Bayramî | * Hacı bayram Veli’nin tarikatına girmişolan kimse. |
Bayramîlik | * Bayramî tarikatı. * Bayramî tarikatından olma durumu. |
bayramlaşma | * Bayramlaşmak işi. |
bayramlaşmak | * Birbirinin bayramınıkutlamak. |
bayramlık | * Bayramda kullanılan, bayrama özgü olan. * Bayramlarda verilen armağan. |
bayramlık ad | * Birisi tarafından hakaret yollu kullanılan sözün kendisine ait olduğunu bildirmek için kullanılır. |
bayramlık ağız | * küfür. |
bayramlık ağzınıaçmak | * kaba konuşmak, küfretmek. |
bayramüstü | * Bayrama yakın. |
bayramüzeri | * Bkz. Bayramüstü. |
bayrı | * Çok eski zamanda var olmuşveya eskiden beri var olan, kadim. |
bayrılık | * Bayrı olma durumu, kıdem. |
baysal | * Huzur ve refah içinde olan. |
baysallık | * Huzur ve refah içinde bulunma durumu. |
baysungur | * Şahin cinsinden, yırtıcı bir kuş. |
baytar | * Hayvan hastalıklarıhekimi, veteriner. |
baytarlık | * Baytarın mesleği. |
baz | * Temel, esas. * Bir asitle birleşince bir tuz oluşturan madde, esas. * Taban. |
baz losyon | * Cildin esnek ve sağlıklı görünmesini sağlamak ve özellikle yağlıciltlerin parlak görüntüsünü gidermek için kullanılan bir tür losyon. |
baza | * Mobilyanın uzunluğunca konulan dar ayak. * Dolap gövdesinin zemine düzgün oturmasına yarayan çerçeve şeklindeki kaide. |
bazal | * Bazıçok olan (tuz) veya bazın özelliklerini taşıyan (madde), esasî. |
bazalt | * Koyu renkli, sert, bir çeşit yanardağkültesi. |
bazar | * Çarşı, pazar. * Pazarlık, alışveriş. |
bazen | * Ara sıra, arada bir, kimi vakit. |
bazı | * Birtakım, kimi. * Ara sıra, arada bir, kimi vakit. |
bazı bazı | * Ara sıra, arada bir. |
bazıdingil döner bazıteker | * karşılıklı ilişkilerde her iki tarafa da zaman zaman söz söyleme hakkıdoğar anlamında kullanılır. |
bazıları(veya bazısı) | * birtakımı, kimisi. |
baziçe | * Oyun. |
bazidiyospor | * Bazitli mantarların sporlarına verilen ad. |
bazik | * Baz niteliği gösteren. * Birleşiminde asit ve baz ağırlığı oranınormal tuza göre az, fakat baz oranınormal tuza göre yüksek olan (tuz). |
bazik oksitler | * Çoğu oksijen bakımından zayıf olan, su ile birleşince baz etkisi gösteren, asitlerle birleşince tuzlarıveren oksitler. |
bazilika | * Kral sarayı. * Dikdörtgen biçiminde, uç kısmında yarım çembere benzeyen bir çıkıntısı olan Roma mahkemesi. * Ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere içi, iki sıra sütunla, üç salona ayrılmış, dikdörtgen biçiminde kilise. |
bazit | * Bazit mantarların üreme organı. |
bazitli mantarlar | * Sporları bazitlerin içinde bulunan mantarlar grubu. |
bazlama | * Sacda pişirilmişyuvarlak pide. * Tatlısı bol, kalın gözleme. |
bazlamaç | * Bazlama. |
bazlaşma | * Bir maddenin baz durumuna gelmesi. |
bazuka | * Roketatar. |
Be | * Berilyum’un kısaltması. |
be | * Türk alfabesinin ikinci harfinin adı. |
be | * (teklifsiz konuşmada) Ey, hey, yahu. |
bebe | * Bebek, küçük çocuk. |
bebe aspirini | * Küçük çocuklara içirilmek üzere, ilâcıözel olarak yapılmışaspirin. |
bebecik | * Küçük veya acınacak durumda olan bebek. * Yaşına yakışmayacak davranışlarda bulunan kimse. |
bebek | * Meme veya kucak çocuğu. * Plâstik, tahta, bez vb.den yapılan insan biçiminde oyuncak. * Sevgi seslenişi olarak kullanılır. * Göz bebeği. |
bebek beklemek | * (kadın) gebe durumda bulunmak. |
bebek gibi | * çok güzel (kadın). * bebeğe yakışır biçimde. |
bebek ölümü | * Çeşitli hastalıklardan, 0-2 yaşgrubunda bulunanların ölümü. |
bebekçe | * Bebek gibi, bebeğe yakışır biçimde. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 37
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 38
bebekleşme * Bebekleşmek işi. bebekleşmek * Şımarıkça davranışlarda bulunmak. bebeklik * Bebek olma durumu.
* Yeni doğan yavrunun yetişkinlerin bakımına sürekli olarak bağımlı olduğu dönem.
* Bebek gibi davranışlarda bulunma.bebeklik etmek * bebek gibi davranışlarda bulunmak. Beberuhi * Karagöz oyunundaki kambur cücenin adı.
* (küçük b ile) Sevimsiz, budala, bücür erkek.becayiş * Yer değişme, karşılıklıyer değiştirme. becayişetmek * değişik yerdeki görevliler, karşılıklıyer değiştirmek. becelleşme * Becelleşmek işi. becelleşmek * Cebelleşmek. beceri * Elinden işgelme durumu, ustalık, maharet.
* Kişinin yatkınlık ve öğrenime bağlı olarak bir işi başarma ve bir işlemi amaca uygun olarak sonuçlandırma
yeteneği, maharet.
* Vücudun, yapılması güç alıştırmalara yatkın olmasıdurumu.becerikli * Becerisi olan, elinden işgelen, usta, maharetli, mahir. beceriklilik * Becerikli olma durumu, ustalık, maharet. beceriksiz * Becerisi olmayan, usta olmayan. beceriksizlik * Beceriksiz olma durumu. becerme * Becermek işi. becermek * Güç görünen bir işveya duruma çözüm bulmak, üstesinden gelmek.
* Bir şeyi kullanılmaz duruma getirmek, bozmak, kirletmek.
* Irzına geçmek, kirletmek.
* Birini öldürmek.becet * Serçegillerden, küçük bir kuş(Passer). becit * Gerekli, lüzumlu.
* İvedi, acele.Beç tavuğu * Tavukgillerden, başıküçük ve çıplak, tüyü mavimtırak kül renginde, tavuk büyüklüğünde, evcil bir hayvan
(Numida meleagris).Beçene * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. bedahet * Besbelli, apaçık olma durumu.
* Bir konuda hazırlıksız konuşabilme yeteneği.bedaheten * Birdenbire, ansızın, düşünmeksizin. bedava * Karşılıksız, parasız, emeksiz. bedava sirke baldan tatlıdır * masrafsız veya emeksiz elde edilen şeylere herkes istek gösterir. bedavacı * Her şeyi bedavadan sağlamaya çalışan (kimse). bedavacılık * Bedavacı olma durumu. bedavadan * Bedava olarak. bedavadan ucuz * çok ucuz. bedavalaşma * Bedavalaşmak durumu. bedavalaşmak * Bedava duruma gelmek. bedavasına * Bkz. bedavadan. bedavaya * Çok ucuza. bedayi * Estetik yönü ağır basan güzellikler. bedbaht * Mutsuz, bahtsız, talihsiz. bedbaht etmek * üzmek. bedbaht olmak * üzülmek. bedbahtlık * Mutsuzluk, bahtsızlık. bedbin * Kötümser, karamsar, pesimist. bedbin etmek * üzmek, karamsarlığa sokmak, ümitsizliğe düşürmek. bedbin olmak * ümitsizliğe düşmek, kötümserliğe kapılmak. bedbinleşme * Bedbinleşmek işi. bedbinleşmek * Kötümserleşmek, kötümser olmak, karamsar olmak. bedbinleştirme * Bedbinleştirmek işi. bedbinleştirmek * Kötümser, karamsar duruma getirmek. bedbinlik * Kötümserlik, karamsarlık, pesimizm. bedçehre * Kötü yüzlü.
* Asık suratlı, lânetlenmiş, suratsız.beddua * İlenme, ilenç. beddua etmek * ilenmek, intizar etmek. beddua sinmek * ilencin tutmasıyüzünden, birinin işi sürekli ters gitmek. bedduasıtutmak * ilenci yerine gelmek. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 39
bedduasınıalmak * biri tarafından kendisine ilenilmek. bedel * Değer, fiyat, kıymet.
* Bir şeyin yerini tutabilen karşılık.
* Eşit, denk.
* Askerlik yapmamak veya yapılacak süreyi kısaltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para.
* Başkasının adına ve onun parası ile hacca giden kimse.
* Uşak, hizmetçi, çoban.bedel tutmak * kendi yerine askerlik yapması için birini para ile tutmak. bedel vermek * askerlik yapmamak veya kısa süre yapmak için devlete para ödemek. bedelci * Bedel verdiği için kısa süre hizmet gören asker. bedelli * Bedeli olan, bedel ödenilen.
* Bedelci.bedelli askerlik * Askerlik çağına gelmişgençlerin belirlenen miktardaki parayıödeyerek yaptıklarıkısa süreli vatanî görev. bedelsiz * Bedeli olmayan, bedel ödenilmeyen.
* Çok değerli, bedeli belirlenemeyen.bedelsiz ithalât * Yurt dışındaki işçilerin veya geçici görevle yurt dışına giden kamu görevlilerinin dönüşlerinde kendi
mesleklerinin icrasıveya kişisel kullanım için getirdikleri mallar için yapılan düzenleme.beden * Canlıvarlıkların maddî bölümü, vücut.
* Vücudun, baş, kol ve bacak dışında kalan bölümü, gövde.
* Kale duvarı.beden cezası * İnsan vücudu üzerine uygulanan ceza. beden eğitimi * Vücudu güçlendirmek ve sağlığıkorumak amacıyla araçlıveya araçsız hareketler yapma. beden terbiyesi * Spor işlerinden sorumlu makam.
* Bkz. beden eğitimi.bedence * Beden bakımından. bedenci * Beden eğitimi öğretmeni. bedenen * Bedeniyle, vücuduyla, fiilen. bedenî * Bedenle ilgili, bedensel. bedenli * Bedeni olan. bedensel * Bedenle ilgili, bedenî. bedesten * İçinde değerli eşya alınıp satılan kapalıçarşı. bedevî * Çölde, çadırda yaşayan göçebe.
* Böyle bir hayat sürdüren kimse.
* (büyük b ile) Bedevîlik tarikatından olan derviş.bedevîlik * Bedevî olma durumu.
* (büyük b ile) XIII. yüzyılda kurulan bir Sünnî tarikatı.bedhah * Kötülük isteyen, kötü yürekli. bedihî * Besbelli, apaçık. bediî * Güzellik ölçülerine uyan, gözü gönlü okşayan, beğenilen.
* Estetik.bediîleşme * Bediîleşmek işi. bediîleşmek * Bediî duruma gelmek. bediiyat * Estetik bilimi, güzel sanatlar. bedik * Kazak Türklerinde bir hastalığın iyileşmesi için yapılan tören. bedir * Dolunay, ayın on dördü. bedirik * Temizlenip taranmışve eğrilmeye hazır duruma getirilmişyün veya pamuk topağı, yumağı. bedirlenme * Bedirlenmek durumu. bedirlenmek * Dolunay biçimini almak.
* Parlak ve sağlıklı görünmek.bedirleşme * Bedirleşmek durumu. bedirleşmek * Ay bedir durumunu almak, bedirlenmek. bednam * Kötü ün kazanan, kötülüğü ile dillere düşen. bedük * Çam sakızı, reçine. begayet * Son derece, pek çok, aşırı. Begdili * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. begonvil * Akdeniz bölgesinde yaygın bir çiçek. begonya * Begonyagillerden, dekoratif yapraklarıve renkli çiçekleri olan, pek çok çeşitleri bulunan sıcak ülke bitkisi
(Begonia).begonyagiller * İki çeneklilerden, örneği begonya olan bir bitki familyası. begüm * Hint prenseslerine verilen unvan. beğ * Bey. beğence * Övücü tanıtma yazısı, takriz. beğendi * Bkz. hünkârbeğendi. beğendirme * Beğendirmek işi. beğendirmek * Beğenilmesini, hoşgörünmesini sağlamak. beğeni * Güzel veya çirkin yargısınıverdiren duygu, zevk.
* Güzeli çirkinden ayırma yetisi, zevk, gusto.beğenilir * Beğenme duygusu veren, beğenilen. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 40
beğenilme * Beğenilmek işi veya durumu. beğenilmek * İyi ve güzel bulunmak.
* Sevilmek, hoşa gitmek.beğenirlik * Beğenme durumu, beğenilir olma durumu. beğeniş * Beğenme. beğenme * Beğenmek işi. beğenmek * İyi veya güzel bulmak.
* Benzerleri arasından birini seçip ayırma.
* Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek.beğenmemek * İyi veya güzel bulmamak.
* Kuşku duymak, kuşku ile karşılamak.
* Küçümsemek, hor görmek.
* Onaylamamak.beğenmeyen kızını(veya küçük kızını) vermesin * bir durumun beğenilmemesi karşısında, beğenmeyenin umursanmadığınıanlatır. beğenmezlik * Beğenmeme, iyi veya güzel bulmama. beğlik * Beylik. behavyorizm * Davranışçılık. behemehal * Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapıp yapıp, mutlaka. beher * Her bir. behey * Çıkışma bildirmek için kullanılan bir ünlem. behime * Dört ayaklıhayvan. behimî * (duygular için) Hayvanca, hayvana yakışır biçimde olan. behimîlik * Behimî olma durumu. behişt * Cennet, uçmak. behre * Pay, nasip, hisse. behresiz * Payı, nasibi, hissesi olmayan; bîbehre. beis * Engel, uymazlık.
* Kötülük, zarar.beis görmemek * sakınca, zarar görmemek. beis yok * zararıyok, önemi yok. bej * Sarıya çalan açık kahverengi.
* Bu renkte olan.bek * Sert, katı; sağlam. bek * Savunucu. bek * Hava gazılâmbasının ucu. beka * Kalıcılık, ölmezlik. beka bulmak * ölmezlik erdemine ulaşmak, ölümsüzleşmek. bekar * Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota işareti. bekâr * Evlenmemişkimse.
* Evli olduğu hâlde ailesinden ayrı, yalnız yaşayan kimse.bekâr kalmak (veya yaşamak) * evlenmemek, evlenmemişolmak.
* ölüm veya boşanma dolayısıyla eşini yitirmek.bekâr odası * Bekârların, taşradan gelmişişçilerin kalacağı oda. bekâra karı boşamasıkolaydır * bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin işi hafife alması, önemsememesi, gereğince değerlendirememesi
tâbiîdir.bekâret * Kız oğlan kız olma durumu, kızlık, erdenlik.
* Saflık, temizlik, masumluk.
* Sanat ve düşüncede özgünlük, yenilik.
* Doğallık, tazelik.bekârhane * Bekârların kalması için ayrılmışveya düzenlenmişoda.
* Bekârların yaşadığımüstakil ev.bekârlık * Bekâr olma durumu. bekârlık sultanlık * evlenmeden tek başına yaşamanın daha iyi olduğunu anlatır. bekas * Çulluk. bekçi * Bir şeyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimse. bekçi kalmak * koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek. bekçilik * Bekçinin yaptığı iş. bekçilik etmek * (bir şeyi) bekleyip korumak. bekinme * Bekinmek işi. bekinmek * İnat etmek, direnmek.
* Kapanmak, tıkanmak.bekitme * Bekitmek işi. bekitmek * Kapamak, tıkamak. bekle yârin köşesini! * yakında gerçekleşeceği sanılmayan umutlar karşısında söylenir. bekleme * Beklemek işi.
* Vakit öldürme.bekleme odası * Bir kimseyi veya bir taşıtı beklemek için gelenlerin oturduklarıyer. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 32
başta (veya başında) bulunmak * bir işin yöneticisi olmak. başta gelmek * önde olmak, üstün durumda olmak. başta gitmek * en ileri durumda bulunmak. başta taşımak * çok saygı göstermek. baştaban * Yunan ve Roma mimarlıklarında, sütunların üstüne oturan ve iki sütun arasındaki uzaklığın üstünü örten
büyük, uzun taşkirişlerin oluşturduğu bölüm.baştabip * Başhekim. baştabiplik * Başhekimlik. baştan * başından alarak, bir kez daha, yeniden. baştan aşağı * Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar. baştan aşmak * pek çok olmak, pek çoğalmak. baştan başa * Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada.
* Başından sonuna kadar.baştan çıkarmak * ayartmak, kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak. baştan çıkmak * ahlâkı bozulmak. baştan kalmış(veya kalma) * başkasıtarafından kullanılmış. baştan kara etmek * batma tehlikesi karşısında, gemi başınıkaraya vurup oturmak. baştan kara gitmek (veya etmek) * sonunu düşünmeyerek hesapsız, batarcasına yaşamak. baştan savma * üstünkörü, özen göstermeden. baştan savmacı * Bir işi yapmamak veya savsaklamak için bahane bulma, başından savma veya atma. baştan savmacılık * Bir işi yapmamak için bahane bulma işi. baştan sona * Daima, her zaman. baştanımaz * Asi, isyancı, düzen bozucu. baştanımazlık * Anarşizm. baştankara * Ötücü kuşlar takımının, baştankaragiller familyasından, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya’da yaşayan, çesitli
renklerde olabilen bir kuştürü (Parus maior).baştankaragiller * Omurgalıhayvanların, ötücü kuşlar takımından yüz kadar kuştürünü içine alan geniş bir familya. baştarda * Osmanlıdonanmasında yer alan kadırga cinsinden bir tür savaşgemisi. başteknisyen * En yüksek düzeyde bulunan teknisyen. başteknisyenlik * Başteknisyenin görevi. başucu * Bir yerin düşeyinin gök küreyi kestiği nokta. başucu noktası * Yeryüzündeki bir gözlem noktasından geçen düşey doğrultusunun gökyüzünü deldiği iki noktadan, ufkun
üstünde olanı, semtürreis.başucu uzaklığı * Gökyüzünde verilen bir nokta veya yıldızın başucu noktasından açısal uzaklığı. başuzman * En yüksek düzeyde bulunan uzman. başuzmanlık * Başuzman olma durumu.
* Başuzmanın görevi.başülke * Sömürge imparatorluklarında sömürgelere egemen olan ülke. başüstü * Geminin ön bölümünde çapanın bulunduğu yer. başvekâlet * Baş bakanlık. başvekil * Baş bakan. başvekillik * Başvekil olma durumu. başvurdurma * Başvurdurmak işi veya durumu. başvurdurmak * Başvuru işi yaptırmak, müracaat etmesini sağlamak, müracaat ettirmek. başvurma * Başvurmak işi, müracaat. başvurmak * Bir işin yapılması için bir kimsenin aracılığını istemek veya bir işte bir şeyden yararlanmak amacıyla ona el
atmak, müracaat etmek.
* Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanmak.başvuru * Başvurmak işi, müracaat.
* Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanma, bilgiye ulaşma, referans.başvurucu * Bir işiçin başvuran kimse, müracaatçı. başvurulma * Başvurulmak durumu. başvurulmak * Başvuru yapılmak, müracaat edilmek. başyapıt * Şaheser. başyardımcı * Bir kurum veya kuruluşta görevli amirin yardımcılarından en üst düzeyde olanı. başyargıcı * Oyunu yöneten yargıcılardan, anlaşmazlık durumunda, kararda yetki üstünlüğü olanı, başhakem. başyaver * Yaverlerin başı olan kimse. başyaverlik * Başyaver olma durumu.
* Başyaverin görevi veya makamı. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 33
başyazar * Bir gazete veya derginin başyazılarınıyazan kimse, başmuharrir, sermuharrir. başyazarlık * Başyazar olma durumu.
* Başyazarın görevi.başyazı * Gazete ve dergilerde ilk sütuna veya birinci sayfaya konulan önemli yazı, başmakale. başyazman * Bir dairedeki yazmanların başı, başkâtip. başyazmanlık * Başyazman olma durumu, başkâtiplik.
* Başyazmanın görevi veya makamı.başyemek * Geleneksel Türk mutfağında çorbadan sonra gelen en önemli yemek. başyıldız * Çift yıldızlarda büyük olan yıldız. başyönetmen * Bir filmde veya tiyatro oyununda en üst düzeyde yönetmenlik yapan kimse, başrejisör. başyönetmenlik * Başyönetmenin işi veya mesleği. başyukarı * Bir yer altıkuyusunun üst kısmına geçmeyi sağlayan geçit. bat * Kurşun boruların ağzınıaçmakta kullanılan, şimşirden yapılmış, ucu sivri bir çeşit takoz. bata çıka * Güçlükle zorlukla. batağa saplanmak * içinden çıkılması güç bir durumda olmak. batak * Üzerine basınca çöken çamurlaşmıştoprak.
* Hayır gelmez, yarar sağlamaz, batmış.
* Kötü durum, içinden çıkılmaz iş.batak çulluğu * Çullukgillerden, bataklıklarda yaşayan, rengi kahverengiye çalan siyah, 30 cm uzunluğunda bir çulluk türü
(Gallinago gallinago).batakçı * Borcunu ödememeyi alışkanlık hâline getirmişolan (kimse).
* Eline geçen parayı batıran.batakçıl * Bataklıklarıseven, bataklıklarda yaşayan (bitki, hayvan). batakçılık * Batakçı olma durumu. batakhane * Gidenlerin dolandırıldığıveya kötü bir durumda bırakıldığıyer.
* İşlerin zamanında ve gereğince yapılmadığıyer.bataklı * Bataklığı olan (yer). bataklık * Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge.
* Uygunsuz ve kötü, ahlâk dışıdurum.bataklık ardıcı * Bataklık ve sık bitki örtülü yerlerde yaşayan küçük ve ötücü kuş(Acrocephahus palustris). bataklık baykuşu * Baykuşgiller familyasından, sırt tüyleri pas rengi olan, bataklıklarda yaşayan bir kuştürü, ishak kuşu (Asio
flammeus).bataklık gazı * Metan. bataklık keteni * Papirüs familyasından, bataklıklarda yetişen bir bitki, pamuk otu (Eriophorum). bataklık kırlangıcı * Kısa gagalı, uzun kanatlı, uçarken deniz kırlangıcınıandıran bir tür kuş(Glareda). bataklık kuşları * Omurgalıhayvanlardan hem tavuksulardan, hem yağmur kuşlarını içine alan kuşlar sınıfı. bataklık nergisi * Avrupa ve Kuzey Amerika’da güneşli su kıyılarında yetişen çok yıllık bir bitki (Caltha palustris). batar * Zatürree. batarya * En küçük topçu birliği.
* Savaşgemilerinde borda toplarıve bunların bulunduğu güverte parçası.
* Birkaç aygıtın bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluşan takım.batarya ateşi * Bir bataryada bulunan topların hep birden ateşdüzenine geçmesi. batarya kutusu * Bataryanın bütün olarak taşınmasınısağlayan sandık. bataryalı * Batarya ile güçlendirilmişveya desteklenmiş.
* Batarya ile çalışan (radyo, telefon vb.).bateri * Orkestrada vurma çalgılar takımı, davul. baterist * Bateri çalan kimse, davulcu. batı * Yeryüzündeki başlıca dört yönden güneşin battığıyön, gün indi, garp.
* Bu yönde olan, bu yönle ilgili, garbî.
* Bulunulan yere göre güneşin battığıyönde olan bölge, garp.
* (siyasî anlamda) Avrupa ve Kuzey Amerika.
* Güneşin 22 Martta ve 23 Eylülde battığınokta.batı bloku * BatıAvrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin oluşturduğu blok. BatıTürkçesi * Hazar Denizinin batısındaki Türk dünyasında XIII. yüzyıldan beri kullanılan ve Oğuzcaya dayanan Türk
dili.batıcı * Batıyanlısı olan kimse, garpçı. batıcılık * Batıyanlısı olma durumu, garpçılık. batık * (gemi için) Batmış. batıl * Doğru ve haklı olmayan.
* Çürük, temelsiz.batıl inanç * Doğa üstü olaylara, gizli ve akıl dışı güçlere, kehanetlere aşırıderecede bağlı boşinanç, batıl itikat. batıl itikat * Boşinanç. batılı * Batıülkeleri veya batı bölgesi halkından olan (kimse), garplı.
* Batıuygarlığını benimsemiş bulunan (kimse).batılılaşma * Batılılaşmak işi, garplılaşma. batılılaşmak * Özellikle Avrupa ülkelerinin düşüncede, çalışmada, görüşve anlayışta izledikleri temel ilkeleri benimsemiş
olmak, garplılaşmak.batılılaştırma * Batılılaştırmak işi, garplılaştırma. batılılaştırmak * Batılılaşmasını sağlamak, garplılaştırmak. batılılık * Batılı olma durumu.
* Batıuygarlığını benimseme, garplılık. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 34
batın * Karın.
* Göbek, kuşak.Batınî * Batıniye mezhebinden olan kimse.
* İçrek.Batınîye * Görünürdeki olayların ardında gizli gerçeklerin bulunduğunu kabul eden tarikatlara verilen ad. batırık * Köftelik bulgur, dövülmemiş ceviz içi, soğan, domates, nane, maydanoz, tahin ve limon suyu kullanılarak
yapılan, taze asma yaprağıveya lahanaya sarılarak tüketilen bir salata tütü.batırılma * Batırılmak işi. batırılmak * Batırmak işine konu olmak.
* Yok edilmek.batırma * Batırmak işi. batırmak * Sıvının veya yumuşak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batmasını sağlamak.
* Bir işte sermayeyi yitirmek.
* Bir kimseyi çekiştirip iyice kötülemek.
* Kirletmek.
* Mahvetmek.batış * Batmak işi veya biçimi. bati * Yavaş, ağır. batik * Kumaş, deri veya kâğıt süslemede kullanılan bir yöntem.
* Bu yöntemle hazırlanmışkumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan (giysi).batisfer * Su üstü araçlarına çelik kablo ile bağlanmış, negatif yüzebilirliği bulunan dalışküresi. batiskaf * Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanılan araç. batkı * Batkınlık, iflâs. batkın * Borçlarınıödeyemez duruma düşen, iflâs etmiş(kimse), müflis. batkınlık * Borçlarınıödeyemediği mahkeme kararı ile tespit ve ilân olunan tüccarın durumu, iflâs. batma * Batmak işi.
* Yıkılma, çökme; yok olma, inkıraz.
* Bir gök cisminin (Ay, Güneş, Yıldız vb.) ufkun altına inmesi.batmak * Bir sıvının üstünde iken içine gömülmek.
* (Güneş, Ay, yıldız için) Dünyanın dönüşü dolayısıyla ufkun altına inmek.
* İflâs etmek.
* Kirlenmek.
* Saplanmak.
* Dokunmak, incitmek.
* (tedirgin etmemesi gereken şeyler için) Tedirgin etmek.
* Hoşa gitmeyen bir duruma uğramak.
* Yok olmak.
* Daha kötü bir duruma uğramak.
* Çökmek.
* Yıkılmak egemenliği sona ermek.batman * Miktarı bölgelere ve tartılacak şeylere göre değişen eski bir ağırlık ölçüsü. batonsale * Tuzlu hamurdan yapılan ince uzun çubuk, tuzlu çubuk. batöz * Harman makinesi, harman dövme makinesi. batsat * Ara sıra, seyrek olarak tek tük. battal * İşe yaramaz, kullanılmaz.
* Alışılmışolandan büyük.battal edilmek * kullanılamaz duruma getirilmek, bozulmak. battal etmek * kullanılamaz bir duruma getirmek. battal olmak * kullanılamaz, işe yaramaz duruma gelmek. battaniye * Yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanılan, çoğu yünden dokunmuşkalınca örtü. battaniyeli * Battaniyesi olan. battı balık yan gider * işler kötü gittiğine göre artık istenildiği gibi davranılabilir. batur * Bahadır. batyal * 200 ile 2000 m arasında derinliği olan (deniz). bav * Hayvanıavcılığa alıştırma işi. bavcı * Şahin ve köpek gibi hayvanlarıavcılığa alıştıran kimse. bavlı * Ava alıştırılmış(hayvan).
* Avcıların, köpeklerini ava alıştırmak için kullandıklarıyapay kuşvb.bavlıma * Bavlımak işi. bavlımak * Şahin ve köpeği ava alıştırmak. bavul * Yolculukta, içine eşya konulan büyük çanta. bavul ticareti * Gümrüksüz ve vergisiz ithaline izin verilen eşyayıyabancıülkelerden satın alıp, bavul veya çantalarla yolcu
beraberinde sınırdan geçirerek iç piyasada değerlendirmek işi.bavulcu * Bavul yapan veya satan kimse. bavullu * Bavulu olan. Bavyeralı * Bavyera halkından olan (kimse). bay * Parası, malıçok olan, zengin (kimse). bay * Bey yerine kullanılan bir unvan.
* Erkek özel adlarıyerine kullanılır.bayağı * Aşağılık, pespaye.
* Kibar olmayan, basit adî, sıradan, amiyane, banal.
* Her zamanki gibi olan, hiçbir özelliği bulunmayan.
* Hemen hemen, âdeta.
* Gerçekten, çok, oldukça, epey.
* Çok iyi, pekâlâ.bayağıkaçmak * (söz, davranış, giyinişiçin) yakışmamak, uygunsuz olmak. bayağıkesir * Ondalık olmayan kesir. bayağılaşma * Bayağılaşmak durumu. bayağılaşmak * Bayağı bir durum almak, bayağı bir duruma girmek. bayağılaştırma * Bayağılaştırmak işi. bayağılaştırmak * Bayağılaşmasına sebep olmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 35
bayağılık * Bayağı olma durumu veya bayağıca davranış. bayan * Hanım yerine kullanılan bir unvan.
* Kadın özel adlarıyerine kullanılır.
* Eş, karı.bayat * Taze olmayan.
* Güncelliğini, önemini, özelliğini yitirmiş, çok söylenmiş.Bayat * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. bayatı * Azerî ve Türkmen halk şiirinde mani türüne verilen ad. bayatî * Klâsik Türk müziğinde uşşak dörtlüsüne buselik beşlisi katılmasıyla yapılmışeski bir makam. bayatîaraban * Araban ve bayatî makamlarından oluşturulan bir birleşik makam. bayatîbuselik * Bayatî makamının buselik beşlisi veya dörtlüsü ile sona ermesinden oluşan bir birleşik makam. bayatlama * Bayatlamak durumu. bayatlamak * Bayat duruma gelmek, tazeliğini yitirmek. bayatlatma * Bayatlatmak işi. bayatlatmak * Tazeyken kullanmayıp bayatlaması için bekletmek. bayatlık * Bayat olma durumu. bayatsı * Bayatlamaya başlamış. bayatsımak * Bayatlamaya yüz tutmak. baygın * Bayılmış, kendinden geçmiş.
* Süzgün.
* Gönül vermiş.
* İnsanıkendinden geçirir gibi olan.
* Yığılmış, dökülmüş.baygın baygın bakmak * kendinden geçmiş bir şekilde, çevreye göz gezdirmek.
* hayranlıkla seyretmek.baygın düşmek * çok yorulmak. baygınlaşma * Baygınlaşmak işi. baygınlaşmak * Baygın duruma gelmek.
* (göz için) Süzülmek.baygınlık * Baygın olma durumu.
* Duyumların durması, kan dolaşımının ve solunum görevlerinin duraklaması, vücudun kımıldanamaması
gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme durumu.baygınlık geçirmek * bayılmak.
* çok heyecanlanmak, telâşlanmak.baygıntı * Baygınlık.
* İpek böceklerinin sindirim organlarında görülen ve yemden kesilmelerine yol açan bir hastalık; bu sebeple
koza yapamama durumu.bayıla bayıla * İsteyerek, istekle, çok isteyerek, severek. bayılma * Baygın duruma girme, kendinden geçme. bayılmak * Baygın duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
* Çok hoşlanmak, çok sevmek.
* Sıcak, açlık, susuzluk, yorgunluk gibi etkenlerle dayanma gücünü yitirmek.
* Vermek, ödemek.bayıltıcı * Bayıltan.
* Bayıltacak gibi etkide bulunan.bayıltma * Bayıltmak işi. bayıltmak * Bayılmasını sağlamak, bayılmasına yol açmak. bayılttırma * Bayılttırmak işi veya durumu. bayılttırmak * Bayılmasına yol açmak, bayılmasını sağlamak. bayındır * (yer için) Gelişip güzelleşmesi, hayat şartlarının uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalışılmışolan,
mamur.Bayındır * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. bayındırcı * Bayındır duruma getirici. bayındırlaşma * Bayındırlaşmak durumu. bayındırlaşmak * Bayındır duruma gelmek. bayındırlaştırma * Bayındırlaştırmak işi, imar etme. bayındırlaştırmak * Bir yeri bayındır duruma getirmek, imar etmek. bayındırlık * Bayındır olma durumu, ümran.
* Bayındır duruma getirme işi, imar.Bayındur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. bayır * Küçük yokuş. bayır aşağı * Tepeden düze doğru. bayır kuşu * Çalı bülbülü. bayır turpu * İri bir turp türü (Cochlearia armoracia).
* Kaba, terbiyesiz erkek.bayır yukarı * Tepeye doğru, yokuş başına yönelerek. bayırlaşma * Bayırlaşmak durumu. bayırlaşmak * (yer ve yol için) Dikleşmek. bayi * Bazımaddeleri satma izni olan kimse, dükkân veya kuruluş. bayilik * Bir maddeyi sürekli satma işi.
* Bu işin yapıldığıyer.baykuş * Başında, kulak yerinde iki sorgucu bulunan, yırtıcı gece kuşlarının genel adı. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 36
baykuşgibi * uğursuzluk getirdiğine inanılan kimseler için söylenir. baykuşgiller * Büyüklükleri çeşitli olan kukumav, puhu gibi yırtıcıkuşları içine alan kuşlar familyası. baylan * Nazlı, şımarık (biçimde). baylanlık * Zenginlik.
* Şımarıklık, naz, işve.baylanma * Baylanmak işi. baylanmak * Nazlanmak, şımarmak. bayma * Baymak işi. baymak * (yiyecek) Baygınlık vermek, mideyi bulandırmak, midede ezinti yapmak.
* Aldatmak, kandırmak, etki altında bırakmak.baypas * Damar aktarma.
* Devre dışı bırakma.baypas ameliyatı * Kalpte tıkanmış bir damarın beslediği bölgeye kan akışınıartırmak için o bölgeye eklemek için yapılan
damar ameliyatı.bayrağıyarıya indirmek * millî yas ilân etmek için bayrağıdireğin yarısına kadar indirmek. bayrak * Bir milletin, belli bir topluluğun veya bir kuruluşun simgesi olarak kullanılan, renk ve biçimle
özelleştirilmiş, genellikle dik dörtgen biçiminde kumaş.
* Öncü.
* Simge, sembol.
* Baklagil çiçeklerinde diğerlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla başka bir renkte ve
yuvarlakça olan taç yaprağı.
* Gerektiğinde indirilip kaldırılan, açılıp kapatılan kol.bayrak açmak * gönüllü asker toplamaya girişmek.
* bir ülkü yolunda toplanmaya çağırmak.bayrak çekmek (veya asmak) * bayrağı bir direğe veya ipe takmak. bayrak dikmek * bayraklı bir sopayı bir yere saplamak. bayrak direği * Bayrak asmak için hazırlanmışuzun direk.
* Gemilerde güvertenin en yüksek direği.bayrak gibi * kendini belli edecek bir biçimde. bayrak merasimi * Bkz. bayrak töreni. bayrak töreni * Bayrak karşısındaki saygıduruşu. bayrak yarışı * Atletizmde dört sporcudan oluşan ekibin aralarında paylaştıklarımesafelere başlarken elden ele geçirmek
yoluyla bir sopayı, bayrağıdüşürmeden yaptıklarıkoşu.bayrakaltı * Ordu hizmeti, askerlik. bayrakçı * Bayrak çeken kimse.
* Bayrak yapan, diken veya satan kimse.bayraklarıaçmak * bağırıp çağırarak, hırçınlık etmek. bayraklaşma * Bayraklaşmak işi veya durumu. bayraklaşmak * Bayrak değeri kazanmak. bayraklı * Bayrağı olan, üzerine bayrak çekilmiş bulunan (yer).
* Bkz. eli bayraklı.bayraklık * Bayrak olmaya uygun kumaş.
* Bayrak asmaya uygun direk.bayraktar * Bayrağıtaşıyan kimse. bayraktarlığınıyapmak * bir akımın, bir görüşün yayılmasında öncü olarak çalışmak. bayraktarlık * Bayraktarın görevi. bayraktarlık etmek * öncülük etmek, yol göstermek. bayram * Millî veya dinî bakımdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler.
* Sevinç, neşe.
* Özel olarak kutlanan gün.bayram alayı * Bayram günlerinde padişahların camiye gidişve gelişsırasında yapılan tören. bayram ayı * (Hicrî takvime göre) Ramazandan sonra gelen ay, şevval. bayram çocuğu * Bayram dolayısıyla süslenmiş, donatılmış, sevinçli çocuk.
* Bayram günü doğmuşçocuk.bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü * gösterilen bu ilginin, bu yakınlığın bir sebebi olacak. bayram etmek (veya yapmak) * çok sevinmek. bayram günü * Bayrama rastlayan, bayramın kutlandığı gün. bayram haftasınımangal tahtasıanlamak * sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak. bayram havası * Neşeli, sevinçli bir ortam. bayram hediyesi * Bayram günleri karşılıklıveya tek yanlıverilen armağan. bayram koçu gibi * gösterişli ve zevksiz bir biçimde süslenmişolan. bayram namazı * Dinî bayramların ilk gününde sabah namazından sonra kılınan özel namaz. bayram şekeri * Özellikle dinî bayramlarda konuklara ikram edilen şeker veya çikolata. bayram tebriği * Bayramıkutlamak için yazılıp gönderilen kart veya birine yapılan ziyaret. bayram topu * Dinî bayramların başladığınıduyurmak için atılan top. bayram yeri * Bayram günlerinde çocuklar için kurulan açık eğlence yeri. bayram ziyareti * Dinî bayram günlerinde, bayramıkutlamak için yapılan kısa ziyaret. bayramda seyranda * seyrek olarak, arada sırada. bayramdan bayrama * çok seyrek olarak, nadir olarak, nadiren. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 31
başlıksız * Başlığı olmayan. başmabeyinci * Osmanlısarayında mabeyincilerin başı. başmak * Ayakkabı, paşmak. başmakale * Başyazı. başmakçı * Ayakkabıyapan, satan kimse, paşmakçı.
* Camilerde, giriş bölümünde, çıkarılan ayakkabılara bekçilik eden kimse.başmakçılık * Başmakçının işi. başmaklık * Padişahın anne, kız kardeş, kız ve hasekilerine bağlanan ödenek, has, arpalık.
* (camide) Ayakkabıkonulan yer.başmal * Anamal, sermaye, kapital. başmisafir * En değerli konuk. başmuallim * Başöğretmen. başmuallimlik * Başöğretmenlik. başmubassır * Gözetmenlerin başı olan kimse. başmuharrir * Başyazar, sermuharrir. başmuharrirlik * Başyazar olma durumu. başmurakıp * En üst düzeydeki denetçi. başmurakıplık * Başmurakı bın yaptığı iş. başmüdür * En üst düzeydeki müdür. başmüdürlük * Başmüdürle yönetilen kuruluş.
* Başmüdürün çalıştığıdaire.başmüfettiş * En üst düzeydeki müfettiş. başmüfettişlik * Başmüfettişolma durumu. başmühendis * En üst düzeydeki mühendis. başmühendislik * Başmühendisin yaptığı işveya görev. başmürettip * Başdizgici, sermürettip. başmürettiplik * Başmürettibin yaptığı iş. başmüsevvit * Yazımüsveddeleri hazırlayan ve adına müsevvit denen memurların başkanı. başnokta * Başlangıç noktası. başoda * Geleneksel Türk evinde özellikle konukların ağırlandığı büyük ve özenli döşenmişoda. başoyuncu * Bir filmde veya tiyatro eserinde başrolü canlandıran oyuncu. başoyunculuk * Başoyuncu olma durumu. başöğretmen * (ilkokullarda) Yönetimden sorumlu olan öğretmen, müdür. başöğretmenlik * Başöğretmen olma durumu. başörtü * Kadınların saçlarınıörtmek için kullandıklarıörtü, eşarp. başörtülü * Başını başörtü ile örtmüşolan (kadın). başpapaz * Bazıkiliselerin papazlarına, öteki papazlara göre bir üstünlük veren unvan. başpapazlık * Başpapazın görevi ve makamı.
* Başpapazın sorumluluğunda olan bölge.başparmak * El ve ayakta bulunan en kalın parmak. başpehlivan * Birçok pehlivanıyenerek gücünü kabul ettirmişpehlivan. başpehlivanlık * Başpehlivan olma durumu. başpiskopos * Katoliklerde piskoposların başı olan din adamı. başpiskoposluk * Başpiskoposun görevi ve makamı. başrahip * Manastırlarda en kıdemli ve yönetimden sorumlu rahip. başrahiplik * Başrahibin görevi. başrejisör * Başyönetmen. başrejisörlük * Başyönetmenlik. başrol * Başoyuncunun rolü.
* Bir filmin veya bir tiyatro eserinin başkişisini canlandırma işi.başsavcı * En üst düzeydeki savcı. başsavcılık * Başsavcı olma durumu.
* Başsavcının görevi veya makamı.başsız * Başı olmayan.
* Yöneticisi, başkanı olmayan.başsızlık * Başıveya başkanı bulunmama durumu.
* Yasasıve hükûmeti olmayan topluluk, erksizlik, anarşi.başşehir * Bir devletin yönetim merkezi olan şehir, devlet merkezi, başkent. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 27
başıdarda kalmak * parasızlıktan dolayısıkıntıda olmak. başıderde girmek * sıkıntılı bir duruma düşmek. başıdertte * çözülmesi güç, sıkıntılıdurumda. başıdevletli * Talihli, bahtıaçık. başıdimdik * Onurlu, gururlu. başıdinç * Kaygısız ve tasası olmayan. başıdönmek * insana, eşyanın dönmesi, ayağının altından yerin çekilmesi gibi bir duygu gelmek.
* sıkıntıyaratan bir durum karşısında bunalmak.
* görkemli bir şey karşısında şaşırmak.
* para veya mevki sebebiyle şaşırıp şımarmak.başıdumanlı * Doruğunu sis bürümüş(dağ).
* Sevdadan veya içkiden sarhoş.başı göğe ermek (veya değmek) * beklenmeyen bir mutluluğa ermek. başıhavada * sevinçli. başıhoşolmamak * bir şeyden hoşlanmamak. başı için * “çocuğumuzun başı için”, “annenizin başı için” gibi sözlerde değerli bir kişi ortaya konarak kullanılan ant
veya yalvarma sözü.başıkalabalık * yanında bir işi konuşamayacak kadar çok kimse var. başıkazan gibi olmak * başında çok ağrıve uğultulu bir sersemlik olmak. başınâra yanmak * başkasıuğruna büyük bir zarara uğramak. başıönünde * uslu, çevrede gözü olmayan. başısıkılmak (veya sıkışmak) * herhangi bir güçlük karşısında kalmak, bunalmak. başısıkıya gelmek * herhangi bir güçlük karşısında bunalmak, zor durumda kalmak. başıtaşa değmek * ağır bir durum kendisine ders olmak. başıtutmak * gürültüden veya üzüntüden başıağrımak. başıüstünde yeri olmak * her zaman iyi karşılanmak, ağırlanmak.
* bir düşünce veya davranışıuygun bulmak.başıyastığa düşmek * yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak. başıyastık yüzü görmemek * yatağa yatıp uyumamışolmak. başıyerde * utançla, kırgınlıkla, üzüntüyle. başıyerine gelmek * zihin yorgunluğu geçmişolmak. başıyukarda * onurlu, kibirli, kendini beğenmiş. başıyumuşak * Uysal, söz dinler (kimse). başızapt olunmamak * binicisini alıp götürmek. başı boş * Bir şeye veya kimseye bağlı olmayan.
* Bağlanmamış, serbest bırakılmış.
* Yönetimsiz, baskısız, denetimsiz.başı boş bırakmak * üstünde hiçbir baskıveya denetim bulundurmamak, kendi havasına bırakmak. başı boşkalmak * baskıaltında bulunmamak, karışanı, görüşeni olmamak. başı boşluk * Başı boşolma durumu. başı bozuk * Askerlerin arasına katılmışsivil savaşçı.
* Düzensiz topluluk.
* Kargaşalı, karışık, içinden çıkılamayan.başı bozukluk * Başı bozuk olma durumu.
* Düzensiz davranış, düzensizlik, disiplinsizlik.başıkabak * Saçıdökülmüşveya dibinden kesilmiş.
* Başınıörtmeden.başım gözüm üstüne * belirtilen istekleri içtenlikle yapmayıkabul etmeyi anlatır. başımla beraber * memnunlukla, seve seve. başın sağolsun * yakınlarından birini toprağa vermiş bir kimseye söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz. başına balta kesilmek (veya olmak) * sürekli istemek, ısrar etmek, inat etmek. başına belâ açmak * kötü bir olay dolayısıyla dert sahibi olmak. başına belâ almak * bir sorunla karşılaşmak, kötü bir duruma düşmek. başına belâ olmak (veya kesilmek) * sıkıntıvermek, tedirgin etmek, musallat olmak. başına bir hâl gelmek * kötü bir duruma uğramak.
* ölüm ihtimalini bildirmek için kullanılır.başına buyruk * kimseden izin almaksızın dilediği gibi davranan. başına çalmak * bir şeyi öfkeyle, nefretle geri vermek. başına çalsın * birine verilmek istenilen bir şeyin öfke ve nefretle geri çevrildiğini anlatmak için söylenir. başına çıkarmak * şımartmak, çok yüz vermek. başına çıkmak * birinden yüz bulup ona karşıpek şımarıkça davranmak. başına çorap örmek * birine, haberi olmadan kötü duruma düşürücü davranışta bulunmak. başına dert etmek (veya açmak) * bir şeyi üzüntü konusu yapmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 28
başına devlet kuşu konmak * beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek. başına dikmek * birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek.
* bir içeceği kabıyukarıkaldırarak sonuna dek içmek.başına dolamak * musallat etmek. başına dünyanın belâsınısarmak * büyük felâket getirmek. başına ekşimek * ağır yük olmak.
* üstüne kalmak.başına geçirmek * başına giymek.
* bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak.başına geçmek * görevi altında bulundurmak.
* bir işin yönetimini ele almak.
* bir işi yapmaya başlamak.başına gelmek * bir görevin başına gelmek.
* kötü bir durumla karşılaşmak.
* beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak.başına güneşgeçmek * güneşçarpmak. başına işaçmak * uğraştırıcıve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak. başına işçıkarmak * istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak. başına işçıkmak * boşa gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karşılaşmak. başına kakınç etmek * yapılan bir iyiliği sürekli olarak söyleyerek bıktırmak. başına kakmak * yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek. başına kalmak * istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğu ile karşılaşmak. başına kan çıkmak * öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek. başına karalar bağlamak * çok kederlenmek. başına oturmak * Bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak. başına sarmak * birine musallat etmek. başına taç etmek * çok değer vermek, ilgi göstermek. başına taşdüşmek (veya yağmak) * felâkete uğramak. başına vur, ağzından lokmasınıal * uysal ve sessiz kimseler için kullanılır. başına vurmak * (içtiği içki) ne yaptığını bilemez bir duruma düşürmek.
* (gaz veya sıcaktan) başıağrımak.başına yıkmak * harap etmek, zor durumda bırakmak. başında * (bir şeyin) sırada önde olanı, önde geleni. başında beklemek (veya durmak) * yanında durup gözetlemek. başında değirmen çevirmek * gürültü ile tedirgin etmek. başında kavak yeli esmek * (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak.
* gerçekleşmeyecekşeyler düşünerek vakit geçirme.başında olmak * aynısıkıntılıdurumda bulunmak. başında olmak * yöneticisi olmak. başında paralansın * yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz. başında torbasıeksik * eşek gibi bir adam. başından almak * kurtulmak, sorumluluğu atmak. başından aşağıkaynar sular dökülmek * üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntıduymak. başından aşkın olmak * işi pek çok olmak. başından atmak * yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak.
* sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek.başından büyük işlere girişmek (veya kalkışmak) * gücünün üstünde olan işlere kalkışmak. başından geçmek * daha önce aynıduruma uğramışolmak. başından kesmek * yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek. başından korkmak * hayatından kaygıduymak, cezalandırılmaktan korkmak. başından savmak * bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaştırmak. başınıağrıtmak * gereksiz sözlerle birini bunaltmak.
* bir işiçin birini tedirgin etmek, uğraştırmak.başınıağrıtmamak (veya başınızıağrıtmayayım) * uzun uzun anlatılan bir sorunu sonuca bağlarken sözün uzadığınıanlatmak için söylenir. başınıalamamak * bir şeyden kurtulamamak. başınıalıp gitmek * izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak. başınıateşlere yakmak * başına büyük bir dert almak. başını bağlamak * birini nişanlamak veya evlendirmek. başını beklemek * gözetlemek. başını belâya sokmak * birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek. başını bir yere bağlamak * birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başı boşluktan kurtarmak.