dilli düdük etmek | * bir haberi herkese yaymak. |
dilmaç | * Çevirici, tercüman. |
dilmaçlık | * Dilmacın mesleği, çeviricilik, tercümanlık. |
dilme | * Dilmek işi. * Dört köşe kesilmişağaç. |
dilmek | * Bir bütünü küçük ve yassıparçalara ayırarak kesmek. * Yarmak. |
dilsel | * Dille ilgili. |
dilsever | * Dili seven (kimse). |
dilsiz | * Konuşma merkezinin veya konuşma organlarının bozukluğu sebebiyle konuşamayan (kimse), ahraz. * Ses çıkarmayan, sessiz olan (kimse). |
dilsizlik | * Dilsiz olma durumu. |
dilüviyum | * Bugünkü ırmakların dördüncü çağdan kalma en eski alüvyonlarına verilen ad. |
dimağ | * Beyin. * Bilinç, zihin. |
dimdik | * Çok dik (olarak). * Sağlıklı, zinde. * Sıkıntılarıkarşılayacak durumda olan, başeğmeyen, metin. * (bakışiçin) Dikkatli, ısrarlı. * Sağa sola sapmadan, dosdoğru. * Kaskatı, çok sertleşmişolarak. |
dimdik ayakta durmak | * yıkılmamak. |
dimdik durmak | * tam dik durumda olmak. * tutumunu değiştirmemek, yılmamak. |
dimi | * Sıkıdokunmuş bir tür pamuklu kumaş. |
diminuendo | * Sesi gittikçe azaltarak. * Müzik parçasının başında “>” işaretiyle gösterilen nota terimi. |
dimmer | * Elektrik akım şiddetini el ile çevirerek ayarlayan anahtar, reosta. |
dimnit | * Erken olgunlaşan ince kabuklu bir çeşit siyah üzüm. |
dimyat | * Seyrek ve yuvarlak taneli bir çeşit üzüm. * (büyük D ile) Aşırıhırsla fazla malda gözü olan kimsenin elindekini avucundakini de kaybedebileceği anlamında “Dimyat’a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak” sözünde geçer. |
din | * Tanrı’ya, doğaüstü güçlere, çeşitli kutsal varlıklara inanmayıve tapınmayısistemleştiren toplumsal bir kurum. * Bu nitelikteki inançlarıkurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen. * İnanılıp çok bağlanılan düşünce, inanç veya ülkü. |
din | * C.G.S. sisteminde bir gramlık bir kütlenin hızınısaniyede bir santimetre artıran güç birimi: Bir nevton 105 din’e eşittir. |
din | * Bir şeyin en yüksek ve sivri noktası. |
din | * İlmek. |
din adamı | * Mesleği dinle ilgili işler olan görevli. |
din birliği | * Aynıdin etrafında oluşturulan inanç gücü. |
din dışı | * Dinle ilişiği olmayan, lâdini. |
din doruğu | * Dağın en yüksek yeri. |
din erki | * Din ilkelerine dayanan egemenlik, din gücü. |
din felsefesi | * Dinin ilkelerinin özünü ve anlamınıtemellendirmeyi amaçlayan felsefe dalı. |
dinamik | * Mekaniğin kuvvet, hareket, enerji arasındaki ilişkilerini inceleyen dalı, devim bilimi. * Devimsel. * Canlı, etkin, hareketli. |
dinamik analiz | * Çözümleme konusu yapılan veya modele dahil edilen değişkenlerin zaman içindeki değişmelerinin de dikkate alındığıyöntem. |
dinamikleşme | * Dinamikleşmek durumu. |
dinamikleşmek | * Dinamik duruma gelmek. |
dinamit | * Nitrogliserin ile yapılan patlayıcı bir madde. * Tutku, özlem, heyecan. * Şiddetli, korkunç, hırslı. |
dinamit lokumu | * Kömür tozu, kil gibi maddelere emdirilmişdinamit. |
dinamitçi | * Dinamit üreten, satan veya patlatılma işinde çalışan kimse. |
dinamitçilik | * Dinamitçinin işi veya mesleği. |
dinamitleme | * Dinamitlemek işi. |
dinamitlemek | * Dinamitle havaya uçurmak. * Bir girişimi, bir kuruluşu engelleyici, yıkıcıdavranışta bulunmak. |
dinamitlenme | * Dinamitlenmek işi. |
dinamitlenmek | * Dinamitle havaya uçurulmak. * Engellenmek. |
dinamizm | * Devimselcilik. * Davranışlarıcanlıve hareketli olan canlının özelliği. |
dinamo | * Mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüştüren alet. |
dinamometre | * Kuvvetölçer. |
dinar | * Yaklaşık olarak altın liranın dörtte biri değerinde olan eski bir para. * Bahreyn, Cezayir, İran, Irak, Kuveyt, Libya, Tunus, Ürdün, Yemen ve eski Yugoslavaya’da kullanılan para birimi. |
dince | * Dine göre, din bakımından. |
dincelmek | * Dinçleşmek. |
dinci | * Dinî görüşleri her alana yaymak isteyen kimse. |
dinci erki | * Bkz. Din erki. |
dincilik | * Dincinin işi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 49
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 41
dışlâstik * Bazıkara taşıtlarında iç lâstiği koruyan kalın lâstik. dışmerkezli * Dışmerkezlikle ilgili olan. dışmerkezlik * Bir elips ve hiperbolde, odaklar arasındaki uzaklığın büyük eksen uzunluğu ile olan oranı. dışodun * Kabukla olgun ağaç bölümleri arasında bulunan, tam olgunlaşmadığı için marangozlukta kullanılması
sakıncalı olan odun bölümü.dışpazar * Bir ülkenin mal satabildiği yabancıülke. dışpazarlama * Başka ülkelere birtakım ürünleri satma, bu yolla ticaret yapma. dışpiyasa * Başka ülkelerde oluşan ve var olan alışverişe dayalıticaret imkânı. dışplâzma * Bir hücre içerisindeki sitoplâzmanın faklılaşmışdışkatı. dışpolitika * Bir devletin sınırlarıötesindeki devletlere uyguladığısiyaset. dışsatım * İhracat. dışsatımcı * İhracatçı. dışsatımcılık * İhracatçılık. dışters açı * İki paralel doğruyu kesen üçüncü bir doğrunun iki yanında, paralellerin dışında altlıüstlü oluşan dört
açıdan her biri.dışticaret * Bir devletin yabancıdevletlerle yaptığı alışveriş, ithalât ve ihracatın tamamı. dışticaret açığı * Yabancıülkelerden alınan malların satılandan daha fazla olmasısonunda ortaya çıkan borç tutarı. dışvurum * Bkz. dışa vurum. dışvurumcu * Bkz. dışa vurumcu. dışyarıçap * Düzgün bir çokgenin köşelerinden geçen dairelerin yarıçapı. dışyüz * Bir şeyin dışarıdan görünüşü. dışzar * Aynı irilikte olmayan kütin durumuna gelmişçiçek tozu tanecikleri. dışa dönük * Dışla ilişkisi olan.
* Dışa dönüklük davranışları gösteren (kimse).dışa dönüklük * Kişinin ilgisinin kendi duygu ve düşünceleri yerine, dıştaki nesnel ve toplumsal çevreye yönelmesi durumu. dışa vurmak * belli etmek. dışa vurum * Ruhî olayların belli işaret veya tasvirlerle yansıtılması; insan ruhunun algılanabilecek biçimde kendini dışa
yansıtması, ifade.dışa vurumcu * Dışa vurumculuk akımına bağlı olan sanatçı, ekspresyonist. dışa vurumculuk * Olayların, varlıkların gerçekten olduğu gibi değil de sanatçının iç dünyasına göre anlatılmasıanlayışına
dayanan sanat akımı, ekspresyonizm.dışarı * Dışçevre, dışyer, hariç.
* Kişinin konutundan ayrı olan yer.
* Yurt dışı.
* Dışa, dışçevreye.dışarıatmak * kovmak. dışarıçıkmak * büyük abdest yapmak. dışarıvurmak * belli etmek, açıklamak. dışarıdan evlenme * Bkz. dışevlilik. dışarılı * Taşralı, dışarlıklı. dışarısı * Kapalı, sınırlı bir yerin ötesi. dışarlık * Taşra. dışarlıklı * Taşralı. dış beslenen * Besinini organik maddelerden sağlayan, heterotrof. dış bükey * Yüzeyi tümsek, çıkık ve şişkin olan, tümsekli, muhaddep, konveks. dış bükeylik * Dışa doğru çukur, şişkin veya kabarık olma durumu. dışıeli yakar, içi beni yakar * görünüşe aldanmamalı. dışıkalaylı, içi alaylı * dışısüslü, güzel görünüşlü, ama içi berbat. dışık * Erime durumundaki madenlerin yüzeyinde toplanan madde, cüruf. dışına çıkmak * tanınan hak ve yetkileri aşmak. dışında * …-den başka, sayılmazsa. dışında bırakılmak * hariç tutulmak. dışında kalmak * karışmamak, ilgilenmemek. dışınlı * Bir şeyin, bir düşüncenin aslında ve gerçeğinde olmayıp onun dışında kalan, öze bağlı olmayıp arızî olan,
öz dışı, özünlü karşıtı.dışkı * Anüs yoluyla dışarıya atılan besin artığı, kazurat. dışkılama * Dışkının ve dışsalgıların dışarıatılması işlemi. dışkılık * Bazı omurgalılarda, özellikle keseliler, sürüngenler ve kuşlarda, bağırsak ile sidik ve üreme kanallarının
açıldığıyer.dışkısever * Dışkılarda yaşayan hayvanlar. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 42
dışlama * Dışlamak işi. dışlamak * Bir kimse veya bir toplum, bir kimseyi, bir durumu, bir düşünce vb. yi yok saymak, ilgilenmemek. dışlanma * Dışlanmak işi veya durumu. dışlanmak * Dışarıda tutulmak, bir yere veya topluluğa alınmamak. dışlaştırma * Dışlaştırmak işi. dışlaştırmak * Dışa vurmak. dışrak * Herkesin öğrenmesinde sakınca görülmeyen, gizli kapalı olmayan (her türlü bilgi, öğreti), içrek karşıtı. dışsal * Dışla, ilgili, dışa ilişkin, haricî. dıştan * Aslında olmayıp sonradan ve dışarının etkisiyle ortaya çıkan (düşünceler). dıştan evlilik * Bkz. dışevlilik. dızdık * Akrabalığın uzak olduğunu anlatmak için yalnız dızdığının dızdığıdeyiminde kullanılır. 343 dığdık. dızdızcı * Dızdızcılık eden kimse. dızdızcılık * Birkaç dolandırıcının, bir insanın ilgisini belli bir konu üzerinde toplayıp parasınıçalmaları. dızlak * Dazlak. dızlama * Dızlamak işi. dızlamak * Dolandırmak, çarpmak, soymak. dızman * İri yapılı, uzun boylu, şişman. -di * Bkz. -dı/ -di. dialkol * Bkz. Glikol. diaspora * Kopuntu. diba * Altın ve gümüşişlemeli bir tür ipek kumaş. dibace * Başlangıç, giriş, ön söz. dibek * Taştan veya ağaçtan yapılmış büyük havan.
* Dibekte dövülmüşolan.dibek kafalı * Anlayışsız, kaba, budala kimse. dibi görünmek * bir kabın içindeki şey tükenmek. dibi kırmızımumla (veya bal mumuyla) mıçağırdım * “üzerinde önemle durarak çağırmadım” anlamında kullanılır. dibine darıekmek * bir şeyi sonuna kadar tüketmek, bitirmek. dibini bulmak * içindekini tüketmek. dibini tutmak * (pişen yemekler için) tencerenin dibine yapışmak. didaktik * Öğretici.
* Öğretim yöntemlerini ele alan bilim, öğretim bilgisi.didar * Yüz, çehre. dide * Göz. dideban * Gözcü, bekçi, nöbetçi, gözetleyici.
* Gümrük kolcusu.didik didik * Didiklenmişolan.
* Didikleyerek.didik didik etmek (veya olmak) * didiklemek, (didiklenmek). didikleme * Didiklemek işi. didiklemek * Çekiştirerek veya ısırarak parçalamak, gagalamak.
* Bir yerin veya bir şeyin içindeki eşyayıkarıştırarak aramak, araştırmak.
* Kendi kendini harap etmek, üzmek.
* Bir konuyu bütün ayrıntılarıyla gözden geçirmek, iyice araştırmak.
* Huzursuzluk vermek, sıkıntıya sokmak.didikleniş * Didiklenmek işi veya biçimi. didiklenme * Didiklenmek işi. didiklenmek * Didiklemek işi yapılmak. didiniş * Didinmek işi veya biçimi. didinme * Didinmek işi. didinmek * Çok güçlük çekerek sürekli çalışmak. didinti * Güçlük çekerek ve sürekli olarak çalışıp çabalama, didişme. didişim * Konuşma ve tartışmayı bir araç değil, bir amaç sayan felsefe yöntemi, eristik. didişip durmak * sürekli olarak birbirini hırpalamak. didişken * Didişmekten hoşlanan. didişme * Didişmek işi. didişmek * El veya sözle birbirini hırpalamak.
* Geçimini sağlamak amacıyla güç şartlarda çalışmak, uğraşmak.didon * Halkın İstanbul’daki yabancılara, özellikle Fransızlara verdiği ad. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 43
didon sakallı * Yalnız çenesinde sivri sakalı olan. didona * Bkz. Didon. didona sakallı * Didon sakallı. diesel * Bkz. dizel. difana * Üç katlı bir balık ağı. difenbahya * Yapraklarının güzelliği nedeniyle sera ve salonlarda yetiştirilen bir süs bitkisi. diferansiyel * Dönemeçlerde otomobilin iki arka tekerleğinin ayrıhızla dönmesini sağlayan bir dişli aygıt.
* Özellikle fonksiyonların değişmeleriyle ilgili matematik dalı.diferansiyel denklem * İçinde bir değişkenin bilinmeyen bir fonksiyonu ve bu fonksiyonun değişkene göre çeşitli basamaklardan
türevleri bulunan denklem.diferansiyel hesap * Değişkenlerin sonsuz küçük farklarındaki artma değerlerini bulmaya yarayan hesap. difraksiyon * Kırınım. difteri * Çoğunlukla çocuklarda görülen burun, boğaz, yutak çeperine yerleşen mikropların yol açtığı bulaşıcı
hastalık, kuşpalazı.difterili * Difteriye yakalanmışolan. diftong * İkili ünlü. diftonglaşma * Diftong durumuna gelme işi. diftonglaşmak * Diftong durumuna gelmek. difüzyon * Moleküllerin kinetik enerjileri sebebiyle çok yoğun bir bölgeden az yoğun bir bölgeye hareketleri. diğer * Başka, özge, öteki, öbür. diğeri * Ötekisi, başkası. diğerkâm * Özgeci, özgecil. diğerkâmlık * Özgecilik. dijital * Sayısal.
* Verilerin bir ekran üzerinde elektronik olarak gösterilmesi.dik * Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan.
* Eğimi dike yakın olan.
* Yatık durmayan, sert.
* (ses için) Sert, kalın, tok.
* (bakışiçin) Sert.
* (söz için) Ters, aksi.
* (davranışiçin) Kaba, yersiz.
* Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş.-dik * Bkz. -dık / -dik. dik açı * Birbirini kesen iki doğrunun oluşturduğu açılar eşit olduklarında, bu açıların her biri. dik âlâsı * Genellikle hoşkarşılanmayan bir durumun aşırılığınıanlatır. dik başlı * İnatçı, bildiğinden dönmeyen, büyüklerinin sözünü dinlemeyen, boyun eğmez.
* Kurumlu.dik biçme * Ekseni tabanına dikey olan biçme. dik dik bakmak * çok sert bir biçimde, sert sert; öfkeli öfkeli bakmak. dik kafalı * Dik başlı. dik kuyruk * Bir tür ördek. dik rüzgâr * Geminin yoluna karşıesen rüzgâr. dik silindir * Ekseni tabanına dikey olan silindir. dik üçgen * Kenarlarından ikisi birbirine dikey, bir açısıdoksan derece olan üçgen. dik yamuk * Kenarlarından biri tabanlarına dik olan yamuk. dikçe * Dik olarak, diklemesine.
* Derinden.dikdörtgen * Açılarıdik olan paralel kenar. dikdörtgensel * Dikdörtgen benzeri, dikdörtgen gibi. dikdörtgensel bölge * Dikdörtgenin sınırladığıdüzlemsel bölge. dikeç * Bağçubuğu dikmek için delik açmaya yarayan demir.
* Kazık, sırık, ağaç çubuk.dikel * Bel (III). dikelme * Dikelmek durumu. dikelmek * Dik duruma gelmek, dikleşmek.
* Ayakta durmak.
* Sert konuşmak, karşı gelmek, birine kafa tutmak, dinelmek.diken * Bazı bitkilerin dal, yaprak, meyve kabuğu gibi bölümlerinde ve bazıhayvanların derisinde bulunan sert,
ucu sivri ve batıcıçıkıntılardan her biri.
* Dikeni çok olan bitki.diken diken * Dikeni bol.
* Dik duruma gelmiş, dikleşmiş.diken dutu * Böğürtlen. diken üstünde oturmak (veya olmak) * bir yerde tedirginlik duymak. dikence * Dikenli balıkgillerden, tatlısu balıklarının küçük bir türü (Gasterostsus pungitius). dikencik * Küçük diken. dikencikli * Ucu sivri olan.
* Küçük dikenleri olan.dikenleşme * Dikenleşmek işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 39
devreye sokmak * işin içine girdirmek, karıştırmak. devrî * Devirli.
* Devirle ilgili.devriâlem * Dünyayıdolaşma. devridaim * Tam ve sürekli dönüşveya dolaşım.
* Motorda suyun dönmesini sağlayan cihaz.devrihindî * Türk müziğinde bir küçük usul. devrik * Katlanıp kendi üzerine bükülmüş.
* Yatırılmış, yıkılmış, dik durumunu yitirmiş.
* (iktidarda olanlar için) Darbe ile makamından indirilmiş.devrik cümle * Yüklemi öteki kelimelerden daha önce gelen cümle. devrikebir * Türk müziğinde bir büyük usul. devriklik * Devrik olma durumu. devriliş * Devrilmek işi veya biçimi. devrilme * Devrilmek işi. devrilmek * Yok edilmek, ortadan kaldırılmak. devrim * Çevrilme, katlanma, bükülme.
* (dil inkılâbının ilk yıllarında) İnkılâp.
* (son yıllarda) İhtilâl.devrimci * (dil inkılâbının ilk yıllarında) İnkılâpçı.
* (daha sonraki yıllarda) Devrim yapan veya devrime bağlı olan, ihtilâlci.devrimcilik * (dil inkılâbının ilk yıllarında) İnkılâpçılık.
* (daha sonraki yıllarda) ihtilâlcilik.devrirevan * Türk müziğinde bir büyük usul. devrisaadet * Hazreti Muhammed’in yaşadığıdönem, saadet asrı. devrisi * (gün, hafta, ay, yıl için) Bir sonraki, ertesi. devriye * Güvenliği sağlamak amacıyla dolaşan polis, jandarma veya asker topluluğu, karakol.
* Osmanlılarda ilmiye sınıfından olan kimselere verilen derece.devriye gezmek * Bkz. karakol gezmek. devrolunma * Devrolunma işi. devrolunmak * Devredilmek. devşirilme * Devşirilmek işi. devşirilmek * Devşirmek işi yapılmak. devşirim * Devşirmek işi. devşirimli * Düzenli olarak derlenmiş. devşirimsiz * Düzenli olarak derlenmemiş. devşirme * Devşirmek işi.
* Asker yetiştirilmek üzere Yeniçeri Ocağına alınacak çocuklarıseçip toplama işi.
* Yeniçeri Ocağına bu yolla alınan çocuk.devşirmek * Bir araya getirmek, derlemek, toplamak.
* Katlamak, düzgün duruma getirmek.deyi * Dil, söz, işaret, mimik gibi anlatım araçlarının bütünü.
* Hristiyan felsefesinde Tanrıkelâmını insanlara ulaştıran oğul (İsa), logos.deyim * Genellikle gerçek anlamından az çok ayrı, ilgi çekici bir anlam taşıyan kalıplaşmışanlatım, tabir. deyimleşme * Deyimleşmek işi. deyimleşmek * Deyim özelliğini kazanmak. deyimleştirme * Deyimleştirmek işi. deyimleştirmek * Deyim durumuna getirmek, deyim özelliği kazandırmak. deyip de geçmek * önemsememek. deyip de geçmemek * önemsemek. deyiş * Söyleme biçimi, anlatım biçimi, üslûp.
* Halk şiiri, halk türküsü.
* Bir kimsenin bir konuyla ilgili anlattıkları, ifade.deyyus * Karısının veya kendisine çok yakın bir kadının iffetsizliğine göz yuman kimse anlamında sövgü sözü. dezavantaj * Engelleme, zarar verme durumu. dezenfektan * Mikrop kırma özelliği olan (madde). dezenfektasyon * Mikroplardan temizlemek işi. dezenfekte * Mikroplardan temizlenmiş. dezenfekte etmek * mikroplardan temizlemek, mikropsuzlaştırmak. -dı/ -di; -du / -dü; -tı/ -ti; -tu / -tü * Belirli geçmişzaman eki: al-dı, gel-di, vur-du, gül-dü, at-tı, koş-tu, düş-tü vb. Bu ekle türemişisimler de
vardır: türedi, alındı, uydu, dedikodu, gecekondu vb.dı bır dı bır * Ses çıkaran adımlar atarken yapılan yürüyüşü anlatır. dığan * Yağtavası. dığdığı * Konuşurken “r” leri “ğ” gibi söyleyen (kimse). dığdık * Akrabalığın uzak olduğunu anlatmak için dığdığının dığdığıdeyiminde geçer. 343 dızdık. -dık / -dik; -duk / -dük; -tık / -tik; -tuk / -tük * Geçmişzaman sıfat fiil eki: tanı-dık adam, görül-me-dik olay vb. Bu ekle yapılmışisimler de vardır: tanıdığ-a rastlamak, bil-diğ-ini söylemek vb. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 40
dılak * Bızır, klitoris. dımbırdatma * Dımbırdatma işi. dımbırdatmak * (saz, cura, tambur gibi çalgılar için) Çalmak. dımdızlak * Çırçıplak.
* Elindeki her şeyini, imkânlarınıyitirmiş.
* Tepesinde saçıdökülmüş(kimse).dımdızlak kalmak * elindeki her şeyi, imkânlarınıyitirmek. dımışkî * Bir çeşit üzüm. -dır / -dir; -dur / -dür; -tır / -tir; -tur / -tür * Ek fiilin genişzamanının tekil üçüncü kişi şekli: dalgın-dır, güzel-dir, yorgun-dur, süslü-dür, açık-tır,
köpek-tir, çocuk-tur, çürük-tür vb.-dır / -dir; -dur / -dür; -tır / -tir; -tur / -tür * Ettirgen çatıeki: yaz-dır-, çiz-dir-, vurdur-, öl-dür-, at-tır-, biç-tir-, tut-tur-, tüttür- vb. dır dır * Sürekli, bezdirecek biçimde (söylenme). dır dır etmek * bezginlik verecek biçimde söylenip durmak. dıramudana * Bir rüzgâr türü. dırdır * Bezginlik verecek biçiminde söylenen söz. dırdırcı * Bezdirici söz etme alışkanlığı olan (kimse), geveze, yerli yersiz çok konuşan (kimse). dırdırlanma * Dırdırlanmak işi. dırdırlanmak * Dır dır etmek. dırıltı * Bezdirici bir biçimde söylenme, dırdır.
* Çekişme, atışma.dırıltıçıkarmak * çekişmeye yol açmak. dırlanma * Dırlanmak işi. dırlanmak * Herkesi tedirgin edecek, bezdirecek biçimde söylenmek. dırlaşma * Dırlaşmak işi. dırlaşmak * Kavga etmek, ağız kavgasıetmek, dilleşmek. -dırt / -dirt; -durt / -dürt; -tırt / -tirt; -turt / -türt * Ettirgen çatıeki: al-dırt-, ger-dirt-, vur-durt-, öl-dürt-, aç-tırt-, biç-tirt-, koşturt-, çök-türt- vb. dış * Herhangi bir cisim veya alanın sınırları içinde bulunmayan yer, hariç, iç karşıtı.
* Bir konunun kapsamına girmeyen şey.
* Görülen, içte bulunmayan yüzey.
* (somut kavramlarda) İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha uzak olan.
* Yabancıülkelerle ilgili.
* Bir kimsenin görünüşü, durum ve davranışları.
* Bireyin ötesinde bir varlığı olan.
* Açık havada geçen sahneleri içine alan çekim.dışaçı * İki doğruyu kesen bir doğrunun bu doğruların dışında kalacak biçimde yaptığı açı. dışâlem * İnsanın kendi çevresi dışındaki yaşayış, dünya. dışalım * İthalât. dışalımcı * İthalâtçı. dışalımcılık * İthalâtçılık. dışasalak * Konakçının üzerinde yaşayan ve çoğunlukla kan emen asalak. dış başkalaşım * Magmanın sokulmasıyla, komşu kayaçların uğradığı başkalaşma, egzomorfizm. dış bellek * Bilgisayarın yalnızca girişçıkışkanallarınıkullanarak erişebildiği bellek. dış beslenme * Besinin organik maddelerden sağlama, heterotrofi. dış borç * Devlet bütçesine, kamu veya özel kesime dışülkelerden kredi yoluyla sağlanan para. dışçevre * Canlının dışında olan ve kendisinin de bilinçli veya bilinçsiz olarak tepkide bulunduğu uyaranların hepsi. dışçizgiler durumu * Ayrıayrı birliklerin çevreden merkeze ulaşan yollarla düşman üzerinde birleşmesi. dışçokgen * Kenarları bir dairenin çember çizgisi üzerine gelen çokgen. dışderi * Sinir sistemini ve duygu organlarını oluşturan, embriyonun dışyüzünü örten tabaka, ektoderm. dışdünya * Ülke dışı.
* Bilinçten bağımsız olan, bilincin dışında var olanların hepsi.dışevlilik * Evlenecek kimsenin eşini kendi boy veya soyunun dışından seçmesi kuralına dayalıevlilik biçimi, dışarıdan
evlenme, egzogami.dışgebelik * Döllenmiş bir yumurtanın döl yatağıdışında oluşmasıve gelişmesi. dışgezegen * Yörüngesi Yer yörüngesinin dışında kalan gezegen. dışgezi * Bulunulan ülke sınırlarıdışına yapılan gezi. dışgüçler * Ekonomi ve politika açısından güçlü devletler.
* Mekanik parçalanma, kimyasal ayrışma, yel, dalga, akarsu ve buzulların etkileri gibi kökenleri Güneş
enerjisine dayanan güçlerin veya etkenlerin bütünü.dışhatlar * Yurt dışıulaşımınısağlayan yol.
* Yurt dışı iletişimi.dışişleri * Bir devletin başka devletlerle ilgili işleri, hariciye. dışkapının dışmandalı * çok uzak akraba. dışkavuz * Buğdaygillerde başakçığın en altında bazıtürlerde çiçeğin bütün organlarını içerisine alacak bir şekilde
gelişmişolan kavuz.dışkredi * Ekonomik durumu iyi olan ülkelerden sağlanabilecek kredi. dışkulak * Kulağın, kulak kepçesi ve dışkulak yolundan oluşan bölümü. dışkutsal * Kutsallıkla ilgisi bulunmayan, kutsallığa ne uygun ne de karşıt olan. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 34
dertli * Derdi olan. dertlilik * Dertli olma durumu. dertop * Bir araya getirilerek, büzülerek. dertop etmek * bir araya getirmek, toparlamak. dertsiz * Derdi olmayan. dertsiz başınıderde sokmak * bir derdi yokken gereksiz yere üzüntü veren bir işe girişmek. dertsizlik * Dertsiz olma durumu. deruhte * Üzerine alma, üstlenme. deruhte etmek * üstlenmek. derun * İç, içeri, öz.
* Gönül, yürek, ruh.derunî * İçle ilgili, içten. derviş * Bir tarikata girmiş, onun yasa ve törelerine bağlıkimse, alp eren.
* Alçak gönüllü ve her şeyi hoşgören kimse.
* Yoksulluğu, çilekeşliği benimsemişkimse.
* Kırlangıç balığının pek küçüğü.dervişane * Dervişgibi, dervişe yakışan biçimde. dervişçe * Dervişe yakışır (biçimde), dervişgibi; hoşgörülü. dervişin fikri ne ise zikri de odur * insan, önem verip düşündüğü şeyi konuşmaktan kendini alamaz. dervişlik * Dervişolma durumu. derya * Deniz.
* Bilgili kimse.
* Bir şeyin bol olduğu yer.derya gibi * çok bilgili.
* pek çok.deryadil * Her şeyi hoşgören, çok sabırlı. derz * Duvar taşlarının veya tuğlalarının harçla doldurulup üzerinden mala çekilerek düzeltilen aralığı. Descartes’çı * Bkz. Dekartçı. Descartes’çılık * Bkz. Dekartçılık. desen * Tahta, çini, kumaş, kâğıt gibi yüzeylerin üzerinde varlıkları, nesneleri belirli çizgilerle gösterme, tasvir.
* Görsel bir etki yaratmak amacıyla yapılmışçizgi resimlerin hepsi.
* Desen yapma sanatı.desenci * Desen ile uğraşan kimse. desencilik * Desencinin işi veya mesleği. desenleme * Desenlemek işi. desenlemek * Desen yaparak çizmek. desenli * Desenlerle süslü olan. desenli kaplama * Ağacın yıl halkalarının kaplama yüzeyinde güzel görünüşlü çizgiler oluşturmasıyla elde edilen bir kaplama
türü.desensiz * Üzerinde desen bulunmayan. desibel * İşitme duyarlığınıölçmekte kullanılan bir âlet. desigram * Bir gramın onda biri, dg. desikatör * Kurutma kabı. desilitre * Bir litrenin onda biri, dl. desimetre * Bir metrenin onda biri, dm. desinatör * Mesleği desen yapmak olan kimse.
* Endüstri, mimarlık vb.de desen yapan kimse.desinatörlük * Desinatörün yaptığı iş. desise * Aldatma, oyun, düzen, hile, entrika. desister * Bir sterin onda biri, dst. deskriptif * Tasvirî. despot * Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimse, müstebit.
* Ortodoks Rumların din başkanlarına verilen ad.
* Her istediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kimse, tiran.despotça * Despota yakışan biçimde, despot gibi. despotik * Despotça. despotizm * Despotluk, istibdat. despotluk * Despot olma durumu, müstebitlik, istibdat, despotizm.
* Bir ülkeyi zora, baskıya ve keyfe bağlıyönetme.dessas * Düzenci, entrikacı. destan * Tarih öncesi tanrı, tanrıça, yarıtanrıve kahramanlarla ilgili olağanüstü olaylarıkonu alan şiir, epope.
* Bir kahramanlık hikâyesini veya bir olayıanlatan, koşma biçiminde, ölçüsü on bir hece olan halk şiiri.
* ÇağdaşTürk edebiyatında biçim ve içerik yönünden, geleneksel destanlardan ayrılık gösteren uzun
kahramanlık şiiri.destan düzmek * kahramanlık hikâyesi veya herhangi bir olayıanlatan şiir yazmak. destan gibi * uzun yazılmış(mektup). destan yaratmak * olağanüstü kahramanlık göstermek, yararlık göstermek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 35
destancı * Destan yazan veya anlatan kimse. destanî * Destan biçiminde yazılmışolan.
* Destan kahramanlarına yaraşır nitelikte olan.
* Destana benzer, destan gibi.destanlaşma * Destanlaşmak durumu. destanlaşmak * Olağanüstü kahramanlık ve başarı göstermek. destanlı * Destanı olan, içinde destan bulunan. destanlık * Destan durumuna gelmeye yarayan (şey). destansal * Destanla ilgili destana özgü.
* Destan kahramanına benzer.destansı * Destan niteliğinde olan, destana benzer, epik. destansız * Destanı olmayan, içinde destan bulunmayan. destar * Sarık. destarî * Sarıkla ilgili.
* Sarık yapan kimse.destarlı * Sarığı olan, sarıklı. deste * Cinsleri aynıveya birbirine yakın olan şeylerin bir arada bağlanmışı, demet, bağlam.
* Çok.
* Kılıç, bıçak vb.nin elle tutulacak yeri, kabza.
* Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşdereceden en küçüğü.
* Aynıcinsten onluk bir küme.deste deste * Demet demet. desteci * Desteleyici. destek * Dayanak, dayak.
* Üzerine bir şey oturtmaya, tutturmaya, koymaya yarar araç, hamil.
* Yardımcı.
* Bir vektörü taşıyan sonsuz doğru.
* Bir birlik için sağlanan yardım veya koruma.destek doku * Vücuda destek görevi yaptıkları için bağdokusunun kıkırdak ve kemik dokularına bir arada verilen ad.
* Kalın çeperli, güçlü hücrelerden oluşmuş, bitkiye diklik, sertlik ve sağlamlık kazandıran doku.destek görmek * yardım etmek, müzaherette bulunmak. destek olmak * güç sağlamak, yardımcı olmak. destekleme * Desteklemek işi.
* Devletçe yapılan para yardımı, sübvansiyon.destekleme alımı * Bir ürünün değerini belli bir düzeyden aşağıdüşürmemek için devletçe yapılan satın alma işi. desteklemek * Destek koymak.
* Bir kimse veya kuruluşa yardım sağlamak, müzaheret etmek.
* Arka olmak, arka çıkmak.desteklenme * Desteklenmek işi. desteklenmek * Desteklemek işine konu olmak.
* Desteklemek işi yapılmak.destekleşme * Destekleşmek işi. destekleşmek * Destekleri karşılıklı olarak almak veya vermek. destekleyiş * Destekleme işi veya biçimi. destekli * Desteklenmiş, destek konulmuş. destekli bütçe * Dayanağı olan bütçe. desteksiz * Desteği olmayan, desteklenmemiş. desteksiz atmak * mübalâğalıkonuşmak, yalan söylemek. desteleme * Destelemek işi. destelemek * Deste durumuna getirmek, deste yapmak. destelenme * Destelenmek işi. destelenmek * Destelemek işi yapılmak. desteleyici * Biçilmişekini deste yapan işçi, desteci. desteleyicilik * Desteleyici olma durumu. destere * Bkz. testere. destroyer * Orta tonajda, yüksek hızlısavaşgemisi, muhrip. destur * İzin, müsaade.
* (destur) “Yol verin”, “savulun”,”izin verin” anlamında kullanılır.
* Karanlık, ıssız yerlere pis veya atık su dökerken cin çarpmasın diye yüksek sesle söylenir.destursuz * İzinsiz, müsaadesiz. destursuz atmak * kolay yalan söyleyebilmek, palavra atmak. destursuz bağa gireni sopa ile kovarlar * bir yere izinsiz girmek veya bir işe izinsiz el atmak kötü karşılanır. desturun * İğrenç veya ayıp bir söz söylemek zorunda kalınınca “affedersiniz” anlamında kullanılır. -deş/ -teş * Bkz. -daş/ -taş. deşarj * Boşalma.
* Rahatlama.deşarj olmak * akü, pil gücünü yitirmek.
* içini dökmek, boşalmak, rahatlamak.deşeleme * Deşelemek işi. deşelemek * Güçlü bir biçimde deşmek, karıştırmak.
* Araştırmak.deşifre * Çözülmüş, açıklanmış. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 36
deşifre etmek * bir şifreyi veya güç bir yazıyıçözmek, okuyup anlamak. deşifre olmak * (gizli durum) açığa çıkmak. deşik * Deşilmişolan.
* Deşilmişyer.deşilme * Deşilmek işi. deşilmek * Deşmek işi yapılmak. deşme * Deşmek işi. deşmek * Oymak, delmek, yazmak, yara açmak, içini açmak, karıştırmak, kazmak.
* Bir sorunun üzerinde yeniden durmak, hatırlatmak, kurcalamak.detant * Yumuşama, gerginlik azalma. detay * Ayrıntı. detaylandırma * Detaylandırmak işi. detaylandırmak * Detay duruma getirmek. detektif * Gizli polis, polis hafiyesi.
* Özelsoruşturmayla görevlendirilmişkimse.detektiflik * Detektif olma durumu. detektör * Gazları, mayınları, radyoaktif mineralleri, manyetik dalgalarıvb.ni bulmaya yarayan cihaz, bulucu. deterjan * Petrol türevlerinden elde edilen, temizleme, arıtma özelliği bulunan, toz, sıvıveya krem durumunda
olabilen kimyasal madde, arıtıcı.deterjancı * Deterjan üreticisi. deterjancılık * Deterjancının işi veya mesleği. determinant * Birkaç bilinmeyenli birinci dereceden eşitlik sistemlerini çözmede kullanılan yardımcıcebirsel anlatım. determinasyon * Belirlenme işi. determinist * Belirlenimcilik felsefesine bağlı olan kimse, belirlenimci. determinizm * Belirlenimcilik. detone * Yanlış, kusurlu. detone olmak * yanlışçalmak veya söylemek. dev * Korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü masal yaratığı.
* Olağanüstü irilikte olan.
* Çok büyük, çok önemli.dev adımlarıyla ilerlemek * çok çabuk ilerlemek, üst üste başarılar göstermek. dev anası * Masallarda geçen dişi dev.
* İri yarıkadın.dev aynası * Nesneleri olduğundan çok büyük gösteren ayna. dev aynasında görmek * (gerçekten öyle olmadığıhâlde) kendini çok büyük ve önemli saymak. dev gibi * iri ve korkunç. dev köpek balığı giller * Omurgalıhayvanlardan balıklar sınıfının köpek balıklarıtakımının bir alt familyası. deva * İlâç, çare. devaimisk * Güzel kokulu bir tür helva. devalüasyon * Değer düşürümü. devam * Sürme, sürüp gitme, kesilmeme, bitmeme.
* Bir yere belli bir amaçla, gereken zamanlarda gitme.
* Ek, parça.
* Kesme, sürdür, devam et!.devam etmek (veya ettirmek) * başlanmış bir işi sürdürmek.
* sürekli gitmek.devamlı * Sürekli, bitmeyen, kesintiye uğramayan.
* İşine düzgün giden.devamlı otlatma * Bir meranın otlatma mevsimi içerisinde aralıksız bir şekilde, mera bitkilerine dinlenme imkânıverilmeden
hayvanların otlatılması.devamlılık * Devamlı olma durumu, süreklilik. devamsız * Devam etmeyen, süreksiz.
* İşine düzgün devam etmeyen.devamsızlık * Devam etmeme durumu, süreksizlik. devasa * Dev gibi, çok büyük. devasız * İyileştirilemeyen, ilâcı bulunamayan.
* Çaresiz.devce * Dev gibi, deve benzer. deve * Gevişgetiren memelilerden, boynu uzun, sırtında bir veya iki hörgücü olan, yük taşımakta kullanılan
hayvan (Camelus).deve bir akçeye, deve bin akçeye * imkân olmadığızaman bir şey ucuz da olsa alınamadığıhâlde imkân olunca pahalıda olsa alınır. deve dikeni * Birleşikgillerden, yol ve tarla kenarlarında yetişen, 30-100 cm yükseklikte 1-2 yıllık ve otsu bir bitki (Silyum
marianum).deve dişi * (nar, buğday vb. için) İri taneli. deve dişi gibi * sıradan olmayan iri görünümde olan .
* sıradan olmayan, tanınmış, güçlü.deve döşlü * Karnı içeriye çekik (at). deve elması * Çakırdiken. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 37
deve gibi * uzun boylu ve hantal. deve kini * Geçmeyen büyük kin, bitmek tükenmek bilmeyen kin. deve kolu * Çöl nitelikli bölgelerde taşıma işlerinde kullanılmak için develerden kurulmuşaskerî ulaştırma birliklerine
verilen ad.deve kuşu * Afrika ve Arabistan bozkırlarında yaşayan, kısa kanatlarıuçmaya elverişli olmayan fakat uzun bacaklarıyla
çok hızlıkoşabilen tehlikeyi sezdiği an kafasınıkuma sokarak saklandığınıve gerçeklerden uzak olduğunu sanan iri bir
kuş(Struthio camelus).deve kuşu gibi (yüke gelince kuş, uçmaya gelince deve) * uygun şartlarda terslik çıkaranlar için kullanılır. deve kuşu gibi başınıkuma sokmak (veya gömmek) * bir tehlike, bir olay karşısında yararlı olmayacağıapaçık ortada olan kaçamak bir yola sapmak.
* kendini aldatarak başkalarınıaldattığınısanmak.deve kuşuluk * Deve kuşu gibi olmak veya davranmak işi. deve kuşuluk etmek * deve kuşu gibi başınıkuma sokup gerçeklerden uzak duracağınısanmak. deve nalbanda bakar gibi * hiç görmediği, bilmediği bir şeye bakar gibi. deve olmak * (para veya yiyecek) kaybolmak. deve tımarı * Özensiz, üstünkörü yapılan. deve tüyü * Deve tüyünden yapılmış. deve yapmak * (başkasının malını) kendine mal etmek. deve yükü * Bir devenin taşıyabileceği yük miktarı.
* Aşırıölçüde, çok fazla.deve yürekli * çok korkak. deveboynu * S veya U biçiminde boru. deveci * Deve sahibi, deve kiralayan kimse.
* Deve kervanını güden kimse.
* Çok sert ve kaba oynayan kimse.deveci ile görüşen kapısınıyüksek açmalı * yüksek makam sahibi kimselerle ilgisi olanlar durumlarının gerektirdiği özveriyi göze almalıdırlar. devecilik * Deve yetiştirme veya deve ile yük taşıma işi. devede kulak * bir bütüne göre ufak bir parça. deveden büyük fil var * herhangi bir konuda söz sahibi olanlardan daha büyük, daha yetkilisinin bulunabileceğini anlatmak için
kullanılır.develik * Özellikle Güneydoğu Anadolu’da develerin korunduğu veya bağlandığı, evlerin alt katında bir bölüm. developman * Işığa karşıhassas fotoğrafik malzeme poz verildikten sonra kullanılan kimyevî banyo maddesi. devenin başı(papucu veya nalı) * Bkz. yok devenin başı. deveran * Dolaşım, dönme. deveranıdem * Kan dolaşımı. devetabanı * Birleşikgillerden, genişyapraklı bir süs bitkisi (Phlodentron). devetüyü * Devetüyü renginde olan, açık kahverengi. deveye hendek atlatmak * yapılmasıçok zor, hemen hemen imkânsız olan işler için kullanılır. deveyi düze çıkarmak * güçlükleri giderip işleri yoluna koymak. deveyi havuduyla yutmak * herkesin gözü önünde büyük hırsızlık yapmak. deveyi yardan uçuran bir tutam ottur * küçük bir çıkar peşinde koşmak, bazen kişinin büyük zararlara uğramasına yol açabilir. devim * Devinim. devim bilimi * Dinamik. devimli * Devimi olan. devimsel * Devinim durumunda olan, harekî.
* Devinimi yalnızca fizik kanunlarına bağlı olmayan, aynızamanda etkin bir gücü, bir amacıda içeren,
dinamik.devimselcilik * Beliren ve gelişen şeylerin kendiliklerinden etkin olduklarını, gelişmelerini sağlayan gücün dışarıdan
gelmeyip kendileriyle özdeş bulunduğunu ileri süren öğreti, dinamizm, mekanikçilik karşıtı.devimsellik * Devimsel olma durumu. devimsiz * Devimi olmayan. devin duyumu * Devinmekten ve özellikle kasların kasılmasından canlının edindiği duyum, kinestezi. devindirici * Devindirme özelliği olan. devindirme * Devindirmek işi. devindirmek * Devinmesine yol açmak. devingen * Hareketli, müteharrik. devingenlik * Devingen olma durumu veya hareketlilik. devinim * Devinmek işi, hareket.
* Durağan bir noktaya göre devinmekte olan bir nesnenin durumu, devim, hareket.
* Bir ruh durumundan başka bir ruh durumuna geçiş; bir düşünce sürecinin başlaması, hareket.devinme * Devinmek işi, hareket. devinme olayı * Yer’in dönme ekseninin tutulum düzleminin normali çevresinde bir koni çizecek biçimde çok yavaşolarak
dönmesi.devinmek * Vücudu oynatmak veya kıpırdatmak, kımıldanmak, hareket etmek.
* Bir cismin, bir noktaya göre, yeri veya durumu değişmek, hareket etmek.devir * Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman parçası, dönem, periyot. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 38
devir * Dönme, dönüş.
* Dolaşma.
* Aktarılma.
* Bir malın mülkiyetini veya bir mal üzerindeki hakkı bir başkasına geçirme.
* Bir görevin bir kimseden bir başkasına geçmesi.
* Sürekli ve düzenli değişme, çevrim.
* Bir hareket, birbirinin aynı olan ve eşit zamanlarda yapılan başka hareketlerden oluştuğunda hareketlerin
her biri veya bunların yapılması için geçen her zaman aralığı, periyot.devir açmak * tarihte özellik taşıyan yeni bir çağbaşlatmak. devirli * Eşit zaman aralıkları ile ardışık olarak tekrarlanan (hareket). devirme * Devirmek işi. devirmek * Ayakta veya dik duran bir şeyi düşürmek, yatay duruma getirmek.
* Bir yönetim organının veya başkanının yönetim gücünü zorla elinden almak.
* Bütünüyle içmek.
* Bir yana eğmek.
* Bir kitabı başından sonuna kadar okuyup bitirmek.devitken * Herhangi bir hareketi sağlayan, muharrik. devitme * Devitmek işi. devitmek * Hareket durumuna getirmek. devleşme * Çok büyüme, irileşme.
* Aşırı gelişme.devleşmek * Çok büyümek, irileşmek.
* Aşırı bir gelişme göstermek.devleştirme * Devleştirmek işi. devleştirmek * Dev duruma getirmek, aşırıölçüde geliştirmek. devlet * Toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasî bakımdan teşkilâtlanmışmillet veya milletler topluluğunun
oluşturduğu tüzel varlık.
* Devletin yönetim organları.
* Mutluluk; talih.
* Büyüklük, mevki.devlet adamı * Devlet yönetiminde söz sahibi kişi. devlet baba * Devlet. devlet bakanı * Bazıresmî kuruluşların yönetimi baş bakan adına üstlenen hükûmet üyesi. devlet bankası * Bazıülkelerde devletten aldığısermaye ile kurulan, yönetimde devletin atadığıkişiler bulunan veya devletin
izniyle para bastırıp piyasaya sürme hakkı bulunan banka.devlet başkanı * Devletin başında bulunan kimse. devlet düşkünü * Bolluk ve mutluluk içinde iken sonradan fakir düşmüşkimse. devlet kapısı * Devletin resmî daireleri. devlet kuşu * Umulmadık bir talih. devletçi * Devletçilik yanlısı.
* Devletçiliğe uygun olan.devletçilik * Bir milletin yönetimle ilgili ve ekonomik işlevlerinin devletçe birleşik bir yönetim altında bütünleştirilmesi
siyaseti ve öğretisi.
* Genellikle devleti töre, kültür, hukuk vb.nin kaynak ve taşıyıcısı olarak görme eğilimi.devlethane * Kendisine saygı gösterilen bir kimseyle konuşulurken nezaket gereği olarak “eviniz” yerine söylenirdi. devletle! * “güle güle’” yerine kullanılan bir uğurlama sözü. devletler arası * Birden çok devleti kapsayan veya birçok devletle ilgili olan. devletleştirilme * Devletleştirilmek işi. devletleştirilmek * Devletleştirmek işi yapılmak. devletleştirme * Devletleştirmek işi, kamulaştırma. devletleştirmek * Kamu yararı için devlete mal etmek, devlet eliyle işletmek, kamulaştırmak. devletli * Mutluluk ve refah içinde olan (kimse).
* Osmanlıİmparatorluğunda paşa, vezir gibi devlet adamlarına verilen unvan.devletlû * Devletli. devoniyen * Birinci çağın dördüncü dönemi ve bu dönemde oluşmuşyer tabakaları. devralma * Devralmak işi. devralmak * Bir şeyi devir yoluyla almak, teslim almak. devran * Dünya.
* Kader, talih.
* Zaman.devran * Devirler, çağlar. devre * Dönem.
* Elektrik devresi, çevrim.devre * Ters, yanlış. devre mülk * Özellikle tatil beldelerinde belli dönemlerde kullanılmak üzere satın alınan ve değişik kişilerce de
kullanılabilen küçük daire.devredilebilir * Başkasına devredilebilen bir hak için söylenir veya kullanılır. devredilebilirlik * Bir hakkın karşılıklıveya karşılıksız olarak başkasına geçirilebilme durumu veya niteliği. devredilme * Devredilmek işi. devredilmek * Devretmek işi yapılmak. devredilmezlik * İnsan haklarının niteliklerinden birini belirtmek için kullanılan terim. devren * Devir (II) yoluyla, devrederek. devretme * Devretmek işi. devretmek * Dönmek, dolaşmak.
* Bir malın mülkiyetini, bir mal üzerindeki hakkı başkasına geçirmek.
* Aktarmak.
* Baştan sona değin okumak; bitirmek.devreye alınmak * işin içine girmesini sağlamak. devreye girmek * ilgilenmek, karışmak, araya girmek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 30
densizlik * Densiz olma durumu, densizce davranış. densizlik etmek * densiz bir davranışta bulunmak. denşirme * Denşirmek işi. denşirmek * Bir şeyin yapısınıveya niteliğini bozmak, tağyir etmek. deontoloji * Ödev bilgisi. depar * Çıkış. depara geçmek * koşuya veya yarışa hızla başlamak. depara kalkmak * koşu veya yarışiçinde birdenbire hız artırmak. departman * Bir işyeri, okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan alt birimlerinden
her biri, bölüm.depderin * Çok derin. deplâsman * Spor takımlarının kendi şehirleri dışında maç yapmaya gitmesi. deplâsmana gitmek (veya çıkmak) * (spor takımları) kendi şehirleri dışında maç yapmaya gitmek. depo * Korunmak, saklanmak veya gerektiğinde kullanılmak için bir şeyin konulduğu yer.
* Bir malın toptan satıldığıve çokça bulunduğu yer.
* Ordu mallarının saklandığı, bakımlarının yapıldığıyer.depo etmek * yığmak, biriktirrnek. depocu * Depoya bakan kimse. depoculuk * Depocunun yaptığı iş. depolama * Depolamak işi.
* Bellek cihazına verinin yerleştirilmesi veya saklanması.depolamak * Depo etmek, biriktirmek.
* Bir bellek cihazına veriyi yerleştirmek veya saklamak.depolanma * Depolanmak durumu. depolanmak * Depolamak işi yapılmak. depozit * Bir taahhüt sırasında yatırılan güvence veya bağlanma parası. depozito * Bkz. depozit. deppoy * Bkz. debboy. deprem * Yer kabuğunun derin katmanlarının kırılıp yer değiştirmesi veya yanardağların püskürme durumuna
geçmesi yüzünden oluşan sarsıntı, yer sarsıntısı, hareket, zelzele.deprem bilimci * Deprem bilimiyle uğraşan kimse. deprem bilimi * Depremleri, yer hareketlerini inceleyen bilim, sismoloji. deprem bölgesi * Depremlerin sık sık oluştuğu, gevşek ve kırık yer altıkuşağı. deprem kuşağı * Depremlerin oluştuğu aynıdüzlemde yer alan bölgeler. deprem merkezi * Depremin oluştuğu odak nokta ve yayıldığıyer. depremçizer * Depremleri yazan cihaz, sismograf. depremyazar * Depremlerin yerini, süresini, şiddetini tespit eden çok duyarlıcihaz, sismograf. depremzede * Depremde zarar görmüşinsan. deprenme * Deprenmek işi. deprenmek * Kımıldamak, hareket etmek, sarsılmak. depresyon * Ruhî çöküntü. depreşme * Depreşmek durumu. depreşmek * Yeniden ortaya çıkmak, nüksetmek. depreştirme * Depreştirmek işi. depreştirmek * Depreşmesine sebep olmak. der demez * hemen, o sırada. der oğlu der * bir şeyin sürekli söylendiğini anlatır. derakap * Hemen arkasından, hemencecik, derhal. derbeder * Yaşayışıve davranışı düzensiz (kimse). derbederlik * Derbeder olma durumu. derbent * İki dağarasındaki geçit yeri, boğaz.
* Sınırlarda bulunan küçük kale.derç * Alma, toplama.
* Kaydetmek (almak, toplamak).derde derman olmak * soruna çözüm bulmak, sıkıntıyı geçirmeye çare göstermek. derdest * Yakalama, tutma, ele geçirme. derdest etmek * yakalamak, tutmak, ele geçirmek. derdi başından aşkın olmak * aşırıderecede meşgul olmak birçok sorunu bulunmak.