Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 16

    kalanlı bölme * Bölünenden artanın, sıfırdan farklı bir sayı olduğu bölme işlemi.
    kalantor * Gösterişi seven, varlıklı(kimse).
    kalantorca * Kalantor gibi, kalantora uygun düşen biçimde.
    kalantorluk * Kalantor olma durumu.
    kalas * Kalın biçilmişuzun tahta.
    * Ahşap yapılarda kirişolarak kullanılan kalın biçilmişuzun tahta.
    * Kaba, anlayışsız, kereste.
    kalas gibi * kaba, kibar veya nazik olmayan, incelikten yoksun olarak.
    kalastra * Gemilerde cankurtaran filikalarını oturtmak için güvertelere konulan sehpa.
    kalavra * Ölçeksiz ayakkabı, yemeni.
    * Deriden yapılmışeşya.
    kalavrahane * Kundura atölyesi.
    kalay * Atom numarası50, atom ağırlığı118,7 olan, gümüş beyazlığında 232°C’ de eriyen, 7,29 yoğunluğunda,
    kolay işlenebilen, yumuşak bir element. KısaltmasıSn.
    * Kalaylanmış bir kabın üzerindeki alaşım tabakası.
    * (insan için) Aldatıcı görünüş.
    * Sövme, küfür.
    kalay balık * Balık avlamada oltanın ucuna yerleştirilen madde.
    kalaycı * Kap kalaylayan kimse.
    * Üstünkörü işyapan, sahtekâr.
    kalaycılık * Kalaycının işi.
    * Sahtekârlık.
    kalaydan çıkmak * kalaylanmak.
    kalayhane * Kalaycının çalıştığıyer.
    * Kalay işlerinin yapıldığıyer.
    kalayı basmak * adamakıllıküfretmek.
    kalaylama * Kalaylamak işi.
    kalaylamak * Oksitlenmeden korumak için bir metal parçasınıveya kabıkalay tabakası ile kaplamak.
    * Eksiklikleri, kusurları görünüşte gizlemeye çalışmak.
    * Çok sövmek.
    kalaylanma * Kalaylanmak işi.
    kalaylanmak * Kalaylanmak işi yapılmak veya kalaylamak işine konu olmak.
    kalaylatma * Kalaylatmak işi.
    kalaylatmak * Kalaylamak işini yaptırmak.
    kalaylı * Kalaylanmış(kap).
    * İçinde kalay bulunan.
    * Gösterişi ve süsü yapay olan.
    kalaysız * Kalaylanmamış(kap).
    * Kalayıkalmamış(kap).
    * İçinde kalay bulunmayan.
    kalbe doğmak * Bkz. içine doğmak.
    * kalbine doğmak.
    kalbe dokunmak * acıveya üzüntü vermek.
    kalbe işlemek * derin üzüntü uyandırmak.
    kalben * İçten, gönülden olarak, yürekten.
    kalbî * İçten, yürekten, gönülden (gelen).
    kalbi ağzına gelmek * çok heyecanlanmak, korkmak, endişelenmek.
    * yüreği ağzına gelmek.
    kalbi çarpmak * kalbi çok vurmak.
    * çok heyecanlanmak.
    * yüreği çarpmak.
    kalbi dayanmamak * aşırıheyecan, üzüntü, yorgunluk veya herhangi bir hastalık yüzünden kalbi durmak, ölmek.
    * yüreği dayanmamak.
    kalbi ferahlamak * yüreği ferahlamak.
    kalbi kararmak * inancınıkaybetmek.
    * yüreği kararmak.
    kalbi kırık * Üzgün, ümitsiz.
    kalbi parçalanmak * çok üzülmek, yüreği parçalanmak.
    kalbi sızlamak * üzüntü duymak, acımak, yüreği sızlamak.
    kalbi temiz * Kötü niyeti ve düşüncesi olmayan.
    kalbi yerinden oynamak * heyecanlanmak, yüreği yerinden oynamak.
    kalbi yıkmak kolay, yapmak zordur * insanlarıkırmak ve üzmek, mutlu etmekten daha kolaydır.
    kalbi yırtılmak * acıduymak.
    kalbine doğmak * içine doğmak.
    kalbine girmek * sevgisini kazanmak.
    kalbine göre * başkaları için beslediği duygulara göre.
    kalbini açmak * duygularını, düşüncelerini açık açık birine söylemek; içini dökmek.
    kalbini çalmak * sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek.
    kalbini doldurmak * yüreğini sevgiyle ısıtmak.
    kalbini eritmek * merhametini çekmek, yumuşatmak.
    kalbini kazanmak * kalp kazanmak.
    kalbini kırmak * üzmek, incitmek, kalp kırmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 17

    kalbini okumak * birinin duygu ve düşüncelerini, niyetini anlamak.
    kalbiyle konuşmak * düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak.
    kalbur * Tahıl ve başka iri taneli maddeleri elemek için kullanılan büyük delikli veya seyrek telli elek.
    kalbur gibi * delikleri olan, delik deşik.
    kalbur kemiği * Alın kemiğinin arkasında, kalbur gibi küçük delikleri olan, kafa tasının alt ve ön bölümünü oluşturan
    kemik.
    kalbura çevirmek * delik deşik etmek.
    kalbura dönmek * delik deşik olmak.
    kalburabastı * Beze biçimine getirilmişhamur parçasının yassılaştırılıp ortasına ceviz içi ve yağkonmasıyla fırında
    pişirilen ve piştikten sonra üzerine soğuk şeker şerbeti dökülen bir tatlıtürü.
    kalburcu * Kalbur yapan veya satan kimse.
    * İşi, bir şeyi kalburdan geçirmek olan kimse.
    kalburculuk * Kalburcunun işi.
    kalburdan geçirmek * kalbur yardımıyla ayırmak, elemek.
    kalburla su taşımak * verimsiz, sonuçsuz bir işle uğraşmak.
    kalburlama * Kalburlamak işi.
    kalburlamak * Kalburdan geçirmek.
    kalburlanma * Kalburlanmak işi.
    kalburlanmak * Kalburdan geçirilmek.
    kalburlatma * Kalburlatmak işi.
    kalburlatmak * Kalburdan geçirtmek.
    kalburüstü * Seçkin, sivrilmiş.
    * Değerli, güzel, başarılı.
    kalburüstüne gelmek (veya kalburüstü kalmak) * benzerleri arasında sivrilmişolmak, seçkin duruma gelmek.
    kalcı * Kal işi yapan kimse.
    kalça * Vücudun bacakla böğür arasındaki iki yana doğru çıkıntılı bölümü.
    kalça kemiği * Yassı, geniş, girintisi ve çıkıntısıçok olan, leğen veya kemik çatının ön ve yan bölümlerini oluşturan bir çift
    kemik, oma.
    kalçalı * Kalçası olan.
    * Kalçası genişolan.
    kalçalık * Davulcuların, davulun sürtünmesine karşı giysilerini korumak amacıyla sol kalçalarına koyduklarıderi
    parçası.
    kalçasız * Kalçası olmayan.
    * Kalçasıdar olan.
    kalçete * Elle örülerek yapılan yassıhalat.
    kalçın * Üstüne başka bir şey giyilmek için abadan veya meşinden yapılan çizme biçiminde ayak giysisi.
    kalçıncı * Kalçın yapan veya satan kimse.
    kaldıki * Bundan başka, bununla birlikte.
    kaldıraç * Az bir güç ile büyük bir yükü kaldırmaya yarayan, bir dayanma noktasıüzerinde hareket edebilen, inip
    kalkabilen sert çubuk, manivelâ.
    kaldıran * Kaldırmak işini yapan.
    * Bazı organlarıyukarıya doğru kımıldatan kaslara verilen ad.
    kaldırıcı * Ağır bir yükü kaldırmak veya çok kısa mesafelerde yerini değiştirmek için kullanılan araç, kriko.
    kaldırılış * Kaldırılmak işi veya biçimi.
    kaldırılma * Kaldırılmak işi.
    kaldırılmak * Kaldırmak işi yapılmak.
    kaldırım * Yollarda taşlarla yapılan döşeme.
    * Yaya kaldırımı, trotuvar.
    kaldırım çiğnemek * şehirde yaşayarak görgüsü artmak.
    kaldırım işçisi * Kum, çimento veya hazırlanmışyataklar üzerine parke taşı, beton blok, tuğla veya bordür taşıdöşeyen
    kimse, kaldırımcı.
    kaldırım kabadayılığı * Adî ve basit, seviyesiz, yersiz veya gereksiz güç gösterisi.
    kaldırım kabadayısı * Basit, seviyesiz veya ucuz kahramanlık gösterisinde bulunan kimse.
    kaldırım mühendisi * İşsiz güçsüz sokaklarda dolaşan kimse.
    kaldırım süpürgesi * Sürtük.
    kaldırım taşı * Kaldırım döşemeye elverişli olan sert bir taştürü.
    kaldırım yosması * Kaldırım süpürgesi.
    kaldırıma düşmek * önemini, değerini yitirmek.
    * ucuz fiyatla sokakta satışa çıkarılmak.
    kaldırımcı * Kaldırım döşeyen kimse.
    * Dolandırıcı, yankesici.
    kaldırımcılık * Kaldırım döşeme işi.
    * Dolandırıcılık, yankesicilik.
    kaldırımlarıarşınlamak * işsiz güçsüz dolaşmak.
    kaldırımlı * Kaldırımı olan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 18

    kaldırımsı * Oluşu, kaldırım görünüşünü andıran (doku).
    kaldırımsız * Kaldırımı olmayan.
    kaldırış * Kaldırmak işi veya biçimi.
    kaldırma * Kaldırmak işi.
    kaldırma kolcusu * Haddelenmekte olan sıcak metali gelberi ile kaldırıp paso makinesine girişi sağlayan kimse.
    kaldırmak * Bulunduğu yerden almak.
    * Yukarıdoğru hareket ettirmek.
    * Yükseltmek.
    * (ürün için) Toplamak, taşımak.
    * Çekmek, taşımak.
    * Katlanmak, tahammül etmek.
    * Uygun gelmek, götürmek, yakışmak.
    * Bir kuruluşun çalışmasına son vermek, feshetmek, lâğvetmek.
    * Hastayıhastahaneye yatırmak.
    * (ölü için) Gerekli töreni yaparak gömmek.
    * Çalmak, aşırmak.
    * Alıp başka yere götürmek; toplamak.
    * Uyandırmak.
    * Piyasadan çekmek.
    * Elin ulaşamayacağıyere koymak; saklamak.
    * Kaçırmak.
    * İyi etmek, iyileştirmek.
    * Bir şeyden çokça satın almak.
    * Tayin etmek, atamak.
    * Yok etmek, ortadan silmek.
    kaldırtma * Kaldırtmak işi.
    kaldırtmak * Kaldırmak işini yaptırmak.
    kale * Düşmanın gelmesi beklenebilen yollar üzerinde, askerî önem taşıyan şehirlerde, geçit ve dar boğazlarda
    güvenliği sağlamak için yapılan kalın duvarlı, burçlu, mazgallıyapı.
    * Genellikle bir düşüncenin savunulduğu, sürdürüldüğü yer.
    * Takımla oynanan bazıtop oyunlarında topun sokulmasına çalışılan yer.
    * Satranç tahtasının dört köşesine dikilen, tahtanın bir tarafından diğer tarafına kadar düz olarak boş
    hanelerde gidebilen kale biçiminde taş.
    kale almamak * önem vermemek, hesaba katmamak, ilgisiz kalmak, sözünü etmeye değer bulmamak.
    kale bedeni * Kalenin burçlarıarasında yer alan üstü mazgal ve siperlerle örülmüşkalın duvar.
    kale çizgisi * Futbol vb. top oyunlarında, oyun alanının sınırlarını gösteren ve kale hizasında olan çizgi.
    kale gibi * çok büyük, sağlam (yapı).
    * kendisine güvenilen güçlü (kimse).
    kale vuruşu * Futbolda topun karşıtakım oyuncularıtarafından kale çizgisi dışına çıkarılmasısonunda, genellikle kaleci
    aracılığıyla oyuna yeniden başlanması için yapılan atış.
    kalebent * Kale dışına çıkmamaya hüküm giyen suçlu.
    kalebent etmek * suçluluğu yüzünden mahkûm etmek.
    kalebentlik * Kalebent olma durumu.
    kaleci * Bazı oyunlarda kalenin önünde duran, topun kaleye girmesini önlemekle görevli oyuncu.
    kaleci eldiveni * Top tutmayıkolaylaştıran kalın eldiven.
    kalecilik * Kaleci olma durumu veya kalecinin görevi.
    kalem * Yazmak, çizmek gibi işlerde kullanılan çeşitli biçimlerde araç.
    * Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü yer.
    * Yontma işlerinde kullanılan ucu sivri veya keskin araç.
    * Çeşit.
    * (bazıdeyimlerde) Yazı.
    * Yazar.
    kalem açacağı * Kurşun kalemlerin ucunu açmaya yarayan araç, kalemtıraş.
    kalem açmak * kalemin ucunu yontup kullanılabilecek bir duruma getirmek.
    kalem aşısı * Ucu kalem gibi kesilmişçubukla yapılan ağaç aşısı.
    kalem beyi * Kalem efendisinden daha üst görevli.
    kalem çekmek * gereksiz olduğunu belirtmek için üstünü çizmek.
    kalem efendisi * Kalemde çalışan görevli yazman, kâtip.
    kalem erbabı * Yazar.
    kalem işi * Elle yontularak veya çizilerek işlenmiş.
    kalem kaşlı * İnce ve düzgün kaşlı.
    kalem kavgası * Yazılarıyla birbirine sataşma, polemik.
    kalem kömürü * İyi cins mangal kömürü.
    kalem kulaklı * Kulaklarıdik ve düzgün (at, geyik, vb.).
    kalem kutusu * İçinde kalem bulunan küçük kutu.
    kalem oynatmak * yazıyazmak.
    * bir yazıyıdüzeltmek.
    * bir yazıda değişiklik yapmak.
    kalem parmaklı * Parmaklarıuzunca, düzgün ve buruşuksuz.
    kalem pil * İnce, uzun ve küçük pil.
    kalem sahibi * İyi yazıyazabilen, edip.
    kalem şuarası * Divan şiiri tarzından etkilenen okur yazar halk şairi.
    kalembek * Bir cins kokulu sandal ağacı, yalancıöd ağacı.
    * Bir cins mısır.
    kaleme (veya kaleme kâğıda) sarılmak * hemen yazmaya başlamak.
    kaleme almak * (bir konuyu) yazıdurumuna getirmek, yazıyla anlatmak.
    kaleme gelir * yazılabilir veya anlatılabilir.
    kaleme gelmemek * yazılır veya anlatılır gibi olmamak.
    kalemi olmak * herhangi bir nitelikte yazıyazabilmek.
    kaleminden çıkmak * herhangi biri tarafından yazılmak.
    kaleminden kan damlamak * yazılarıacıve dokunaklı olmak.
    * etkili yazmak.
    kalemis * Bir tür misk faresi (Civet tictis).
    kalemiyle yaşamak (veya geçinmek) * geçimini yazılarıyla sağlamak.
    kalemkâr * Tavan ve duvarlara kabartma gibi görünen resimler yapan sanatçı.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 12

    kâğıt oyunu * İskambil kâğıdı ile oynanan oyun.
    kâğıt torba * Ambalâjlamada kullanılan, gerektiğinde özel makinelerde dikilerek hazırlanan ve kâğıttan yapılan torba.
    kâğıt üzerinde (üstünde) kalmak * yapılmasıdüşünülmüşolduğu hâlde yapılmamak.
    kâğıtçı * Kâğıt yapan kimse.
    * Kâğıt ve yazı gereçleri satan kimse.
    kâğıtçılık * Kâğıtçı olma durumu.
    * Kâğıt sanayii.
    kâğıtlama * Kâğıtlamak işi.
    kâğıtlamak * Kâğıtla kaplamak, kâğıt yapıştırmak.
    kâğıtlanma * Kâğıtlanmak işi.
    kâğıtlanmak * Kâğıtla kaplanmak.
    kâğıtlı * Kâğıdı olan.
    kâğıtlık * El altında bulundurulacak kâğıtlarıkoymaya yarayan, gözlere ayrılmış bir çeşit kutu.
    * Kâğıt yapmaya uygun olan.
    kâğıtsı * Kâğıda benzer, kâğıt görünüşünde.
    kağnı * İki tekerlekli, tekerlekleri tek parça, dingili tekerlekle birlikte dönen öküz arabası.
    kağnı gibi (gitmek) * çok yavaş(gitmek).
    kağnımazısı * Kağnının iki tekerleğini birbirine bağlayan ve onlarla birlikte dönen, baltayla kabaca yontulmuşkütük.
    kağşak * Eskimiş, gevşemiş, dağılmaya yüz tutmuş(eşya, yapı).
    kağşama * Kağşamak işi.
    kağşamak * Eskimek, dağılmaya yüz tutmak.
    * Herhangi bir şey ek yerlerinden ayrılmak, oynamak.
    * İhtiyarlamak.
    * Zayıflamak, gevşemek, güçsüzleşmek.
    kâh * Bazen, kimi vakit, bazı bazı, gâh.
    kahhar * Kahredici, kahreden, yok edici.
    kahır * Yok etme, ezme, perişan etme, mahvetme.
    * Derin üzüntü veya acı, sıkıntı.
    kahır (veya kahrını) çekememek * birinin huysuzluğuna veya verdiği sıkıntıya katlanamamak.
    kahır (veya kahrını) çekmek * uzun süre sıkıntıya katlanmak.
    kahır yüzünden lütfa uğramak * birine kötülük olsun diye yapılan bir iş, tersine onun iyiliğine yardım etmek.
    kahırlanma * Kahırlanmak işi.
    kahırlanmak * Çok ve için için üzülmek, kederlenmek.
    kahırlı * Çok üzüntüsü veya acısı olan.
    kâhil * Erişkin.
    kâhillik * Erişkinlik.
    kâhin * Doğaüstü yollardan gizli, bilinmeyen şeyleri, geleceği bilme iddiasında bulunan kimse.
    kâhinlik * Kâhin olma durumu veya kâhince söz, kehanet.
    kahir * Kahredici, zorlayan.
    * Baskın gelen, ezen, ezici.
    kahir ekseriyet * Ezici çoğunluk.
    kahir kuvvet * Ezici, baskın güç.
    kahkaha * Gülerken çıkan ses.
    kahkaha atmak * yüksek sesle gülmek.
    kahkaha çiçeği * İki çeneklilerden, çoğu kenarlarımavi bir çizgi ile çevrili beyaz, mavi, pembe veya morumsu çiçekler açan,
    bir veya çok yıllık, tırmanıcıve otsu bir süs bitkisi, gündüzsefası.
    kahkahadan kırılmak * çok gülmek.
    kahkahayı basmak (koparmak veya salıvermek) * kendini tutamayıp yüksek sesle gülmek.
    kahpe * Orospu.
    * Dönek.
    kahpe dölü * Bkz. kahpenin dölü.
    kahpe felek * (talih ve kader için) “Rast gelmeyen, yâr olmayan” anlamında kullanılır.
    * Kadere ve talihe küskünlüğü anlatmak için kullanılır.
    kahpece * Kahpe gibi, kahpeye yaraşır (biçimde).
    kahpecik * Küçük kahpe.
    * Oynak, kırıtkan.
    kahpelenme * Kahpelenmek işi veya durumu.
    kahpelenmek * Kahpelik etmek, kahpece davranmak.
    kahpeleşme * Kahpeleşmek işi veya durumu.
    kahpeleşmek * Kahpece davranmak.
    kahpelik * Kahpe olma durumu.
    * Kahpece davranış.
    kahpelik etmek * sözünden dönerek birine kötülük etmek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 13

    kahpenin dölü * Piç, soysuz.
    kahraman * Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren kimse, alp, yiğit.
    * Bir olayda önemli yeri olan kimse.
    * Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanıyenen komutanlara veya şehirlere devlet tarafından verilen onur
    unvanı.
    * Roman, hikâye, tiyatro ve benzeri edebiyat türlerinde en önemli kişi.
    kahramanca * Kahramana yaraşır (bir biçimde), yiğitçe.
    kahramanlaşma * Kahramanlaşmak işi.
    kahramanlaşmak * Kahraman durumuna gelmek, yiğitleşmek.
    kahramanlık * Kahraman olma durumu.
    * Kahramanca davranış, yiğitlik.
    kahretme * Kahretmek işi.
    kahretmek * Ezmek, perişan etmek.
    * Çok üzmek.
    * Kendine dert etmek, içlenmek, çok üzülmek.
    * İlenmek, beddua etmek.
    kahreyleme * Kahreylemek işi.
    kahreylemek * Üzülmesine sebep olmak.
    kahreyleyiş * Kahreylemek işi veya biçimi.
    kahrıçekilir * katlanılabilir, katlanmaya değer.
    kahrıçekilmez * huysuz veya çok sıkıntılı.
    kahrından ölmek * çok üzülmek.
    * aşırıüzüntü, ölümüne sebep olmak.
    kahrolası * Yok olası, perişan olası(kimse, şey, durum).
    kahrolma * Kahrolmak işi.
    kahrolmak * Çok üzülmek, içlenmek.
    kahrolsun! * “yok olsun; mahvolsun” anlamında ilenme bildirir, yaşasın karşıtı.
    kahroluş * Kahrolmak işi veya biçimi.
    kahvaltı * Genellikle sabahlarıve ikindi üstü yenilen hafif yemek.
    * Bu biçimde düzenlenmişyemek.
    kahvaltıetmek * hafif yiyeceklerle karın doyurmak.
    kahvaltıcı * Otellerde kahvaltı işlerini yapmakla görevli kimse.
    kahvaltılık * Kahvaltıda yenen (yiyecek).
    kahve * Sıcak iklimlerde yetişen, kök boyası gillerden bir ağaç (Coffea arabica).
    * Bu ağacın meyve çekirdeği.
    * Bu çekirdeklerin kavrulup dövülmesiyle, çekilmesiyle elde edilen toz.
    * Bu tozla hazırlanan içecek.
    * Kahve, çay, ıhlamur, bira, nargile içilen, hafif yiyecekler bulunduran, tavla, domino, bilârdo, kâğıt oyunları
    vb. oynanan yer, kahvehane, kafe.
    kahve ağabeyi * Kahve ağası.
    kahve ağası * Kahvehane ve benzeri yerlerde sözü geçen ve ağırlığı olan kimse.
    kahve cezvesi * İçinde kahve pişirilen metal kap.
    kahve değirmeni * Çekirdek durumundaki kahveyi öğütmeye yarayan, elle veya elektrikle işleyen araç.
    kahve dibeği * Kahve çekirdekleri dövmek ve çöplerini ayıklamaya yarayan içi oyuk taşveya ağaç kap.
    kahve dolabı * Kahve kavrulan döner kap.
    kahve dövücünün hınk deyicisi * Bkz. havan dövücünün hınk deyicisi.
    kahve falı * Kahve içildikten sonra fincanda kalan telvenin aldığı biçimlere bakarak geleceğe ilişkin tahmin, varsayım
    veya görüşleri açıklama.
    kahve fincanı * Kahve içmeye yarayan kulplu veya kulpsuz küçük kap.
    kahve kaşığı * Kahve karıştırmak için yapılan ve kullanılan küçük kaşık.
    kahve makinesi * Kahve çekmek veya öğütmek üzere özel yapılan otomatik makine.
    kahve ocağı * Kahve, işyeri, han gibi yerlerde kahve vb. pişirilen yer.
    kahve parası * Bahşiş.
    kahve tabağı * Kahve fincanının altına konulmak üzere yapılmıştabak.
    kahve takımı * Cezve, fincan, tabak vb. oluşan takım.
    kahve tepsisi * Üstünde kahve fincanlarınıvb. ni taşımaya yarayan sapsız, düz, küçük kap.
    kahveci * Kahve üreten veya satan kimse.
    * Kahve işleten veya kahve pişirip satan kimse.
    kahvecilik * Kahve üretme veya satma işi.
    * Kahve pişirme veya kahve işletme işi.
    kahvehane * Kahve, çay, ıhlamur, bira, nargile içilen, tavla, domino, bilârdo, kâğıt oyunlarıvb. oynanan yer, kahve.
    kahvehaneci * Kahvehane işleten kimse.
    kahverengi * Kavrulmuşkahvenin rengi.
    * Bu renkte olan.
    kâhya * Konak, çiftlik vb. yerlerde türlü işleri yapmakla görevli kimse.
    * Esnaf kuruluşlarında lonca başkanı.
    * Başkasının işine karışan kimse.
    * (motorlu taşıtlar için) Değnekçi.
    kâhya kesilmek * olur olmaz her işine karışmak.
    kâhyalık * Kâhya olma durumu.
    * Kâhyanın görevi.
    * Kâhyaya verilen ücret.
    * Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışma durumu.
    kâhyalık etmek * kâhyalık görevinde bulunmak.
    * her şeye karışmak.
    kaide * Kural.
    * Taban, duraç, ayaklık.
    * Kalça.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 14

    kaideci * Kurallara bağlı, kuralcı.
    kaideli * Kurallı.
    kaidesiz * Kuralsız.
    * Tabanı olmayan.
    kail * Söyleyen.
    * İnanmış, aklıyatmış.
    kail olmak * inanmak; razı olmak.
    kaim * (başka bir şeyin yerine) Geçen.
    * Ayakta duran, var olan.
    * (Tanrı için) Her zaman var olan.
    kaim olmak * yerine geçmek.
    kaime * Buyruk, resmî kâğıt, ferman.
    * Kâğıt para, kâğıt lira, kayme.
    kaimelik * Kâğıt para cüzdanı.
    kâin * Bulunan, olan.
    kâinat * Evren.
    * Dünya.
    * Herkes.
    kak * Elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuşu.
    * Zayıf ve kuru.
    kak * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi.
    kaka * (çocuk dilinde) Kötü, çirkin.
    * Pislik, dışkı.
    kaka yapmak * (bebek için) büyük abdest yapmak.
    kakaç * Tuzlanıp kurutulmuşyiyecek.
    * Manda pastırması.
    kakalama * Kakalamak işi.
    kakalamak * Sürekli çekiştirmek, itmek, kakıp durmak.
    * (alışverişte) Aldatmak, kötü mal satmak, kazıklamak.
    kakalamak * (bebek) Kakasınıyapmak.
    kakalanma * Kakalanmak işi.
    kakalanmak * Kakalamak işine konu olmak.
    kakalanmak * Kaka ile kirlenmek.
    kakao * İki çeneklilerden, Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç, Hint bademi (Theobroma cacao).
    * Bu ağacın meyve çekirdeği.
    * Bu çekirdeklerin öğütülmesiyle elde edilen toz.
    * Bu tozdan su veya sütle hazırlanan içecek.
    kakaolu * İçinde kakao bulunan.
    kakaolu kek * İçinde ağırlıklı olarak kakao bulunan kek.
    kakavan * Kendini beğenmiş, sevimsiz, düşüncesiz, bilgisiz, budala.
    kakavanlık * Kakavan olma durumu; kakavanca davranış.
    kakavanlık etmek * kakavanca davranmak.
    kakıç * Balık avında kullanılan, ucu demir kancalı bir çeşit zıpkın.
    kakılıp kalmak * beklemek zorunda kalmak, hiçbir yere gidememek.
    kakılma * Kakılmak işi.
    kakılmak * Kakmak işi yapılmak.
    kakım * Sansargillerden, yazın esmer kırmızı, kışın beyaz renkli kürkü değerli, etçil hayvan, as, ermin (Mustela
    erminea).
    kakıma * Kakımak işi.
    kakımak * Bir kimsenin yaptığı işin beğenilmediğini kendisine sert sözlerle söylemek; öfkelenmek, kızmak, darılmak,
    paylamak.
    kakınç * Öfke, kızgınlık.
    * Bkz. başına kakınç etmek.
    kakıntı * Sözü dinlenmeyen, rezil, itilip kakılan kimse.
    kakır kakır * Kakırtısesi çıkararak.
    kakır kakır gülmek * sesli ve sürekli gülmek.
    kakırca * Fındıkfaresi adıyla bilinen küçük memeli hayvan.
    kakırdak * Kuyruk yağının eritildikten sonra kalan gevrek posası, kıkırdak.
    kakırdak poğaçası * Kakırdaktan yapılan çörek.
    kakırdama * Kakırdamak işi.
    kakırdamak * Kakır kakır diye ses çıkarmak.
    * Kurumak.
    * Ölmek.
    kakırtı * Kuru şeylerin birbirine sürtünmesinden veya kırılmasından çıkan ses.
    kakış * Kakmak işi veya biçimi.
    kakışma * Kakışmak işi.
    * Bazısözlerde, söz öbeklerinde, çıkaklarıyakın seslerin art arda gelmesi sonucu söyleyişin güçlüğe uğraması,
    kulağırahatsız etmesi, tenafür, kakofoni.
    kakışmak * Dürtüşmek, itişmek.
    kakıştırma * Kakıştırmak işi.
    kakıştırmak * Sürekli ve hafif hafif kakmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 7

    kadı * Tanzimat’a kadar her türlü davalara, Tanzimat’la Medenî Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme,
    boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanlarına verilen ad.
    Kadıköy taşı * Kuvars ve opal liflerinden oluşan, mühür ve süs eşyasıyapımında kullanılan, yarı billûr silis.
    kadılık * Kadı olma durumu veya kadının görevi.
    * Bir kadının davalarına baktığı il sınırları içindeki bölge.
    kadın * Dişi cinsten erişkin insan, erkek veya adam karşıtı.
    * Evlenmişkız.
    * Bayan anlamında kullanılan bir unvan.
    * Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan.
    * Hizmetçi.
    kadın avcısı * Kadınları baştan çıkaran erkek.
    kadın berberi * Kadınların saçınıkesen ve saç tuvaleti yapan berber, kuaför.
    kadın evi * Yoksul, mağdur veya başka bir özelliği dolayısıyla muhtaç durumda kalan kadınların geçici olarak
    barındıklarıev.
    kadın hareketi * Bkz. feminizm.
    kadın hastalıkları * Kadın cinsel organlarınıve bunlarla ilgili hastalıklarını inceleyen bilim dalı, jinekoloji.
    kadın kadına * Yalnız kadınlar arasında, kadınlar baş başa.
    kadın kadıncık * Evinin işini iyi yöneten, hanımefendi, terbiyeli, ağırbaşlı(kadın).
    kadın olmak * kızlığınıyitirmek.
    * (kadın) evini, kocasınıyönetmesini iyi bilmek.
    kadın terzisi * Kadın elbiseleri diken terzi.
    kadın ticareti * Kız çocukları ile kadınların ülkeler arasında gizlice kaçırılıp satılması.
    kadınana * Tecrübeli, yaşlı, saygı gösterilen kadın.
    kadınbudu * Yumurtaya bulanarak yağda kızartılan bir tür pirinçli köfte.
    kadınca * Kadına yakışır (biçimde).
    * Kadın gibi, kadına benzer.
    kadıncağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kadın.
    kadıncık * Küçük kadın; zavallıkadın.
    kadıncıl * Kadınlara düşkün, kadın düşkünü, zendost.
    kadındüğmesi * Süs bitkisi olarak yetiştirilen, düğme biçiminde çiçek açan otsu bir bitki.
    kadıngöbeği * Kızartılarak yapılan, ortasıçukurca, bir tür yumurtalıhamur tatlısı.
    kadınımsı * Kadına benzeyen.
    kadının fendi, erkeği yendi * kadınlar kurnazlıkta erkeklerden üstündürler.
    kadının yüzünün karasıerkeğin elinin kınası * yolsuz ilişkiler kadınlar için hoşkarşılanmadığıhâlde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payıçıkarırlar.
    kadınlar hamamı * Herkesin aynıanda ve yüksek sesle konuşmasıyla çok gürültü edilen yerler için söylenir.
    kadınlaşma * Kadınlaşmak işi.
    kadınlaşmak * Kadına benzer bir durum almak.
    kadınlı * Kadını olan.
    kadınlıerkekli * Kadın erkek karışık olarak.
    kadınlık * Kadın olma durumu.
    * Kadının gerekli erdem ve nitelikleri taşımasıdurumu.
    kadınnine * Büyük anne.
    * Yaşıepey ilerlemişkadın.
    kadınsal * Kadına özgü ve kadınla ilgili.
    kadınsı * Kadına özgü olan, kadına yaraşır.
    * Kadın davranışlı, kadına benzer (erkek).
    kadınsılaşma * Kadınsılaşmak durumu.
    kadınsılaşmak * Kadın özelliği kazanmak.
    kadınsılık * Kadınsı olma durumu.
    * Kadın özelliği kazanmak.
    kadınsız * Kadını bulunmayan.
    * Karısı olmayan, eşsiz.
    kadıntuzluğu * Bkz. sarıçalı.
    kadırga * Hem yelken, hem kürekle yol alan, özellikle Akdeniz’de kullanılmış bir savaşgemisi.
    kadırga balığı * Bkz. ispermeçet balinası.
    kadidi çıkmak * çok zayıflamak, bir deri bir kemik durumuna gelmek.
    kadife * Yüzeyi belirli uzunlukta bırakılmışham madde lifleriyle kaplı, parlak, yumuşak kumaş.
    * Kadifeden yapılmış, kadife ile kaplanmış.
    kadife çiçeği * Birleşikgillerden, çiçekleri genellikle parlak sarırenkte ve kadife görünümünde bir süs bitkisi (Tagetes).
    kadife gibi * (ses, ten vb. için) yumuşak, pürüzsüz ve parlak.
    kadifeleşme * Kadifeleşmek işi.
    kadifeleşmek * Yumuşamak, samimî olmak.
    kadifeleştirme * Kadifeleştirmek işi.
    kadifeleştirmek * Kadifeleşmek işini yaptırmak.
    kadifelik * Kadife gibi olma durumu.
    * Kadife yapmaya elverişli olan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 8

    kadifemsi * Kadifeyi andıran, kadife görünümünde olan.
    kadim * Başlangıcı olmayan, eski, ezelî.
    kadim dost * Eski dost.
    kadimi * Sürekli.
    kadinne * Bkz. kadınnine.
    kadir * Değer, kıymet.
    * Bir yıldızın parlaklık bakımından bulunduğu basamak.
    kadir * Güçlü, gücü yeter, erkli.
    * “Her şeye gücü yeter” anlamında Tanrı’nın sıfatlarından biri.
    Kadir Gecesi * Ramazan ayının kutsal sayılan yirmi yedinci gecesi.
    Kadir Gecesi doğmuş * çok şanslı, kısmetli kimseler için söylenir.
    kadir olmak * güçlü olmak, gücü olmak, gücü yetmek.
    kadirbilir * Değerbilir.
    kadirbilirlik * Değer bilirlik.
    kadirbilmez * Değerden anlamayan, değerbilmez.
    kadirbilmezlik * Kadirbilmez olma durumu.
    Kadirî * Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin kurduğu tarikata girmişolan kimse.
    Kadirîlik * Şeyh Abdülkadir Geylanî tarafından XI. yüzyılda kurulan bir tarikat.
    Kadiriye * Kadirîlik.
    kadirşinas * Değerbilir, iyilikbilir.
    kadirşinaslık * Değerbilirlik, iyilikbilirlik.
    kadit * Çok zayıf.
    * Güneşte veya hafif alevde kurutulmuşet.
    kadmiyum * Atom numarası48, atom ağırlığı112,40 olan, 320° C’ de ergiyen, 8.6 yoğunluğunda, gümüş beyazlığında,
    elektrik ve seramik sanayiinde kullanılan yumuşakça bir element. KısaltmasıCd.
    kadmiyumlu * İçinde kadmiyum bulunan.
    kadran * Saat, pusula gibi araçlarda, üzerinde yazı, rakam veya başka işaretler bulunan düzlem.
    kadrat * (basımcılıkta) Dizgide harfler arasına konulan yazısız metal parçası.
    * (basımcılıkta) Dizgi işinde kullanılan bir aralık ölçüsü birimi.
    kadril * Eski salon danslarından biri.
    * Bu dansın müziği.
    kadrini anlamak * değerinin farkına varmak.
    kadrini bilmek * değerini bilmek, yararlanmak.
    kadro * Bir kamu kuruluşunun, bir işletmenin, denetim veya yönlendirme işlerini gerçekleştirenler ve bunların
    taşıdığıödev, yetki ve sorumlulukların hepsi.
    * Bu kişi ve sorumluluklarısayı, nitelik ve aşamalarıyla gösteren çizelge.
    * Bu çizelgedeki yer.
    * Bisiklet ve motosiklette iskeleti oluşturan metal bölüm.
    kadrolandırma * Kadrolandırmak işi veya durumu.
    kadrolandırmak * Kadroda yer almak.
    kadrolaşma * Kadrolaşmak durumu.
    kadrolaşmak * Yeniden kadro oluşturmak.
    kadrolu * Kadrosu olan, kadroya girmişolan.
    kadrosuz * Kadrosu olmayan.
    kadrosuzluk * Kadrosuz olma durumu.
    kadük * Değerini, önemini yitirmiş, eskimiş.
    kadük olmak * yasama meclisinin değişmesi ile önceden sunulan yasa tasarılarıdeğerini yitirmek.
    kadüklük * Gerçek durumu sonradan ortaya çıkan bir hukukî işlemin son bulması.
    kaf * Arap alfabesinin yirmi dördüncü harfi.
    kafa * Baş(özellikle insan başı), ser.
    * Hayvanlarda genellikle ağız, göz, burun, kulak gibi organların bulunduğu vücudun en ön bölümü.
    * Görüşve inançların etkisi altında beliren düşünme ve yargılama yolu, zihniyet.
    * Kavrama ve anlama yeteneği, zekâ, zihin.
    * Bellek.
    * Çocuk oyunlarında kullanılan zıpzıp taşının veya cevizin büyük boyu.
    * Mekanik bir bütünün parçası.
    kafa atmak * kavga sırasında karşıdakinin yüzüne, sert ve şiddetli bir biçimde kafayla vurmak.
    kafa bulmak * içki içmek.
    * alay etmek.
    kafa cilâlamak * içki içmek.
    kafa çekmek * Bkz. kafayıçekmek.
    kafa çıkışı * Futbolda topa, kafa ile yapılan vuruş.
    kafa değiştirmek * Bkz. kafayıdeğiştirmek.
    kafa dengi * Görüşve anlayışları birbirine uymuşkimselerden her biri.
    kafa dinlemek * zihni yoran sorunlardan uzak kalmak.
    kafa eskitmek * zihni yoran sorunlarla sürekli uğraşmak.
    kafa göz yarmak * beceriksizlik göstermek.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 9

    kafa içi * Bkz. kafatası.
    kafa işçisi * Beyin gücü ile ortaya eser koyan, araştıran, inceleyip eleştiren kimse.
    kafa kafaya vermek * iki veya birkaç kişi bir kenara çekilip konuşmak.
    * baş başa vermek.
    kafa kâğıdı * Nüfus cüzdanı, nüfus kâğıdı, hüviyet.
    kafa kalmamak * zihin yorularak çalışmaz olmak.
    kafa koçanı * Bkz. kafa kâğıdı.
    kafa kol * Güreşte bir tür oyun.
    kafa kola almak * güreşte kafa ve kolu birlikte kavrayarak rakibi çevirmek.
    * etkisi altına alıp kandırmak.
    kafa patlatmak * bir konu üzerinde pek çok düşünmek.
    kafa sallamak * ikaz etmek için başını iki yana veya öne arkaya hafifçe eğmek.
    * başsallamak.
    * doğru veya yanlışher şeye evet demek.
    kafa şişirmek * gürültü veya gevezelikle bir kimseyi tedirgin etmek.
    kafa tutmak * boyun eğmemek, karşı gelmek, diklenmek.
    kafa ütülemek * çok lâf edip tedirgin etmek.
    kafa yapmak * dalga geçmek.
    kafa yok! * akıl, düşünce yok; akılsız!.
    kafa yormak * bir iş, bir konu üzerinde çokça düşünmek.
    kafaca * Kafa bakımından, düşünceye göre.
    kafadan * zihinden, belleğini kullanarak.
    kafadan atmak * bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rastgele konuşmak, uydurmak.
    kafadan bacaklılar * Yumuşakçaların, baş bölgelerinde sert bir gagasıve çekmenli sekiz kolu bulunan önemli bir sınıfı.
    kafadan gayri müsellâh * akılsız, aklında bozukluk olan.
    kafadan kontak * Düşüncesiz, mantıksız işgören.
    kafadar * Görüşve anlayışları birbirine uyan kimselerden her biri.
    kafadarlık * Kafadar olma durumu.
    kafadaş * Kafadar.
    kafadaşlık * Kafadaşolma durumu.
    kafalı * Kafası olan.
    * Kafasıherhangi bir biçimde olan.
    * Bilgili, kavrayışlıve anlayışlı.
    kafasıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
    * zihin yorgunluğu sebebiyle anlayamaz duruma gelmek.
    * olabileceğine inanmamak.
    kafası boş * Cahil.
    kafası bozulmak * öfkelenmek, kızmak.
    kafası bulanmak * bir olay karşısında aklıkarışmak, anlayamaz, kavrayamaz duruma gelmek.
    kafası bulutlu * Biraz, sarhoş.
    kafasıçalışmak * Bkz. kafası işlemek.
    kafasıçatlak * Yarıdeli, aptal.
    kafasıdönmek * (sıkışık bir durumda) sersemlemek.
    * kızıp öfkelenmek.
    kafasıdumanlanmak * çok dalgın olmak.
    * sarhoşolmak.
    * esrar içmişolmak.
    kafasıdumanlı * Hafif sarhoş.
    * Çözemediği karışık düşüncelerle kafasıyorgun.
    kafasıdurmak * zihin yorgunluğundan düşünemez olmak.
    kafasıdüzelmek * doğruyu ve iyiyi bulmak.
    kafası ile oynamak * takım sporlarında arkadaşlarının durumunu göz önünde tutarak, en iyi fırsatıdeğerlendirecek, iyice
    düşünerek, bedenini fazla yormadan oynamak.
    kafası işlemek * aklı, zekâsıyerinde olmak, bir konu üzerinde iyi düşünebilir olmak, kafasıçalışmak.
    kafası iyi * İçkiden veya esrardan sarhoşolan (kimse).
    kafasıkazan olmak * Bkz. kafasışişmek.
    kafasıkıyak * Kafası iyi.
    kafasıkızmak * öfkelenmek.
    kafasıkontak * Deli, çıldırmış, çılgın.
    kafasıküflü * Çağının gerisinde kalmış, gerici.
    kafasıörümcekli * Düşüncesiz, kaba, anlayışsız.
    * Gerici.
    kafasısersem sepet (olmak) * gürültü ve uğultudan zihni yorulmuş(olmak).
    kafasışişmek * zihni yorulmak.
    * gürültüden tedirgin olmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 10

    kafasıtakılmak * zihni sürekli olarak bir şeyle uğraşmak.
    kafasıtembel * Alık, budala, basireti olmayan.
    kafasıyerinde olmamak * gereği gibi düşünecek durumda olmamak.
    kafasıyerine gelmek * kendini toparlamak, kendine gelmek.
    kafasına dank etmek (veya demek) * bir olay sebebiyle birden ayılmak, doğruyu anlamak.
    kafasına geçirmek * atıp, fırlatıp başına geçirmek.
    kafasına koymak * kararınıönceden vermişolmak, önceden şartlanmak, bir şey yapmaya kesin karar vererek zamanını
    beklemek.
    kafasına sığmamak * Bkz. akıl erdirememek.
    kafasına söz girmemek * çok aptal veya inatçı olmak.
    * önemsememek.
    kafasına uymak * Bkz. aklına uymak.
    kafasına vur, ekmeğini elinden al * uysal ve sessiz kimseler için söylenir.
    kafasına vura vura * zorla, isteyip istemediğine bakmadan.
    kafasına vurmak * (içki) çok etkilemek.
    kafasında şimşek çakmak * 343 beyninde şimşek çakmak.
    kafasında tutmak * bir şeyi unutmamak, aklında tutmak.
    kafasından çıkarmak * bir şeyi unutmak veya ondan vazgeçmek.
    kafasından geçirmek * belli belirsiz düşünmek.
    kafasınıdinlemek * başınıdinlemek.
    kafasınıezmek * zararlı olabilecek bir hareketi, bir durumu başlangıçta yok etmek, etkisiz duruma getirmek.
    kafasınıkaldırmak * karşı gelmek, başkaldırmak.
    * yoğun bir biçimde düşünmek veya çalışmak.
    kafasınıkaşıyacak vakti olmamak * Bkz. başınıkaşıyacak vakti olmamak.
    kafasınıkırmak * iyice dövmek, pataklamak.
    kafasınıkullanmak * akıllıca davranmak.
    kafasınıkurcalamak * zihnini meşgul etmek, düşündürmek.
    kafasınısokmak * barınabilecek bir yere yerleşmek, başınısokmak.
    kafasınıtaştan taşa çarpmak * Bkz. başınıtaştan taşa çarpmak.
    kafasınıtoplamak * sağlıklıdüşünebilir olmak.
    kafasınıtütsülemek * Bkz. kafayıtütsülemek.
    * sarhoşetmek.
    kafasınıuçurmak * kellesini uçurmak.
    kafasınıvurmak * bir kimsenin kafasınıkesmek.
    kafasının bir tahtasınoksan olmak * akıl durumunda bozukluk olmak.
    kafasının dikine gitmek * hiçbir öğüde kulak asmayarak aklına koyduğunu yapmak.
    kafasının etini yemek * sürekli rahatsız etmek.
    kafasının kontağıatmak * çok sinirlenmek, öfke ile dolmak.
    kafasız * Kafası olmayan.
    * Düşünüşü, anlayışıve kavrayışıkıt olan, anlayışsız, kavrayışsız.
    kafasızlık * Kafasız olma durumu, anlayışsızlık, kavrayışsızlık.
    kafatasçı * Kafatasçılıktan yana olan kimse, görüş.
    kafatasçılık * İnsanlarıkafataslarının biçimine göre değerlendiren görüş.
    kafatası * İnsanda ve omurgalılarda içinde beyin bulunan, başın kemik bölümü.
    kafaya çıkmak * topa kafayla vurmak için sıçramak.
    kafayı(yere) vurmak * hastalanıp yatağa düşmek.
    * uyumak için yatmak.
    kafayı bulandırmak * önceki düşünceleri alt üst etmek, değiştirmek.
    kafayı bulmak * sarhoşolmak, neşesi, keyfi yerine gelmek.
    kafayıçalıştırmak * kafayı işletmek.
    kafayıçekmek * içki içmek.
    kafayıdeğiştirmek * düşüncesini kanaatini değiştirmek.
    kafayıdinlemek * sessiz ve sakin kalıp düşünmek.
    kafayı işletmek * doğru ve iyi düşünmek.
    kafayıtütsülemek * sarhoşolmak.
    kafayıüşütmek * delirmek, çılgınlaşmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 11

    kafayıyemek * aşırıyorgunluktan bunalıma düşmek.
    Kafdağı * Genellikle masallarda yer alan, dünyayıçevrelediğine inanılan, arkasında cinlerin, perilerin bulunduğu var
    sayılan, zümrütten dağ.
    kafe * Bkz. kahve.
    kafein * Kahve ve çaydan elde edilen, hekimlikte kullanılan, uyarıcıniteliği olan bir madde.
    kafes * Aralıklıtelden, metal veya ağaç çubuklardan yapılmış, genellikle taşınabilir koyacak.
    * Vahşî hayvanlar için demir çubuklarla yapılmıştaşınabilir bölme.
    * Çapraz çubuklarla ve aralıklı olarak yapılmış, pencerelere takılan siper.
    * Cami ve tekke gibi yerlerde kadınlara ayrılan yer.
    * Ahşap yapıların direk ve çatmalardan oluşan kaplama tahtalarıdışında kalan iskeleti.
    * Hapishane.
    kafes gibi * zayıf, kuru veya delik deşik.
    kafes teli * Tel çitlerde kullanılan veya bir makine aracılığıyla kafes yapımında gerekli olan ince, galvanizli tel.
    kafesçi * Kafes yapan veya satan kimse.
    * Birini aldatarak çıkar sağlayan (kimse).
    kafese girmek * aldatılıp kendisinden çıkar sağlanmak.
    * hapse girmek.
    kafese koymak * aldatıp çıkar sağlamak.
    kafesleme * Kafeslemek işi.
    kafeslemek * Çıkar sağlamak için birini aldatmak.
    kafesli * Kafesi olan veya kafes biçiminde olan.
    kafeşantan * İçkili, çalgılıkahvehane.
    kafeterya * Müşterilerin kendi kendilerine servis yaptıklarılokanta.
    * Kahve ve benzeri içecekler satılan yer.
    kâffe * Bütün, tamam, hep, cümle.
    kâffesi * Bütünü, hepsi, tamamı.
    kâfi * Yeterli, yetecek ölçüde olan.
    * Yeter, yetişir, artık istemez!.
    kâfi gelmek * yetmek, yetişmek.
    kafile * Birlikte yolculuk eden topluluk.
    * Aynıyöne giden taşıt veya yolcu topluluğu, konvoy.
    * Sıra ile gönderilen şeylerin her bir bölüğü.
    kâfir * Tanrı’nın varlığını inkâr eden (kimse).
    * Genellikle Müslüman olmayanlara verilen ad.
    * Acımasız, zalim.
    * Sevilen birine takılma, sitem yollu kullanılır.
    kâfiristan * Kâfir ülkesi, Müslüman olmayanların yaşadığıyer.
    kâfirleşme * Kâfir gibi olma.
    kâfirleşmek * Kâfir gibi olmak.
    kâfirlik * Kâfir olma durumu.
    kafiye * Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynısesi veren hecelerin benzeşmesi, uyak, (halk edebiyatında)
    ayak.
    kafiyeli * Kafiyeli olma durumu, uyaklı, mukaffa.
    kafiyesiz * Şiirde kafiye kuralına uymayan, uyaksız.
    Kafkasyalı * Kafkasya halkından olan (kimse).
    kaftan * Çoğu ipek bir çeşit uzun, süslü üst giysisi.
    kaftancı * Kaftan yapan veya satan kimse.
    kâfur * Kâfur ağacından elde edilen, hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarısaydam, kolaylıkla parçalanan, çok ıtırlı
    bir madde.
    * Çok beyaz.
    kâfur ağacı * Defnegillerden, Uzak Doğu’da yetişen, kâfur elde edilen ağaç (Cinnamonum camphora).
    kâfuru * Bkz. kâfur.
    kâgir * Taşve tuğladan yapılmışolan.
    kağan * (hakan sözünün eski biçimi) Hanların bağlı olduğu devlet başkanı, imparator.
    kağanlık * Kağan olma durumu.
    * Kağanın yönetimindeki ülke.
    kâğıda dökmek * yazıya geçirmek.
    kâğıt * Hamur durumuna getirilmiştürlü bitkisel maddelerden yapılan, yazıyazmaya, basmaya, bir şey sarmaya
    yarayan kuru, ince yaprak.
    * Yazılıkâğıt yaprağı, pusula, tezkere.
    * Yazılısınav kâğıdı.
    * İskambil kâğıdı.
    * Kâğıt para.
    * Kâğıttan yapılmış.
    * Belge ve doküman.
    * Menkul kıymetler borsasında işlem gören tahvil, hisse senedi gibi malî değeri olan senet.
    kâğıt açmak * iskambil kâğıtlarını oyunculara dağıttıktan sonra koz olacak kâğıdın yüzünü çevirmek.
    kâğıt ağacı * Kâğıt dutu.
    kâğıt balığı * Kâğıt balığı gillerden, gövdesi kâğıt gibi ince ve saydam, üzerinde üç siyah benek bulunan kemikli bir balık
    (Trachypterus trachypterus).
    kâğıt balığı giller * Kemikli balıklardan, örnek hayvanıkâğıt balığı olan, ince gövdeli, gümüşî renkli balık familyası.
    kâğıt dutu * Dutgillerden, Çin’de ve Japonya’da yetişen, kabuğundan kâğıt yapılan bir ağaç (Broussenetia papyrifera).
    kâğıt gibi (olmak) * kanı çekilip benzi solmak.
    kâğıt helvacı * Kâğıt helvasıyapan veya satan kimse.
    kâğıt helvası * Tekerlek biçiminde, ince, yassıve gevrek bir çeşit helva.
    kâğıt kaleme sarılmak * hemen yazmaya başlamak.
    kâğıt kebabı * Kemiksiz koyun eti, domates, biber, soğan ve baharat karışımının yağlıkâğıt içerisine konarak fırında
    pişirilmesi yoluyla hazırlanan bir kebap türü.
    kâğıt oynamak * iskambil kâğıtlarınıkullanarak çeşitli oyunlar oynamak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 4

    kabuk kahvesi * Antep fıstığıkabuğunun öğütülmüşve hafifçe kavrulmuşu ile yapılan ve kahveye benzer içecek.
    kabuk yönetim * İçi, iç yapısı belli olmayan, belirsiz kalan yönetim.
    kabuklanma * Kabuklanmak işi.
    * Bir lâv akıntısıveya bir lâv gölü yüzeyinin katılaşması.
    kabuklanmak * Kabuk oluşmak.
    kabuklaşma * Kabuklaşmak işi.
    kabuklaşmak * Kabuk durumunu almak, kabuk gibi sertleşmek.
    kabuklu * Kabuğu olan.
    kabuklu bit * Koşnil.
    kabuklular * Kabukları, yapılarındaki kireçli tuzlar dolayısıyla sertleşmiş bulunan, solunum aygıtları balıklara benzeyen,
    çok hücreli hayvanlardan eklem bacaklılar sınıfı.
    kabuksu * Kabuğa benzeyen.
    kabuksuz * Kabuğu olmayan.
    kabuksuz yumurtlatmak * bir işi ivedilikle yaptırıp eksik kalmasına yol açmak.
    kabul * Bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olma.
    * (konuklarıveya işi olanları) Yanına sokma, katına alma.
    * Sunulan bir şeyi, armağanıalma.
    * Bir öneriyi uygun bulma, onaylama.
    * Bir yere alınma.
    * Rıza veya izin, akseptans.
    kabul etmek * bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olmak.
    * yanına, katına almak.
    * bir armağanıalmak.
    * onaylamak.
    kabul eylemek * kabul ettirmek.
    kabul günü * Ev hanımlarının konuk ağırladıkları belirli gün.
    kabul kredisi * Kabulün vadesinden önce poliçeyi kabul eden bankaya belirli bir tarihte belirli bir meblâğın ödeneceğine
    dair anlaşmadan sonra bankanın açtığıkredi.
    kabul odası * Büyük konak veya dairelerde konukların oturtuldukları büyük oda.
    kabul salonu * Resmî konukların ağırlandığı büyük konuk salonu.
    kabul töreni * Resmî konuklarıkarşılama töreni.
    kabul yeri * Bkz. kabul odası; kabul salonu.
    kabullenme * Kabullenmek işi.
    kabullenmek * Kabul etmek.
    * Hakkıyokken veya istemeyerek kendine mal etmek.
    kaburga * Eğe kemiklerinin oluşturduğu kafes.
    * Bkz. Eğe.
    * Gemilerde dışkaplamanın dayandığı iskelet.
    kaburgalarıçıkmak (veya sayılmak) * çok zayıf olmak.
    kâbus * Karabasan.
    * Acı, sıkıntı, korku veren.
    kâbus basmak (veya çökmek) * büyük sıkıntı, korku duymak.
    kâbus gibi * kâbusa benzer, kâbusu andıran.
    kâbuslu * Karabasan dolu, sıkıntılıve korkulu.
    kabuz * Yalan, palavra.
    kabuzcu * Yalancı, palavracı.
    kabz * El ile tutma, kavrama.
    * Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme.
    * “Alma” anlamında “ahzükabz” teriminde kullanılır.
    kabza * Tutulacak yer, tutak, sap.
    kabzımal * Meyve ve sebze üreticileri ile satıcılar arasında aracılık eden kimse, komisyoncu.
    kabzımallık * Kabzımal olma durumu.
    * Kabzımalın yaptığı iş.
    kacak * Bkz. kap kacak.
    kaç * Herhangi bir şeyin niceliğini sormak için kullanılan soru sıfatı.
    * (cümle, soru cümlesi olmadığında) Birçok.
    -kaç / -keç * Bkz. -gaç / -geç.
    kaç para eder? * neye yarar, ne değeri var?.
    kaç paralık (adam veya şey) * değersiz.
    kaç parça olayım! * (birçok işler karşısında) hangi birine yetişeyim!.
    kaç zamandır * belirsiz, fakat çok zamandan beri, çoktan beri.
    kaça * (fiyat için) Ne kadara?.
    kaça kaç * Bir yarışmada tarafların aldığısayıveya derecenin oranını belirtir.
    * Yarışma, tartışma, kavga ve benzeri gibi durumlarda tarafların oranını belirtir.
    * İki kişinin karşılıklı olarak gizlice sayıyazıp tahmin etmesine dayanan bir oyun.
    kaça patlamak * ne kadara mal olmak, fiyatıne olmak.
    kaçacak delik aramak * korku ile saklanacak yer aramak.
    kaçak * Bağlı bulunduğu yerden veya yasadan kaçan, uzaklaşan kimse.
    * Yasaca yapılmasıyasak olan veya yapılması için gerekli izin alınmayan.
    * Yasaca belirtilmişgerekli gümrük ve vergileri ödenmeden bir yere sokulan veya bir yerden çıkarılan.
    * Bir kaptan, bir borudan gaz, sıvıveya bir telden akım kaçması.
    * Yasalara, kurallara uymayarak, gizlice.
    * Gizlice kaçırılmışolan mal veya madde.
    kaçak güreşmek * asıl konuya girmeksizin başka şeylerden söz etmek veya politikada sık sık düşünce değiştirip esas amacını
    gizlemek.
    kaçakçı * Yasalara karşı gelerek bir yere mal sokan, bir yerden mal kaçıran veya bir yerde satan kimse.
    kaçakçılık * Bir devletin yasalarına karşı gelerek yapılan ticaret.
    * Bir ülkeye gizli olarak, gümrüğü ödenmemiş, yasaklanmışmal sokma işi.
    * Gizli olarak, sezdirmeden kaçırma işi.