kalanlı bölme | * Bölünenden artanın, sıfırdan farklı bir sayı olduğu bölme işlemi. |
kalantor | * Gösterişi seven, varlıklı(kimse). |
kalantorca | * Kalantor gibi, kalantora uygun düşen biçimde. |
kalantorluk | * Kalantor olma durumu. |
kalas | * Kalın biçilmişuzun tahta. * Ahşap yapılarda kirişolarak kullanılan kalın biçilmişuzun tahta. * Kaba, anlayışsız, kereste. |
kalas gibi | * kaba, kibar veya nazik olmayan, incelikten yoksun olarak. |
kalastra | * Gemilerde cankurtaran filikalarını oturtmak için güvertelere konulan sehpa. |
kalavra | * Ölçeksiz ayakkabı, yemeni. * Deriden yapılmışeşya. |
kalavrahane | * Kundura atölyesi. |
kalay | * Atom numarası50, atom ağırlığı118,7 olan, gümüş beyazlığında 232°C’ de eriyen, 7,29 yoğunluğunda, kolay işlenebilen, yumuşak bir element. KısaltmasıSn. * Kalaylanmış bir kabın üzerindeki alaşım tabakası. * (insan için) Aldatıcı görünüş. * Sövme, küfür. |
kalay balık | * Balık avlamada oltanın ucuna yerleştirilen madde. |
kalaycı | * Kap kalaylayan kimse. * Üstünkörü işyapan, sahtekâr. |
kalaycılık | * Kalaycının işi. * Sahtekârlık. |
kalaydan çıkmak | * kalaylanmak. |
kalayhane | * Kalaycının çalıştığıyer. * Kalay işlerinin yapıldığıyer. |
kalayı basmak | * adamakıllıküfretmek. |
kalaylama | * Kalaylamak işi. |
kalaylamak | * Oksitlenmeden korumak için bir metal parçasınıveya kabıkalay tabakası ile kaplamak. * Eksiklikleri, kusurları görünüşte gizlemeye çalışmak. * Çok sövmek. |
kalaylanma | * Kalaylanmak işi. |
kalaylanmak | * Kalaylanmak işi yapılmak veya kalaylamak işine konu olmak. |
kalaylatma | * Kalaylatmak işi. |
kalaylatmak | * Kalaylamak işini yaptırmak. |
kalaylı | * Kalaylanmış(kap). * İçinde kalay bulunan. * Gösterişi ve süsü yapay olan. |
kalaysız | * Kalaylanmamış(kap). * Kalayıkalmamış(kap). * İçinde kalay bulunmayan. |
kalbe doğmak | * Bkz. içine doğmak. * kalbine doğmak. |
kalbe dokunmak | * acıveya üzüntü vermek. |
kalbe işlemek | * derin üzüntü uyandırmak. |
kalben | * İçten, gönülden olarak, yürekten. |
kalbî | * İçten, yürekten, gönülden (gelen). |
kalbi ağzına gelmek | * çok heyecanlanmak, korkmak, endişelenmek. * yüreği ağzına gelmek. |
kalbi çarpmak | * kalbi çok vurmak. * çok heyecanlanmak. * yüreği çarpmak. |
kalbi dayanmamak | * aşırıheyecan, üzüntü, yorgunluk veya herhangi bir hastalık yüzünden kalbi durmak, ölmek. * yüreği dayanmamak. |
kalbi ferahlamak | * yüreği ferahlamak. |
kalbi kararmak | * inancınıkaybetmek. * yüreği kararmak. |
kalbi kırık | * Üzgün, ümitsiz. |
kalbi parçalanmak | * çok üzülmek, yüreği parçalanmak. |
kalbi sızlamak | * üzüntü duymak, acımak, yüreği sızlamak. |
kalbi temiz | * Kötü niyeti ve düşüncesi olmayan. |
kalbi yerinden oynamak | * heyecanlanmak, yüreği yerinden oynamak. |
kalbi yıkmak kolay, yapmak zordur | * insanlarıkırmak ve üzmek, mutlu etmekten daha kolaydır. |
kalbi yırtılmak | * acıduymak. |
kalbine doğmak | * içine doğmak. |
kalbine girmek | * sevgisini kazanmak. |
kalbine göre | * başkaları için beslediği duygulara göre. |
kalbini açmak | * duygularını, düşüncelerini açık açık birine söylemek; içini dökmek. |
kalbini çalmak | * sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek. |
kalbini doldurmak | * yüreğini sevgiyle ısıtmak. |
kalbini eritmek | * merhametini çekmek, yumuşatmak. |
kalbini kazanmak | * kalp kazanmak. |
kalbini kırmak | * üzmek, incitmek, kalp kırmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 16
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 17
kalbini okumak * birinin duygu ve düşüncelerini, niyetini anlamak. kalbiyle konuşmak * düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak. kalbur * Tahıl ve başka iri taneli maddeleri elemek için kullanılan büyük delikli veya seyrek telli elek. kalbur gibi * delikleri olan, delik deşik. kalbur kemiği * Alın kemiğinin arkasında, kalbur gibi küçük delikleri olan, kafa tasının alt ve ön bölümünü oluşturan
kemik.kalbura çevirmek * delik deşik etmek. kalbura dönmek * delik deşik olmak. kalburabastı * Beze biçimine getirilmişhamur parçasının yassılaştırılıp ortasına ceviz içi ve yağkonmasıyla fırında
pişirilen ve piştikten sonra üzerine soğuk şeker şerbeti dökülen bir tatlıtürü.kalburcu * Kalbur yapan veya satan kimse.
* İşi, bir şeyi kalburdan geçirmek olan kimse.kalburculuk * Kalburcunun işi. kalburdan geçirmek * kalbur yardımıyla ayırmak, elemek. kalburla su taşımak * verimsiz, sonuçsuz bir işle uğraşmak. kalburlama * Kalburlamak işi. kalburlamak * Kalburdan geçirmek. kalburlanma * Kalburlanmak işi. kalburlanmak * Kalburdan geçirilmek. kalburlatma * Kalburlatmak işi. kalburlatmak * Kalburdan geçirtmek. kalburüstü * Seçkin, sivrilmiş.
* Değerli, güzel, başarılı.kalburüstüne gelmek (veya kalburüstü kalmak) * benzerleri arasında sivrilmişolmak, seçkin duruma gelmek. kalcı * Kal işi yapan kimse. kalça * Vücudun bacakla böğür arasındaki iki yana doğru çıkıntılı bölümü. kalça kemiği * Yassı, geniş, girintisi ve çıkıntısıçok olan, leğen veya kemik çatının ön ve yan bölümlerini oluşturan bir çift
kemik, oma.kalçalı * Kalçası olan.
* Kalçası genişolan.kalçalık * Davulcuların, davulun sürtünmesine karşı giysilerini korumak amacıyla sol kalçalarına koyduklarıderi
parçası.kalçasız * Kalçası olmayan.
* Kalçasıdar olan.kalçete * Elle örülerek yapılan yassıhalat. kalçın * Üstüne başka bir şey giyilmek için abadan veya meşinden yapılan çizme biçiminde ayak giysisi. kalçıncı * Kalçın yapan veya satan kimse. kaldıki * Bundan başka, bununla birlikte. kaldıraç * Az bir güç ile büyük bir yükü kaldırmaya yarayan, bir dayanma noktasıüzerinde hareket edebilen, inip
kalkabilen sert çubuk, manivelâ.kaldıran * Kaldırmak işini yapan.
* Bazı organlarıyukarıya doğru kımıldatan kaslara verilen ad.kaldırıcı * Ağır bir yükü kaldırmak veya çok kısa mesafelerde yerini değiştirmek için kullanılan araç, kriko. kaldırılış * Kaldırılmak işi veya biçimi. kaldırılma * Kaldırılmak işi. kaldırılmak * Kaldırmak işi yapılmak. kaldırım * Yollarda taşlarla yapılan döşeme.
* Yaya kaldırımı, trotuvar.kaldırım çiğnemek * şehirde yaşayarak görgüsü artmak. kaldırım işçisi * Kum, çimento veya hazırlanmışyataklar üzerine parke taşı, beton blok, tuğla veya bordür taşıdöşeyen
kimse, kaldırımcı.kaldırım kabadayılığı * Adî ve basit, seviyesiz, yersiz veya gereksiz güç gösterisi. kaldırım kabadayısı * Basit, seviyesiz veya ucuz kahramanlık gösterisinde bulunan kimse. kaldırım mühendisi * İşsiz güçsüz sokaklarda dolaşan kimse. kaldırım süpürgesi * Sürtük. kaldırım taşı * Kaldırım döşemeye elverişli olan sert bir taştürü. kaldırım yosması * Kaldırım süpürgesi. kaldırıma düşmek * önemini, değerini yitirmek.
* ucuz fiyatla sokakta satışa çıkarılmak.kaldırımcı * Kaldırım döşeyen kimse.
* Dolandırıcı, yankesici.kaldırımcılık * Kaldırım döşeme işi.
* Dolandırıcılık, yankesicilik.kaldırımlarıarşınlamak * işsiz güçsüz dolaşmak. kaldırımlı * Kaldırımı olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 18
kaldırımsı * Oluşu, kaldırım görünüşünü andıran (doku). kaldırımsız * Kaldırımı olmayan. kaldırış * Kaldırmak işi veya biçimi. kaldırma * Kaldırmak işi. kaldırma kolcusu * Haddelenmekte olan sıcak metali gelberi ile kaldırıp paso makinesine girişi sağlayan kimse. kaldırmak * Bulunduğu yerden almak.
* Yukarıdoğru hareket ettirmek.
* Yükseltmek.
* (ürün için) Toplamak, taşımak.
* Çekmek, taşımak.
* Katlanmak, tahammül etmek.
* Uygun gelmek, götürmek, yakışmak.
* Bir kuruluşun çalışmasına son vermek, feshetmek, lâğvetmek.
* Hastayıhastahaneye yatırmak.
* (ölü için) Gerekli töreni yaparak gömmek.
* Çalmak, aşırmak.
* Alıp başka yere götürmek; toplamak.
* Uyandırmak.
* Piyasadan çekmek.
* Elin ulaşamayacağıyere koymak; saklamak.
* Kaçırmak.
* İyi etmek, iyileştirmek.
* Bir şeyden çokça satın almak.
* Tayin etmek, atamak.
* Yok etmek, ortadan silmek.kaldırtma * Kaldırtmak işi. kaldırtmak * Kaldırmak işini yaptırmak. kale * Düşmanın gelmesi beklenebilen yollar üzerinde, askerî önem taşıyan şehirlerde, geçit ve dar boğazlarda
güvenliği sağlamak için yapılan kalın duvarlı, burçlu, mazgallıyapı.
* Genellikle bir düşüncenin savunulduğu, sürdürüldüğü yer.
* Takımla oynanan bazıtop oyunlarında topun sokulmasına çalışılan yer.
* Satranç tahtasının dört köşesine dikilen, tahtanın bir tarafından diğer tarafına kadar düz olarak boş
hanelerde gidebilen kale biçiminde taş.kale almamak * önem vermemek, hesaba katmamak, ilgisiz kalmak, sözünü etmeye değer bulmamak. kale bedeni * Kalenin burçlarıarasında yer alan üstü mazgal ve siperlerle örülmüşkalın duvar. kale çizgisi * Futbol vb. top oyunlarında, oyun alanının sınırlarını gösteren ve kale hizasında olan çizgi. kale gibi * çok büyük, sağlam (yapı).
* kendisine güvenilen güçlü (kimse).kale vuruşu * Futbolda topun karşıtakım oyuncularıtarafından kale çizgisi dışına çıkarılmasısonunda, genellikle kaleci
aracılığıyla oyuna yeniden başlanması için yapılan atış.kalebent * Kale dışına çıkmamaya hüküm giyen suçlu. kalebent etmek * suçluluğu yüzünden mahkûm etmek. kalebentlik * Kalebent olma durumu. kaleci * Bazı oyunlarda kalenin önünde duran, topun kaleye girmesini önlemekle görevli oyuncu. kaleci eldiveni * Top tutmayıkolaylaştıran kalın eldiven. kalecilik * Kaleci olma durumu veya kalecinin görevi. kalem * Yazmak, çizmek gibi işlerde kullanılan çeşitli biçimlerde araç.
* Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü yer.
* Yontma işlerinde kullanılan ucu sivri veya keskin araç.
* Çeşit.
* (bazıdeyimlerde) Yazı.
* Yazar.kalem açacağı * Kurşun kalemlerin ucunu açmaya yarayan araç, kalemtıraş. kalem açmak * kalemin ucunu yontup kullanılabilecek bir duruma getirmek. kalem aşısı * Ucu kalem gibi kesilmişçubukla yapılan ağaç aşısı. kalem beyi * Kalem efendisinden daha üst görevli. kalem çekmek * gereksiz olduğunu belirtmek için üstünü çizmek. kalem efendisi * Kalemde çalışan görevli yazman, kâtip. kalem erbabı * Yazar. kalem işi * Elle yontularak veya çizilerek işlenmiş. kalem kaşlı * İnce ve düzgün kaşlı. kalem kavgası * Yazılarıyla birbirine sataşma, polemik. kalem kömürü * İyi cins mangal kömürü. kalem kulaklı * Kulaklarıdik ve düzgün (at, geyik, vb.). kalem kutusu * İçinde kalem bulunan küçük kutu. kalem oynatmak * yazıyazmak.
* bir yazıyıdüzeltmek.
* bir yazıda değişiklik yapmak.kalem parmaklı * Parmaklarıuzunca, düzgün ve buruşuksuz. kalem pil * İnce, uzun ve küçük pil. kalem sahibi * İyi yazıyazabilen, edip. kalem şuarası * Divan şiiri tarzından etkilenen okur yazar halk şairi. kalembek * Bir cins kokulu sandal ağacı, yalancıöd ağacı.
* Bir cins mısır.kaleme (veya kaleme kâğıda) sarılmak * hemen yazmaya başlamak. kaleme almak * (bir konuyu) yazıdurumuna getirmek, yazıyla anlatmak. kaleme gelir * yazılabilir veya anlatılabilir. kaleme gelmemek * yazılır veya anlatılır gibi olmamak. kalemi olmak * herhangi bir nitelikte yazıyazabilmek. kaleminden çıkmak * herhangi biri tarafından yazılmak. kaleminden kan damlamak * yazılarıacıve dokunaklı olmak.
* etkili yazmak.kalemis * Bir tür misk faresi (Civet tictis). kalemiyle yaşamak (veya geçinmek) * geçimini yazılarıyla sağlamak. kalemkâr * Tavan ve duvarlara kabartma gibi görünen resimler yapan sanatçı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 12
kâğıt oyunu * İskambil kâğıdı ile oynanan oyun. kâğıt torba * Ambalâjlamada kullanılan, gerektiğinde özel makinelerde dikilerek hazırlanan ve kâğıttan yapılan torba. kâğıt üzerinde (üstünde) kalmak * yapılmasıdüşünülmüşolduğu hâlde yapılmamak. kâğıtçı * Kâğıt yapan kimse.
* Kâğıt ve yazı gereçleri satan kimse.kâğıtçılık * Kâğıtçı olma durumu.
* Kâğıt sanayii.kâğıtlama * Kâğıtlamak işi. kâğıtlamak * Kâğıtla kaplamak, kâğıt yapıştırmak. kâğıtlanma * Kâğıtlanmak işi. kâğıtlanmak * Kâğıtla kaplanmak. kâğıtlı * Kâğıdı olan. kâğıtlık * El altında bulundurulacak kâğıtlarıkoymaya yarayan, gözlere ayrılmış bir çeşit kutu.
* Kâğıt yapmaya uygun olan.kâğıtsı * Kâğıda benzer, kâğıt görünüşünde. kağnı * İki tekerlekli, tekerlekleri tek parça, dingili tekerlekle birlikte dönen öküz arabası. kağnı gibi (gitmek) * çok yavaş(gitmek). kağnımazısı * Kağnının iki tekerleğini birbirine bağlayan ve onlarla birlikte dönen, baltayla kabaca yontulmuşkütük. kağşak * Eskimiş, gevşemiş, dağılmaya yüz tutmuş(eşya, yapı). kağşama * Kağşamak işi. kağşamak * Eskimek, dağılmaya yüz tutmak.
* Herhangi bir şey ek yerlerinden ayrılmak, oynamak.
* İhtiyarlamak.
* Zayıflamak, gevşemek, güçsüzleşmek.kâh * Bazen, kimi vakit, bazı bazı, gâh. kahhar * Kahredici, kahreden, yok edici. kahır * Yok etme, ezme, perişan etme, mahvetme.
* Derin üzüntü veya acı, sıkıntı.kahır (veya kahrını) çekememek * birinin huysuzluğuna veya verdiği sıkıntıya katlanamamak. kahır (veya kahrını) çekmek * uzun süre sıkıntıya katlanmak. kahır yüzünden lütfa uğramak * birine kötülük olsun diye yapılan bir iş, tersine onun iyiliğine yardım etmek. kahırlanma * Kahırlanmak işi. kahırlanmak * Çok ve için için üzülmek, kederlenmek. kahırlı * Çok üzüntüsü veya acısı olan. kâhil * Erişkin. kâhillik * Erişkinlik. kâhin * Doğaüstü yollardan gizli, bilinmeyen şeyleri, geleceği bilme iddiasında bulunan kimse. kâhinlik * Kâhin olma durumu veya kâhince söz, kehanet. kahir * Kahredici, zorlayan.
* Baskın gelen, ezen, ezici.kahir ekseriyet * Ezici çoğunluk. kahir kuvvet * Ezici, baskın güç. kahkaha * Gülerken çıkan ses. kahkaha atmak * yüksek sesle gülmek. kahkaha çiçeği * İki çeneklilerden, çoğu kenarlarımavi bir çizgi ile çevrili beyaz, mavi, pembe veya morumsu çiçekler açan,
bir veya çok yıllık, tırmanıcıve otsu bir süs bitkisi, gündüzsefası.kahkahadan kırılmak * çok gülmek. kahkahayı basmak (koparmak veya salıvermek) * kendini tutamayıp yüksek sesle gülmek. kahpe * Orospu.
* Dönek.kahpe dölü * Bkz. kahpenin dölü. kahpe felek * (talih ve kader için) “Rast gelmeyen, yâr olmayan” anlamında kullanılır.
* Kadere ve talihe küskünlüğü anlatmak için kullanılır.kahpece * Kahpe gibi, kahpeye yaraşır (biçimde). kahpecik * Küçük kahpe.
* Oynak, kırıtkan.kahpelenme * Kahpelenmek işi veya durumu. kahpelenmek * Kahpelik etmek, kahpece davranmak. kahpeleşme * Kahpeleşmek işi veya durumu. kahpeleşmek * Kahpece davranmak. kahpelik * Kahpe olma durumu.
* Kahpece davranış.kahpelik etmek * sözünden dönerek birine kötülük etmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 13
kahpenin dölü * Piç, soysuz. kahraman * Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren kimse, alp, yiğit.
* Bir olayda önemli yeri olan kimse.
* Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanıyenen komutanlara veya şehirlere devlet tarafından verilen onur
unvanı.
* Roman, hikâye, tiyatro ve benzeri edebiyat türlerinde en önemli kişi.kahramanca * Kahramana yaraşır (bir biçimde), yiğitçe. kahramanlaşma * Kahramanlaşmak işi. kahramanlaşmak * Kahraman durumuna gelmek, yiğitleşmek. kahramanlık * Kahraman olma durumu.
* Kahramanca davranış, yiğitlik.kahretme * Kahretmek işi. kahretmek * Ezmek, perişan etmek.
* Çok üzmek.
* Kendine dert etmek, içlenmek, çok üzülmek.
* İlenmek, beddua etmek.kahreyleme * Kahreylemek işi. kahreylemek * Üzülmesine sebep olmak. kahreyleyiş * Kahreylemek işi veya biçimi. kahrıçekilir * katlanılabilir, katlanmaya değer. kahrıçekilmez * huysuz veya çok sıkıntılı. kahrından ölmek * çok üzülmek.
* aşırıüzüntü, ölümüne sebep olmak.kahrolası * Yok olası, perişan olası(kimse, şey, durum). kahrolma * Kahrolmak işi. kahrolmak * Çok üzülmek, içlenmek. kahrolsun! * “yok olsun; mahvolsun” anlamında ilenme bildirir, yaşasın karşıtı. kahroluş * Kahrolmak işi veya biçimi. kahvaltı * Genellikle sabahlarıve ikindi üstü yenilen hafif yemek.
* Bu biçimde düzenlenmişyemek.kahvaltıetmek * hafif yiyeceklerle karın doyurmak. kahvaltıcı * Otellerde kahvaltı işlerini yapmakla görevli kimse. kahvaltılık * Kahvaltıda yenen (yiyecek). kahve * Sıcak iklimlerde yetişen, kök boyası gillerden bir ağaç (Coffea arabica).
* Bu ağacın meyve çekirdeği.
* Bu çekirdeklerin kavrulup dövülmesiyle, çekilmesiyle elde edilen toz.
* Bu tozla hazırlanan içecek.
* Kahve, çay, ıhlamur, bira, nargile içilen, hafif yiyecekler bulunduran, tavla, domino, bilârdo, kâğıt oyunları
vb. oynanan yer, kahvehane, kafe.kahve ağabeyi * Kahve ağası. kahve ağası * Kahvehane ve benzeri yerlerde sözü geçen ve ağırlığı olan kimse. kahve cezvesi * İçinde kahve pişirilen metal kap. kahve değirmeni * Çekirdek durumundaki kahveyi öğütmeye yarayan, elle veya elektrikle işleyen araç. kahve dibeği * Kahve çekirdekleri dövmek ve çöplerini ayıklamaya yarayan içi oyuk taşveya ağaç kap. kahve dolabı * Kahve kavrulan döner kap. kahve dövücünün hınk deyicisi * Bkz. havan dövücünün hınk deyicisi. kahve falı * Kahve içildikten sonra fincanda kalan telvenin aldığı biçimlere bakarak geleceğe ilişkin tahmin, varsayım
veya görüşleri açıklama.kahve fincanı * Kahve içmeye yarayan kulplu veya kulpsuz küçük kap. kahve kaşığı * Kahve karıştırmak için yapılan ve kullanılan küçük kaşık. kahve makinesi * Kahve çekmek veya öğütmek üzere özel yapılan otomatik makine. kahve ocağı * Kahve, işyeri, han gibi yerlerde kahve vb. pişirilen yer. kahve parası * Bahşiş. kahve tabağı * Kahve fincanının altına konulmak üzere yapılmıştabak. kahve takımı * Cezve, fincan, tabak vb. oluşan takım. kahve tepsisi * Üstünde kahve fincanlarınıvb. ni taşımaya yarayan sapsız, düz, küçük kap. kahveci * Kahve üreten veya satan kimse.
* Kahve işleten veya kahve pişirip satan kimse.kahvecilik * Kahve üretme veya satma işi.
* Kahve pişirme veya kahve işletme işi.kahvehane * Kahve, çay, ıhlamur, bira, nargile içilen, tavla, domino, bilârdo, kâğıt oyunlarıvb. oynanan yer, kahve. kahvehaneci * Kahvehane işleten kimse. kahverengi * Kavrulmuşkahvenin rengi.
* Bu renkte olan.kâhya * Konak, çiftlik vb. yerlerde türlü işleri yapmakla görevli kimse.
* Esnaf kuruluşlarında lonca başkanı.
* Başkasının işine karışan kimse.
* (motorlu taşıtlar için) Değnekçi.kâhya kesilmek * olur olmaz her işine karışmak. kâhyalık * Kâhya olma durumu.
* Kâhyanın görevi.
* Kâhyaya verilen ücret.
* Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışma durumu.kâhyalık etmek * kâhyalık görevinde bulunmak.
* her şeye karışmak.kaide * Kural.
* Taban, duraç, ayaklık.
* Kalça. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 14
kaideci * Kurallara bağlı, kuralcı. kaideli * Kurallı. kaidesiz * Kuralsız.
* Tabanı olmayan.kail * Söyleyen.
* İnanmış, aklıyatmış.kail olmak * inanmak; razı olmak. kaim * (başka bir şeyin yerine) Geçen.
* Ayakta duran, var olan.
* (Tanrı için) Her zaman var olan.kaim olmak * yerine geçmek. kaime * Buyruk, resmî kâğıt, ferman.
* Kâğıt para, kâğıt lira, kayme.kaimelik * Kâğıt para cüzdanı. kâin * Bulunan, olan. kâinat * Evren.
* Dünya.
* Herkes.kak * Elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuşu.
* Zayıf ve kuru.kak * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi. kaka * (çocuk dilinde) Kötü, çirkin.
* Pislik, dışkı.kaka yapmak * (bebek için) büyük abdest yapmak. kakaç * Tuzlanıp kurutulmuşyiyecek.
* Manda pastırması.kakalama * Kakalamak işi. kakalamak * Sürekli çekiştirmek, itmek, kakıp durmak.
* (alışverişte) Aldatmak, kötü mal satmak, kazıklamak.kakalamak * (bebek) Kakasınıyapmak. kakalanma * Kakalanmak işi. kakalanmak * Kakalamak işine konu olmak. kakalanmak * Kaka ile kirlenmek. kakao * İki çeneklilerden, Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç, Hint bademi (Theobroma cacao).
* Bu ağacın meyve çekirdeği.
* Bu çekirdeklerin öğütülmesiyle elde edilen toz.
* Bu tozdan su veya sütle hazırlanan içecek.kakaolu * İçinde kakao bulunan. kakaolu kek * İçinde ağırlıklı olarak kakao bulunan kek. kakavan * Kendini beğenmiş, sevimsiz, düşüncesiz, bilgisiz, budala. kakavanlık * Kakavan olma durumu; kakavanca davranış. kakavanlık etmek * kakavanca davranmak. kakıç * Balık avında kullanılan, ucu demir kancalı bir çeşit zıpkın. kakılıp kalmak * beklemek zorunda kalmak, hiçbir yere gidememek. kakılma * Kakılmak işi. kakılmak * Kakmak işi yapılmak. kakım * Sansargillerden, yazın esmer kırmızı, kışın beyaz renkli kürkü değerli, etçil hayvan, as, ermin (Mustela
erminea).kakıma * Kakımak işi. kakımak * Bir kimsenin yaptığı işin beğenilmediğini kendisine sert sözlerle söylemek; öfkelenmek, kızmak, darılmak,
paylamak.kakınç * Öfke, kızgınlık.
* Bkz. başına kakınç etmek.kakıntı * Sözü dinlenmeyen, rezil, itilip kakılan kimse. kakır kakır * Kakırtısesi çıkararak. kakır kakır gülmek * sesli ve sürekli gülmek. kakırca * Fındıkfaresi adıyla bilinen küçük memeli hayvan. kakırdak * Kuyruk yağının eritildikten sonra kalan gevrek posası, kıkırdak. kakırdak poğaçası * Kakırdaktan yapılan çörek. kakırdama * Kakırdamak işi. kakırdamak * Kakır kakır diye ses çıkarmak.
* Kurumak.
* Ölmek.kakırtı * Kuru şeylerin birbirine sürtünmesinden veya kırılmasından çıkan ses. kakış * Kakmak işi veya biçimi. kakışma * Kakışmak işi.
* Bazısözlerde, söz öbeklerinde, çıkaklarıyakın seslerin art arda gelmesi sonucu söyleyişin güçlüğe uğraması,
kulağırahatsız etmesi, tenafür, kakofoni.kakışmak * Dürtüşmek, itişmek. kakıştırma * Kakıştırmak işi. kakıştırmak * Sürekli ve hafif hafif kakmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 7
kadı * Tanzimat’a kadar her türlü davalara, Tanzimat’la Medenî Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme,
boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanlarına verilen ad.Kadıköy taşı * Kuvars ve opal liflerinden oluşan, mühür ve süs eşyasıyapımında kullanılan, yarı billûr silis. kadılık * Kadı olma durumu veya kadının görevi.
* Bir kadının davalarına baktığı il sınırları içindeki bölge.kadın * Dişi cinsten erişkin insan, erkek veya adam karşıtı.
* Evlenmişkız.
* Bayan anlamında kullanılan bir unvan.
* Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan.
* Hizmetçi.kadın avcısı * Kadınları baştan çıkaran erkek. kadın berberi * Kadınların saçınıkesen ve saç tuvaleti yapan berber, kuaför. kadın evi * Yoksul, mağdur veya başka bir özelliği dolayısıyla muhtaç durumda kalan kadınların geçici olarak
barındıklarıev.kadın hareketi * Bkz. feminizm. kadın hastalıkları * Kadın cinsel organlarınıve bunlarla ilgili hastalıklarını inceleyen bilim dalı, jinekoloji. kadın kadına * Yalnız kadınlar arasında, kadınlar baş başa. kadın kadıncık * Evinin işini iyi yöneten, hanımefendi, terbiyeli, ağırbaşlı(kadın). kadın olmak * kızlığınıyitirmek.
* (kadın) evini, kocasınıyönetmesini iyi bilmek.kadın terzisi * Kadın elbiseleri diken terzi. kadın ticareti * Kız çocukları ile kadınların ülkeler arasında gizlice kaçırılıp satılması. kadınana * Tecrübeli, yaşlı, saygı gösterilen kadın. kadınbudu * Yumurtaya bulanarak yağda kızartılan bir tür pirinçli köfte. kadınca * Kadına yakışır (biçimde).
* Kadın gibi, kadına benzer.kadıncağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kadın. kadıncık * Küçük kadın; zavallıkadın. kadıncıl * Kadınlara düşkün, kadın düşkünü, zendost. kadındüğmesi * Süs bitkisi olarak yetiştirilen, düğme biçiminde çiçek açan otsu bir bitki. kadıngöbeği * Kızartılarak yapılan, ortasıçukurca, bir tür yumurtalıhamur tatlısı. kadınımsı * Kadına benzeyen. kadının fendi, erkeği yendi * kadınlar kurnazlıkta erkeklerden üstündürler. kadının yüzünün karasıerkeğin elinin kınası * yolsuz ilişkiler kadınlar için hoşkarşılanmadığıhâlde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payıçıkarırlar. kadınlar hamamı * Herkesin aynıanda ve yüksek sesle konuşmasıyla çok gürültü edilen yerler için söylenir. kadınlaşma * Kadınlaşmak işi. kadınlaşmak * Kadına benzer bir durum almak. kadınlı * Kadını olan. kadınlıerkekli * Kadın erkek karışık olarak. kadınlık * Kadın olma durumu.
* Kadının gerekli erdem ve nitelikleri taşımasıdurumu.kadınnine * Büyük anne.
* Yaşıepey ilerlemişkadın.kadınsal * Kadına özgü ve kadınla ilgili. kadınsı * Kadına özgü olan, kadına yaraşır.
* Kadın davranışlı, kadına benzer (erkek).kadınsılaşma * Kadınsılaşmak durumu. kadınsılaşmak * Kadın özelliği kazanmak. kadınsılık * Kadınsı olma durumu.
* Kadın özelliği kazanmak.kadınsız * Kadını bulunmayan.
* Karısı olmayan, eşsiz.kadıntuzluğu * Bkz. sarıçalı. kadırga * Hem yelken, hem kürekle yol alan, özellikle Akdeniz’de kullanılmış bir savaşgemisi. kadırga balığı * Bkz. ispermeçet balinası. kadidi çıkmak * çok zayıflamak, bir deri bir kemik durumuna gelmek. kadife * Yüzeyi belirli uzunlukta bırakılmışham madde lifleriyle kaplı, parlak, yumuşak kumaş.
* Kadifeden yapılmış, kadife ile kaplanmış.kadife çiçeği * Birleşikgillerden, çiçekleri genellikle parlak sarırenkte ve kadife görünümünde bir süs bitkisi (Tagetes). kadife gibi * (ses, ten vb. için) yumuşak, pürüzsüz ve parlak. kadifeleşme * Kadifeleşmek işi. kadifeleşmek * Yumuşamak, samimî olmak. kadifeleştirme * Kadifeleştirmek işi. kadifeleştirmek * Kadifeleşmek işini yaptırmak. kadifelik * Kadife gibi olma durumu.
* Kadife yapmaya elverişli olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 8
kadifemsi * Kadifeyi andıran, kadife görünümünde olan. kadim * Başlangıcı olmayan, eski, ezelî. kadim dost * Eski dost. kadimi * Sürekli. kadinne * Bkz. kadınnine. kadir * Değer, kıymet.
* Bir yıldızın parlaklık bakımından bulunduğu basamak.kadir * Güçlü, gücü yeter, erkli.
* “Her şeye gücü yeter” anlamında Tanrı’nın sıfatlarından biri.Kadir Gecesi * Ramazan ayının kutsal sayılan yirmi yedinci gecesi. Kadir Gecesi doğmuş * çok şanslı, kısmetli kimseler için söylenir. kadir olmak * güçlü olmak, gücü olmak, gücü yetmek. kadirbilir * Değerbilir. kadirbilirlik * Değer bilirlik. kadirbilmez * Değerden anlamayan, değerbilmez. kadirbilmezlik * Kadirbilmez olma durumu. Kadirî * Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin kurduğu tarikata girmişolan kimse. Kadirîlik * Şeyh Abdülkadir Geylanî tarafından XI. yüzyılda kurulan bir tarikat. Kadiriye * Kadirîlik. kadirşinas * Değerbilir, iyilikbilir. kadirşinaslık * Değerbilirlik, iyilikbilirlik. kadit * Çok zayıf.
* Güneşte veya hafif alevde kurutulmuşet.kadmiyum * Atom numarası48, atom ağırlığı112,40 olan, 320° C’ de ergiyen, 8.6 yoğunluğunda, gümüş beyazlığında,
elektrik ve seramik sanayiinde kullanılan yumuşakça bir element. KısaltmasıCd.kadmiyumlu * İçinde kadmiyum bulunan. kadran * Saat, pusula gibi araçlarda, üzerinde yazı, rakam veya başka işaretler bulunan düzlem. kadrat * (basımcılıkta) Dizgide harfler arasına konulan yazısız metal parçası.
* (basımcılıkta) Dizgi işinde kullanılan bir aralık ölçüsü birimi.kadril * Eski salon danslarından biri.
* Bu dansın müziği.kadrini anlamak * değerinin farkına varmak. kadrini bilmek * değerini bilmek, yararlanmak. kadro * Bir kamu kuruluşunun, bir işletmenin, denetim veya yönlendirme işlerini gerçekleştirenler ve bunların
taşıdığıödev, yetki ve sorumlulukların hepsi.
* Bu kişi ve sorumluluklarısayı, nitelik ve aşamalarıyla gösteren çizelge.
* Bu çizelgedeki yer.
* Bisiklet ve motosiklette iskeleti oluşturan metal bölüm.kadrolandırma * Kadrolandırmak işi veya durumu. kadrolandırmak * Kadroda yer almak. kadrolaşma * Kadrolaşmak durumu. kadrolaşmak * Yeniden kadro oluşturmak. kadrolu * Kadrosu olan, kadroya girmişolan. kadrosuz * Kadrosu olmayan. kadrosuzluk * Kadrosuz olma durumu. kadük * Değerini, önemini yitirmiş, eskimiş. kadük olmak * yasama meclisinin değişmesi ile önceden sunulan yasa tasarılarıdeğerini yitirmek. kadüklük * Gerçek durumu sonradan ortaya çıkan bir hukukî işlemin son bulması. kaf * Arap alfabesinin yirmi dördüncü harfi. kafa * Baş(özellikle insan başı), ser.
* Hayvanlarda genellikle ağız, göz, burun, kulak gibi organların bulunduğu vücudun en ön bölümü.
* Görüşve inançların etkisi altında beliren düşünme ve yargılama yolu, zihniyet.
* Kavrama ve anlama yeteneği, zekâ, zihin.
* Bellek.
* Çocuk oyunlarında kullanılan zıpzıp taşının veya cevizin büyük boyu.
* Mekanik bir bütünün parçası.kafa atmak * kavga sırasında karşıdakinin yüzüne, sert ve şiddetli bir biçimde kafayla vurmak. kafa bulmak * içki içmek.
* alay etmek.kafa cilâlamak * içki içmek. kafa çekmek * Bkz. kafayıçekmek. kafa çıkışı * Futbolda topa, kafa ile yapılan vuruş. kafa değiştirmek * Bkz. kafayıdeğiştirmek. kafa dengi * Görüşve anlayışları birbirine uymuşkimselerden her biri. kafa dinlemek * zihni yoran sorunlardan uzak kalmak. kafa eskitmek * zihni yoran sorunlarla sürekli uğraşmak. kafa göz yarmak * beceriksizlik göstermek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 9
kafa içi * Bkz. kafatası. kafa işçisi * Beyin gücü ile ortaya eser koyan, araştıran, inceleyip eleştiren kimse. kafa kafaya vermek * iki veya birkaç kişi bir kenara çekilip konuşmak.
* baş başa vermek.kafa kâğıdı * Nüfus cüzdanı, nüfus kâğıdı, hüviyet. kafa kalmamak * zihin yorularak çalışmaz olmak. kafa koçanı * Bkz. kafa kâğıdı. kafa kol * Güreşte bir tür oyun. kafa kola almak * güreşte kafa ve kolu birlikte kavrayarak rakibi çevirmek.
* etkisi altına alıp kandırmak.kafa patlatmak * bir konu üzerinde pek çok düşünmek. kafa sallamak * ikaz etmek için başını iki yana veya öne arkaya hafifçe eğmek.
* başsallamak.
* doğru veya yanlışher şeye evet demek.kafa şişirmek * gürültü veya gevezelikle bir kimseyi tedirgin etmek. kafa tutmak * boyun eğmemek, karşı gelmek, diklenmek. kafa ütülemek * çok lâf edip tedirgin etmek. kafa yapmak * dalga geçmek. kafa yok! * akıl, düşünce yok; akılsız!. kafa yormak * bir iş, bir konu üzerinde çokça düşünmek. kafaca * Kafa bakımından, düşünceye göre. kafadan * zihinden, belleğini kullanarak. kafadan atmak * bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rastgele konuşmak, uydurmak. kafadan bacaklılar * Yumuşakçaların, baş bölgelerinde sert bir gagasıve çekmenli sekiz kolu bulunan önemli bir sınıfı. kafadan gayri müsellâh * akılsız, aklında bozukluk olan. kafadan kontak * Düşüncesiz, mantıksız işgören. kafadar * Görüşve anlayışları birbirine uyan kimselerden her biri. kafadarlık * Kafadar olma durumu. kafadaş * Kafadar. kafadaşlık * Kafadaşolma durumu. kafalı * Kafası olan.
* Kafasıherhangi bir biçimde olan.
* Bilgili, kavrayışlıve anlayışlı.kafasıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
* zihin yorgunluğu sebebiyle anlayamaz duruma gelmek.
* olabileceğine inanmamak.kafası boş * Cahil. kafası bozulmak * öfkelenmek, kızmak. kafası bulanmak * bir olay karşısında aklıkarışmak, anlayamaz, kavrayamaz duruma gelmek. kafası bulutlu * Biraz, sarhoş. kafasıçalışmak * Bkz. kafası işlemek. kafasıçatlak * Yarıdeli, aptal. kafasıdönmek * (sıkışık bir durumda) sersemlemek.
* kızıp öfkelenmek.kafasıdumanlanmak * çok dalgın olmak.
* sarhoşolmak.
* esrar içmişolmak.kafasıdumanlı * Hafif sarhoş.
* Çözemediği karışık düşüncelerle kafasıyorgun.kafasıdurmak * zihin yorgunluğundan düşünemez olmak. kafasıdüzelmek * doğruyu ve iyiyi bulmak. kafası ile oynamak * takım sporlarında arkadaşlarının durumunu göz önünde tutarak, en iyi fırsatıdeğerlendirecek, iyice
düşünerek, bedenini fazla yormadan oynamak.kafası işlemek * aklı, zekâsıyerinde olmak, bir konu üzerinde iyi düşünebilir olmak, kafasıçalışmak. kafası iyi * İçkiden veya esrardan sarhoşolan (kimse). kafasıkazan olmak * Bkz. kafasışişmek. kafasıkıyak * Kafası iyi. kafasıkızmak * öfkelenmek. kafasıkontak * Deli, çıldırmış, çılgın. kafasıküflü * Çağının gerisinde kalmış, gerici. kafasıörümcekli * Düşüncesiz, kaba, anlayışsız.
* Gerici.kafasısersem sepet (olmak) * gürültü ve uğultudan zihni yorulmuş(olmak). kafasışişmek * zihni yorulmak.
* gürültüden tedirgin olmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 10
kafasıtakılmak * zihni sürekli olarak bir şeyle uğraşmak. kafasıtembel * Alık, budala, basireti olmayan. kafasıyerinde olmamak * gereği gibi düşünecek durumda olmamak. kafasıyerine gelmek * kendini toparlamak, kendine gelmek. kafasına dank etmek (veya demek) * bir olay sebebiyle birden ayılmak, doğruyu anlamak. kafasına geçirmek * atıp, fırlatıp başına geçirmek. kafasına koymak * kararınıönceden vermişolmak, önceden şartlanmak, bir şey yapmaya kesin karar vererek zamanını
beklemek.kafasına sığmamak * Bkz. akıl erdirememek. kafasına söz girmemek * çok aptal veya inatçı olmak.
* önemsememek.kafasına uymak * Bkz. aklına uymak. kafasına vur, ekmeğini elinden al * uysal ve sessiz kimseler için söylenir. kafasına vura vura * zorla, isteyip istemediğine bakmadan. kafasına vurmak * (içki) çok etkilemek. kafasında şimşek çakmak * 343 beyninde şimşek çakmak. kafasında tutmak * bir şeyi unutmamak, aklında tutmak. kafasından çıkarmak * bir şeyi unutmak veya ondan vazgeçmek. kafasından geçirmek * belli belirsiz düşünmek. kafasınıdinlemek * başınıdinlemek. kafasınıezmek * zararlı olabilecek bir hareketi, bir durumu başlangıçta yok etmek, etkisiz duruma getirmek. kafasınıkaldırmak * karşı gelmek, başkaldırmak.
* yoğun bir biçimde düşünmek veya çalışmak.kafasınıkaşıyacak vakti olmamak * Bkz. başınıkaşıyacak vakti olmamak. kafasınıkırmak * iyice dövmek, pataklamak. kafasınıkullanmak * akıllıca davranmak. kafasınıkurcalamak * zihnini meşgul etmek, düşündürmek. kafasınısokmak * barınabilecek bir yere yerleşmek, başınısokmak. kafasınıtaştan taşa çarpmak * Bkz. başınıtaştan taşa çarpmak. kafasınıtoplamak * sağlıklıdüşünebilir olmak. kafasınıtütsülemek * Bkz. kafayıtütsülemek.
* sarhoşetmek.kafasınıuçurmak * kellesini uçurmak. kafasınıvurmak * bir kimsenin kafasınıkesmek. kafasının bir tahtasınoksan olmak * akıl durumunda bozukluk olmak. kafasının dikine gitmek * hiçbir öğüde kulak asmayarak aklına koyduğunu yapmak. kafasının etini yemek * sürekli rahatsız etmek. kafasının kontağıatmak * çok sinirlenmek, öfke ile dolmak. kafasız * Kafası olmayan.
* Düşünüşü, anlayışıve kavrayışıkıt olan, anlayışsız, kavrayışsız.kafasızlık * Kafasız olma durumu, anlayışsızlık, kavrayışsızlık. kafatasçı * Kafatasçılıktan yana olan kimse, görüş. kafatasçılık * İnsanlarıkafataslarının biçimine göre değerlendiren görüş. kafatası * İnsanda ve omurgalılarda içinde beyin bulunan, başın kemik bölümü. kafaya çıkmak * topa kafayla vurmak için sıçramak. kafayı(yere) vurmak * hastalanıp yatağa düşmek.
* uyumak için yatmak.kafayı bulandırmak * önceki düşünceleri alt üst etmek, değiştirmek. kafayı bulmak * sarhoşolmak, neşesi, keyfi yerine gelmek. kafayıçalıştırmak * kafayı işletmek. kafayıçekmek * içki içmek. kafayıdeğiştirmek * düşüncesini kanaatini değiştirmek. kafayıdinlemek * sessiz ve sakin kalıp düşünmek. kafayı işletmek * doğru ve iyi düşünmek. kafayıtütsülemek * sarhoşolmak. kafayıüşütmek * delirmek, çılgınlaşmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 11
kafayıyemek * aşırıyorgunluktan bunalıma düşmek. Kafdağı * Genellikle masallarda yer alan, dünyayıçevrelediğine inanılan, arkasında cinlerin, perilerin bulunduğu var
sayılan, zümrütten dağ.kafe * Bkz. kahve. kafein * Kahve ve çaydan elde edilen, hekimlikte kullanılan, uyarıcıniteliği olan bir madde. kafes * Aralıklıtelden, metal veya ağaç çubuklardan yapılmış, genellikle taşınabilir koyacak.
* Vahşî hayvanlar için demir çubuklarla yapılmıştaşınabilir bölme.
* Çapraz çubuklarla ve aralıklı olarak yapılmış, pencerelere takılan siper.
* Cami ve tekke gibi yerlerde kadınlara ayrılan yer.
* Ahşap yapıların direk ve çatmalardan oluşan kaplama tahtalarıdışında kalan iskeleti.
* Hapishane.kafes gibi * zayıf, kuru veya delik deşik. kafes teli * Tel çitlerde kullanılan veya bir makine aracılığıyla kafes yapımında gerekli olan ince, galvanizli tel. kafesçi * Kafes yapan veya satan kimse.
* Birini aldatarak çıkar sağlayan (kimse).kafese girmek * aldatılıp kendisinden çıkar sağlanmak.
* hapse girmek.kafese koymak * aldatıp çıkar sağlamak. kafesleme * Kafeslemek işi. kafeslemek * Çıkar sağlamak için birini aldatmak. kafesli * Kafesi olan veya kafes biçiminde olan. kafeşantan * İçkili, çalgılıkahvehane. kafeterya * Müşterilerin kendi kendilerine servis yaptıklarılokanta.
* Kahve ve benzeri içecekler satılan yer.kâffe * Bütün, tamam, hep, cümle. kâffesi * Bütünü, hepsi, tamamı. kâfi * Yeterli, yetecek ölçüde olan.
* Yeter, yetişir, artık istemez!.kâfi gelmek * yetmek, yetişmek. kafile * Birlikte yolculuk eden topluluk.
* Aynıyöne giden taşıt veya yolcu topluluğu, konvoy.
* Sıra ile gönderilen şeylerin her bir bölüğü.kâfir * Tanrı’nın varlığını inkâr eden (kimse).
* Genellikle Müslüman olmayanlara verilen ad.
* Acımasız, zalim.
* Sevilen birine takılma, sitem yollu kullanılır.kâfiristan * Kâfir ülkesi, Müslüman olmayanların yaşadığıyer. kâfirleşme * Kâfir gibi olma. kâfirleşmek * Kâfir gibi olmak. kâfirlik * Kâfir olma durumu. kafiye * Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynısesi veren hecelerin benzeşmesi, uyak, (halk edebiyatında)
ayak.kafiyeli * Kafiyeli olma durumu, uyaklı, mukaffa. kafiyesiz * Şiirde kafiye kuralına uymayan, uyaksız. Kafkasyalı * Kafkasya halkından olan (kimse). kaftan * Çoğu ipek bir çeşit uzun, süslü üst giysisi. kaftancı * Kaftan yapan veya satan kimse. kâfur * Kâfur ağacından elde edilen, hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarısaydam, kolaylıkla parçalanan, çok ıtırlı
bir madde.
* Çok beyaz.kâfur ağacı * Defnegillerden, Uzak Doğu’da yetişen, kâfur elde edilen ağaç (Cinnamonum camphora). kâfuru * Bkz. kâfur. kâgir * Taşve tuğladan yapılmışolan. kağan * (hakan sözünün eski biçimi) Hanların bağlı olduğu devlet başkanı, imparator. kağanlık * Kağan olma durumu.
* Kağanın yönetimindeki ülke.kâğıda dökmek * yazıya geçirmek. kâğıt * Hamur durumuna getirilmiştürlü bitkisel maddelerden yapılan, yazıyazmaya, basmaya, bir şey sarmaya
yarayan kuru, ince yaprak.
* Yazılıkâğıt yaprağı, pusula, tezkere.
* Yazılısınav kâğıdı.
* İskambil kâğıdı.
* Kâğıt para.
* Kâğıttan yapılmış.
* Belge ve doküman.
* Menkul kıymetler borsasında işlem gören tahvil, hisse senedi gibi malî değeri olan senet.kâğıt açmak * iskambil kâğıtlarını oyunculara dağıttıktan sonra koz olacak kâğıdın yüzünü çevirmek. kâğıt ağacı * Kâğıt dutu. kâğıt balığı * Kâğıt balığı gillerden, gövdesi kâğıt gibi ince ve saydam, üzerinde üç siyah benek bulunan kemikli bir balık
(Trachypterus trachypterus).kâğıt balığı giller * Kemikli balıklardan, örnek hayvanıkâğıt balığı olan, ince gövdeli, gümüşî renkli balık familyası. kâğıt dutu * Dutgillerden, Çin’de ve Japonya’da yetişen, kabuğundan kâğıt yapılan bir ağaç (Broussenetia papyrifera). kâğıt gibi (olmak) * kanı çekilip benzi solmak. kâğıt helvacı * Kâğıt helvasıyapan veya satan kimse. kâğıt helvası * Tekerlek biçiminde, ince, yassıve gevrek bir çeşit helva. kâğıt kaleme sarılmak * hemen yazmaya başlamak. kâğıt kebabı * Kemiksiz koyun eti, domates, biber, soğan ve baharat karışımının yağlıkâğıt içerisine konarak fırında
pişirilmesi yoluyla hazırlanan bir kebap türü.kâğıt oynamak * iskambil kâğıtlarınıkullanarak çeşitli oyunlar oynamak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 4
kabuk kahvesi * Antep fıstığıkabuğunun öğütülmüşve hafifçe kavrulmuşu ile yapılan ve kahveye benzer içecek. kabuk yönetim * İçi, iç yapısı belli olmayan, belirsiz kalan yönetim. kabuklanma * Kabuklanmak işi.
* Bir lâv akıntısıveya bir lâv gölü yüzeyinin katılaşması.kabuklanmak * Kabuk oluşmak. kabuklaşma * Kabuklaşmak işi. kabuklaşmak * Kabuk durumunu almak, kabuk gibi sertleşmek. kabuklu * Kabuğu olan. kabuklu bit * Koşnil. kabuklular * Kabukları, yapılarındaki kireçli tuzlar dolayısıyla sertleşmiş bulunan, solunum aygıtları balıklara benzeyen,
çok hücreli hayvanlardan eklem bacaklılar sınıfı.kabuksu * Kabuğa benzeyen. kabuksuz * Kabuğu olmayan. kabuksuz yumurtlatmak * bir işi ivedilikle yaptırıp eksik kalmasına yol açmak. kabul * Bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olma.
* (konuklarıveya işi olanları) Yanına sokma, katına alma.
* Sunulan bir şeyi, armağanıalma.
* Bir öneriyi uygun bulma, onaylama.
* Bir yere alınma.
* Rıza veya izin, akseptans.kabul etmek * bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olmak.
* yanına, katına almak.
* bir armağanıalmak.
* onaylamak.kabul eylemek * kabul ettirmek. kabul günü * Ev hanımlarının konuk ağırladıkları belirli gün. kabul kredisi * Kabulün vadesinden önce poliçeyi kabul eden bankaya belirli bir tarihte belirli bir meblâğın ödeneceğine
dair anlaşmadan sonra bankanın açtığıkredi.kabul odası * Büyük konak veya dairelerde konukların oturtuldukları büyük oda. kabul salonu * Resmî konukların ağırlandığı büyük konuk salonu. kabul töreni * Resmî konuklarıkarşılama töreni. kabul yeri * Bkz. kabul odası; kabul salonu. kabullenme * Kabullenmek işi. kabullenmek * Kabul etmek.
* Hakkıyokken veya istemeyerek kendine mal etmek.kaburga * Eğe kemiklerinin oluşturduğu kafes.
* Bkz. Eğe.
* Gemilerde dışkaplamanın dayandığı iskelet.kaburgalarıçıkmak (veya sayılmak) * çok zayıf olmak. kâbus * Karabasan.
* Acı, sıkıntı, korku veren.kâbus basmak (veya çökmek) * büyük sıkıntı, korku duymak. kâbus gibi * kâbusa benzer, kâbusu andıran. kâbuslu * Karabasan dolu, sıkıntılıve korkulu. kabuz * Yalan, palavra. kabuzcu * Yalancı, palavracı. kabz * El ile tutma, kavrama.
* Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme.
* “Alma” anlamında “ahzükabz” teriminde kullanılır.kabza * Tutulacak yer, tutak, sap. kabzımal * Meyve ve sebze üreticileri ile satıcılar arasında aracılık eden kimse, komisyoncu. kabzımallık * Kabzımal olma durumu.
* Kabzımalın yaptığı iş.kacak * Bkz. kap kacak. kaç * Herhangi bir şeyin niceliğini sormak için kullanılan soru sıfatı.
* (cümle, soru cümlesi olmadığında) Birçok.-kaç / -keç * Bkz. -gaç / -geç. kaç para eder? * neye yarar, ne değeri var?. kaç paralık (adam veya şey) * değersiz. kaç parça olayım! * (birçok işler karşısında) hangi birine yetişeyim!. kaç zamandır * belirsiz, fakat çok zamandan beri, çoktan beri. kaça * (fiyat için) Ne kadara?. kaça kaç * Bir yarışmada tarafların aldığısayıveya derecenin oranını belirtir.
* Yarışma, tartışma, kavga ve benzeri gibi durumlarda tarafların oranını belirtir.
* İki kişinin karşılıklı olarak gizlice sayıyazıp tahmin etmesine dayanan bir oyun.kaça patlamak * ne kadara mal olmak, fiyatıne olmak. kaçacak delik aramak * korku ile saklanacak yer aramak. kaçak * Bağlı bulunduğu yerden veya yasadan kaçan, uzaklaşan kimse.
* Yasaca yapılmasıyasak olan veya yapılması için gerekli izin alınmayan.
* Yasaca belirtilmişgerekli gümrük ve vergileri ödenmeden bir yere sokulan veya bir yerden çıkarılan.
* Bir kaptan, bir borudan gaz, sıvıveya bir telden akım kaçması.
* Yasalara, kurallara uymayarak, gizlice.
* Gizlice kaçırılmışolan mal veya madde.kaçak güreşmek * asıl konuya girmeksizin başka şeylerden söz etmek veya politikada sık sık düşünce değiştirip esas amacını
gizlemek.kaçakçı * Yasalara karşı gelerek bir yere mal sokan, bir yerden mal kaçıran veya bir yerde satan kimse. kaçakçılık * Bir devletin yasalarına karşı gelerek yapılan ticaret.
* Bir ülkeye gizli olarak, gümrüğü ödenmemiş, yasaklanmışmal sokma işi.
* Gizli olarak, sezdirmeden kaçırma işi.