birinin çanına ot tıkmak (tıkamak veya tıkanmak) | * sesini çıkaramayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak. |
birisi | * Bilinmeyen bir kimse. |
birisinden biri | * içlerinden biri, birkaç kişiden herhangi biri. |
birkaç | * Çok olmayan, az sayıda, az. |
birkaçı | * Az sayıda olan kimse veya şey. |
birleme | * Bir etme, tek duruma getirme. * Tanrı’nın birliğini dile getirme, tevhit. |
birlemek | * Bir etmek, tek duruma getirmek. * Tanrı’nın birliğini dile getirmek, zikretmek. |
birler | * Ondalık sayısistemine göre yazılan bir tam sayıda sağdan sola doğru ilk sayının bulunduğu basamak. |
birleşen | * Birbirini kesen, bir noktada kesişen (doğru, yay). |
birleşik | * Bir araya gelmiş, birleşmişolan, müttehit. |
birleşik cümle | * Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle. |
birleşik fiil | * İsim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakımından kaynaşıp bütünleşen fiil: Reddetmek, hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi. |
birleşik isim | * Birleşik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalıplaşmışisim: Aslanağzı, başşehir, kaptıkaçtı, gecekondu gibi. |
birleşik kap | * Alt tarafından birleştirilmişkaplardan her biri. |
birleşik kaplar | * Alt taraflarından değişik boyut ve kesitlerde borularla birleştirilmişsistem. |
birleşik kelime | * Ses düşmesi, ses türemesi, kelime türünün değişmesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam kaymasıdolayısıyla aralarına ek girmeyerek kalıplaşmışiki veya daha çok sözden oluşan kelime: pazartesi (< pazar ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı(< ayak kabı), delikanlı(<deli kanlı), kaptıkaçtı(< kaptıkaçtı) gibi. |
birleşik oturum | * Bir arada yapılan oturum. |
birleşik oy pusulası | * Seçime katılan bütün partilerin adaylarınıayrıayrı gösteren oy pusulası. |
birleşik zaman | * Yalın zamanlıve çekimli bir fiilin -di (i-di), -miş(i-miş,), -se (i-se) gibi ek fiil eklerinden birini alarak bildirdiği zaman: Sevdiydi (sevdi-y-di <sevdi+i-di), sevecekmiş(sev-ecek-miş< sev-ecek + i-miş) sev-er-se (sev-erse < sev-er + ise) gibi. |
birleşilme | * Birleşilmek işi veya durumu. |
birleşilmek | * Birleşmek işi yapılmak, bir araya gelinmek, buluşulmak. |
birleşim | * Birleşmek işi. * Bir meclisin bir gün içindeki toplanmaları, inikat. * Döllenmek için erkekle dişi hayvanın bir araya gelmesi. |
birleşme | * Birleşmek işi. |
birleşme değeri | * Basit bir cismin bir atomu ile birleşebilecek olan hidrojen atomlarının en yüksek miktarı. |
birleşmek | * Ayrı iken tek bir bütün durumuna gelmek. * Buluşmak, bir araya gelmek. * Uyuşmak, aynı görüşte olmak. * Aynıamaç çevresinde toplanmak. * Kaynaşmak. * Cinsel ilişkide bulunmak. |
birleştirici | * Birliği sağlayan. * Uzlaşmayısağlayan. * İki veya daha çok nesnenin birleşmesini sağlayan. |
birleştirme | * Birleştirmek işi veya durumu. |
birleştirmek | * Bir araya getirmek. |
birli | * İskambil, domino gibi oyunlarda bir işaretini taşıyan kâğıt veya pul, as. |
birlik | * Tek, bir olma durumu, vahdaniyet. * Bir taneden oluşmuş, bir tane alabilen. * Birleşmiş, bir arada olma durumu, vahdet. * Bağlılık, benzerlik, bağlantı, vahdet. * Belli bir topluluğun yararlarınıkorumak için kurulmuşdernek. * Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayılan topluluk. * Konunun bir ana düşünce çevresinde toplanması. * Bölünmezliği içeren yalın bütün. * En büyük değerdeki nota, dört dörtlük. |
birlik olmak | * bir işi yapmak için anlaşmak. |
birlikte | * Bir arada, beraberce. * Yanında, beraberinde. |
birliktelik | * Birlikte olma durumu. |
birlikten kuvvet doğar | * toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağlar. |
birsam | * Sanrı, halüsinasyon. |
birtakım | * Belirsiz olarak çokluğu anlatır (nitelediği isim çokluk biçimde olur), kimi, bazı. |
birun | * Osmanlısarayında Harem dairesinin ve Enderun’un dışında kalan bölüm. |
biryan | * Tandırda susuz pişirilen kebap. |
biryan pilâvı | * Biryan yağı ile pişirilen pilâv. |
biryan yağı | * Tandırda susuz pişirilerek yapılan kebaptan çıkan yağ. |
biryancı | * Biryan yapan veya satan kimse. |
bisiklet | * Tekerleğin ayakla çevrilmesiyle hareket eden iki tekerlekli taşıt, çiftteker. |
bisiklet yolu | * Trafikte bisikletlerin geçmesine ayrılmışdar yol. |
bisikletçi | * Bisikletle spor yapan kimse, çifttekerci. |
bisikletçilik | * Bisikletle yapılan spor, çifttekercilik. * Bisiklet satma, onarma işi. |
bisikletli | * Bisikleti olan. |
bisikletsiz | * Bisikleti olmayan. |
bisküvi | * Un, süt, şeker veya tuzla yapılan ince, gevrek kuru pasta türü. |
bismillâh | * “Allah’ın adı ile” anlamında, bir işe başlarken söylenen veya şaşırma, korku gibi duyguları belirten söz. |
bismillah demek | * bir işe uğurlu olmasıdileği ile başlamak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 73
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 74
bistro * İçkili kahve, küçük lokanta. bisturi * Neşter. bisülfat * Hidrojenli sülfatlara verilen ad. bisülfür * Molekülünde iki kükürt atomu bulunduran birleşik. bişek * Yayık dövmede kullanılan araç. bişi * Çörek, tatlı bir ekmek türü. bit * Yarım kanatlılar alt takımına giren, insan ve memeli hayvanların vücudunda asalak olarak yaşayan böcek,
kehle (Pediculus).bit kadar * en küçük, en ufak, çok küçük. bit otu * Sıracagillerden, birçok çeşitleri bulunan ve kuzey yarım kürede yetişen bir bitki.
* Bitlere karşıkullanılan bir madde.bit yeniği * Bir işin gizli kalmışkötü ve aksak yanı, kuşkulu bir nokta. bîtap * Bitkin, yorgun. bîtap düşmek * çok yorulmak, yorgun düşmek. bîtaraf * Yansız, tarafsız. bîtaraflık * Yansız olma durumu, yansızca davranış. bitek * Bol ve iyi bitki yetiştiren, verimli (toprak), mümbit. bitelge * Toprağın bitki yetiştirme gücü. bitevi * Bkz. biteviye. biteviye * Aynı biçimde, sürekli olarak. biteviyelik * Aynı biçimde sürüp gitme durumu. bitey * Bitki örtüsü, flora. biti kanlanmak * sıkıntı içinde yaşayan bir kişi para ve varlık yönünden güçlenmek. bitik * Yorgunluk veya hastalıktan gücü kalmamış.
* Durumu kötü, fena.
* Yapışık, dolaşık,ekli.bitiklik * Bitik olma durumu. bitim * Bitmek işi.
* Son, nihayet, münteha.bitimli * Sonu olan, sonlu. bitimsiz * Sonu olmayan, sınırlandırılıp belirlenmeyen, namütenahi. bitirilme * Bitirilmek durumu. bitirilmek * Bitirmek işine konu olmak. bitirim * Çok hoşa giden (kimse, yer).
* Barbut oynatılan yer, kahve, kumarhane.
* Yaman, zeki, çok beğenilen.bitirim yeri * Kumarhane. bitirimci * Barbut kahvesi işleten, barbut oynatan kimse. bitirimhane * Kumar oynanan yer, kumarhane. bitirişyemi * Et üretimi için beslenen hayvanlara belirli bir devreden itibaren besi sonuna kadar yedirilen ve enerji değeri
daha yüksek olan karma yem.bitirme * Bitirmek işi, itmam, mezuniyet. bitirme fiili * Etmiş biçimindeki sıfat-fiille ve olmak yardımcısıyla yapılan ve fiilin, yardımcıfiilin işaret ettiği zamandan
önce olup bittiğini anlatan birleşik fiil.bitirmek * Bitmesini sağlamak,sona erdirmek, tüketmek, tamamlamak, sonuçlandırmak.
* Güçsüz düşürmek, bitkin duruma getirmek, yormak.
* Onulmaz duruma getirmek, mahvetmek.bitirmiş * Bir bilim dalında veya başka bir alanda bilginin doruğuna ulaşmış(kimse).
* Bilgili, açıkgöz.bitiş * Bitmek işi veya biçimi, bitme, sona erme. bitişik * Birbirine dokunacak kadar yakınlaşmışveya yan yana olan.
* Yandaki ev, komşu.
* Yan, yandaki.bitişik çanak yapraklılar * Çanak yaprakları birbirine bitişmiş bulunan bitkiler. bitişik taç yapraklılar * Taç yaprakları birbirleriyle yandan bitişik olan bitkiler. bitişiklik * Bitişik olma durumu. bitişimli * Bitişken. bitişken * Kelime üretim ve çekiminde ekler getirilirken kökü veya gövdesi değişikliğe uğramayan (dil), iltisakî. bitişken dil * Kelime kökleri değişmeyen, eklerle türetilen dil. bitişkenlik * Bitişken olma durumu.
* Yeni bir kelime türetmek için köklere ek getirme özelliği.bitişme * Bitişmek işi, ittisal. bitişmek * Birbirine dokunacak kadar yanaşmak. bitiştirme * Bitiştirmek işi. bitiştirmek * Bitişmesini sağlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 75
bitki * Bulunduğu yere kökleriyle tutunup gelişen, döl veren ve hayatınıtamamladıktan sonra kuruyarak varlığı
sona eren, yosun, ot, ağaç gibi canlıların genel adı, nebat.bitki bilimci * Bitki bilimiyle uğraşan, bitki bilimi uzmanı, botanikçi. bitki bilimi * Bitkileri inceleyen bilim kolu, botanik. bitki bitleri * Bitkiler üzerinde yaşayan, kırmız böceği, ağaç biti, çiçek veya fidan biti gibi böceklerin ortak adı. bitki coğrafyası * Yeryüzünün bitki örtüsünü ve bu örtünün çevreyle ilgisini inceleyen coğrafya bilimi. bitki örtüsü * Bir bölgede yetişen bitkilerin topu, bitey, flora. bitki patalojisi * Bitki hastalıklarını inceleyen bilim dalı. bitki sütü * Süt görünüşünde bitki öz suyu. bitki topluluğu * Benzer doğal olaylara ve yaşama koşullarına uymuş, belirli bir görünüşalmış bitkilerin bir araya gelmiş
durumu.bitkici * Bitki yetiştiren kimse. bitkicilik * Bitki yetiştirme işi. bitkileşme * Bitkileşmek işi veya durumu. bitkileşmek * Bitki durumuna gelmek. bitkimsi * Bitkiye benzer, bitkiyi andırır. bitkimsi hayvanlar * Mercan, sünger gibi bitki görünümünde olan hayvanlar. bitkin * Gücü tükenmişolan, çok yorgun. bitkinlik * Bitkin olma durumu. bitkisel * Bitki ile ilgili, bitki cinsinden olan; bitkiden elde edilen, nebatî. bitkisel hayat * Hastalık veya kaza sebebiyle bilinçsiz ve hareketsiz duruma gelen kişinin hayatı. bitkisel kazein * Küspe ve sıvıyağartıklarından elde edilen azotlu madde. bitkisel yağ * Bitkilerden değişik yöntemler kullanılarak elde edilen yağ. bitleme * Bitlemek işi. bitlemek * Birinin bitlerini ayıklamak. bitlenme * Bitlenmek işi. bitlenmek * Üzerinde bit üremek.
* Kendi bitlerini ayıklamak.bitler * Kanatlılar alt sınıfına giren, ağız yapılarısokup emmeye elverişli, memelilerde yaşayan ve kanla beslenen bir
böcek takımı.bitli * Üstünde bit bulunan.
* Cimri.bitli (veya kurtlu) baklanın da kör alıcısı olur * işe yaramaz da olsa, her şeyin isteklisi bulunduğunu anlatır. bitli kokuş * üstü başıkirli, vücut temizliğine bakmayan (kadın). Bitlis köftesi * Yağsız kıyma, köftelik bulgur, pirinç, yağ, nar, yumurta ve baharat kullanılarak hazırlanan ceviz
büyüklüğünde bir yemek.bitme * Bitmek işi. bitmek * Tükenmek.
* Sona ermek.
* Çok yorulmak, güçsüz kalmak, çok zayıflamak.
* Çok sevmek, bayılmak, beğenmek.bitmek * Bitki, tüy, saç gibi şeyler için, çıkıp yetişmek.
* Beklenmedik zamanda ortaya çıkmak.bitmek tükenmek bilmemek * bir türlü sonu gelmemek, eksilmemek. bitmez tükenmez (veya bitip tükenmez) * hiç bitmeyen, sonu gelmeyen, uçsuz bucaksız. bitmişi * pazarlıkta bir şeyin son fiyatı. bitnik * Genel davranışlarıve hırpanî giysileri ile toplum hayatından kopma eğilimi gösteren ve toplum dışında bir
yaşantısı olan genç.bitpazarı * Eski eşyanın alınıp satıldığıpazar. bittabi * Doğal olarak, tabiatı ile, tabiî, elbette. bitter * Bir çeşit acı bira.
* Bir çeşit ardıç rakısı.
* Acıçikolata.bitüm * Keskin bir koku, alev ve koyu duman çıkararak yanan, karbon ve hidrojen bakımından çok zengin tabiî
yakıt maddelerinin genel adı, yer sakızı.
* Yol kaplamasında, kâğıt ve çatıların su geçirmez duruma getirilmesinde, kömür tozundan briket yapımında
vb. kullanılan, tabiî ısıda katı, yoğunluğu bire yakın, koyu kestane renginde madde.bitümleme * Bitümlemek işi. bitümlemek * Belirli bir kalınlıkta bitüm ile örtmek. bitümlü * İçinde bitüm bulunan veya bitümün bütün özelliklerini gösteren. bîvefa * Sevgisine bağlı olmayan, vefasız. biyaprak * Yapraklarıhalka dizilişli, daha çok akvaryumlarda bulundurulan su bitkisi. biye * Genellikle giysinin yaka, kol, etek çevresine kendi kumaşından veya başka kumaştan geçirilen ince şerit. biyel * Makinelerde, bir ucu pistona, öbür ucu volanı çeviren kaldıraca geçirilmiş bulunan hareketli çubuk. biyelcik * Küçük biyel, küçük hareketli çubuk. biyeli * Biye geçirilmiş, biyesi olan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 76
biyesiz * Biyesi olmayan, biye geçirilmemişolan. biyoelektrik * Canlıvarlıkların ürettiği elektrik. biyoelektronik * Moleküler biyolojinin hücrelerin yapısına giren moleküller arasında geçerli elektrostatik güçlerini inceleyen
bölümü.biyoenerji * Biyokütlenin kimyasal dönüşümüyle elde edilen enerji. biyofizik * Fizyolojide geçen fiziksel olayların bilimi, biyolojik fizik. biyogaz * Ahır gübresinden elde edilen yanıcı gaz, gübre gazı. biyograf * Hayat hikâyesi yazarı. biyografi * Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi. biyografik * Biyografi ile ilgili. biyojeografi * Bitki ve hayvanların yeryüzü üzerindeki dağılımınıve bunun sebeplerini inceleyen bilim, biyoloji
coğrafyası.biyokatalizör * Canlıdokuların hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandıran veya
kolaylaştıran madde.biyokimya * Hücreden en gelişmişorgana kadar canlıdokuları inceleyen ve bunları oluşturan maddeleri araştıran bilim
dalı.biyolog * Biyoloji ile uğraşan kimse, biyoloji uzmanı. biyoloji * Bitki ve hayvanların doğma, gelişme, üreme gibi yaşayışevrelerini inceleyen bilim, dirim bilimi. biyolojici * Okulda biyoloji dersini veren öğretmen. biyolojik * Biyoloji ile ilgili, dirimsel, dirim bilimsel. biyometeoroloji * Canlılar üzerinde hava olaylarının etkisini inceleyen bilim. biyonik * Biyoloji ve elektronikle ilgili olan.
* Dirim kurgu.biyopsi * Mikroskopta yapısını incelemek amacıyla canlıdan bir doku parçasıalma. biyopsi yapmak * parça almak. biyosfer * Üzerinde hayat olan yeryüzü bölgesi. biyoşimi * Organ dokularındaki kimyasal olayları inceleyen kimya kolu. biyotit * Bir çeşit kara renkli mika. biz * Çoğul birinci kişi zamiri.
* Resmî konuşmada, bazen teklik birinci kişi zamiri ben yerine kullanılır.
* (bazıyazarlar için) Ben zamirinin yerine kullanılır.biz * Katı bir şeyi dikerken iğne geçirecek yeri delmek için kullanılan, çelikten yapılmış, sivri uçlu ve ağaç saplı
araç, tığ.
* Maraşişinde kalın karton parçalarının iğneyi kırmamasını sağlamak ve delik delmek işleminde kullanılmak
üzere hazırlanmıştahta saplı, ince sivri uçlu bir tür çuvaldız.biz * Ülkemiz sularında yaşayan bir mersin balığıtürü, şip (Acipenser nudiventris). biz attık kemik diye, el kaptı ilik diye * bizim işe yaramaz diye vazgeçtiğimizi başkalarıdeğerli buldu. biz bize * Yalnız biz, aramızda yabancı bir kimse olmaksızın. biz bize benzeriz * aramızda fark yok, özelliklerimiz veya tutum ve davranışlarımız aynıdır. biz kırk kişiyiz, birbirimizi biliriz * birbirimizi çok yakından tanırız; onun öyle bir üstün durumu olmadığını biliriz. bîzar * Tedirgin, bezmiş, usanmış, bezginlik getirmiş. bizar etmek * tedirgin etmek, usandırmak. bizar olmak * usanmak, bıkmak. bizatihi * Kendiliğinden, kendinden, özünden, kendisi. bizce * Bize göre. bizcileyin * Bizim gibi. bizden * Bizim tarafımızda olan (kimse). bizdenlik * Bizden olma durumu. bize de mi lolo? * işin içinde bir işolduğunu bilmez miyiz sanıyorsunuz?. bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başınıaçar * bize yabancıduran yakınımız, dostumuz, akrabamız başkalarına rahatça içtenlikle, yardım eder. bizimki * Bizim olan, bizimle ilgili olan.
* Kadınların kocalarından, kocaların karılarından söz ederken kullandıklarısöz.
* Yakın çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanılır.bizleme * Bizlemek işi. bizlemek * Ucu çivili değnekle hayvanıdürtmek. bizlengiç * Ucu çivili değnek. bizmut * Atom sayısı83, atom ağırlığı209 olan, 271,3° C de eriyen, yoğunluğu 9,8 olan, kızılımsı beyaz renkli,
kırılgan ve katı bir element. Kısaltması bi.
* İlâç olarak kullanılan ve asıl maddesi bizmut olan karışım.bizon * Amerika’da yaşayan bir cins hörgüçlü yaban öküzü. bizzat * Kendi, kendisi, şahsen. blâstulâ * Yumurta hücresi embriyon olurken morulânın gelişerek içi boşyuvarlak biçime girmesi durumu, morulâ. blender * Pişirmeden önce malzemeyi kesip karıştıran elektrikli alet. blok * Kocaman ve ağır kitle.
* Birden çok bölümü bir araya getirilmişolan, bir bütün oluşturan.
* Politik çıkarlarısebebiyle birlik kuran devletler topluluğu.
* İçine resim veya yazıkâğıtlarıkonulan karton kap.
* Birbirine bitişik büyük yapılar.
* Voleybolda, file üstünde karşı oyuncunun topu sert vururken, önünde iki veya üç kişinin elleri ile
oluşturduklarıperde. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 77
blok inşaat * Birbirine bitişik yapılan yapılar. blokaj * Bloke etmek işi.
* Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
* Sivri taşların toprak zemine dikine çakılarak, üzerine beton dökülmesiyle yapılan dolgu.
* Bankacılıkta bir varlığın yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafından kullanılamamasıdurumu.bloke * Kullanılmasıönlenmiş, el konulmuş. bloke çek * Keşideci tarafından anlaşmazlığın çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü. bloke etmek * kullanılmasınıönlemek amacıyla el koymak.
* savaşdurumundaki bir ülkenin dışülkelerle ilişkisini engellemek.
* kapatmak, durdurmak.
* (futbolda kaleci) topu yakalamak.bloklaşma * Bloklaşmak işi. bloklaşmak * Blok durumuna gelmek. bloknot * Yapraklarıkolayca çıkartılabilecek biçimde yapılmışnot defteri. bloksuz * Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantısız. bloksuzluk * Bloksuz davranma, bağlantısızlık. blöf * İskambil oyunlarında elindeki kâğıtları olduğundan başka gösterme davranışı.
* Karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için söylenen asılsız söz veya takınılan aldatıcı
tavır, kuru sıkı.blöf yapmak * karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için aslı olmayan söz söylemek veya aldatıcı
tavır takınmak.blöfçü * Blöf yapan (kimse). blûcin * Giysi yapılan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılan (giysi).blûm * Bir tür iskambil oyunu. blûz * Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaştan yapılan veya iplikten örülen kadın giysisi. boa * Boagillerden, yalnız Güney Amerika’da yaşayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yılan (Boa constrictor).
* Kadınların boyunlarına aldıklarıyılan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.boagiller * Avlarınıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarıp sıkarak boğan ve ezen sarılgan yılanlarıkapsayan zehirsiz
yılanlar familyası.boalar * Sürüngenler sınıfının, yılanlar takımının bir bölümü. bobin * Makara.
* Fotoğraf filmi rulosu.
* (kâğıt ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafına sarılmışkâğıt veya kartonun sürekli
uzunluğu.
* İçinden elektrik akımı geçebilen yalıtılmıştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarılı bulunduğu silindirden
oluşan aygıt.bobin kırıcı * Dağınık iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elverişli biçime getiren makinede çalışan (kimse). bobinaj * Bir filmi veya mıknatıslıkuşağı bir makaradan başka bir makaraya sarma. boca * Geminin rüzgâr almayan yanı, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karşıtı, poca. boca alabanda * Boca etme komutu. boca etmek * geminin başını bocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
* (birden çevirip) boşaltmak, dökmek.bocalama * Bocalamak işi. bocalamak * (gemi) Rüzgâra karşı gidemeyerek sürüklenmek.
* Bir işte tutulması gereken yolu kestirememek, ne yapacağını bilememek, kararsız olmak.bocalatma * Bocalatmak işi. bocalatmak * Bocalamasına yol açmak. boci * Ağır yük taşımaya yarayan, iki kalın ve küçük tekerleği olan el arabası. bocuk * (Ortodokslarca kutlanan) İsa’nın doğum yortusu.
* Domuz.bocuk domuzuna dönmek * çok semiz ve besili olmak. bocurgat * Ağır yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek şeyin bağlı bulunduğu
urganıkendi üzerine saran çıkrık.bodoslama * Gemi omurgasının başve kıç tarafından yukarıya uzanan ağaç veya demir direklerden her biri. bodoslama * Bodoslamak işi. bodoslamadan * Ön taraftan, baştaraftan. bodoslamak * Açıklamak, belirtmek, ileri sürmek. bodrum * Bir yapının yol düzeyinden aşağıda kalan bölümü. bodrum gibi * basık tavanlı, genellikle güneşgörmeyen (oda). bodrum katı * Bir yapının zemin katının altında olan ve oturulabilen en alt katı. boduç * Ağaç veya topraktan yapılmışküçük testi. bodur * Enine göre boyu kısa ve tıknaz. bodur kalmak * boyu uzamamak.
* gelişmemek.bodur pas * Arpa yapraklarına yerleşen ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
* Bu mantarın yol açtığıhastalık.bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç * kısa boylular olduklarından daha genç görünürler. bodurlaşma * Bodurlaşmak işi veya durumu. bodurlaşmak * Bodur duruma gelmek. bodurluk * Bodur olma durumu. Boğa * Zodyak üzerinde, Koç ile İkizler burçlarıarasında yer alan burcun adı, 343 Zodyak. boğa * Damızlık erkek sığır. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 78
boğa gibi * çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş(delikanlı). boğa güreşi * Daha çok İspanya ve Meksika’da, özel olarak yetiştirilmiş boğayıyenmek amacıyla yapılan gösteri. boğada * Küllü veya sodalısu ile çamaşır yıkama.
* Yıkanmak üzere hazırlanmışçamaşırın üzerine sıcak kül suyu süzme işi.boğak * Anjin. boğalık * Boğa olarak kullanılmak için ayrılan bir yaşından yukarıerkek sığır. boğan otu * Düğün çiçeğigillerden, özellikle kökünde akonitin adında bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
napellus).boğanak * Sağanak, bora. boğasak * Boğaya gelmişveya boğa isteyen inek. boğasama * (inek) Boğasamak işi veya durumu. boğasamak * (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek. boğası * İnce bez, astar. boğaya çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, keleye çekmek. boğaz * Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik.
* Şişe, güğüm gibi kaplarda ağza yakın dar bölüm.
* İki dağarasında dar geçit, derbent.
* İki kara arasındaki dar deniz.
* Yiyeceği içeceği sağlanan kimse.
* Yeme içme.
* Yedirip içirme yükümü, iaşe.boğaz açmak * ağaçların dibini kazarak toprağıkabartmak. boğaz boğaza (veya gırtlak gırtlağa) gelmek * zorlu kavga etmek. boğaz derdi * geçim için uğraşma.
* yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları.boğaz dokuz boğumdur * bir söz iyice düşünmeden söylenmemelidir. boğaz durmaz * yeme içme ihtiyacının başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağınıanlatır. boğaz içinde kavga var * aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir. boğaz kavgası * Geçim için yapılan didinme. boğaz meselesi * Geçim derdi. boğaz ola * “afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun” anlamına, yemek yiyenlere söylenir. boğaz olmak * boğazıağrımak.
* imrenmekten boğazışişmek.boğaz tokluğuna * ayrıca ücret verilmeden yalnız karnınıdoyurarak. boğazıaçılmak * iştahıartmak. boğazıdüğümlenmek * üzüntüden boğazıtıkanmak. boğazı inmek * bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. boğazı işlemek * durmadan bir şeyler yemek. boğazıkurumak * çok susamak. boğazına bir yumruk tıkanmak (veya gelip oturmak) * konuşamaz olmak, sesi çıkmamak. boğazına dikkat etmek * yiyeceğine, içeceğine özen göstermek. boğazına dizilmek * (üzüntü, kaygı gibi sebeplerle) isteksiz yemek, iştahıkesilmek. boğazına durmak * yediği şeyi yutamamak. boğazına düşkün * yiyip içmeyi çok seven (kimse). boğazına indirmek * fazla ve gelişigüzel yemek. boğazına kadar * pek çok, lüzumundan fazla, aşırıölçüde. boğazına sarılmak * üstüne yürümek. boğazında düğümlenmek * söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. boğazında kalmak * ağzındaki lokmayıüzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek. boğazından artırmak * yiyeceğinden kısıp parasınıartırmak. boğazından geçmemek * sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü
duymak.boğazından kesmek * yiyip içmede çok tutumlu davranmak. boğazınıdoyurmak * karnınıdoyurmak. boğazınısevmek * yiyip içmeye düşkün olmak. boğazınısıkmak * bunaltmak, sıkıntıvermek. boğazınıyırtmak * olanca gücüyle bağırmak. boğazkesen * Bir boğazısavunmak için deniz kıyısında yapılan hisar. boğazlama * Boğazlamak işi. boğazlamak * Hayvan veya insanı boğazından keserek öldürmek.
* Gaddarca, kan dökerek öldürmek.boğazlanma * Boğazlanmak işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 65
bilişim teknolojisi * Bilişimde kullanılan bütün araç ve gereçlerin oluşturduğu sistem. bilişimci * Bilişim alanında uzman kişi. bilişme * Bilişmek işi. bilişmek * Karşılıklı olarak birbirini tanımak, muarefesi olmak.
* Öğrenmek.billâhi * Tanrı’ya ant içerim” anlamında bir ant.
* “İnan olsun” anlamında kullanılır.billûr * Bazıcisimlerin aldıkları geometrik biçim.
* Duru ve temiz kesme cam, kristal.
* Billûrdan yapılmış.
* Koç yumurtası.billûr cisim * Gözde, irisin arkasında, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğündeki saydam cisim. billûr gibi * çok duru, çok temiz (su).
* çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
* (ses için) pürüzsüz.billûrî * Billûra benzer, billûr gibi. billûriye * Billûrdan yapılmışveya billûrla ilgili.
* Genellikle billûrdan yapılmışeşya satan dükkân.billûrlaşma * Billûr durumuna gelme.
* Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değişmeleriyle geometrik biçim alması, kristalleşme.billûrlaşmak * Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaşmak, kristalleşmek.
* Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.billûrlaştırma * Billûrlaştırmak işi. billûrlaştırmak * Billûr durumuna getirmek. billûrlu * İçinde billûr bulunan.
* Bol ışıklı, pırıl pırıl parlayan (yer).billûrsu * Billûra benzeyen, billûru andıran, kristaloit.
* Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karşıtı.bilme * Bilmek işi.
* Bir şeyin ne olduğunun bilincine varma.
* Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.bilmece * Bir şeyin adınıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o şeyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
okuyana bırakan oyun, muamma.
* Bilinmeyen şey, muamma.bilmece çözmek * bilmecenin cevabını bulmak. bilmece gibi konuşmak * açık, anlaşılır biçimde konuşmamak. bilmeden * bilmeyerek.
* sonucun ne olacağınıkestiremeden.bilmediği beşvakit namaz * her şeyi pek iyi bilir, anlamında bir söz. bilmek * Bir şeyi anlamışveya öğrenmiş bulunmak.
* Bir bilim veya sanat dalında yeterli olmak.
* Bir işyapmaya alışmışolmak, elinden gelmek.
* Tanımak, hatırlamak.
* Sanmak, var saymak, farz etmek.
* Anlamak.
* Sorumlu tutmak.
* İnanmak.
* Bazen “işine gelmek”, “uygun bulmak” anlamında da kullanılır.
* -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
* Saymak.
* Genişzamanın olumsuz birinci tekil kişisi olarak bilmem biçiminde kullanılınca duraksama, şaşma,
tereddüt anlamını verir.bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nasıl, ne) * önemli veya anlatılması gerekli görülmeyen şeyler için kullanılır. bilmemek * birlikte kullanıldığıfiilin bir türlü gerçekleşemediğini anlatır. bilmemezlik * Bilememe durumu, bilmezlik. bilmez * Anlamaz, kavramaz, hatırbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle “yapamaz”, “edemez” anlamlarında kullanılır. bilmezleme * Bilmezlemek işi, teçhil. bilmezlemek * Bir kimseyi, bir şey bilmez göstermek, teçhil etmek. bilmezlenme * Bilmezlenmek işi. bilmezlenmek * Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek. bilmezlik * Bilmez olma durumu, cehalet. bilmezlikten gelme * yazarın, bildiği belli olan bir şeyi bilmez veya başka türlü bilir görünecek yolda bir anlatışsanatı,
tecahülüarifane.bilmezlikten gelmek * bilmiyor görünmek. bilmiş * Her şeyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
* Bkz. çok bilmiş.bilmukabele * Karşılıklı olarak, karşılık olarak.
* (davranıştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.bilmünasebe * Sırası gelince, sırasıdüşünce. bilsat * Kuruluşlar, şirketler arasında bilgi satma, bilgileşim, bencmarking. bilumum * Bütün, hep, kamu, … -in hepsi. bilvasıta * (birinin) Aracılığı ile, araçla; doğrudan doğruya olmayarak, dolaylı. bilye * Taş, maden, toprak, cam gibi şeylerden yapılmışküçük yuvarlak, misket.
* Motorlu taşıtlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aşınmayıve enerji yitimini önlemek için,
göbeklerdeki yataklara yerleştirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.bilyeli * Bilyesi olan. bilyeli yatak * Bisiklet, otomobil gibi taşıtların tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacıyla içine çelik bilye yerleştirilmiş
bölüm.bilyon * Milyar. bin * On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artık.
* Bu sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 1000, M.
* Bir isimden önce geldiğinde aşırılık ve çokluk bildirir.bin bilsen de bir bilene danış * bir insan bir şeyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir. bin bir * Pek çok, çok sayıda. bin bir ayak bir ayak üstüne * herkesin ayakta olduğu kalabalık. bin can ile * çok isteyerek, gönülden. bin dallı * Çoğunlukla mor kadife üzerine sırma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek işlenmişgiysi veya örtü. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 66
bin derde deva * pek çok işe yarayan; her sıkıntıyı gideren. bin dereden su getirmek * birini kandırmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek. bin işçi, bir başçı * her işe, başolacak bir kimse gerekir. bin kalı ba girmek * birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düşünce değiştirmek. bin kat * Pek çok, kıyaslanmayacak ölçüde. bin nasihatten bir musibet yeğdir * yaşanmışolaylar, öğütlerden çok daha etkilidir. bin pişman olmak * çok pişman olmak. bin tarakta bezi olmak * birçok işle uğraşmak. bin türlü * Birbirinden çok farklı, çok değişik. bin yaşa! * (memnunluk bildirmek için kullanılan söz) çok yaşa!. bin zahmetle * çok zor, büyük zorlukla. bina * Yapı.
* Arapça fiil çatısınıkonu edinen bilim ve kitap.
* Çatı.bina etmek * yapmak, kurmak, inşa etmek.
* (bir düşünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.binaen * -den dolayı, -den ötürü, -diği için.
* Dayanarak.binaenaleyh * Bundan dolayı, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine. bînamaz * Bkz. beynamaz. binbaşı * Rütbesi yüzbaşı ile yarbay arasında bulunan ve asıl görevi tabur komutanlığı olan subay. binbaşılık * Binbaşırütbesi veya binbaşının görevi. binde bir * çok seyrek olarak. bindi * Destek, hamil. bindiği dalıkesmek * (kendisine gerekli ve yararlı olan şeyi) farkında olmadan yararsız duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek. bindirilme * Bindirilmek işi veya durumu. bindirilmek * Bindirmek işi yapılmak. bindirilmişkuvvetler * Motorlu taşıtlara bindirilmişasker birlikleri. bindirim * Fiyat artırma, zam. bindirimli * Fiyatıartırılmış, zamlı. bindirme * Bindirmek işi.
* Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahşap parçalarının durumu.
* Çıkarma harekâtına katılacak birliklerin, çıkarma yerine gitmek için kendilerine ayrılan deniz araçlarına
binmeleri.bindirme kilit * Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapının arkasına doğrudan vidalanan, basit mekanizmalıkilit. bindirmek * Bir kimseyi bir şeyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleştirmek, binmesini sağlamak.
* (taşıt) Baştarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak.
* Eklemek, katmak.binek * Binmeye ayrılmışşey ve daha çok at.
* Üzerine binilen, binmeye yarayan.binek atı * Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiştirilen at. binek taşı * At veya arabaya binmek için üstüne çıkılan yüksekçe taş. biner * Bin sayısının üleştirme biçimi, her birine bin, her defasında bini bir arada olarak. bingi * Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arasınıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçalarından
her biri.bini * Binme işi.
* Kapı, dolap gibi şeylerin, kanatlarıkapanınca kalan aralığıörtebilmek için bu kanatların kenarına çakılan
çıta.bini aşmak * çok fazla olmak. bini bir paraya * pek çok ve ucuz.
* pek çok yapılan, pek çok olan.binici * Binen.
* Ata iyi binen kimse.binicilik * Ata binme ustalığı.
* Ata binilerek yapılan spor.binilme * Binilmek işi. binilmek * Binmek işi yapılmak. binin yarısı beşyüz (o da bizde yok) * çok düşünceli görünen birine şaka yollu “aldırma!” anlamında söylenir. bininci * Bin sayısının sıra sıfatı, sırada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen. biniş * Binmek işi veya biçimi.
* Atlıalay.
* Atlıalayda giyilen giysi.
* Yüksek aşamalı bilginlerin ve yeniçeri subaylarının giydikleri cübbe.
* Üniversite öğretim üyelerinin giydikleri cübbe.binişme * Binişmek durumu. binişmek * İki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
* Kas kirişleri birbiri üstüne binmek.
* Kırık bir kemiğin iki parçası birbiri üstüne gelmek.binit * Üstüne binilen hayvan, binek atı. binit * Hamur durumundaki ekmeklerin, fırına atılmadan önce, içine konulduğu oyuk gözlü tahta. binlerce * Birçok bin; pek çok. binlik * Bin liralık kâğıt para.
* Yaklaşık olarak üç litrelik büyük şişe.
* Bin tanesi bir arada olan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 67
binme * Binmek işi. binmek * Yüksek bir şeyin veya bir hayvanın üstüne çıkıp ayaklarınısallandırarak oturmak.
* Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taşıtta yer almak.
* (bisiklet motosiklet, binek hayvanı için) Kullanmak.
* İşistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
* Bir şey sıkışarak yanındakinin üstüne çıkmak.
* Fiyat artmak.
* Eklenmek, katılmak.binnetice * Sonuç olarak, nihayet. binyıl * Bin yılı içine alan zaman dilimi. biokütle * Belirli zamanda sınırları belirli bir biyotopta bulunan canlı organizmaların toplam kütlesi. biomedikal * Hem biyoloji hem de tıpla ilgili olan. biomekanik * Biyoloji, fizyoloji ve tıp konularınımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme. biomikroskop * Kendine özgü bir ışık ile kullanılan çift göz mercekli mikroskop. bîperva * Çekinmez, sakınmaz, korkusuz, gözü pek.
* Çekinmeden, korkmadan.bir * Sayıların ilki.
* Bu sayıyı gösteren rakam 1, I.
* Bu sayıkadar olan.
* Herhangi bir varlığı belirsiz olarak gösterir.
* Tek.
* Birleşik.
* Eş, aynı, bir boyda.
* Ortaklaşa olan, müşterek.
* Değer, önem bakımlarından birbirinden farksız, birbirine eşit, birbirine benzer.
* Sıfat veya zarf durumunda başına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
* (tekrarlanarak) Bir kez.
* Sadece.
* Ancak, yalnız.bir (veya sağ) elinin verdiğini öbür (veya sol) elin duymasın * yapılan bir iyilik gizli tutulmalı, onunla övünülmemelidir. bir (veya tek başına) * yalnız olarak, yanında kimse bulunmadan.
* başka birinin yardımı olmaksızın.bir …, bir (veya bir de) * hem …. hem. bir abam var atarım, nerede olsam yatarım * tek başına bulunan kimsenin istediği yerde barınıp rahat edebileceğini anlatır. bir acıkahvenin kırk yıl hatırıvardır * Bkz. bir fincan kahvenin kırk yıl hatırıvardır. bir ağızdan * hep birlikte, beraberce, hep birden. bir ağızdan çıkıp bin dile yayılır * ortaya atılan bir söz çok çabuk yayılır. bir alay * Birçok, bir sürü, pek çok. bir âlem * Kendine özgü bir niteliği olan. bir an * Çok kısa bir süre için kullanılır. bir an önce * Bir ara, olabildiği kadar tez. bir ara * Kısa bir süre.
* Geçmişte bir zaman.bir araba * Odun, kömür gibi bazışeylerin ölçü birimi.
* Pek çok, fazla.bir arada * Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak. bir aralık * Bir ara. bir araya gelmek * bir yerde toplanmak, buluşmak. bir araya getirmek * toplamak. bir arpa boyu (gitmek veya yol almak) * çok az. bir aşağı bir yukarı * amaçsız olarak gidip gelmeyi anlatır. bir atımlık barutu olmak (veya kalmak) * bir konuda yapabileceği çok az şeyi bulunmak. bir avuç * Bir avuç dolduracak kadar.
* Az, çok az.bir ayağıçukurda olmak * yaşayacak çok az zamanıkalmışolmak; çok yaşlanmışolmak. bir ayak önce (evvel) * bir an önce. bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kırk yalanın belini bükmek) * çok kısa sürede pek çok yalan söylemek. bir baba dokuz evlâdı besler, dokuz evlât bir babayı beslemez * çok çocuğu olan baba, her çocuk babasına bakılmasınıötekinden beklediği için sıkıntıda kalır. bir bakıma * Başka bir görüşle, başka bir düşünüşle. bir baltaya sap olmak * belirli bir işsahibi olmak. bir bardak suda fırtına koparmak * önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek. bir başına * Tek başına. bir baştan (veya uçtan) bir başa (veya uca) * bir yerin bir sınırdan öbür sınırına kadar. bir ben, bir de Allah bilir * sıkıntılıdurumlarda söylenilen bir deyim. bir biçimine getirmek * çözüm yolu bulmak. bir bir * Bkz. hepyek. bir bir * Birer birer, ayrıayrı.
* Olduğu gibi, tam tamına, eksiksiz.bir boy * Bir kez.
* Hele.bir boyda * Boylarıeşit. bir boydan bir boya * Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baştan başa. bir bu eksikti * sıkıntılı bir durum varken bir yenisinin çıkmasıüzerine söylenir. bir çatıaltında (olmak veya bulunmak) * aynıyapı içinde. bir çekirdek geri kalmamak * bütünüyle denk olmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 68
bir çenekliler * Oğulcuğu bir çenekten oluşmuş, kapalıtohumlulardan bir bitki sınıfı. bir çenetli * Kapsüllü yemişlerin tek parçalı olanları. bir çırpıda * bir ele alışta, ele alır almaz, çabucak. bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz * küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaşılmaz.
* çapkın kimseler için kullanılır.bir çift * Bir takım.
* Biraz, bir iki.bir çift söz * Bir iki söz. bir çift sözü olmak * söyleyecek bir şeyleri bulunmak. bir çokları * çok sayıda olan (kimse veya şey). bir çöplükte iki horoz ötmez * bir yerde iki kişi başolmaz. bir çuval inciri berbat etmek * düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlışdavranışlarla bozmak. bir daha * bir kez daha.
* hiçbir zaman.bir daha yüzüne bakmamak * darılıp ilgiyi kesmek. bir dalda durmamak * sık sık işveya düşünce değiştirmek. bir damla * Çok az.
* (çocuk için) Çok küçük.bir de * ve olana katarak, fazladan.
* umulanın veya beklenilenin dışında bir durumu anlatan cümlelerin başına gelir.bir dediği bir dediğini tutmamak * söyledikleri birbirine uymamak, tutarsız konuşmak. bir dediği iki olmamak * her istediği yapılmak. bir dediğini iki etmemek * her istediğini hemen yapmak. bir defa * Olup bitti anlatan cümlelere katılır.
* “ilk önce”, “hele” anlamında da kullanılır.bir defada * ara vermeksizin. bir defalık * Bir kere yapmaya yetecek kadar.
* Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.bir deli kuyuya bir taşatar, kırk akıllıçıkaramazmış * bazen bir kimsenin yaptığıyersiz bir iş, birçok kimse tarafından düzeltilemez. bir derece (veya bir dereceye kadar) * biraz. bir deri bir kemik (kalmak) * çok zayıflamak. bir dikili ağacı olmamak * evi veya mülkü olmamak. bir dirhem * Çok az, birazcık. bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek * verimi az, zahmeti çok olan bir işle uğraşmak. bir dirhem et bin ayıp örter * biraz kilo almak bazen insanı güzelleştirir. bir dokun bin ah işit (dinle) kaseifağfurdan * insanlarıkonuşturmak için biraz dertlerini deşmek yeter. bir dolu * Birçok. bir don bir gömlek * yarıçıplak. bir dostluk kaldı! * az bir mal kalınca satıcıların kullandığı bir özendirme deyimi. bir dudağıyerde bir dudağı gökte * masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin. bir düziye * Sürekli olarak. bir el * (ateşli silâh için) bir kez atım. bir el bir eli yıkar, iki el bir yüzü yıkar * bazıdurumlarda yardımcısız işyapılmayacağınıanlatır. bir elden * aynıkimse tarafından.
* bir merkezden.bir eli yağda bir eli balda (olmak) * varlık ve bolluk içinde olmak. bir elin sesi çıkmaz * bir davanın bir kişi tarafından savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
* yardımlaşarak işler daha kolay başarılır.bir elini bırakıp ötekini öpmek * aşırısaygı göstermek. bir elle verdiğini öbür elle almak * yapar göründüğü bir iyiliği, sağladığı bir çıkarla ödetmek. bir elmanın yarısı o, yarısı bu * birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanılır. bir evcikli * Mısır, ceviz, fındık gibi erkek ve dişi organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki). bir fende kazık kakmak * bir bilgi veya bilim dalında saplanmışkalmak. bir fincan (veya bir acı) kahvenin kırk yıl hatırıvardır * iyilik küçük de olsa unutulmaz. bir gecelik * Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait. bir gömlek aşağı * bir derece daha düşük (birinden). bir gömlek fazla eskitmişolmak * birinden daha yaşlıve daha görmüşgeçirmişolmak. bir göz ağlarken öbür göz gülmez * keder veya sıkıntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir. bir göz gülmek * hem gülüp hem ağlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 69
bir gözeli * Yapısıtek bir hücreden oluşan (hayvan veya bitki), tek hücreli. bir gözeliler * Yapısıtek bir hücreden oluşan hayvanlar veya bitkiler. bir gün evvel * olabildiği kadar çabuk. bir günden bir güne * hiç, hiçbir zaman. bir günlük beylik beyliktir * hoşa giden bir durum, kısa da sürse çekici ve güzeldir. bir güzel * Çok iyi, iyice. bir hâl olmak * bir şeyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalık gelmek.
* huyu değişmek.
* kazaya uğramak, ölmek.bir hamlede * Çabucak, bir atılışta. bir hayli * Epey, çok. bir hoş * Tuhaf bir şekilde, garip. bir hoşeylemek * hüzünlendirmek. bir hoşolmak * şaşırmak.
* hüzünlenmek.bir hoşluğu olmak * bir rahatsızlığı, bir neşesizliği olmak. bir hücreli * Bkz. bir gözeli. bir içim su (gibi) * (kadın için) çok güzel. bir iğne bir iplik olmak * Bkz. iğne ipliğe dönmek. bir iki * Birtakım, bazı, bir parça, biraz, çok az sayıda, birkaç kez. bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken) * duraksamadan, karşısındakine vakit bırakmadan, duraksamadan. bir işaretine bakmak * bir işi yapmak için hazır beklemek. bir iştir oldu * istenmeyen, kötü bir durum karşısında söylenir. bir kafada * aynıdüşüncede. bir kalem * Bir an için.
* Aynı, benzer, tek tür.bir kalem geçmek * boşvermek, bir an için göz ardıetmek. bir kalemde * birden ve toptan. bir kapıya çıkmak * aynısonuca varmak. bir karar * Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değiştirmeden. bir kararda bir Allah * insan talihinin her an değişebileceğini ve bunun olağan karşılanmasınıöğütler. bir karış * Çok kısa.
* Çok az.bir karış beberuhi * çok kısa boylu kimse. bir karıyla bir koca, dırdır eder her gece * sıkıntıveya yalnızlık yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaşır, anlamsız konuşur. bir kaşık suda boğmak * bir kimseye çok kızmak veya çok öfkelenmek. bir kazanda kaynamak * anlaşmak, uyuşmak, bağdaşmak. bir kenarda durmak * gerektiği zaman kullanmak üzere hazırda tutmak. bir kere * Aslında.
* Bir kez, bir defa.bir kerecik * Bir defaya mahsus olarak. bir kıyamettir gitmek (veya kopmak) * çok fazla gürültü, patırtı, telâşolmak. bir kızı bin kişi ister, bir kişi alır * güzel şeyi herkes ister, ama o, ancak bir kişiye kısmet olur. bir kol çengi (olmak) * şen sözler ve davranışlarla çevresine neşe saçanlar için söylenir. bir koltuğa iki karpuz sığmaz * aynızamanda birden çok işle ilgilenmek başarı için sakıncalıdır. bir koşu * Koşarak, koşa koşa, çabucak. bir koyundan iki post çıkmaz * birinden, gücünün yetmediği bir özveriyi beklememek gerekir. bir Köroğlu, bir Ayvaz * bir karıkocanın çocuklarının, yakınlarının yanlarında bulunmadığınıveya hiç çocukları olmadığınıanlatır. bir köşeye atmak * gerektiğinde kullanılmak için bir yere koymak. bir köşeye koymak * saklamak, biriktirmek. bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak * söylenen söze önem vermemek. bir kurşun atımı * kurşunun gidebileceği uzaklık. bir lokma bir hırka * hayatta azla yetinmeyi, dervişçe geçinmeyi anlatır. bir mum al da derdine yan * başkalarıyla uğraşacağına kendi durumunu düşün. bir nebze * Çok az, bir parça. bir nefeste * (söz ve içecekler için) Ara vermeden. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 70
bir nice * Bir hayli, birçok. bir numara * Tek, birinci. bir numaralı * Birinci, başta gelen. bir o kadar * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli. bir o yana, bir bu yana * rastgele, birçok yerlere, çeşitli yönlere. bir olmak * bir araya gelmek, iş birliği yapmak. bir ölçüde * Biraz, belli oranda. bir örnek * Aynı biçimde olan, yeknesak. bir papel etmemek * hiç bir işe yaramamak, değeri olmamak. bir paralık etmek * çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek. bir parça * Biraz, azıcık, çok az. bir parmak * Parmak ucuyla alınan miktar veya parmak ucuyla alarak.
* Çok küçük (çocuk).bir postum var atarım, nerede olsa yatarım * istediğim yere gider, istediğim biçimde davranırım. bir pul etmemek * hiç değeri olmamak. bir pula satmak * bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak. bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız
kalmaz.bir sıkımlık canı olmak * çok cılız ve güçsüz olmak. bir sıra * Üst üste, ardıardına. bir solukta * Çabucak, çarçabuk, çok kısa bir sürede, hemen. bir söyle on dinle * az konuşup çok dinlemek yaralı olur. bir söyledi pir söyledi * uzatmadan, gereği gibi söyledi. bir sözünü iki etmemek * birinin her istediğini hemen yerine getirmek. bir sürü * Çok sayıda, pek çok. bir şey sanmak * (bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak,
değerlendirmede yanılmak.bir şey söylemek * konuşmak.
* belirtmek, anlatmak, ifade etmek.bir şeye benzememek * işe yarar durumda olmamak. bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir * söylenti veya dedikodu olayın gerçekleşmesinden daha kötüdür. bir şeyler (veya bir şey) olmak * huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek.
* bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek.
* ölmek.bir şeyler, bir şeyler * daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenir. bir tahtada * bir defada, yekten. bir tahtasıeksik * akılca eksik, yarım akıllı. bir tane * Biricik, yegâne. bir tanem * Sevgi sözü. bir tarafa bırakmak (veya koymak) * önemsememek, benimsememek, ertelemek. bir taşla iki kuşvurmak * bir davranışla birden çok yararlısonuca ulaşmak. bir tek atmak * bir kadeh içki içmek. bir temiz * Adamakıllı. bir terimli * Aralarında yalnız çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma işlemleri yapılacak olan (nicelikleri gösteren
terim).bir torba kemik * çok zayıf. bir tuhaflığı olmak * kendini iyi hissetmemek. bir tutmak (veya bir görmek) * eşit saymak, eşit görmek. bir türlü * (tekrarlıkullanıldığında) işin yapılmasının da, yapılmamasının da aynıderecede kötü olduğunu belirtir.
* hiçbir biçimde, hiçbir yolla.bir vakitler * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle. bir varmış bir yokmuş * bir masala başlarken, “eskiden” anlamında söylenen bir tekerleme.
* masal gibi geçip gitmiş, artık hayal olmuş.bir yakadan başçıkarmak * bir çatıaltında dirlik düzenlik içinde yaşamak. bir yana * -den başka, sayılmazsa, hariç tutulursa. bir yana dünya bir yana * bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanır. bir yandan (yanda) * bir taraftan (tarafta), hem … hem. bir yastığa başkoymak * (karıkoca) evli bulunmak. bir yastıkta kocamak * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek.