Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 37

    Bayramî * Hacı bayram Veli’nin tarikatına girmişolan kimse.
    Bayramîlik * Bayramî tarikatı.
    * Bayramî tarikatından olma durumu.
    bayramlaşma * Bayramlaşmak işi.
    bayramlaşmak * Birbirinin bayramınıkutlamak.
    bayramlık * Bayramda kullanılan, bayrama özgü olan.
    * Bayramlarda verilen armağan.
    bayramlık ad * Birisi tarafından hakaret yollu kullanılan sözün kendisine ait olduğunu bildirmek için kullanılır.
    bayramlık ağız * küfür.
    bayramlık ağzınıaçmak * kaba konuşmak, küfretmek.
    bayramüstü * Bayrama yakın.
    bayramüzeri * Bkz. Bayramüstü.
    bayrı * Çok eski zamanda var olmuşveya eskiden beri var olan, kadim.
    bayrılık * Bayrı olma durumu, kıdem.
    baysal * Huzur ve refah içinde olan.
    baysallık * Huzur ve refah içinde bulunma durumu.
    baysungur * Şahin cinsinden, yırtıcı bir kuş.
    baytar * Hayvan hastalıklarıhekimi, veteriner.
    baytarlık * Baytarın mesleği.
    baz * Temel, esas.
    * Bir asitle birleşince bir tuz oluşturan madde, esas.
    * Taban.
    baz losyon * Cildin esnek ve sağlıklı görünmesini sağlamak ve özellikle yağlıciltlerin parlak görüntüsünü gidermek için
    kullanılan bir tür losyon.
    baza * Mobilyanın uzunluğunca konulan dar ayak.
    * Dolap gövdesinin zemine düzgün oturmasına yarayan çerçeve şeklindeki kaide.
    bazal * Bazıçok olan (tuz) veya bazın özelliklerini taşıyan (madde), esasî.
    bazalt * Koyu renkli, sert, bir çeşit yanardağkültesi.
    bazar * Çarşı, pazar.
    * Pazarlık, alışveriş.
    bazen * Ara sıra, arada bir, kimi vakit.
    bazı * Birtakım, kimi.
    * Ara sıra, arada bir, kimi vakit.
    bazı bazı * Ara sıra, arada bir.
    bazıdingil döner bazıteker * karşılıklı ilişkilerde her iki tarafa da zaman zaman söz söyleme hakkıdoğar anlamında kullanılır.
    bazıları(veya bazısı) * birtakımı, kimisi.
    baziçe * Oyun.
    bazidiyospor * Bazitli mantarların sporlarına verilen ad.
    bazik * Baz niteliği gösteren.
    * Birleşiminde asit ve baz ağırlığı oranınormal tuza göre az, fakat baz oranınormal tuza göre yüksek olan
    (tuz).
    bazik oksitler * Çoğu oksijen bakımından zayıf olan, su ile birleşince baz etkisi gösteren, asitlerle birleşince tuzlarıveren
    oksitler.
    bazilika * Kral sarayı.
    * Dikdörtgen biçiminde, uç kısmında yarım çembere benzeyen bir çıkıntısı olan Roma mahkemesi.
    * Ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere içi, iki sıra sütunla, üç salona ayrılmış, dikdörtgen
    biçiminde kilise.
    bazit * Bazit mantarların üreme organı.
    bazitli mantarlar * Sporları bazitlerin içinde bulunan mantarlar grubu.
    bazlama * Sacda pişirilmişyuvarlak pide.
    * Tatlısı bol, kalın gözleme.
    bazlamaç * Bazlama.
    bazlaşma * Bir maddenin baz durumuna gelmesi.
    bazuka * Roketatar.
    Be * Berilyum’un kısaltması.
    be * Türk alfabesinin ikinci harfinin adı.
    be * (teklifsiz konuşmada) Ey, hey, yahu.
    bebe * Bebek, küçük çocuk.
    bebe aspirini * Küçük çocuklara içirilmek üzere, ilâcıözel olarak yapılmışaspirin.
    bebecik * Küçük veya acınacak durumda olan bebek.
    * Yaşına yakışmayacak davranışlarda bulunan kimse.
    bebek * Meme veya kucak çocuğu.
    * Plâstik, tahta, bez vb.den yapılan insan biçiminde oyuncak.
    * Sevgi seslenişi olarak kullanılır.
    * Göz bebeği.
    bebek beklemek * (kadın) gebe durumda bulunmak.
    bebek gibi * çok güzel (kadın).
    * bebeğe yakışır biçimde.
    bebek ölümü * Çeşitli hastalıklardan, 0-2 yaşgrubunda bulunanların ölümü.
    bebekçe * Bebek gibi, bebeğe yakışır biçimde.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 38

    bebekleşme * Bebekleşmek işi.
    bebekleşmek * Şımarıkça davranışlarda bulunmak.
    bebeklik * Bebek olma durumu.
    * Yeni doğan yavrunun yetişkinlerin bakımına sürekli olarak bağımlı olduğu dönem.
    * Bebek gibi davranışlarda bulunma.
    bebeklik etmek * bebek gibi davranışlarda bulunmak.
    Beberuhi * Karagöz oyunundaki kambur cücenin adı.
    * (küçük b ile) Sevimsiz, budala, bücür erkek.
    becayiş * Yer değişme, karşılıklıyer değiştirme.
    becayişetmek * değişik yerdeki görevliler, karşılıklıyer değiştirmek.
    becelleşme * Becelleşmek işi.
    becelleşmek * Cebelleşmek.
    beceri * Elinden işgelme durumu, ustalık, maharet.
    * Kişinin yatkınlık ve öğrenime bağlı olarak bir işi başarma ve bir işlemi amaca uygun olarak sonuçlandırma
    yeteneği, maharet.
    * Vücudun, yapılması güç alıştırmalara yatkın olmasıdurumu.
    becerikli * Becerisi olan, elinden işgelen, usta, maharetli, mahir.
    beceriklilik * Becerikli olma durumu, ustalık, maharet.
    beceriksiz * Becerisi olmayan, usta olmayan.
    beceriksizlik * Beceriksiz olma durumu.
    becerme * Becermek işi.
    becermek * Güç görünen bir işveya duruma çözüm bulmak, üstesinden gelmek.
    * Bir şeyi kullanılmaz duruma getirmek, bozmak, kirletmek.
    * Irzına geçmek, kirletmek.
    * Birini öldürmek.
    becet * Serçegillerden, küçük bir kuş(Passer).
    becit * Gerekli, lüzumlu.
    * İvedi, acele.
    Beç tavuğu * Tavukgillerden, başıküçük ve çıplak, tüyü mavimtırak kül renginde, tavuk büyüklüğünde, evcil bir hayvan
    (Numida meleagris).
    Beçene * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bedahet * Besbelli, apaçık olma durumu.
    * Bir konuda hazırlıksız konuşabilme yeteneği.
    bedaheten * Birdenbire, ansızın, düşünmeksizin.
    bedava * Karşılıksız, parasız, emeksiz.
    bedava sirke baldan tatlıdır * masrafsız veya emeksiz elde edilen şeylere herkes istek gösterir.
    bedavacı * Her şeyi bedavadan sağlamaya çalışan (kimse).
    bedavacılık * Bedavacı olma durumu.
    bedavadan * Bedava olarak.
    bedavadan ucuz * çok ucuz.
    bedavalaşma * Bedavalaşmak durumu.
    bedavalaşmak * Bedava duruma gelmek.
    bedavasına * Bkz. bedavadan.
    bedavaya * Çok ucuza.
    bedayi * Estetik yönü ağır basan güzellikler.
    bedbaht * Mutsuz, bahtsız, talihsiz.
    bedbaht etmek * üzmek.
    bedbaht olmak * üzülmek.
    bedbahtlık * Mutsuzluk, bahtsızlık.
    bedbin * Kötümser, karamsar, pesimist.
    bedbin etmek * üzmek, karamsarlığa sokmak, ümitsizliğe düşürmek.
    bedbin olmak * ümitsizliğe düşmek, kötümserliğe kapılmak.
    bedbinleşme * Bedbinleşmek işi.
    bedbinleşmek * Kötümserleşmek, kötümser olmak, karamsar olmak.
    bedbinleştirme * Bedbinleştirmek işi.
    bedbinleştirmek * Kötümser, karamsar duruma getirmek.
    bedbinlik * Kötümserlik, karamsarlık, pesimizm.
    bedçehre * Kötü yüzlü.
    * Asık suratlı, lânetlenmiş, suratsız.
    beddua * İlenme, ilenç.
    beddua etmek * ilenmek, intizar etmek.
    beddua sinmek * ilencin tutmasıyüzünden, birinin işi sürekli ters gitmek.
    bedduasıtutmak * ilenci yerine gelmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 39

    bedduasınıalmak * biri tarafından kendisine ilenilmek.
    bedel * Değer, fiyat, kıymet.
    * Bir şeyin yerini tutabilen karşılık.
    * Eşit, denk.
    * Askerlik yapmamak veya yapılacak süreyi kısaltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para.
    * Başkasının adına ve onun parası ile hacca giden kimse.
    * Uşak, hizmetçi, çoban.
    bedel tutmak * kendi yerine askerlik yapması için birini para ile tutmak.
    bedel vermek * askerlik yapmamak veya kısa süre yapmak için devlete para ödemek.
    bedelci * Bedel verdiği için kısa süre hizmet gören asker.
    bedelli * Bedeli olan, bedel ödenilen.
    * Bedelci.
    bedelli askerlik * Askerlik çağına gelmişgençlerin belirlenen miktardaki parayıödeyerek yaptıklarıkısa süreli vatanî görev.
    bedelsiz * Bedeli olmayan, bedel ödenilmeyen.
    * Çok değerli, bedeli belirlenemeyen.
    bedelsiz ithalât * Yurt dışındaki işçilerin veya geçici görevle yurt dışına giden kamu görevlilerinin dönüşlerinde kendi
    mesleklerinin icrasıveya kişisel kullanım için getirdikleri mallar için yapılan düzenleme.
    beden * Canlıvarlıkların maddî bölümü, vücut.
    * Vücudun, baş, kol ve bacak dışında kalan bölümü, gövde.
    * Kale duvarı.
    beden cezası * İnsan vücudu üzerine uygulanan ceza.
    beden eğitimi * Vücudu güçlendirmek ve sağlığıkorumak amacıyla araçlıveya araçsız hareketler yapma.
    beden terbiyesi * Spor işlerinden sorumlu makam.
    * Bkz. beden eğitimi.
    bedence * Beden bakımından.
    bedenci * Beden eğitimi öğretmeni.
    bedenen * Bedeniyle, vücuduyla, fiilen.
    bedenî * Bedenle ilgili, bedensel.
    bedenli * Bedeni olan.
    bedensel * Bedenle ilgili, bedenî.
    bedesten * İçinde değerli eşya alınıp satılan kapalıçarşı.
    bedevî * Çölde, çadırda yaşayan göçebe.
    * Böyle bir hayat sürdüren kimse.
    * (büyük b ile) Bedevîlik tarikatından olan derviş.
    bedevîlik * Bedevî olma durumu.
    * (büyük b ile) XIII. yüzyılda kurulan bir Sünnî tarikatı.
    bedhah * Kötülük isteyen, kötü yürekli.
    bedihî * Besbelli, apaçık.
    bediî * Güzellik ölçülerine uyan, gözü gönlü okşayan, beğenilen.
    * Estetik.
    bediîleşme * Bediîleşmek işi.
    bediîleşmek * Bediî duruma gelmek.
    bediiyat * Estetik bilimi, güzel sanatlar.
    bedik * Kazak Türklerinde bir hastalığın iyileşmesi için yapılan tören.
    bedir * Dolunay, ayın on dördü.
    bedirik * Temizlenip taranmışve eğrilmeye hazır duruma getirilmişyün veya pamuk topağı, yumağı.
    bedirlenme * Bedirlenmek durumu.
    bedirlenmek * Dolunay biçimini almak.
    * Parlak ve sağlıklı görünmek.
    bedirleşme * Bedirleşmek durumu.
    bedirleşmek * Ay bedir durumunu almak, bedirlenmek.
    bednam * Kötü ün kazanan, kötülüğü ile dillere düşen.
    bedük * Çam sakızı, reçine.
    begayet * Son derece, pek çok, aşırı.
    Begdili * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    begonvil * Akdeniz bölgesinde yaygın bir çiçek.
    begonya * Begonyagillerden, dekoratif yapraklarıve renkli çiçekleri olan, pek çok çeşitleri bulunan sıcak ülke bitkisi
    (Begonia).
    begonyagiller * İki çeneklilerden, örneği begonya olan bir bitki familyası.
    begüm * Hint prenseslerine verilen unvan.
    beğ * Bey.
    beğence * Övücü tanıtma yazısı, takriz.
    beğendi * Bkz. hünkârbeğendi.
    beğendirme * Beğendirmek işi.
    beğendirmek * Beğenilmesini, hoşgörünmesini sağlamak.
    beğeni * Güzel veya çirkin yargısınıverdiren duygu, zevk.
    * Güzeli çirkinden ayırma yetisi, zevk, gusto.
    beğenilir * Beğenme duygusu veren, beğenilen.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 40

    beğenilme * Beğenilmek işi veya durumu.
    beğenilmek * İyi ve güzel bulunmak.
    * Sevilmek, hoşa gitmek.
    beğenirlik * Beğenme durumu, beğenilir olma durumu.
    beğeniş * Beğenme.
    beğenme * Beğenmek işi.
    beğenmek * İyi veya güzel bulmak.
    * Benzerleri arasından birini seçip ayırma.
    * Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek.
    beğenmemek * İyi veya güzel bulmamak.
    * Kuşku duymak, kuşku ile karşılamak.
    * Küçümsemek, hor görmek.
    * Onaylamamak.
    beğenmeyen kızını(veya küçük kızını) vermesin * bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığınıanlatır.
    beğenmezlik * Beğenmeme, iyi veya güzel bulmama.
    beğlik * Beylik.
    behavyorizm * Davranışçılık.
    behemehal * Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka.
    beher * Her bir.
    behey * Çıkışma bildirmek için kullanılan bir ünlem.
    behime * Dört ayaklıhayvan.
    behimî * (duygular için) Hayvanca, hayvana yakışır biçimde olan.
    behimîlik * Behimî olma durumu.
    behişt * Cennet, uçmak.
    behre * Pay, nasip, hisse.
    behresiz * Payı, nasibi, hissesi olmayan; bîbehre.
    beis * Engel, uymazlık.
    * Kötülük, zarar.
    beis görmemek * sakınca, zarar görmemek.
    beis yok * zararıyok, önemi yok.
    bej * Sarıya çalan açık kahverengi.
    * Bu renkte olan.
    bek * Sert, katı; sağlam.
    bek * Savunucu.
    bek * Hava gazılâmbasının ucu.
    beka * Kalıcılık, ölmezlik.
    beka bulmak * ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek.
    bekar * Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota işareti.
    bekâr * Evlenmemişkimse.
    * Evli olduğu hâlde ailesinden ayrı, yalnız yaşayan kimse.
    bekâr kalmak (veya yaşamak) * evlenmemek, evlenmemişolmak.
    * ölüm veya boşanma dolayısıyla eşini yitirmek.
    bekâr odası * Bekârların, taşradan gelmişişçilerin kalacağı oda.
    bekâra karı boşamasıkolaydır * bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin işi hafife alması, önemsememesi, gereğince değerlendirememesi
    tâbiîdir.
    bekâret * Kız oğlan kız olma durumu, kızlık, erdenlik.
    * Saflık, temizlik, masumluk.
    * Sanat ve düşüncede özgünlük, yenilik.
    * Doğallık, tazelik.
    bekârhane * Bekârların kalması için ayrılmışveya düzenlenmişoda.
    * Bekârların yaşadığımüstakil ev.
    bekârlık * Bekâr olma durumu.
    bekârlık sultanlık * evlenmeden tek başına yaşamanın daha iyi olduğunu anlatır.
    bekas * Çulluk.
    bekçi * Bir şeyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimse.
    bekçi kalmak * koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek.
    bekçilik * Bekçinin yaptığı iş.
    bekçilik etmek * (bir şeyi) bekleyip korumak.
    bekinme * Bekinmek işi.
    bekinmek * İnat etmek, direnmek.
    * Kapanmak, tıkanmak.
    bekitme * Bekitmek işi.
    bekitmek * Kapamak, tıkamak.
    bekle yârin köşesini! * yakında gerçekleşeceği sanılmayan umutlar karşısında söylenir.
    bekleme * Beklemek işi.
    * Vakit öldürme.
    bekleme odası * Bir kimseyi veya bir taşıtı beklemek için gelenlerin oturduklarıyer.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 32

    başta (veya başında) bulunmak * bir işin yöneticisi olmak.
    başta gelmek * önde olmak, üstün durumda olmak.
    başta gitmek * en ileri durumda bulunmak.
    başta taşımak * çok saygı göstermek.
    baştaban * Yunan ve Roma mimarlıklarında, sütunların üstüne oturan ve iki sütun arasındaki uzaklığın üstünü örten
    büyük, uzun taşkirişlerin oluşturduğu bölüm.
    baştabip * Başhekim.
    baştabiplik * Başhekimlik.
    baştan * başından alarak, bir kez daha, yeniden.
    baştan aşağı * Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar.
    baştan aşmak * pek çok olmak, pek çoğalmak.
    baştan başa * Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada.
    * Başından sonuna kadar.
    baştan çıkarmak * ayartmak, kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak.
    baştan çıkmak * ahlâkı bozulmak.
    baştan kalmış(veya kalma) * başkasıtarafından kullanılmış.
    baştan kara etmek * batma tehlikesi karşısında, gemi başınıkaraya vurup oturmak.
    baştan kara gitmek (veya etmek) * sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak.
    baştan savma * üstünkörü, özen göstermeden.
    baştan savmacı * Bir işi yapmamak veya savsaklamak için bahane bulma, başından savma veya atma.
    baştan savmacılık * Bir işi yapmamak için bahane bulma işi.
    baştan sona * Daima, her zaman.
    baştanımaz * Asi, isyancı, düzen bozucu.
    baştanımazlık * Anarşizm.
    baştankara * Ötücü kuşlar takımının, baştankaragiller familyasından, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’da yaşayan, çesitli
    renklerde olabilen bir kuştürü (Parus maior).
    baştankaragiller * Omurgalıhayvanların, ötücü kuşlar takımından yüz kadar kuştürünü içine alan geniş bir familya.
    baştarda * Osmanlıdonanmasında yer alan kadırga cinsinden bir tür savaşgemisi.
    başteknisyen * En yüksek düzeyde bulunan teknisyen.
    başteknisyenlik * Başteknisyenin görevi.
    başucu * Bir yerin düşeyinin gök küreyi kestiği nokta.
    başucu noktası * Yeryüzündeki bir gözlem noktasından geçen düşey doğrultusunun gökyüzünü deldiği iki noktadan, ufkun
    üstünde olanı, semtürreis.
    başucu uzaklığı * Gökyüzünde verilen bir nokta veya yıldızın başucu noktasından açısal uzaklığı.
    başuzman * En yüksek düzeyde bulunan uzman.
    başuzmanlık * Başuzman olma durumu.
    * Başuzmanın görevi.
    başülke * Sömürge imparatorluklarında sömürgelere egemen olan ülke.
    başüstü * Geminin ön bölümünde çapanın bulunduğu yer.
    başvekâlet * Baş bakanlık.
    başvekil * Baş bakan.
    başvekillik * Başvekil olma durumu.
    başvurdurma * Başvurdurmak işi veya durumu.
    başvurdurmak * Başvuru işi yaptırmak, müracaat etmesini sağlamak, müracaat ettirmek.
    başvurma * Başvurmak işi, müracaat.
    başvurmak * Bir işin yapılması için bir kimsenin aracılığını istemek veya bir işte bir şeyden yararlanmak amacıyla ona el
    atmak, müracaat etmek.
    * Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanmak.
    başvuru * Başvurmak işi, müracaat.
    * Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanma, bilgiye ulaşma, referans.
    başvurucu * Bir işiçin başvuran kimse, müracaatçı.
    başvurulma * Başvurulmak durumu.
    başvurulmak * Başvuru yapılmak, müracaat edilmek.
    başyapıt * Şaheser.
    başyardımcı * Bir kurum veya kuruluşta görevli amirin yardımcılarından en üst düzeyde olanı.
    başyargıcı * Oyunu yöneten yargıcılardan, anlaşmazlık durumunda, kararda yetki üstünlüğü olanı, başhakem.
    başyaver * Yaverlerin başı olan kimse.
    başyaverlik * Başyaver olma durumu.
    * Başyaverin görevi veya makamı.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 33

    başyazar * Bir gazete veya derginin başyazılarınıyazan kimse, başmuharrir, sermuharrir.
    başyazarlık * Başyazar olma durumu.
    * Başyazarın görevi.
    başyazı * Gazete ve dergilerde ilk sütuna veya birinci sayfaya konulan önemli yazı, başmakale.
    başyazman * Bir dairedeki yazmanların başı, başkâtip.
    başyazmanlık * Başyazman olma durumu, başkâtiplik.
    * Başyazmanın görevi veya makamı.
    başyemek * Geleneksel Türk mutfağında çorbadan sonra gelen en önemli yemek.
    başyıldız * Çift yıldızlarda büyük olan yıldız.
    başyönetmen * Bir filmde veya tiyatro oyununda en üst düzeyde yönetmenlik yapan kimse, başrejisör.
    başyönetmenlik * Başyönetmenin işi veya mesleği.
    başyukarı * Bir yer altıkuyusunun üst kısmına geçmeyi sağlayan geçit.
    bat * Kurşun boruların ağzınıaçmakta kullanılan, şimşirden yapılmış, ucu sivri bir çeşit takoz.
    bata çıka * Güçlükle zorlukla.
    batağa saplanmak * içinden çıkılması güç bir durumda olmak.
    batak * Üzerine basınca çöken çamurlaşmıştoprak.
    * Hayır gelmez, yarar sağlamaz, batmış.
    * Kötü durum, içinden çıkılmaz iş.
    batak çulluğu * Çullukgillerden, bataklıklarda yaşayan, rengi kahverengiye çalan siyah, 30 cm uzunluğunda bir çulluk türü
    (Gallinago gallinago).
    batakçı * Borcunu ödememeyi alışkanlık hâline getirmişolan (kimse).
    * Eline geçen parayı batıran.
    batakçıl * Bataklıklarıseven, bataklıklarda yaşayan (bitki, hayvan).
    batakçılık * Batakçı olma durumu.
    batakhane * Gidenlerin dolandırıldığıveya kötü bir durumda bırakıldığıyer.
    * İşlerin zamanında ve gereğince yapılmadığıyer.
    bataklı * Bataklığı olan (yer).
    bataklık * Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge.
    * Uygunsuz ve kötü, ahlâk dışıdurum.
    bataklık ardıcı * Bataklık ve sık bitki örtülü yerlerde yaşayan küçük ve ötücü kuş(Acrocephahus palustris).
    bataklık baykuşu * Baykuşgiller familyasından, sırt tüyleri pas rengi olan, bataklıklarda yaşayan bir kuştürü, ishak kuşu (Asio
    flammeus).
    bataklık gazı * Metan.
    bataklık keteni * Papirüs familyasından, bataklıklarda yetişen bir bitki, pamuk otu (Eriophorum).
    bataklık kırlangıcı * Kısa gagalı, uzun kanatlı, uçarken deniz kırlangıcınıandıran bir tür kuş(Glareda).
    bataklık kuşları * Omurgalıhayvanlardan hem tavuksulardan, hem yağmur kuşlarını içine alan kuşlar sınıfı.
    bataklık nergisi * Avrupa ve Kuzey Amerika’da güneşli su kıyılarında yetişen çok yıllık bir bitki (Caltha palustris).
    batar * Zatürree.
    batarya * En küçük topçu birliği.
    * Savaşgemilerinde borda toplarıve bunların bulunduğu güverte parçası.
    * Birkaç aygıtın bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluşan takım.
    batarya ateşi * Bir bataryada bulunan topların hep birden ateşdüzenine geçmesi.
    batarya kutusu * Bataryanın bütün olarak taşınmasınısağlayan sandık.
    bataryalı * Batarya ile güçlendirilmişveya desteklenmiş.
    * Batarya ile çalışan (radyo, telefon vb.).
    bateri * Orkestrada vurma çalgılar takımı, davul.
    baterist * Bateri çalan kimse, davulcu.
    batı * Yeryüzündeki başlıca dört yönden güneşin battığıyön, gün indi, garp.
    * Bu yönde olan, bu yönle ilgili, garbî.
    * Bulunulan yere göre güneşin battığıyönde olan bölge, garp.
    * (siyasî anlamda) Avrupa ve Kuzey Amerika.
    * Güneşin 22 Martta ve 23 Eylülde battığınokta.
    batı bloku * BatıAvrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin oluşturduğu blok.
    BatıTürkçesi * Hazar Denizinin batısındaki Türk dünyasında XIII. yüzyıldan beri kullanılan ve Oğuzcaya dayanan Türk
    dili.
    batıcı * Batıyanlısı olan kimse, garpçı.
    batıcılık * Batıyanlısı olma durumu, garpçılık.
    batık * (gemi için) Batmış.
    batıl * Doğru ve haklı olmayan.
    * Çürük, temelsiz.
    batıl inanç * Doğa üstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırıderecede bağlı boşinanç, batıl itikat.
    batıl itikat * Boşinanç.
    batılı * Batıülkeleri veya batı bölgesi halkından olan (kimse), garplı.
    * Batıuygarlığını benimsemiş bulunan (kimse).
    batılılaşma * Batılılaşmak işi, garplılaşma.
    batılılaşmak * Özellikle Avrupa ülkelerinin düşüncede, çalışmada, görüşve anlayışta izledikleri temel ilkeleri benimsemiş
    olmak, garplılaşmak.
    batılılaştırma * Batılılaştırmak işi, garplılaştırma.
    batılılaştırmak * Batılılaşmasını sağlamak, garplılaştırmak.
    batılılık * Batılı olma durumu.
    * Batıuygarlığını benimseme, garplılık.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 34

    batın * Karın.
    * Göbek, kuşak.
    Batınî * Batıniye mezhebinden olan kimse.
    * İçrek.
    Batınîye * Görünürdeki olayların ardında gizli gerçeklerin bulunduğunu kabul eden tarikatlara verilen ad.
    batırık * Köftelik bulgur, dövülmemiş ceviz içi, soğan, domates, nane, maydanoz, tahin ve limon suyu kullanılarak
    yapılan, taze asma yaprağıveya lahanaya sarılarak tüketilen bir salata tütü.
    batırılma * Batırılmak işi.
    batırılmak * Batırmak işine konu olmak.
    * Yok edilmek.
    batırma * Batırmak işi.
    batırmak * Sıvının veya yumuşak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batmasını sağlamak.
    * Bir işte sermayeyi yitirmek.
    * Bir kimseyi çekiştirip iyice kötülemek.
    * Kirletmek.
    * Mahvetmek.
    batış * Batmak işi veya biçimi.
    bati * Yavaş, ağır.
    batik * Kumaş, deri veya kâğıt süslemede kullanılan bir yöntem.
    * Bu yöntemle hazırlanmışkumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan (giysi).
    batisfer * Su üstü araçlarına çelik kablo ile bağlanmış, negatif yüzebilirliği bulunan dalışküresi.
    batiskaf * Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanılan araç.
    batkı * Batkınlık, iflâs.
    batkın * Borçlarınıödeyemez duruma düşen, iflâs etmiş(kimse), müflis.
    batkınlık * Borçlarınıödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, iflâs.
    batma * Batmak işi.
    * Yıkılma, çökme; yok olma, inkıraz.
    * Bir gök cisminin (Ay, Güneş, Yıldız vb.) ufkun altına inmesi.
    batmak * Bir sıvının üstünde iken içine gömülmek.
    * (Güneş, Ay, yıldız için) Dünyanın dönüşü dolayısıyla ufkun altına inmek.
    * İflâs etmek.
    * Kirlenmek.
    * Saplanmak.
    * Dokunmak, incitmek.
    * (tedirgin etmemesi gereken şeyler için) Tedirgin etmek.
    * Hoşa gitmeyen bir duruma uğramak.
    * Yok olmak.
    * Daha kötü bir duruma uğramak.
    * Çökmek.
    * Yıkılmak egemenliği sona ermek.
    batman * Miktarı bölgelere ve tartılacak şeylere göre değişen eski bir ağırlık ölçüsü.
    batonsale * Tuzlu hamurdan yapılan ince uzun çubuk, tuzlu çubuk.
    batöz * Harman makinesi, harman dövme makinesi.
    batsat * Ara sıra, seyrek olarak tek tük.
    battal * İşe yaramaz, kullanılmaz.
    * Alışılmışolandan büyük.
    battal edilmek * kullanılamaz duruma getirilmek, bozulmak.
    battal etmek * kullanılamaz bir duruma getirmek.
    battal olmak * kullanılamaz, işe yaramaz duruma gelmek.
    battaniye * Yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanılan, çoğu yünden dokunmuşkalınca örtü.
    battaniyeli * Battaniyesi olan.
    battı balık yan gider * işler kötü gittiğine göre artık istenildiği gibi davranılabilir.
    batur * Bahadır.
    batyal * 200 ile 2000 m arasında derinliği olan (deniz).
    bav * Hayvanıavcılığa alıştırma işi.
    bavcı * Şahin ve köpek gibi hayvanlarıavcılığa alıştıran kimse.
    bavlı * Ava alıştırılmış(hayvan).
    * Avcıların, köpeklerini ava alıştırmak için kullandıklarıyapay kuşvb.
    bavlıma * Bavlımak işi.
    bavlımak * Şahin ve köpeği ava alıştırmak.
    bavul * Yolculukta, içine eşya konulan büyük çanta.
    bavul ticareti * Gümrüksüz ve vergisiz ithaline izin verilen eşyayıyabancıülkelerden satın alıp, bavul veya çantalarla yolcu
    beraberinde sınırdan geçirerek iç piyasada değerlendirmek işi.
    bavulcu * Bavul yapan veya satan kimse.
    bavullu * Bavulu olan.
    Bavyeralı * Bavyera halkından olan (kimse).
    bay * Parası, malıçok olan, zengin (kimse).
    bay * Bey yerine kullanılan bir unvan.
    * Erkek özel adlarıyerine kullanılır.
    bayağı * Aşağılık, pespaye.
    * Kibar olmayan, basit adî, sıradan, amiyane, banal.
    * Her zamanki gibi olan, hiçbir özelliği bulunmayan.
    * Hemen hemen, âdeta.
    * Gerçekten, çok, oldukça, epey.
    * Çok iyi, pekâlâ.
    bayağıkaçmak * (söz, davranış, giyinişiçin) yakışmamak, uygunsuz olmak.
    bayağıkesir * Ondalık olmayan kesir.
    bayağılaşma * Bayağılaşmak durumu.
    bayağılaşmak * Bayağı bir durum almak, bayağı bir duruma girmek.
    bayağılaştırma * Bayağılaştırmak işi.
    bayağılaştırmak * Bayağılaşmasına sebep olmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 35

    bayağılık * Bayağı olma durumu veya bayağıca davranış.
    bayan * Hanım yerine kullanılan bir unvan.
    * Kadın özel adlarıyerine kullanılır.
    * Eş, karı.
    bayat * Taze olmayan.
    * Güncelliğini, önemini, özelliğini yitirmiş, çok söylenmiş.
    Bayat * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bayatı * Azerî ve Türkmen halk şiirinde mani türüne verilen ad.
    bayatî * Klâsik Türk müziğinde uşşak dörtlüsüne buselik beşlisi katılmasıyla yapılmışeski bir makam.
    bayatîaraban * Araban ve bayatî makamlarından oluşturulan bir birleşik makam.
    bayatîbuselik * Bayatî makamının buselik beşlisi veya dörtlüsü ile sona ermesinden oluşan bir birleşik makam.
    bayatlama * Bayatlamak durumu.
    bayatlamak * Bayat duruma gelmek, tazeliğini yitirmek.
    bayatlatma * Bayatlatmak işi.
    bayatlatmak * Tazeyken kullanmayıp bayatlaması için bekletmek.
    bayatlık * Bayat olma durumu.
    bayatsı * Bayatlamaya başlamış.
    bayatsımak * Bayatlamaya yüz tutmak.
    baygın * Bayılmış, kendinden geçmiş.
    * Süzgün.
    * Gönül vermiş.
    * İnsanıkendinden geçirir gibi olan.
    * Yığılmış, dökülmüş.
    baygın baygın bakmak * kendinden geçmiş bir şekilde, çevreye göz gezdirmek.
    * hayranlıkla seyretmek.
    baygın düşmek * çok yorulmak.
    baygınlaşma * Baygınlaşmak işi.
    baygınlaşmak * Baygın duruma gelmek.
    * (göz için) Süzülmek.
    baygınlık * Baygın olma durumu.
    * Duyumların durması, kan dolaşımının ve solunum görevlerinin duraklaması, vücudun kımıldanamaması
    gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme durumu.
    baygınlık geçirmek * bayılmak.
    * çok heyecanlanmak, telâşlanmak.
    baygıntı * Baygınlık.
    * İpek böceklerinin sindirim organlarında görülen ve yemden kesilmelerine yol açan bir hastalık; bu sebeple
    koza yapamama durumu.
    bayıla bayıla * İsteyerek, istekle, çok isteyerek, severek.
    bayılma * Baygın duruma girme, kendinden geçme.
    bayılmak * Baygın duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
    * Çok hoşlanmak, çok sevmek.
    * Sıcak, açlık, susuzluk, yorgunluk gibi etkenlerle dayanma gücünü yitirmek.
    * Vermek, ödemek.
    bayıltıcı * Bayıltan.
    * Bayıltacak gibi etkide bulunan.
    bayıltma * Bayıltmak işi.
    bayıltmak * Bayılmasını sağlamak, bayılmasına yol açmak.
    bayılttırma * Bayılttırmak işi veya durumu.
    bayılttırmak * Bayılmasına yol açmak, bayılmasını sağlamak.
    bayındır * (yer için) Gelişip güzelleşmesi, hayat şartlarının uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalışılmışolan,
    mamur.
    Bayındır * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bayındırcı * Bayındır duruma getirici.
    bayındırlaşma * Bayındırlaşmak durumu.
    bayındırlaşmak * Bayındır duruma gelmek.
    bayındırlaştırma * Bayındırlaştırmak işi, imar etme.
    bayındırlaştırmak * Bir yeri bayındır duruma getirmek, imar etmek.
    bayındırlık * Bayındır olma durumu, ümran.
    * Bayındır duruma getirme işi, imar.
    Bayındur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    bayır * Küçük yokuş.
    bayır aşağı * Tepeden düze doğru.
    bayır kuşu * Çalı bülbülü.
    bayır turpu * İri bir turp türü (Cochlearia armoracia).
    * Kaba, terbiyesiz erkek.
    bayır yukarı * Tepeye doğru, yokuş başına yönelerek.
    bayırlaşma * Bayırlaşmak durumu.
    bayırlaşmak * (yer ve yol için) Dikleşmek.
    bayi * Bazımaddeleri satma izni olan kimse, dükkân veya kuruluş.
    bayilik * Bir maddeyi sürekli satma işi.
    * Bu işin yapıldığıyer.
    baykuş * Başında, kulak yerinde iki sorgucu bulunan, yırtıcı gece kuşlarının genel adı.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 36

    baykuşgibi * uğursuzluk getirdiğine inanılan kimseler için söylenir.
    baykuşgiller * Büyüklükleri çeşitli olan kukumav, puhu gibi yırtıcıkuşları içine alan kuşlar familyası.
    baylan * Nazlı, şımarık (biçimde).
    baylanlık * Zenginlik.
    * Şımarıklık, naz, işve.
    baylanma * Baylanmak işi.
    baylanmak * Nazlanmak, şımarmak.
    bayma * Baymak işi.
    baymak * (yiyecek) Baygınlık vermek, mideyi bulandırmak, midede ezinti yapmak.
    * Aldatmak, kandırmak, etki altında bırakmak.
    baypas * Damar aktarma.
    * Devre dışı bırakma.
    baypas ameliyatı * Kalpte tıkanmış bir damarın beslediği bölgeye kan akışınıartırmak için o bölgeye eklemek için yapılan
    damar ameliyatı.
    bayrağıyarıya indirmek * millî yas ilân etmek için bayrağıdireğin yarısına kadar indirmek.
    bayrak * Bir milletin, belli bir topluluğun veya bir kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve biçimle
    özelleştirilmiş, genellikle dik dörtgen biçiminde kumaş.
    * Öncü.
    * Simge, sembol.
    * Baklagil çiçeklerinde diğerlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla başka bir renkte ve
    yuvarlakça olan taç yaprağı.
    * Gerektiğinde indirilip kaldırılan, açılıp kapatılan kol.
    bayrak açmak * gönüllü asker toplamaya girişmek.
    * bir ülkü yolunda toplanmaya çağırmak.
    bayrak çekmek (veya asmak) * bayrağı bir direğe veya ipe takmak.
    bayrak dikmek * bayraklı bir sopayı bir yere saplamak.
    bayrak direği * Bayrak asmak için hazırlanmışuzun direk.
    * Gemilerde güvertenin en yüksek direği.
    bayrak gibi * kendini belli edecek bir biçimde.
    bayrak merasimi * Bkz. bayrak töreni.
    bayrak töreni * Bayrak karşısındaki saygıduruşu.
    bayrak yarışı * Atletizmde dört sporcudan oluşan ekibin aralarında paylaştıklarımesafelere başlarken elden ele geçirmek
    yoluyla bir sopayı, bayrağıdüşürmeden yaptıklarıkoşu.
    bayrakaltı * Ordu hizmeti, askerlik.
    bayrakçı * Bayrak çeken kimse.
    * Bayrak yapan, diken veya satan kimse.
    bayraklarıaçmak * bağırıp çağırarak, hırçınlık etmek.
    bayraklaşma * Bayraklaşmak işi veya durumu.
    bayraklaşmak * Bayrak değeri kazanmak.
    bayraklı * Bayrağı olan, üzerine bayrak çekilmiş bulunan (yer).
    * Bkz. eli bayraklı.
    bayraklık * Bayrak olmaya uygun kumaş.
    * Bayrak asmaya uygun direk.
    bayraktar * Bayrağıtaşıyan kimse.
    bayraktarlığınıyapmak * bir akımın, bir görüşün yayılmasında öncü olarak çalışmak.
    bayraktarlık * Bayraktarın görevi.
    bayraktarlık etmek * öncülük etmek, yol göstermek.
    bayram * Millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler.
    * Sevinç, neşe.
    * Özel olarak kutlanan gün.
    bayram alayı * Bayram günlerinde padişahların camiye gidişve gelişsırasında yapılan tören.
    bayram ayı * (Hicrî takvime göre) Ramazandan sonra gelen ay, şevval.
    bayram çocuğu * Bayram dolayısıyla süslenmiş, donatılmış, sevinçli çocuk.
    * Bayram günü doğmuşçocuk.
    bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü * gösterilen bu ilginin, bu yakınlığın bir sebebi olacak.
    bayram etmek (veya yapmak) * çok sevinmek.
    bayram günü * Bayrama rastlayan, bayramın kutlandığı gün.
    bayram haftasınımangal tahtasıanlamak * sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.
    bayram havası * Neşeli, sevinçli bir ortam.
    bayram hediyesi * Bayram günleri karşılıklıveya tek yanlıverilen armağan.
    bayram koçu gibi * gösterişli ve zevksiz bir biçimde süslenmişolan.
    bayram namazı * Dinî bayramların ilk gününde sabah namazından sonra kılınan özel namaz.
    bayram şekeri * Özellikle dinî bayramlarda konuklara ikram edilen şeker veya çikolata.
    bayram tebriği * Bayramıkutlamak için yazılıp gönderilen kart veya birine yapılan ziyaret.
    bayram topu * Dinî bayramların başladığınıduyurmak için atılan top.
    bayram yeri * Bayram günlerinde çocuklar için kurulan açık eğlence yeri.
    bayram ziyareti * Dinî bayram günlerinde, bayramıkutlamak için yapılan kısa ziyaret.
    bayramda seyranda * seyrek olarak, arada sırada.
    bayramdan bayrama * çok seyrek olarak, nadir olarak, nadiren.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 31

    başlıksız * Başlığı olmayan.
    başmabeyinci * Osmanlısarayında mabeyincilerin başı.
    başmak * Ayakkabı, paşmak.
    başmakale * Başyazı.
    başmakçı * Ayakkabıyapan, satan kimse, paşmakçı.
    * Camilerde, giriş bölümünde, çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse.
    başmakçılık * Başmakçının işi.
    başmaklık * Padişahın anne, kız kardeş, kız ve hasekilerine bağlanan ödenek, has, arpalık.
    * (camide) Ayakkabıkonulan yer.
    başmal * Anamal, sermaye, kapital.
    başmisafir * En değerli konuk.
    başmuallim * Başöğretmen.
    başmuallimlik * Başöğretmenlik.
    başmubassır * Gözetmenlerin başı olan kimse.
    başmuharrir * Başyazar, sermuharrir.
    başmuharrirlik * Başyazar olma durumu.
    başmurakıp * En üst düzeydeki denetçi.
    başmurakıplık * Başmurakı bın yaptığı iş.
    başmüdür * En üst düzeydeki müdür.
    başmüdürlük * Başmüdürle yönetilen kuruluş.
    * Başmüdürün çalıştığıdaire.
    başmüfettiş * En üst düzeydeki müfettiş.
    başmüfettişlik * Başmüfettişolma durumu.
    başmühendis * En üst düzeydeki mühendis.
    başmühendislik * Başmühendisin yaptığı işveya görev.
    başmürettip * Başdizgici, sermürettip.
    başmürettiplik * Başmürettibin yaptığı iş.
    başmüsevvit * Yazımüsveddeleri hazırlayan ve adına müsevvit denen memurların başkanı.
    başnokta * Başlangıç noktası.
    başoda * Geleneksel Türk evinde özellikle konukların ağırlandığı büyük ve özenli döşenmişoda.
    başoyuncu * Bir filmde veya tiyatro eserinde başrolü canlandıran oyuncu.
    başoyunculuk * Başoyuncu olma durumu.
    başöğretmen * (ilkokullarda) Yönetimden sorumlu olan öğretmen, müdür.
    başöğretmenlik * Başöğretmen olma durumu.
    başörtü * Kadınların saçlarınıörtmek için kullandıklarıörtü, eşarp.
    başörtülü * Başını başörtü ile örtmüşolan (kadın).
    başpapaz * Bazıkiliselerin papazlarına, öteki papazlara göre bir üstünlük veren unvan.
    başpapazlık * Başpapazın görevi ve makamı.
    * Başpapazın sorumluluğunda olan bölge.
    başparmak * El ve ayakta bulunan en kalın parmak.
    başpehlivan * Birçok pehlivanıyenerek gücünü kabul ettirmişpehlivan.
    başpehlivanlık * Başpehlivan olma durumu.
    başpiskopos * Katoliklerde piskoposların başı olan din adamı.
    başpiskoposluk * Başpiskoposun görevi ve makamı.
    başrahip * Manastırlarda en kıdemli ve yönetimden sorumlu rahip.
    başrahiplik * Başrahibin görevi.
    başrejisör * Başyönetmen.
    başrejisörlük * Başyönetmenlik.
    başrol * Başoyuncunun rolü.
    * Bir filmin veya bir tiyatro eserinin başkişisini canlandırma işi.
    başsavcı * En üst düzeydeki savcı.
    başsavcılık * Başsavcı olma durumu.
    * Başsavcının görevi veya makamı.
    başsız * Başı olmayan.
    * Yöneticisi, başkanı olmayan.
    başsızlık * Başıveya başkanı bulunmama durumu.
    * Yasasıve hükûmeti olmayan topluluk, erksizlik, anarşi.
    başşehir * Bir devletin yönetim merkezi olan şehir, devlet merkezi, başkent.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 27

    başıdarda kalmak * parasızlıktan dolayısıkıntıda olmak.
    başıderde girmek * sıkıntılı bir duruma düşmek.
    başıdertte * çözülmesi güç, sıkıntılıdurumda.
    başıdevletli * Talihli, bahtıaçık.
    başıdimdik * Onurlu, gururlu.
    başıdinç * Kaygısız ve tasası olmayan.
    başıdönmek * insana, eşyanın dönmesi, ayağının altından yerin çekilmesi gibi bir duygu gelmek.
    * sıkıntıyaratan bir durum karşısında bunalmak.
    * görkemli bir şey karşısında şaşırmak.
    * para veya mevki sebebiyle şaşırıp şımarmak.
    başıdumanlı * Doruğunu sis bürümüş(dağ).
    * Sevdadan veya içkiden sarhoş.
    başı göğe ermek (veya değmek) * beklenmeyen bir mutluluğa ermek.
    başıhavada * sevinçli.
    başıhoşolmamak * bir şeyden hoşlanmamak.
    başı için * “çocuğumuzun başı için”, “annenizin başı için” gibi sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant
    veya yalvarma sözü.
    başıkalabalık * yanında bir işi konuşamayacak kadar çok kimse var.
    başıkazan gibi olmak * başında çok ağrıve uğultulu bir sersemlik olmak.
    başınâra yanmak * başkasıuğruna büyük bir zarara uğramak.
    başıönünde * uslu, çevrede gözü olmayan.
    başısıkılmak (veya sıkışmak) * herhangi bir güçlük karşısında kalmak, bunalmak.
    başısıkıya gelmek * herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak.
    başıtaşa değmek * ağır bir durum kendisine ders olmak.
    başıtutmak * gürültüden veya üzüntüden başıağrımak.
    başıüstünde yeri olmak * her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak.
    * bir düşünce veya davranışıuygun bulmak.
    başıyastığa düşmek * yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak.
    başıyastık yüzü görmemek * yatağa yatıp uyumamışolmak.
    başıyerde * utançla, kırgınlıkla, üzüntüyle.
    başıyerine gelmek * zihin yorgunluğu geçmişolmak.
    başıyukarda * onurlu, kibirli, kendini beğenmiş.
    başıyumuşak * Uysal, söz dinler (kimse).
    başızapt olunmamak * binicisini alıp götürmek.
    başı boş * Bir şeye veya kimseye bağlı olmayan.
    * Bağlanmamış, serbest bırakılmış.
    * Yönetimsiz, baskısız, denetimsiz.
    başı boş bırakmak * üstünde hiçbir baskıveya denetim bulundurmamak, kendi havasına bırakmak.
    başı boşkalmak * baskıaltında bulunmamak, karışanı, görüşeni olmamak.
    başı boşluk * Başı boşolma durumu.
    başı bozuk * Askerlerin arasına katılmışsivil savaşçı.
    * Düzensiz topluluk.
    * Kargaşalı, karışık, içinden çıkılamayan.
    başı bozukluk * Başı bozuk olma durumu.
    * Düzensiz davranış, düzensizlik, disiplinsizlik.
    başıkabak * Saçıdökülmüşveya dibinden kesilmiş.
    * Başınıörtmeden.
    başım gözüm üstüne * belirtilen istekleri içtenlikle yapmayıkabul etmeyi anlatır.
    başımla beraber * memnunlukla, seve seve.
    başın sağolsun * yakınlarından birini toprağa vermiş bir kimseye söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz.
    başına balta kesilmek (veya olmak) * sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek.
    başına belâ açmak * kötü bir olay dolayısıyla dert sahibi olmak.
    başına belâ almak * bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek.
    başına belâ olmak (veya kesilmek) * sıkıntıvermek, tedirgin etmek, musallat olmak.
    başına bir hâl gelmek * kötü bir duruma uğramak.
    * ölüm ihtimalini bildirmek için kullanılır.
    başına buyruk * kimseden izin almaksızın dilediği gibi davranan.
    başına çalmak * bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek.
    başına çalsın * birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için söylenir.
    başına çıkarmak * şımartmak, çok yüz vermek.
    başına çıkmak * birinden yüz bulup ona karşıpek şımarıkça davranmak.
    başına çorap örmek * birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak.
    başına dert etmek (veya açmak) * bir şeyi üzüntü konusu yapmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 28

    başına devlet kuşu konmak * beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.
    başına dikmek * birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek.
    * bir içeceği kabıyukarıkaldırarak sonuna dek içmek.
    başına dolamak * musallat etmek.
    başına dünyanın belâsınısarmak * büyük felâket getirmek.
    başına ekşimek * ağır yük olmak.
    * üstüne kalmak.
    başına geçirmek * başına giymek.
    * bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak.
    başına geçmek * görevi altında bulundurmak.
    * bir işin yönetimini ele almak.
    * bir işi yapmaya başlamak.
    başına gelmek * bir görevin başına gelmek.
    * kötü bir durumla karşılaşmak.
    * beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak.
    başına güneşgeçmek * güneşçarpmak.
    başına işaçmak * uğraştırıcıve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak.
    başına işçıkarmak * istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
    başına işçıkmak * boşa gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karşılaşmak.
    başına kakınç etmek * yapılan bir iyiliği sürekli olarak söyleyerek bıktırmak.
    başına kakmak * yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek.
    başına kalmak * istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğu ile karşılaşmak.
    başına kan çıkmak * öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek.
    başına karalar bağlamak * çok kederlenmek.
    başına oturmak * Bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak.
    başına sarmak * birine musallat etmek.
    başına taç etmek * çok değer vermek, ilgi göstermek.
    başına taşdüşmek (veya yağmak) * felâkete uğramak.
    başına vur, ağzından lokmasınıal * uysal ve sessiz kimseler için kullanılır.
    başına vurmak * (içtiği içki) ne yaptığını bilemez bir duruma düşürmek.
    * (gaz veya sıcaktan) başıağrımak.
    başına yıkmak * harap etmek, zor durumda bırakmak.
    başında * (bir şeyin) sırada önde olanı, önde geleni.
    başında beklemek (veya durmak) * yanında durup gözetlemek.
    başında değirmen çevirmek * gürültü ile tedirgin etmek.
    başında kavak yeli esmek * (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak.
    * gerçekleşmeyecekşeyler düşünerek vakit geçirme.
    başında olmak * aynısıkıntılıdurumda bulunmak.
    başında olmak * yöneticisi olmak.
    başında paralansın * yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz.
    başında torbasıeksik * eşek gibi bir adam.
    başından almak * kurtulmak, sorumluluğu atmak.
    başından aşağıkaynar sular dökülmek * üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntıduymak.
    başından aşkın olmak * işi pek çok olmak.
    başından atmak * yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak.
    * sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek.
    başından büyük işlere girişmek (veya kalkışmak) * gücünün üstünde olan işlere kalkışmak.
    başından geçmek * daha önce aynıduruma uğramışolmak.
    başından kesmek * yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.
    başından korkmak * hayatından kaygıduymak, cezalandırılmaktan korkmak.
    başından savmak * bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaştırmak.
    başınıağrıtmak * gereksiz sözlerle birini bunaltmak.
    * bir işiçin birini tedirgin etmek, uğraştırmak.
    başınıağrıtmamak (veya başınızıağrıtmayayım) * uzun uzun anlatılan bir sorunu sonuca bağlarken sözün uzadığınıanlatmak için söylenir.
    başınıalamamak * bir şeyden kurtulamamak.
    başınıalıp gitmek * izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak.
    başınıateşlere yakmak * başına büyük bir dert almak.
    başını bağlamak * birini nişanlamak veya evlendirmek.
    başını beklemek * gözetlemek.
    başını belâya sokmak * birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek.
    başını bir yere bağlamak * birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başı boşluktan kurtarmak.