kaymak bağlamak (veya tutmak) | * sütün veya bir sıvıının üzerinde kaymak oluşmak, kaymaklanmak. |
kaymak gibi | * bembeyaz ve pürüzsüz. * tadı güzel ve yumuşak. |
kaymak kâğıdı | * Özen isteyen baskılarda kullanılan, düzgün, parlak, pürüzsüz kâğıt, kuşe kâğıdı, papyekuşe. |
kaymak tabakası | * Bir toplumun seçkin ve zengin kesimi. |
kaymak takımı | * 343 kaymak tabakası. |
kaymak taşı | * Parlatılmaya elverişli, yumuşak, beyaz, yarısaydam bir tür mermer, su mermeri, albatr. |
kaymakaltı | * Yağıalınmışsüt. |
kaymakam | * Bir ilçenin en büyük yönetim görevlisi, ilçebay. * Yarbay. |
kaymakamlık | * Kaymakam olma durumu. * Kaymakamın görevi. * Kaymakamın makamıve bu makama bağlıresmî dairelerin bütünü. * İlçe, kaza. |
kaymakçı | * Kaymak yapan veya satan kimse. |
kaymaklanma | * Kaymaklanmak işi. |
kaymaklanmak | * Kaymak bağlamak, kaymak tutmak. |
kaymaklı | * Kaymağı olan. * Üzerine veya içine kaymak konulmuşolan. |
kaymaklıdondurma | * Sütten yapılmışdondurma. |
kayme | * Kâğıt para, kaime. |
kaymelik | * Herhangi bir kayme değerinde olan. |
kaynaç | * Volkan bölgelerinde, belli aralıklarla su ve buhar fışkırtan sıcak kaynak, gayzer. |
kaynaç taşı | * Kaynaçlarda oluşan silisli çökelti, gayzerit. |
kaynağınıalmak | * (bir yerden) esas almak, bir esasa veya desteğe dayandırmak. |
kaynak | * Bir suyun çıktığıyer, kaynarca, pınar, memba. * Bir şeyin çıktığıyer, menşe. * Bir haberin çıktığıyer. * Araştırma ve incelemede yararlanılan belge. * Herhangi bir enerjinin oluşup çevreye yayıldığıyer. * İki metal veya yapay parçayıısıl yolla birleştirme yöntemi, kaynaştırıp yapıştırma işi. |
kaynak kişi | * Sağlam, güvenilir, doğru bilgiler edinilen kimse. |
kaynak makinesi | * Kaynak yapımında kullanılan makine. |
kaynak suyu | * Kaynağın veya gözemin başında alınan su. |
kaynak yapmak | * iki metal veya yapay parçayıısıyoluyla birleştirmek. |
kaynakça | * Belli bir konu, yer veya dönemle ilgili yayınlarıkapsayan veya en iyilerini seçen eser, bibliyografya, bibliyografi. |
kaynakçacı | * Kaynakça hazırlayan kimse. |
kaynakçı | * Kaynak yapan kimse. |
kaynakçılık | * Kaynak yapma işi. |
kaynakhane | * Kaynak işleri yapılan yer. |
kaynaklanma | * Kaynaklanmak işi veya durumu. |
kaynaklanmak | * Kaynak hâlini almak. |
kaynama | * Kaynamak işi. |
kaynama noktası | * Saf bir sıvının belirli bir basınçta kaynamaya başladığısıcaklık. |
kaynamak | * Bir sıvı, sıcaklığı belli bir dereceyi bulunca, buhar durumuna geçerek fokurdamak. * (böyle bir sıvının içinde bulunan şey) Fokurdamak. * (yemek için) Pişmek, haşlanmak. * Yerden çıkmak. * (kırık, çatlak kemik veya metal parçaları için) Eski durumunu almak, birbirine yapışmak. * (yara için) Kapanmak, iyileşmek. * (mayalı bir şey için) Kabarıp köpürmek. * (mide için) Ekşimek. * Çalkantıdurumunda olmak, dalgalanmak. * Çok miktarda bulunmak. * Gizli bir işçevirmek, için için hazırlanmak. * (bir yerde) Huzursuzluk, tedirginlik olmak. * İstenildiği gibi olmamak, gerçekleşmemek. * Arada kaybolmak. * Artmak, çoğalmak, yoğunlaşmak. |
kaynana | * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının annesi, kayın valide. |
kaynana ağzı | * İleri geri veya yersiz konuşma, gereksiz dedikodu yapma. |
kaynana zırıltısı | * Bir sap çevresinde çevrilen, çevrildikçe takırtılı bir ses çıkaran çocuk oyuncağı. |
kaynanadili | * Dil biçiminde yassıve dikenli dalları olan bir kaktüs türüne halkın verdiği ad. * Bir iğne oyasıörneği. |
kaynanalık | * Kaynana olma durumu. * Kaynanaya yakışır davranış. |
kaynanalık etmek | * (kaynana) geline veya damada kötü davranmak. * bir yakınına gereğinden çok karışmak. |
kaynar | * Kaynamakta olan. * Çok sıcak. * Kaynak, pınar. |
kaynarca | * Kaynak. * Sıcak su kaynağı. * Hastalara kaynatılarak içirilen pekmez, yağve baharat karışımı. |
kaynaşık | * Birbirine kaynamış, kaynaşmış. * Kıpırdak, oynak (kadın). |
kaynaşma | * Kaynaşmak işi. * Kalabalığın çok olduğu bir yerde kıpırdanma, hareketlilik. * Huzursuzluk. |
kaynaşmak | * Ayrılmayacak bir biçimde birleşmek. * Çok kalabalık ve kıpırdak olmak, hareket etmek. * Birbirine iyice uymak. * Uyuşmak, yakın ilişki kurmak, derinleştirmek. * Birleşmek. * Huzursuzluk olmak. |
kaynaştırma | * Kaynaştırmak işi. * Kelime veya birleşik kelime içerisinde bir araya gelen seslerin birbirlerini etkileyerek kısalmaya yol açması olayı: Kayın ana > kaynana, kayın ata > kaynata, sütlü aş> sütlaç gibi. |
kaynaştırma sesi | * Ünlü ile sona eren bir kelimeye ünlü ile başlayan bir ek geldiğinde araya giren y sesi: İki-y-i, oda-y-a, soruy-u vb. |
kaynaştırmak | * Kaynaşmasını sağlamak. |
kaynata | * Kadına göre kocasının, kocaya göre karısının babası, kayın baba, kayın peder. |
kaynatalık | * Kaynata olma durumu. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 67
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 63
kavrayış * Kavrama, anlama, algılama yetisi.
* Bir algının doğrudan doğruya kavranması.kavrayışlı * Kolayca anlama, algılama yetisi olan. kavrayışsız * Kavrayıcı olmayan. kavruk * Kavrulmuşolan.
* Yaşının ilerlemesine karşılık iyi gelişmemişolan.
* Kurumaya yüz tutmuş.kavrukluk * Kavruk olma durumu. kavrulma * Kavrulmak işi. kavrulmak * Kavurmak işi yapılmak.
* İyi gelişmemek, ufak, zayıf, cılız kalmak.kavruluş * Kavrulmak işi veya biçimi. kavşak * Akarsu, yol gibi uzayıp giden şeylerin kesiştikleri veya birleştikleri yer. kavşak adası * Kavşak içindeki hareketleri tanzim eden, üçgen, daire, dörtgen, damla vb. şekillerde olabilen ve dış
kenarları bordür taşı ile sınırlandırılmışyapı.kavuk * İçi boşşey.
* Sarık sarılan başlık.
* İdrar torbası, mesane.kavuk sallamak * bir kimseye yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulmak, onaylamak. kavukçu * Kavuk yapan veya satan kimse.
* Birine yaranmak için onun söz veya davranışlarınıuygun bulan, onaylayan kimse.kavuklu * Kavuk giymiş.
* (ilk harf büyük) Orta oyununda hikâyeyi anlatıp asıl görevi üstlenen, espri ve komiklik yapan kişi.kavukluk * Kavuk koymaya yarayan küçük raf. kavun * Kabakgillerden, sürüngen gövdeli, iri meyveli bir bitki (Cucum).
* Bu bitkinin genellikle güzel kokulu, sulu ve etli meyvesi.kavuncu * Kavun satan kimse. kavuniçi * Pembeye çalan sarırenk.
* Bu renkte olan.kavunsu * Kavuna benzeyen, kavunu andıran. kavurga * Buğday, mısır gibi tahılların kuru yemişgibi yenilmek için ateşte kavrulmuşu. kavurma * Kavurmak işi.
* Tencerede pişirilip kendi yağıyla kızartıldıktan sonra dondurulup saklanan et.
* Kavrulmuşolan.kavurmacı * Kavurma yapan veya satan kimse. kavurmaç * Kavrulmuş buğday. kavurmak * Bir şeyi bir kabın içinde su katmadan kızartarak pişirmek.
* (rüzgâr, soğuk, sıcak vb. için) Kurutmak; yakmak.
* Çok üzmek, yakmak, mahvetmek.kavurmalı * İçinde kavurma bulunan. kavurmalık * Kavurma yapmaya elverişli yiyecek.
* Kavurma için ayrılmış.kavurtma * Kavurtmak işi. kavurtmak * Kavurmak işini yaptırmak. kavuruş * Kavurmak işi veya biçimi. kavuşma * Kavuşmak işi, buluşma, telâki.
* Erişme, elde etme.
* (güneşiçin) Batma.
* Mantar ve yosun sınıfından bazıaşağı bitkilerde, yeni bir birey oluşturmak için iki ayrıhücrenin birleşmesi.kavuşmak * Ayrıkalınan, sevilen bir kimseyle bir araya gelmek, onu yeniden görmek.
* Yokluğu çekilen veya çok istenen bir şeye erişmek, onu elde etmek.
* Katılmak.
* Bir araya gelmek, birleşmek.
* (güneşiçin) Batmak.
* Varmak, ulaşmak.kavuştak * Şarkıve türküde tekrarlanan dize, nakarat. kavuşturma * Kavuşturmak işi. kavuşturmak * Kavuşmasınıveya kavuşmalarını sağlamak. kavuşulma * Kavuşulmak işi. kavuşulmak * Bir araya gelinmek, birleşilmek. kavuşum * Yer yuvarlağı bir uçta kalmak üzere, yerin, güneşin ve herhangi bir gezegenin bir doğru üzerine gelmeleri,
içtima.kavuşum devri * Bir gezegenin iki kavuşumu arasında geçen zaman aralığı. kavuşur su yosunları * Üremeleri kavuşma yoluyla olan su yosunları. kavut * Kavrulmuşve dövülmüştahıl ununa şeker veya tatlıyemişkatılarak yapılan yiyecek. kavuz * Buğdaygillerin başağında, başakçıklarıveya çiçeğisaran kabuk.
* İçi boş, kabuklu yemiş.kavuzlular * Bir çeneklilerden, çiçeklerinde renkli taç yaprağıyerine, kavuz denilen yeşil renkte yapracıklar bulunan bitki
takımı.kavzama * Kavzamak işi. kavzamak * Sıkıtutmak, kavramak.
* Korumak, muhafaza etmek.kay * Yağmur, yaz yağmuru. kay * Kusma. kay etmek * kusmak. kaya * Büyük ve sert taşkütlesi.
* Kayaç.kaya balığı * Kaya balığı gillerden, kayalık yerlerde yaşayan, çoğu koyu renkli küçük balık (Gobius gobius). kaya balığı giller * Kemikli balıklardan, küçük boyda iri başlı, yüzgeçleri karın üzerinde tekerlek biçiminde olan bir familya. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 64
kaya gibi * çok sağlam. kaya güvercini * Güvercingillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika’nın kayalık yerlerinde yaşayan bir kuş(Columbo livia). kaya hanisi * Lahos. kaya horozu * Güney Amerika’da yaşayan, erkekleri portakal renginde, başında tepeliği olan kuş(Rupicola). kaya keleri * Bukalemun. kaya lifi * Taşpamuğu, asbest. kaya örümceği * Taşlar arasında yaşayan bir örümcek türü. kaya sansarı * Dağlık yerlerde yaşayan bir tür sansar. kaya sarımsağı * Genç yapraklarısarımsak yerine kullanılan bir tür yaban sarımsağı(Allium ampeloprasum). kaya sarmaşığı * Kayalıklarda biten sarmısak. kaya suyu * Kayadan sızan su. kaya tuzu * Doğada billûr durumunda bulunan tuz. kaya uçmazsa dere dolmaz * büyük ihtiyaçlarda büyük fedakarlık yapmak gerekir. kayabaşı * Bir Anadolu ezgisi ve bu ezgiyle söylenen koşma.
* Türk halk edebiyatında çoban türküsü.kayaç * Doğada büyük yer tutan, yer kabuğunun yapı gereci olan bir veya birkaç mineralden oluşan kütle. kayağan * Üzerinde kolaylıkla kayılan, kaypak. kayağan taş * Killerin başkalaşımı ile oluşmuş, yaprak biçiminde ayrılabilen, mavimsi bir taş, arduvaz. kayağanlık * Kayağan olma durumu. kayak * Kar veya su üzerinde kaymak için ayağa takılan araç, ski.
* Bu aracıkullanarak yapılan spor.kayak evi * Kayak bölgesinde yapılan küçük ev. kayakçı * Kayak yapan sporcu. kayakçılık * Kayakçı olma durumu.
* Kayak sporculuğu.kayalık * Kayasıçok olan yer. kayan * Kayarak yer değiştiren.
* Yassı, düz, kat kat oluşmuştaş.
* Dağdan inen sel.kayar * Hayvanların eskiyen nallarının çivilerini değiştirme işlemi.
* Pay.kayarlama * Kayarlamak işi. kayarlamak * Hayvanın eskiyen nallarını onarmak, eskiyen nalın çivilerini yenilemek.
* At nalınıveya düven taşlarınıyeniden koymak veya onarmak.
* Sövmek, küfretmek.kayarto * Ahlâksız kimse, mel’un. kaybedilme * Kaybedilmek işi. kaybedilmek * Kaybetmek işi yapılmak. kaybetme * Kaybetmek işi, yitirme. kaybetmek * Yitirmek.
* Yenik düşmek, yenilmek.
* Para bakımından zarara girmek.
* Ölüm dolayısıyla ayrılmak.kaybolma * Kaybolmak işi. kaybolmak * Yitmek.
* Görünür olmaktan çıkmak, görünmez olmak.kayboluş * Kaybolmak işi veya biçimi. kayda değer * Önemli, dikkati çeken. kayda geçirmek * ilişkili bulunduğu deftere yazmak. kaydedici * İmleç. kaydedilme * Kaydedilmek işi. kaydedilmek * Kaydetmek işi yapılmak, yazılmak. kaydetme * Kaydetmek işi. kaydetmek * Yazmak, bazıönemli noktalarıtespit etmek.
* Herhangi bir şeyi bir yere mal etmek, bir şeyin tarih, numara veya adını bir deftere geçirmek.
* Hatırlamak için yazmak, not etmek.
* Belirtmek, söylemek.
* Sesi veya resmi manyetik bant üzerine geçirmek.
* Olumlu sonuç almak.
* Sıcaklık, basınç gibi bir niceliğin değişkenliğini tespit etmek.kaydettirme * Kaydettirmek işi. kaydettirmek * Kaydetmek işini yaptırmak, yazdırmak. kaydıhayat * Kaydıhayatla ve kaydıhayat şartıyla sözlerinde “yaşadığıkadar”, “yaşadığısürece” anlamında kullanılır. kaydı ihtiyat * Temkinli davranma, ihtiyatlı olma. kaydırak * Yassı, kaygan çakıl.
* Çocukların böyle bir taşıayakla kaydırarak oynadıkları oyun.
* Çocukların oturup kayarak eğlenmeleri için, çocuk bahçelerinde bulundurulan oyun aracı.
* Tomrukların kolay taşınması için dağdan kaydırıldığıyer.kaydırılma * Kaydırılmak işi. kaydırılmak * Kaymasısağlanmak, kaymasına yol açılmak. kaydırış * Kaydırmak işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 62
kavilleşme * Kavilleşme işi. kavilleşmek * Sözleşmek, söz birliği etmek, anlaşmak. kavilya * Yelkenin kasa ve halat dikişlerinde, kollar arasınıaçmak için kullanılan, sivri ağaç veya demirden yapılmış
sert parça.kavim * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu,
budun.kavim kardaş * Bütün akrabalar, tanıdıklar. kavis * Eğmeç, yay. kavis çizmek * yay biçiminde yol izlemek. kavisli * Kavisi olan. kavkı * Bkz. kabuk. kavkılı * Kavkısı olan (hayvan). kavlağan * Çınar ağacı. kavlak * Kabuğu dökülmüş.
* Güneşten derisi soyulan (kimse).
* Yer altı boşluklarının tavan ve yan duvarlarında bulunan gevşemişveya düşebilir kaya parçası.kavlama * Kavlamak işi. kavlamak * Kabarıp dökülmek, soyulmak. kavlanma * Kavlanmak işi. kavlanmak * Kavlamak işine uğramak. kavlaşma * Kavlaşmak işi. kavlaşmak * Kav durumuna gelmek. kavlatma * Kavlatmak işi. kavlatmak * Kavlamasına yol açmak. kavletme * Kavletmek işi. kavletmek * Sözleşmek, anlaşmak, söz kesmek. kavlıç * Fıtık.
* Fıtıklı.kavlık * İçine genellikle kav konulan torba veya kap. kavlince * Kavline göre, sözüne bakarak. kavlükarar * Söz, sözleşme. kavlükarar etmek * karar vermek, plânlamak. kavmî * Kavimle ilgili, etnik. kavmiyat * Etnografya. kavmiyet * Bir kavmin kendine özgü özellikleri.
* Bir kimsenin bağlı olduğu kavme göre durumu.
* Kavme bağlılık.kavmiyetçi * Kavmiyetten yana olan kimse. kavmiyetçilik * Kavmiyetçinin işi. kavraç * Ağır taşlarıtutup kaldırmaya yarayan, iki tutaklıdemir araç. kavrak * Ateşyakmak için kullanılan kuru yaprak vb. kavram * Bir nesnenin zihindeki soyut ve genel tasarımı, mefhum, fehva, nosyon.
* Nesnelerin veya olayların ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayan genel tasarım,
mefhum, nosyon.
* Karın zarı, periton.
* Tutam, avuç dolusu.kavram karmaşası * Anlaşılmazlık, anlam yetersizliğine düşmek. kavrama * Kavramak işi, anlama, algılama.
* Ağaç kuşak.
* Küçük orak.
* Otomobilde motor ile vites kutusunu birbirine bağlayıp ayıran, motordan gelen hareketi sarsıntısız olarak
öteki aktarma öğelerine ileten düzen, debriyaj.
* Bu düzeni işletmeye yarayan ayaklık.kavrama noktası * Arabanın harekete geçtiği an ve durum. kavramak * Elle sıkıca tutmak.
* Her yönünü anlamak, iyice anlamak, tam anlamak.kavramcılık * Kavramın, onu bildiren sözden farklı bir varlık olduğunu ve gerçeğin zihinde bulunmadığını ileri süren
öğreti, konseptüalizm.kavramlaşma * Kavram durumuna gelme. kavramlaşmak * Kavram durumuna gelmek. kavramsal * Kavramla ilgili, kavram niteliğinde olan. kavranılma * Kavranılmak işi. kavranılmak * Kavranmak. kavranılmaz * Zihinde oluşturulamayan veya oluşturulabildiği hâlde gerçekten böyle bir şeyin var olmasıakla sığmayan. kavranma * Kavranmak işi. kavranmak * Kavranmak işi yapılmak. kavratma * Kavratmak işi. kavratmak * Kavramasını sağlamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 61
kavaf işi * Özensiz ve gelişigüzel yapılmışolan. kavaflık * Kavaf olma durumu.
* Kavafın işi.kavait * Kurallar, kaideler. kavak * Söğütgillerden, sulak bölgelerde yetişen, boyu bazıtürlerinde otuz veya kırk m ye değin çıkan,
kerestesinden yararlanılan bir ağaç (Populus).kavak inciri * Açık mor renkli bir tür incir. kavakçılık * Kavak yetiştirme işi. kavaklık * Kavaklarıçok olan veya kavak ağacıyetiştirilen yer. kaval * Kamıştan yapılan, genellikle çobanların çaldığı, yumuşak sesli, perdeli büyük düdük. kaval kemiği * Baldırda olan iki kemikten kalını. kaval tüfek * Namlusu yivsiz tüfek. kavalcı * Kaval yapan, satan veya çalan kimse. kavalye * Kadına, dansta eşolan veya bir yerde, toplantıda arkadaşlık eden erkek.
* Kibar erkek.kavalyelik * Kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etme. kavalyelik etmek * kadına dansta veya bir toplantıda eşlik etmek. kavanço * Yelkeni bir bordadan öbür bordaya geçirme.
* Değiştirme, aynıtürden bir şeyin yerine bir başkasınıkoyma.
* Bir işi başka birine yükleme, başına sarma.kavanoz * Topraktan veya camdan, ağzı geniş, orta veya ufak boyda kap.
* … kavanoz dolusu.kavanoz dipli dünya * “boşdünya, yalan dünya, fani dünya” anlamında üzülmemeyi, biraz boşvermeyi, acınmamayıanlatan söz. kavara * Balıalınmışpetek.
* Kovanda özellikle kışaylarında arıların yemesi için bırakılan bal.kavara * Yel, gaz.
* Gürültü, patırtı.kavara çekmek * yellenmek. kavaracı * Gürültücü. kavas * Elçilik veya konsolosluklarda görev yapan hizmetli.
* Elçilik ve konsolosluklarda koruma görevlisi.
* Banka, patrikhane ve otel gibi yerlerde hizmetli veya koruma görevlisi.kavaslık * Kavas olma durumu veya kavasın görevi. kavasya * Acıağaç. kavat * Yolsuz, yasa dışıveya gizli, cinsî birleşmelerde aracılık eden erkek, pezevenk. kavata * Oyma ağaç kap.
* Sert ve fazla kızarmayan bir domates türü (Solanum capsicum grossum).kavelâ * Halatların dikişlerinde kullanılan demir veya ağaç kama. kavga * Düşmanca davranışveya sözlerle ortaya çıkan çekişme veya dövüş, münazaa.
* Savaş.
* Herhangi bir amaca erişmek, bir şeyi elde etmek veya bir şeye karşıkoyabilmek için harcanan çaba, verilen
mücadele.kavga adamı * Düşünce ve inançlarınıson kerteye kadar hararetle savunan (kimse). kavga bizim yorganın başına imiş * başkalarıyüzünden zarar gören kimsenin söylediği söz. kavga çıkarmak * kavgaya sebep olmak. kavga çıkmak * dövüşmeydana gelmek. kavga etmek * birbiriyle atışmak, dövüşmek. kavga kaşağısı * Ara bozup kavga çıkartan, kavga arayan kimse. kavga kopmak * dövüş başlamak. kavgacı * Kavga etmeyi seven, kavga çıkaran (kimse).
* Bir amaç uğruna çaba harcayan, mücadele veren (kimse).kavgacılık * Kavgacının tutumu veya alışkanlığı. kavgada yumruk sayılmamak * kavga sırasında dayak da yenir, dayak da atılır. kavgalaşma * Kavgalaşmak işi. kavgalaşmak * İki veya daha çok kimse birbiriyle kavga etmek. kavgalı * Kavgayla yapılan veya içine kavga karışan.
* Birisiyle kavga ederek darılmışolan, dargın.kavgasız * Kavgası olmayan.
* Çatışma, kavga olmadan.kavgasızlık * Kavgasız olma durumu. kavgaya girişmek (veya tutuşmak) * kavgaya başlamak. kavi * Dayanıklı, güçlü, zorlu.
* Sıkı.kavil * Söz.
* Sözleşme, anlaşma.kavileşme * Kavileşmek işi. kavileşmek * Sağlamlaşmak, pekişmek. kavileştirme * Kavileştirmek işi. kavileştirmek * Sağlamlaştırmak, pekitmek, pekiştirmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 58
katık * Ekmekle karın doyurmak gerektiğinde, ekmeğe katılan peynir, zeytin, helva gibi yiyecek.
* Yağıalınmışyoğurt, ayran.katık etmek * ekmeğin çok, yemeğin az olduğu durumlarda yemeği ölçülü yemek. katıklama * Katıklamak işi. katıklamak * Katık etmek.
* Çorbayıyoğurtlamak.katıklı * İçinde katık bulunan. katıklıaş * Bulgur veya yarmadan yapılan yoğurtlu çorba. katıksız * Katığı olmayan.
* Yabancı bir şeyle karışmamış.
* Belli bir yerden, belli bir soydan gelen.
* Niteliği başka hiçbir etkiyle bozulmamışolan, tam.katıla katıla * Katılacak kadar, katılacak derecede. katıla katıla gülmek * aşırıderece gülmek. katılaşma * Katılaşmak işi.
* Bir maddenin sıvıdurumundan katıduruma geçmesi, tasallüp.katılaşmak * Katıduruma gelmek. katılaştırma * Katılaştırmak işi. katılaştırmak * Katıduruma getirmek. katılgan doku * Hücreleri şekilsiz bir ara madde içinde bulunan, organların asıl dokularının aralarınıdolduran doku. katılık * Katı(I) olma durumu.
* Bir nesnenin, boyut değişikliklerine sebep olan etki ortadan kalktıktan sonra da bu boyutlarıkoruma
özelliği.
* Acımasız, duygusuz olma durumu.katılım * Katılmak işi, iştirak. katılış * Katılmak işi veya biçimi. katılma * Katılmak işi.
* İletişim veya ortak davranışta bulunma yoluyla belirli bir toplumsal duruma girme süreci, iştirak.katılmak * Katmak işi yapılmak.
* Bir topluluğa girmek, iştirak etmek.
* Ortak olmak, benimsemek.katılmak * Aşırıderecede gülmek, ağlamak, gıdıklanmak, korkmak gibi tepkiler sırasında, solunum kaslarının kasılması
üzerine soluk kesilmek.katıltma * Katıltmak işi. katıltmak * Katılmasına yol açmak; katılacak kadar güldürmek veya ağlatmak. katım * Katmak işi veya zamanı. katımlık * Bir defada katılacak (miktar). katıntı * Birbirine katılmışkarışık şeylerin her biri.
* Hayvan sürüsüne dışarıdan gelip katılan (hayvan).katır * Atgillerden, kısrak ile erkek eşeğin çiftleşmesinden doğan melez hayvan.
* İnatçıve huysuz.
* Kaba, bayağı, görgüsüz (kimse).katır boncuğu * Çoğu binek hayvanlarının boynuna süs olarak takılan, mavi camdan iri boncuk.
* Bu boncuklarla birlikte dizilen küçük deniz kabukları.katır gibi * inatçı(kimse). katır karı * Çocuğu olmayan evli kadın.
* Kaba, görgüsüz (kadın).katır kutur * Sert ve kaba ses çıkararak.
* Sert duruma gelmiş, sertleşmiş.katır kuyruğu gibi kalmak * bir işte ilerlemeden kalmak. katır tepmişe dönmek * çok hırpalanmak, perişan duruma düşmek, felâketin nereden geldiğini anlayamamak. katır yılanı * Bir tür engerek. katırcı * Katırlarınıkira ile işleten veya katırlarla eşya taşıyan kimse. katırcılık * Katır kiraya verme veya katırla yük taşıma işi. katırkuyruğu * Baklagillerden, çiçekleri sarıve şemsiye durumunda olan acı bir bitki (Anagyris foetida). katırlaşma * Katırlaşmak işi veya durumu. katırlaşmak * Huysuzluk etmek, inatlaşmak, katır gibi davranmak. katırlık * İnatçı, huysuz olma durumu. katırtırnağı * Baklagillerden, dallarıçok ince, çiçekleri sarı, bazıtürleri hekimlikte idrar söktürücü olarak kullanılan bir
bitki (Genista scoparia).katışık * İçine başka şeyler karışmışolan, karışık, karma, mahlût. katışıklık * Katışık olma durumu. katışıksız * İçine başka şeyler karışmamışolan, arı, saf. katışma * Katışmak işi. katışmaç * Benzer olmayan maddelerden oluşmuş bütün. katışmak * Bir topluluğa karışmak, katılmak. katıştırma * Katıştırmak işi. katıştırmak * Bir şeyin içine başka bir şey katarak karıştırmak. kat’î * Kesin. kat’î olarak * kesinlikle. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 59
kâtibe * Kadın yazman, kadın sekreter. kâtibiadil * Noter. katil * İnsan öldüren kimse, cani.
* Öldürücü, ölüme sebep olan.katil * Öldürme. katil etmek * Bkz. katletmek. kat’îleşme * Kesinleşme. kat’îleşmek * Kesinleşmek. katillik * Katil olma durumu. kâtip * Sekreter, yazman. kâtiplik * Sekreterlik, yazmanlık. kat’iyen * Hiçbir zaman, asla.
* Kesin olarak, kesinlikle.kat’iyet * Kesinlik. katkı * Bir işin yapılmasına, gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile katılma, yardım.
* Bir şeye katılan başka bir madde, ek.
* Metal ve alaşımların hazırlanmasısırasında içlerine katılan değişik nitelikteki maddeler.
* Düğün günü davetlilerin öğleye kadar gönderdikleri armağan.katkımaddesi * Petrol ürünlerine katıldığızaman, bunlara istenilen özellikleri sağlayan veya doğal özelliklerini
kuvvetlendiren uygun bir madde.katkıpayı * Bir işe, bir ortaklığa girişte ödenen ücret. katkıda bulunmak * bir şeyin oluşmasına, gelişmesine veya gerçekleşmesine emek, bilgi, para vb. ile yardım etmek. katkılanma * Katkılanmak işi. katkılanmak * İçine bir katkıkarışmak. katkılı * İçine yabancımadde katılmışolan, karışık, saf olmayan. katkısız * Üzerine veya içine hiçbir şey katılmamış, katışıksız, saf.
* Niteliği hiçbir etki ile değişmeyen, tam, bozulmamış.katlama * Katlamak işi.
* Mayasız hamurdan yapılan, peynirli veya peynirsiz pide; yufka.katlamak * Kâğıt, kumaşgibi nesneleri üst üste kat oluşturacak biçimde bükmek. katlandırma * Katlandırmak işi. katlandırmak * Katlanmasını sağlamak. katlanılma * Katlanılmak işi. katlanılmak * Katlanmak işi yapılmak. katlanış * Katlanmak işi veya biçimi. katlanma * Katlanmak işi. katlanmak * Katlamak işi yapılmak.
* Hoşolmayan bir duruma, güç şartlara dayanmak, tahammül etmek.katlatma * Katlatmak işi. katlatmak * Katlatmak işini başkasına yaptırmak. katlayış * Katlamak işi veya biçimi. katletme * Katletmek işi. katletmek * İnsan öldürmek. katlı * Katlanmış, bükülmüş.
* Katıveya katları olan.katlıkur * Az gelişmişülke ekonomilerine özgü birden çok döviz kuru uygulama yöntemi. katliam * Topluca öldürme, kırım, soy kırımı. katma * Katmak işi, ilhak.
* Katılmış, eklenmiş, ulanmış, munzam.
* Kıldan veya yünden yapılmışip, sicim.katma bütçe * Özel gelirleri olan ve genel bütçe dışında kalan bütçe, mülhak bütçe. katma değer vergisi * Satın alınan mal ve yiyecekten alınan peşin vergi. katmak * Bir şeyin içine, üstüne veya yanına, niteliğini değiştirmek veya niceliğini artırmak için başka bir şey
eklemek, karıştırmak, ilâve etmek.
* Birlikte göndermek.
* Döllenmeyi sağlamak için erkek hayvanıdişinin yanına salmak.katmak * birbirine düşürmek, aralarını bozmak. katmalı * Cismin üç ana renkteki görüntüsünün tek bir film üzerinde yer aldığı, bir renkli film işlemi. katman * Birbiri üzerinde bulunan yassıca maddelerin her biri, tabaka.
* Altında veya üstünde olan kayaçlardan gözle veya fiziksel olarak az çok ayrılabilen, kalınlığı bir cm den az
olmayan tortul kayaç birimi.
* Bir topluluğu oluşturan kümelerden her biri, tabaka.katman bulut * Gri renkli, sise benzeyen fakat yere kadar inmeyen bulut tabakası, stratus. katmanlaşma * Katmanlaşmak işi. katmanlaşmak * Üst üste gelmişkatmanlar durumunda yerleşmek. katmanlı * Katmanları olan, katmanlardan olucan, tabakalı. katmer * Bir şeyi oluşturan katlardan her biri.
* Arasına yağveya kaymak sürülerek katlanmışhafif ateşte, kızartıldıktan sonra üzerine fıstık tozu serpilmiş
ince yufka ekmeği.katmer kaldırmak * karışıklık çıkarmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 60
katmer katmer * Kat kat, üst üste. katmerci * Katmer yapıp satan kimse. katmercilik * Katmercinin işi veya mesleği. katmerleşme * Katmerleşmek işi. katmerleşmek * Katmerli duruma gelmek.
* Çoğalmak, artmak.katmerli * Arasına yağve kaymak sürülerek katlanmışyufka ekmeği.
* Katmeri olan, kat kat olan.
* (bir durum, bir tutum için) Çok fazla olan, aşırı.katmerli badem * Çiçekleri güzel bir tür süs çalısı. katmerli birleşik zaman * Yalın zamanlı bir fiille ek fiilin iki zamanının birlikte kullanılması: Gelir idiysem gibi. katmerli iyelik * Üst üste kullanılmışiki iyelik eki. katmerli katmerli gülmek * üst üste ve ara vermeden aşırıderecede gülmek. katmerli yalan * Yalan üstüne söylenmişyalan. katmersiz * Katmeri olmayan. Katolik * Roma kilisesinin kendine verdiği ad.
* Katoliklik mezhebinden olan kimse.Katoliklik * İsa peygamberin Aziz Petrus’a aktardığıyetkilerin mirasçısı olan papayıdinî başkan olarak tanıyan
Hristiyan mezhebi.katolunma * Katolunmak durumu. katolunmak * Kesilmek. katot * Eksi uç. katra * Bkz. katre. katrak * Marangozlukta tomrukları biçmeye yarayan ve birden çok testeresi olan biçme makinesi. katran * Organik maddelerden kuru damıtma yoluyla elde edilen, sıvıyağkıvamında, kara renkte, ağır, is kokulu,
suda erimeyen bir madde.Bitkilerden çıkarılanına bitki katranı, maden kömüründen elde edilenine de maden katranı
adıverilir.katran ağacı * Lübnan ve Toroslarda yetişen bir sedir türü (Cedrus libani). katran çamı * Gemilerde kullanılan katranın çıkarıldığıçam türü (Pinus rigida). katran gibi * karaya yakın koyu renkte. katran ruhu * Kayın katranının damıtılmasıyla elde edilen ve hekimlikte kullanılan renksiz, keskin kokulu ve yakıcı bir
sıvı.katran suyu * Hekimlikte kullanılan katranlısu. katran taşı * Birleşimindeki su miktarıçok olan bir çeşit yanardağcamı. katran yağı * Katrandan elde edilen ve hekimlikte ilâç olarak kullanılan sıvı. katrancı * Katran satan veya bir yeri, bir şeyi katranlayan kimse. katrancılık * Katrancının işi veya mesleği. katranıkaynatsan olur mu şeker? * kişi, kendi özünü veya asıl özelliklerini değiştirmişgibi görünse de, asla değişmez. katranköpüğü * Çayır mantarlarından, şapkasının alt yüzü dilim dilim ve bir halka ile çevrili bulunan bir cins mantar
(Polyporus igniarius).katranlama * Katranlamak işi. katranlamak * Bir yere, bir şeye katran sürerek katranla kaplamak. katranlanma * Katranlanmak işi. katranlanmak * Katranlamak işi yapılmak. katranlı * Üzerine katran sürülmüşolan.
* İçine katran karışmışveya karıştırılmışolan.
* Birleşiminde katran olan.katre * Damla, damlayan şey. katre katre * Damla damla, azar azar. katresi kalmadı(veya katresi yok) * hiç kalmadı, hiç yok. katrilyon * Trilyon kere bir milyon (1024). katur kutur * Sert maddeleri yerken çıkan ses. katyon * Bir çözeltinin elektrolizi sırasında katotta toplanan iyon, artın. kauçuk * Gövdesi odunsu, öz suyu yapışkan, süt kıvamında, yaprakları oval biçimli, parlak ve kalın, sıcak ülke
bitkisi, lâstik ağacı(Ficus elastica).
* Amerika, Asya ve Afrika’nın çeşitli ağaçlarından, özellikle lâstik ağacından veya bazıpetrol artıklarının
birleşimiyle elde edilen, dayanıklıve esnek madde.
* Bu maddeden yapılmış.kauçuklu * Kauçukla kaplanmışveya birleşiminde kauçuk olan (nesne). kaurit tutkalı * Üre. kav * Kav mantarlarından kurutularak elde edilen, çabuk tutuşan, süngerimsi madde.
* Yılanın deri değiştirirken attığıderi.kav * İçki mahzeni. kav gibi * kolaylıkla tutuşacak durumda olan veya kuru ve gevrek. kav mantarı * Bazitli mantarlardan, ağaçların gövdesinde veya dallarında yetişen ve kurusu kav olarak kullanılan bitki
(Fomes fomentarius).kavaf * Ucuz, özenmeden ve bayağıcins ayakkabıyapan veya satan esnaf. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 56
kaşelemek * Resmî bir belgeyi kaşe ile damgalamak, mühürlemek. kaşelenme * Kaşelenmek durumu. kaşelenmek * Kaşelemek işi yapılmak. kaşeletme * Kaşeletmek işi. kaşeletmek * Damgalatmak, mühürletmek. kaşeli * Kaşesi olan.
* İşverenin, kendisine başkaca bir yükümlülüğü olmadan, çalışma süresine göre ücret verdiği (kimse).kaşık * Sulu veya bazıufak taneli yiyecekleri ağza götürmeye yarayan, saplısofra aracı.
* Ucu iğneli kaşık biçimindeki olta.kaşık atmak (veya çalmak) * iştahla veya çabuk yemek. kaşık çalımı * Ortalığın kararmaya başladığızaman, akşam yemeği zamanı. kaşık düşmanı * Kadın, eş. kaşık havası * Orta Anadolu bölgesinde kaşık çalınarak oynanan bir halk oyunu veya bu oyunun müziği. kaşık kadar * çok küçük. kaşık kaşık * Kaşıkla ölçerek.
* Birbiri ardınca ve kaşıkla.kaşık otu * Turpgillerden, iskobüte karşıkullanılan, yapraklarıkaşığı andıran, güzel çiçekler açan bir bitki (Cochlearla
officinalis).kaşık oyunu * Yurdumuzun birçok bölgesinde, parmaklar arasına sıkıştırılmıştahta kaşıklar ile şıkırdatılarak çok hareketli
bir biçimde oynanan halk oyunu.kaşık sallamak * yemek yemek. kaşıkçı * Kaşık yapan veya satan kimse.
* Şimşir, kemik, bağa gibi şeylerden kaşık oyan, süsleyen zanaatçı.kaşıkçıkuşu * Pelikan. kaşıkçılık * Kaşık yapma ve satma işi. kaşıkçın * Ördekgillerden, gagasıkaşık biçiminde, tüyleri ak, kara, kahve rengi, ayaklarıkırmızı bir kuş(Spatula
clypeata).kaşıkla yedirip sapıyla (gözünü) çıkartmak * yaptığı bir iyiliği hiçe indirecek kötülükte bulunmak. kaşıklama * Kaşıklamak işi. kaşıklamak * Kaşıkla yemek.
* (kaşıkla yenen yemek için) Severek, iştahla yemek.kaşıklanma * Kaşıklanmak işi veya durumu. kaşıklanmak * Kaşıkla yenmek. kaşıklayış * Kaşıklamak işi veya biçimi. kaşıklık * İçine kaşık, çatal, bıçak gibi şeyler konulan kap.
* Kaşık yapmaya elverişli.
* Kaşığın alabileceği ölçüde.kaşıma * Kaşımak işi. kaşımak * Tırnakla veya başka bir şeyle deriyi hafifçe ovmak. kaşındırma * Kaşındırmak işi. kaşındırmak * Kaşınmasına yol açmak, kaşıntıvermek. kaşının altında gözün var dememek * Bkz. gözün üstünde kaşın var dememek. kaşınış * Kaşınmak işi veya biçimi. kaşınma * Kaşınmak işi. kaşınma kazığı * Merada çeşitli böcek, sinek ve arılar tarafından rahatsız edilen hayvanların kaşınarak rahatlatılmaları için
meranın elverişli yerlerine dikilen ve üzerlerine antiseptik maddeli gres yağısürülen kazık.kaşınmak * Kaşıntısı olmak, kaşıma isteği duymak.
* Kendi kendini kaşımak.
* Kötü bir karşılık gerektiren davranışlarda bulunmak.kaşıntı * Vücutta kaşınma isteği uyandıran duygu. kaşıntılı * Kaşıntısı olan. kâşif * Bulucu. kaşkariko * Oyun, dolap, düzen.
* Yalan.kaşkaval * Tekerlek biçiminde, sarırenkte, kaşara benzeyen, bir tür peynir.
* Aptal, sersem.kaşkaval * Gabya ve babafingo çubuklarının topuk taraflarında açılan deliklerden geçirilerek uçlarımavnalara
dayanan, demir veya ağaç takoz.kaşkol * Boyun atkısı. kaşkorse * Ten üzerine giyilen ince kadın fanilâsı. kaşla göz arası * kimsenin sezmesine imkân vermeyecek kadar kısa bir zaman içinde, çok çabuk. kaşlama * Kaşlamak işi. kaşlamak * Yüzüğün taşınıkaşa oturtmak. kaşlı * Herhangi bir nitelikte kaşı olan. kaşlı gözlü * Yüzü güzel olan. kaşmer * Maskara, soytarı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 57
kaşmerlik * Soytarılık. kaşmir * İnce, sık bir tür yün.
* Bu yünden yapılmış.kaşpusiye * Hafif üstlük. kat * Bir yapıda iki döşeme arasında yer alan daire veya odaların bütünü.
* Bir yüzey üzerine az veya çok kalın bir biçimde, düzgün olarak yayılmış bulunan şey; üst üste konulmuş
şeylerden her biri, tabaka.
* (giyecekler için) Takım.
* Daire.
* Ön, yan, huzur, makam, nezt.
* Bükülen veya kıvrılan bir şeyin her kıvrımı.
* Makam, mevki.
* Nicelikçe kez, defa, misil.
* Tekrarlanan bir sayının toplamı.
* Jeoloji zamanlarından bir dönem içinde oluşmuşkatmanlıkayaçlar.kat * Kesme, kesilme.
* İlgiyi kesme.
* Sonuca bağlama, bitirme.
* Kesme.kat çıkmak * yapıya kat eklemek. kat kat * Çok, pek çok.
* Üst üste.kat sayı * Bir niceliğin kaç katıalındığını gösteren sayı.
* Bir yasayıanlatan formülün yazılışında yer alan, değişmeyen sayı.
* Cisimlerin fiziksel özelliklerini belirten değişmeyen büyüklükler.kat yuvarı * Yer atmosferinin 10-60 km yükseklikleri arasında kalan katmanı, stratosfer. katabolizma * Canlıprotoplâzmayıyapan büyük ve karmaşık yapılımoleküllerin enerji çıkararak yanması, yadımlama. katafalk * Önünden geçilerek kendisine saygı gösterilmek istenen ölünün tabutu konulmak için yapılmışyüksek yer. katafot * Dışarıdan gelen bir ışığın etkisiyle geceleyin ışıklı görünen reflektör. katakofti * Klâsik Türk müziğinde 8/8′ lik bir usul. katakomp * İlk Hristiyanların kayaları oyarak veya yer altınıkazarak yaptıkları, uzun dehlizler biçiminde; ölülerini
gömdükleri veya tapınak olarak kullandıklarımezarlık.katakulli * Yalan dolan, oyun, tuzak, düzen. katakulli okumak * yalan söylemek, palavra atmak. katalanca * İspanya’nın kuzey doğusunda Katalan ırkının konuştuğu dil. katalepsi * İradenin yitimi, dışetkilere karşıduygunluğun ortadan kalkmasıve hareket organlarına verilen herhangi bir
durumun olduğu gibi sürüp gitmesiyle beliren sendrom.kataleptik * Katalepsi ile ilgili.
* Katalepsiye tutulmuş.katalitik * Katalizle ilgili, kataliz niteliğinde olan. katalitik soba * Tüp gaz ile çalışan ve evlerde ısıtma amacıyla kullanılan bir tür soba. kataliz * Bir maddenin kimyasal bir tepkimede hiçbir değişmeye uğramadan tepkimenin olmasınıveya hızının
değişmesini sağlayan etkisi.katalizör * Kimyasal tepkimenin olmasınıveya hızının değişmesini sağlayan, katalitik etkiye yol açan madde. katalog * Kitaplıktaki kitaplarıveya belli bir daldaki gereçleri, nitelikleri bakımından tanıtmak, arandıklarında
bulunmalarını sağlamak amacıyla, yer numaraları belirtilerek hazırlanmışkitap, defter veya fişten oluşan bütün, fihrist.
* Kitap evi, yayın evi, kurum gibi kuruluşların yayınlarını, ürettikleri malları, eşyalarıtanıtan, gösteren liste
veya kitap, fihrist.kataloglama * Kataloglamak işi. kataloglamak * Kitaplıktaki veya belli bir daldaki gereçleri yer numarası, bibliyografik kimlik vb. bakımından tespit etmek. katalpa * İki çeneklilerden, yapraklarıçok iri ve kalp biçiminde, çiçekli bir süs bitkisi (Bignonia catalpa). katana * Bkz. kadana. katar * Lokomotif ile vagonların oluşturduklarıdizi, tren.
* Taşıt dizisi.
* Bir arada giden hayvan dizisi.katar katar * Birçok katardan oluşmuş, dizi dizi. katarakt * Ak su, ak basma, perde. katarlama * Katarlamak işi. katarlamak * Katar durumuna getirmek, arka arkaya dizmek. katarlanma * Katarlanmak işi yapılmak veya katarlanmak işine konu olmak. katarlanmak * Katarlanmak durumuna getirmek veya katarlanmak işine konu olmak. katavaşya * Göçebe balıkların, ısıdüşmesi sonucu Karadeniz’den Marmara denizine veya Akdeniz’e geçmeleri. katbekat * Kat kat. katedral * Başkilise. kategori * Aralarında herhangi bir bakımdan ilgi veya benzerlik bulunan şeylerin tamamı, grup, ulam. kategorik * Kesin, açık.
* Kesinlikle, şartsız olarak.katetme * Katetmek işi. katetmek * Kesmek, bölmek.
* Bir yeri aşarak geçmek, yol olmak.katgüt * Ameliyatlarda yaralarıdikmek için kullanılan, bağırsaktan yapılmışiplik. katı * Sert, yumuşak karşıtı.
* Hoşgörüsüz, acımasız, merhametsiz, zalim.
* Düşünce ve davranışlarında belli ilkelere sıkısıkıya bağlı olan.
* Sıvıların ve gazların tersine, içinde bulunduğu kabın veya üstünde bulunduğu yerin biçimini almayan, sulp.
* Çok, aşırıderecede.katı * Taşlık, konsa. katıkalpli * Katıyürekli. katısöz * Sert ve kırıcısöz. katıyağ * Don yağı, parafin gibi normal sıcaklıkta iken katıdurumda bulunan yağ. katıyumurta * Lop yumurta. katıyürekli * Acıması olmayan, acımasız. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 54
kasılgan * (kas ve organik dokular için) Kasılma özelliği olan, kasılabilen. kasılganlık * Kasılgan olma durumu. kasılış * Kasılmak işi veya biçimi. kasılma * Kasılmak işi, büzülme, takallus. kasılmak * Kasmak işi yapılmak.
* Büzülüp kasılmak, takallüs etmek.
* Büyüklenmek, kurumlanmak, gururlanmak.kasım * Yılın 30 gün çeken on birinci ayı, son teşrin, teşrinisani.
* Kışın başlangıcısayılan 8 kasım günü başlayıp hıdrellezin ilk günü olan 6 mayısa kadar altıay süren dönem.kasım kasım * Kasılmak hareketiyle birlikte “çok büyüklenmek, kurum satmak, gururlanmak” anlamında kullanılır. kasımpatı * Birleşikgillerden, çiçekleri iri, katmerli ve türlü renkte, sonbahardan kışa değin açan bir süs bitkisi,
krizantem (Chyrsanthemum).kasınç * Kaslarda ağrılıkasınma, kramp. kasınma * Kasınmak işi. kasınmak * Kasılıp kalmak.
* Büyüklenmek, kibirlenmek, kendini beğenmek.kasıntı * Giyeceği daraltmak veya kısaltmak için yapılan eğreti dikiş.
* Büyüklenme, kurum, gurur.
* Büyüklenen, gururlanan ve bunu davranışlarıyla belli eden (kimse).kasıntılı * Kasıntısı olan.
* Büyüklenen, kurumlu, kibirli, gururlu.kasıntısız * Kasıntısı olmayan.
* Büyüklenmeyen, kurumlu, gururlu davranmayan.kasıp kavurmak * baskıyaparak veya kıyıcıdavranışlarla bir topluluğu ezmek, zulmetmek.
* çok zarar vermek, mahvetmek.
* çok etkilemek, hüküm sürmek.kasır * Köşk. kasırga * Hızısaatte 120 km yi aşan çok güçlü fırtına.
* Duyguların patlak verişi, büyük heyecan, coşku.kasıt * Amaç, istek, maksat.
* Öldürme, yaralama veya zarar vermek isteme, kötü niyet.kasıtlı * İsteyerek, bilerek yapılan, maksatlı. kasıtsız * İsteyerek, bilerek yapılmayan, maksatsız. kaside * On beş beyitten az olmayan, bütün beyitlerin ikinci dizeleri en baştaki beyit ile kafiyeli bulunan ve çoğu
kez büyükleri övmek için yazılan divan edebiyatımanzumesi.kasideci * Kaside yazan şair.
* Birine yaranmak amacıyla aşırıövgüde bulunan kimse.kasidehan * Kaside okumayımeslek edinmişkimse. kasis * Kara yolunda oluşmuşçukurlar ve tümsekler.
* Bir yolun doğrultusunu dik kesen bir yandan öbür yana geçen ark.kasiyer * Kasa başında oturarak para alıp kasa fişi veren kimse, kasadar. kask * Darbelerden başıkorumak için, sertleştirilmişsentetik maddelerden yapılmışsağlam başlık. kaskatı * İyi katı, çok katı.
* Acımasız, hoşgörüsüz.
* Kıpırdamaksızın, hareketsiz veya donmuşolarak.kaskatıkesilmek * aşırıcoşku, soğuk, korku, üzüntü vb. karşısında hareket edemeyecek, bir şey söylemeyecek duruma
gelmek, donup kalmak.kasket * Genellikle erkeklerin giydiği, önü siperli başlık. kasketçi * Kasket yapan veya satan kimse. kasketçilik * Kasketçinin işi veya mesleği. kasketli * Kasketi olan. kasketsiz * Kasketi olmayan. kasko * Taşıtların uğrayacaklarıkazadan doğacak zararların karşılanması için yapılan sigorta. kaslaşma * Kaslaşmak durumu. kaslaşmak * Kas durumuna gelmek. kaslı * Kasları gelişmişolan, adaleli. kasma * Kasmak işi. kasmak * Kısaltmak.
* Daraltmak.
* Baskısıaltında tutmak.kasnak * Enli çember.
* Kalbur ve tel gibi şeylerin tahta çemberi.
* Nakışişlemek için gergef gibi kullanılan, kumaşı germeye yarayan, tahtadan çember.
* Pehlivanların giydikleri kispetin bele gelen bölümü.
* Makinelerde, bir milden başka mile hareket geçiren kayışların takıldığıdemir çember.
* Kıyıları oluk biçiminde pervazlı, metal ve tahtadan yapılmışçember.
* Bir sütunun gövdesini oluşturan silindir biçimindeki taşların her biri.kasnak işlemek * kasnakta nakışişlemek. kasnakçı * Kasnak, elek, ölçek gibi tahta işleri yapan kimse. kasnaklama * Kasnaklamak işi. kasnaklamak * Kasnak içine almak, çemberlemek.
* Kollarınıdolayarak kavramak.
* Yapılarda, betonun şişmesini önlemek ve direncini artırmak için, sıkıştırılmış betonun çevresini metalden
bir kasnak içine almak.kasnı * Çadıruşağı, şeytantersi ağacı gibi bitkilerden elde edilen bir zamk. kassız * Kası olmayan.
* Adelesiz.
* Kasları gelişmemişolan.kast * Bkz. kasıt. kast * Ayrıcalıklar bakımından yukarıdan aşağıya doğru kesin ölçülerle sınırlanmış bulunan, en koyu biçimiyle
Hindistan’da görülen toplumsal sınıfların her biri.kastanyet * Parmaklara takılarak çalınan bir tür zil. kastanyola * Bir çarkın dişlerine takılıp geriye doğru dönmesini önleyen dil.
* Akan gemi zincirini sıkarak durdurmak için kullanılan, güverte locasının altına konmuş, hareketli demir
kol. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 55
kastanyola yuvası * Bir çarka kastanyola için açılmışdişlerin arası. kastar * Pamuk ipliğini veya bezini bol ve soğuk su ile yıkayarak ağartma işi. kastarcı * Kastar işini yapan kimse. kastarcılık * Kastar yapma işi. kastarlama * Kastarlamak işi. kastarlamak * Pamuk ipliğini veya bezini bol ve soğuk su ile yıkayarak ağartmak. kastarlı * Kastarlanmışolan. kasten * Kasıtla, bile bile ve isteyerek. kastetme * Kastetmek işi. kastetmek * Amaçlamak, amaç olarak almak; demek istemek.
* Kötülük etmek, kıymak, zarar vermeyi istemek.kastı olmak * ona karşıkötülük etmek, zarar verme isteği beslemek. kastî * Kasıtlı olarak, bilerek, isteyerek (yapılan). kastor * Kunduz.
* Kunduz kürkü.
* Bu kürkten yapılmış.kasvet * Sıkıntı, iç sıkıntısı. kasvet basmak (veya çökmek) * çok sıkılmak, içi daralmak. kasvet vermek * sıkıntıvermek. kasvetli * İç sıkıcı, sıkıntılı. kasvetsiz * Sıkıntı olmayan, iç sıkmayan. kaş * Gözlerin üzerinde kemerli birer çizgi oluşturan kısa kıllar.
* Kemerli ve çıkıntılışey veya yer.
* Sarp kayalık, uçurum.
* Eyerin ön ve arkasındaki çıkıntılı bölüm.
* Duvar, bağve bahçelerde toprak yığarak yapılan sınır, set.kaşçatmak * kızmak, öfkelenmek. kaşgöz etmek * kaş, göz işaretleriyle bir şey anlatmaya çalışmak. kaşgöz işareti yapmak * kaşve gözle birşeyler anlatmak, dikkat çekmek. kaşile göz, gerisi söz * yüz güzelliğinde kaşile gözün önemini belirtir. kaşjölesi * Kaşın düzgün görünmesini sağlayan bir madde. kaşyapayım derken göz çıkartmak * işi düzelteyin derken büsbütün bozmak. kaşyıkamak * kaşçatmak. kaşağı * Hayvanlarıtımar etmek için kullanılan, sactan, dişli araç.
* Sırtıkaşımak için kullanılan uzun saplı, ucu kaşık veya ek biçiminde, tırnaklıaraç.kaşağılama * Kaşağılamak işi. kaşağılamak * Tımar etmek için hayvana kaşağısürmek. kaşağılanma * Kaşağılanmak işi. kaşağılanmak * Kaşağılanmak işi yapılmak. kaşağılatma * Kaşağılatmak işi veya durumu. kaşağılatmak * Kaşağılamak işini yaptırmak. kaşalot * İspermeçet balinası.
* Aptal, budala.kaşan * (hizmet veya binek hayvanları için) Durup işeme. kaşan yeri * Uzun yolda hayvanların durup işedikleri ve biraz dinlendikleri yer. kaşandırma * Kaşandırmak işi. kaşandırmak * Hayvanıdurdurup işetmek. kâşâne * Büyük, süslü köşk, saray gibi yapı. kaşanma * Kaşanmak işi. kaşanmak * (hizmet ve binek hayvanları için) Durup işemek. kaşar * Koyun sütünden yapılan, tekerlek biçiminde, sarımtırak, yağlı bir peynir.
* Oyunda açıkgöz, kurnaz olan kimse.kaşar peyniri * 343 kaşar. kaşarlanma * Kaşarlanmak işi. kaşarlanmak * Bir işte, bir hareketle çok tecrübe kazanmak.
* Hoşa gitmeyen bir harekete veya bir işe alışarak artık ondan üzüntü duymaz olmak.kaşarlı * Kaşarla yapılmış.
* Kaşarlanmış.kaş bastı * Başa ve alna bağlanan bağ, çatkı. kaşe * Damga, mühür.
* Toz ilâçların içine konulduğu, yutulmaya uygun, güllâçtan küçük kap.kaşeksi * Bütün beslenme işlevlerinin bozulmasıyla oluşan ileri derecede zayıflık. kaşeleme * Kaşelemek işi.