hakkıvar | * doğru düşünüyor, doğru söylüyor, doğru davranıyor. |
hakkıhıyar | * Seçme hakkı, muhayyerlik. |
hakkıhuzur | * Bir toplantıda bulunma karşılığı alınan para, oturum ücreti. |
Hakkın rahmetine kavuşmak (veya Hakka kavuşmak, Hakka yürümek) | * ölmek. |
hakkında | * İlgili olarak, üzerine. |
hakkından gelmek | * zor bir işi başarı ile sona erdirmek. * yenmek, öç almak veya cezasınıvermek. |
hakkınıaramak | * hakkı olduğuna inandığışeyi elde etmeye çalışmak. |
hakkınıhelâl etmek (veya etmemek) | * hakkını, emeğini bağışlamak (bağışlamamak). |
hakkınıvermek | * gereğini bütün olarak yerine getirmek. * birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek. |
hakkınıyemek | * birinin hakkı olan şeyi vermemek. |
hakkısükût | * Susmalık, sus payı. |
hakkıyla | * Gereği gibi, iyice. |
haklama | * Haklamak işi. |
haklamak | * Bozmak, perişan etmek, yenmek. * Kırmak, bozmak. * Yiyip bitirmek. |
haklaşma | * Haklaşmak biçimi veya durumu. |
haklaşmak | * İki taraf birbirine hakkınıverip, alacak verecekleri kalmamak, ödeşmek. |
haklı | * Hakka uygun, doğru, yerinde. * Davası, iddiası, düşüncesi veya davranışıdoğru ve adalete uygun olan (kimse). |
haklı bulmak | * davasını, iddiasını, düşüncesini, davranışınıdoğru bulmak, yerinde görmek. |
haklıçıkmak | * davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak. |
haklı olmak | * davası, iddiası, davranışı, düşüncesi adalete uygun olmak. |
haklılık | * Haklı olma durumu. |
hakperest | * Haksever. |
hakperestlik | * Hakseverlik. |
haksever | * Doğru bildiği şeyden ayrılmayan (kimse), hakperest. |
hakseverlik | * Haksever olma durumu, hakperestlik. |
haksız | * Hak ve adalete uygun olmayan. * Davası, iddiası, davranışı, düşüncesi doğru ve yerinde olmayan (kimse). |
haksız bulmak | * bir iddiayı, düşünceyi, davranışıdoğru ve yerinde bulmamak. |
haksız yere | * Haksız olarak, hak etmediği hâlde. |
haksızca | * Hakka, adalete uymayan (biçimde). |
haksızlık | * Haksız olma durumu. * Hak ve adalete aykırılık. |
haksızlık etmek | * adalete aykırıdavranmak, gadretmek. |
hakşinas | * Haktanır. |
hakşinaslık | * Haktanırlık. |
haktanır | * Herkesin hakkını gözeten (kimse), hakşinas. |
haktanırlık | * Haktanır olma durumu. |
hakuran | * Kumru. |
hakuran kafesi gibi | * birçok aralıkları, açıklıkları bulunan (oda, yer). |
hal | * Çözme, çözülme; eritme; karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma. |
hal | * Genellikle üstü kapalıpazar yeri. |
hal | * Tahttan indirme. |
hâl | * Bir şeyin içinde bulunduğu şartlarıveya taşıdığıniteliklerin bütünü, durum, vaziyet. * Davranış, tutum, tavır. * Şimdiki zaman, içinde yaşanılan zaman. * Güç, kuvvet, takat. * Kötü durum, sıkıntı, dert. |
hal çaresi | * Çözüm yolu. |
hâl değişimi | * Bir yıldızın sıcaklığına, basıncına, yoğunluğuna, aydınlatma gücüne veya kütlesine ilişkin değişim. |
hâl hatır sormak | * bir kimseye “nasılsınız, ne durumdasınız”anlamında nezaket sorusu yöneltmek. |
hâl olmak | * kötü duruma düşmek, ölmek. |
hâl ulacı | * Zarf-fiil. |
hala | * Babanın kız kardeşi. |
hâlâ | * Şimdiye kadar veya o zamana kadar, henüz. |
hâlâ o masal | * hep aynısöz, aynıdüşünce, davranışveya sorun. |
Halaç | * İran’ın güneyinde yaşayan bir Türk topluluğu veya bu topluluktan olan kimse. |
Kategoriler