Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 48

    benzetmek * Benzer duruma getirmek.
    * Bir şeyde başka şeye benzeyen yönler bulmak.
    * Kötü bir duruma getirmek, bozmak.
    * Dövmek.
    benzetmek gibi olmasın * kötü bir sona uğramış birinden veya bir şeyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya şey için kötü bir
    duygu beslenilmediğini anlatır.
    benzeyiş * Bir şeyin başka bir şeye benzemesi durumu.
    benzeyişsizlik * Benzeşmemek durumu.
    benzi atmak (veya uçmak) * ansızın yüzünün rengi sararmak, solmak.
    benzi kül gibi olmak * yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak.
    benzi sararmak * yüzünün rengi solmak.
    benzi uçmak * yüzü sararmak.
    benzin * Petrolün damıtılması ile elde edilen, özgül ağırlığıyaklaşık 0,65 olan, renksiz, uçucu, kendine özgü kokusu
    bulunan bir sıvı.
    * Benzen.
    benzin istasyonu * Araçların benzin, yağgibi ihtiyaçlarınıkarşılayan, yolculara dinlenme ve alışverişimkânıveren tesis,
    benzinlik.
    benzin pompası * Benzinlikte araç depolarına benzin koyma ve verilen benzin tutarını gösterme aracı.
    benzinci * Benzin satılan yer veya benzin satan kimse.
    benzincilik * Benzincinin işi veya mesleği.
    benzinde kan kalmamak * kansızlık sebebiyle yüzü sararmak.
    benzine kan gelmek (veya benzi kanlanmak) * sağlıklıduruma gelmek, canlanmak.
    benzinleme * Benzinlemek işi veya durumu.
    benzinlemek * Benzin dökerek yakmak.
    * Bir nesneyi benzine bulamak.
    benzinli * Benzinle çalışan (motor, makine vb.).
    benzinlik * Benzin satılan yer, benzin istasyonu.
    benzol * Benzin ve tolüen karışımı bir akaryakıt.
    beraat * Aklanma.
    beraat etmek * aklanmak, temize çıkmak.
    beraatızimmet * Borcu, vereceği olmama durumu, borçsuzluk.
    beraatızimmet asıkdır * tersi ispatlanmadıkça insanların suçsuz sayılmaları ilkesini anlatır.
    beraber * Birlikte, bir arada.
    * Aynıdüzeyde.
    * -e rağmen, -e karşın.
    beraberce * Birlikte, beraber olarak.
    berabere bitmek * (oyun, yarışma) takımların aynısayıyıalmasıyla sonuçlanmak.
    berabere kalmak * (oyun, yarışma için) takımlar aynısayıyıalmak veya denk gelmek, başa başkalmak, başa başgelmek.
    beraberinde * yanında.
    beraberlik * Birlikte olma durumu.
    * Baş başa kalma durumu.
    beraberlik müziği * Orkestra, koro veya oda müziğinde olduğu gibi birçok sesin oluşturduğu müzik.
    berat * Bir buluştan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
    * Osmanlıİmparatorluğunda bir göreve atanan, aylık bağlanan, san, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için
    çıkarılan padişah buyruğu.
    Berat Gecesi * Hz. Muhammed’e peygamberliğin Cebrail aracılığıyla bildirildiği şaban ayının 15. gecesine rastlayan kandil
    gecesi.
    Berat Kandili * Bkz. Berat Gecesi.
    berbat * Kötü.
    * Bozuk.
    * Çirkin, beğenilmeyen.
    * Darmadağın, bakımsız, perişan, viran.
    berbat etmek (veya eylemek) * kötü duruma getirmek.
    * bozmak.
    berbat olmak * kötü duruma gelmek; kirlenmek.
    * bozulmak.
    berber * Saç ve sakalın kesilmesi, taranmasıve yapılması işiyle uğraşan veya bunu meslek edinen kimse.
    * Bu işin yapıldığıdükkân.
    berber balığı * Hanigillerden, kuyruğunun çatalıçok uzun olan, Akdeniz’de yaşayan, eti yenilen bir balık (Serranus
    anthias).
    berber bataryası * Berber dükkânlarında lâvaboya su akmasınısağlayan deve boynu biçimindeki musluk takımı.
    berber çırağı * Berber ustasının yanında yetiştirilmek üzere çalışan çocuk.
    berber dükkânı * Berber.
    berber koltuğu * Berberler için yapılan hareketli, oynar başlıklıözel koltuk.
    berber salonu * Büyük berber dükkânı.
    Berberî * Kuzey Afrika’daki Cezayir bölgesinde Berberistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    berberlik * Berberin yaptığı iş.
    berceste * Sağlam ve lâtif.
    * Seçilmiş, seçme.
    * Sanat değeri yüksek anlamlar taşıyan dize.
    berdelacuz * Halk tahminine göre, 9-18 Mart arasında görülen kocakarısoğuğu.
    berdevam * Sürmekte olan, sürüp giden.
    berduş * Başı boş, serseri.
    * Pis, bozuk, bakımsız.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 49

    bere * Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluşan çürük.
    * Herhangi bir şeyde görülen çizik, ezik.
    bere * Yuvarlak, yassıve sipersiz başlık.
    bereket * Bolluk, gürlük, ongunluk, feyz, feyezan.
    * İyi ki, neyse ki, iyi bir rastlantı olarak.
    * Yağmur.
    bereket ki (veya bereket versin ki) * iyi ki, Tanrı’ya şükür ki.
    bereket versin * para alan kimsenin söylediği iyi dilek sözü.
    * bir kimsenin bir durumdan hoşnutluğunu anlatması, teselli bulması.
    bereketlenme * Bereketlenmek işi veya durumu.
    bereketlenmek * Çoğalmak, artmak.
    bereketli * Bol, verimli.
    bereketli ola! (veya olsun!) * yemek yemekte olanlara veya ürünlerini devşirenlere söylenen iyi dilek sözü.
    bereketlilik * Bereketli olma durumu.
    bereketsiz * Kendinden beklenen yararlığısağlayamayan (şey).
    bereketsizlik * Bereketsiz olma durumu.
    bereleme * Berelemek işi.
    berelemek * Bereli duruma getirmek.
    berelenme * Berelenmek işi veya durumu.
    berelenmek * Bereli duruma gelmek.
    bereli * Beresi olan.
    bereli * Beresi olan.
    berenarı * Şöyle böyle, az çok, biraz, oldukça.
    bergamodî * Sarımsıpembe renginde olan.
    bergamot * Turunçgillerden bir ağaç (Citrus bergamia).
    * Bu ağacın, kabuklarından reçel yapılan ve esans çıkarılan meyvesi.
    bergüzar * Anmak için verilen hatıra, armağan, yadigâr.
    berhane * Büyük, harap, kullanışsız ev.
    berhane gibi * gereğinden çok büyük (ev).
    berhava * Havaya verilmiş, uçurulmuş.
    * Yararsız, boş.
    berhava etmek * havaya uçurmak.
    * bitirmek, yok etmek.
    berhava olmak * patlama yolu ile havaya uçmak.
    * boşa gitmek.
    berhayat * Hayatta olan, canlı, yaşayan.
    berhudar * Mutlu.
    berhudar ol! * “iyi günler göresin” anlamında dilek olarak kullanılır.
    beri * Konuşanın önündeki iki uzaklıktan kendisine daha yakın olanı.
    * Bu uzaklıkta bulunan.
    * Çıkma durumundaki kelimelerden sonra getirilerek bir işin başlangıcını gösterir.
    beribenzer * Sıradan bayağı, alelâde.
    beriberi * Genellikle Uzak Doğu ülkelerinde B vitamini eksikliğinden ileri gelen bir hastalık.
    beriki * Beride olan.
    * Beride olan şey veya kimse.
    beril * Doğada altı gen billûrlar durumunda bulunan, saydam, çoğu yeşil renkli berilyum ve aliminyum silikat.
    berilyum * Atom numarası4, yoğunluğu 1,84, atom ağırlığı9,013 olan, zümrüt gibi bazıtaşların birleşiminde bulunan,
    29700C de eriyen, havanın etkisine karşı ince bir oksit tabakasıyla kaplıelement. Kısaltması be.
    berjer * Arkasıkabarık ve yüksek oturacak yeri genişkoltuk.
    berk * Sert, katı.
    * Sağlam.
    berkelyum * Atom numarası97, atom ağırlığı294 olan, amerikyum veya küryumdan elde edilen yapay element.
    Kısaltması bk.
    berkemal * Mükemmel, pek iyi.
    berkime * Berkimek işi.
    berkimek * Sağlamlaşmak, güç kazanmak, pekişmek.
    berkinme * Berkinmek işi veya durumu.
    berkinmek * Berkimek.
    * Pekiştirilmek.
    berkitme * Sağlamlaştırma, tahkim, takviye.
    berkitmek * Sağlamlaştırmak, tahkim etmek, takviye etmek.
    berklik * Sağlamlık.
    * Sertlik, katılık.
    berlam * İnce pullu, sırtıaçık kahverengi, yanlarıve karnı beyaz, ortalama 30-40 cm boyunda, Marmara ve Ege
    deniziyle Akdeniz’de bol bulunan bir balık türü (Merluccius merluccius).
    bermuda * Dizlere kadar inen dar ve kısa pantolon.
    bermutat * Alışılagelen biçimde, her zaman olduğu gibi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 50

    berrak * Duru, temiz, aydınlık, açık.
    berraklaşma * Berraklaşmak işi veya durumu.
    berraklaşmak * Berrak duruma gelmek, durulaşmak.
    berraklaştırma * Berraklaştırmak işi.
    berraklaştırmak * Berrak duruma getirmek, durulaştırmak.
    * Açık, net ve kolay anlaşılır duruma getirmek.
    berraklık * Berrak olma durumu, duruluk.
    berri * Kara ile (toprakla) ilgili, karasal.
    bertafsil * Açıklamalı, uzun uzadıya, açık olarak.
    bertaraf * Bir yana, şöyle dursun.
    bertaraf etmek * ortadan kaldırmak, gidermek.
    bertaraf olmak * ortadan kalkmak, yok edilmek.
    bertik * Yara, bere.
    * İncinmiş, burkulmuş.
    * Deride mor leke, çürük.
    bertilme * Bertilmek işi veya durumu.
    bertilmek * İncinmek, burkulmak.
    * Berelenmek yaralanmak.
    * Morarmak, çürümek.
    bertme * Bertmek işi.
    bertmek * Bertilmek.
    berzah * Kıstak, dar dil.
    besalet * Yiğitlik, yararlılık.
    besbedava * Pek ucuz.
    besbelli * Açık, apaçık, çok belli.
    * Anlaşıldığına göre, anlaşılıyor ki.
    besbeter * Çok kötü.
    beselemek * Bkz. eselemek beselemek.
    beserek * Tüylü ve damızlık erkek deve.
    besermek * Bkz. esermek besermek.
    besi * Yaşatmak ve geliştirmek için gereken besinleri yedirip içirmek işi.
    * Bir şeyi istenilen durumda tutmak ve oturtmak için kullanılan takoz gibi şeyler.
    besi doku * Tohumların içinde embriyonu çevreleyen bölüm.
    * Yumurta akımaddesi.
    besi dokulu * Besi dokusu olan.
    besi dokusu * Besi doku.
    besi dokusuz * Besi dokusu olmayan.
    besi hayvanı * Beslenmek amacıyla yavru iken alınan veya besiye çekilen hayvan.
    besi merası * Besleme değeri oldukça yüksek mera bitkileri ile kaplı olan ve gerektiğinde ilâve yemler de verilerek
    özellikle kesime gönderilecek hayvanların fazla canlıağırlık kazanmaları için otlatıldıklarıdoğal veya sun’î verimli
    mera.
    besi örü * Tohum çimlenirken yeni çıkan bitkiyi beslemeye yarayan ve embriyonun çevresine yayılmış bulunan
    besleyici maddelerin bütünü.
    besi suyu * Bitkilerin damarlarında dolaşan besleyici su.
    besici * Sığır, davar gibi hayvanları besleyerek semirten, satan kimse.
    besicilik * Besicinin yaptığı iş.
    besihane * Besi yapılan yer.
    besili * Semiz, semirtilmiş.
    besin * Yenilebilir, beslenmeye elverişli her tür madde, azık, gıda.
    * Yaşamak, varlığınısürdürmek için gerekli şey.
    besinli * Besini olan, gıdalı.
    besinsiz * Besini olmayan, yeterli besin almayan, gıdasız.
    besinsizlik * Besinsiz olma durumu, gıdasızlık.
    besiye çekmek * hayvanısemirtmek için çalıştırmadan beslemek.
    besle kargayı, oysun gözünü * nankörlük edenler için söylenir.
    beslek * Besleme, hizmetçi, ahretlik.
    besleme * Beslemek işi.
    * Evlâtlık olarak alınan, ev işlerinde çalıştırılan kız.
    * Herhangi bir kuruluşu, onun maddî yardımlarıdolayısıyla körü körüne destekleyen.
    besleme basın * Çıkar uğruna, herhangi bir kuruluşun veya iktidardaki güçlerin görüşlerini savunan basın.
    besleme gibi * giydiğini kendine yakıştıramayan (kız).
    besleme kız * Besleme.
    beslemek * Yiyecek ve içeceğini sağlamak.
    * Yedirmek.
    * Semirtmek.
    * Eklenmek, katılmak, çoğaltmak.
    * Bir şeyi korumak veya sağlamca durmasını sağlamak için, çevresini veya altınıdesteklemek, doldurmak,
    pekiştirmek.
    * Yetiştirmek.
    * Bir duyguyu gönülde yaşatmak.
    * Maddî yardım yapmak, desteklemek.
    beslemelik * Besleme.
    * Besleme olarak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 51

    beslenen * Sönümsüz.
    beslengi * Hizmetçi, evlâtlık, besleme.
    beslenilme * Beslenilmek işi veya durumu.
    beslenilmek * Beslenmek işine konu olmak.
    beslenme * Beslenmek işi.
    * Vücut için gerekli besin maddelerinin alımı.
    beslenme bozukluğu * Bazı organ ve dokularda veya organizmanın bütününde şekil veya çalışma düzensizliği meydana getiren,
    bir veya birkaç beslenme görevinin bozulması.
    beslenme çantası * Anaokulu ve ilköğretim okullarının öğrencilerinin beslenme saatinde yiyeceklerini içinde bulunduran çanta.
    beslenme eğitimcisi * Beslenme eğitimi ile uğraşan uzman.
    beslenme eğitimi * Besin maddelerinin özellikleri, insan vücudunun gelişmesinde yiyeceklerin etkisi ve görevi, yiyecek
    seçiminde dikkat edilmesi gereken noktalar, iyi beslenmenin sağlık yönünden önemi, ucuz ve dengeli beslenmenin
    yolları gibi konuları işleyen bilim dalı.
    beslenme odası * Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğitim kurumlarında yemek yenilen yer.
    beslenme saati * Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğitim kurumlarında yemek yeme zamanı.
    beslenme uzmanı * Beslenmenin genel özelliklerini kitle çapında ele alan, inceleyen yetkili.
    beslenmek * Kendini beslemek.
    * Beslemek işine konu olmak.
    besletme * Besletmek işi veya durumu.
    besletmek * Beslemek işini başkasına yaptırmak.
    besleyici * Besleyen, beslemeye yarayan, besin değeri yüksek, mugaddi.
    * Yüz ve boyunda güneşlekelerini azaltıp ölü hücreleri atan krem türü.
    besli * Bkz. besili.
    besmele * “Acıyan ve esirgeyen Tanrı’nın adı ile” anlamına gelen ve bir işe başlarken söylenilen Arapça
    bismillahirrahmanirrahim sözünün kısaltması.
    besmele çekmek * bismillahirrahmanirrahim sözünü söylemek.
    besmelesiz * Çocuklar için “piç” anlamında kullanılan bir sövgü.
    * Besmele çekmeden.
    beste * Bir müzik eserini oluşturan ezgilerin bütünü.
    beste bağlamak * bestelemek.
    beste yapmak * bir müzik eseri yaratmak.
    besteci * Beste yapan kimse, bestekâr, kompozitör.
    bestekâr * Besteci.
    besteleme * Bestelemek işi.
    bestelemek * Beste yapmak.
    bestelenme * Bestelemek işi.
    bestelenmek * Bestelemek işine konu olmak, bestesi yapılmak.
    besteli * Bestesi olan, bestelenmiş.
    bestelik * Beste olma durumu.
    bestenigâr * Klâsik Türk müziğinde en eski birleşik makamlardan biri.
    bestesiz * Bestesi olmayan.
    bestseller * Çoksatar.
    beş * Dörtten sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 5, V.
    * Dörtten bir fazla.
    * Beşsınıflı ilkokul.
    beşaltı * Biraz, bir parça, birkaç.
    beşaşağı beşyukarı * Bkz. üç aşağı, beşyukarı.
    beş beter * Besbeter.
    beş binlik * Beş bin liralık bütün kâğıt para.
    beş bir * Bkz. pencüyek.
    beşdört * Oyunda, atılan zarlardan birinin beş, öbürünün dört benekli yüzünün üste gelmesi.
    beşduyu * Dokunma, görme, işitme, koklama, tat alma duyuları.
    beşiki * Bkz. pencüdü.
    beşkardeş * Şamar, tokat.
    beşmilyonluk * Beşmilyon liralık bütün kâğıt para.
    beşon * Az sayıda, biraz.
    * Beşve on santim ölçülerinde biçilmişkereste.
    beşpara almamak * hiç para almamak.
    beşpara etmez * hiçbir değeri yok, işe yaramaz.
    beşparalık * Değersiz, aşağılık, bayağı.
    beşparalık etmek * Bkz. on paralık etmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 52

    beşparalık olmak * alçalmak, kusurlarıaçığa çıkmak.
    beşparasız * parasız, yoksul.
    beşparmak bir olmaz * ana ve babaları bir olduğu hâlde kardeşler arasında çeşitli farklılıklar bulunur.
    beşüç * Bkz. pencüse.
    beşvakit * Günün belirli beşvaktinde kılınan namaz.
    beşyüzlü * Beşyüzü olan cisim.
    beşyüzlük * Beşyüz liralık bütün kâğıt para.
    * İçinde beşyüz tane bulunan.
    beşaret * İyi haber, müjde, muştu, erim.
    beş bıyık * İri muşmula.
    beşer * İnsanoğlu, insan.
    beşer * Beşsayısının üleştirme biçimi, her birine beş, her defasında beşi bir arada.
    beşer şaşar * insan her zaman yanılabilir.
    beşerî * İnsanoğlu ile ilgili.
    * Bedensel, bedenle ilgili.
    beşerî coğrafya * İnsanların yerleşik bulunduğu yöre ile ilgisini ve o yörenin veya yerin türlü olaylarını inceleyen coğrafya
    kolu.
    beşeriyet * İnsanlık, insanoğulları.
    beşeriyetçi * Beşeriyet yanlısı(kimse), hümanist, insancıl.
    beşeriyetçilik * Beşeriyetçi olma işi veya durumu, hümanizm, insancıllık.
    beşerli * Beşer beşer sıralanmış.
    beşgen * Beşkenarlıçokgen.
    beşibirlik * Kadınların süs için takındıkları, beşaltın lira değerinde olan altın.
    beşibiryerde * Bkz. beşibirlik.
    beşiğini sallamak * çocukluğundan veya çok eskiden tanımak, büyümesine hizmet etmek.
    beşik * Süt çocuklarınıyatırmaya ve sallayarak uyutmaya yarayan, tahta veya demirden yapılmışsallanır bir çeşit
    küçük karyola.
    * Bir şeyin doğup geliştiği yer.
    * Yüz üstü yatışta, geriye bükülü ayak bileklerini ellerle kavrayarak karın üzerinde başve ayak yönünde
    sallanma.
    * Ambalâjlanacak malın biçimine uygun olarak alta konulan parça veya parçaların tümü.
    beşik kertiği * Daha beşikte iken anası babasıtarafından nişanlanmışkimse.
    beşik kertme * Daha beşikte iken anası babasıtarafından nişanlanma.
    beşik salıncak * Bayram yerinde kurulan bir tür salıncak.
    beşikçi * Beşik yapan veya satan kimse.
    beşiklik * Beşik olmaya uygun.
    beşiklik etmek * beşik vazifesini, fonksiyonunu yapmak.
    beşikörtüsü * İki yana akıntısı olan çatı.
    beşikten mezara kadar * bütün hayatı boyunca, ölünceye kadar.
    beşinci * Beşsayısının sıra sıfatı, sırada dördüncüden sonra gelen.
    beşinci kol * Bir ülkede gizli olarak, düşman için çalışan örgüt.
    beşiz * Beşi bir arada doğan (kardeşler).
    beşizli * Beştanesi bir arada olan.
    beşleme * Beşlemek işi.
    * Tahmis.
    beşlemek * Bir işi beşkez yapmak.
    * Bir şeyin sayısını beşe çıkarmak.
    beşli * Beşparçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden beştane bulunan.
    * İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde beşişareti bulunan kâğıt veya pul.
    * Divan edebiyatında beşdizeli bölümlerden oluşmuşmanzume, muhammes.
    * Beşses veya beşmüzik aracı için yazılan müzik eseri, kentet.
    * Beşmüzisyenin çaldığıcaz orkestrası.
    * Halk edebiyatında üçlemeli bir bende, konu ile ilgili aynıölçüde bir çift dizenin bağlanmasıyla oluşan
    manzume.
    beşlik * Beşpara, beşkuruşveya beşlira değerinde olan akçe.
    * Beşi bir arada olan, beştane alabilen.
    beşlik simit gibi kurulmak * kendine değer vererek bir yere yayılıp oturmak.
    beşme * Her çubuğu ayrıayrı beşrenkte olan, yollu bir çeşit kumaş.
    * Çıkrıkçıtezgâhının kütüğü.
    beşme * Tabaklanmamışham deri.
    beşparmak * Derisi dikenlilerden, beş ışınlıyıldız biçiminde bir deniz hayvanı, beşpençe (Uraster).
    * Beşrenkte dokunmuşçubuklu kumaş.
    beşparmak otu * Gülgillerden, yol kıyılarında ve çayırlarda yetişen, sürgüne karşıkullanılan bir bitki, kurt pençesi (Potentilla
    reptans).
    beşpençe * Bkz. beşparmak.
    beştaş * Beştaşla oynanan bir tür çocuk oyunu.
    beşuş * Güler yüzlü, güleç, gülümser.
    bet * Beti benzi atmak, beti benzi uçmak, beti benzi sararmak gibi deyimlerde beniz kelimesi ile birlikte, “çehre”
    anlamında ikileme oluşturur.
    * Bet bereket kalmamak, beti bereketi gelmek, beti bereketi kaçmak gibi deyimlerde bereket kelimesi ile
    birlikte “bolluk” anlamında ikileme oluşturur.
    bet * Kötü, çirkin, tuhaf.
    bet beniz kalmamak * yüzü sararıp solmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 53

    bet bet bakmak * kötü kötü bakmak, bir kötülük yapacakmışgibi durmak.
    bet suratlı * Yüreğinin kötülüğü yüzünden belli olan.
    beta * Yunan alfabesinin ikinci harfi -B.
    beta ışınları * Radyoaktif cisimlerin yaydıklarıüç ışından biri.
    betatron * Elektronlarıhızlandıran elektromanyetik bir araç.
    betelemek * Bkz. etelemek betelemek.
    betelenmek * Karşı gelmek, dikleşmek, kafa tutmak.
    beter * İyice kötü.
    beter etmek * daha kötü duruma getirmek.
    beterin beteri var * çok kötü bir duruma düşen kimse, bundan daha kötü durumların da bulunduğunu düşünerek teselli
    bulmalıdır.
    beterleşme * Beterleşmek işi veya durumu.
    beterleşmek * Beter duruma girmek veya o durumda bulunmak.
    beti * Resim ve heykel sanatlarında varlıkların biçimi.
    beti benzi kireç kesilmek (beti benzi atmak, solmak veya beti benzi uçmak) * herhangi bir sebeple kanı çekilip yüzü solmak, korkmak.
    beti bereketi kalmamak (veya kaçmak) * azalmak, kıtlaşmak, çabuk tükenmek.
    betik * Yazılı olan şey, kitap, mektup, tezkere, pusula.
    betili * İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunan (resim veya heykel), figüratif.
    betili sanat * Doğanın görünen biçimlerini işleyen sanat, figüratif sanat.
    betim * Betimlemek işi, betimleme.
    * Bir şeyi, bir kimseyi, bir olay veya duyguyu betimleyen söz veya yazı, tasvir.
    betimleme * Betimlemek işi, tasvir.
    betimlemeci * Betimlemeye ağırlık veren, tasvirci.
    betimlemek * Bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini tam ve açık biçimde söz veya yazı ile anlatmak, tasvir etmek.
    betimlenme * Betimlenmek durumu.
    betimlenmek * Betimlemek işi yapılmak.
    betimleyici * Betimleme yanlısı.
    betimsel * Betimle ilgili, tasvirî.
    betimsel dil bilgisi * Bir dilin belirli çağını inceleyen dil bilgisi, betimlemeli dil bilgisi, tasvirî dil bilgisi.
    betine gitmek * gücüne gitmek, kendine yedirememek.
    betisiz * İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunmayan (resim veya heykel), nonfigüratif.
    betisiz sanat * Beti kullanmayan nonfigüratif sanat.
    beton * Çimentonun su yardımıyla kum, çakıl gibi maddelerle karışmasısonucu oluşan sert, dayanıklı, bağlayıcı
    yapay yığışım.
    beton gibi * çok sağlam, dayanıklı, sert.
    * güçlü.
    betonarme * Yapıda gücü, esnekliği artırmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, demirli beton.
    betoncu * Yapılarda beton dökme işleriyle uğraşan usta veya işçi.
    betoniyer * Beton karma makinesi.
    betonkarar * Beton karma makinesi.
    betonlaşma * Betonlaşmak durumu.
    betonlaşmak * Beton duruma gelmek.
    bevliye * İdrar yollarıhastalıkları, üroloji.
    bevliyeci * İdrar yolu hastalıklarıhekimi, ürolog.
    bevliyecilik * Bevliyecinin işi veya mesleği.
    bevvap * Kapıcı.
    * Mahalle okullarında hademe.
    bey * Günümüzde erkek adlarından sonra kullanılan saygısözü.
    * Erkek özel adlarıyerine kullanılır.
    * Eş, koca.
    * Zengin, ileri gelen kimse, bay.
    * İskambil kâğıtlarında birli, as.
    * Boy gibi küçük bir toplumun veya küçük bir devletin başkanı.
    * Komutan.
    * Erkek sıfatlarının hemen arkasına eklenir.
    bey (veya paşa) gibi yaşamak * bolluk içinde yaşamak.
    bey armudu * İri, kokulu ve tatlı bir armut türü.
    bey erki * Zengin erki, plutokrasi.
    bey kardeş * erkekler için seslenme sözü.
    bey mi yaman, el mi yaman * Bkz. el mi yaman, bey mi yaman.
    beyaban * Çöl.
    beyan * Söyleme, bildirme.
    * Bir eserde, düşüncelerin, duyguların, hayallerin doğuşve değerlerini, bunların anlatımında tutulacak yolları
    konu edinen bir edebiyat bilgisi dalı.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 44

    belinlemek * Birden uyanarak çevresine korku ile şaşkın şaşkın bakmak, irkilmek.
    belirgin * Belirmişdurumda olan, besbelli, açık, bariz, sarih.
    belirginleşme * Belirgin duruma gelme.
    belirginleşmek * Belirgin duruma gelmek.
    belirginleştirme * Belirgin duruma getirme.
    belirginleştirmek * Belirgin duruma getirmek.
    belirginlik * Belirgin olma durumu.
    belirleme * Belirlemek işi, tayin.
    belirlemek * Belirli duruma getirmek, belirli kılmak, tayin etmek.
    * Yeni bir kavramı, özünü oluşturan ögeleri açıklayarak tanımlamak, sınırlamak.
    * Bir kavramı, ayırıcı bir öge ekleyerek sınırlamak, kapsam bakımından daraltmak, genellemek karşıtı.
    belirlenim * Belirli duruma gelme işi.
    * Bir kavramın anlamının, içeriğinin, yapısının veya sınırlarının tam olarak belirlenmesi işi, gerektirim,
    determinasyon.
    belirlenimci * Belirlenimcilik yanlısı olan (kimse), gerekirci, determinist.
    belirlenimcilik * Her olayın başka olayların gerekli ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğreti, gerekircilik,
    determinizm.
    belirlenme * Belirlenmek işi.
    belirlenmek * Belirli duruma getirilmek.
    belirlenmezci * Belirlenmezcilik yanlısı olan (kimse), indeterminist.
    belirlenmezcilik * Nedensellik yasasına bağlı olmayan, bir sebebe bağlanmayan olay ve durumların da bulunduğunu öne
    süren görüş, indeterminizm.
    * İnsan iradesinin hiçbir şarta bağlı olmadığını, içinde bulunduğu şartlarla belirlenmediğini, insanın özgür
    iradesinin nedensellik yasasına bağlı olmadığınısavunan görüş, indeterminizm.
    belirleşme * Belirleşmek işi veya durumu.
    belirleşmek * Belirgin duruma girmek.
    belirli * Açık ve kesin olarak sınırlanmışveya kararlaştırılmışolan, muayyen.
    belirli belirsiz * Yarı belirgin durumda, az çok belli olan.
    belirli geçmiş * Fiilin belirttiği kavramın, içinde bulunan zamandan önce olup bittiğini kesinlikle bildiren kip, -di’li geçmiş,
    görülen geçmiş. Bu zaman Türkçede -dı(-di) / -tı(-ti) ekiyle karşılanır.Aldı, biçti, uçtu vb.
    belirli nesne * Belirtme durumu ekini almış, geçişli fiil durumunda olan yüklemle ilgili kelime veya kelime grubu.
    belirlilik * Belirli olma durumu.
    belirme * Belirmek işi, tebellür etme.
    belirmek * (önce belli veya görünür olmayan bir şey için) Ortaya çıkmak, tezahür etmek.
    * Bir düşünce veya durum için, kesin bir biçim almak, tebellür etmek.
    * İyice görünür ve anlaşılır bir durum almak, tebarüz etmek.
    belirsiz * Belirli olmayan, gayrimuayyen.
    * Niteliği hakkında tam bir bilgi edinilemeyen, müphem.
    * Bilinmeyen, meçhul.
    belirsiz geçmiş * Fiilin belirttiği kavramın, içinde bulunulan zamandan önce olup bittiğini başkasından duyarak veya belirsiz
    olarak bildiren kip, -miş’li geçmiş, görülmeyen geçmiş. Türkçede bu zaman -mış/ -mişekiyle kurulur: Gelmiş,
    gülmüş, ağlamışgibi.
    belirsizlik * Belirsiz olma durumu, müphemiyet.
    belirsizlik sıfatı * İsimleri yaklaşık, kabataslak belirten sıfat: bazı, birkaç, her, birtakım, filan vb.
    belirsizlik zamiri * İsmin yerini belirsiz, kabataslak tutan zamir: bazısı, birkaçı, birçoğu, azı, herkes, biri vb.
    belirteç * Zarf.
    belirten * Tamlayan.
    belirti * Bir olayın veya durumun anlaşılmasına yardım eden şey, alâmet, nişan, nişane.
    belirtik * Açık, belli, sarih.
    belirtilen * Tamlanan.
    belirtili * Belirtisi olan.
    * Belirtilmişolan, belirli kılınan.
    belirtili nesne * Belirtme durumundaki nesne, sarih meful.
    belirtili tamlama * Tamlayanı-in (-nin) takısı, tamlananıüçüncü kişi iyelik eki alan ve belirli bir kavram taşıyan tamlama:
    Doğan’ın kalemi, çiçeğin kokusu gibi.
    belirtilme * Belirtilmek işi.
    belirtilmek * Belirtmek işine konu olmak.
    belirtisiz * Belirtisi olmayan.
    * Belirtilmemişolan.
    belirtisiz nesne * Yalın durumdaki nesne.
    belirtisiz tamlama * Tamlayanıyalın durumda olan, tamlananı genellikle üçüncü kişi iyelik eki alan ve çoğu kez tür kavramı
    veren isim tamlaması: Ankara kedisi. Tuz Gölü gibi.
    belirtken * Bir özlü sözle birlikte kullanılan işaret.
    * Soyut bir şeyin, bir kavramın sembolü olan varlık veya eşya, amblem.
    * Gösterge.
    belirtme * Belirli kılma, görüş bildirme, tasrih.
    belirtme durumu * Yüklemi geçişli bir fiil olan cümlede fiilin doğrudan etkilediği -i (-ı, -u, -ü) ekini almışisim, yükleme
    durumu, i hâli, akuzatif. Evi gördüm. Yazıyı okudum.
    belirtme grubu * Tamlamalardan daha genişkelime dizisi: Kalın bir kitabın süslü cilt kapağı bir belirtme grubudur.
    belirtme sıfatı * Bir ismi gösterme, soru, sayıveya belirsizlik bakımlarından belirten sıfat: Bu kapı. Birinci dönem. Kaç
    öğrenci? Hangi ev? Üç çocuk gibi.
    belirtmek * Açıklamak, tebarüz ettirmek.
    belit * Kendiliğinden apaçık ve bundan dolayıöteki önermelerin ön dayanağısayılan temel önerme, mütearife,
    aksiyom: “Tüm, parçaların her birinden büyüktür” sözü bir belittir.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 45

    belitken * Belitler sistemi.
    belitleme * Belitlemek işi.
    * Tümden gelişimci bir bilime esas olacak belit sistemi.
    belitlemek * Belgeye dayanarak ortaya koymak.
    * Belitleme kuramını ortaya koymak.
    belitlenebilirlik * Belitlenebilen kuram.
    beliye * Felâket, keder, tasa.
    belki * Muhtemel olarak, olabilir ki.
    * Olsa olsa, ya … ya, ihtimal.
    belki de * şu da olabilir.
    belkili * Olasılı, muhtemel.
    * Doğru olabileceği gibi, yanlışda olabilen, belli ve kesin olmayan, olasılı, ihtimalî.
    belladonna * Güzelavrat otu.
    belleğini yitirmek * bellek kaybına uğramak.
    bellek * Yaşananları, öğrenilen konuları, bunların geçmişle ilişkisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, akıl,
    hafıza, dağarcık.
    * Bir bilgisayarda, programıdeğişmeyen verileri, yapılacak işiçin gerekli olan ara sonuçlarıtoplayan bölüm.
    bellek karışıklığı * Kelimelerin doğru anlamınıhatırlayamamak veya ilk olarak görülen bir şeyi önce gördüğünü sanma
    duygusuna kapılmak biçiminde beliren bir ruh hastalığı.
    bellek kaybı * Bellek yitimi.
    bellek yitimi * Büyük sarsıntıveya humma yüzünden belleğin bozulmasıveya kaybolması biçiminde beliren ruh hastalığı.
    * Belleğin kısa bir süre durup işlememesi.
    bellem * Bellemek yetisi.
    belleme * Bellemek işi.
    belleme * At ve benzeri hayvanların sırtına vurulan keçe, meşin veya kalın kumaşparçası, yapık, haşa.
    bellemek * Öğrenip akılda tutmak.
    * Sanmak.
    bellemek * Bel denilen araçla toprağı işlemek.
    bellenmek * Bellenmek (I) işine konu olmak, öğrenilmek.
    bellenmek * Bellenmek (II) işine konu olmak.
    belleten * Bilim kurumlarının çalışmaları ile ilgili yazıve haberlerin yayımlandığıdergi.
    belletici * Çalıştırıcı, öğretici, müzakereci.
    belletme * Belletmek işi.
    belletmek * Bellemesini sağlamak, öğretmek.
    belletmen * Orta öğretimde etütleri denetleyen kimse, belletici.
    belli * Beli olan.
    belli * Bilinmedik bir yanı olmayan, malûm.
    * Gizli olmayan, ortada olan, anlaşılan, bedihî, zahir, aşikâr.
    * Belirli, muayyen.
    belli başlı * Belirli, muayyen.
    * Önemli.
    belli belirsiz * Zorlukla seçilebilen, yarı belli, yarı bellisiz, duyulabilen, çok az belli olan.
    belli etmek * açıklamak, iyice görünür anlaşılır duruma getirmek.
    * sezdirmek, hissettirmek.
    belli olmak * anlaşılmak, açıklanmak.
    bellik * İşaret, marka.
    bellilik * Belli olma durumu, bedahet, muayyeniyet.
    bellisiz * Belli olmayan, bilinemeyen.
    belsem * Bkz. balsam.
    bembeyaz * Çok beyaz veya her yanı beyaz, apak.
    * Pırıl pırıl, apaçık.
    bemol * Bir sesin yarım ton kalınlaştırılacağını gösteren nota işareti.
    * Böylece kalınlaştırılmış(ses).
    ben * Çoğu doğuştan, tende bulunan ufak, koyu renkli leke veya kabartı.
    * En çok üzümde görülen olgunlaşma belirtisi.
    * Saçta, sakalda beliren beyazlık.
    ben * Olta veya tuzağa konulan yem.
    * Kuşun yavrusuna taşıdığıyem.
    ben * Tekil birinci kişiyi gösteren zamir.
    * Kişiyi öbür varlıklardan ayıran bilinç.
    * Bir kimsenin kişiliğini oluşturan temel öge, ego.
    ben bu işte yokum * ben bu işe karışmam.
    ben hancı, sen yolcu oldukça * özel ilişkilerimiz sürüp gittikçe (senin bana işin düşer).
    ben şahımı(veya şeyhimi) bu kadar severim * ben bundan daha çok özveride bulunamam.
    benbenci * Kendini çok öven, hep kendinden söz eden, kibirli, gururlu.
    benbencilik * Benbenci olma durumu.
    bence * Bana göre, düşündüğüm gibi.
    benci * Kendini beğenen, kendini her konuda üstün gören, hodpesent, megaloman.
    bencil * Yalnız kendini düşünen, kendi çıkarlarınıherkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist.
    * Bencillik öğretisine inanan.
    bencil olmak * bencilce davranışta bulunmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 46

    bencilce * Bencile yakışır biçimde.
    bencileyin * Benim gibi.
    bencilik * Benci olma durumu, hodpesentlik, egoizm.
    * İnsanın bütün eylemlerinin ben sevgisiyle belirlenmişolduğunu, buna göre ahlâklılığın da yalnızca kendini
    koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu ileri süren öğreti.
    * Kendi benini ve çıkarınıhayatın mutlak ilkesi yapan anlayış.
    bencilleşme * Bencilleşmek işi.
    bencilleşmek * Bencil duruma gelmek.
    bencillik * Bencil olma durumu, hodbinlik, egoistlik, egoizm.
    bencillik etmek * bencil davranmak.
    bende * Kul, köle.
    bendegân * Kullar, köleler.
    bendegî * Kulluk, kölelik.
    * Köle ile ilgili, köleye ait.
    bendehane * Bendenin, kölenin evi.
    benden de al o kadar * Bkz. al benden de o kadar.
    benden günah gitti * Bkz. benden söylemesi.
    benden söylemesi * ben üzerime borç saydığım şeyi söyledim, kendimi suçlu saymam.
    bendeniz * alçak gönüllülükle ben yerine ve “köleniz’” anlamında kullanılır.
    bendeniz cennet kuşu * kendini tanıtırken kullanılan bir deyim.
    bendezade * Bendenin oğlu.
    bendir * Alaturka çalgıaleti.
    benefşe * Menekşe.
    benek * Herhangi bir şey üzerindeki ufak leke, nokta, puan.
    * Güneşlekeleri yöresinde görülen, parlak taneciklerden ve parlak damarlardan oluşmuş bölüm, fekül.
    beneklenme * Beneklenmek işi.
    beneklenmek * Benek oluşmak.
    benekleşme * Benekleşmek işi veya durumu.
    benekleşmek * Benek benek durum almak.
    benekli * Ufak lekeleri bulunan.
    benekli köpek balığı * Kara benekli, küçük boyda bir cins köpek balığı(Scylliorhinus canicula).
    bengi * Sonu olmayan, hep kalacak olan, ölümsüz, ebedî.
    bengi * Ege ve Güney Marmara bölgesinin halk oyunlarından biri.
    bengi su * İçene sonsuz hayat verdiğine inanılan ve efsanelerde geçen su, abıhayat.
    bengileme * Bengilemek işi.
    bengilemek * Bengi kılmak, sonsuz yaşama niteliği kazandırmak, ölümsüzleştirmek, ebedîleştirmek.
    bengileşme * Bengileşmek işi.
    bengileşmek * Sonsuz yaşama niteliği kazanmak, ölümsüzleşmek, ebedîleşmek.
    bengilik * Zamanla ilgisi, başlangıcıve sonu olmayan varlık.
    * Ölmezlik, ebedîlik.
    * Sonsuz ve ölçülmez zaman.
    beni sokmayan yılan bin (yıl) yaşasın * zararlı olduğu bilinen, ama kimseye kötülüğü dokunmayan kişiyle uğraşmamalıdır.
    beniâdem * Âdemoğulları, insanlar.
    benibeşer * İnsan.
    beniçinci * Kişinin benliğini merkez sayma görüşü, benmerkezci.
    beniçincilik * Dünyada kişinin benliğini merkez sayan felsefe görüşü, benmerkezcilik, egosantrizm.
    benildeme * Benildemek işi.
    benildemek * Belinlemek.
    benim diyen * kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan.
    benim oğlum bina okur, döner döner yine okur * “çok çalışmasına karşılık verimli ve yararlı olmuyor” anlamında kınama veya eleştiri belirtmek için
    kullanılır.
    benimseme * Benimsemek işi, sahip çıkma, tesahup.
    benimsemek * Bir şeyi kendine mal etmek, sahip çıkmak, kabullenmek, tesahup etmek.
    * Bir şeye, birine bağlanmak, ısınmak.
    benimsenme * Benimsenmek işi.
    benimsenmek * Benimsenmek işine konu olmak.
    benimsetme * Benimsetmek işi.
    benimsetmek * Birinin benimsemesini sağlamak.
    benimseyiş * Benimsemek işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 43

    beleşçi * Parasız geçinmeyi seven, lüpçü, bedavacı.
    beleşçilik * Beleşçi olma durumu.
    beleşe konmak * emek, para vermeden elde etmek.
    beleşten * Emek vermeden, karşılıksız.
    beletme * Beletmek işi.
    beletmek * Kundaklatmak.
    belge * Bir gerçeğe tanıklık eden yazı, fotoğraf, resim, film vb. vesika, doküman.
    belge almak * (iki yıl aynısınıfta üst üste kalan öğrenci) okuldan uzaklaştırılmak, okuldan çıkarılmak.
    belgeci * Belgesel filmler yapan, yöneten sinemacı.
    belgegeçer * Yazılı, bilgi ve belgelerin telefon sistemi vasıtasıyla bir yerden bir yere iletilmesini anında sağlayan araç,
    faks.
    belgeleme * Belgelemek işi, tevsik.
    belgelemek * Bir olgunun doğru olduğunu belge ile göstermek, ortaya çıkarmak, tevsik etmek.
    belgelendirme * Belgelendirmek işi.
    belgelendirmek * Belge göstererek belirtmek.
    belgelenme * Belgelenmek işi.
    belgelenmek * Belgelemek işine konu olmak.
    * İki yıl üst üste aynısınıfta kalan öğrenci okuldan çıkarılmak.
    belgeli * Belgesi olan.
    * İki yıl üst üste sınıfta kaldığı için okula devam etme hakkınıyitirerek belge alan.
    belgelik * Belge ve yazıların saklandığıyer, arşiv.
    belgesel * Belge niteliği bulunan (şey), dokümanter.
    * Belge niteliği taşıyan film veya televizyon programı.
    belgesel film * Hayattan alınan herhangi bir olguyu, kendi tabiî çevresi ve akışı içinde veya gerçeğe en yakın biçimde
    hazırlanmışyapay bir yerde işleyen, belirli bir amacıyansıtan film.
    belgeselci * Belgesel, film çeken veya bunun üzerinde çalışan (kimse).
    * Belgesel niteliğindeki eserleri seven veya bunlarla ilgilenen (kimse).
    belgeselcilik * Belgeselcinin yaptığı iş.
    belgi * Bir şeyi benzerlerinden ayıran özellik, şiar, alâmet, nişan.
    * Duyuş, düşünüşve inanıştaki ayırıcıözellik, şiar.
    belgileme * Belgilemek işi.
    belgilemek * Belgi ile göstermek.
    belgili * Belgiye dayanan, belirli olan.
    belgin * Tam ve kesin olarak belirlenmişolan, sarih.
    belginlik * Belgin olma durumu, sarahat.
    belgisiz * Belirli olmayan, işaret edilemeyen, gayrimuayyen.
    belgisiz sıfat * Bkz. belirsizlik sıfatı.
    belgisiz zamir * Bkz. belirsizlik zamiri.
    belgisizlik * Belgisiz olma durumu.
    belgit * Senet.
    * Bir önermeyi tanıtlamak için gösterilen ve daha önce doğru diye kabul edilen başka önerme, hüccet,
    burhan.
    beli * Evet.
    beli açılmak * küçük aptesini tutamaz olmak.
    beli bükük * Beli bükülmüş, güçsüz, zavallı.
    beli bükülmek * yaşlılık yüzünden güçsüz kalmak, bir işyapamayacak duruma düşmek.
    beli çökmek * kamburlaşmak.
    beli gelmek * cinsel birleşme sırasında salgı boşalmak.
    beliğ * Belâgati olan, belâgatli.
    belik * Saç örgüsü.
    belik belik * Örgü örgü, örgü hâlinde.
    belikleme * Beliklemek işi.
    beliklemek * Saçlarıörmek.
    belinden gelmek * birinin dölü olmak.
    belini bükmek * çaresizlik içinde bırakmak.
    belini doğrultmak (veya doğrultamamak) * yeniden durumunu düzeltmek.
    belini kırmak * birini bir şeyi yapamaz duruma getirmek.
    belini vermek * dayamak,yaslanmak.
    belinleme * Belinlemek işi.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 41

    bekleme salonu * Doktor, avukat vb. ile görüşme öncesinde oturulan yer.
    bekleme yeri * Bir kimseyi veya taşıtı beklemek için ayrılan bölme, bekleme odası, bekleme salonu.
    beklemek * Bir işoluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak.
    * Süre tanımak, acele etmemek.
    * Bir şeyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek.
    * Ummak.
    * Karşılaşılması ihtimali bulunmak.
    * Aramak, istemek.
    beklemeli * Sınıfta kalıp derslere devam etmeyen (öğrenci).
    beklenilme * Beklenilmek işi veya durumu.
    beklenilmek * Beklenmek.
    beklenme * Beklenmek durumu.
    beklenmedik * Birdenbire, ansızın.
    beklenmek * Beklemek işine konu olmak.
    beklenmez * Beklenmeyecek durumda olan.
    beklenmezlik * Beklenmeme durumu.
    beklenmezlik fiili * -acağı/-eceği biçimindeki sıfat-fiil ekine tutmak fiili getirilerek yapılan ve işin istenmeden, beklenmeden
    olduğunu anlatan birleşik fiil.
    beklenti * Bir olgunun sonunda gerçekleşmesi beklenen şey.
    * Bireyin belli şart ve durumların alacağı biçimler veya kendisinden beklenenler konusundaki ön görüşü.
    bekleşme * Bekleşmek işi veya durumu.
    bekleşmek * Birlikte veya karşılıklı beklemek.
    bekletilme * Bekletilmek işi veya durumu.
    bekletilmek * Bekletmek işine konu olmak veya bekletmek işi yapılmak.
    bekletme * Bekletmek işi.
    bekletmek * Beklemek işini birine yaptırmak.
    bekleyiş * Beklemek işi veya biçimi.
    bekri * İçkiye düşkün, içkici, ayyaş.
    bekrilik * İçkiye düşkünlük, ayyaşlık.
    Bektaşî * Hacı bektaşVeli’nin tarikatına girmişolan kimse.
    Bektaşî babası * Bektaşî tarikatından olan derviş.
    Bektaşî dedesi * Bektaşî tarikatında daha üst makamlarda bulunan ve yönetimde sorumluluk taşıyan derviş.
    Bektaşî sırrı * Çok gizli tutulan sır.
    Bektaşî üzümü * Taşkırangillerden bir çalı(Ribes grossularia).
    * Bu çalının mayhoş, nohut büyüklüğünde, ak veya kara yemişi.
    bektaşîkavuğu * Büyük ve güzel çiçekler veren, ılık iklimlerde yetişen bir kaktüs (Echinocactus).
    Bektaşîlik * Bektaşî tarikatı.
    * Bektaşî tarikatından olma durumu.
    bel * İşaret.
    bel * İnsan bedeninde göğüsle karın arasında daralmış bölüm.
    * Bu bölümün, sırtın altına rastlayan bölgesi.
    * Hayvanlarda omuz başı ile sağrıarası.
    * Dağsırtlarında geçit veren çukur yer.
    * Geminin orta bölümü.
    bel * Atmık, meni, sperm.
    bel * Toprağıkazmaya veya kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı, ayakla basılacak yeri tahta, ucu sivri kürek
    veya çatal biçiminde bir tarım aracı.
    bel * Ses şiddetiyle ilgili birim.
    bel ağrısı * Bel çevresinde oluşan ve duyulan ağrı.
    bel bağı * Bel kemeri.
    bel bağlamak * birisinin kendisine yardımcı olacağına inanmak, güvenmek.
    bel bel * Durgun, anlamsız bakmayıanlatan bel bel bakmak deyiminde geçer.
    bel bellemek * toprağı belle kazmak.
    bel etmek * işaret koymak, işaret vermek.
    bel evlâdı * (bir kimsenin) Öz çocuğı.
    bel fıtığı * Bel bölgesinde fıtık.
    bel gevşekliği * Cinsel gücü yitirme.
    bel kemeri * Elbise üzerinden bele dolayarak bir toka ile tutturulan, deri, kumaşveya metalden yapılan özel bağ.
    bel kemiği * Omurga.
    * Bir şeyin varlığı ile ilgili en önemli bölümü, temel, esas.
    bel kıra kıra * kırıta kırıta, salına salına.
    bel kırmak * gövdeyi, belden sağa sola bükmek.
    bel kündesi * (güreşte) Ellerin arkadan gelip hasmın göbeği üzerinde kilitlenmesi yolundaki kündeleme.
    bel soğukluğu * Üreme organlarının akıntılıve bulaşıcı bir hastalığı.
    bel soğukluğuna uğratmak * bir işe veya bir söze gereksiz yere karışarak onun akışınısektirmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 42

    bel vermek * (duvar gibi dik şeyler) dışarıya veya (tavan gibi yatay şeyler) aşağıya doğru kamburlaşmak.
    * destek olmak.
    belâ * İçinden çıkılması güç, sakıncalıdurum.
    * Büyük zarar ve sıkıntıya yol açan olay veya kimse.
    * Hak edilen ceza.
    * (istenmedik bir davranışa zorlayan) Etki.
    belâ aramak * kavga çıkarmak için fırsat aramak.
    belâ çıkarmak * kavga çıkarmak.
    belâ kesilmek * birisine sıkıntıve eziyet vermek, musallat olmak.
    belâ okumak * birine beddua etmek.
    belâgat * İyi konuşma, sözle inandırma yeteneği.
    * Söz sanatlarını inceleyen bilgi dalı, retorik.
    * Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak, hiçbir yanlışve eksik anlayışa yer bırakmayan, yorum gerektirmeyen,
    yapmacıktan uzak, düzgün anlatma sanatı.
    * Bir şeyde gizli olan derin anlam.
    belâgatli * Belâgati olan.
    belâgatsiz * Belâgati olmayan.
    belâhat * Alıklık.
    belâlar mübareği * istenilmeyen, kaçınılan bir durumun gerçekleştiği bildirilirken alay yollu söylenir.
    belâlı * Yorucu, üzücü, can sıkıcı.
    * Kavgacı, şirret.
    * Yolsuz kadınların zorba dostu.
    belâsı * -den dolayı, -den sebebiyle.
    belâsını bulmak * hak ettiği cezayı görmek.
    belâya çatmak (girmek veya uğramak) * beklenmedik bir belâ ile karşılaşmak.
    belâya uğramak * çok kötü bir durumla karşılaşmak.
    belâyısatın almak * göz göre göre belâyıüstüne çekmek.
    belce * İki kaşarası.
    Belçikalı * Belçika halkından olan (kimse).
    belde * Şehir.
    * Mekân, yer, çevre.
    beldeitayyibe * Medine şehri.
    beledî * Şehirle ilgili.
    * Yerleşik.
    * Bir tür pamuklu, kalın kumaş.
    belediye * İl, ilçe, bucak gibi yerleşim merkezlerinde temizlik, aydınlatma, su ve esnafın denetimi gibi kamu
    hizmetlerine bakan, üyeleri halk tarafından seçilen, tüzel kişiliği olan teşkilât.
    * Bu teşkilâtın bulunduğu bina.
    belediye başkanı * Belediye teşkilâtınıyöneten kimse.
    belediye çavuşu * Zabıta işlerinde üst görevli.
    belediye encümeni * Belediye kanununda belirtilmişgörevleri yerine getiren, özel kanunlarla belediye meclisince verilen
    görevleri, belediye meclisi toplu bulunmadığızaman, tetkik eden ve karara bağlayan organ.
    belediye meclisi * Belediye tüzel kişiliğine tanınan yetkileri kendinde toplayan organ.
    belediye nikâhı * Medenî kanuna göre kıyılan resmî nikâh.
    belediye polisi * Zabıta görevlisi.
    belediye reisi * Belediye başkanı.
    belediye sarayı * Belediyeye ait bütün işlerin yapıldığıve büroların bir arada bulunduğu büyük yapı.
    belediye suçları * Belediye buyruklarına ve yasaklarına aykırıdavranışlar.
    belediye teşkilâtı * Nüfusu iki binden fazla olan yerleşim yerlerinde hükûmet kararıyla kurulan, belediye başkanı, belediye
    meclisi, belediye encümeni ve belediye memurlarından oluşan kuruluş.
    belediyeci * Belediye işleri görevlisi.
    belediyecilik * Belediye işleri.
    belediyelik * Belediyeyle ilgili.
    belediyelik olmak * belediye ile ilgili bir işi olmak.
    belek * Kundak, çocuk bezi.
    * Beşiğe konulan yatak.
    beleme * Belemek işi.
    belemek * (çocuğu) Kundaklamak.
    * Beşiğe yatırıp bağlamak.
    * Bulamak, bulaştırmak.
    belemir * Orta Anadolu’da tarlalarda yetişen, çiçekleri mavimsi renkte bir yıllık bir bitki, peygamber çiçeği, mavi
    kantaron (Cephalaria syriaca).
    belen * Bel.
    * Tepe, yüksek yer; bayır.
    * Dağüzerindeki yüksek geçit, dik dağyolu.
    belenme * Belenmek işi.
    belenmek * Kundaklanmak.
    * Bulanmak, bulaşmak, örtülmek.
    belerme * Belermek işi.
    belermek * (göz için) Akı iyice belirecek biçimde açılmak.
    belertme * Belertmek işi.
    belertmek * Gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak.
    beleş * Karşılıksız, emeksiz, parasız elde edilen.
    beleş(veya bahşiş) atın dişine (veya yaşına) bakılmaz * bedava gelen şeyde kusur aranmaz.