borç | * Pancar, lâhana ve et veya krema konularak yapılan sebze çorbası. |
borç almak | * daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir şey almak. |
borç altına girmek | * borç para almak. |
borç bini aşmak | * (borç) pek çok olmak, altından kalkılamayacak duruma gelmek. |
borç etmek | * borçlandırmak. |
borç gırtlağına çıkmak | * Bkz. borca batmak. |
borç harç | * Borçlanarak veya benzeri yollara başvurarak. |
borç ödemekle (veya vermekle), yol yürümekle tükenir | * birden ödenmeyen bir borç azar azar verilerek ödenebilir. |
borç yapmak | * borç olarak almak. |
borç yemek | * borçla geçinmek. |
borç yiğidin kamçısıdır | * borç, kişiyi daha çok çalışmaya zorlar. |
borç yiyen kesesinden yer | * borçla alışverişyapan, aldıklarının parasınıhemen vermez, ama aldıklarının karşılığıkesesinden çıkacaktır. |
borçlandırılma | * Borçlandırılmak işi veya durumu. |
borçlandırılmak | * Borçlanmasına yol açılmak. |
borçlandırma | * Borçlandırmak işi. |
borçlandırmak | * Borçlanmasına yol açmak, borçlu duruma getirmek. |
borçlanılma | * Borçlanılmak işi veya durumu. |
borçlanılmak | * Borca girilmek, borç edilmek. |
borçlanma | * Borçlanmak işi, istikraz. |
borçlanmak | * Karşılığınısonra vermek şartıyla birinden para veya bir şey almak. * Manevî bir yükümlülük altına girmek. |
borçlu | * Borcu olan, borç almışolan, verecekli, medyun. * Bir yüküm altında bulunan. * Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmişolan. |
borçlu bulunmak (veya olmak) | * borçlu duruma düşmek. |
borçlu çıkmak | * görülen hesapta vereceği kalmak. |
borçlu ölmez, benzi sararır | * borç kişiyi öldürmez, ancak hasta edecek kadar üzer. |
borçluluk | * Borçlu olma durumu. |
borçluluk dengesi | * Bir ülkenin belli bir tarihe kadar birikmişdış borç ve alacaklarını gösteren durum veya belge. |
borçsuz | * Borcu olmayan. |
borçsuz harçsız | * Hiç borç yapmadan. |
borçsuzluk | * Borçsuz olma durumu. |
borda | * Geminin veya kayığın yanı. |
borda bordaya | * yan yana. |
borda etmek | * yandan yanaşmak. |
borda fenerleri | * Gemilerde biri (solda) kırmızı, biri (sağda) yeşil olarak iki yanda yakılan fenerler. |
borda hattı | * Donanma gemilerinin bir sırada ve paralel olarak gitmek için aldıklarıdurum. |
bordalama | * Bordalamak işi. |
bordalamak | * Gemiyle bir başka gemiye borda bordaya gelmek veya kazayla ona çarpmak. |
bordo | * Mora çalan kırmızırenk, şarap tortusu rengi. * Bu renkte olan. |
bordro | * Bir hesabın ayrıntılarını gösteren çizelge. |
bordür | * Kaldırımların kenarlarında bulunan taşlar. * (genellikle giyim kuşam malzemesindeki) Kenar süsü. * Cilt kapağındaki kalın çizgiler. * Banyo, tuvalet ve mutfak gibi ıslak zeminlerde duvar döşemeleri arasına konan motifli bir tür fayans. |
borik | * Bordan türeyen bir asit ve anhidrite verilen ad. |
borik asit | * Etkisi az, beyaz, sedef görünümde bir madde, asit borik. |
borikli | * İçinde borik asit bulunan. |
borina | * Dört köşe yelkenlerin yan yakalarına, alt tarafa doğru bağlanan halat. |
Bornova misketi | * Bir çeşit üzüm. |
bornoz | * Banyodan çıkarken kurulanmak için kullanılan, önden açık, havludan yapılmışgiyecek. * Kuzey Afrika’da Berberîlerin giydikleri başlıklı, geniş, kısa kollu bir üstlük. |
borsa | * Bazıtüccarların ve özellikle sarraflarla değerli kâğıt ve tahvil alışverişiyle uğraşanların alım satım ve değişim amacıyla devlet denetimi altında işyaptıklarıyer. |
borsa acentesi | * Müşteriden aldıklarıalışve satışemirlerini borsada yerine getirip karşılığında komisyon alan kimse. |
borsa cetveli | * Borsada belirlenen fiyatları gösteren günlük bülten. |
borsa değeri | * Borsada arz ve talebe göre oluşan fiyat. |
borsa kâğıdı | * Borsada kayıtlı, alınıp satılan hisse senedi. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 83
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 84
borsa oyunu * Borsada oynanan hava oyunu. borsa simsarı * Müşteri ile borsa acenteleri arasında aracılık yapan kimse. borsa tahtası * Borsada alım satım fiyatlarının ilân edildiği pano. borsacı * Değerli kâğıt, para ve tahvil üzerine borsa oyunu yapan kimse. borsacılık * Borsacının işi veya mesleği. borş * Borç (II). boru * Bir yerden başka bir yere sıvıveya gaz aktarmaya yarayan, içi boş, uçlarıaçık, uzun ve dar silindir.
* Nefesle çalınan perdesiz madenî çalgı, borazan.boru ağı * Tesisatı oluşturan boruların bütünü. boru askısı * Her tür borunun asılmasında kullanılan, lâma demiri veya çelik çemberlerden yapılan askı. boru bileziği * Soba borularının ek yerine geçirilen süslü çember. boru çalmak * borazan öttürmek. boru çiçeği * Çan çiçeği.
* Tatula.boru çiçeğigiller * Çan çiçeğigiller. boru değil (veya boru mu bu?) * azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil. boru hattı * Doğal gaz arıtma ünitesinden alınan gazın, bir veya daha fazla dağıtım merkezlerine veya tüketim
merkezlerine doğal gaz taşınmasıamacıyla tesis edilen boru şebekesi.boru kabağı * Boğumsuz, boru gibi uzun su kabağı. boru kelepçesi * Boruyu duvara tespit etmekte kullanılan gereç. boru mengenesi * Kesme, dişaçma gibi işlemler için borunun sıkıca bağlandığı alet. boru yolu * Petrolü, çıktığıyerden başka yere akıtan boru tesisatı, payplayn. borucu * Boru yapıp satan kimse.
* Boru montajında çalışan kimse.boruk * Dağlarda yetişen, kokulu, süpürge ve yakacak olarak kullanılan bir ot türü. borulu * Borusu olan. borumsu * Boru biçiminde olan. borusu ötmek * sözü geçmek, yetkisi olmak. borusu tutmak (veya üstünde) * (zenciler için) ağzıköpürerek kriz geçirmek, çok öfkelenerek etrafa saldırmak. borusunu çalmak * çıkar sağladığıkimsenin davasını gütmek. bos * Bkz. boy bos. boslu * Bkz. boylu boslu. bostan * Sebze bahçesi.
* Kavun, karpuz tarlası.
* Kavun ve karpuza verilen ortak ad.bostan bekçisi * Bostanıkoruyan ve kollayan kimse. bostan bozuntusu * Korkak, yüreksiz, işe yaramaz adam. bostan dolabı * Sebze bahçesini sulamak için bir at bağlanarak diklemesine dönen kovalarla kuyudan su çıkarmaya yarayan
dolap.bostan kebabı * Patlıcan ve yeşillikler ile kuğu inceliğinin toprak tencerede pişirilmesiyle yapılan kebap. bostan korkuluğu * Kuşlarıürkütüp yaklaştırmamak için tarlaya dikilen kukla.
* Kendisinden beklenilen görevi yapmayan veya kendisinden çekinilmeyen güçsüz kimse.bostan patlıcanı * Az çekirdekli, iri ve yuvarlak bir patlıcan türü. bostancı * Bostan işleriyle uğraşan kimse.
* Osmanlıtarihinde sarayın korunmasına ve şehrin güvenliğine bakmakla görevli olan erlerden her biri.bostancı ocağı * Bostancıların bağlı oldukları ocak. bostancılık * Bostan işleriyle uğraşma.
* Bostancının görevi.bostanlık * Bostan olmaya elverişli yer. boş * İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan.
* İşsiz.
* Bir işe yaramayan.
* Bilgisiz.
* Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal.
* Yapılacak işi olmayan.
* Verimsiz.
* Anlamsız.boş(veya boşta) gezmek veya gezinmek * işsiz güçsüz dolaşmak. boşatıp dolu tutmak (vurmak) * umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek. boş başak dik durur * bilgisiz olan üstün görünmek için kasılır. boş bırakmak * bir yerde kimse oturmamak, boşkalmak. boş bırakmamak * (para, yiyecek gibi şeylerle) yardım etmek.
* işsiz bırakmamak.boş boş bakmak * amaçsız, anlamsız ve bilinçsizce bakmak. boş böğür * Bkz. böğür. boş bulunmak * dikkatsiz ve dalgın bulunmak.
* söylenmesi sakıncalı olan bir şeyi söyleyivermek.boşçıkmak * umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek. boşçıkmamak * bir işten az da olsa, bir kazançla çıkmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 85
boşdönmek * hiçbir şey elde edemeden geri gelmek. boşdurmak * işsiz kalmak, çalışmamak. boşdurmamak * her zaman bir işle uğraşmak.
* birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak.boşdüşmek * (kadın) şeriat hükümlerine göre kocasından ayrılmak. boşgezenin boşkalfası * işsiz güçsüz dolaşan kimse. boşgezmekten bedava çalışmak yeğdir * çalışmak insanıtembellikten kurtarır. boşgözlerle bakmak * anlamsız bakmak. boşinanç * Kaynakları bilimsel ve dinî temele dayanmayan, dar, biçimci inanma, batıl itikat. boşkafalı * akılsız veya bilgisiz. boşkâğıdı * Eski şeriat hükümlerine göre, ayrılmak isteyen kocanın, karısına gönderdiği boşanma kâğıdı. boşkalmak * kimse oturmamak.
* işsiz kalmak.boşkile dipsiz ambar * Bkz. dipsiz kile boşambar. boşkonuşmamak * gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak. boşkoymak * yoksun bırakmak, mahrum etmek. boşküme * Hiçbir ögesi olmayan küme. boşlâf * Gereksiz, verimsiz, işe yaramayan şekilde konuşma. boşol (veya olsun) * erkeğin karısını boşamak için söylediği söz. boşolmak * evlilik birliği sona ermek, boşanmak. boşoturmak * hiçbir işi, uğraşı olmamak. boşsöz * Bir düşünce anlatmayan, lâf olsun diye söylenmişsöz. boştorba ile at tutulmaz * çıkar veya karşılık gösterilmeden bir kimse bir yere bağlanmaz. boşvermek * aldırmamak. boşyere * Boşuna. boşyerine vurmak * böğürlerine vurmak. boşzaman * Çalışarak geçirilen saatler dışında kalan süre. boşa almak * askıya almak.
* (motorlu araçlarda) vites kolunu vitesten kurtarmak, rölântiye almak.boşa çıkarmak * olumlu bir sonuç alınmasınıengellemek. boşa çıkmak * (umut, düşünce gibi şeyler) sonuç vermemek, gerçekleşmemek. boşa gitmek * (harcanan emek, para) hiçbir işe yaramamak, olumlu bir sonuca ulaşamamak. boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz * içinden çıkılamayan güç bir durum karşısında kalındığında söylenir. boşa vermek * boşgeçirmek. boşalım * Boşalmak işi, deşarj. boşalma * Boşalmak işi, inhilâl.
* Derdini birine açarak ferahlama, rahatlama.
* Elektrik yükünün başka bir iletkene geçişi veya sıfıra düşmesi.boşalmak * Boşduruma gelmek, içinde bir şey kalmamak, inhilâl etmek.
* Dışarıya akmak, dökülmek.
* Gevşemek, açılmak.
* Derdini, sıkıntısını birine anlatarak ferahlamak, deşarj olmak.
* (hayvan) Bağından kurtulmak.boşaltaç * Bir kabın içindeki havayı boşaltmaya yarayan araç, hava boşaltma makinesi. boşaltı * Boşaltım. boşaltılma * Boşaltılmak işi veya durumu. boşaltılmak * Boşaltmak işine konu olmak. boşaltım * Boşaltmak işi.
* Sistemlerin çalışabilmesi için sürekli olarak gereken boşaltma işlemleri.
* Sindirimden sonra bağırsaklarda kalan posanın, idrar torbasındaki idrarın ve ter, tükürük, sümük gibi
salgıların vücuttan dışarıatılması, ifrağ.boşaltım organı * Vücuttan dışarıatılması gereken maddeleri toplayıp boşaltan organ. boşaltma * Boşaltmak işi. boşaltma havzası * Sularınıırmağa veya göle veren yerlerin bütünü. boşaltmak * Boşduruma getirmek.
* Dökmek, boca etmek.
* Bir silâhta ne kadar mermi varsa hepsini arka arkaya patlatmak.
* Derdini dökmek.
* Kusmak.
* Gevşetmek, açmak.boşama * Boşamak işi. boşamak * Kanunlara göre iki eş, aile ilişkisini kesmek.
* Karısı ile arasındaki nikâh bağını bozmak.boşandırma * Boşandırmak işi veya durumu. boşandırmak * Boşanmasını sağlamak.
* (karı ile kocayı) İstekleri üzerine kanunlara uyarak ayırmak.boşanma * Boşanmak işi.
* Eşlerden birinin boşanma ilâmıalmasıyla evlilik birliğinin son bulması.boşanma davası * Eşlerden birinin evlilik birliğine son verecek kararıelde etmek için açtığıdava. boşanma ilâmı * Mahkemenin boşanmayıkesin hükme bağladığını belirterek verdiği resmî belge. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 86
boşanmak * (karıve koca) Mahkeme kararı ile birbirinden ayrılmak.
* (hayvan) Başlığından, koşum takımından veya bağından kurtulmak.
* Birdenbire ve bol bol akmak.
* (baskıaltında gergin duran bir şey) Birden ve hızla kurtulmak.
* (kapalı bir yerde bulunan insanlar) Birden dışarıçıkmak.
* Dertlerini, yakınmalarınıanlatmak.
* Çok ağlamak.
* Sıyrılmak kurtulmak.boşatma * Boşatmak işi. boşatmak * Boşamak işini yaptırmak. boşattırma * Boşatma işini yaptırtma. boşattırmak * Boşatma işini yaptırtmak. boş boğaz * Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklayamayan, geveze.
* Yerli yersiz konuşan (kimse).boş boğazlık * Boş boğaz olma durumu. boş boğazlık etmek * gereksiz, yersiz, düşüncesiz konuşmak. boşlama * Boşlamak işi, ihmal. boşlamak * Bırakmak.
* İlgi göstermemek, ihmal etmek.boşluk * Oyuk, çukur, kapanmamışyer.
* Kesinti, kopukluk.
* Boşgeçen süre.
* Eksiklik, yoksunluk duygusu.
* Yetersizlik.
* İçinde hiçbir cisim bulunmayan uzay, vakum.boşluk tulumbası * Bkz. boşaltaç. boşluklu serpme * Zımpara üretiminde tanecikler arasında %50 boşluk kalacak biçimde düzenlenen tane yapıştırma işlemi. Boşnak * Bosna halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Boşnaklara özgü olan, Boşnaklarla ilgili olan.Boşnak güzeli * Sarısaçlı, al yanaklı, ablak yüzlü güzel. Boşnakça * Çoğunlukla Bosna-Hersek Cumhuriyet’inde yaşayan Bosna Müslümanlarının kullandığıdil. Boşnaklık * Boşnak olma durumu. boşta gezmek * işsiz olmak. boşta kalmak * işsiz kalmak. boşu boşuna * Gereksiz yere, boşuna. boşuna * gereksiz, yararsız yere, boşyere, beyhude, nafile. boşuna * Boşyere, yararsız yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli. bot * Küçük gemi.
* Ağaç, plâstik veya kauçuktan yapılmışküçük sandal.bot * Uzun konçlu, kapalıayakkabı. botanik * Bitki bilimi, nebatat. botanik bahçesi * Otsu veya çalıtürü bitkilerin yetiştirildiği ve incelemelerinin yapıldığıhalka açık bahçe. botanik parkı * Otsu ve çalıtürü bitkiler ve değişik ağaç türleri ile düzenlenmiş, dinlenme ve gezme amacıyla halka açık
genişalan.botanikçi * Bitki bilimci. boy * Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktasıarasındaki uzaklık.
* Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı.
* Uzunluk.
* Yol, ırmak, deniz kıyısı.
* Kumaşiçin ölçü.
* Süre.
* Uzaklık.
* Destan.boy * Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve
ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışıuygulayan geleneksel topluluk, kabile, klân.boy abdesti * İslâm dininin gerekli bulduğu durumlarda ve biçimde yıkanıp abdest alma, gusül. boy almak (veya sürmek) * boyu uzamak, boylanmak. boy atmak * boyu uzamak, boylanmak, gelişmek. boy aynası * İnsanı bütünüyle gösteren büyük ayna. boy beyi * Boyun en saygın ve lider kimliğine sahip kişisi. boy bos * Vücudun yapısı bakımından biçimi.
* Geçerlilik, değer.boy bos yerinde * uzun ve biçimli. boy boy * Çeşitli büyüklük ve nitelikte. boy göstermek * görünmek.
* gösterişyapmak.boy menteşe * Düz yaprak menteşe benzeri 1,75-3,50 cm uzunluğunda menteşe. boy otu * Baklagillerden, çiçekleri mavi, sarıveya beyaz renkli, kurutulan tohumlarıçemen yapımında kullanılan bir
bitki (Trigonella faenum-graecum).boy ölçüşmek * yarışmak. boy pos * Bkz. boy bos. boy vermek * (su) insan boyunu aşacak kadar derin olmak.
* suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek.
* büyümek.boy vermemek * sığolmak, (su) insan boyunu geçmemek. boya * Renk vermek, dışetkilerden korumak için eşyanın üzerine sürülen veya içine katılan renkli madde.
* Renk.
* Yazmak için kullanılan mürekkep.
* Aldatıcı görünüş.boya çekmek * boyuna büyümek, uzamak. boya fırçası * Boya sürmek veya resim yapmak için kullanılan değişik tür ve ölçülerde fırça. boya kalemi * Resim yapmak için kullanılan değişik renkli kalem. boya kökü * Bitki köklerinden elde edilen tabiî boya. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 87
boya kullanmak * boyanmak, makyaj yapmak. boya kutusu * İçine çeşitli renkli kalemleri ve fırçalarıkoymaya yarayan kutu. boya tabakası * Şablonların sulu kenar kapatıcısı ile kaplanması. boya tabancası * Sıvı boyayıpüskürtmek için kullanılan alet. boya tutmak * (boyanan nesne) iyi boyanır olmak. boya vurmak (veya çekmek, sürmek) * boyamak. boyacı * Boya satan kimse.
* Boyama işini, boyacılığımeslek edinen kimse.
* Boya satılan dükkân.boyacıküpü * Bir işin kolayca ve çabucak yapılamayacağınıanlatmak için boyacıküpü mü bu? boyacıküpü değil ki
(hemen daldırıp çıkarasın) gibi deyimlerde kullanılır.boyacıküpüne girmişgibi * çok boyalıkadın. boyacısandığı * Ayakkabı boyacılarının boya, fırça, cilâ gibi gereçlerini koyduklarıve müşterinin ayağını basıp ayakkabısını
boyattığı, omuza asılarak taşınabilir bir çeşit küçük sandık.boyacılık * Boya yapma veya satma işi.
* Boyacının yaptığı iş.boyahane * Boya işleri yapılan yer. boyalama * Boyalamak işi. boyalamak * Gelişigüzel boya sürmek. boyalanma * Boyalanmak durumu. boyalanmak * Boya sürülmek. boyalı * Boya sürülmüş, boyanmışveya boyaya batırılmış.
* Renkli.
* (kadın için) Yüzünü çok boyamışolan, makyajlı.boyalı basın * Okuyucunun ilgisini çekmek için renkli fotoğrafa yazıve haberden çok yer veren, kupon veya çekilişlerle
armağan dağıtan basın.boyama * Boyamak işi.
* Renkli yazma veya mendil.
* Rengi boya ile sonradan verilmişolan.boyama kazanı * Örgü yünlerinin veya ipliklerin boyanma işleminin yapıldığı büyük tekne. boyama kitabı * Küçükleri eğitici nitelikte içinde boyanacak resimler bulunan kitap. boyamak * Boya sürerek veya boyaya batırarak renk vermek.
* Ağır söz söylemek, aşağılamak.boyana * Boyna. boyanma * Boyanmak işi. boyanmak * Boyamak işi yapılmak.
* Kendi kendini boyamak, yüzüne boya sürmek, makyaj yapmak.
* Boya veya renkli bir şey sürülmek.boyar * Tuna bölgesinde, Transilvanya’da, Rusya’da soylulara verilen unvan. boyar * Boyama özelliği olan madde, boyar madde. boyar madde * Bazı ortamlarda çözünerek ortama belli renk veren doğal veya yapay renkli madde.
* Hücre öz suyu içinde eriyik durumunda bulunan renkli madde.boyasıatmak * boyasısolmak. boyasız * Boya sürülmemiş.
* Renksiz.
* (kadın için) Yüzünü boyamamışolan, makyajsız.boyasızlık * Boyasız olma durumu. boyatılma * Boyatılma işi. boyatılmak * Boyamak işi yaptırılmak, boya sürdürülmek. boyatma * Boyatmak işi. boyatmak * Boyamak işini yaptırmak, boya sürdürmek. boyayıcı * Boyama özelliği olan. boyca * Boy bakımından. boydak * Yükü olmayan yaya.
* Bekâr, yalnız, serbest.boydan boya * Bir uçtan öbür uca kadar. boydaş * Aynı boyda olan.
* Akran.boydaşlık * Boydaşolma durumu. boykot * Bir işi, bir davranışıyapmama kararıalma.
* Bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle amaca ulaşmak için her türlü ilişkiyi kesme.boykot etmek * bir işi, bir davranışıyapmama kararıalmak. boykotaj * Boykot etmek işi. boykotçu * Boykot yapan veya boykota katılan kimse. boykotçuluk * Boykot yapma işi. boylam * Yeryüzündeki herhangi bir noktanın meridyen dairesiyle başlangıç olarak alınan Greenwich gözlem evinin
meridyen dairesi arasındaki açıdeğeri, tul.boylama * Boylamak işi. boylamak * İstemeyerek bir yere gitme durumunda kalmak.
* Batmak.
* Düşmek.
* Yükselmek, çıkmak.
* Destan söylemek, anlatmak.boylamasına * Boyu doğrultusunda. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 88
boylanış * Boylanmak işi veya biçimi. boylanma * Boylanmak işi. boylanmak * Boyu uzamak. boyler * Kalorifer kazanının sıcaklığından yararlanarak, içindeki suyun ısıtılmasısağlanan depo. boylu * Boyu olan.
* Boyu benzerlerinden uzun olan.boylu boslu * Uzun boylu, yakışıklı, gösterişli. boylu boyunca * Boyu uzanabildiği kadar, boyu uzunluğunca. boylu poslu * Bkz. boylu boslu. boyluca * Uzun boylu gibi olan. boyna * Sandalıkıçtan yürüten kısa kürek. boyna etmek * sandalıkıçtan tek kürekle yürütmek. boynu altında kalsın! * ölsün, gebersin. boynu armut sapına dönmek * çok zayıflamak. boynu bükük * Üzgün, kırılmış, kimsesiz, acınacak ve yardım bekler durumda, zavallı. boynu eğri * Asmaların yeni sürgünlerini yiyen veya kemiren bağzararlısı. boynu eğri * herhangi bir sebeple birine karşıdirenecek veya söz söyleyecek durumda olmayan. boynu kıldan ince olmak * haksız olduğu anlaşıldığında verilecek her cezaya razı olmak. boynuna * üstüne. boynuna almak * bir şeyi borç veya ödev olarak üzerine almak. boynuna geçirmek * bir şeyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek. boynunda kalmak * bir sözü iletmediği veya birine ödenecek parayıödemediği için üzerinde borç kalmak. boynunu bükmek * acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak.
* bir durumu, bir işi ister istemez kabul etmek.
* (bitki için) canlılığınıyitirmek.boynunu kırmak * çekip gitmek. boynunu uzatmak * her şeye, her cezaya razı olmak. boynunu vurmak * başınıkeserek öldürmek. boynuz * Bazıhayvanların başında bulunan, tırnaksı bir maddeden, uzun, kıvrık veya çatallıkorunma organı.
* Bu organdan yapılmış.
* Kurşun borudan kol alma işleminde kullanılan demirden yapılmışalet.boynuz çekmek * boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek. boynuz dikmek * (kadın) başka erkekle ilişki kurarak kocasınıaldatmak. boynuz eğmek * istemeyerek uymak, karşıtarafın gücünü kabul etmek. boynuz isterken kulaktan olmak * daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanıyitirmek, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmak.boynuz kulağı geçmek * bir konuda daha sonra yetişenler yetenek bakımından eskileri geçmek. boynuz takmak (veya takınmak, taktırmak) * (koca) karısı başka bir erkekle ilişki kurarak aldatılmak. boynuzlama * Boynuzlamak işi. boynuzlamak * (hayvan) Boynuzu ile vurmak, süsmek.
* (kadın için) Kocasını başka bir erkekle aldatmak.boynuzlanma * Boynuzlanmak işi veya biçimi. boynuzlanmak * Boynuzu çıkmak.
* Boynuz batırılmak, boynuz yarasıalmak.
* (erkek için) Karısıveya bir kadın yakınıtarafından aldatılmak.boynuzlaşma * Boynuzlaşmak işi veya durumu. boynuzlaşmak * Boynuz durumuna girmek. boynuzlatma * Boynuzlatmak işi. boynuzlatmak * Erkek, karısıveya bir kadın yakınıtarafından aldatılmak. boynuzlu * Boynuzu olan (hayvan).
* Karısının veya kadın yakınlarından birinin iffetsizliğine göz yuman (erkek).
* Troleybüs.boynuzlugiller * Keçi, koyun, sığır ve antilopları içine alan, içi boşolan boynuzlarısürekli kalan ve dallı olmayan,
omurgalıların memeliler sınıfı.boynuzluteke * Kın kanatlılardan, kurtçuğu meşe ağaçlarında yaşayan bir böcek (Carambyx). boynuzsu * Boynuza benzer, boynuz gibi. boynuzsuz * Boynuzu olmayan. boysuz * Boyu benzerleri arasında kısa olan. boyu * (bir isim tamlamasında tamlanan olduğunda) süresince, boyunca. boyu (bosu) devrilsin (veya devrilesi) * “ölsün” anlamında ilenç sözü. boyu (veya boyuna, boyunca) beraber * kendi boyu kadar. boyu bacadan mıaştı? * daha evlenecek yaşta değil. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 81
bolarma * Bolarmak işi veya durumu. bolarmak * Bol duruma gelmek. bolca * Oldukça çok, çokça.
* Oldukça geniş.bolero * Kısa ve kolsuz kadın ceketi.
* Ağır ritmli bir İspanyol dansı.
* Bu dansın müziği.boliçe * Yahudi kadını. Bolivyalı * Bolivya halkından olan. bollanma * Bol duruma gelme. bollanmak * Bol duruma gelmek, genişlemek. bollaşma * Bollaşmak işi veya durumu. bollaşmak * Bol durumda olmak. bollaştırma * Bollaştırmak işi veya durumu. bollaştırmak * Bol duruma getirmek. bollatma * Bol duruma getirme. bollatmak * Bol duruma getirmek, genişletmek. bolluk * Bol olma durumu.
* Her şeyin bol olduğu zaman.
* Her şeyin bol olduğu (yer).
* Fazlalık.bolometre * Işınımölçer. Bolşevik * Bolşeviklik yanlısıkimse.
* Bolşeviklikle ilgili olan.Bolşeviklik * Rusya’da XX. yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen komünist hareket. Bolşevizm * Bolşeviklik, komünistlik. bom * Bir çeşit kumar. bomba * Canlıveya cansız hedeflere atılan, içi yakıcıve yıkıcımaddelerle doldurulmuş, türlü büyüklükte patlayıcı,
ateşli silâh.
* Büyük fıçıveya varil.
* Bomba biçiminde, kalın demirden kap.bomba * Yan yelkenlerin alt yakasını gerip açmak için kullanılan yatay seren. bomba gibi * iyi, sağlam, göz alıcı, gösterişli.
* iyi hazırlanmış, çok çalışmış(öğrenci).bomba gibi patlamak * öfkelenerek, birdenbire ve yüksek sesle bağırıp çağırmak.
* bir olay birdenbire ortaya çıkarak herkesi şaşırtmak.bombacı * Bomba kullanan veya yapan kimse. bombacılık * Bombacının işi veya mesleği. bombalama * Bombalamak işi. bombalamak * Belli bir hedefe, çoğunlukla havadan, bomba atmak. bombalanma * Bombalanmak işi. bombalanmak * Bombalanmak işine konu olmak. bombalatma * Bombalatmak işi. bombalatmak * Bombalamak işini yaptırmak. bombardıman * Topa tutma.
* Bombalama.bombardıman etmek * top ateşi veya bomba ile bir yere saldırmak.
* bir kimseyi ağır sözlerle paylamak.bombardıman uçağı * Bombalama işinde kullanılan uçak. bombardon * Bandoda en kalın sesi veren, pistonlu, nefesli çalgı. bombe * Şişkin, kabarık, tümsekli.
* Şişkinlik, kabarıklık.bombe bezi * Ayakkabısayalarının burun bölümlerine içten dikilen bir kumaştürü. bombeli * Şişkinliği, kabarıklığı olan. bombesiz * Bombesi olmayan. bombok * Çok kötü, çok berbat. bomboş * Büsbütün, tamamen boş. bomboz * Çok boz. bon otu * Patlıcangillerden, hekimlikte kullanılan, uyuşturucu ve zehirli, bir veya iki yıllık otsu bir bitki (Hyoscyamus
niger).bonbon * Şeker şerbeti içinde kaynatılıp üzeri şekerle kaplanmışmeyve. bonbon şekeri * Bkz. bonbon. bonboncu * Bonbon yapan veya satan kimse. bonbonculuk * Bonbon yapma veya satma işi. boncuk * Cam, taş, sedef, tahta, plâstik gibi maddelerden yapılan, ortasıdelik, çoğu yuvarlak ve renkli süs tanesi. boncuk boncuk * boncuk gibi yuvarlak taneler durumunda. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 82
boncuk fasulye * Bir tür iri taneli fasulye. boncuk gibi * küçücük (göz). boncuk mavisi * Yeşile çalan bir mavi. boncuk tutkalı * Boncuk biçiminde glüten tutkalı. boncukçu * Boncuk yapan veya satan kimse. boncukçuluk * Boncukçunun işi veya mesleği. boncuklanış * Boncuklanmak işi veya durumu. boncuklanma * Boncuklanmak işi. boncuklanmak * Gözyaşı, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluşmak. boncuklaşma * Boncuklaşmak işi. boncuklaşmak * Boncuk biçimini almak. boncuklu * Boncuğu olan, boncukla süslenmiş. boncukluk * Boncuk olmaya elverişli (nesne). boncuksuz * Boncuğu olmayan. bone * Düz veya kıvrımlıher çeşit yumuşak kumaşvb. maddeden yapılan başlık. bonfile * Kasaplık hayvanlarda karnın içinde, bel kemiğinin iki yanından aşağıya doğru uzanan ve yumuşaklığı
dolayısıyla beğenilen et bölümü.bonfilelik * Bonfile yapmaya elverişli (et). bonjur * Günaydın.
* Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluşan erkek giysisi.bonkör * İyi yürekli.
* Eli açık, cömert.bonkörlük * İyi yüreklilik, eli açıklık, cömertlik. bonmarşe * İçinde her türlü giyim, süs eşyası oyuncak vb. satılan büyük mağaza. bono * Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranın, belirli bir kimseye ödeneceğini belirten senet. bono kırdırmak * bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek. bono vermek * borç alındığını gösteren vadeli senedi imzalayıp teslim etmek. bonservis * Çalıştığıyerden ayrılırken görevini iyi yaptığını belirtmek amacıyla birine verilen belge, temiz işkâğıdı. bop * Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması gereken en az miktar. bopluk * Bop tutarında olma. bopstil * Züppece giyiniş biçimi.
* Bu biçimde giyinen kimse.bor * İşlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş(toprak). bor * Atom sayısı5, atom ağırlığı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğunluğu 2.45
olan basit element. Kısaltması b.bora * Genellikle arkasından yağmur getiren sert ve geçici yel. bora gibi * çok sert, öfkeli, şiddetli. borak * Bor (I). boraks * Yoğunlaşmış bir borik asitten türeyen sodyum tuzu. boralı * Yağmurlu, sert rüzgârlıve soğuk havalı. boran * Rüzgâr şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağnak yağışlıhava olayı. borani * Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ıspanak veya benzeri sebze yemeği. borasit * Sert billûr veya yumuşak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı. borat * Bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden oluşan tuz. borazan * Üfleyerek çalınan, perdesiz çalgı, boru.
* Bu boruyu çalan kimse.borazancı * Borazan çalan kimse. borazancı başı * Birçok borazancının başı olan borazancı. borazancılık * Borazancının işi. borca almak * veresiye almak. borca batmak * çok borçlu olmak. borca girmek * borçlanmak, borç para almak. borcunu bilmek * borcunu zamanında öder olmak. borcunu bilmek (veya saymak) * bir şey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değerlendirmek. borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak) * borcunu ödeyip bitirmek. borç * Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey.
* Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 79
boğazlanmak * Boğazlamak işine konu olmak veya boğazlamak işi yapılmak. boğazlaşma * Boğazlaşmak işi. boğazlaşmak * Birbirini boğazlamak veya kıyasıya dövüşmek. boğazlatma * Boğazlatmak işi. boğazlatmak * Boğazlamak işini yaptırmak. boğazlı * Boğazı olan.
* Çok yemek yiyen, yemek isteği çok olan, iştahlı.boğazsız * Boğazı olmayan.
* Çok az yemek yiyen, iştahsız.boğdurma * Boğdurmak işi. boğdurmak * Boğmak işini yaptırmak. boğdurtma * Boğdurtmak işi. boğdurtmak * Boğdurmak işini birine yaptırmak. boğdurulma * Boğdurulmak işi. boğdurulmak * Boğdurmak işi yapılmak. boğma * Boğmak işi.
* İncir, dut, kuru üzümün mayalandıktan sonra ilkel araçlarla damıtılmasıyla elde edilen, alkol derecesi düşük
bir tür rakı.boğmaca * Çoğunlukla çocuklarda nöbet nöbet öksürüklerle görülen bulaşıcı bir hastalık. boğmacalı * Boğmacaya tutulmuşolan (kimse). boğmak * Bir canlıyı, soluk almasına engel olarak öldürmek.
* El, ip veya benzeri ile bir şeyi çepeçevre sıkmak.
* Silik bir duruma getirmek, bastırmak.
* Tamamıyla kaplamak, sarmak.
* Peşpeşe yapmak, bir kimseyi bir şeyin fazlasına eriştirmek veya uğratmak.
* (motorlu taşıtlarda) Fazla yakıt, motoru çalışmaz duruma getirmek.
* Bir durumu başka bir durum yaratarak örtmeye çalışmak.
* Gelişmesine engel olmak.
* (renkler için) Uygun düşmemek.
* Bunaltmak.boğmak * Boğum yeri. boğmak boğmak * boğum boğum. boğmaklı * Boğmakları olan. boğmaklıkuş * Toygar kuşunun bir türü. boğucu * Boğma özelliği olan.
* Solunumu güçleştiren.
* Çok sıcak, sıkıntıveren.boğuk * Kısılmış(ses). boğuk boğuk * Boğuk bir biçimde, kısık kısık. boğuklaşma * Boğuklaşmak işi. boğuklaşmak * (Ses) Boğuk duruma gelmek, kısıklaşmak. boğula boğula * Boğulacakmışgibi, boğuk bir biçimde. boğulma * Boğulmak işi. boğulmak * Boğmak işine konu olmak.
* Havasızlıktan ölmek.
* Bunalmak.boğum * Boğulmuş, sıkılmışyer.
* Parmak veya kamış, saz gibi bitkilerin şişkince bölümü.
* İnce damarların veya sinirlerin yumak gibi toplandığıyer.boğum boğum * Çok boğumlu. boğumlama * Boğulmak işi. boğumlamak * Boğum durumuna getirmek. boğumlanma * Boğumlanmak işi.
* Ciğerlerden gelen havanın, ağız ve burundaki çeşitli nokta ve bölgelerde engellemeye uğrayarak ses olarak
çıkması, telâffuz.boğumlanma bölgesi * Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu çeşitli bölgelerden her biri. boğumlanma noktası * Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu noktaların her biri, çıkak, mahreç. boğumlanmak * Boğum oluşmak, boğum boğum olmak.
* Bir ses çıkarmak için ses yolunun herhangi bir yerinde daralma veya kapanma olmak.boğumlu * Boğumu olan. boğuntu * Zor soluk alma.
* Sıkıntı.
* Bir şeyi değerinden çok yükseğe satma işi, vurgunculuk, ihtikar.boğuntuya getirmek * birini bunaltıp şaşırtmak yolu ile kendisinden, bir işveya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek. boğunuk * Kısık, boğuk.
* Sıkıntılı, kapalı, donuk.boğuşma * Boğuşmak işi. boğuşmak * Birbirinin boğazına sarılmak, dövüşmek.
* İtişip kakışmak.boğuşulma * Boğuşulmak işi veya durumu. boğuşulmak * Boğuşmak işi yapılmak. bohça * İçine çamaşır, elbise gibi şeyler koyup sarmaya yarayan dört köşe kumaş.
* Ufak ve seçme tütün dengi.bohça böreği * Bohça biçiminde sarılan bir çeşit börek. bohçacı * Bohça içinde dokuma eşya gezdirip satan kadın. bohçacılık * Bohçacının işi. bohçalama * Bohçalamak işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 80
bohçalamak * Bir şeyi bohça içine koyup sarmak.
* Güreşte rakibin kol ve ayaklarınıüst üste getirerek kımıldayamaz hâlde alttan kavrayıp kucaklamak.bohçasınıkoltuğuna almak * kendi isteğiyle ayrılmak. bohçasınıkoltuğuna vermek * kovmak, işine son vermek. bohçasınıtoplamak * eşyasınıtoplamak. bohem * Yarınınıdüşünmeden günü gününe tasasız, derbeder bir yaşayışı olan edebiyat ve sanat çevresinden (kimse
veya topluluk).bohem hayatı * Başı boşyaşayış. bok * Dışkı.
* (kaba konuşmada) Hor görülen, tiksinilen.
* Güç durum.bok atmak * (birine) leke sürmek, kara çalmak. bok böceği * Kın kanatlılardan, genellikle otçul memeli hayvanların gübrelerinde yaşayan ve bokla beslenen böcek
(Geotrupes stercorarius).bok canına olsun * bıkılan, kötülüğü görülen şeylere karşı bir sövgü sözü olarak söylenir. bok etmek * (bir işi, bir şeyi) bozmak, berbat etmek. bok karıştırmak * bir işi bozacak biçimde davranmak. bok püsür * hoşa gitmeyen, can sıkan şey ve onun ayrıntıve pürüzleri. bok üstün bok * çok kötü, çok berbat. bok yedi başı * burnunu her işe sokan, her işe karışan. bok yemek * yakışıksız bir işyapmak. bok yemek düşmek * birinin bir işe karışmaması, burnunu sokmaması gerekir. bok yemenin Arapçası * yakışıksızlığın büyüğü. bok yoluna gitmek * yararsız, gereksiz bir şey uğruna yok olmak. boka nispetle tezek amberdir * çok kötü bir şeyin yanında, ondan daha az kötü olanı güzel görünür. boklama * Boklamak işi. boklamak * (bir yeri veya bir işi) Kötü bir duruma getirmek. boklanma * Boklanmak durumu. boklanmak * Kötü bir duruma gelmek, pislenmek. boklaşma * Boklaşmak durumu. boklaşmak * Kötü bir duruma girmek. boklu * Boku olan; pis. bokluk * Pislik.
* Kötü durum.boks * Belirli kurallara uyularak yapılan yumruk dövüşü, yumruk oyunu. boksit * Korindon. boksör * Boks oynayan kimse, yumruk oyuncusu. boksörlük * Boksörün işi veya mesleği. boktan * temelsiz, derme çatma, yararsız. boku bokuna * boşu boşuna, yok yere. boku çıkmak * bir işveya durum tatsızlaşmak. bokun soyu (veya bok soyu) * kızılan veya tiksinilen bir şeye karşısövgü olarak söylenir. bokunda boncuk bulmak * birine hak etmediği hâlde çok değer vermek. bokunu çıkarmak * bok etmek. bokuyla kavga etmek * çok sinirli ve geçimsiz olmak, her şeye öfkelenir olmak. bol * İçine girecek şeyin boyutlarından daha büyük veya genişolan, dar karşıtı.
* (nicelik bakımından) Olağandan veya alışılandan çok, kıt karşıtı.bol * Özel bir cam içinde likör, şarap, meyve ve maden suyu karıştırılarak hazırlanan içki. bol bol * Fazla, büyük miktarda, sıkıntıya düşmeden. bol bolamat * Refah, zenginlik, bolluk. bol bulamaç * Bol bol, pek çok. bol doğramak * (parasını) saçıp savurmak. bol kepçe * Servis sırasında yiyeceği bol bol dağıtma.
* Cömert, eli açık, zengin gönüllü.bol keseden * bol bol, ölçüsüz, çok. bol paça * Genişpaçalı.
* Dökük, saçı, şapşal.bolalma * Bolalmak işi veya durumu. bolalmak * Bollaşmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 71
bir yaşına daha girmek * şimdiye değin görmediği şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmak. bir yığın * birçok, pek çok, bir sürü. bir yiyip bin şükretmek * kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değerini bilmek. bir yol * Bir kez. bir yol tutturmak * bir davranış, bir tutum biçimi belirlemek. bir yolunu bulmak * bir işi sonuçlandırmak için çare bulmak. bir zaman * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
* Belirli bir süre, biraz.bir zamanlar * Zamanında, vaktiyle, eskiden. bira * Arpa ile şerbetçi otunu mayalandırarak yapılan bir içki, arpa suyu. bira bardağı * Bira içmek için yapılmışözel bardak. bira mayası * Mayalanmışdurumdaki biranın yüzünden alınan bir tür mantar. biracı * Bira yapıp satan kimse.
* Çok bira içen (kimse).biracılık * Bira yapma ve satma işi. birader * Erkek kardeş.
* “Yahu, dost, arkadaş” anlamında seslenme olarak kullanılır.
* Masonların birbirlerine verdikleri ad.birahane * Genel olarak sadece bira içilen, aynızamanda da çabuk hazırlanan bazısıcak veya soğuk yemeklerin
yenildiği yer.birahaneci * Birahane işleten kimse. biralık * Bira yapmakta kullanılan. biraz * Kısa bir süre için.
* Yeterince değil, yeter ölçüde değil.
* Az miktarda, çok değil.birazcık * Pek az, çok az. birazdan * Az sonra. birazı * Bir parça. birbiri * Karşılıklı olarak biri ötekini, öteki de onu.
* Biri diğerinin yanısıra.birbiri için yaratılmışolmak * birbiriyle çok iyi anlaşmak. birbiri üstüne gelmek * arkasıarkasına, ara vermeden. birbirine düşmek * aralarıaçılmak, aralarında anlaşmazlık çıkmak. birbirine girmek * kavga etmek, dövüşmek.
* karışmak.
* (iplik vb. için) dolaşmak, çözülmeyecek duruma gelmek.birbirine katmak * aralarınıaçmak, aralarını bozmak, olay çıkarmak. birbirini tutmaz * birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsız. birbirini yemek * iki veya daha çok kimse birbiriyle uğraşmak, birbirine kötülük etmek. birbirinin ağzına girmek * birbirine çok düşkün olmak. birbirinin ağzına tükürmek * bir sorunda, bir olayda sözleşmişgibi, ağız birliği yapmak. birbirinin gözünü çıkarmak * kıyasıya dövüşmek. birbirinin gözünü oymak * aralarında aşırı geçimsizlik olmak. birci * Tekçi, monist. bircilik * Tekçilik, monizm. birçoğu * Çok sayıda olan kimse veya şey. birçok * Oldukça çok, sayısı belirsiz, bir hayli, müteaddit. birden * Bir defada, hepsi bir arada.
* Ansızın, hemencecik.
* Birlikte, beraberce.birdenbire * Ansızın, hemencecik, beklenmedik bir sırada. birdirbir * Oyuncuların birbirinin üstünden atlayarak oynadıkları bir oyun. bire … vermek * (buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) toprak, kullanılan tohumun belli bir katıkadar ürün vermek. bire beşkatmak * eklemek, abartmak, bire bin katmak. bire bin katmak * çok abartmak. bire bir * Verilen ölçüdeki karşılık, miktar. bire bir eşleme * İki kümenin elemanlarıarasında, bir elemana karşı, bir eleman alınarak yapılan eşleme. birebir * Etkisi kesin olan.
* İstenildiği gibi, uygun.birebir gelmek * etkisini hemen ve kesin olarak göstermek. birer * Bir sayısının üleştirme sayısıfatı, her birine bir. birer birer * Her biri ayrı olarak. birer ikişer * Tek veya birkaçı birlikte olarak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 72
bireşim * Parçaların veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleştirilmesi.
* Bu biçimde oluşan bütün.
* Element veya başka maddeleri bir araya getirerek, sun’î olarak bileşik cisimler oluşturma, sentez.
* Yalından karmaşık olana, küllîden cüz’îye, zorunludan olasıya, ilkeden onun uygulanmasına, genel yasadan
bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varılan sonuca giden düşünme biçimi, terkip, sentez.bireşimli * Bireşim yolu ile elde edilen, sentetik. birey * Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlık, fert.
* Bir türün kapsamı içine giren somut varlık.
* Doğa bilgisinde türü oluşturan tek varlıklardan her biri.
* Toplumları oluşturan ve düşünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanların her
biri, fert.
* İnsan topluluklarını oluşturan, insanların benzer yanlarınıkendinde taşımakla birlikte, kendine özgü ayırıcı
özellikleri de bulunan tek can, fert.birey oluş * Yumurtanın döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiği gelişim evrelerinin bütünü,
ontogenez, soy oluşkarşıtı.birey üstü * Tek bir bireyi aşan.
* Genellikle fertlerin çevresini aşan, bireylerin bilincinden bağımsız olan.bireyci * Kişi haklarınısavunan.
* Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.bireycilik * Bireylerin yararlarınıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğreti, tutum veya
politikaların genel adı, ferdiyetçilik, individüalizm.
* Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanıyan görüş, ferdiyetçilik, individüalizm.bireyleşme * Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleşmesi.
* Bağımsız kişiliğe varan gelişme süreci.bireyleştirme * Bireye özgü kılma. bireyleştirmek * Bireye özgü kılmak, başkalarından ayırmak. bireylik * Bir kimseyi dışgözlemciler gözünde benzersiz, tek kılan özellikler veya bunların tek biçimi, ferdiyet.
* Bireyi benzerlerinden ayıran niteliklerin bütünü.bireysel * Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî. bireyselleştirme * Bireysel duruma getirme.
* Ancak ortaklaşa ve genel olarak var olan şeyi bireylere uygulama ve yayma.
* İnsanların doğal, toplumsal ve tarihî gelişmesinden; kendine özgü olan şeylerin, özelliklerin, bireysel olanın
çekilip çıkarılması.bireyselleştirmek * Bir şeyi ayrı olarak, bireysel olarak göz önüne almak. bireysellik * Birey olma olgusu.
* Bir kişiyi benzerlerinden ayıran özelliklerin bütünü, ferdiyet.biri * Bir tanesi.
* Bilinmeyen bir kimse.
* Tamlanan olarak kullanılan bazı isim tamlamalarında tamlayanın küçümsendiğini, hor görüldüğünü anlatır.
* Yüklem durumunda olan bir isim takımının belirtileni olarak kullanıldığında, belirtenin hor görüldüğünü
anlatır.biri çok olmak * haddini aşarak karşısındakini usandırmak. biri eşikte biri beşikte * ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir. biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar * bir şeyden yalnız bir veya birkaç kişi yararlanır da başkalarına yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük
sorunlar çıkar.birice * En fazla, tek. biricik * Eşi, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne. birikim * Birikme, bir yerde toplanıp yığılma.
* Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişşeylerin bütünü.
* Toplumların kültürel varlıklarının gelişip genişlemesi ve uygarlık düzeyinin yükselmesi süreci.
* Mal ve paranın toplanıp çoğalma süreci.
* Herhangi bir aşınma sürecinde veya taşıma işi yapılırken alüvyonlu maddelerin bırakılması.birikinti * Bir yerde kendi kendine birikmişolan şey. birikinti konisi * Dağlık bölgelerden veya yamaçlardan suların getirdiği kum veya taşparçalarının bir düzlükte oluşturduğu
yelpaze biçimindeki yığın.birikiş * Birikme işi veya biçimi. birikişme * Birikişmek işi. birikişmek * Bir yere toplanmak, bir araya gelmek. birikme * Toplanıp yığılma. birikme havzası * Kar ve yağmur sularının biriktiği bölge. birikmek * Toplanıp yığılmak.
* Birbirine eklenip çoğalmak.biriktirim * Biriktirme. biriktirme * Biriktirmek işi, tasarruf. biriktirmek * Toplayıp yığmak.
* Bir şeyi, parayıölçülü kullanarak artırmak, tasarruf etmek.
* Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak.birileri * Bazıkimseler. birim * Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluşturan varlıkların her biri, ünite.
* Bir niceliği ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değişmez parça, vahit.
* Herhangi bir kuruluştaki alt bölümlerden her biri.
* Dilin, oluşturduğu yapı içinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğu bağıntılarla tanımlanan
ayrınitelikli öge, ünite.birimci ekonomi * Birime bağlı ekonomi. birimler bölüğü * Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayılar bölüğü. birincasıf * Birleşikgillerden hekimlikte kullanılan bir bitki. birinci * Bir sayısının sıra sıfatı.
* Zaman, yer, sıra bakımından başkalarından önce gelen.
* Sırada, önem sırasında en üstün olan kimse.
* (ulaşım araçlarında) Mevki, sınıf, orun.birinci çağ * Yeryüzünün yaklaşık üç yüz milyon yıllık çağı, paleozoik. birinci gelmek (veya çıkmak) * birçoklarıarasında en iyi olarak seçilmek. birinci olmak * başta gelmek, önde gelmek. birinci orun * (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki. birinci zar * Yemişlerin derisi, dışkabuk, meyve dışı. birincil * Sırada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas. birincil grup * İçten, samimî, yüz yüze ilişkilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk. birincilik * Birinci olma durumu.
* (çoğul durumda) Şampiyonluk için yapılan yarışmalar.birincivasıf * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki. birinden) buz gibi soğumak * birinden tiksinmek. birinin başına dikilmek * birinin yanından uzaklaşmamak, onu denetim altında bulundurmak.
* bir işi yaptırmak için yanında ayakta durmak.
* bir şeyin yanında ve ayakta beklemek.