biyesiz | * Biyesi olmayan, biye geçirilmemişolan. |
biyoelektrik | * Canlıvarlıkların ürettiği elektrik. |
biyoelektronik | * Moleküler biyolojinin hücrelerin yapısına giren moleküller arasında geçerli elektrostatik güçlerini inceleyen bölümü. |
biyoenerji | * Biyokütlenin kimyasal dönüşümüyle elde edilen enerji. |
biyofizik | * Fizyolojide geçen fiziksel olayların bilimi, biyolojik fizik. |
biyogaz | * Ahır gübresinden elde edilen yanıcı gaz, gübre gazı. |
biyograf | * Hayat hikâyesi yazarı. |
biyografi | * Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi. |
biyografik | * Biyografi ile ilgili. |
biyojeografi | * Bitki ve hayvanların yeryüzü üzerindeki dağılımınıve bunun sebeplerini inceleyen bilim, biyoloji coğrafyası. |
biyokatalizör | * Canlıdokuların hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandıran veya kolaylaştıran madde. |
biyokimya | * Hücreden en gelişmişorgana kadar canlıdokuları inceleyen ve bunları oluşturan maddeleri araştıran bilim dalı. |
biyolog | * Biyoloji ile uğraşan kimse, biyoloji uzmanı. |
biyoloji | * Bitki ve hayvanların doğma, gelişme, üreme gibi yaşayışevrelerini inceleyen bilim, dirim bilimi. |
biyolojici | * Okulda biyoloji dersini veren öğretmen. |
biyolojik | * Biyoloji ile ilgili, dirimsel, dirim bilimsel. |
biyometeoroloji | * Canlılar üzerinde hava olaylarının etkisini inceleyen bilim. |
biyonik | * Biyoloji ve elektronikle ilgili olan. * Dirim kurgu. |
biyopsi | * Mikroskopta yapısını incelemek amacıyla canlıdan bir doku parçasıalma. |
biyopsi yapmak | * parça almak. |
biyosfer | * Üzerinde hayat olan yeryüzü bölgesi. |
biyoşimi | * Organ dokularındaki kimyasal olayları inceleyen kimya kolu. |
biyotit | * Bir çeşit kara renkli mika. |
biz | * Çoğul birinci kişi zamiri. * Resmî konuşmada, bazen teklik birinci kişi zamiri ben yerine kullanılır. * (bazıyazarlar için) Ben zamirinin yerine kullanılır. |
biz | * Katı bir şeyi dikerken iğne geçirecek yeri delmek için kullanılan, çelikten yapılmış, sivri uçlu ve ağaç saplı araç, tığ. * Maraşişinde kalın karton parçalarının iğneyi kırmamasını sağlamak ve delik delmek işleminde kullanılmak üzere hazırlanmıştahta saplı, ince sivri uçlu bir tür çuvaldız. |
biz | * Ülkemiz sularında yaşayan bir mersin balığıtürü, şip (Acipenser nudiventris). |
biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye | * bizim işe yaramaz diye vazgeçtiğimizi başkalarıdeğerli buldu. |
biz bize | * Yalnız biz, aramızda yabancı bir kimse olmaksızın. |
biz bize benzeriz | * aramızda fark yok, özelliklerimiz veya tutum ve davranışlarımız aynıdır. |
biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz | * birbirimizi çok yakından tanırız; onun öyle bir üstün durumu olmadığını biliriz. |
bîzar | * Tedirgin, bezmiş, usanmış, bezginlik getirmiş. |
bizar etmek | * tedirgin etmek, usandırmak. |
bizar olmak | * usanmak, bıkmak. |
bizatihi | * Kendiliğinden, kendinden, özünden, kendisi. |
bizce | * Bize göre. |
bizcileyin | * Bizim gibi. |
bizden | * Bizim tarafımızda olan (kimse). |
bizdenlik | * Bizden olma durumu. |
bize de mi lolo? | * işin içinde bir işolduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?. |
bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başınıaçar | * bize yabancıduran yakınımız, dostumuz, akrabamız başkalarına rahatça içtenlikle, yardım eder. |
bizimki | * Bizim olan, bizimle ilgili olan. * Kadınların kocalarından, kocaların karılarından söz ederken kullandıklarısöz. * Yakın çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanılır. |
bizleme | * Bizlemek işi. |
bizlemek | * Ucu çivili değnekle hayvanıdürtmek. |
bizlengiç | * Ucu çivili değnek. |
bizmut | * Atom sayısı83, atom ağırlığı209 olan, 271,3° C de eriyen, yoğunluğu 9,8 olan, kızılımsı beyaz renkli, kırılgan ve katı bir element. Kısaltması bi. * İlâç olarak kullanılan ve asıl maddesi bizmut olan karışım. |
bizon | * Amerika’da yaşayan bir cins hörgüçlü yaban öküzü. |
bizzat | * Kendi, kendisi, şahsen. |
blâstulâ | * Yumurta hücresi embriyon olurken morulânın gelişerek içi boşyuvarlak biçime girmesi durumu, morulâ. |
blender | * Pişirmeden önce malzemeyi kesip karıştıran elektrikli alet. |
blok | * Kocaman ve ağır kitle. * Birden çok bölümü bir araya getirilmişolan, bir bütün oluşturan. * Politik çıkarlarısebebiyle birlik kuran devletler topluluğu. * İçine resim veya yazıkâğıtlarıkonulan karton kap. * Birbirine bitişik büyük yapılar. * Voleybolda, file üstünde karşı oyuncunun topu sert vururken, önünde iki veya üç kişinin elleri ile oluşturduklarıperde. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 76
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 77
blok inşaat * Birbirine bitişik yapılan yapılar. blokaj * Bloke etmek işi.
* Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
* Sivri taşların toprak zemine dikine çakılarak, üzerine beton dökülmesiyle yapılan dolgu.
* Bankacılıkta bir varlığın yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafından kullanılamamasıdurumu.bloke * Kullanılmasıönlenmiş, el konulmuş. bloke çek * Keşideci tarafından anlaşmazlığın çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü. bloke etmek * kullanılmasınıönlemek amacıyla el koymak.
* savaşdurumundaki bir ülkenin dışülkelerle ilişkisini engellemek.
* kapatmak, durdurmak.
* (futbolda kaleci) topu yakalamak.bloklaşma * Bloklaşmak işi. bloklaşmak * Blok durumuna gelmek. bloknot * Yapraklarıkolayca çıkartılabilecek biçimde yapılmışnot defteri. bloksuz * Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantısız. bloksuzluk * Bloksuz davranma, bağlantısızlık. blöf * İskambil oyunlarında elindeki kâğıtları olduğundan başka gösterme davranışı.
* Karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için söylenen asılsız söz veya takınılan aldatıcı
tavır, kuru sıkı.blöf yapmak * karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için aslı olmayan söz söylemek veya aldatıcı
tavır takınmak.blöfçü * Blöf yapan (kimse). blûcin * Giysi yapılan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılan (giysi).blûm * Bir tür iskambil oyunu. blûz * Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaştan yapılan veya iplikten örülen kadın giysisi. boa * Boagillerden, yalnız Güney Amerika’da yaşayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yılan (Boa constrictor).
* Kadınların boyunlarına aldıklarıyılan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.boagiller * Avlarınıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarıp sıkarak boğan ve ezen sarılgan yılanlarıkapsayan zehirsiz
yılanlar familyası.boalar * Sürüngenler sınıfının, yılanlar takımının bir bölümü. bobin * Makara.
* Fotoğraf filmi rulosu.
* (kâğıt ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafına sarılmışkâğıt veya kartonun sürekli
uzunluğu.
* İçinden elektrik akımı geçebilen yalıtılmıştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarılı bulunduğu silindirden
oluşan aygıt.bobin kırıcı * Dağınık iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elverişli biçime getiren makinede çalışan (kimse). bobinaj * Bir filmi veya mıknatıslıkuşağı bir makaradan başka bir makaraya sarma. boca * Geminin rüzgâr almayan yanı, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karşıtı, poca. boca alabanda * Boca etme komutu. boca etmek * geminin başını bocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
* (birden çevirip) boşaltmak, dökmek.bocalama * Bocalamak işi. bocalamak * (gemi) Rüzgâra karşı gidemeyerek sürüklenmek.
* Bir işte tutulması gereken yolu kestirememek, ne yapacağını bilememek, kararsız olmak.bocalatma * Bocalatmak işi. bocalatmak * Bocalamasına yol açmak. boci * Ağır yük taşımaya yarayan, iki kalın ve küçük tekerleği olan el arabası. bocuk * (Ortodokslarca kutlanan) İsa’nın doğum yortusu.
* Domuz.bocuk domuzuna dönmek * çok semiz ve besili olmak. bocurgat * Ağır yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek şeyin bağlı bulunduğu
urganıkendi üzerine saran çıkrık.bodoslama * Gemi omurgasının başve kıç tarafından yukarıya uzanan ağaç veya demir direklerden her biri. bodoslama * Bodoslamak işi. bodoslamadan * Ön taraftan, baştaraftan. bodoslamak * Açıklamak, belirtmek, ileri sürmek. bodrum * Bir yapının yol düzeyinden aşağıda kalan bölümü. bodrum gibi * basık tavanlı, genellikle güneşgörmeyen (oda). bodrum katı * Bir yapının zemin katının altında olan ve oturulabilen en alt katı. boduç * Ağaç veya topraktan yapılmışküçük testi. bodur * Enine göre boyu kısa ve tıknaz. bodur kalmak * boyu uzamamak.
* gelişmemek.bodur pas * Arpa yapraklarına yerleşen ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
* Bu mantarın yol açtığıhastalık.bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç * kısa boylular olduklarından daha genç görünürler. bodurlaşma * Bodurlaşmak işi veya durumu. bodurlaşmak * Bodur duruma gelmek. bodurluk * Bodur olma durumu. Boğa * Zodyak üzerinde, Koç ile İkizler burçlarıarasında yer alan burcun adı, 343 Zodyak. boğa * Damızlık erkek sığır. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 78
boğa gibi * çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş(delikanlı). boğa güreşi * Daha çok İspanya ve Meksika’da, özel olarak yetiştirilmiş boğayıyenmek amacıyla yapılan gösteri. boğada * Küllü veya sodalısu ile çamaşır yıkama.
* Yıkanmak üzere hazırlanmışçamaşırın üzerine sıcak kül suyu süzme işi.boğak * Anjin. boğalık * Boğa olarak kullanılmak için ayrılan bir yaşından yukarıerkek sığır. boğan otu * Düğün çiçeğigillerden, özellikle kökünde akonitin adında bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
napellus).boğanak * Sağanak, bora. boğasak * Boğaya gelmişveya boğa isteyen inek. boğasama * (inek) Boğasamak işi veya durumu. boğasamak * (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek. boğası * İnce bez, astar. boğaya çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, keleye çekmek. boğaz * Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik.
* Şişe, güğüm gibi kaplarda ağza yakın dar bölüm.
* İki dağarasında dar geçit, derbent.
* İki kara arasındaki dar deniz.
* Yiyeceği içeceği sağlanan kimse.
* Yeme içme.
* Yedirip içirme yükümü, iaşe.boğaz açmak * ağaçların dibini kazarak toprağıkabartmak. boğaz boğaza (veya gırtlak gırtlağa) gelmek * zorlu kavga etmek. boğaz derdi * geçim için uğraşma.
* yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları.boğaz dokuz boğumdur * bir söz iyice düşünmeden söylenmemelidir. boğaz durmaz * yeme içme ihtiyacının başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağınıanlatır. boğaz içinde kavga var * aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir. boğaz kavgası * Geçim için yapılan didinme. boğaz meselesi * Geçim derdi. boğaz ola * “afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun” anlamına, yemek yiyenlere söylenir. boğaz olmak * boğazıağrımak.
* imrenmekten boğazışişmek.boğaz tokluğuna * ayrıca ücret verilmeden yalnız karnınıdoyurarak. boğazıaçılmak * iştahıartmak. boğazıdüğümlenmek * üzüntüden boğazıtıkanmak. boğazı inmek * bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. boğazı işlemek * durmadan bir şeyler yemek. boğazıkurumak * çok susamak. boğazına bir yumruk tıkanmak (veya gelip oturmak) * konuşamaz olmak, sesi çıkmamak. boğazına dikkat etmek * yiyeceğine, içeceğine özen göstermek. boğazına dizilmek * (üzüntü, kaygı gibi sebeplerle) isteksiz yemek, iştahıkesilmek. boğazına durmak * yediği şeyi yutamamak. boğazına düşkün * yiyip içmeyi çok seven (kimse). boğazına indirmek * fazla ve gelişigüzel yemek. boğazına kadar * pek çok, lüzumundan fazla, aşırıölçüde. boğazına sarılmak * üstüne yürümek. boğazında düğümlenmek * söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. boğazında kalmak * ağzındaki lokmayıüzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek. boğazından artırmak * yiyeceğinden kısıp parasınıartırmak. boğazından geçmemek * sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü
duymak.boğazından kesmek * yiyip içmede çok tutumlu davranmak. boğazınıdoyurmak * karnınıdoyurmak. boğazınısevmek * yiyip içmeye düşkün olmak. boğazınısıkmak * bunaltmak, sıkıntıvermek. boğazınıyırtmak * olanca gücüyle bağırmak. boğazkesen * Bir boğazısavunmak için deniz kıyısında yapılan hisar. boğazlama * Boğazlamak işi. boğazlamak * Hayvan veya insanı boğazından keserek öldürmek.
* Gaddarca, kan dökerek öldürmek.boğazlanma * Boğazlanmak işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 71
bir yaşına daha girmek * şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak. bir yığın * birçok, pek çok, bir sürü. bir yiyip bin şükretmek * kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek. bir yol * Bir kez. bir yol tutturmak * bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek. bir yolunu bulmak * bir işi sonuçlandırmak için çare bulmak. bir zaman * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
* Belirli bir süre, biraz.bir zamanlar * Zamanında, vaktiyle, eskiden. bira * Arpa ile şerbetçi otunu mayalandırarak yapılan bir içki, arpa suyu. bira bardağı * Bira içmek için yapılmışözel bardak. bira mayası * Mayalanmışdurumdaki biranın yüzünden alınan bir tür mantar. biracı * Bira yapıp satan kimse.
* Çok bira içen (kimse).biracılık * Bira yapma ve satma işi. birader * Erkek kardeş.
* “Yahu, dost, arkadaş” anlamında seslenme olarak kullanılır.
* Masonların birbirlerine verdikleri ad.birahane * Genel olarak sadece bira içilen, aynızamanda da çabuk hazırlanan bazısıcak veya soğuk yemeklerin
yenildiği yer.birahaneci * Birahane işleten kimse. biralık * Bira yapmakta kullanılan. biraz * Kısa bir süre için.
* Yeterince değil, yeter ölçüde değil.
* Az miktarda, çok değil.birazcık * Pek az, çok az. birazdan * Az sonra. birazı * Bir parça. birbiri * Karşılıklı olarak biri ötekini, öteki de onu.
* Biri diğerinin yanısıra.birbiri için yaratılmışolmak * birbiriyle çok iyi anlaşmak. birbiri üstüne gelmek * arkasıarkasına, ara vermeden. birbirine düşmek * aralarıaçılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak. birbirine girmek * kavga etmek, dövüşmek.
* karışmak.
* (iplik vb. için) dolaşmak, çözülmeyecek duruma gelmek.birbirine katmak * aralarınıaçmak, aralarını bozmak, olay çıkarmak. birbirini tutmaz * birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız. birbirini yemek * iki veya daha çok kimse birbiriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek. birbirinin ağzına girmek * birbirine çok düşkün olmak. birbirinin ağzına tükürmek * bir sorunda, bir olayda sözleşmişgibi, ağız birliği yapmak. birbirinin gözünü çıkarmak * kıyasıya dövüşmek. birbirinin gözünü oymak * aralarında aşırı geçimsizlik olmak. birci * Tekçi, monist. bircilik * Tekçilik, monizm. birçoğu * Çok sayıda olan kimse veya şey. birçok * Oldukça çok, sayısı belirsiz, bir hayli, müteaddit. birden * Bir defada, hepsi bir arada.
* Ansızın, hemencecik.
* Birlikte, beraberce.birdenbire * Ansızın, hemencecik, beklenmedik bir sırada. birdirbir * Oyuncuların birbirinin üstünden atlayarak oynadıkları bir oyun. bire … vermek * (buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) toprak, kullanılan tohumun belli bir katıkadar ürün vermek. bire beşkatmak * eklemek, abartmak, bire bin katmak. bire bin katmak * çok abartmak. bire bir * Verilen ölçüdeki karşılık, miktar. bire bir eşleme * İki kümenin elemanlarıarasında, bir elemana karşı, bir eleman alınarak yapılan eşleme. birebir * Etkisi kesin olan.
* İstenildiği gibi, uygun.birebir gelmek * etkisini hemen ve kesin olarak göstermek. birer * Bir sayısının üleştirme sayısıfatı, her birine bir. birer birer * Her biri ayrı olarak. birer ikişer * Tek veya birkaçı birlikte olarak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 72
bireşim * Parçaların veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleştirilmesi.
* Bu biçimde oluşan bütün.
* Element veya başka maddeleri bir araya getirerek, sun’î olarak bileşik cisimler oluşturma, sentez.
* Yalından karmaşık olana, küllîden cüz’îye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan
bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, terkip, sentez.bireşimli * Bireşim yolu ile elde edilen, sentetik. birey * Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık, fert.
* Bir türün kapsamı içine giren somut varlık.
* Doğa bilgisinde türü oluşturan tek varlıklardan her biri.
* Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her
biri, fert.
* İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarınıkendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı
özellikleri de bulunan tek can, fert.birey oluş * Yumurtanın döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiği gelişim evrelerinin bütünü,
ontogenez, soy oluşkarşıtı.birey üstü * Tek bir bireyi aşan.
* Genellikle fertlerin çevresini aşan, bireylerin bilincinden bağımsız olan.bireyci * Kişi haklarınısavunan.
* Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.bireycilik * Bireylerin yararlarınıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğreti, tutum veya
politikaların genel adı, ferdiyetçilik, individüalizm.
* Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş, ferdiyetçilik, individüalizm.bireyleşme * Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleşmesi.
* Bağımsız kişiliğe varan gelişme süreci.bireyleştirme * Bireye özgü kılma. bireyleştirmek * Bireye özgü kılmak, başkalarından ayırmak. bireylik * Bir kimseyi dışgözlemciler gözünde benzersiz, tek kılan özellikler veya bunların tek biçimi, ferdiyet.
* Bireyi benzerlerinden ayıran niteliklerin bütünü.bireysel * Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî. bireyselleştirme * Bireysel duruma getirme.
* Ancak ortaklaşa ve genel olarak var olan şeyi bireylere uygulama ve yayma.
* İnsanların doğal, toplumsal ve tarihî gelişmesinden; kendine özgü olan şeylerin, özelliklerin, bireysel olanın
çekilip çıkarılması.bireyselleştirmek * Bir şeyi ayrı olarak, bireysel olarak göz önüne almak. bireysellik * Birey olma olgusu.
* Bir kişiyi benzerlerinden ayıran özelliklerin bütünü, ferdiyet.biri * Bir tanesi.
* Bilinmeyen bir kimse.
* Tamlanan olarak kullanılan bazı isim tamlamalarında tamlayanın küçümsendiğini, hor görüldüğünü anlatır.
* Yüklem durumunda olan bir isim takımının belirtileni olarak kullanıldığında, belirtenin hor görüldüğünü
anlatır.biri çok olmak * haddini aşarak karşısındakini usandırmak. biri eşikte biri beşikte * ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir. biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar * bir şeyden yalnız bir veya birkaç kişi yararlanır da başkalarına yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük
sorunlar çıkar.birice * En fazla, tek. biricik * Eşi, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne. birikim * Birikme, bir yerde toplanıp yığılma.
* Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişşeylerin bütünü.
* Toplumların kültürel varlıklarının gelişip genişlemesi ve uygarlık düzeyinin yükselmesi süreci.
* Mal ve paranın toplanıp çoğalma süreci.
* Herhangi bir aşınma sürecinde veya taşıma işi yapılırken alüvyonlu maddelerin bırakılması.birikinti * Bir yerde kendi kendine birikmişolan şey. birikinti konisi * Dağlık bölgelerden veya yamaçlardan suların getirdiği kum veya taşparçalarının bir düzlükte oluşturduğu
yelpaze biçimindeki yığın.birikiş * Birikme işi veya biçimi. birikişme * Birikişmek işi. birikişmek * Bir yere toplanmak, bir araya gelmek. birikme * Toplanıp yığılma. birikme havzası * Kar ve yağmur sularının biriktiği bölge. birikmek * Toplanıp yığılmak.
* Birbirine eklenip çoğalmak.biriktirim * Biriktirme. biriktirme * Biriktirmek işi, tasarruf. biriktirmek * Toplayıp yığmak.
* Bir şeyi, parayıölçülü kullanarak artırmak, tasarruf etmek.
* Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak.birileri * Bazıkimseler. birim * Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri, ünite.
* Bir niceliği ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değişmez parça, vahit.
* Herhangi bir kuruluştaki alt bölümlerden her biri.
* Dilin, oluşturduğu yapı içinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğu bağıntılarla tanımlanan
ayrınitelikli öge, ünite.birimci ekonomi * Birime bağlı ekonomi. birimler bölüğü * Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayılar bölüğü. birincasıf * Birleşikgillerden hekimlikte kullanılan bir bitki. birinci * Bir sayısının sıra sıfatı.
* Zaman, yer, sıra bakımından başkalarından önce gelen.
* Sırada, önem sırasında en üstün olan kimse.
* (ulaşım araçlarında) Mevki, sınıf, orun.birinci çağ * Yeryüzünün yaklaşık üç yüz milyon yıllık çağı, paleozoik. birinci gelmek (veya çıkmak) * birçoklarıarasında en iyi olarak seçilmek. birinci olmak * başta gelmek, önde gelmek. birinci orun * (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki. birinci zar * Yemişlerin derisi, dışkabuk, meyve dışı. birincil * Sırada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas. birincil grup * İçten, samimî, yüz yüze ilişkilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk. birincilik * Birinci olma durumu.
* (çoğul durumda) Şampiyonluk için yapılan yarışmalar.birincivasıf * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki. birinden) buz gibi soğumak * birinden tiksinmek. birinin başına dikilmek * birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak.
* bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak.
* bir şeyin yanında ve ayakta beklemek. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 73
birinin çanına ot tıkmak (tıkamak veya tıkanmak) * sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak. birisi * Bilinmeyen bir kimse. birisinden biri * içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri. birkaç * Çok olmayan, az sayıda, az. birkaçı * Az sayıda olan kimse veya şey. birleme * Bir etme, tek duruma getirme.
* Tanrı’nın birliğini dile getirme, tevhit.birlemek * Bir etmek, tek duruma getirmek.
* Tanrı’nın birliğini dile getirmek, zikretmek.birler * Ondalık sayısistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ilk sayının bulunduğu basamak. birleşen * Birbirini kesen, bir noktada kesişen (doğru, yay). birleşik * Bir araya gelmiş, birleşmişolan, müttehit. birleşik cümle * Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle. birleşik fiil * İsim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakımından kaynaşıp bütünleşen fiil: Reddetmek,
hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi.birleşik isim * Birleşik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalıplaşmışisim: Aslanağzı, başşehir, kaptıkaçtı, gecekondu
gibi.birleşik kap * Alt tarafından birleştirilmişkaplardan her biri. birleşik kaplar * Alt taraflarından değişik boyut ve kesitlerde borularla birleştirilmişsistem. birleşik kelime * Ses düşmesi, ses türemesi, kelime türünün değişmesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam
kaymasıdolayısıyla aralarına ek girmeyerek kalıplaşmışiki veya daha çok sözden oluşan kelime: pazartesi (< pazar
ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı(< ayak kabı), delikanlı(<deli kanlı), kaptıkaçtı(< kaptıkaçtı) gibi.birleşik oturum * Bir arada yapılan oturum. birleşik oy pusulası * Seçime katılan bütün partilerin adaylarınıayrıayrı gösteren oy pusulası. birleşik zaman * Yalın zamanlıve çekimli bir fiilin -di (i-di), -miş(i-miş,), -se (i-se) gibi ek fiil eklerinden birini alarak
bildirdiği zaman: Sevdiydi (sevdi-y-di <sevdi+i-di), sevecekmiş(sev-ecek-miş< sev-ecek + i-miş) sev-er-se (sev-erse
< sev-er + ise) gibi.birleşilme * Birleşilmek işi veya durumu. birleşilmek * Birleşmek işi yapılmak, bir araya gelinmek, buluşulmak. birleşim * Birleşmek işi.
* Bir meclisin bir gün içindeki toplanmaları, inikat.
* Döllenmek için erkekle dişi hayvanın bir araya gelmesi.birleşme * Birleşmek işi. birleşme değeri * Basit bir cismin bir atomu ile birleşebilecek olan hidrojen atomlarının en yüksek miktarı. birleşmek * Ayrı iken tek bir bütün durumuna gelmek.
* Buluşmak, bir araya gelmek.
* Uyuşmak, aynı görüşte olmak.
* Aynıamaç çevresinde toplanmak.
* Kaynaşmak.
* Cinsel ilişkide bulunmak.birleştirici * Birliği sağlayan.
* Uzlaşmayısağlayan.
* İki veya daha çok nesnenin birleşmesini sağlayan.birleştirme * Birleştirmek işi veya durumu. birleştirmek * Bir araya getirmek. birli * İskambil, domino gibi oyunlarda bir işaretini taşıyan kâğıt veya pul, as. birlik * Tek, bir olma durumu, vahdaniyet.
* Bir taneden oluşmuş, bir tane alabilen.
* Birleşmiş, bir arada olma durumu, vahdet.
* Bağlılık, benzerlik, bağlantı, vahdet.
* Belli bir topluluğun yararlarınıkorumak için kurulmuşdernek.
* Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayılan topluluk.
* Konunun bir ana düşünce çevresinde toplanması.
* Bölünmezliği içeren yalın bütün.
* En büyük değerdeki nota, dört dörtlük.birlik olmak * bir işi yapmak için anlaşmak. birlikte * Bir arada, beraberce.
* Yanında, beraberinde.birliktelik * Birlikte olma durumu. birlikten kuvvet doğar * toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağlar. birsam * Sanrı, halüsinasyon. birtakım * Belirsiz olarak çokluğu anlatır (nitelediği isim çokluk biçimde olur), kimi, bazı. birun * Osmanlısarayında Harem dairesinin ve Enderun’un dışında kalan bölüm. biryan * Tandırda susuz pişirilen kebap. biryan pilâvı * Biryan yağı ile pişirilen pilâv. biryan yağı * Tandırda susuz pişirilerek yapılan kebaptan çıkan yağ. biryancı * Biryan yapan veya satan kimse. bisiklet * Tekerleğin ayakla çevrilmesiyle hareket eden iki tekerlekli taşıt, çiftteker. bisiklet yolu * Trafikte bisikletlerin geçmesine ayrılmışdar yol. bisikletçi * Bisikletle spor yapan kimse, çifttekerci. bisikletçilik * Bisikletle yapılan spor, çifttekercilik.
* Bisiklet satma, onarma işi.bisikletli * Bisikleti olan. bisikletsiz * Bisikleti olmayan. bisküvi * Un, süt, şeker veya tuzla yapılan ince, gevrek kuru pasta türü. bismillâh * “Allah’ın adı ile” anlamında, bir işe başlarken söylenen veya şaşırma, korku gibi duyguları belirten söz. bismillah demek * bir işe uğurlu olmasıdileği ile başlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 64
bilimci * Bilgin. bilimcilik * Bilginin, temeli olarak yalnız bilim yöntemine önem verme, ilimcilik. bilimsel * Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî. bilimsel deneycilik * Her bilginin deneyle veya gözlemle doğrulanabileceğini, sınanabileceğini savunan felsefe akımı. bilimsel düşünce * Bilim temeline dayanan özgür eleştirici, araştırıcıve bağımsız düşünce. bilimsel sosyalizim * İhtilâlci sosyalizm, Marxçılık. bilimsel toplantı * Uzmanların katılımı ile gündemi bilimsel konuların oluşturduğu toplantı. bilimselleştirme * Bilimselleştirmek işi. bilimselleştirmek * Bilimin metotlarına uygun duruma getirmek. bilimsellik * Bilimsel olma durumu. bilimsiz * Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî. bilimsizlik * Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş. bilincine varmak * anlamak, kavramak. bilincini yitirmek * bilincini herhangi bir sebeple yitirmek. bilinç * İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur.
* Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, şuur.
* Temel bilgi, temel görüş.
* Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumların bütünü.
* Dimağ.bilinç akışı * Düşüncelerin arka arkaya birbirini izlemesi.
* Kişinin aklından geçenlerin birinci kişi ağzından yansıtılması.bilinç dışı * Bilinçsizce yapılan işve etkinliklerin bütünü gayrişuur.
* İnsan ruhunun, baskıaltında tutulan isteklerle bunlara bağlıdüşüncelerden oluşan ve bilince ulaşamayan
bölümü.bilinç kaybı * Hafıza yitimi. bilinçaltı * Bilinç dışı olmakla birlikte, dilendiği zaman kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin bölgesi, şuuraltı
tahteşşuur.bilinçlendirme * Bilinçlendirmek işi. bilinçlendirmek * Bilinçli duruma getirmek. bilinçlenme * Bilinçlenmek işi. bilinçlenmek * Bilinçli duruma gelmek, şuurlanmak. bilinçli * Bilinci olan, bilinçle yapılan, şuurlu.
* Eleştirmeli bir biçimde, kendi etkinliğinin farkında olan, şuurlu.bilinçlilik * Bilinçli olma durumu şuurluluk.
* Nesne, olay ve edimlere uyanık bulunma durumu, şuurluluk.bilinçsiz * Bilinci olmayan, bilinçle yapılmayan, şuursuz.
* Kendi etkinliğini eleştirmeli bir biçimde sezmeyen, şuursuz.bilinçsizlik * Biliçsiz olma durumu, şuursuzluk.
* Nesne, olay ve işlere karşıuyanık bulunmama durumu, şuursuzluk.bilindik * Bilinen. bilinemez * İnsan aklıyla bilinemeyen şey. bilinemezci * Bilginin bağıntılı olduğuna inanan (kimse).
* Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğretiyi benimseyen
(kimse), lâedri, agnostik.bilinemezcilik * Bilginin bağıntılı olduğuna ve bundan dolayısalt olmadığına inanan öğreti.
* Tanrı’nın ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğini ve bilinemeyeceğini ileri süren öğreti, lâedriye,
agnostisizm.bilinen * Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm. bilinme * Bilinmek işi. bilinmedik * Bilinmeyen. bilinmek * Bilmek işine konu olmak, anlaşılmak, öğrenilmek. bilinmeyen * Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul. bilinmez * Anlamı gizli ve anlaşılması güç olan, muğlâk.
* Belli olmaz, kuşkulu, meçhul.bilinmezlik * Bilinmez olma durumu. bilir * “Anlar”, “sayar”, “yapar” anlamları ile isimlerle birleşerek birleşik sıfat kurar. bilir bilmez * yarım bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan. bilirkişi * Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaşmazlığıçözümlemek için kendisine başvurulan kimse, uzman,
ehlihibre, ehlivukuf, eksper.
* Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düşüncesine başvurulan kimse,
ehlihibre, ehlivukuf.bilirkişi raporu * Bilirkişinin hazırlamışolduğu rapor. bilirkişilik * Bilirkişinin yaptığı iş. bilisiz * Öğrenim görmemiş, cahil. bilisizlik * Bilisiz olma durumu, cahillik. bilistifade * Yararlanarak. biliş * Canlının, bir nesne veya olayın varlığına ilişkin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf.
* Bildik, tanıdık, dost.bilişçıkmak * tanımak, önceden tanışolmak. bilişim * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişimde kullanılan ve özellikle elektronik aletler aracılığı ile
düzenli bir biçimde işlenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik.bilişim ağı * Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişim sistemi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 65
bilişim teknolojisi * Bilişimde kullanılan bütün araç ve gereçlerin oluşturduğu sistem. bilişimci * Bilişim alanında uzman kişi. bilişme * Bilişmek işi. bilişmek * Karşılıklı olarak birbirini tanımak, muarefesi olmak.
* Öğrenmek.billâhi * Tanrı’ya ant içerim” anlamında bir ant.
* “İnan olsun” anlamında kullanılır.billûr * Bazıcisimlerin aldıkları geometrik biçim.
* Duru ve temiz kesme cam, kristal.
* Billûrdan yapılmış.
* Koç yumurtası.billûr cisim * Gözde, irisin arkasında, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğündeki saydam cisim. billûr gibi * çok duru, çok temiz (su).
* çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
* (ses için) pürüzsüz.billûrî * Billûra benzer, billûr gibi. billûriye * Billûrdan yapılmışveya billûrla ilgili.
* Genellikle billûrdan yapılmışeşya satan dükkân.billûrlaşma * Billûr durumuna gelme.
* Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değişmeleriyle geometrik biçim alması, kristalleşme.billûrlaşmak * Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaşmak, kristalleşmek.
* Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.billûrlaştırma * Billûrlaştırmak işi. billûrlaştırmak * Billûr durumuna getirmek. billûrlu * İçinde billûr bulunan.
* Bol ışıklı, pırıl pırıl parlayan (yer).billûrsu * Billûra benzeyen, billûru andıran, kristaloit.
* Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karşıtı.bilme * Bilmek işi.
* Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
* Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.bilmece * Bir şeyin adınıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
okuyana bırakan oyun, muamma.
* Bilinmeyen şey, muamma.bilmece çözmek * bilmecenin cevabını bulmak. bilmece gibi konuşmak * açık, anlaşılır biçimde konuşmamak. bilmeden * bilmeyerek.
* sonucun ne olacağınıkestiremeden.bilmediği beşvakit namaz * her şeyi pek iyi bilir, anlamında bir söz. bilmek * Bir şeyi anlamışveya öğrenmiş bulunmak.
* Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak.
* Bir işyapmaya alışmışolmak, elinden gelmek.
* Tanımak, hatırlamak.
* Sanmak, var saymak, farz etmek.
* Anlamak.
* Sorumlu tutmak.
* İnanmak.
* Bazen “işine gelmek”, “uygun bulmak” anlamında da kullanılır.
* -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
* Saymak.
* Genişzamanın olumsuz birinci tekil kişisi olarak bilmem biçiminde kullanılınca duraksama, şaşma,
tereddüt anlamını verir.bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nasıl, ne) * önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılır. bilmemek * birlikte kullanıldığıfiilin bir türlü gerçekleşemediğini anlatır. bilmemezlik * Bilememe durumu, bilmezlik. bilmez * Anlamaz, kavramaz, hatırbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle “yapamaz”, “edemez” anlamlarında kullanılır. bilmezleme * Bilmezlemek işi, teçhil. bilmezlemek * Bir kimseyi, bir şey bilmez göstermek, teçhil etmek. bilmezlenme * Bilmezlenmek işi. bilmezlenmek * Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek. bilmezlik * Bilmez olma durumu, cehalet. bilmezlikten gelme * yazarın, bildiği belli olan bir şeyi bilmez veya başka türlü bilir görünecek yolda bir anlatışsanatı,
tecahülüarifane.bilmezlikten gelmek * bilmiyor görünmek. bilmiş * Her şeyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
* Bkz. çok bilmiş.bilmukabele * Karşılıklı olarak, karşılık olarak.
* (davranıştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.bilmünasebe * Sırası gelince, sırasıdüşünce. bilsat * Kuruluşlar, şirketler arasında bilgi satma, bilgileşim, bencmarking. bilumum * Bütün, hep, kamu, … -in hepsi. bilvasıta * (birinin) Aracılığı ile, araçla; doğrudan doğruya olmayarak, dolaylı. bilye * Taş, maden, toprak, cam gibi şeylerden yapılmışküçük yuvarlak, misket.
* Motorlu taşıtlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aşınmayıve enerji yitimini önlemek için,
göbeklerdeki yataklara yerleştirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.bilyeli * Bilyesi olan. bilyeli yatak * Bisiklet, otomobil gibi taşıtların tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacıyla içine çelik bilye yerleştirilmiş
bölüm.bilyon * Milyar. bin * On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artık.
* Bu sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 1000, M.
* Bir isimden önce geldiğinde aşırılık ve çokluk bildirir.bin bilsen de bir bilene danış * bir insan bir şeyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir. bin bir * Pek çok, çok sayıda. bin bir ayak bir ayak üstüne * herkesin ayakta olduğu kalabalık. bin can ile * çok isteyerek, gönülden. bin dallı * Çoğunlukla mor kadife üzerine sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmişgiysi veya örtü. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 66
bin derde deva * pek çok işe yarayan; her sıkıntıyı gideren. bin dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. bin işçi, bir başçı * her işe, başolacak bir kimse gerekir. bin kalı ba girmek * birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek. bin kat * Pek çok, kıyaslanmayacak ölçüde. bin nasihatten bir musibet yeğdir * yaşanmışolaylar, öğütlerden çok daha etkilidir. bin pişman olmak * çok pişman olmak. bin tarakta bezi olmak * birçok işle uğraşmak. bin türlü * Birbirinden çok farklı, çok değişik. bin yaşa! * (memnunluk bildirmek için kullanılan söz) çok yaşa!. bin zahmetle * çok zor, büyük zorlukla. bina * Yapı.
* Arapça fiil çatısınıkonu edinen bilim ve kitap.
* Çatı.bina etmek * yapmak, kurmak, inşa etmek.
* (bir düşünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.binaen * -den dolayı, -den ötürü, -diği için.
* Dayanarak.binaenaleyh * Bundan dolayı, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine. bînamaz * Bkz. beynamaz. binbaşı * Rütbesi yüzbaşı ile yarbay arasında bulunan ve asıl görevi tabur komutanlığı olan subay. binbaşılık * Binbaşırütbesi veya binbaşının görevi. binde bir * çok seyrek olarak. bindi * Destek, hamil. bindiği dalıkesmek * (kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi) farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek. bindirilme * Bindirilmek işi veya durumu. bindirilmek * Bindirmek işi yapılmak. bindirilmişkuvvetler * Motorlu taşıtlara bindirilmişasker birlikleri. bindirim * Fiyat artırma, zam. bindirimli * Fiyatıartırılmış, zamlı. bindirme * Bindirmek işi.
* Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahşap parçalarının durumu.
* Çıkarma harekâtına katılacak birliklerin, çıkarma yerine gitmek için kendilerine ayrılan deniz araçlarına
binmeleri.bindirme kilit * Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapının arkasına doğrudan vidalanan, basit mekanizmalıkilit. bindirmek * Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak.
* (taşıt) Baştarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak.
* Eklemek, katmak.binek * Binmeye ayrılmışşey ve daha çok at.
* Üzerine binilen, binmeye yarayan.binek atı * Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiştirilen at. binek taşı * At veya arabaya binmek için üstüne çıkılan yüksekçe taş. biner * Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olarak. bingi * Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arasınıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçalarından
her biri.bini * Binme işi.
* Kapı, dolap gibi şeylerin, kanatlarıkapanınca kalan aralığıörtebilmek için bu kanatların kenarına çakılan
çıta.bini aşmak * çok fazla olmak. bini bir paraya * pek çok ve ucuz.
* pek çok yapılan, pek çok olan.binici * Binen.
* Ata iyi binen kimse.binicilik * Ata binme ustalığı.
* Ata binilerek yapılan spor.binilme * Binilmek işi. binilmek * Binmek işi yapılmak. binin yarısı beşyüz (o da bizde yok) * çok düşünceli görünen birine şaka yollu “aldırma!” anlamında söylenir. bininci * Bin sayısının sıra sıfatı, sırada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen. biniş * Binmek işi veya biçimi.
* Atlıalay.
* Atlıalayda giyilen giysi.
* Yüksek aşamalı bilginlerin ve yeniçeri subaylarının giydikleri cübbe.
* Üniversite öğretim üyelerinin giydikleri cübbe.binişme * Binişmek durumu. binişmek * İki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
* Kas kirişleri birbiri üstüne binmek.
* Kırık bir kemiğin iki parçası birbiri üstüne gelmek.binit * Üstüne binilen hayvan, binek atı. binit * Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta. binlerce * Birçok bin; pek çok. binlik * Bin liralık kâğıt para.
* Yaklaşık olarak üç litrelik büyük şişe.
* Bin tanesi bir arada olan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 67
binme * Binmek işi. binmek * Yüksek bir şeyin veya bir hayvanın üstüne çıkıp ayaklarınısallandırarak oturmak.
* Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taşıtta yer almak.
* (bisiklet motosiklet, binek hayvanı için) Kullanmak.
* İşistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
* Bir şey sıkışarak yanındakinin üstüne çıkmak.
* Fiyat artmak.
* Eklenmek, katılmak.binnetice * Sonuç olarak, nihayet. binyıl * Bin yılı içine alan zaman dilimi. biokütle * Belirli zamanda sınırları belirli bir biyotopta bulunan canlı organizmaların toplam kütlesi. biomedikal * Hem biyoloji hem de tıpla ilgili olan. biomekanik * Biyoloji, fizyoloji ve tıp konularınımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme. biomikroskop * Kendine özgü bir ışık ile kullanılan çift göz mercekli mikroskop. bîperva * Çekinmez, sakınmaz, korkusuz, gözü pek.
* Çekinmeden, korkmadan.bir * Sayıların ilki.
* Bu sayıyı gösteren rakam 1, I.
* Bu sayıkadar olan.
* Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir.
* Tek.
* Birleşik.
* Eş, aynı, bir boyda.
* Ortaklaşa olan, müşterek.
* Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer.
* Sıfat veya zarf durumunda başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
* (tekrarlanarak) Bir kez.
* Sadece.
* Ancak, yalnız.bir (veya sağ) elinin verdiğini öbür (veya sol) elin duymasın * yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülmemelidir. bir (veya tek başına) * yalnız olarak, yanında kimse bulunmadan.
* başka birinin yardımı olmaksızın.bir …, bir (veya bir de) * hem …. hem. bir abam var atarım, nerede olsam yatarım * tek başına bulunan kimsenin istediği yerde barınıp rahat edebileceğini anlatır. bir acıkahvenin kırk yıl hatırıvardır * Bkz. bir fincan kahvenin kırk yıl hatırıvardır. bir ağızdan * hep birlikte, beraberce, hep birden. bir ağızdan çıkıp bin dile yayılır * ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır. bir alay * Birçok, bir sürü, pek çok. bir âlem * Kendine özgü bir niteliği olan. bir an * Çok kısa bir süre için kullanılır. bir an önce * Bir ara, olabildiği kadar tez. bir ara * Kısa bir süre.
* Geçmişte bir zaman.bir araba * Odun, kömür gibi bazışeylerin ölçü birimi.
* Pek çok, fazla.bir arada * Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak. bir aralık * Bir ara. bir araya gelmek * bir yerde toplanmak, buluşmak. bir araya getirmek * toplamak. bir arpa boyu (gitmek veya yol almak) * çok az. bir aşağı bir yukarı * amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır. bir atımlık barutu olmak (veya kalmak) * bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak. bir avuç * Bir avuç dolduracak kadar.
* Az, çok az.bir ayağıçukurda olmak * yaşayacak çok az zamanıkalmışolmak; çok yaşlanmışolmak. bir ayak önce (evvel) * bir an önce. bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek) * çok kısa sürede pek çok yalan söylemek. bir baba dokuz evlâdı besler, dokuz evlât bir babayı beslemez * çok çocuğu olan baba, her çocuk babasına bakılmasınıötekinden beklediği için sıkıntıda kalır. bir bakıma * Başka bir görüşle, başka bir düşünüşle. bir baltaya sap olmak * belirli bir işsahibi olmak. bir bardak suda fırtına koparmak * önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek. bir başına * Tek başına. bir baştan (veya uçtan) bir başa (veya uca) * bir yerin bir sınırdan öbür sınırına kadar. bir ben, bir de Allah bilir * sıkıntılıdurumlarda söylenilen bir deyim. bir biçimine getirmek * çözüm yolu bulmak. bir bir * Bkz. hepyek. bir bir * Birer birer, ayrıayrı.
* Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz.bir boy * Bir kez.
* Hele.bir boyda * Boylarıeşit. bir boydan bir boya * Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa. bir bu eksikti * sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkmasıüzerine söylenir. bir çatıaltında (olmak veya bulunmak) * aynıyapı içinde. bir çekirdek geri kalmamak * bütünüyle denk olmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 68
bir çenekliler * Oğulcuğu bir çenekten oluşmuş, kapalıtohumlulardan bir bitki sınıfı. bir çenetli * Kapsüllü yemişlerin tek parçalı olanları. bir çırpıda * bir ele alışta, ele alır almaz, çabucak. bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz * küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz.
* çapkın kimseler için kullanılır.bir çift * Bir takım.
* Biraz, bir iki.bir çift söz * Bir iki söz. bir çift sözü olmak * söyleyecek bir şeyleri bulunmak. bir çokları * çok sayıda olan (kimse veya şey). bir çöplükte iki horoz ötmez * bir yerde iki kişi başolmaz. bir çuval inciri berbat etmek * düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlışdavranışlarla bozmak. bir daha * bir kez daha.
* hiçbir zaman.bir daha yüzüne bakmamak * darılıp ilgiyi kesmek. bir dalda durmamak * sık sık işveya düşünce değiştirmek. bir damla * Çok az.
* (çocuk için) Çok küçük.bir de * ve olana katarak, fazladan.
* umulanın veya beklenilenin dışında bir durumu anlatan cümlelerin başına gelir.bir dediği bir dediğini tutmamak * söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak. bir dediği iki olmamak * her istediği yapılmak. bir dediğini iki etmemek * her istediğini hemen yapmak. bir defa * Olup bitti anlatan cümlelere katılır.
* “ilk önce”, “hele” anlamında da kullanılır.bir defada * ara vermeksizin. bir defalık * Bir kere yapmaya yetecek kadar.
* Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.bir deli kuyuya bir taşatar, kırk akıllıçıkaramazmış * bazen bir kimsenin yaptığıyersiz bir iş, birçok kimse tarafından düzeltilemez. bir derece (veya bir dereceye kadar) * biraz. bir deri bir kemik (kalmak) * çok zayıflamak. bir dikili ağacı olmamak * evi veya mülkü olmamak. bir dirhem * Çok az, birazcık. bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek * verimi az, zahmeti çok olan bir işle uğraşmak. bir dirhem et bin ayıp örter * biraz kilo almak bazen insanı güzelleştirir. bir dokun bin ah işit (dinle) kaseifağfurdan * insanlarıkonuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter. bir dolu * Birçok. bir don bir gömlek * yarıçıplak. bir dostluk kaldı! * az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi. bir dudağıyerde bir dudağı gökte * masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin. bir düziye * Sürekli olarak. bir el * (ateşli silâh için) bir kez atım. bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar * bazıdurumlarda yardımcısız işyapılmayacağınıanlatır. bir elden * aynıkimse tarafından.
* bir merkezden.bir eli yağda bir eli balda (olmak) * varlık ve bolluk içinde olmak. bir elin sesi çıkmaz * bir davanın bir kişi tarafından savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
* yardımlaşarak işler daha kolay başarılır.bir elini bırakıp ötekini öpmek * aşırısaygı göstermek. bir elle verdiğini öbür elle almak * yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek. bir elmanın yarısı o, yarısı bu * birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır. bir evcikli * Mısır, ceviz, fındık gibi erkek ve dişi organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki). bir fende kazık kakmak * bir bilgi veya bilim dalında saplanmışkalmak. bir fincan (veya bir acı) kahvenin kırk yıl hatırıvardır * iyilik küçük de olsa unutulmaz. bir gecelik * Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait. bir gömlek aşağı * bir derece daha düşük (birinden). bir gömlek fazla eskitmişolmak * birinden daha yaşlıve daha görmüşgeçirmişolmak. bir göz ağlarken öbür göz gülmez * keder veya sıkıntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir. bir göz gülmek * hem gülüp hem ağlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 69
bir gözeli * Yapısıtek bir hücreden oluşan (hayvan veya bitki), tek hücreli. bir gözeliler * Yapısıtek bir hücreden oluşan hayvanlar veya bitkiler. bir gün evvel * olabildiği kadar çabuk. bir günden bir güne * hiç, hiçbir zaman. bir günlük beylik beyliktir * hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir. bir güzel * Çok iyi, iyice. bir hâl olmak * bir şeyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek.
* huyu değişmek.
* kazaya uğramak, ölmek.bir hamlede * Çabucak, bir atılışta. bir hayli * Epey, çok. bir hoş * Tuhaf bir şekilde, garip. bir hoşeylemek * hüzünlendirmek. bir hoşolmak * şaşırmak.
* hüzünlenmek.bir hoşluğu olmak * bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak. bir hücreli * Bkz. bir gözeli. bir içim su (gibi) * (kadın için) çok güzel. bir iğne bir iplik olmak * Bkz. iğne ipliğe dönmek. bir iki * Birtakım, bazı, bir parça, biraz, çok az sayıda, birkaç kez. bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken) * duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan, duraksamadan. bir işaretine bakmak * bir işi yapmak için hazır beklemek. bir iştir oldu * istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenir. bir kafada * aynıdüşüncede. bir kalem * Bir an için.
* Aynı, benzer, tek tür.bir kalem geçmek * boşvermek, bir an için göz ardıetmek. bir kalemde * birden ve toptan. bir kapıya çıkmak * aynısonuca varmak. bir karar * Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değiştirmeden. bir kararda bir Allah * insan talihinin her an değişebileceğini ve bunun olağan karşılanmasınıöğütler. bir karış * Çok kısa.
* Çok az.bir karış beberuhi * çok kısa boylu kimse. bir karıyla bir koca, dırdır eder her gece * sıkıntıveya yalnızlık yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaşır, anlamsız konuşur. bir kaşık suda boğmak * bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. bir kazanda kaynamak * anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak. bir kenarda durmak * gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak. bir kere * Aslında.
* Bir kez, bir defa.bir kerecik * Bir defaya mahsus olarak. bir kıyamettir gitmek (veya kopmak) * çok fazla gürültü, patırtı, telâşolmak. bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır * güzel şeyi herkes ister, ama o, ancak bir kişiye kısmet olur. bir kol çengi (olmak) * şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir. bir koltuğa iki karpuz sığmaz * aynızamanda birden çok işle ilgilenmek başarı için sakıncalıdır. bir koşu * Koşarak, koşa koşa, çabucak. bir koyundan iki post çıkmaz * birinden, gücünün yetmediği bir özveriyi beklememek gerekir. bir Köroğlu, bir Ayvaz * bir karıkocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığınıveya hiç çocukları olmadığınıanlatır. bir köşeye atmak * gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak. bir köşeye koymak * saklamak, biriktirmek. bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak * söylenen söze önem vermemek. bir kurşun atımı * kurşunun gidebileceği uzaklık. bir lokma bir hırka * hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatır. bir mum al da derdine yan * başkalarıyla uğraşacağına kendi durumunu düşün. bir nebze * Çok az, bir parça. bir nefeste * (söz ve içecekler için) Ara vermeden.