) çıkartmak * yaptığı bir iyiliği hiçe indirecek kötülükte bulunmak.
    kaşıklama * Kaşıklamak işi.
    kaşıklamak * Kaşıkla yemek.
    * (kaşıkla yenen yemek için) Severek, iştahla yemek.
    kaşıklanma * Kaşıklanmak işi veya durumu.
    kaşıklanmak * Kaşıkla yenmek.
    kaşıklayış * Kaşıklamak işi veya biçimi.
    kaşıklık * İçine kaşık, çatal, bıçak gibi şeyler konulan kap.
    * Kaşık yapmaya elverişli.
    * Kaşığın alabileceği ölçüde.
    kaşıma * Kaşımak işi.
    kaşımak * Tırnakla veya başka bir şeyle deriyi hafifçe ovmak.
    kaşındırma * Kaşındırmak işi.
    kaşındırmak * Kaşınmasına yol açmak, kaşıntıvermek.
    kaşının altında gözün var dememek * Bkz. gözün üstünde kaşın var dememek.
    kaşınış * Kaşınmak işi veya biçimi.
    kaşınma * Kaşınmak işi.
    kaşınma kazığı * Merada çeşitli böcek, sinek ve arılar tarafından rahatsız edilen hayvanların kaşınarak rahatlatılmaları için
    meranın elverişli yerlerine dikilen ve üzerlerine antiseptik maddeli gres yağısürülen kazık.
    kaşınmak * Kaşıntısı olmak, kaşıma isteği duymak.
    * Kendi kendini kaşımak.
    * Kötü bir karşılık gerektiren davranışlarda bulunmak.
    kaşıntı * Vücutta kaşınma isteği uyandıran duygu.
    kaşıntılı * Kaşıntısı olan.
    kâşif * Bulucu.
    kaşkariko * Oyun, dolap, düzen.
    * Yalan.
    kaşkaval * Tekerlek biçiminde, sarırenkte, kaşara benzeyen, bir tür peynir.
    * Aptal, sersem.
    kaşkaval * Gabya ve babafingo çubuklarının topuk taraflarında açılan deliklerden geçirilerek uçlarımavnalara
    dayanan, demir veya ağaç takoz.
    kaşkol * Boyun atkısı.
    kaşkorse * Ten üzerine giyilen ince kadın fanilâsı.
    kaşla göz arası * kimsenin sezmesine imkân vermeyecek kadar kısa bir zaman içinde, çok çabuk.
    kaşlama * Kaşlamak işi.
    kaşlamak * Yüzüğün taşınıkaşa oturtmak.
    kaşlı * Herhangi bir nitelikte kaşı olan.
    kaşlı gözlü * Yüzü güzel olan.
    kaşmer * Maskara, soytarı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 57

    kaşmerlik * Soytarılık.
    kaşmir * İnce, sık bir tür yün.
    * Bu yünden yapılmış.
    kaşpusiye * Hafif üstlük.
    kat * Bir yapıda iki döşeme arasında yer alan daire veya odaların bütünü.
    * Bir yüzey üzerine az veya çok kalın bir biçimde, düzgün olarak yayılmış bulunan şey; üst üste konulmuş
    şeylerden her biri, tabaka.
    * (giyecekler için) Takım.
    * Daire.
    * Ön, yan, huzur, makam, nezt.
    * Bükülen veya kıvrılan bir şeyin her kıvrımı.
    * Makam, mevki.
    * Nicelikçe kez, defa, misil.
    * Tekrarlanan bir sayının toplamı.
    * Jeoloji zamanlarından bir dönem içinde oluşmuşkatmanlıkayaçlar.
    kat * Kesme, kesilme.
    * İlgiyi kesme.
    * Sonuca bağlama, bitirme.
    * Kesme.
    kat çıkmak * yapıya kat eklemek.
    kat kat * Çok, pek çok.
    * Üst üste.
    kat sayı * Bir niceliğin kaç katıalındığını gösteren sayı.
    * Bir yasayıanlatan formülün yazılışında yer alan, değişmeyen sayı.
    * Cisimlerin fiziksel özelliklerini belirten değişmeyen büyüklükler.
    kat yuvarı * Yer atmosferinin 10-60 km yükseklikleri arasında kalan katmanı, stratosfer.
    katabolizma * Canlıprotoplâzmayıyapan büyük ve karmaşık yapılımoleküllerin enerji çıkararak yanması, yadımlama.
    katafalk * Önünden geçilerek kendisine saygı gösterilmek istenen ölünün tabutu konulmak için yapılmışyüksek yer.
    katafot * Dışarıdan gelen bir ışığın etkisiyle geceleyin ışıklı görünen reflektör.
    katakofti * Klâsik Türk müziğinde 8/8′ lik bir usul.
    katakomp * İlk Hristiyanların kayaları oyarak veya yer altınıkazarak yaptıkları, uzun dehlizler biçiminde; ölülerini
    gömdükleri veya tapınak olarak kullandıklarımezarlık.
    katakulli * Yalan dolan, oyun, tuzak, düzen.
    katakulli okumak * yalan söylemek, palavra atmak.
    katalanca * İspanya’nın kuzey doğusunda Katalan ırkının konuştuğu dil.
    katalepsi * İradenin yitimi, dışetkilere karşıduygunluğun ortadan kalkmasıve hareket organlarına verilen herhangi bir
    durumun olduğu gibi sürüp gitmesiyle beliren sendrom.
    kataleptik * Katalepsi ile ilgili.
    * Katalepsiye tutulmuş.
    katalitik * Katalizle ilgili, kataliz niteliğinde olan.
    katalitik soba * Tüp gaz ile çalışan ve evlerde ısıtma amacıyla kullanılan bir tür soba.
    kataliz * Bir maddenin kimyasal bir tepkimede hiçbir değişmeye uğramadan tepkimenin olmasınıveya hızının
    değişmesini sağlayan etkisi.
    katalizör * Kimyasal tepkimenin olmasınıveya hızının değişmesini sağlayan, katalitik etkiye yol açan madde.
    katalog * Kitaplıktaki kitaplarıveya belli bir daldaki gereçleri, nitelikleri bakımından tanıtmak, arandıklarında
    bulunmalarını sağlamak amacıyla, yer numaraları belirtilerek hazırlanmışkitap, defter veya fişten oluşan bütün, fihrist.
    * Kitap evi, yayın evi, kurum gibi kuruluşların yayınlarını, ürettikleri malları, eşyalarıtanıtan, gösteren liste
    veya kitap, fihrist.
    kataloglama * Kataloglamak işi.
    kataloglamak * Kitaplıktaki veya belli bir daldaki gereçleri yer numarası, bibliyografik kimlik vb. bakımından tespit etmek.
    katalpa * İki çeneklilerden, yapraklarıçok iri ve kalp biçiminde, çiçekli bir süs bitkisi (Bignonia catalpa).
    katana * Bkz. kadana.
    katar * Lokomotif ile vagonların oluşturduklarıdizi, tren.
    * Taşıt dizisi.
    * Bir arada giden hayvan dizisi.
    katar katar * Birçok katardan oluşmuş, dizi dizi.
    katarakt * Ak su, ak basma, perde.
    katarlama * Katarlamak işi.
    katarlamak * Katar durumuna getirmek, arka arkaya dizmek.
    katarlanma * Katarlanmak işi yapılmak veya katarlanmak işine konu olmak.
    katarlanmak * Katarlanmak durumuna getirmek veya katarlanmak işine konu olmak.
    katavaşya * Göçebe balıkların, ısıdüşmesi sonucu Karadeniz’den Marmara denizine veya Akdeniz’e geçmeleri.
    katbekat * Kat kat.
    katedral * Başkilise.
    kategori * Aralarında herhangi bir bakımdan ilgi veya benzerlik bulunan şeylerin tamamı, grup, ulam.
    kategorik * Kesin, açık.
    * Kesinlikle, şartsız olarak.
    katetme * Katetmek işi.
    katetmek * Kesmek, bölmek.
    * Bir yeri aşarak geçmek, yol olmak.
    katgüt * Ameliyatlarda yaralarıdikmek için kullanılan, bağırsaktan yapılmışiplik.
    katı * Sert, yumuşak karşıtı.
    * Hoşgörüsüz, acımasız, merhametsiz, zalim.
    * Düşünce ve davranışlarında belli ilkelere sıkısıkıya bağlı olan.
    * Sıvıların ve gazların tersine, içinde bulunduğu kabın veya üstünde bulunduğu yerin biçimini almayan, sulp.
    * Çok, aşırıderecede.
    katı * Taşlık, konsa.
    katıkalpli * Katıyürekli.
    katısöz * Sert ve kırıcısöz.
    katıyağ * Don yağı, parafin gibi normal sıcaklıkta iken katıdurumda bulunan yağ.
    katıyumurta * Lop yumurta.
    katıyürekli * Acıması olmayan, acımasız.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 54

    kasılgan * (kas ve organik dokular için) Kasılma özelliği olan, kasılabilen.
    kasılganlık * Kasılgan olma durumu.
    kasılış * Kasılmak işi veya biçimi.
    kasılma * Kasılmak işi, büzülme, takallus.
    kasılmak * Kasmak işi yapılmak.
    * Büzülüp kasılmak, takallüs etmek.
    * Büyüklenmek, kurumlanmak, gururlanmak.
    kasım * Yılın 30 gün çeken on birinci ayı, son teşrin, teşrinisani.
    * Kışın başlangıcısayılan 8 kasım günü başlayıp hıdrellezin ilk günü olan 6 mayısa kadar altıay süren dönem.
    kasım kasım * Kasılmak hareketiyle birlikte “çok büyüklenmek, kurum satmak, gururlanmak” anlamında kullanılır.
    kasımpatı * Birleşikgillerden, çiçekleri iri, katmerli ve türlü renkte, sonbahardan kışa değin açan bir süs bitkisi,
    krizantem (Chyrsanthemum).
    kasınç * Kaslarda ağrılıkasınma, kramp.
    kasınma * Kasınmak işi.
    kasınmak * Kasılıp kalmak.
    * Büyüklenmek, kibirlenmek, kendini beğenmek.
    kasıntı * Giyeceği daraltmak veya kısaltmak için yapılan eğreti dikiş.
    * Büyüklenme, kurum, gurur.
    * Büyüklenen, gururlanan ve bunu davranışlarıyla belli eden (kimse).
    kasıntılı * Kasıntısı olan.
    * Büyüklenen, kurumlu, kibirli, gururlu.
    kasıntısız * Kasıntısı olmayan.
    * Büyüklenmeyen, kurumlu, gururlu davranmayan.
    kasıp kavurmak * baskıyaparak veya kıyıcıdavranışlarla bir topluluğu ezmek, zulmetmek.
    * çok zarar vermek, mahvetmek.
    * çok etkilemek, hüküm sürmek.
    kasır * Köşk.
    kasırga * Hızısaatte 120 km yi aşan çok güçlü fırtına.
    * Duyguların patlak verişi, büyük heyecan, coşku.
    kasıt * Amaç, istek, maksat.
    * Öldürme, yaralama veya zarar vermek isteme, kötü niyet.
    kasıtlı * İsteyerek, bilerek yapılan, maksatlı.
    kasıtsız * İsteyerek, bilerek yapılmayan, maksatsız.
    kaside * On beş beyitten az olmayan, bütün beyitlerin ikinci dizeleri en baştaki beyit ile kafiyeli bulunan ve çoğu
    kez büyükleri övmek için yazılan divan edebiyatımanzumesi.
    kasideci * Kaside yazan şair.
    * Birine yaranmak amacıyla aşırıövgüde bulunan kimse.
    kasidehan * Kaside okumayımeslek edinmişkimse.
    kasis * Kara yolunda oluşmuşçukurlar ve tümsekler.
    * Bir yolun doğrultusunu dik kesen bir yandan öbür yana geçen ark.
    kasiyer * Kasa başında oturarak para alıp kasa fişi veren kimse, kasadar.
    kask * Darbelerden başıkorumak için, sertleştirilmişsentetik maddelerden yapılmışsağlam başlık.
    kaskatı * İyi katı, çok katı.
    * Acımasız, hoşgörüsüz.
    * Kıpırdamaksızın, hareketsiz veya donmuşolarak.
    kaskatıkesilmek * aşırıcoşku, soğuk, korku, üzüntü vb. karşısında hareket edemeyecek, bir şey söylemeyecek duruma
    gelmek, donup kalmak.
    kasket * Genellikle erkeklerin giydiği, önü siperli başlık.
    kasketçi * Kasket yapan veya satan kimse.
    kasketçilik * Kasketçinin işi veya mesleği.
    kasketli * Kasketi olan.
    kasketsiz * Kasketi olmayan.
    kasko * Taşıtların uğrayacaklarıkazadan doğacak zararların karşılanması için yapılan sigorta.
    kaslaşma * Kaslaşmak durumu.
    kaslaşmak * Kas durumuna gelmek.
    kaslı * Kasları gelişmişolan, adaleli.
    kasma * Kasmak işi.
    kasmak * Kısaltmak.
    * Daraltmak.
    * Baskısıaltında tutmak.
    kasnak * Enli çember.
    * Kalbur ve tel gibi şeylerin tahta çemberi.
    * Nakışişlemek için gergef gibi kullanılan, kumaşı germeye yarayan, tahtadan çember.
    * Pehlivanların giydikleri kispetin bele gelen bölümü.
    * Makinelerde, bir milden başka mile hareket geçiren kayışların takıldığıdemir çember.
    * Kıyıları oluk biçiminde pervazlı, metal ve tahtadan yapılmışçember.
    * Bir sütunun gövdesini oluşturan silindir biçimindeki taşların her biri.
    kasnak işlemek * kasnakta nakışişlemek.
    kasnakçı * Kasnak, elek, ölçek gibi tahta işleri yapan kimse.
    kasnaklama * Kasnaklamak işi.
    kasnaklamak * Kasnak içine almak, çemberlemek.
    * Kollarınıdolayarak kavramak.
    * Yapılarda, betonun şişmesini önlemek ve direncini artırmak için, sıkıştırılmış betonun çevresini metalden
    bir kasnak içine almak.
    kasnı * Çadıruşağı, şeytantersi ağacı gibi bitkilerden elde edilen bir zamk.
    kassız * Kası olmayan.
    * Adelesiz.
    * Kasları gelişmemişolan.
    kast * Bkz. kasıt.
    kast * Ayrıcalıklar bakımından yukarıdan aşağıya doğru kesin ölçülerle sınırlanmış bulunan, en koyu biçimiyle
    Hindistan’da görülen toplumsal sınıfların her biri.
    kastanyet * Parmaklara takılarak çalınan bir tür zil.
    kastanyola * Bir çarkın dişlerine takılıp geriye doğru dönmesini önleyen dil.
    * Akan gemi zincirini sıkarak durdurmak için kullanılan, güverte locasının altına konmuş, hareketli demir
    kol.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 55

    kastanyola yuvası * Bir çarka kastanyola için açılmışdişlerin arası.
    kastar * Pamuk ipliğini veya bezini bol ve soğuk su ile yıkayarak ağartma işi.
    kastarcı * Kastar işini yapan kimse.
    kastarcılık * Kastar yapma işi.
    kastarlama * Kastarlamak işi.
    kastarlamak * Pamuk ipliğini veya bezini bol ve soğuk su ile yıkayarak ağartmak.
    kastarlı * Kastarlanmışolan.
    kasten * Kasıtla, bile bile ve isteyerek.
    kastetme * Kastetmek işi.
    kastetmek * Amaçlamak, amaç olarak almak; demek istemek.
    * Kötülük etmek, kıymak, zarar vermeyi istemek.
    kastı olmak * ona karşıkötülük etmek, zarar verme isteği beslemek.
    kastî * Kasıtlı olarak, bilerek, isteyerek (yapılan).
    kastor * Kunduz.
    * Kunduz kürkü.
    * Bu kürkten yapılmış.
    kasvet * Sıkıntı, iç sıkıntısı.
    kasvet basmak (veya çökmek) * çok sıkılmak, içi daralmak.
    kasvet vermek * sıkıntıvermek.
    kasvetli * İç sıkıcı, sıkıntılı.
    kasvetsiz * Sıkıntı olmayan, iç sıkmayan.
    kaş * Gözlerin üzerinde kemerli birer çizgi oluşturan kısa kıllar.
    * Kemerli ve çıkıntılışey veya yer.
    * Sarp kayalık, uçurum.
    * Eyerin ön ve arkasındaki çıkıntılı bölüm.
    * Duvar, bağve bahçelerde toprak yığarak yapılan sınır, set.
    kaşçatmak * kızmak, öfkelenmek.
    kaşgöz etmek * kaş, göz işaretleriyle bir şey anlatmaya çalışmak.
    kaşgöz işareti yapmak * kaşve gözle birşeyler anlatmak, dikkat çekmek.
    kaşile göz, gerisi söz * yüz güzelliğinde kaşile gözün önemini belirtir.
    kaşjölesi * Kaşın düzgün görünmesini sağlayan bir madde.
    kaşyapayım derken göz çıkartmak * işi düzelteyin derken büsbütün bozmak.
    kaşyıkamak * kaşçatmak.
    kaşağı * Hayvanlarıtımar etmek için kullanılan, sactan, dişli araç.
    * Sırtıkaşımak için kullanılan uzun saplı, ucu kaşık veya ek biçiminde, tırnaklıaraç.
    kaşağılama * Kaşağılamak işi.
    kaşağılamak * Tımar etmek için hayvana kaşağısürmek.
    kaşağılanma * Kaşağılanmak işi.
    kaşağılanmak * Kaşağılanmak işi yapılmak.
    kaşağılatma * Kaşağılatmak işi veya durumu.
    kaşağılatmak * Kaşağılamak işini yaptırmak.
    kaşalot * İspermeçet balinası.
    * Aptal, budala.
    kaşan * (hizmet veya binek hayvanları için) Durup işeme.
    kaşan yeri * Uzun yolda hayvanların durup işedikleri ve biraz dinlendikleri yer.
    kaşandırma * Kaşandırmak işi.
    kaşandırmak * Hayvanıdurdurup işetmek.
    kâşâne * Büyük, süslü köşk, saray gibi yapı.
    kaşanma * Kaşanmak işi.
    kaşanmak * (hizmet ve binek hayvanları için) Durup işemek.
    kaşar * Koyun sütünden yapılan, tekerlek biçiminde, sarımtırak, yağlı bir peynir.
    * Oyunda açıkgöz, kurnaz olan kimse.
    kaşar peyniri * 343 kaşar.
    kaşarlanma * Kaşarlanmak işi.
    kaşarlanmak * Bir işte, bir hareketle çok tecrübe kazanmak.
    * Hoşa gitmeyen bir harekete veya bir işe alışarak artık ondan üzüntü duymaz olmak.
    kaşarlı * Kaşarla yapılmış.
    * Kaşarlanmış.
    kaş bastı * Başa ve alna bağlanan bağ, çatkı.
    kaşe * Damga, mühür.
    * Toz ilâçların içine konulduğu, yutulmaya uygun, güllâçtan küçük kap.
    kaşeksi * Bütün beslenme işlevlerinin bozulmasıyla oluşan ileri derecede zayıflık.
    kaşeleme * Kaşelemek işi.