Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 41

    karacılık * Karacı olma durumu, müfterilik, iftira.
    karaciğer * Karın boşluğunun sağında bulunan, öd salgılayan, şeker depolayan, iri, açık kahve rengi organ.
    karaçalı * Hünnapgillerden, kurak yerlerde yetişen, çiçekleri altın sarısırenginde, dikenli bir bitki, çalıdikeni (Paliurus
    spinosa).
    * İki kişinin arasına girerek ilişkileri bozan kimse.
    karaçalılık * Kara çalısıçok olan yer.
    karaçam * Bir tür çam (Pinus nigra).
    Karaçayca * Karacaylıların konuştuğu Türk dilinin bir kolu.
    karaçayır * Buğdaygillerden, çimen biçiminde veya genişçayır olarak yetiştirilen bir park bitkisi (Lolium).
    Karaçaylı * Karaçay halkından olan (kimse).
    karada ölüm yok * bundan sonra herhangi bir sıkıntı ile karşılaşma ihtimali yok.
    Karadağlı * Karadağhalkından olan (kimse).
    karadağlı * Bir tür toplu tabanca.
    Karadeniz’de gemilerin mi battı? * çok düşünceli ve durgun görünen kimselere söylenir.
    karadul * Sokması büyük acıveren, iri, esmer, zehirli örümcek (Latrodectus mactans).
    karadut * Siyah renkte olan dut.
    karafa * Uzun boyunlu, kulpsuz küçük rakısürahisi.
    karafaki * Bkz. karafa.
    karafatma * Kın kanatlılardan, böcek, kurt ve sümüklü böceklerle beslenen, tarıma yararlı, parla siyah renkli bir böcek
    (Carabus).
    karagevrek * Bir çeşit üzüm.
    karagöz * Deve derisinden veya mukavvadan kesilip boyanmışinsan biçimlerini beyaz bir perde üzerine arkadan ışık
    vererek yansıtma yoluyla oynatılan oyun.
    * (ilk harf büyük) Bu oyunda halk görüşünü ve duyuşunu veren kimse.
    karagöz * İzmaritgillerden, 25-30 cm uzunluğunda, enli, boz renkli, beyaz etli bir balık (Sargus sargus).
    karagöz oynatmak * komik bir durum yaratmak.
    karagözcü * Karagöz oyunu oynatan kimse, hayalî.
    * Karagöz oyununda kullanılan boyanmışinsan biçimlerini yapıp satan kimse.
    karagözcülük * Karagözcünün mesleği.
    karagözlük * Güldürüp eğlendirecek davranış.
    karagözlük etmek * güldürüp eğlendirecek davranışlarda bulunmak.
    karagül * Karakul.
    karağı * Ateşkarıştırmaya yarayan, eğri uçlu demir çubuk.
    karağı * Tavukkarası.
    karahalile * Doğu Hindistanda yetişen bir bitkinin olgunlaşmasında önce toplanan ve kurutulan 1-3 cm uzunuluğunda,
    iğbiçiminde siyah renkli, sert, kokusuz taneleri (Fructus Myrobalani).
    Karahanlı * Orta Asya’da kurulmuşeski bir Türk devleti ve bu devleti kuran soy.
    karahindiba * Birleşikgillerden, uzun ve dişli yapraklı, çiçekleri sarıve kömeç biçiminde bir bitki (Taraxacum).
    karaiğne * Bir çeşit iğneli karınca.
    Karaim * Çoğunluğu Türk soyundan olan ve çoğu Polonya ve Litvanya topraklarında oturan bir Musevî topluluğu,
    Karay.
    Karaimce * Karaim Türkçesi, Karayca.
    karakabarcık * Kara yanık, yanıkara şarbon.
    karakaçan * Eşek.
    karakafes * Sığır diligillerden, çiçekleri beyaz ve menekşeye çalar kırmızırenkte, eczacılıkta kullanılan bir bitki, eşek
    kulağı(Symphytum).
    Karakalpakça * Karakalpakların konuştuğu Türk dilinin bir kolu.
    karakarga * Kuzgun.
    karakaş * Vücudu beyaz, ağız, burun, göz etrafı, kulak ve tırnaklarısiyah, bazen vücutlarında da siyah lekeler
    bulunan, yağlıkuyruğunun uç kısmıakkaramanlara göre fazla sarkık ve daha ziyade Güney Doğu Anadolu bölgesinde
    yetiştirlen bir tür koyun.
    karakavak * 35 m ye kadar yükselebilen, kabuğu koyu renkli bir kavak türü (Populus nigra).
    karakavuk * Hindiba.
    karakavza * Yaban havucu.
    karakeçi * Sazana benzer bir tatlısu balığı(Barbus fluviatilis).
    * Kıl keçisi.
    karakılçık * Kılçıklarısiyah olan, kırmızıveya beyaz, sert taneli buğday.
    karakol * Güvenliği sağlamakla görevli kimselerin bulunduğu konut.
    * Huzuru ve güvenliği sağlamak için hükûmete bağlıher türlü silâhlıkuvvet, kol, devriye.
    karakol gemisi * Kara sularında güvenliği sağlamak ve gözcülük yapmak için dolaşan küçük gemi.
    karakol gezmek * karakol göreviyle dolaşmak, devriye gezmek.
    karakolluk * Karakolla ilgili.
    karakolluk olmak * kavga sonucu karakola gitmek zorunda kalmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 35

    kapatılış * Kapatılmak işi veya biçimi.
    kapatılma * Kapatılmak işi.
    kapatılmak * Kapatmak işine konu olmak veya kapatmak işi yapılmak.
    * Ortadan kaldırılmak, feshedilmek.
    * Bir yerde tutulmak, hapsedilmek.
    kapatış * Kapatmak işi veya biçimi.
    kapatma * Kapatmak işi.
    * Bir erkekle nikâhsız yaşayan kadın, kapama, metres.
    * Yolsuz olarak değerinden aşağıelde edilmiş(mal).
    * Basketbolda, elinde top olmayan bir oyuncunun pas almasına veya ilerlemesine engel olma.
    kapatmak * Kapamak.
    * Yolsuz olarak bir malıdeğerinden aşağı bir karşılıkla elde etmek.
    * Bir kadınla nikâhsız yaşamak.
    * Yayımınıyasak etmek, yayımına son vermek.
    * Bütün masraflarıüzerine alıp isteği doğrultusunda ve başkalarını içeri almadan eğlenmek.
    * Bitirmek, unutturmak, söz edilmesini engellemek.
    kapattırma * Kapattırmak işi.
    kapattırmak * Kapatmak işini birine yaptırmak.
    kapçak * Uzun saplı büyük kanca.
    kapçık * Küçük kap.
    * Kovan.
    * Tahıl tanelerinde çanak.
    kapçık meyve * Meşe palamudu, ceviz gibi açılmayan, tek taneli kuru meyve.
    kapçıklı * Kapçığı olan.
    kapelâ * Şapka.
    kapı * Bir yere girip çıkarken geçilen ve açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı.
    * Bu açıklıktaki açılıp kapanan kanat.
    * Gelir, geçim, kısmet sağlayan yer, kaynak veya imkân.
    * Gidere yol açan ihtiyaç.
    * (tavla oyununda) İki pul üst üste getirilerek karşı oyuncunun o haneyi kullanmasına engel olan yer.
    * Ev gezmesi için gidilen yer.
    * Devlet dairesi.
    * Çok yakın zaman.
    * Resmî daire.
    kapı(bir) komşu * bitişikte oturan komşu.
    kapıaçmak * bir şeyin sözünü etmek veya bir işe başlamak.
    * pazarlığa çok yüksek bir fiyatla başlamak.
    kapıağası * Av dışında padişahın yanında bulunan iç ağaların en büyüğü olan görevli.
    * Sadrazam kapısının iç düzenini sağlamakla yükümlü görevli.
    kapıağzı * Kapının hemen yanı.
    kapıalmak (veya yapmak) * tavla oyununda bir haneye üst üste iki pul getirmek ve o hanenin karşı oyuncu tarafından kullanılmasını
    engellemek.
    kapıaralamak * bir konuya girişyapmak, karşısındakini hazırlamak.
    kapıaramak * ev ziyareti yapmak istemek.
    kapı baca açık (veya kilitli) * korunmasız veya korunmuş(yer).
    kapıçuhadarı * Osmanlıdevlet teşkilâtında ayak işlerinde, özellikle postacılık görevinde kullanılan kimse.
    kapıdışarıetmek * kovmak, dışarıatmak.
    kapıduvar * Çalındığında açılmayan kapı; ses seda çıkmayan yer.
    kapı gibi * iri vücutlu (kimse).
    kapıhalkı * Sadrazam, vezir, eyalet valileri, beylerbeyleri gibi devlet büyükleri yanında hizmet gören kimselere verilen
    genel ad.
    * Zengin ve büyük bir evde çalışanların bütünü.
    kapıkadar * eni ve uzunluğu çok olan.
    kapıkâhyası * 343 kapıkethüdası.
    kapıkapamaca * Tamamıyla, toptan, hepsi, hep birden.
    kapıkapıaramak * her yeri aramak.
    kapıkapıdolaşmak (veya gezmek) * ev ev gezmek.
    * her devlet dairesine başvurmak.
    kapıkarşı * birbirine çok yakın iki komşu durumu.
    kapıkethüdası * Osmanlıegemenliği altındaki beyliklerin, yabancıdevletlerin, eyalet valilerinin, vezir ve beylerbeylerinin
    devletle ilgili işlerine bakan görevli.
    kapıkolu * Kapıyıaçmaya veya kapamaya yarayan, genellikle metalden yapılmışnesne.
    kapıkomşu * Biribirine çok yakın veya aynısokak içinde evi olan komşu.
    kapıkulu * Osmanlılarda, devletten ödenek alan, sürekli görev yapan atlıve yaya askerlerden oluşan teşkilât.
    kapımandalı * Kapının kapalıtutulmasına yarayan demir veya tahtadan araç.
    * İşe karıştırılmayan, kendisine önem verilmeyen kimse.
    kapı oğlanı * Kapıçuhadarıyamağı.
    * Elçiliklerde çevirmen yardımcısı.
    kapıperdesi * Rüzgâr ve soğuktan korunmak için, kalın kumaştan veya deriden yapılmışörtü, perde.
    kapıtokmağı * Kapıyıçalmakta kullanılan metal parça.
    kapıyapmak * bir şey istemek veya söylemek için karşısındakini önceden başka sözlerle hazırlamak.
    * ev gezmesi yapmak.
    * (tavla oyununda) bir haneye üst üste iki pul getirerek karşı oyuncunun pullarının ilerlemesine engel olmak.
    kapıyoldaşı * Aynıyerde ve görevde çalışanlardan her biri.
    kapıcı * Daire, otel, apartman gibi büyük yapılarda bekçilik, temizlik, alışverişgibi işlerle görevli kimse.
    * Osmanlıdevlet teşkilâtında saray kapılarını bekleyen görevli sınıfı.
    kapıcık * Yumurtacığın tepesinde bulunan ve yumurtacık zarlarının iyice bitişmemesinden oluşan ağız.
    kapıcılık * Kapıcının işi.
    kapıda kalmak * içeri girememek.
    kapıdan çevirmek * geri döndürmek, kabul etmemek.
    kapıdan kovsan bacadan düşer * yüzsüz, arsız kimseler için söylenir.
    kapıkule * Eski kale ve saraylarda iki yanında korunma kuleleri bulunan anıtsal kapı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 36

    kapılandırma * Kapılandırmak işi veya durumu.
    kapılandırmak * Kapılanmasını sağlamak.
    kapılanma * Kapılanmak işi.
    kapılanmak * Bir işe girmek; o işte uzun süre kalmak.
    kapılar yüzüne (üzerine, üstüne) kapanmak * istenilen şeye ulaşma imkânıverilmemek.
    kapılarıaçık tutmak * herhangi bir konuda ilişkiyi kesmeden anlaşma ortamınısürdürmeye çalışmak.
    kapılarıkapamak * bütün ilişkileri kesmek veya anlaşma ortamını ortadan kaldırmak.
    kapılgan * Kolayca etkilenen, her şeye çabuk kapılan.
    kapılganlık * Kapılgan olma durumu.
    kapılı * Kapısı olan.
    * Bir işte çalışan; özellikle resmî bir işte çalışan.
    kapılış * Kapılmak işi veya biçimi.
    kapılma * Kapılmak işi.
    kapılmak * Kapmak işine konu olmak.
    * Sürüklenmek.
    * Birine güvenip boş bulunarak aldanmak.
    * Tutulmak, bağlanmak.
    * Bir şeyin veya kimsenin güçlü etkisinde kalmak.
    kapının ipini çekmek * Bkz. kırk kapının ipini çekmek.
    kapıp koyuvermek * ihmal etmek.
    kapısıaçık * konuksever.
    kapısıaçık * Her isteyenin geldiği, konuk olduğu yer.
    kapısına kilit vurmak * girilip çıkılmasınıönlemek için bir yeri kapamak.
    * bir yerin çalışmasına son vermek.
    kapısınıaşındırmak * yanına çok sık gitmek.
    kapısınıçalmak * (birine) başvurmak.
    kapısınıyapmak * Bkz. kapıyapmak.
    kapısız * Kapısı olmayan.
    * Bir işi olmayan.
    kapış * Kapmak işi veya biçimi.
    * Kapışma.
    kapışkapış * Büyük bir istek göstererek.
    kapışkapışgitmek * çok çabuk satılmak, çok istenir olmak.
    kapışkapışyapmak * üstüne atılmak, rağbet göstermek.
    kapışılma * Kapışılmak işi.
    kapışılmak * Kapışmak işi yapılmak.
    * Çok istenilmek.
    kapışma * Kapışmak işi.
    kapışmak * Birlikte bir şeyin üzerine üşüşüp aceleyle almak, kapmak.
    * Kavgaya tutuşmak.
    * Kavgaya girmek.
    * (güreşte) Hırsla güreşe girmek.
    kapıştırma * Kapıştırmak işi.
    kapıştırmak * Kapışmak işini yaptırmak veya bu işin yapılmasına sebep olmak.
    kapıya dayanmak * gelip çatmak.
    * bir şey elde etmek için bir yeri, bir kimseyi zorlamak, göz korkutmak.
    kapıyıaçmak * bir işe veya bir konuya öncelikli olarak başlamak.
    * bir işte başkalarına örnek olmak.
    kapıyı büyük açmak * çok masraflı bir işe girişmek veya hesapsız harcamak.
    kapıyı göstermek * kovmak, uzaklaştırmak.
    kapik * Rublenin yüzde biri değerindeki para.
    kapital * Sermaye, ana mal.
    kapitalist * Sermayedar, ana malcı.
    kapitalistleşme * Kapitalistleşmek durumu.
    kapitalistleşmek * Kapitalist duruma gelmek.
    kapitalistleştirme * Kapitalistleştirmek işi.
    kapitalistleştirmek * Kapitalist duruma getirmek.
    kapitalizasyon * Anaparaya dönüştürmek işi.
    kapitalizm * Anamalcılık.
    kapitone * İçi pamuk veya yün vatka ile doldurularak dikilmiş, döşemelik veya giyim eşyasıyapımında kullanılan
    kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışveya bu biçimde dikilmiş.
    kapitülâsyon * Bir ülkede yurttaşların zararına olarak yabancılara verilen ayrıcalık hakları.
    kapkaç * Kapıp kaçmak yoluyla yapılan bir çeşit hırsızlık.
    kapkaççı * Belli etmeden para vb. şeyleri çalıp kaçan (kimse).
    * Üstünkörü işgören, işe gereken önemi vermeyen, baştansavma, alelâde.
    kapkaççılık * Kapkaççı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 37

    kapkara * Her yanıkara.
    * Kömür gibi kara, simsiyah.
    kapkaranlık * Çok karanlık.
    kaplam * Bir kavramın ve o kavramıdile getiren terimin içerdiği varlıkların ve bireysel olayların bütünü, kapsam,
    şümul.
    kaplama * Kaplamak işi.
    * Bir şeyin dışına süsleme veya koruma amacıyla geçirilen başka maddeden kat.
    * Üstü herhangi bir başka maddeyle kaplanmışolan.
    * Kalınlığı5 mm den az, ince ağaç levha.
    kaplamacı * Gümüş, altın gibi değerli madenlerle kaplama işi yapan kimse.
    kaplamacılık * Kaplamacı olma durumu.
    * Kaplamacının işi veya mesleği.
    kaplamak * Her yanınıörtmek, istilâ etmek.
    * Çepeçevre sarmak.
    * Bir kabın, bir kılıfın, bir örtünün içine almak.
    * Yayılıp doldurmak, etkisinde bırakmak.
    * Bastırmak.
    * Bir yüzeyi döşemek, başka bir nesne ile örtmek.
    * Kaplama adıverilen ince ağaç levhaları, değişik yöntemlerle hazırlanan tablalara yapıştırmak.
    * Bir madeni bir başka madenle kimyasal bir yöntemle örtmek.
    * Bir kimsenin veya bir şeyin nitelikleri herkesçe bilinir olmak.
    * (duygular için) Doldurmak.
    kaplamalı * Bir şeyle kaplanmış.
    kaplamalımobilya * Yüzeyleri ağaç, plâstik ve benzeri levhalarla kaplanmışmobilya.
    kaplamlı * Birçok şeyleri kaplamı içine alan.
    kaplamsal * Kavramla ilgili bütün özellikleri bir arada bulunduran.
    kaplamsallık * Kaplamsal olma özelliği.
    kaplan * Kedigillerden, enine siyah çizgili, koyu sarıpostu olan, Asya’da yaşayan çevik ve yırtıcıhayvan (Felis tigris).
    kaplan atlaması * Çift ayakla sıçrayıp kazanılan uçma hızıyla araç veya canlıengeller üzerinden aştıktan sonra, karşıdaki
    yardımcının omuzlarına dayanıp, hız keserek ayak üstü düşme.
    kaplan böcek * Başka böceklerle beslenerek tarım için çok yararlı olan kaplan böcekler familyasının örnek türü (Cicindela
    campestris).
    kaplan böcekler * Çok zararlı böcekleri oburca avlayarak, bitki, hayvan ve insan sağlığına yardımcı olan, güzel renkli, kın
    kanatlı böcekler familyası.
    kaplan derisi * Deri sanayiinde çok tutulan ve kadın giysisi yapımında kullanılan deri.
    kaplanboğan * Boğan otunun bir türü, itboğan (Aconitum napellus).
    kaplanış * Kaplanmak işi veya biçimi.
    kaplanma * Kaplanmak işi.
    kaplanmak * Kaplamak işi yapılmak.
    kaplatış * Kaplatmak işi veya biçimi.
    kaplatma * Kaplatmak işi.
    kaplatmak * Kaplamak işini yaptırmak.
    kaplayış * Kaplamak işi veya biçimi.
    kaplı * Kaplanmışolan.
    * Altındakini göstermeyecek kadar çok olan.
    * Kabı olan.
    kaplıca * Ilıca.
    kaplıca * Taneleri ufak bir cins buğday (Triticum monococcum).
    kaplıcalık * Kaplıcaya uygun, kaplıcada kullanmaya yarayan (şey).
    kaplık * Kap kacak koymaya yarayan yer.
    * Defter, kitap gibi şeyleri kaplamaya yarayan.
    * Herhangi bir kap dolduracak kadar olan.
    kaplumbağa * Kaplumbağalardan, çok sert ve kemiksi bir kabuk içinde yaşayan, ağır yürüyüşlü, dört ayaklı, sürüngen
    hayvan (Testudo).
    kaplumbağa gibi * soğukkanlıve yavaşhareket eden kimseler için kullanılır.
    kaplumbağa yürüyüşü * Çok ağır yürüyüş.
    kaplumbağalar * Sürüngenlerden, kara ve deniz kaplumbağalarının türlü cinslerini içine alan takım.
    kapma * Kapmak işi.
    * Hile ile elde edilen.
    kapmaca * Kapma.
    * Bkz. köşe kapmaca.
    kapmak * Birdenbire yakalayarak, çekerek almak.
    * Isırıp parçalamak.
    * Koparmak, kıstırmak.
    * İşitir işitmez veya görür görmez bellemek ve öğrenmek.
    * (yer için) Ayırmak, tutmak.
    * Bulaşmışolmak, geçmek.
    kapnisit * Hidratlıdoğal alüminyum fosfat.
    kaporta * Kaput veya ön kapak (otomobilde).
    * Motorlu taşıtlarda bütün taşıtıörten, genellikle sacdan yapılmışörtü.
    * Gemi içinin aydınlanmasıve hava almasıamacıyla güvertede açılmış bulunan camekânlıyer.
    kaportacı * Otomobil kaportalarını onaran usta.
    kaportacılık * Kaporta yapma veya onarma işi.
    kapriçyo * Çalgıveya ses için bestelenmiş, serbest biçimde parça.
    kapris * Geçici, düşüncesizce, değişken istek.
    kapris yapmak * değişken, geçici isteklerde bulunarak huysuzca davranmak.
    kaprisli * Kaprisi olan.
    kaprissiz * Kaprisi olmayan.
    kapsam * Sınırları içine başka konularıveya anlamlarıalma durumu, şumul.
    kapsama * Kapsamak işi.
    kapsama alanı * Telsiz telefonlarda konuşmanın yapılabileceği alan.
    kapsamak * İçine almak, sınırları içine almak, şamil olmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 38

    kapsamına alma (veya alınma) * içine alma (alınma), şümullendirme (şümullendirilme).
    kapsamını genişletmek * (bir şeyin) sınırları içine giren öğeleri genişletmek, şümullendirmek.
    kapsamlı * Kapsamı olan.
    * Kapsamı genişolan, şümullü.
    kapsayıcı * Bütün özelikleri ve incelikleri içine alan tanım, kısır döngü karşıtı.
    kapsız * Kabı olmayan.
    * Kaplanmamışolan.
    kapsül * Şişe kapağı.
    * Ateşli silâhlarda horozun veya iğnenin çarpmasıyla ateşalan, bir tür özel barutla dolu, küçük, yuvarlak
    metal parça.
    * Oyuncak tabancalarda kullanılan, şerit biçiminde iki kâğıt tabaka arasına konmuşpatlayıcımadde.
    * Lâboratuvarlarda kullanılan yarım küre biçimindeki kap.
    * Bazı bitkilerde tohumları içinde taşıyan kuru kabuk.
    * Bir organıveya yapıyıçevreleyen kese biçiminde zar.
    * Bazı ilâçların, kolay yutulmak üzere içine konulduğu, ilâcın yapısınıetkilemeyen jelâtinden kap.
    * Raflımobilyalarda raflarıtaşımak için yan tablalara açılan deliklere çakılan ortasıdelik ve silindir biçimli
    metal veya plâstik araç.
    * Oturma mobilyalarının, masa, sehpa gibi eşyaların ayaklarının altına çakılan, genellikle üç tırnaklıveya
    ortadan çivili, tepesi bombeli, kalın sacdan pres yapılarak elde edilen araç.
    kaptan * Gemi yönetimiyle ilgili en yüksek görevli.
    * (spor oyunlarında) Takım başı.
    * Kaptan pilot.
    * Balkanlarda çete savaşıyapan milis gücünde çarpışan kimse, efe.
    kaptan köprüsü * Kaptanın gemiyi yönettiği, geminin üst katında bulunan bölüm.
    kaptan köşkü * Kaptan köprüsü.
    kaptan paşa * Bkz. kaptanıderya.
    kaptan pilot * Uçak komutanı.
    * Şehirler arasıyolcu otobüslerinde sürücü.
    kaptanıderya * Osmanlıdevletinde deniz kuvvetlerinin en büyük askerî ve idarî âmiri.
    kaptanlık * Kaptan olma durumu.
    * Kaptan mesleği ve aşaması.
    kaptıkaçtı * Yolcu taşımakta kullanılan motorlu küçük taşıt.
    * İskambil kâğıtlarıyla oynanan bir tür oyun.
    * Kapıp kaçarak yapılan hırsızlık.
    kaptırma * Kaptırmak işi.
    * Marangozlukta kullanılan küçük el testeresi.
    kaptırmak * Ele geçirmesine, kapmasına yol açmak.
    * Vücudun herhangi bir organı, bir kaza sonucunda makine tarafından ezilmek veya koparılmak.
    * Yanlış bir davranışsonucu birine uygun imkânı sağlamak, fırsat vermek.
    * Elinden kaçırmak.
    kapuçin * Lâtin çiçeği.
    kapuska * Etli lâhana yemeği.
    kaput * Asker paltosu.
    * Otomobil, kamyon gibi motorlu taşıtlarda motoru örten açılır kapanır biçimde yapılan kapak, kaporta.
    * Cinsî ilişkilerle geçebilecek hastalıklardan korunmak veya kadının gebe kalmasınıönlemek için erkeklerin
    kullandığı ince, saydam bir çeşit kılıf, prezervatif, kondom.
    kaput * İskambilde hiç el vermeden yenme.
    * Kötü, bozuk.
    kaput bezi * Pamuktan düz dokuma, Amerikan bezi.
    kaput etmek * kâğıt oyununda karşısındakini tek sayıalmak imkânından yoksun bırakmak.
    kaput gitmek (veya olmak) * kâğıt oyununda hiçbir sayıalamamak.
    * hiçbir sınavıverememek.
    kaputluk * Kaput yapmak için kullanılacak (kumaş).
    * Kaputların konulduğu yer.
    kapuz * Dar ve derin boğaz, geçit.
    * İçine girilmeyen sık orman.
    kapüşon * Başlık.
    kar * Havada beyaz ve hafif billûrlar biçiminde donarak yağan su buharı.
    kâr * Alışverişişlerinin sağladığıpara kazancı.
    * Yarar, fayda.
    * Maliyet fiyatıyla satışfiyatıarasındaki fark.
    kar baykuşu * İskandinavya ve kuzey kürede yaşayan koyu renk benekli büyük baykuş(Nyctes scandica).
    kâr bırakmak * kazanç getirmek.
    kar çiçeği * Süsengillerden, beyaz ve pembe çiçekler açan soğanlı bitki (Leuconium).
    kar dikeni * Dişotugillerden, pembe çiçekli bir tür çalı(Acantholimon echinus).
    kâr etmek * kazanç elde etmek, yarar sağlamak.
    * etki yapmak.
    * iyi gelmek, etkisi iyi olmak.
    kâr etmemek * yararı olmamak, etki yapmamak.
    kâr getirmek * bir şey para kazandırmak.
    kar gibi * temiz, beyaz.
    kâr haddi * Kazanç sınırı.
    kar helvası * Pekmez karıştırılmışkar.
    * İcat edenlerin bile beğenmedikleri şey.
    kar ispinozu * Asya ve Avrupa’nın yüksek yerlerinde, karlık bölgelerde yaşayan serçeye benzer küçük ötücü kuş
    (Montifringilla nivalis).
    kâr koymak * bir şeyin maliyet fiyatıüzerine kâr payınıkatmak, kazanç koymak.
    kar kuşu * Serçegillerden, karlıdağların doruklarında yaşayan, bacaklarıve parmaklarıtüylü bir kuş(Plectrophenax
    nivalis).
    kar kuyusu * Yazın kullanılmak üzere içinde kar saklanan kuyu, karlık.
    kâr merkezi * Bir işletmenin veya şirketin kendi kâr veya zararlarından sorumlu olarak çalışan, yerine göre tamamen
    bağımsız davranabilen birimi.
    kâr payı * Herhangi bir malın maliyet fiyatıüzerine konulan ve satıcıya kalan kazanç.
    * Bir işletmenin maliyet giderleri ve zararlarıçıkarıldıktan sonra kalan net kârın pay senedi başına düşen
    bölümü, temettü hissesi.
    kâr paylaşımı * Bir işletmenin ve şirketin yıl sonu kârlarından çalışanlarına, bir teşvik yöntemi olarak, pay verilmesi.
    kar sapanı * Kayarken kayak uçlarını birbirine yaklaştırma, arka uçlarını ise birbirinden uzaklaştırmayla sağlanan
    frenleme durumu.
    kar yağmak * kar yere düşmek.
    kâr zararın kardeşidir * ticarette sadece kâr etmek düşünülmez, zarar da edilebilir.
    kara * Yeryüzünün denizle örtülü olmayan bölümü, toprak.
    kara * En koyu renk, siyah, ak, beyaz karşıtı.
    * Bu renkte olan.
    * Esmer.
    * Çoğu kez tür belirtmeye yarar.
    * Kötü, uğursuz, sıkıntılı.
    * Yüz kızartıcıdurum, leke.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 39

    kara ağızlı * Kara çalıcı, iftira eden.
    kara baht * Kara yazı.
    kara borsa * Piyasada olmayan malın gizlice yüksek fiyatla alınıp satılması işi.
    kara borsacı * Kara borsacılık yapan kimse.
    kara borsacılık * Kara borsacı olma durumu.
    kara borsaya düşmek * bir mal gizlice alınıp satılır olmak.
    kara boya * Zaç yağı, sülfürik asit.
    kara bulut * Koyu esmer renkte büyük yağmur bulutu, nimbus.
    kara cahil * Çok cahil.
    kara cümle * Aritmetikte dört işlem.
    kara çalmak * birine iftira etmek.
    kara çavuş * Bir tür üzüm.
    kara damaklı * İnatçı, aksi.
    kara davar * Her yaştaki kıl keçi veya kıl keçi sürüsü.
    kara düzen * Halk müziğinde bağlama çalıştürlerinden biri.
    kara elmas * Kayalarıdelmekte kullanılan siyah elmas, karbonado.
    * Maden kömürü.
    kara et * Kastan oluşan yağsız et.
    Kara Evli * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    kara fırın * İçinde odun yakılmak suretiyle ekmek pişirilen, yüksek ateşe dayanıklıtuğlalardan yapılmışve pişirme
    süresi modern fırınlardan daha uzun olan fırın, taşfırın.
    kara gün * Üzüntülü, sıkıntılızaman.
    kara gün dostu * Sıkıntılı günlerde de dostluğunu sürdüren ve yardımcı olan kimse.
    kara haber * Ölüm veya felâket haberi.
    * Kötü, üzücü veya sıkıntıyaratan haber, bilgi.
    kara haber tez duyulur * kötü haber çabuk duyulur.
    kara humma * Tifo.
    kara iklimi * Gece ile gündüz, yaz ile kışarasındali sıcaklık farkıçok, yağışıaz iklim.
    kara kafalı * BatıAvrupa ülkelerindeki insanların oralarda çalışan Türk işçilerine taktıklarıad.
    kara kalem * Resim yapmada kullanılan kömür kalem.
    * Kömür kalemiyle yapılan (resim).
    kara kaplıkitap * Tanık olarak alınan kitap.
    kara kara düşünmek * çok üzüntülü olmak, düşünceye dalmak.
    kara kaş * Kaşlarıkara ve gür olan.
    kara kedi geçmek * birbirinden soğumak, aralarına soğukluk girmek.
    kara kehribar * Süs eşyasıyapımında kullanılan parlak, siyah linyit, oksidiyon taşı.
    kara keme * Yer mantarı.
    kara kış * Kışortası, kışın en şiddetli zamanı, zemheri.
    * Çok sıkıntılıdurum veya zaman.
    kara koca * Saçıağarmamışyaşlıkimse.
    kara kovan * Arıların fennî kovan yerine içine petek oluşturduklarısazdan, çamurdan veya sepetten kovan.
    kara kullukçu * Yeniçeri ocağı bölüklerinde odalarıve odaya gelen konukların ayakkabılarınıtemizlemek, yemek kaplarını
    yıkamak gibi işlerle görevli er.
    kara kurbağası * Kurbağalardan, karalarda yaşayan, yumurtalarınısuya bırakan amfibyum.
    kara kuru * Esmer ve zayıf.
    kara kusmuk * İçinde bol kara kan bulunan kusmuk.
    kara kutu * Uçaklarda pilotların konuşmalarınıve kuleden gelen mesajlarıalıp saklayan bir araç.
    kara kuvvet * Din bağnazlığının oluşturduğu gerici ve tehlikeli güç.
    kara kuvvetleri * Bir ülkeyi karadan gelecek saldırıve tehlikeye karşıkorumak amacı ile kurulan askerî teşkilât.
    * Silâhlıkuvvetler içinde yer alan kara ordularının tümü.
    kara liste * Zararlıveya sakıncalıdiye belirlenen veya cezalandırılmalarıdüşünülen kimselerin listesi.
    kara maşa * Zayıf, esmer, ufak tefek kadın.
    kara mili * 1609 m uzunluğundaki ölçü.
    kara mizah * Yalnız güldürmeyi değil, daha çok düşündürmeyi ve yergiyi amaçlayan mizah.
    kara para * Yasa dışıyollardan sağlanan kazanç.
    kara pazar * Piyasada olmayan malların gizli olarak yüksek fiyatla satıldığıyer.
    kara saban * Derine inemediği için toprağın altını gereği kadar üstüne getiremeyen ilkel bir saban.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 40

    kara sarı * Sarıya çalan siyah.
    kara sevda * Umutsuz ve güçlü aşk.
    * Kişinin belirli bir sebep olmadan çöküntü durumuna girip çevreden gelen uyaranlara kapanması, güçlü suç
    ve günah duyguları içine düşmesi durumu, malihulya, melânkoli.
    kara sevdalı * Kara sevdaya tutulmuş, melânkolik.
    kara su * Ağır akan su.
    kara suları * Bir devletin deniz kıyıları boyunca egemenliği altında tuttuğu belli genişlikte su şeridi.
    kara sürmek * Bkz. kara çalmak.
    kara tahta * Okullarda tebeşirle üzerine yazıyazılan, çoğu tahtadan, siyah ve genişlevha.
    kara tren * Tren.
    kara vapuru * Demir yolu taşıtı.
    kara yağız * Sağlıklı, gürbüz, güçlü.
    kara yazı * Kötü talih, kara baht.
    kara yel * Kuzeybatıdan esen, genellikle soğuk, bazen fırtına niteliğinde yel, keşişleme karşıtı.
    kara yeli * Yaz geceleri karadan denize doğru esen yel.
    kara yer * Mezar, sin, gömüt.
    kara yolu * Yerleşim merkezlerini karadan birbirine bağlayan yol.
    kara yosunları * Çiçeksiz bitkiler sınıfından, nemli yerlerde yetişen, birleşim veya spor verme yoluyla üreyen, pek çok türleri
    bulunan bir bitki familyası.
    kara yosunu * Çayır ve ormanlarda yumuşak bir bitki oluşturan çiçeksiz bitki, temriye.
    kara yüz * Utanç verici, yüz kızartıcıdurum.
    kara yüzlü * Suçlu, lekeli, günahkâr.
    karaağaç * Kara ağaçgillerin örnek bitkisi olan, kerestesi değerli bir ağaç (Ulmus).
    karaağaçgiller * İki çeneklilerden, yapraklarıdişli, çiçekleri demet durumunda ve meyveleri kapçık meyve olan, kara ağaç,
    çitlembik gibi cinsleri içine alan bitki familyası.
    karaardıç * Güney Avrupa’da yetişen bir ardıç türü (Juniperus sabina).
    karaasma * Loğusa otu, zeravent.
    karabacak * Pancar fidelerinde gelişerek, fidenin ölümüne veya cılız kalmasına yol açan ve yerleştiği bölgeleri kara
    beneklerle örten asklımantar.
    * Bu mantarın sebep olduğu hastalık.
    karabakal * Karatavukgillerden, kara renkli ardıç kuşu (Tutrdus pilaris).
    karabaldır * Baldırıkara.
    karabalık * Tatlısu kayası.
    karaballık * Birtakım böceklerin çıkardıklarışekerli sıvıya yapışarak yaprak, filiz ve meyvelerin kurum karası bir renkte
    kaplanmasına yol açan ilkel mantar.
    * Bu mantarın sebep olduğu hastalık.
    karabasan * Sıkıntılıve korkulu düş, kâbus.
    * Bir kimsenin içinde bulunduğu karmakarışık, sıkıntılıruh durumu.
    karabaş * Rahip, keşiş.
    * Evlenmemiş, evlenmek istemeyen erkek.
    * Çoban köpeği.
    * Kışa dayanıklısert buğday.
    * Ballı babagillerden, çiçekleri mavi veya menekşe renginde başakçıklar durumunda olan ıtırlı bir bitki
    (Lvendula staechas).
    * Bir hücreli özel bir asalağın, hindinin karaciğerine yerleşerek yaptığı, büyük ölçüde ölümlere yol açan
    kümes hastalığı.
    karabatak * Karabatakgillerden, balıkla beslenen, gagasıuzun ve sivri, kara tüylü bir deniz kuşu (Phalacrocorax).
    karabatak gibi * bir görünüp bir ortadan kaybolan (kimse).
    karabatakgiller * Leyleksiler takımının, örnek hayvanıkarabatak olan bir familyası.
    karabet * Yakınlık.
    * Hısımlık.
    karabiber * Karabibergillerin örnek bitkisi olan, zeytinsi, meyvelerin taneleri yuvarlak, yapraklarıkalp biçiminde,
    tırmanıcı bir bitki (Piper nigrum).
    * Bu bitkinin baharat olarak kullanılan kuru ve siyah tanesi.
    * Sevimli ve ufak tefek esmer güzeli.
    karabibergiller * Taçsız iki çeneklilerden, karabiberle türlerini içine alan bir bitki familyası.
    karabina * Namlusu genellikle yivli, kısa ve hafif bir tüfek.
    karabinyer * İtalyan jandarmalarına verilen ad.
    karabuğday * Karabuğdaygillerden, tohumları için yetiştirilen, bir yıllık bitki (Fagopyrum).
    karabuğdaygiller * Taçsız iki çeneklilerden, ravent, kuzukulağı, kurtpençesi, çobandeğneği ve karabuğday gibi sapları
    boğumlu, çiçekleri başak veya salkım durumunda bazıtürleri hekimlikte kullanılan bitkileri içinde toplayan bir
    familya.
    karaburçak * Baklagillerden, hayvan yemi ve gübre olarak kullanılan bir tür, küşne (Ervum ervilla).
    karaca * Rengi karaya yakın olan, esmer.
    karaca * Geyikgillerden, boynuzlarıküçük ve çatallı bir av hayvanı(Capreolus).
    karaca * Üst kol.
    karaca darısı * Buğdaygillerden, hayvanlara yedirilmek için ekilen bir bitki (Panicum milliaceum).
    karaca kemiği * Bkz. kol kemiği.
    karaca kuruca * Esmer, zayıf ve çelimsiz bir biçimde.
    karaca ot * Bir çöpleme türü (Helloborus niger).
    * Çörek otu.
    karacı * Kara kuvvetlerine bağlı(subay, astsubay veya er).
    karacı * Birine işlemediği bir suçu veya kendisinde bulunmayan bir ayı bıyükleyen, kara çalan, iftiracı, müfteri.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 31

    kanıt * Bir şeyin doğruluğu, gerçekliği konusunda kanıverici belge, delil.
    * Sonurguya ulaşan bir uslamlamanın dayandığı gerçek, delil.
    * Kanıverici öğe; anlaşmazlık konusu olan şeyde, yargıcın kanılarını oluşturan şey.
    kanıtlama * Kanıtlamak işi.
    kanıtlamak * Bir şeyin gerçek yönünü kanıtla ortaya koymak, ispat etmek.
    kanıtlandırma * Kanıtlandırmak işi.
    kanıtlandırmak * Bir düşünceyi, bir savıyeterli delillerle doğrulamak, belgelemek ve açıklamak.
    kanıtlanış * Kanıtlanmak işi veya biçimi.
    kanıtlanma * Kanıtlanmak işi.
    kanıtlanmak * Kanıtlamak işi yapılmak, ispat edilmek.
    kanıtlı * Kanıtla gösterilmiş, müdellel.
    kanıtsama * Kanıtsamak işi.
    kanıtsamak * Kanıt, belge veya delil olarak kabul etmek.
    kanıya varmak * belli bir kanıedinmişolmak.
    kanıyla ödemek * yaptığının cezasınıhayatıyla ödemek.
    kani * Kanmış, inanmış.
    kani olmak * inanmak, kanmak.
    kaniş * Uzun, kıvırcık tüylü bir cins köpek.
    kankan * Kadınların oynadığı hareketli bir Fransız dansı.
    kankurutan * Adam otu.
    kanlama * Kanlamak işi.
    kanlamak * Kana bulamak.
    kanlandırma * Kanlandırmak işi.
    kanlandırmak * Kanlanmasını sağlamak.
    kanlanma * Kanlanmak işi.
    kanlanmak * Kan bulaşmak.
    * Kanıçoğalmak.
    * Bir organda kan birikmek.
    kanlı * Kan bulaşmış.
    * Kanı olan.
    * Kan dökülmesine sebep olan.
    * İsteyerek kan dökmüşolan (kimse), hunriz, katil.
    * Kanlanmışolan.
    * Kanıyoğun olan, demevi.
    * Kan davasında taraf olan.
    kanlı basur * Dizanteri.
    kanlı bıçaklı * Birbirlerini öldürecek kadar düşman olma.
    kanlı bıçaklı olmak * aralarında herhangi bir sebepten dolayı birbirini öldürecek kadar düşmanlık bulunmak.
    kanlıcanlı * Sağlıklı, sapasağlam, vücut sağlığıyüzünden belli olan.
    kanlıkatil * Çok insan öldürmüşveya birini vahşice öldürmüşkatil.
    kanlıyaş(lar) dökmek * büyük üzüntüyle ağlamak.
    kanlılık * Kanlı olma durumu.
    kanlısı olmak * birinin katili olmak.
    kanma * Kanmak işi.
    kanmak * Söylenilen sözün, anlatılan konunun doğruluğuna inanmak.
    * (tatlısözlere) Aldanmak.
    * (soyut veya somut olarak) Bir ihtiyacını, bir isteğini yeteri kadar karşılamışolmak, doymak.
    * Yetinmek, iktifa etmek.
    kanmazlık * İhtiyacınıveya isteğini yeteri kadar karşıladığıhâlde yeterli bulmamak.
    kano * Kürekle yürütülen dar, uzun, hafif tekne.
    kanon * Belirgin aralıklarla ilerleyen iki veya daha çok sesin taklidiyle oluşan bütün.
    kanotiye * Düz kenarlışapka.
    kansa * Bkz. konsa.
    kanser * Bir organ veya dokudaki hücrelerin düzensiz olarak bölünüp çoğalmasıyla beliren kötü ur, incitmebeni.
    kanser bilimi * Kanser hastalıklarını inceleyen tıp dalı, kanseroloji.
    kanserleşme * Kansere dönüşme.
    kanserleşmek * Kansere dönüşmek, kanser durumunu almak.
    kanserleştirme * Kanser yapıcı, kanser üretici.
    kanserli * Kanser niteliğinde olan.
    * Kansere yakalanmış.
    kanserojen * Kanserleştirici.
    kanseroloji * Kanser bilimi.
    kansız * Kanı olmayan.
    * Kan dökmeden yapılan.
    * Kanıaz olan, çok kan kaybetmişolan, anemik.
    * Duygusuz ve korkak.
    kansız ameliyat * Kanama olmayacak derecede kan dolaşımıdondurularak gerçekleştirilen ameliyat.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 32

    kansız cansız * Kanıaz olan, zayıf, bitkin.
    kansızlaşma * Kansızlaşmak işi.
    kansızlaşmak * Kanıazalmak, kansız kalmak.
    kansızlık * Kanda alyuvar sayısının ve hemoglobin miktarının azalmasından ileri gelen bir hastalık durumu, anemi.
    * Duygusuzluk, korkaklık.
    * Soysuzluk.
    kant * Şeker ve limonla içilen sıcak su.
    kantar * Ağırlık sıfırken yatay duran bir kaldıraç koluna dik olarak tutturulmuş bir ibrenin sapmasıyla kütleleri
    tartan araç.
    * Tartılacak kütle, alttaki çengele takılınca sarmal bir yaya bağlı olan ve normal olarak sıfırı gösteren bir
    okun, yanlarda gösterilmişağırlık birimleri hizasına gelmesiyle kütle ağırlığını belirleyen bir tür tartıaleti, el kantarı.
    * Baskül.
    * 56,452 kg ağırlığında veya kırk dört okkalık bir ağırlık ve sığa birimi.
    kantar ağası * Çarşıve pazarlarda tartıaraçlarınıdenetleyen görevli.
    kantar kabağı * Su kabağı.
    kantar kolu * Üzerinde kantar topunun bulunduğu ve hareket ettiği demir çubuk.
    kantar topu * Kantarda bir ağırlık tartılırken, dengeyi sağlayan kantar kolu üzerinde hareket ettirilebilen metal küre.
    kantara çekmek (veya vurmak) * (bir şeyi) tartmak.
    * birini sınama.
    kantarcı * Kantar yapıp satan kimse.
    * Çarşıya, pazara getirilen şeyleri tartıp vergisini toplayan görevli.
    kantarcılık * Kantarcının yaptığı iş.
    kantarı belinde * gözü açık, aldatılmaz.
    kantarın topunu kaçırmak * ölçüyü kaçırıp aşırıdavranmak.
    kantariye * Çarşıya, pazara getirilen şeylerden alınan tartıvergisi.
    kantarlama * Kantarlamak işi.
    kantarlamak * Kantarla ağırlığınıölçmek.
    * Düşünüp taşınmak.
    * Birini denemek, sınamak.
    kantarlı * Ağır sövgü, ağır sövmek” anlamına gelen kantarlıküfür ve kantarlıyısavurmak deyimlerinde geçer.
    kantarlıküfür * Ağır sövgü.
    kantarlık * Kantar ölçüsünde olan.
    kantarma * Azılıatlarızapt etmek için dillerini bastıracak biçimde yapılmışdemir araç.
    kantaron * Kızıl kantarongillerden, hekimlikte kullanılan, sarıçiçekli, acıköklü, küçük bir bitki (Gentiana lutca).
    * Birleşikgillerden, sarı, mavi, kırmızıçiçekli türleri bulunan otsu bir bitki (Centaurea). Bu cinsin tahıl
    tarlalarında sık rastlanan mavi çiçekli bir türü, peygamber çiçeği, belemir (Centaurea cyanus).
    kantat * Kahramanlık veya din konularında yazılıp bestelenen şiir veya bu şiirin orkestra eşliğindeki tek veya çok
    sesli bestesi.
    Kantçı * Kant’ın felsefesine ilişkin veya Kant felsefesi yanlısı olan.
    Kantçılık * Kant felsefesi öğretisi.
    kantin * Kışla, fabrika, okul gibi yerlerde yiyecek ve içecek maddelerinin satıldığıyer.
    * Bu gibi kurumlarda işletilen ve yalnız o kuruma bağlıkimselerin yemek yediği lokanta.
    kantinci * Kantin işleten kimse.
    kantincilik * Kantin işletme işi.
    kantiyane * Kızıl kantarongillerden, hekimlikte iştah açıcı olarak kullanılan bir tür bitki (Gentiana).
    kanto * Tulûat tiyatrolarında oyundan önce genellikle kadın sanatçıların şarkısöyleyip dans ederek yaptığı gösteri.
    * Bu gösteri sırasında söylenen şarkı.
    kantocu * Kanto söyleyen kadın.
    kantoculuk * Kantocunun yaptığı iş.
    kanton * İsviçre Konfederasyonunu oluşturan devletlerden her biri.
    kantonit * Doğal bakır sülfürü.
    kanun * Yasa.
    * Geçerli olan kural.
    kanun * Dikdörtgen biçiminde, bir köşesi kesik, yassı bir sandık üzerine gerilmiştellerden oluşan, tırnak adıverilen
    çalgıçlarla çalınan ince saz çalgısı.
    kânun * Yılın ilk (kânunuevvel) ve son (kânunusani) ayı.
    kanun adamı * Yöneticiliği sırasında kanunlara uymaktan vazgeçmeyen kimse.
    kanun dışı * Yasa dışı.
    kanun hükmünde kararname * Bakanlar Kurulunca yayınlanan ve kanun değerinde olan karar.
    kanun koyucu * Kanun yapma veya kanun koyma yetkisi olan.
    kanun lâhiyası * Kanun tasarısı.
    kanun maddesi * Kanun, tüzük ve yönetmeliklerinin ayrıayrıhükümlerinin gösteren bölüm, bent, fıkra.
    kanun sözcüsü * 343 yasa sözcüsü.
    kanun tasarısı * Hükûmetin Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere hazırladığı onaylanmamış, yürürlüğe konmamışkanun.
    kanun teklifi * Meclis üyelerinin Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere hazırladıklarıkanun örneği.
    kanun yoluyla * kanuna göre, kanunun belirttiği gibi.
    kanuncu * Kanun çalan kimse, kanunî.
    * Kanun yapan veya satan kimse.
    kanunen * Yasa gereğince, yasal olarak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 33

    kanunî * Yasaya uygun, yasal, yasalı.
    kanunî * Kanun çalan, kanuncu.
    kanuniyet * Yasa olma gücünü kazanma.
    kanuniyet kesp etmek * yasa niteliğini kazanmak, yasa durumu almak, yasalaşmak.
    kanunlaşma * Kanunlaşmak işi, yasalaşma.
    kanunlaşmak * Yasalaşmak.
    kanunlaştırılma * Kanunlaştırılmak işi veya durumu.
    kanunlaştırılmak * Yasalaştırılmak.
    kanunlaştırma * Yasalaştırma.
    kanunlaştırmak * Yasalaştırmak.
    kanunname * Yasa kitabı.
    kanunsuz * Yasası olmayan, yasasız.
    * Yasaya aykırı.
    kanunsuzluk * Yasaya aykırılık, yasasızlık.
    kanunuesasi * Anayasa.
    kânunuevvel * Aralık ayı.
    kânunusani * Ocak ayı.
    kanyak * İspirto derecesi yüksek, özel kokulu, sarımtırak renkte bir tür içkinin patent adı, konyak.
    kanyon * Bir akarsuyun kalkerli bir alanda oyarak oluşturduğu derin, dar boğaz, kapuz.
    kaolin * Arıkil.
    kaolinit * Arıkilin temel maddesini oluşturan hidratlıalüminyum silikat.
    kaolinli * Birleşiminde arıkil bulunan.
    kaos * Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu.
    * Karışıklık, kargaşa.
    kap * İçi gaz, sıvıveya katıherhangi bir maddeyi alabilen oyuk nesne.
    * Kap kacak.
    * Türlü şeylerin taşınmasıveya saklanması için kullanılan torba, kılıf, çanta, sepet, sandık vb.
    * Kapak, cilt.
    * Kabın içindeki yemek, çeşit.
    kap * Gövdeyi omuzların üstünden çepeçevre saracak biçimde yapılmışolan bir tür üst giysisi.
    * Kadınların giydiği kolsuz üstlük.
    kâp * Aşık kemiği.
    kap kacak * Tencere, tava, sahan gibi mutfak eşyası.
    kapacık * Bkz. kapakçık.
    kapağıatmak * sıkıntısız, rahat bir yere sığınmak, kaçıp kurtulmak.
    kapak * Her türlü kabın üstünü örtmeye veya bir deliği kapamaya yarayan nesne.
    * Dolap, sandık gibi şeyleri örtmeye yarayan parça.
    * Kitap, defter gibi şeylerin en üstüne geçirilen kılıf.
    * Biçilen ağaç kütüklerinin iki yanından çıkan düzgün olmayan tahta.
    * Zıvanada iki dışyan parça.
    kapak atmak * aşırı, tıka basa dolmuşolmak.
    kapak bıçkıcısı * Kapak bıçkısında çalışan işçi.
    kapak bıçkısı * Kaba tahtaları boylamasına biçen ve düzelten, birkaç testereli bıçkıtezgâhı.
    kapak kızı * Resimli dergilerin kapak resimleri için poz veren genç kız.
    kapak tahtası * Biçilen tomruğun tahtalarından en dışta kalan tahta parçası.
    kapak takımı * Alafranga tuvaletlerde tuvaleti örten kapak, oturak ve vidaların bütünü.
    kapak taşı * Lâğım, su yolu vb. nin gereken yerlerinde bırakılan deliğin üzerini örten genişve yassıtaş.
    * Mezarlarda en üstte bulunan taş.
    kapak yıldızı * Resimli dergilerin kapak sayfaları için fotoğrafıçekilen ünlü kimse.
    kapakçık * Küçük kapak.
    * Yürekte veya damarlarda kanın veya başka sıvıların geri dönmesini önleyen supap durumunda küçük
    kapak.
    kapaklanma * Kapaklanmak işi.
    kapaklanmak * Bulunduğu yerden yüzüstü düşmek.
    * (yelkenli tekne) Güçlü rüzgâr veya ansızın gelen sağanak etkisiyle devrilmek.
    kapaklı * Kapağı olan.
    * Bkz. gizli kapaklı.
    kapaklık * Kapak taşı.
    * Kapak yapmağa özgü.
    kapaksız * Kapağı olmayan.
    * Görgüsüz, terbiyesiz.
    kapalı * Kapanmışolan, açılmamış, mestur.
    * Geçilmez durumda olan.
    * (işyeri için) Çalışma süresi sona ermiş.
    * Başıörtülü (kadın).
    * Açık ve kesin söz kullanmadan söylenen, müphem.
    * Gizli, saklı.
    * Dışa dönük yaradılışta olmayan.
    * (giyecek için) Açık olmayan.
    * (hava için) Bulutlu, karanlık.
    kapalı bölge * Ulaşım, ekonomi, nüfus hareketleri ve iletişim bakımından dışarıyla bağlantısı bulunmayan yer.
    kapalıçarşı * Dükkân ve ara yollarının üzeri tonoz ve kubbelerle örtülü çarşı.
    kapalıdevre * İçinden sürekli akım geçen elektrik devresi veya televizyon sistemi.
    kapalıduruşma * Mahkemede görevlilerden ve izinli olanlardan başkasının bulunmadığıduruşma.
    kapalıduruşma yapmak * duruşmaları gizli sürdürmek.
    kapalı geçmek * (bir konuda) önemli noktaya değinmemek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 34

    kapalı gişe * Bütün biletleri satılmışolan.
    kapalıhava * Bulutlu hava.
    kapalıhece * Ünsüzle biten hece: Kalk, bak gibi.
    kapalıkalp ameliyatı * Kalbin fizyolojik çalışmasıdurdurulmadan yapılan kalp ameliyatı.
    kapalıkutu * İçindekini belli etmeyen, sır saklayan.
    * Niteliği gizli kalan.
    kapalı olmak * işyapmamak.
    * ilgisiz kalmak.
    kapalı oturum * Gizli celse.
    kapalırejim * Dışülkelerle ilişki kurmayan siyasî düzen.
    kapalıtohumlular * Açık tohumlularla tohumlu bitkileri içine alan bitkiler âleminin bir alt şubesi.
    kapalıtribün * Açık sahadaki spor müsabakalarında seyircileri yağmurdan ve güneşten korumak için özel olarak üstü
    kapatılmış bölüm.
    kapalıyer korkusu * Dar ve kapalıyerlerde duyulan kaygıveya korku, klostrofobi.
    kapalıyetişmek * toplum hayatına girmeden, karışmadan yetişmek.
    kapalıyüzme havuzu * Kapalı bir mekân içine alınmış, suyu ısıtılan, yüzme sporunun yapıldığıhavuz.
    kapalılık * Kapalı olma durumu.
    * Anlatımın açık ve kesin olmama özelliği, ipham.
    kapama * Kapamak işi.
    * Taze soğan ve marulla pişirilmişkuzu eti yemeği.
    * Üst baş, giyecek takımı.
    * Kapatma.
    kapamacı * Hazır giysi takımısatan kimse.
    kapamaç * Kilit, sürgü, toka gibi unsurlarıkapalıtutmaya yarayan düzenek.
    kapamak * Bir açıklığıörtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek.
    * (hava için) Bulutlarla kaplanmak, sıkıntılı bir hâl almak, bir şeyin görünmesine engel olmak.
    * Geçişi engellemek.
    * Tıkamak, içini doldurmak.
    * (su, elektrik için) Gelişini kesmek.
    * Çalışamaz, görev ve işyapamaz duruma getirmek.
    * Üzerinde durmamak, bir şey üzerinde konuşmayı bırakmak.
    * Bir yere sokup dışarıçıkmasına engel olmak, hapsetmek.
    * Ortalıktan alıp saklamak.
    * Karşılamak, denk gelmek.
    kapan * Bazıhayvanlarıyakalamak için kullanılan, hayvanın ayağının değmesiyle işleyen tuzak.
    * Düzen, hile.
    * Pazara satılmak üzere gelen yiyecek maddelerinin tartıldığıresmî büyük kantar ve bu kantarın bulunduğu
    yer.
    kapan duygu * Yalnız başına ilerleyen, öbür hastalıklıdurumlara bağlı olmayan hastalık, idiopati.
    kapan kapana * Alıcısıçok.
    kapan kapana * bir şeyin yağma edildiğini veya çok ucuz fiyatla satıldığınıanlatır.
    kapan kurmak * bir hayvanıtuzağa düşürmek için kapan hazırlamak.
    kapana düşmek (girmek, kısılmak, kaymak, tutulmak veya yakalanmak) * içinden çıkılmaz bir duruma düşmek, ele geçmek.
    kapana düşürmek (veya kıstırmak) * hile ile yakalamak.
    kapana sıkıştırmak * birini zor durumda bırakmak.
    * birini düzenle ele geçirmek.
    kapanca * Küçük kapan.
    * Düzen, hile.
    kapanca * Tütün fidelerini örtmek için kullanılan hasır veya ottan örtü.
    kapancı * Kapanın başında bulunan görevli, tartıcı.
    kapanık * Kapanmış.
    * İç karartıcı, ruh sıkıcı.
    * Kaçınık.
    kapanıklık * Kapanık olma durumu.
    * İç karartıcı olma durumu.
    kapanın elinde kalmak * çok istenir ve aranır olmak.
    * bir şeyden ancak çabuk davranabilenler yararlanmak.
    kapanış * Kapanmak işi veya biçimi.
    kapaniçe * Padişah ve yüksek rütbeli din ve devlet görevlilerinin giydiği kolsuz, genişyakalıkürk.
    kapanma * Kapanmak işi.
    kapanmak * Kapalıduruma gelmek.
    * Dışarı ile ilişiğini kesmek.
    * Çalışamaz, etkinliğini sürdüremez duruma getirilmek.
    * Son verilmek, kesilmek.
    * Yüzü, gövdesi bir yere gelecek biçimde eğilmek.
    * Tatile girmek.
    * (yara için) İyileşmek.
    * (göz için) Kör olmak.
    * Gökyüzü bulutlanmak.
    kapantı * Patlayıcıünsüzün oluşmasından önceki boğumlanma noktasının kapanması: Kap, kat, top gibi.
    kapari * Yemişinden turşu yapılan gebre otunun bir adı.
    kaparo * Pey akçesi.
    kaparo vermek * bir kimseye pazarlığında anlaşılmış bir paranın küçük bir bölümünü önceden vermek.
    kaparolu * Kaparosu olan.
    kaparosuz * Kaparosu olmayan.
    kaparoz * Yolsuzca veya zorla elde edilen mal.
    kaparozcu * Yolsuzca veya zorla birinin malınıele geçiren (kimse).
    kaparozculuk * Kaparozcu olma durumu.
    kaparozlama * Kaparozlamak işi.
    kaparozlamak * Yolsuzca veya zorla birinin malınıele geçirmek.
    kapasite * (bir şeyi )İçine alma, sığdırma sınırı, kapsama gücü.
    * Bir kondansatörün elektrik yığma sınırı, sığa.
    * Anlama, kavrama yeteneği.
    kapasiteli * Kapasitesi olan.
    kapasitesiz * Kapasitesi olmayan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 25

    kamer balığı * Ay balığı.
    kamera * Alıcı, fotoğraf makinesi.
    * Bir çekime başlanırken, yönetmenin alıcıyıçalıştırmaları için verdiği buyruk.
    kameraman * Alıcıyönetmeni.
    kamerî * Ayla ilgili.
    kamerî ay * Ayın tam bir devriyle hesap edilen veya ayın hareketine göre düzenlenen süre.
    kamerî takvim * Bkz. ay takvimi.
    kamerî yıl * Bkz. ay yılı.
    kameriye * Bahçelerde yazın oturulmak için yapılan, kafes biçiminde, kubbeli, üstü yeşilliklerle sarılan süslü çardak.
    kameriyeli * Kameriyesi bulunan.
    kamersiz * Aysız, ayı olmayan.
    Kamerunlu * Kamerun halkından olan.
    kamet * Boy, endam.
    * Camide namaza kalkmak için okunan ezan.
    kamet getirmek * (cemaatin namaza kalkması için) müezzin, ezanın “namaza kalkınız” anlamındaki sözlerini okumak.
    kameti artırmak * bağırarak konuşmak.
    kamga * Yonga.
    kamış * Buğdaygillerden, sulak, nemli yerlerde yetişen, boğumlu, sert gövdesi olan bitkilere verilen ad (Phragmites
    australis).
    * Bu bitkiden yapılmış.
    * Erkeklik organı, penis.
    kamışatmak (veya koymak) * birine oyun etmek, arabozanlık etmek.
    kamışkalem * Yazıyazmak için kullanılan ince kamıştan yapılmışkalem.
    kamışkemik * Baldırın arka tarafında yer alan ince uzun kemik.
    kamışkulak * Kulakları ince, düzgün ve dik at.
    kamışçık * Kuyumcuların kullandığıüfleç.
    kamışlı * Kamışı olan.
    kamışlık * Kamışıçok olan yer.
    kamışsı * Gövdesi kamışgibi boşve boğumlu olan.
    kamikaze * (İkinci Dünya Savaşıyıllarında Japonya’da) İntihar uçağı.
    kâmil * Yetkin, erişkin, eksiksiz, ağırbaşlı, mükemmel.
    kâmilen * Büsbütün, toptan, hep birden.
    kamineto * Küçük ispirto ocağı, ispirtoluk.
    kamkaz * Kesme özelliğini yitirmiş, körleşmiş, keskin olmayan bıçak, orak vb. araç.
    kamp * Çadır veya baraka gibi eğreti araçlardan oluşturulan konak yeri.
    * Bu yerde konaklama.
    * Tutsakların veya siyasî sürgünlerin toplanıldığıyer.
    * Belli bir düşünce çevresinde birleşen topluluk.
    kamp kurmak * kamp için kalınacak yerde gerekli düzeni sağlamak.
    kampa girmek (veya kamp yapmak) * genellikle yarışma öncesi, yarışmaya gerektiği gibi hazırlanmak.
    kampana * Çan.
    kampana çalmak * (gemi, istasyon gibi yerlerde) belirli vakitlerde çan çalmak.
    kampanacı * Düzenbaz, hilekâr, sahtekâr.
    kampanya * (politika, ekonomi, kültür gibi alanlarda) Belirli bir süredeki etkinlik dönemi.
    kampanyacı * Kampanyaya katılan kimse.
    kampçı * Kamp kuran, kampta kalan kimse.
    kampçılık * Kamp kurma işi.
    * Kamp hayatı.
    kamping * Kamp kurma yeri.
    kamplaşma * Kamplaşma durumu.
    kamplaşmak * Kamplara ayrılmak, bölünmek.
    kampus * Şehir dışında kurulmuş bir üniversitenin alanıve yapıları, yerleşke.
    kamu * Hep, bütün.
    * Bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme.
    kamu davası * Kamu adına savcının açtığıdava, amme davası.
    kamu düzeni * Bütün toplumu ilgilendiren düzen.
    kamu güvenliği * Bir devlette zabıta hizmetleriyle halka sağlanan can ve mal güvenliği.
    kamu hizmeti * Devlet ve öteki kamu tüzel kişileri tarafından halkın genel ve ortak ihtiyaçlarının karşılanması.
    kamu hukuku * Devlet ile kişi arasında karşılıklı olarak hak ve ödevleri düzenleyen hukuk kolu, amme hukuku.
    kamu idaresi * Kamu yönetimi.