buğday güvesi | * Tahıla zarar veren küçük bir kelebek (Tinea granella). |
buğday pası | * Pas mantarı gillerden asalak bir mantar (Puccinia graminisi). * Bu mantarın buğday ve benzeri bitkilerin yapraklarında oluşturduğu hastalık. |
buğday rengi | * (ten için) Açık esmer. |
buğday sürmesi | * Buğday başaklarından oluşan ilkel mantar (Tilletia tritici). * Bu mantarın yol açtığıhastalık. |
buğday unu | * Yabancımaddelerinden temizlenmişve tavlanmış buğdayların tekniğine uygun olarak öğütülmesiyle elde edilen bir ürün. |
buğdaycıl | * Bataklık yerlerde, patates, pancar tarlalarında yaşayan göçücü bir kuş(Luscinia svecica cyanecula). |
buğdaygiller | * Bir çeneklilerden, örneği buğday, yulaf, arpa, pirinç, çavdar, mısır, ayrık ve çayır otları, kamış, bambu olan, çiçekleri başak durumunda büyük bir bitki familyası. |
buğdaysı | * Buğdayıandıran. |
buğdaysımeyve | * Çok ince olan kabuğu, zarından ayrılmayacak derecede kaynaşmışolan tohum izlenimi veren bir kuru meyve. |
buğdaysıtane | * Bkz. buğdaysımeyve. |
buğdaysıtohum | * Bkz. buğdaysımeyve. |
buğra | * Erkek deve, iki hörgüçlü deve. |
buğu | * Isıetkisiyle gaz durumuna geçen sıvı. * Soğuk bir cisim üzerinde ince bir tabaka durumunda yoğunlaşmışsıvı. |
buğu evi | * Hastalık dolayısıyla mikroplu sayılan eşyanın sıcak buğu ile temizlendiği yer, tephirhane. |
buğu kebabı | * Et, arpacık soğanı, domates, sarımsak, kekik ve baharat kullanılarak hiç su konmadan hazırlanan bir et yemeği. |
buğul buğul | * Buğu çıkararak. |
buğulama | * Buğulamak işi. * Buğuda pişmiş(yemek). |
buğulamak | * Buğudan geçirmek, buğuya tutmak. * Bazıyemekleri buğu ile pişirmek. |
buğulandırma | * Buğulandırmak işi. |
buğulandırmak | * Buğulanmasına yol açmak. |
buğulanış | * Buğulanmak işi veya biçimi. |
buğulanma | * Buğulanmak işi. |
buğulanmak | * Üzerinde buğu oluşmak, buğu ile kaplanmak. |
buğulaşma | * Buğulaşmak işi, buharlaşma. |
buğulaşmak | * Buğu durumuna gelmek, buharlaşmak. |
buğulaştırıcı | * Suyu buğu durumuna getirmek için kullanılan (araç). |
buğulu | * Üzerinde buğu bulunan, buğulanmış. * Süzgün, dalgın bakışlı olan (göz). |
buğulu buğulu | * Nemli, dolu dolu, yaşlı. |
buğur | * Buğra. |
buğusu üstünde | * sıcak sıcak, sıcaklığı azalmamışdurumda. |
buhar | * Isıetkisiyle sıvıların ve bazıkatıların dönüştükleri gaz durumu. |
buhar kazanı | * Buhar elde etmekte kullanılan kazan. |
buhar kurutucusu | * Buhar içerisindeki su damlacıklarınıayıran ve kuru buhar elde edilmesini sağlayan araç. |
buhar makinesi | * Buhar basıncıyla işleyen makine. |
buhar olmak | * yok olmak, kaybolmak. |
buhar valfı | * Buharlıısınma sisteminde, kalorifer dairelerinde buhar akışınıkesmeye ve dengelemeye yarayan alet. |
buharlaşma | * Buharlaşmak işi, buğulaşma, tebahhur. |
buharlaşma noktası | * Bir sıvının kaynatılma sonucunda buhar durumuna geçme derecesi. |
buharlaşmak | * Buhar durumuna dönüşmek, buğulaşmak, tebahhur etmek. * Dalgınlaşmak, hayaller içinde kalmak. |
buharlaştırıcı | * Buharlaşma işlemini gerçekleştiren alet. |
buharlaştırma | * Buharlaştırmak işi. |
buharlaştırmak | * Bir sıvıyıkaynatarak buhar durumuna getirmek. * Bir sıvıyı ince damlacıklar durumunda damıtmak. |
buharlayıcı | * Buhar hâline getiren (makine vb.). |
buharlı | * Buharı olan. * Buhar gücü ile çalışan. |
buharlı gemi | * Buhar gücüyle çalışan gemi. |
buharlıısıtma | * Buharın taşıdığıısıdan yararlanarak yapılan ısıtma. |
buharlımakine | * Buharla çalışan makine. |
buharlıtren | * Buhar gücüyle çalışan tren. |
buharlıütü | * Çıkardığı buharla kuru çamaşırlarıütülemeye hazır duruma getiren ütü. |
buhran | * Bunalım, bunluk, kriz. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 96
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 97
buhran geçirmek * bunalım geçirmek. buhrana tutulmak * buhran geçirmek. buhranlı * Bunalımlı. buhur * Dinî törenlerde yakılan kokulu ağaç vb. maddeler, tütsü. buhurdan * Buhurluk. buhurdanlık * Buhur yapmak için kullanılan araç. buhurluk * İçinde tütsü için kullanılan maddeler yakılan kap. buhurumeryem * Tavşankulağı, siklâmen. buji * Patlamalımotorlarda gazıtutuşturmaya yarayan elektrikli araç. bukağı * Ağır cezalıların ayaklarına takılıp ucuna pranga bağlanan demir halka.
* Kaçmaması için hayvanların ayağına takılan zincir, demir köstek.bukağıvurmak * bukağıtakmak. bukağılama * Bukağılamak işi. bukağılamak * (hayvan için) Ayağa bukağıtakmak. bukağılı * Ayağında bukağı bulunan.
* Bilekleri beyaz olan (hayvan).bukağılık * Hayvanların ayağına bukağıtakılacak yer, bilek. bukalemun * Bukalemungillerden, 20-30 cm boyunda, renk değiştirmesiyle ünlü sürüngen türü, kaya keleri (Chamaeleo
chamaeleon).
* Çıkarına göre davranışını, görüşünü değiştiren kimse.bukalemun gibi renkten renge girmek * sürekli düşünce değiştirmek. bukalemungiller * Sürüngenler sınıfının renklerini bulunduklarıyerin rengine uyduran, hareketleri yavaş, bukalemun türlerini
içine alan bir familyası.bukanak * Ayak. buke * Güzel koku, rayiha. buket * Çiçek demeti. bukle * Küçük lüle durumunda, kıvrımlısaç. bukle bukle * Kıvrım kıvrım, bukleli (saç). bukleli * Kıvrımları olan (saç). buklesiz * Kıvrımları olmayan (saç). buklet * Bükülmüşiplik.
* Bu iplikten dokunmuş(giyecek).bukran * Saraçların kullandığıyün kırpıntısı. bul * Yalnız iki genişyüzü testere ile düzeltilmiştahta. bula * Yenge, amca veya dayıkarısı. bula bula bunu (onu, bir şeyi, bir kimseyi) bulmak * var olanların en değersizini seçmek.
* kötü bir raslantıyıanlatmak için kullanılır.bulada * Büyük piliç. bulak * Kaynak, pınar. bulama * Bulamak işi.
* Genellikle üzüm şırasının kaynatılması ile yapılan koyu pekmez.bulamaç * Sulu, cıvık hamur.
* Bu koyulukta yapılan çeşitli hamur yemekleri.
* Karışık, oradan buradan toplanmış.bulamak * Bir nesnenin her yanını bir şeye değdirerek üstünü onunla kaplamak, bir nesneyi başka bir maddeye
batırmak.
* Kirletmek.bulandırıcı * Bulantıveren.
* Tiksindirici, nefret uyandıran.bulandırılmak * Bulandırmak işi yapılmak. bulandırmak * Bulanmasına yol açmak, bulanmasını sağlamak.
* İki veya daha çok şeyi birbirlerinden fark edilmeyecek biçimde karıştırmak.bulanık * Bulanmışolan, duru olmayan.
* Bulutlu, kapalı.
* Açık seçik görünmeyen, net olmayan.
* (bakış) için, Donuk, anlamsız; fersiz.
* Niteliği tam anlaşılmayan.bulanıkça * Biraz bulanık olan, çok duru olmayan. bulanıklaşma * Bulanıklaşmak işi veya durumu. bulanıklaşmak * Bulanık olmak. bulanıklaştırmak * Bulanık duruma getirmek. bulanıklık * Bulanık olma durumu. bulanış * Bulanmak işi veya biçimi. bulanma * Bulanmak işi. bulanmak * Bulamak işine konu olmak, her yanı bir şeyle kaplanmak.
* Duruluğunu yitirmek.
* Parlaklığınıve açıklığınıyitirmek.
* (iç, mide içi) Bulantısı olmak.
* Karışmak.bulantı * Midede duyulan ve insana kusacak gibi bir duygu veren durum. bulantıvermek * (içini, midesini) bulandırmak. bulaşıcı * Birinden başkasına geçen, bulaşan, sri. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 98
bulaşıcıhastalık * Mikrop yolu ile yayılan hastalık. bulaşık * Yiyecek veya içecekte kullanılan yıkanmamışmutfak eşyasıveya kap kacak.
* Bulaşmışolan.
* Yapışkan, sulu.
* İz, etki, kalıntı.bulaşık adam * Yolsuz, uygunsuz işler yapan, sataşma alışkanlığı olan kimse. bulaşık bezi * Bulaşıklarıyıkamak için kullanılan bez. bulaşık deniz * Mayın tehlikesi olan deniz. bulaşık deterjanı * Bulaşık tozu. bulaşık eldiveni * Bulaşık yıkarken kullanılan plâstikten yapılmışgeçirimsiz eldiven. bulaşık gemi * Tayfalarında veya içindeki yolcular arasında bulaşıcıhastalık bulunan gemi. bulaşık iş * Yolsuz, uygunsuz, kirli iş. bulaşık makinesi * Bulaşık yıkamaya yarayan alet. bulaşık makinesi tuzu * Bulaşık makinelerinde suyun içinde veya yıkananların üzerinde kireç kalıntılarınıyok eden kimyasal
bileşim.bulaşık suyu * Bulaşık yıkarken kullanılan su. bulaşık suyu gibi * (sulu yiyecek ve içecekler için) kötü hazırlanmış, tadıtuzu olmayan. bulaşık tozu * Bulaşıklarıyıkarken kullanılan, temizleme ve arıtma özelliği bulunan toz. bulaşıkçı * İşi kirli kaplarıyıkamak olan kimse. bulaşıkçılık * Bulaşıkçının işi. bulaşıkhane * Kışla, okul, otel gibi yerlerde bulaşık yıkamaya ayrılan özel bölüm. bulaşıklık * Bulaşık olma durumu. bulaşılma * Bulaşılmak işi veya durumu. bulaşılmak * Bulaşmak işine konu olmak. bulaşkan * Bulaştığıyerden kolay temizlenemeyen, yapışkan.
* Sataşma, kavga etme alışkanlığı olan.bulaşkanlık * Bulaşkan olma durumu. bulaşma * Bulaşmak işi. bulaşmak * Bir nesne, üzerine sürülen bir şey yüzünden kirlenmek.
* İstenilmeyen bir madde bir şeye sürülmek.
* (hastalık) Geçmek, sirayet etmek.
* Çatmak, sataşmak, tedirgin etmek.
* İstemeden veya rastlantısonucu bir işe karışmak.bulaştırılma * Bulaştırılmak işi veya durumu. bulaştırılmak * Bulaştırmak işine konu olmak. bulaştırma * Bulaştırmak işi veya durumu. bulaştırmak * Bulaşmasına yol açmak. bulatmak * Bulaştırmak. buldok * Köpekgillerden, burnu basık, alt çenesi üsttekinden uzun, iri ve güçlü bir köpek türü (Canis familiaris
molosus hibernicus).buldozer * Önündeki geniş bıçakla toprağısıyırıp engebeleri kaldıran, tekerlekli veya tırtıllı bir yol makinesi. buldukça bunar (veya bulmuşda bunuyor) * bulduğuyla yetinmiyor da daha çoğunu istiyor. buldumcuk * Sonradan görme. buldumcuk olmak * bir şeye sonradan ulaşınca şımarmak. buldurma * Buldurmak işi. buldurmak * Bulmak işini yaptırmak. buldurtma * Buldurtmak işi. buldurtmak * Bulmasınıveya buldurmasını sağlamak. Bulgar * Slâvların güney kolundan olan bir halk veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Bulgaristan’a özgü olan, Bulgaristanla ilgili olan.Bulgarca * Bulgar dili. bulgari * Dört telli bağlama. Bulgaristanlı * Bulgaristan halkından olan ( kimse). bulgu * Var olduğu hâlde bilinmeyeni bulup ortaya çıkarma işi ve bu işin sonunda elde edilen şey.
* Araştırma verilerinin çözümlenmesinden çıkarılan bilimsel sonuç, netice.
* Vücuttaki işlevsel bir bozukluğun, hastalığın belirlenmesine yarayan olgu veya olay, araz, semptom.bulgulama * Bulgulamak işi.
* Yeni olaylarıve bilgileri bulma yöntemi ve öğretisi.bulgulamak * Yeni olaylarıve bilgileri bulmak. bulgur * Kaynatılıp kurutulduktan ve kabuğu çıkarıldıktan sonra kırılan buğday.
* Sert ve ufak taneler durumunda yağan kar, ebe bulguru.bulgur bulgur * Bulgur tanesi gibi. bulgur çorbası * Domates, bulgur, taze biber, soğan, tereyağıve salça kullanılarak hazırlanan bir çorba türü. bulgurcu * Bulgur yapan ve satan kimse. bulgurcuk * Güneşyüzeyinde teleskopla seçilebilen küçük, dairesel görünüşlü parçacıklardan her biri. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 99
bulgurculuk * Bulgurcunun işi veya mesleği. bulgurlama * Bulgurlamak işi. bulgurlamak * Bulgur tanaleri gibi küçük parçalara ayırmak. bulgurlanma * Bulgur taneleri gibi küçük parçalara ayrılma.
* Güneşyüzeyinde bulgurcuk denilen taneciklerin kaynaşması olayı.bulgurlu köfte * İnce bulgurla yoğrulmuşköfte. bulgurlu pilâv * Bulgurla pişirilen pilâv. bulgurluk * Bulgur yapmaya elverişli. Bulgurlu’ya gelin mi gidecek? * gereği yokken ivedi ve sürekli olarak dikiş, nakışgibi işlerle uğraşanlara şaka yollu söylenir. bulgusal * Bulguyla ilgili, bulguya ait. bulgusal yöntem * Öğretilmek istenen şeyi, öğrencilerin kendilerinin bulmasınısağlayan öğretim yöntemi. bullak * Bkz. allak bullak. bulma * Bulmak işi. bulmaca * Çeşitli biçimlerde düzenlenen ve düşündürerek, aratarak buldurmayıamaç edinen oyun. bulmak * Arayarak veya aramadan, bir şeyle, bir kimse ile karşılaşmak; bir şeyi elde etmek.
* Kaybedilen bir şeyi yeniden ele geçirmek.
* Varlığı bilinmeyen bir şeyi ortaya çıkarmak, keşfetmek.
* İlk kez yeni bir şey yaratmak, icat etmek.
* İstenilen şeye kavuşmak, nail olmak.
* Bir yer, bir noktaya erişmek, ulaşmak.
* Herhangi bir görüşe, bir yargıya varmak.
* Seçmek, uygun saymak.
* Sağlamak, temin etmek.
* (kabahat, suç, kusur için) Yüklemek.
* Erişmek.
* Cezaya uğramak.
* Hatırlamak.bulucu * Bir şeyi bulan, bir buluşyapan kimse, kâşif.
* Gazları, mayınları, radyoaktif mineralleri, manyetik dalgaları bulmaya yarayan araç, detektör.bulûğ * Erin olma, baliğolma, erinlik. bulûğçağı * Ergenlik çağı. bulûğa ermek * erinleşmek. bulundurma * Bulundurmak işi. bulundurmak * Var olmasını, hazır bulunmasını sağlamak.
* Eksik etmemek.bulunma * Bulunmak işi. bulunmak * Bulmak işine konu olmak.
* Herhangi bir durumda olmak.
* (bir yerde) Olmak.
* Bulunmaz, eşsiz, benzersiz, güç bulunan.bulunmaz Hint kumaşı * çok az bulunduğu ve çok değerli olduğu sanılan şey. buluntu * Kazıveya araştırmalarla ortaya çıkarılmışolan, bazen de rast gelinerek bulunan eski çağlardan kalma eşya.
* Sokakta bulunup alınan çocuk.bulup buluşturmak * çaba göstererek sağlamak, yaratmak. buluş * Bulmak işi veya biçimi.
* İlk defa yeni bir şey yaratma, icat.
* Bilinen bilgilerden yararlanarak daha önce bilinmeyen yeni bir bulguya ulaşma veya yöntem geliştirme, icat.
* Konu, duygu, düşünce ve hayalde başkalarının etkisinden sıyrılarak, bunların işlenişinde yeni bir yol tutma.buluşhakkı * Bir buluşun veya o buluşu uygulama alanında kullanma hakkının bir kimseye ait olduğunu gösteren belgeye
karşılık kazanılan hak.buluşma * Buluşmak işi. buluşma yeri * Buluşulacak yer. buluşmak * Bir araya gelmek; karşılaşmak.
* Önceden belirlenmiş bir yer ve zamanda bir araya gelmek.
* Kavuşmak.buluşturma * Buluşturmak işi. buluşturmak * Bir araya gelmelerini sağlamak, bir araya getirmek. buluşulma * Buluşulmak işi. buluşulmak * Buluşmak işi yapılmak. bulut * Atmosferdeki su damlacıklarıve buz taneciklerinin görülebilir yoğunluk kazanmasıyla oluşan, biçimleri,
yükseklikleri ve yol açtıklarıhava olaylarıyla birbirinden ayrılan yığınlar.
* Herhangi bir şeyden oluşan yoğun yığın.
* Keder, endişe.bulut gibi * çok sarhoş. bulutçuk * Küçük bulut. bulutlanma * Bulutlanmak işi. bulutlanmak * Bulutlarla kaplanmak.
* Kederlenmek, hüzünlenmek.bulutlu * Bulutlarla kaplanmış, bulutlanmış.
* Üzerinde bulut varmışgibi bulanık görünen.
* (bellek için) Karışık, net olmayan.bulutsu * Uzayda ekseni çevresinde yavaşça dönen, kızgın gaz ve tozlardan oluşmuşgök varlığı, nebülöz. bulutsuz * Bulutu bulunmayan, açık, berrak. buluttan nem kapmak * en küçük bir şeyden alınmak, çok alıngan olmak. bulvar * Şehir içinde ağaçlı, geniş cadde. bumbar * Büyükbaşve küçükbaşhayvanların kalın bağırsağı.
* Bu bağırsağa ciğer, kıyma, pirinç veya bulgur doldurularak yapılan yemek.
* Soğuğun girmesini önlemek için kapıve pencere aralıklarına takılan, içi pamuk dolu, uzun bez kılıf.bumburuşuk * Çok, iyice buruşmuşolan. bumbuz * Çok soğuk. bumerang * Kıvrık bir sopaya benzeyen ve fırlatıldığında geri dönen, ağaçtan yapılma bir av aracı. bumlama * Bumlamak işi. bumlamak * Lâstik tırnaklarının janta iyi oturmamasından dolayıjantın iç lâstik üzerine basmasısonucu lâstik patlamak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 100
bun * Sıkıntı. buna * Bu zamirinin yönelme eki almışdurumu. buna değdi (idi) buna değmedi (idi) diyerek * birçok şey arasından, iyilerini seçmeye başlamışken önce beğenmeyip bıraktıklarınıda sonradan, yeniden
seçip alarak.bunak * Bunamışolan (kimse), ateh getirmişolan (kimse), matuh. bunakça * Bunağa benzer, biraz bunak.
* Bunağa yakışır (bir biçimde), bunak gibi.bunaklık * Bunak olma durumu. bunalım * Doğal bir süreçte birdenbire oluşan aykırılık, bunluk, buhran, kriz.
* Tehlikeli sonuç doğurabilecek gerginlik, buhran.
* Bir hastalıkta iyileşme veya ölümle sonuçlanan, birdenbire olan fizyolojik değişiklik, kriz.
* Çoğunluğa ilişkin satın alma gücünün durması, satışdeğerlerinin düşmesi, çalışma gücünün azalması gibi
sebeplerle ortaya çıkan iktisadî durum, kriz.
* Ruhî yönden sonucu tehlikeli olabilecek durum.bunalım geçirmek * herhangi sebeple oluşan bunalımıyaşamak. bunalıma düşmek * ruhî bakımdan gerginlik veya sıkıntı içine girmek. bunalımlı * Gerginlik, sıkıntıveren, gerginliği olan. bunalış * Bunalmak işi veya biçimi. bunalma * Bunalmak işi. bunalmak * Soluk alması güçleşmek.
* Çok sıkılmak, çok tedirgin olmak.bunaltı * Sıkıntı, iç sıkıntısı. bunaltıcı * Boğucu, sıkıcı, sıkıntıveren. bunaltılma * Bunaltılmak işi veya durumu. bunaltılmak * Bunalmasına yol açılmak. bunaltma * Bunaltmak işi. bunaltmak * Bunalmasına yol açmak. bunama * Frengi, alkolizm gibi dışsebeplerden veya yaşlılık, damar tıkanması gibi iç sebeplerden ileri gelen, zihnî
bağıntının kopması, ateh.bunamak * Frengi, alkolizm gibi dışsebeplerden veya yaşlılık, damar tıkanması gibi iç sebeplerle zihnî bağıntıkopmak,
ateh getirmek.bunayış * Bunamak işi veya biçimi. bunca * Epey, çok.
* Bu kadar, bu denli.buncağız * Bunun gibi. bunda * Bu zamirinin kalma durumu. bunda bir işvar * olayın bir iç yüzü, durumun gizli bir yönü var. bundan * Bu zamirinin çıkma eki almışdurumu. bundan böyle * bundan sonra. bundan iyisi can sağlığı * bu en iyisidir, daha iyisi olamaz. bungalov * Hindistan’da tek katlı, genellikle tahtadan yapılmış, veranda ile çevrili ev.
* Genellikle tahtadan yapılmış, tek katlıev.bungun * Sıkıntılı. bungunlaştırmak * Bungun hâle getirmek. bunlar * Bu zamirinin çoğul eki almışdurumu. bunlu * Sıkıntılı. bunluk * Bunalım, sıkıntı. bunmak * Beğenmemek, azımsamak, küçümsemek. bunu * Bu zamirinin belirtme eki almışdurumu. bunun * Bu zamirinin tamlayan durumu. bunun burası * dikkati çekmek için “burası” anlamında kullanılır. bununla birlikte * Buna ek olarak.
* Bunun böyle olduğuna bakmayarak.bura * (bu ve ara kelimelerinden) Bu yer.
* Kalma ve çıkma durumlarında orta hecenin düştüğü ve burda, burdan biçimlerinin kullanıldığıda görülür.buracıkta * Çok yakın ve belirli bir yeri gösterir. burada * Bu yerde. buradan * Buradan. buradayım diye bağırmak * göze çarpacak bir yerde bulunmak. burağan * Güçlü esen rüzgâr. buralar * bu yerler. buralı * Bu memleketli, bu yerin halkından. buram buram * (duman, koku gibi havada yayılanşeyler için) Pek çok. burası * Bu yer, bura. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 89
boyu boyuna, huyu huyuna * karıkoca veya arkadaşlar arasında her bakımdan uygunluk olması gerekir. boyun * Gövdenin başla omuz arasında kalan bölgesi.
* Şişe, güğüm gibi kapların veya vida, cıvata gibi araçların dar olan üst bölümü.
* Sorumluluk.
* Dağsırtlarında geçmeye elverişli alçak yer.boyun bağı * Gömlek yakasının altından geçirilip süs olarak bağlanan uzun, enlice kumaşparçası, kravat. boyun bir karışuzadı * gereği olmayan o işi yapmakla sanki yükseldin anlamında söylenir. boyun borcu * Yapılması gereken ödev, vecibe. boyun bükmek * Bkz. boynunu bükmek. boyun eğmek * isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak. boyun kesmek * başınıeğmek. boyun kırmak * saygıduyulan bir kimse karşısında, ayakta iken başıöne bükmek. boyun olmak * kefil olmak. boyun vermek * buyruk altına girmek. boyuna * Ene dik olarak, boyunca, uzunlamasına, tulânî.
* (bo’yuna) Ara vermeden, durmaksızın.boyuna bosuna bakmadan * fizik yapısının gereğince gelişmemişolmasını göz önünde bulundurmadan. boyunca * Boyu veya uzunluğu kadar.
* Sürdüğü zaman kadar, süresince.boyunca çocuğu olmak * yetişkin çocuğu olmak. boyunduruğa atmak (veya almak) * (güreşte) hasmın başınıkoltuk altına alıp boynuna kol dolamak. boyunduruğa vurmak * baskıaltına almak. boyunduruk * Çift süren veya arabaya koşulan hayvanların birlikte yürümelerini sağlamak için boyunlarına geçirilen bir
tür ağaç çember.
* Zulüm ve zorbalık baskısı, esaret.
* Güreşte hasmın başınıkoltuk altına alıp boynuna kol dolama oyunu.
* Kapıveya pencere gibi açıklıkların üzerine konulan ağaç, taşveya beton kiriş, lento.
* Mengenenin üst yanındaki kemer biçimli bölüm.boyunduruk altına girmek * başkasının baskısıaltında kalmak. boyunduruk parası * Bir mahalleden veya köyden başka yere gelin götürülürken, kaynatanın, gelinin ayrıldığıyerin delikanlılarına
verdiği bahşiş.boyunlandırmak * Kapsam kazandırmak. boyunlu * Boynu olan. boyunluk * Boyuna sarılan şey, boyun sargısı. boyunun ölçüsünü almak * kendi yetersizliğini, beceriksizliğini anlamak; beklediği yakınlığı görememek. boyut * Bir cismin herhangi bir yöndeki uzanımı.
* Nitelik, genişlik, kapsam.
* Durum.
* Doğruların, yüzeylerin veya cisimlerin ölçülmesinde ele alınan üç doğrultudan uzunluk, genişlik ve
derinlikten her biri, buut.boyut katmak * başka veya yeni bir görüşaçısıvermek, genişlik, kapsam ve içerik kazandırmak. boyut kazanmak * yeni bir durum, içerik, genişlik, kapsam kazanmak. boyutlandırma * Boyutlandırmak işi. boyutlu * Boyutu olan. boyutsuz * Boyutu olamayan. boz * Açık toprak rengi.
* Bu renkte olan.
* Açılmamış, sürülmemiş(toprak).boz bulanık * Çok bulanık. boz madde * Sinir hücrelerinden oluşan, beyinde dış, omurilikte iç tabaka. boz yel * Lodos. boza * Arpa, darı, mısır, buğday gibi tahılların hamurunun ekşitilmesiyle yapılan koyuca, tatlıveya mayhoşiçecek. boza gibi * (sıvılar için) koyu ve bulanık. boza olmak * utanmak, bozum olmak. bozacı * Boza yapan veya satan kimse. bozacılık * Boza yapma veya satma işi. bozahane * Boza yapılan yer. bozarık * Bozarmışolan. bozarma * Bozarmak işi veya durumu. bozarmak * Rengi boz olmak, renk değiştirmek, rengini atmak. bozayı * Tehlikeli bir cins ayı. bozbakkal * Karatavukgillerden, boz renkli ardıç kuşu (Turdus pil ris). bozca * Rengi boza çalan.
* İşlenmemiş, çalılık toprak, ham tarla.bozdoğan * Bir doğan türü (Falco aesalon).
* Yeniçeriler tarafından kullanılan ve atların eyerlerinde asılıduran altıtoplu gürz.bozdur bozdur harca * çok az olan şeyler için alay olarak kullanılır. bozdurma * Bozdurmak işi. bozdurmak * Bozmak işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 90
bozdurtma * Bozdurtmak işi veya durumu. bozdurtmak * Bozdurmak. bozdurulma * Bozdurulmak işi veya durumu. bozdurulmak * Bozmak işi yaptırılmak. bozgeven * Yurdumuzda Erciyes dağında yetişen bir geven türü (Astragalus microcephalus). bozgun * Bir toplulukta karşılıklı güvenin bozulması ile beliren karışıklık.
* Yenilen bir ordunun, düzen bağınıyitirerek asker onurunun gerektirdiği bütün bağları bozması, hezimet.
* Bu durumda bulunan.
* Morali bozulmuş, çökmüş, yılgın.bozguna uğramak (veya vermek) * yenilip perişan olmak, dağılmak, hezimete uğramak. bozguncu * Bozgunluk yaratan (kimse, güç vb.). bozgunculuk * Bozguncuya yakışır davranış. bozgunluk * Bozgun.
* Bozgun olanın durumu.bozkır * Kurakçıl otsu bitkilerden oluşan, sıcak ve ılıman iklimlerde genişalanlara yayılan, ağaçsız doğal bölge, step. bozkır kedisi * Genellikle bozkırlarda yaşayan yabanî kedi (Otocolobus manul). bozkır koyunu * Asya koyunu (Ovis vignei). bozkır tavuğu * Bağırtlak. bozkırlaşma * Bozkırlaşmak işi veya durumu. bozkırlaşmak * Bozkır durumuna gelmek. bozkurt * Birçok Türk destanında yer alan kutsal hayvan. bozlak * Orta ve Güney Anadolu’nun birçok bölgelerinde bir türkü ezgisi.
* Bu ezgiyle söylenen, konusu acıklıtürküler.bozlama * Bozlamak eylemi. bozlamak * (deve) Bağırmak.
* Çığlık koparmak.bozma * Bozmak işi.
* Biçimi ve kullanılışıdeğiştirilmiş.bozmacı * Eski şeyleri alıp bozarak parça parça satan kimse. bozmak * Bir şeyi kendisinden beklenilen işi yapamayacak duruma getirmek.
* Bir yerin, bir şeyin düzenini karıştırmak.
* Dokunmak, zarar vermek.
* Kötü duruma getirmek.
* Geçersiz bir duruma getirmek.
* Büyük parayıufak birimlere ayırmak.
* Bir kimseyi beklemediği bir davranışkarşısında bırakarak veya sözünü yalana çıkararak küçük düşürmek.
* Bozguna uğratmak, yenmek, mağlûp etmek.
* Altınıparaya çevirmek, bozdurmak.
* Bağveya bostanın son ürününü toplamak.
* Kızlığına zarar vermek.
* Aklınıyitirecek derecede bir şeye düşkün olmak.
* Biçimini ve kullanılışınıdeğiştirmek.
* Bırakmak, dağıtmak.bozördek * Tatlısularda bulunan bir tür ördek. bozrak * Rengi boza çalan. bozuk * Bozulmuşolan.
* (bir organ) Görevini yapamaz duruma gelmiş.
* Kızgın, sıkıntılı.
* Madenî, küçük değerli para.
* Kötümser, gergin, huzursuz, karışık.bozuk * Türk halk müziğinde, bağlamadan biraz büyük ve meydan sazından küçük dokuz telli bir saz. bozuk çalmak * canısıkılmış, yüzü asılmışolmak. bozuk düzen * Düzensiz, düzeni bozuk olan. bozuk para * Ufak birimlere ayrılmışpara, ufaklık, bozuk. bozuk para gibi harcamak * değerini düşürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkışmak. bozukça * Biraz, bozuk, bozuk gibi. bozukluk * Bozuk olma durumu.
* Bir paranın ufak birimlere ayrılmışdurumu, ufaklık, bozuk para.bozulma * Bozulmak işi. bozulmak * Bozmak işine konu olmak.
* (yiyecek için) Kokmak, yenilemeyecek duruma gelmek, ekşimek.
* İyi ve değerli niteliğini yitirmek.
* Bir şeye kızmak, içerlemek.
* Sağlığınıyitirip zayıflamak.
* Dağılmak, bozguna uğramak.bozuluş * Bozulmak işi veya biçimi. bozum * Bozulmak işi, utangaçlık, mahçupluk. bozum etmek * utandırmak, mahcup etmek. bozum havası * Utangaçlık, mahcupluk, yenilmişlik. bozum olmak * utanmak, utanacak duruma düşmek, mahcup olmak. bozumca * Kurşun renginde iri bir kertenkele. bozuntu * Bozulmuş bir şeyin kalan bölümleri, döküntü.
* Kendinde bulunması gereken nitelikleri taşımayan kimse veya şey.
* Şaşkınlığa düşme.bozuntuya uğramak * şaşkınlığa kapılmak. bozuntuya vermemek * bir kimsenin hoşa gitmeyen bir durumunda fark etmemişgibi davranmak. bozuşma * Bozuşmak işi. bozuşmak * Aralarıaçılmak. bozuşuk * Aralarıaçılmış, bozulmuşolan. bozuşukluk * Bozuk durumda, karşılıklı bozulma içinde. bozyürük * Üstü hafif benekli, başıküçük, kuyruğu kalın ve kısa, zehirsiz ve zararsız bir yılan (Eryx). böbrek * Kandaki zararlımaddeleri süzen, idrar salan, omurganın sağve sol yanında bulunan çift organlardan her
biri. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 91
böbrek taşı * Böbreklerde oluşan taş. böbrek üstü bezi * Böbreklerin üstünde bulunan, hormon niteliğinde salgısı olan bez (II). böbrek yağı * Kasaplık hayvanların böbreklerinin çevresinde oluşan yağ. böbreksi * Böbrek biçiminde olan. böbür * Memelilerden, sıcak ülkelerde yaşayan, derisi benekli, yırtıcıhayvan (Hyrax syriensis).
* Böbürlenme, kibir.böbürlenme * Böbürlenmek işi. böbürlenmek * Övünerek kabarmak, kurulmak. böbürlenmek * çok böbürlenmek. böbürtü * Böbürlenme. böce * Böcü. böcek * Eklem bacaklıların, altı bacaklı, çoğu kanatlıve vücutları baş, göğüs, karın olarak eklemlerden oluşmuş
hayvan sınıfı, haşere.
* Kelebek, kurt ve tırtılın dışında kalan küçük hayvancıklara verilen ad.
* İstakoza benzer, uzunluğu 30-40 cm kadar olan, sarırenkli, kısa kıskaçlı, yenilen bir deniz hayvanı.böcek bilimci * Böcek bilimi uzmanı, entomolojist. böcek bilimi * Böceklerin yapısını, yaşayışınıve hastalık yapıcıniteliklerini inceleyen bilim dalı, entomoloji. böcek çıkarmak * ipek böceği yetiştirmek. böcek gibi * ufak tefek ve esmer (çocuk). böcek kabuğu * Mor ile yeşil arasında ve metal parlaklığında olan renk.
* Bu renkte olan.böcekbaşı * Osmanlıİmparatorluğunda zabıta görevlisi. böcekçil * Böcek yiyen, böcekle beslenen (hayvan veya bitki). böcekçiller * Omurgalıhayvanlardan memeliler sınıfına giren, böcek yiyen, karada yaşayan hayvanlar takımı. böcekhane * Böceklik. böcekkapan * Örnek bitkisi drosera olan ve bazı organları böcek yakalamaya, sindirmeye elverişli olan bitkilerin ortak
adı.böceklenme * Böceklenmek işi. böceklenmek * İçinde veya üstünde böcek üremek. böcekler * Vücutları baş, göğüs ve karın olarak üç bölgeye ayrılan, duyargaları birer, kanatları ikişer, ayaklarıyla ağız
parçalarıüçer çift olan eklem bacaklılar sınıfı.böcekli * İçinde veya üstünde böcek bulunan, böceklenmiş. böceklik * İpek böceği yetiştirilen yer, böcekhane. böceksavar * Evdeki zararlı böcekleri savıp öldürmekte kullanılan ve ilâç püskürten sprey. böceksiz * İçinde böcek bulunmayan. böcelenme * Böcelenmek işi veya durumu. böcelenmek * (tahıl) Böceklenmek. böcü * Kurt.
* Böcek.
* Çocuklarıkorkutmak için söylenen ve hayalet, hortlak vb. gibi hayalî bir varlığa verilen ad.böcül böcül * Gözlerini iki yana oynatarak (bakmak). böğ * Eklem bacaklılardan, soluk sarırenkli, zehirli bir örümcek türü. böğür * İnsan ve hayvan vücudunun kaburga ile kalça arasındaki bölümü, boş böğür.
* Yan taraf.böğüre böğüre * Bağırarak. böğürme * Böğürmek işi. böğürmek * (öküz, manda, deve) Bağırmak.
* (insan) Anlaşılmaz bir biçimde yüksek sesle bağırmak.böğürtlen * Gülgillerden, bahçe çitlerinde, yol kenarlarında kendiliğinden yetişen dikenli ve çok yıllık bir çalı, diken
dutu (Rubus caesus).
* Bu bitkinin önce kırmızı iken olgunlaşınca kararan mayhoşyemişi.böğürtlenlik * Böğürtlen çalılarının çok olduğu yer. böğürtme * Böğürtmek işi. böğürtmek * Böğürtmek işini yaptırmak. böğürtü * Böğürme sesi. böğürüş * Böğürmek işi veya biçimi. böke * Kahraman, güçlü kimse.
* Ulusal veya uluslar arası bir yarışmada ilk dereceyi alan, birinci olan (kimse), şampiyon.bökelik * Böke olma durumu, şampiyonluk, şampiyona. böldürme * Böldürmek işi. böldürmek * Bölmek işi yaptırılmak. bölen * Bir bölme işleminde bölünen sayının kaç eşit parçaya ayrıldığını gösteren sayı. bölge * Sınırları idarî veya ekonomik birliğe, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğine veya üzerinde yaşayan
insanların aynısoydan gelmişolmalarına göre belirlenen toprak parçası, mıntıka.
* Vücut yüzeyinde sınırları belli herhangi bir bölüm, nahiye.bölgeci * Belli bir bölgenin çıkarları için çalışan (kimse). -
Türkçe Sözlük B Sayfa 92
bölgecilik * Belli bir bölgenin çıkarları için çalışma durumu. bölgesel * Bölge ile ilgili veya bir bölgeye özgü olan. bölme * Bölmek işi, ayırma, parçalama, taksim.
* Salon, oda veya sofa gibi büyük bir yerden ayrılmışdaha küçük yer.
* Büyük bir yeri, alanıküçük oda veya kısımlara ayıran ince duvar veya tahta perde.
* Bölmek işlemi, taksim.
* Cins kavramlarınıtür, alt tür kavramlarına ayırmak işi.
* Gemilerin içinde, su baskını, yangın gibi durumlarda, ara kapılar kapanınca arızanın veya hasarın
yayılmasınıönlemek için kullanılan birbirlerinden ayrılmışyerler.
* Kalın ağaç gövdesinden odun veya tekne yapmak için ayrılan tomruk.bölme işareti * Bölme işleminin yapılacağını ifade eden bölü “/” işareti. bölmeç * Ambalâj içinde bulunan malları birbirinden ayırmaya yarayan koruyucu parça. bölmek * Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayırmak, taksim etmek.
* Birliğin bozulmasına yol açmak, parçalamak.
* Bir niceliği iki veya daha çok eşit parçaya ayırmak.bölmeli * Bölme ile ayrılmışolan. bölü * Bölme işlemini gösteren işaretin “/” okunuşu, taksim; “a/b” anlatımı, “a bölü b” diye okunur.
* Bir bayağıkesrin gösterilişinde pay ile payda arasına konulan yatay çizginin okunuşu; “a/b” kesri “a bölü
b” diye okunur.bölücü * Bölme işini yapan, bölen.
* Bir topluluğu, birliği parçalama, bölme amacında olan, fesatçı, münafık.
* Bir siyasî partinin birliğini parçalamayı, bozmayıamaç edinen kimse.bölücülük * Bölücünün yaptığı iş, ara bozuculuk. bölük * Bir bütünden ayrılmışolan parça, kısım.
* Saç örgüsü.
* Hizip.
* Takımlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur oluşturan ve öbür birliklerin temeli sayılan birlik.
* On kuralına göre yazılan bir tam sayının, sağdan sola doğru üçer üçer ayrılan basamaklarından her bir üçlü
takımı.bölük bölük * Parçalara ayrılmış, kısım kısım. bölük pörçük * Bütünlüğü sağlanamamışdurumda, parça parça. bölükbaşı * Yeniçeri ordusunda üst rütbeli bir görevli. bölüm * Bir bütünü oluşturan parçaların her biri, kısım.
* Bir kuruluşun yönetim birimlerinden her biri, departman, seksiyon.
* Bir okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlık dalında eğitim sağlayan birimlerinden her biri,
departman.
* Çağ, devir.
* Bölme işlemi sonunda elde edilen sayı.
* Canlıların bölümlenmesinde filumların bir araya gelmesiyle oluşan birlik.bölümleme * Bölümlemek işi, sınıflama, tasnif. bölümlemek * Birçok şey arasında, birbirine eşit veya benzer olanlarıkümelere ayırmak, sınıflamak, tasnif etmek. bölümlendirme * Bölümlendirmek işi, sınıflandırma. bölümlendirmek * Bir şeyi bölümlere ayırmak, sınıflandırmak. bölümleniş * Bölümlenmek işi veya biçimi. bölümlenme * Bölümlenmek işi veya durumu. bölümlenmek * Bölümlemek işine konu olmak, sınıflanmak. bölümsel * Bölünme ile ilgili, kısmî. bölünebilme * Kalansız bölünür olma durumu. bölünen * Bölme işlemine uğratılan sayı; eşit bölümlere ayrılması gereken miktar veya sayı. bölüngü * Fraksiyon. bölünme * Bölünmek işi.
* Hücrelerin, belli bir büyüklüğe varınca eşit bölümlere ayrılıp çoğalması.
* Yarışta toplu olarak koşarken birbirinden ayrılma.bölünmek * Bir bütün, belirli bölümlere, parçalara ayrılmak. bölünmez * Parçalanamaz, ayrılamaz. bölünmezlik * Bölünmez olma durumu. bölüntü * Bölünmüşparça.
* Fraksiyon.bölüntüler * Bir bütünün ayrılmışolduğu bölümler, taksimat. bölünüş * Bölünmek işi veya biçimi. bölüş * Bölmek işi veya biçimi. bölüşme * Bölüşmek işi. bölüşmek * İki veya daha çok kimse aralarında herhangi bir şeyi paylaşmak, üleşmek, payınıalmak, taksim etmek. bölüştürme * Bölüştürmek işi. bölüştürmek * Bölüşmek işini yaptırmak. bölüşüm * Bölüşme, paylaşma. bölüt * Eklem bacaklıların vücudunu oluşturan yan yana dizili parçaların her biri, halka.
* Zigotun bölünmesinden sonra embriyonda ortaya çıkan ve az çok birbirine benzeyen parçaların her biri.bölütlenme * Döllenmişyumurtanın blâstulayı oluşturuncaya dek art arda bölünmesi. bölütlü * Bölütlere, halkalara ayrılmışolan. bön * Budala, saf. bön bön * Budala ve safca bakarak. bön bön bakmak * anlamayarak, safça, şaşkın şaşkın bakmak. bönce * Budala, saf (bir biçimde). bönleşme * Bönleşmek işi. bönleşmek * Bön duruma gelmek, aptallaşmak. bönlük * Bön olma durumu, budalalık, aptallık, sersemlik, saflık. börek * Açılmışhamurun veya yufkanın arasına, peynir, kıyma, ıspanak gibi şeyler konularak pişirilen çeşitli
biçimlerde hamur işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 93
börek açmak * börek yapmak için hamurdan ince yufkalar hazırlamak. börekçi * Börek yapan veya satan kimse. börekçilik * Börek yapma veya satma işi. böreklik * Börek yapmaya elverişli olan, börek için ayrılmışolan. börk * Genellikle hayvan postundan yapılan başlık. börkenek * Gevişgetiren hayvanların midelerinin ikinci bölümü.
* Yağmurdan veya soğuktan korunmak için giyilen ucu sivri boşluk, külâh.börtme * Börtmek işi. börtmek * Az pişirmek, haşlamak. börttürme * Börttürme işi. börttürmek * Börtmek işi yaptırılmak. börtü böcek * Çeşitli böcekler. börtük * Haşlanarak veya ateşte biraz kızartılarak pişmişolan (şey). börtülme * Börtülmek işi. börtülmek * Börtmek işine konu olmak. börülce * Fasulyeye benzer bir bitki ve bunun göbeği koyu benekli tohumu (Vigna sinensis).
* Bu bitkinin sebze olarak yararlanılan yeşil ürünü.bösme * Bösmek işi. bösmek * Bir madde birdenbire gaz durumuna gelerek patlamak, infilâk etmek. böyle * Bunun gibi, buna benzer.
* Bu yolda, bu biçimde.
* Bu derece.
* İçinde “ne”, “nasıl” gibi sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğinde, o cümlede anlatılan şeyin hoş
karşılanmadığınıveya ona şaşıldığınıanlatır.böyle başa, böyle tıraş * kişilere yaraşan işlemler uygulanır. böyle böyle * Böylelikle. böyle gelmiş böyle gider * her zaman böyle olmuş, gene de böyle olacak. böylece * Tam böyle, bu biçimde.
* Sonunda, böylelikle.böylecene * Böylece, böylelikle. böylelikle * Bu yolda yürüyerek, sonunda. böylemesine * Bu biçimde, bu yolda. böylesi * Bunun gibisi, bu biçimde olanı. böylesine * Aşırı bir biçimde. Br * Brom elementinin kısaltması. brahma * İri yapılı, bacaklarıtüylü, paçalı bir tavuk ırkı. Brahman * Hint kastlarında ilk kast.
* Bu kasttan olan kimse.Brahmanizm * Brahmanlık. Brahmanlık * Kalıtım yoluyla geçen bir kast bölünmesine dayalıtoplumsal bir kuruluşu içeren Hint dini, Brahmanizm. braket * Dikişten çıkan kitapların sırtına makine ile bez geçirme. brakisefal * Kafatasının ön alt eksenine göre kısa olan (kimse), kısa kafalı. branda * Gemilerde tayfa ve erlerin yattığıdikdörtgen biçiminde, astarlanmış bezden yapılan, halatlarla bir yere
tutturulan asılıyatak.branda bezi * Keten ve pamuk ipliğinden sık ve sağlam dokunmuş bez. branş * (bilim için) Dal, kol. bravo * Aferin, yaşa!. bre * “Ey, hey” anlamında kullanılır.
* “Be” yerine kullanılır.
* “Vay” gibi şaşma anlatır.
* Tekrarlanan iki emir kipi arasına getirilerek işin sürekliliğini anlatır.
* Şaşkınlık, coşku anlatır.Brehmen * Bkz. Brahman. breş * Doğal çimento ile lâvlı, kavkılı, kabuklu, kemikli kırıntıların kaynaşmasıyla oluşmuşkütle.
* Bir tür yapay mermer.brezil * Baklagillerden bazıağaçların kırmızı boya çıkarılan odunu. brıçka * Üstü kapalı, kışın kızak olarak kullanılan tek atlı, yaylıhafif araba. briç * Dört kişi arasında oynanan bir iskambil oyunu. brifing * Bir konuda özet olarak verilen bilgi veya açıklama. brik * İki direkli, seren yelkenli, birkaç top taşıyan gemi. brik * Önde çok yüksek bir oturma yeri, arkada da boylamasına yerleştirilmişoturacak yerleri bulunan dört
tekerlekli, yaylıat arabası.briket * Linyit ve kömür tozundan basınçla elde edilen yakıt.
* Linyit, kömür tozu ve katran tortusundan basınçla elde edilen, tuğla biçimli yapımalzemesi.briketçi * Briket yapan veya satan kimse. briketçilik * Briketçinin işi veya mesleği. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 94
briketleme * Briketlemek işi. briketlemek * Briket hâline getirmek. briyantin * Saçıparlatmak ve yatırmak için kullanılan güzel kokulu bir madde. briyantinli * Briyantinle süslenmiş, briyantin sürünmüş. brizbiz * Pencerelerin çerçevesine, içeriden tutturulan ince perde. brokar * Sırma veya gümüşişlemeli bir tür ipekli kumaş. brokkoli * Küçük, yeşil yumrular hâlinde olan, haşlanarak yemeği hazırlanan bir tür sebze. brom * Atom numarası35, atom ağırlığı79,909 olan, deniz sularında az, bazı göllerde çok miktarda bulunan,
yoğunluğu 2,97 olan kırmızırenkli, pis kokulu, zehirli sıvı bir element. Kısaltması br.bromhidrik * Bromun hidrojenle birleşmesinden oluşan. bromhidrik asit * Bromun hidrojenle birleşmesinden oluşan HBr aside verilen ad. bromür * Bromhidrik asidin tuzu veya eteri. bromürlü * Yapısında bromür bulunan. bronş * Soluk borusunun akciğerlere giden iki kolundan her biri ve bunların dalları. bronşçuk * Bronşların uç dallarından her biri. bronşit * Bronşve bronşçukların iltihaplanması. bronz * Tunç. bronz gibi * tunca benzeyen, tunç renginde olan. bronzlaşma * Bronzlaşmak işi. bronzlaşmak * Bronz rengini almak. broş * Kadınların takındıklarısüs iğnesi. broşür * Sayfa sayısıaz, küçük kitap, risale. brovning * 7.65 mm lik otomatik tabanca. bröve * Diploma, şahadetname. Bruxelles lâhanası * Bkz. Brüksel lâhanası. Brüksel lâhanası * Ceviz büyüklüğünde bir lâhana türü, Frenk lâhanası(Brassica oleracea gemmifera). brülör * Sıvıyakıtıkolayca yanabilecek taneciklere ayırarak püskürten araç, yakmaç. brüt * Kesintisi yapılmamış, kesintisiz (para).
* Kabı ile darasıçıkarılmadan tartılan (ağırlık).bu * Yerde, zamanda veya söz zincirinde en yakın olanı gösterir.
* En yakında bulunan bir varlığıveya biraz önce anılan bir şeyi işaret yolu ile belirtmek için kullanılır (Çekim
sırasında bunu, buna, bunda, bundan, biçimlerine girer. Çokluk biçimi bunlar).bu (veya şu) kadar * bir sayıdan sonra gelerek o sayıdan artık miktarı bildirir. bu abdestle daha çok namaz kılınır * bir tutum veya davranışın etkisinin sürekli olacağınıanlatır. bu arada * Bu süre içinde.
* Birlikte, beraber.bu cümleden * bunlar arasında, bunlar gibi. bu gidişle * bu biçimde, bu tarzda. bu gözle * bu anlayışla. bu günlerde * içinde bulunduğumuz zamanda, bu birkaç gün içinde. bu haysiyetle * bu bakımdan. bu kabil * bu gibi, bu türlü. bu kabilden * gibi, çeşidinden. bu kadar * bu denli. bu kadar kusur kadıkızında da bulunur * üzerinde durulmaya değmeyecek kadar küçük bir kusurdur. bu meyanda * Bkz. bu arada. bu meyanda * Bu arada. bu ne perhiz bu ne lâhana turşusu! * sözleri ve davranışları birbirini tutmuyor, çelişiyor. bu sefer * Bu defa, bu kez. bu sıcağa kar mıdayanır? * aşırıharcamalarla eldeki imkânların tükeneceğini anlatır. bu türlü * böyle, bu biçimde. bu yüzden * bundan dolayı, bunun için. buat * Elektrik akımıdevrelerinde birleştirme yapmak veya akımı bir veya daha fazla kollara ayırmak için
kullanılan araç, kutu.bubi * Küçük bir dokunma ile patlayan, kamufle edilmiş bombadan oluşan bubi tuzağıteriminde geçer. bucak * Kenar, köşe, yer.
* İlçelerin, bir müdürle yönetilen bölümlerinden her biri, nahiye. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 95
bucak bucak * Her yerde, her yanda, her tarafta. bucak bucak aramak * her yerde aramak. bucak bucak kaçmak * bir olay, bir durum veya bir kimseyle karşılaşmamaya çalışmak. buçuk * (sayıve üleştirme sıfatlarından sonra gelir, tek başına kullanılmaz) … ve yarım. buçuklu * Kesirli. budak * Ağacın dal olacak sürgünü.
* Dal.
* Dalın gövde içindeki başlangıç yeri olan ve tahtalarda görülen yuvarlak koyuca renkte sert bölüm.budak deliği * Tahtalardaki budak yerinin çıkarılmasından sonra açılan boşluk. budak özü * Taze sürgün. budaklanma * Budaklanmak işi. budaklanmak * Budak sürmek, dallanmak. budaklı * Budağı olan. budala * Zekâca geri.
* Bir şeye aşırıölçüde düşkün.
* Zekâca geri olan kimse.budala budala * budala gibi, budalaca. budalaca * Budalaya yakışır (biçimde).
budalacasınabudalalaşma * Budalalaşmak işi. budalalaşmak * Budala duruma gelmek, budala gibi davranmak. budalalık * Budala olma durumu.
* Budalaca yapılan iş.budalalık etmek * akılsızca davranmak. budama * Budamak işi. budamak * Daha çok ürün almak veya düzgün bir biçim vermek amacıyla ağaç, asma gibi bitkilerin dallarınıkesmek,
dallarınıkısaltmak.
* Yeni filiz sürmesi için bir bitkinin dallarınıkesmek.
* (güreşte) Rakibinin ayaklarını bir ayak oyunu veya vuruşu ile yerden kesmek.
* Bir şeyi eksiltmek, azaltmak.budanış * Budanmak işi veya biçimi. budanma * Budanmak işi. budanmak * Budamak işine konu olmak. budatma * Budatmak işi. budatmak * Budamak işini yaptırmak. Buddhist * Buddhizm dininden olan kimse. Buddhizm * Tabiatüstü kişileşmiş bir tanrıdüşüncesi yerine, salt varlığıkoyarak onun insanda arzu biçiminde
belirdiğini, bundan da ıstırabın doğduğunu, ıstıraptan kurtulmak için var olmaktan vazgeçmek gerektiğini ileri süren,
Hindistan ve Çin’de yaygın olan, Buddha’nın ileri sürdüğü mistik dünya görüşü ve din.Budist * Bkz. Buddhist. budun * Aralarında töre, dil ve kültür ortaklığı bulunan, boy ve soy bakımından da birbirine bağlı insan topluluğu,
kavim.
* Ulus, millet.budun betimci * Etnograf. budun betimi * Etnografya, kavmiyat. budun bilimci * Budun bilimi uzmanı, etnolog. budun bilimi * Etnoloji, ırkiyat. budun bilimsel * Etnolojik. budunsal * Kavmî, etnik. bugün * İçinde bulunduğumuz gün.
* İçinde bulunduğumuz çağ, zaman.
* İçinde bulunduğumuz günde.bugün bana ise yarın sana * bugün birinin başına gelen kötü bir durumun, daha sonra başkasının da başına gelebileceğini hatırlatmak
için söylenir.bugün yarın * çok yakında, nerede ise. bugünden tezi yok * hemen şimdi, derhal. bugünden yarına * az zaman sonra.
* bugün yaşayanlardan gelecek kuşaklara.bugüne bugün * “unutma ki”, “şunu iyi bil ki” anlamında kullanılır.
* bugüne değin.bugünkü * Bugüne özgü, bugün olan, bugün yapılan. bugünkü günde * şimdi, içinde bulunduğumuz zamanda, şimdiki şartlarda. bugünkü tavuk yarınki kazdan iyidir * sağlanmış bir kazancın umulan daha büyük bir kazanca feda edilmemesini öğütler. bugünlük * Bugün için. bugünlük yarınlık * çok yakında olması beklenen şeyler için söylenir. buğday * Buğdaygillerin örnek bitkisi (Triticum).
* Bu bitkinin başaktan ayrılmıştanesi.buğday başak verince orak pahaya çıkar * ihtiyaç duyulan şey değer kazanır. buğday benizli * Açık esmer. buğday biti * Yarım kanatlılardan, vücudu yeşil, başısiyah, ekinlere zararlı bir böcek, ekin biti (Sitophilus granarius).