Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 70

    bir nice * Bir hayli, birçok.
    bir numara * Tek, birinci.
    bir numaralı * Birinci, başta gelen.
    bir o kadar * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli.
    bir o yana, bir bu yana * rastgele, birçok yerlere, çeşitli yönlere.
    bir olmak * bir araya gelmek, iş birliği yapmak.
    bir ölçüde * Biraz, belli oranda.
    bir örnek * Aynı biçimde olan, yeknesak.
    bir papel etmemek * hiç bir işe yaramamak, değeri olmamak.
    bir paralık etmek * çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek.
    bir parça * Biraz, azıcık, çok az.
    bir parmak * Parmak ucuyla alınan miktar veya parmak ucuyla alarak.
    * Çok küçük (çocuk).
    bir postum var atarım, nerede olsa yatarım * istediğim yere gider, istediğim biçimde davranırım.
    bir pul etmemek * hiç değeri olmamak.
    bir pula satmak * bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak.
    bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız
    kalmaz.
    bir sıkımlık canı olmak * çok cılız ve güçsüz olmak.
    bir sıra * Üst üste, ardıardına.
    bir solukta * Çabucak, çarçabuk, çok kısa bir sürede, hemen.
    bir söyle on dinle * az konuşup çok dinlemek yaralı olur.
    bir söyledi pir söyledi * uzatmadan, gereği gibi söyledi.
    bir sözünü iki etmemek * birinin her istediğini hemen yerine getirmek.
    bir sürü * Çok sayıda, pek çok.
    bir şey sanmak * (bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak,
    değerlendirmede yanılmak.
    bir şey söylemek * konuşmak.
    * belirtmek, anlatmak, ifade etmek.
    bir şeye benzememek * işe yarar durumda olmamak.
    bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir * söylenti veya dedikodu olayın gerçekleşmesinden daha kötüdür.
    bir şeyler (veya bir şey) olmak * huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek.
    * bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek.
    * ölmek.
    bir şeyler, bir şeyler * daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenir.
    bir tahtada * bir defada, yekten.
    bir tahtasıeksik * akılca eksik, yarım akıllı.
    bir tane * Biricik, yegâne.
    bir tanem * Sevgi sözü.
    bir tarafa bırakmak (veya koymak) * önemsememek, benimsememek, ertelemek.
    bir taşla iki kuşvurmak * bir davranışla birden çok yararlısonuca ulaşmak.
    bir tek atmak * bir kadeh içki içmek.
    bir temiz * Adamakıllı.
    bir terimli * Aralarında yalnız çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma işlemleri yapılacak olan (nicelikleri gösteren
    terim).
    bir torba kemik * çok zayıf.
    bir tuhaflığı olmak * kendini iyi hissetmemek.
    bir tutmak (veya bir görmek) * eşit saymak, eşit görmek.
    bir türlü * (tekrarlıkullanıldığında) işin yapılmasının da, yapılmamasının da aynıderecede kötü olduğunu belirtir.
    * hiçbir biçimde, hiçbir yolla.
    bir vakitler * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
    bir varmış bir yokmuş * bir masala başlarken, “eskiden” anlamında söylenen bir tekerleme.
    * masal gibi geçip gitmiş, artık hayal olmuş.
    bir yakadan başçıkarmak * bir çatıaltında dirlik düzenlik içinde yaşamak.
    bir yana * -den başka, sayılmazsa, hariç tutulursa.
    bir yana dünya bir yana * bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanır.
    bir yandan (yanda) * bir taraftan (tarafta), hem … hem.
    bir yastığa başkoymak * (karıkoca) evli bulunmak.
    bir yastıkta kocamak * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 61

    bidoncu * Bidon satan kimse.
    bienal * Yıl aşırı, iki yılda bir olan.
    biftek * Izgara veya tavada pişirilen dana eti dilimi.
    bîgâne * Yabancı.
    * İlgisiz.
    bîgânelik * Bîgâne olma durumu.
    bigudi * Kadınların saçlarınıkıvırmak için kullandıkları, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç.
    bîgünah * Suçsuz, günahsız.
    bîhaber * Habersiz, bilgisiz.
    bihakkın * Hakkı ile, hakkı olarak, gerçekten.
    bîhuş * Şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli.
    bîilâç * İlâçsız, çaresiz, umutsuz.
    bijon anahtarı * Araba tekerleklerinin somunlarınısökmek için kullanılan alet.
    bijuteri * Kuyumcunun yaptığıdeğerli takıların tamamı.
    * Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmıştakı, süs eşyası.
    bîkarar * Kararsız, tereddütlü.
    bikarbonat * Hidrojen karbonatların genel adı.
    bîkes * Kimsesiz.
    bîkeslik * Bîkes olma durumu.
    bikini * İki parçalıkadın mayosu.
    bikir * Kızlık, erdenlik.
    bilâder ağacı * Amerika elması.
    bilâhare * Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları.
    bilâistisna * İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan.
    bilâkaydüşart * Kayıtsız ve şartsız olarak, herhangi bir kısıtlama olmaksızın.
    bilâkis * Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine.
    bilânço * Bir kuruluşun veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taşınır ve
    taşınmaz varlıkları ile bunları sağlamak için kullanılan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
    * Girişilen herhangi bir işte, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçların karşılıklıdurumu.
    bilâr * Katranlıkıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun.
    bilârdo * Yeşil çuha kaplı bir masa üzerinde, fil dişi toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun.
    bilârdocu * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse.
    bilârdoculuk * Bilârdo salonunu işletme veya oynama işi.
    bilâvasıta * Vasıtasız, araçsız, aracısız, dolaysız, doğrudan doğruya.
    bilcümle * Bütün, hep …-in hepsi.
    bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak) * hiçbir etkiye aldırışetmeyerek doğru bildiği davranışısürdürmek.
    bildiğini okumak * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak.
    bildiğini yapmak * verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek.
    bildiğini yedi mahalle bilmez * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatır.
    bildik * Tanıdık.
    bildik çıkmak * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarınıanlamak.
    bildim bileli (veya bildik bileli) * öteden beri, eskiden beri.
    bildirge * Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
    * Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlı olduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
    beyanname.
    bildiri * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan
    yazı, tebliğ, tebligat.
    * Bilimsel bir konu üzerine yazılan açıklama, tebliğ.
    bildirilme * Bildirilmek işi veya durumu.
    bildirilmek * Bildirmek işine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek.
    bildirim * Yazılı olarak yapılan açıklama, tebliğ.
    * Bu açıklamanın yapıldığıkâğıt, ihbarname.
    bildirim ödencesi * Süresi belli olmayan sürekli işsözleşmelerinin daha önce bildirim yapılmaksızın yürürlükten kaldırılması
    sebebiyle yükümlü olanlarca karşıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı.
    bildiriş * Bildirmek işi veya biçimi.
    bildirişim * İletişim, haberleşme, komünikasyon.
    bildirişme * Bildirişmek işi veya durumu.
    bildirişmek * Bir duygu veya düşünceyi işaretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaşmak.
    bildirme * Bildirmek işi, beyan.
    bildirme cümlesi * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 62

    bildirme kipleri * Belli zaman kavramıveren, belirli geçmiş, belirsiz geçmiş, şimdiki zaman, genişzaman, gelecek zaman
    kipleri: Gel-di, gelmiş, gel-iyor, gel-ir, gel-ecek gibi.
    bildirmek * Herhangi bir şeyi haber vermek.
    * Herhangi bir konuda bilgi vermek.
    * Anlatmak, ifade etmek.
    bile * Birlikte.
    * Aynızamanda, da, de, dahi.
    * Üstelik.
    bile bile * Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düşünülerek, kasten.
    bile bile lâdes * Kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmişgörünme, bilerek aldanmışgörünme.
    bilecen * Her şeyi bilen, her şeyden anlayan.
    * Bilgiçlik taslayan, ukalâ.
    bilecenlik * Bilecen olma durumu.
    bileği * Kesici araçları bilemek için kullanılan alet.
    bileği taşı * Bıçak, çakı, makas gibi kesici araçları bilemekte kullanılan ince taneli sarışist.
    bileğinde altın bileziği olmak * Bkz. kolunda altın bileziği olmak.
    bileğine güvenmek * gücüne veya hünerine güvenmek.
    bileğine kadar (veya bileklerine kadar) * (çamur, kar için) ayakları içine gömülecek biçimde.
    * (giysi eteği için) yalnız ayaklar görünecek kadar (uzun).
    bileğinin hakkı ile * kendi gücü ve kendi çalışması ile.
    bilek * Elle kolun, ayakla bacağın birleştiği bölüm.
    * Güç, kuvvet.
    bilek damarı * Nabız.
    bilek gibi * (saç veya akarsu için) gür, kalın.
    bilek gücü * Kol kuvveti.
    bilek güreşi * Karşılıklı iki kişi dirseklerini dayayarak birbirlerinin bileğini bükmek.
    bilek kuvveti * Beden kuvveti, kol kuvveti.
    bilek saati * Bileğe takılan küçük saat.
    bileklik * Oyunlarda bileğin incinmesini önlemek için bileğe takılan meşin sargı.
    bileme * Bilemek işi.
    bilemedin (veya bilemediniz) * en çok, en fazla.
    bilemek * Kesici aletleri zımpara veya bileği taşında keskinleştirmek, keskin duruma getirmek, keskinleştirmek.
    * Güçlendirmek, etkisini artırmak.
    bilenme * Bilenmek işi.
    bilenmek * Bilemek işine konu olmak, keskin duruma getirilmek.
    * Bir işe yoğun bir biçimde hazırlanmak, konsantre olmak.
    * Hırslanmak, aşırıderecede istemek.
    bilerek * isteyerek, kasten.
    bileşen * Bir bileşke oluşturan kuvvetlerin her biri.
    bileşik * Birleşerek oluşmuş, basit olmayan, mürekkep.
    * Kimyasal tepkimeler sonucu iki veya daha çok elementten oluşan ve bunlardan bağımsız fiziksel, kimyasal
    nitelikler gösteren (madde).
    * Ses ve görüntünün birlikte yer aldığıfilm parçası.
    bileşik faiz * Süre tarihine dek birikmişfaizlerin ana paraya eklenmesiyle elde edilen toplam üstünden ödenen faiz,
    mürekkep faiz.
    bileşik kap * Birleşik kap.
    bileşik kaplar * Birleşik kaplar.
    bileşik kesir * Payıpaydasına eşit veya payıpaydasından büyük olan kesir.
    bileşik önerme * En az iki önermeden oluşan yeni önerme.
    bileşikgiller * Bitişik yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri kömeç durumunda toplu olarak bulunan, bazıcinsleri uçucu yağ
    veya süt taşıyan bir familya.
    bileşim * İki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluşturma, terkip.
    * Bir maddenin hangi kimyasal türlerden oluştuğunu belirleyen verilerin tamamı.
    * Bileşme sonucu oluşan cisim.
    * Bileşmek işi veya durumu.
    bileşke * Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eşit olan tek kuvvet, muhassala.
    bileşme * Bileşmek işi, terekküp.
    bileşmek * İki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluşturmak, terekküp etmek.
    bileştirici * Bileştirmek işini yöneten kimse.
    bileştirme * Bileştirmek işi.
    bileştirmek * Bileşmesini sağlamak.
    * İki veya daha çok vektörün, paralel kenar kuralına uygun olarak geometrik toplamınıalmak, geometrik
    toplam.
    bilet * Para ile alınan, konser, sinema, tiyatro gibi eğlence yerlerine girme, ulaşım araçlarına binme veya bir talih
    oyununa katılma imkânınıveren belge.
    bilet kesmek * bileti koparıp alıcıya vermek, bilet satmak.
    biletçi * Bilet satan görevli.
    biletçilik * Bilet satma işi.
    biletli * Bileti olan.
    biletme * Biletmek işi.
    biletmek * Bilemek işini yaptırmak.
    biletsiz * Bileti olmayan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 63

    bileyici * Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı.
    bileyicilik * Bileyicinin yaptığı iş, zağcılık.
    bilezik * Bileğe süs için takılan halka.
    * İki borunun ucunu birleştirmeye yarayan halkaya benzer parça.
    * Motor pistonlarına, yağlama, soğutma, özellikle sızıntıyıönleme gibi amaçlarla yerleştirilmiş, genel olarak
    dökme demirden yapılmış, uçlarıaçık ve esnek halka.
    * Kelepçe.
    * Mobilyaların ayak altlarına takılan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri şekilli, pirinç veya nikel
    kaplıdemirden yapılmış, iki ucu delik gereç.
    bilezikli * Bileziği olan.
    * Bilezik takmışolan.
    bilfarz * Tutalım ki, sayalım ki, söz gelişi, diyelim ki.
    bilfiil * İşolarak, işedinerek, gerçekten.
    bilge * Bilgili, iyi ahlâklı, olgun ve örnek (kimse), hakim.
    bilgece * Bilgeye yaraşır (biçimde), hâkimane.
    bilgelik * Bilge olma durumu ve niteliği.
    * Bilgi, hikmet.
    * (İlk Çağfelsefesinde) Kendini tanımanın bilgisi, vukuf.
    bilgi * İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat.
    * Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf.
    * İnsan zekâsının çalışmasısonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malûmat, vukuf.
    * Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığıtemel düşünceler, malûmat.
    * Bilim.
    * (bilişimde) Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam.
    bilgi edinmek * öğrenmek, bilgi almak.
    * Bir durumu öğrenmek.
    bilgi işlem * Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapılan işlemlerin düzenli biçimde yürütülmesi.
    bilgi kuramı * Bilginin temelini, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran
    felsefe dalı, epistemoloji.
    bilgi şöleni * Belli bir konunun tartışıldığı bilimsel toplantı, sempozyum.
    bilgi toplamak * değişik yer ve kaynaklardan sağlanan bilgileri bir araya getirmek.
    bilgici * Sofist.
    bilgicilik * Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı, sofizm.
    * Başkasınıyanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, safsatacılık.
    bilgiç * Bilgili kimse.
    * Bilgisiz olduğu hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.
    bilgiç bilgiç * Bilgisi olduğunu göstererek, bildirerek.
    bilgiçlik * Bilgiç olma durumu.
    bilgiçlik satmak (veya taslamak) * bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek.
    bilgilendirme * Bilgilendirmek işi veya durumu.
    bilgilendirmek * Bir konuda bilgi sahibi olmasını sağlamak, haberdar etmek.
    bilgilenme * Bilgilenmek işi veya durumu.
    bilgilenmek * Bilgi sahibi olmak, öğrenmek.
    bilgili * Bilgi sahibi olan, malûmatlı, haberli.
    * Bilerek.
    bilgilik * Ansiklopedi.
    bilgin * Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim.
    bilgince * Bilgine yakışır, bilgin tavrında, bilgin gibi.
    bilginlik * Bilgin olma durumu.
    bilgisayar * Çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi, önceden verilmiş bir programa göre
    yapıp sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter.
    bilgisayarcı * Bilgisayar alım satımcısı.
    * Bilgisayar programcısı, yapımcısıveya mühendisi.
    bilgisayarcılık * Bilgisayar ticareti veya uzmanlığı.
    bilgisayarlamak * Bilgisayara geçirmek.
    bilgisayarlaşmak * Bilgisayar düzeniyle donatılmak.
    bilgisiz * Bilgi sahibi olmayan, malûmatsız, cahil.
    bilgisizlik * Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, cehalet.
    bilgiyazar * Elektronik sistemle dizgi yapan alet.
    bilhassa * Hele, her şeyden önce, başta, özellikle, en çok, mahsus.
    bili * Bilgi, malûmat.
    bili bili * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıçağırmak için çıkarılan ses.
    bilici * Bilen.
    bililtizam * Bile bile, bilerek ve isteyerek.
    bilim * Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten
    yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.
    * Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
    * Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma
    süreci.
    bilim adamı * Bilimsel çalışmalarla uğraşan kimse, bilgin, âlim.
    bilim dışı * Bilime aykırı, bilime uymaz, gayriilmî.
    bilim kadını * Bkz. bilim adamı.
    bilim kuramı * Bilimlerin koyduklarıdüşünsel sorunları inceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
    varsayımlarınıaraştıran felsefe dalı.
    bilim kurgu * Çağdaş bilim verileriyle düşgücünden oluşan film, roman vb.
    bilim kurgusal * Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 59

    bıyık altından gülmek * birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek.
    bıyık bırakmak * bıyık uzatmak.
    bıyık burmak (veya bükmek) * çalım yapmak amacıyla bıyıklarınıkıvırmak.
    bıyıklanma * Bıyıklanmak işi.
    bıyıklanmak * Bıyığıçıkmak, bıyıklıduruma gelmek.
    bıyıklarıele almak * delikanlılık çağına girmek.
    bıyıklı * Bıyığı olan, bıyığınıtıraşetmemişolan.
    bıyıklı balık * Sazangillerden, büyüklerinin boyu 2 m yi bulan, eti sevilen bir balık (Barbus fluviatilis).
    bıyıksız * Bıyığı olmayan, bıyığınıtıraşetmişolan.
    bızbız * Davula sol elle vurulan ince değnek.
    bızdık * Ufak çocuk.
    bızır * Kadınlık organının üst yanında cinsel zevk duyumu noktası olan bölüm, klitoris.
    Bi * Bizmut’un kısaltması.
    bîaman * Hoşgörüsüz, amansız, gaddar, zalim.
    biat * Bir kimsenin egemenliğini tanıma.
    * Osmanlıİmparatorluğunda padişah ölünce tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca
    kabul ve tasdik edilmesi.
    biat edilmek * birinin egemenliği tanınmak.
    biat etmek * birinin egemenliğini tanımak, kabul etmek.
    bîbaht * Bahtsız, kadersiz, kötü talihli.
    bîbehre * Payı olmayan, pay almamış.
    biber * Patlıcangillerden, yurdumuzda çok yetişen bir bitki (Capsicum annuum).
    * Bu bitkinin, tazeyken sebze olarak yenilen veya kurutulup baharat olarak yararlanılan ürünü.
    biber atmak * içine biber koymak.
    biber gibi * çok acı.
    biber gibi yanmak * (deri, göz vb.) çok acımak.
    biber salçası * Kırmızı biberden yapılmışsalça.
    biber turşusu * Yalnızca uzun yeşil biberden yapılmışturşu.
    biberiye * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde çok yetişen, güzel kokulu yapraklarınıdökmeyen, çiçekleri soluk
    mavi renkli, çok yıllık bir bitki (Rosmarinus officinalis).
    biberleme * Biberlemek işi.
    biberlemek * Biber serpmek, biber katmak.
    biberli * İçine biber katılmış.
    * Acı.
    biberlik * Biber konulan küçük kap.
    * Biber yetiştirilen yer.
    biberon * Genellikle süt çocuklarına süt ve sulu yiyecekleri içirmekte kullanılan emzikli şişe.
    bibersiz * İçine biber katılmamış.
    * Acısız.
    bibi * Babanın kız kardeşi, hala.
    bibliyofil * Kitapsever.
    bibliyograf * Bibliyografya uzmanı, kaynakları bilen uzman.
    bibliyografi * Bibliyografya.
    bibliyografik * Kaynakla ilgili.
    bibliyografya * Kaynaklar, kaynakça.
    bibliyoman * Bibliyomanisi olan (kimse).
    bibliyomani * Hastalık derecesine varan kitap sevgisi, kitap düşkünlüğü.
    bibliyotek * Kitaplık, kütüphane.
    bibliyotekçi * Kütüphaneci.
    biblo * Çeşitli maddelerden yapılan heykel, vazo gibi zarif küçük süs eşyası.
    biblo gibi * ufak tefek, zarif (kız).
    bici * Bkz. cici bici.
    bicik * Meme, meme başı.
    bicili * Bkz. cicili bicili.
    bîçare * Çaresiz, zavallı(kimse).
    bîçare olmak * çaresiz kalmak.
    bîçarelik * Biçare olma durumu, zavallılık, çaresizlik.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 60

    biçem * Üslûp.
    biçenek * Her yıl belirli bir süre otlatıldıktan sonra yeniden gelişen bitkilerin biçilerek değerlendirildiği tabiî çayır.
    biçerbağlar * Ekini hem biçen, hem de bağdurumuna getiren makine.
    biçerdöver * Ekin biçen, döven, taneleri ayıran, samanı bağlam veya balya durumuna getiren makine.
    biçici * Biçmek işini yapan (kimse).
    biçicilik * Biçicinin işi veya mesleği.
    biçilme * Biçilmek işi.
    biçilmek * Biçmek işine konu olmak.
    biçilmişkaftan * bütünü ile uygun, elverişli (iş).
    biçim * Dışgörünüş, şekil.
    * Yakışık alan şekil, uygun şekil.
    * Herhangi bir şeyin benzeri.
    * Sanat ve edebiyat eserlerinde dışgörünüş, form.
    * Tarz.
    * Manzumelerin kuruluşve uyak düzenlerine göre olan dışgörünüşü, şekil.
    biçim * Biçmek işi.
    biçim almak * biçimlenmek, belli bir biçime girmek, şekillenmek.
    biçim bilimi * Yapı bilimi, morfoloji.
    biçim birimi * Kelimelere gramer bakımından biçim veren, çoğu ek durumunda olan öge, morfem.
    biçimci * Biçimcilik yanlısı olan (kimse).
    * Alışılmışkural, tutum, davranışveya belli biçimin dışına çıkmayan (kimse), şekilci, formaliteci, formalist.
    biçimcilik * Biçime sıkısıkıya bağlılık.
    * Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnız biçim üzerinde duran, biçime ağırlık veren görüş.
    biçime sokmak (veya biçim vermek) * bir şeyi biçimlendirmek.
    biçimine getirmek * sırasını, fırsatını bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak.
    biçimleme * Çeşitli maddelerin biçimsel imkânları ile birbirleri arasındaki düzen ilişkilerini araştırma işi.
    biçimlendirilme * Biçimlendirilmek işi.
    biçimlendirilmek * Bir şeye biçim verilmek.
    biçimlendirme * Biçimlendirmek işi, şekillendirme.
    biçimlendirmek * Bir şeye belirli bir biçim vermek, şekillendirmek.
    biçimlenme * Biçimlenmek işi, şekillenme.
    biçimlenmek * Bir şey belli bir biçim kazanmak, şekillenmek.
    biçimli * Biçimi güzel olan, mevzun.
    * Ortamına uygun düşen, yakışık alan.
    biçimsel * Biçime dayanan, biçimle ilgili, şekle ait, şeklî, formel.
    biçimselleştirme * Biçimselleştirmek işi.
    biçimselleştirmek * Biçimsel duruma getirmek.
    * Bir kuramı biçimsel bir kurama dönüştürmek.
    biçimsellik * Biçime uygun olma durumu.
    biçimsiz * Kendine özgü bir biçimi olmayan, biçimi bozuk, şekilsiz.
    * Kötü, hoşolmayan, yakışıksız.
    * Kendine özgü billûrlaşmış bir biçimi olmayan (madde), amorf.
    biçimsizleşme * Biçimsizleşmek işi.
    biçimsizleşmek * Biçimsiz duruma gelmek, biçimi bozulmak.
    biçimsizlik * Biçimsiz olma durumu.
    * Çirkinlik, yakışıksızlık.
    biçiş * Biçmek işi veya biçimi.
    biçki * Dikilecek kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesme sanatı.
    biçki dikişkursu * Terzilik mesleğini öğretmek amacıyla verilen kurs.
    biçki dikişyurdu * Halka açık terzilik mesleğini öğretme ve uygulama yeri.
    biçki yapmak * dikilecek kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesmek.
    biçki yurdu * Biçki ve dikişokulu.
    biçkici * Kumaşı belli bir modele göre biçen (kimse).
    biçme * Biçmek işi.
    * Alt ve üst tabanları birbirine paralel ve eşit iki çokgenden, yanal ayrıtılarıda eşit ve paralel doğrulardan
    oluşan çok düzlemli cisim, menşur, prizma.
    * Yontulmuşyapıtaşı.
    biçmek * Belli bir biçim vererek kesmek.
    * Dikilecek kumaşı belli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek.
    * Ekini, otu orakla, tırpanla, makine ile kesmek.
    * Yaylım ateşiyle öldürmek.
    * (değer, paha, fiyat) Koymak.
    biçtirme * Biçtirmek işi.
    biçtirmek * Biçmek işini yaptırmak.
    bîdar * Uyanık, uyumayan.
    bid’at * İslâm dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler.
    * Sonradan türeyen şey.
    bidayet * Başlama, başlangıç.
    bide * Bedenin belden aşağı bölümlerini yıkamakta kullanılan tuvalet aracı.
    bidon * İçine sıvımaddeler konulan, sac, plâstik veya çinkodan yapılmış, çoğunlukla silindir biçiminde kap.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 57

    bezirleme * Bezirlemek işi.
    bezirlemek * Bezir yağı ile yağlamak, bezir yağısürmek.
    bezleme * Bezlemek işi.
    bezlemek * Bez veya kumaşile örtmek veya kaplamak.
    * Çocuğun altına bez koymak, çocuğu belemek.
    bezm * İçki meclisi, dost toplantısı.
    bezme * Bezmek işi.
    bezmek * Bezgin duruma gelmek, bezginlik getirmek, bıkıp usanmak.
    bezsi * Bez dokusunda olan, bezi andıran.
    bezzaz * Kumaşalıp satan kimse,manifaturacı.
    bezzazlık * Kumaşsatma işi, manifaturacılık.
    bıcı bıcı * (çocuk dilinde) Yıkanma.
    * Genellikle benzinliklerde bulunan otomobil yıkama aleti ve yeri.
    bıcı bıcıyapmak * yıkanmak.
    bıcıl * Aşık kemiğinin altında bulunan küçük bir kemik.
    * Bu kemikle oynanan bir oyun.
    bıcılgan * Bkz. bıçılgan.
    bıcır bıcır * Sürekli ve çok konuşma için kullanılır.
    bıcırgan * Boru biçimindeki maden parçaların içini düzleştirip parlatmakta kullanılan alet.
    bıçak * Bir sap ve çelik bölümden oluşan kesici araç.
    * Çeşitli kesme işlerinde kullanılan keskin ağızlıaraç.
    * Jilet.
    bıçak altına yatmak * (insan için) ameliyat olmak.
    bıçak atmak * bir hedefe bıçak fırlatmak.
    * bıçaklamak.
    * ameliyat etmek.
    bıçak bıçağa gelmek * bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek.
    bıçak çekmek * üzerindeki bıçağı birden ele alarak birine saplamaya hazırlanmak.
    bıçak gibi * ince, keskin.
    bıçak gibi kesilmek * (söz, konuşma, sohbet) birden bitmek, duruvermek.
    bıçak gibi kesmek * çok keskin olmak.
    * birdenbire ve tamamen ortadan kaldırmak.
    bıçak gibi saplanmak * (sancı, ağrı) birden ve güçlü olarak gelmek.
    bıçak kemiğe dayanmak * çekilen sıkıntıartık katlanılamayacak bir duruma gelmek.
    bıçak kınınıkesmez * kötüler yararlandıklarıkimselere kötülük etmekten çekinirler.
    bıçak sırtı * Bıçağın keskin olmayan ters yanı.
    * Çok az (fark), çok yakın (aralık).
    bıçak silmek * bir işi bitirmek.
    bıçak vurmak * bıçakla kesmek.
    * bıçaklamak.
    bıçak yarası onulur, dil yarası onulmaz * hakaret, ağır söz gibi gönül kırıcıdavranışların hiçbir zaman unutulmayacağınıanlatır.
    bıçak yemek * bıçaklanmak.
    bıçakçı * Bıçak ve daha başka kesici araçlar yapan veya satan kimse.
    bıçakçılık * Bıçak ve benzeri şeyleri yapma veya satma işi.
    bıçaklama * Bıçaklamak işi.
    bıçaklamak * Bıçakla kesmek.
    * Bıçakla yaralamak.
    bıçaklanma * Bıçaklanmak işi.
    bıçaklanmak * Bıçaklamak işine konu olmak.
    bıçaklatma * Bıçaklatmak işi.
    bıçaklatmak * Bıçakla saldırıyıtahrik etmek, bıçakla saldırtmak ve yaralatmak.
    bıçaklı * Bıçağı olan.
    bıçaklık * Bıçak koyacak yer.
    * Bıçak yapmaya elverişli (maden).
    bıçık * Sel veya dere yatağı.
    bıçılgan * Azmış, yayılmış(yara).
    * Hayvanların tırnak kökünde oluşan yara.
    bıçkı * Tahta veya ağaç biçmekte kullanılan, karşılıklı iki sapı olan ve iki kişi tarafından kullanılan büyük testere.
    * Motorla çalışan bir çeşit güçlü testere.
    * Saraç bıçağı.
    * Bağbudamaya yarayan dişli bıçak.
    bıçkıevi * Tomruklardan kalas, kalaslardan daha ince tahtalar kesen, boylarınıve kenarlarınıdüzgün ve eşit olarak
    düzelten işyeri.
    bıçkıtozu * Doğramacılıkta bıçkıdan çıkan ve çoklukla yakacak olarak kullanılan toz ve talaş.
    bıçkıcı * Bıçkı ile ağaç ve tahta kesen kimse.
    * Bıçkıyapıp satan kimse.
    bıçkıhane * Bıçkıevi.
    bıçkın * Külhanbeyi, kabadayı.
    * Korkusuz, gözü pek, yürekli, cesur.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 58

    bıçkınlaşma * Bıçkınlaşmak işi.
    bıçkınlaşmak * Kabadayılık taslamak.
    bıçkınlık * Bıçkın olma durumu.
    bıdık * Kısa ve tıknaz.
    bıkılma * Bıkılmak işi.
    bıkılmak * Usanılmak.
    bıkıp usanmak * çok bezmek.
    bıkış * Bıkma işi veya biçimi.
    bıkışma * Bıkışmak işi.
    bıkışmak * Karşılıklı olarak birbirinden bıkmak.
    bıkkın * Çok bıkmış, usanmış, bezmiş.
    bıkkınlık * Çok bıkmışolma durumu.
    bıkkınlık gelmek * bıkmak, usanmak, bunalmak.
    bıkkınlık vermek * bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak.
    bıkkıntı * Bıkma duygusu.
    bıkma * Bıkmak işi.
    bıkmak * Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez
    duruma gelmek, usanmak.
    * Dayanamaz duruma gelmek.
    bıktırıcı * Bıkkınlık verici.
    bıktırma * Bıktırmak işi.
    bıktırmak * Bıkmasına yol açmak, bıkkınlık vermek, usandırmak.
    bıldır * Geçen yıl, bir yıl önce.
    bıldırcın * Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix).
    bıldırcın eti * Bıldırcın kuşunun saka ve avcılarca beğenilen kırmızıeti.
    bıldırcın gibi * kısa boylu, dolgunca, alımlı(kadın).
    bılkıma * Bılkımak işi veya durumu.
    bılkımak * Bozulmak, yumuşamak, zedelenmek, erimek.
    bıllık bıllık * Çok tombul, etli butlu.
    bıngıl bıngıl * Dolgun ve pelte gibi titrek.
    bıngıldak * Kafatasıkemikleşmeden önce kemiklerin birleşme yerlerinde bulunan kıkırdak bölümü.
    bıngıldama * Bıngıldamak işi.
    bıngıldamak * (et ve sıvı için) Yumuşaklık veya şişmanlık sebebiyle oynamak, titremek.
    bırak Allah’ınıseversen * bir kimse veya nesnenin değersizliğini belirtmek için kullanılır.
    bırak ki * saymasak, hesaba katmasak da.
    bırakılma * Bırakılmak işi veya durumu.
    bırakılmak * Bırakmak işine konu olmak, terk edilmek.
    bırakım * Bırakmak işi.
    bırakış * Bırakma işi veya biçimi.
    bırakışma * Karşılıklı bırakmak işi, ateşkes, mütareke.
    bırakışmak * Savaşma, çarpışma gibi durumlarıkarşılıklı bırakmak, ateşkes yapmak, mütareke yapmak.
    bırakıt * Tereke.
    bırakma * Bırakmak işi.
    * Salıverme, terk.
    bırakmak * Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak.
    * Koymak.
    * Bir işi başka bir zamana ertelemek.
    * Unutmak.
    * Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiştirmemek.
    * Saklamak, artırmak.
    * Bir işin sorumluluğunu, yükümlülüğünü başkasına vermek, görevlendirmek.
    * Engel olmamak.
    * Sarkıtmak.
    * (ölen, ayrılan birinden iş, kişi, nesne vb.) Kalmak.
    * Bir alışkanlıktan veya bir işten vazgeçmek.
    * Uğraşmaz olmak, artık uğraşmamak.
    * (bıyık veya sakal) Uzatmak.
    * Özgürlük vermek, hürriyetine kavuşmasını sağlamak.
    * Boşamak.
    * Kötü bir durumda terk etmek.
    * Ayrılmak; terk etmek.
    * Sınıf geçirmemek, döndürmek.
    * Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek.
    * Bakılmak, korunmak için vermek.
    * Yanına almamak, yanında götürmemek.
    * Sahiplik hakkını başkasına vermek.
    * Yapışık olan bir şey yapışıklıktan kurtulmak.
    * (bulunduğu veya dokunduğu yerde) Oluşturmak, meydana getirmek.
    bıraktığım (bıraktığı), bağladığım (bağladığı) yerde (çayırda) otluyorsun (otluyor) * uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik göstermiyor (veya göstermiyorsun).
    bıraktırma * Bıraktırmak işi.
    bıraktırmak * Bırakmasını sağlamak, bırakmasına yol açmak.
    bıtırak * Kırlarda yetişen yabanî bir otun dışıdikenli tohumu.
    bıyığıterlemek * bıyığıyeni yeni çıkmaya başlamak.
    bıyığını balta kesmez olmak * kimseden korkusu olmamak.
    bıyığınısilmek * bir işi olmuş bitmişsayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek.
    bıyık * Üst dudak üzerinde çıkan kıllar.
    * Balıklarda deri uzantısı.
    * Asma gibi bitkilerde, sarılıp tutunmaya yarayan sürgün.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 54

    beyan etmek * bildirmek, söylemek, ileri sürmek, anlatmak.
    beyanat * Demeç, bildiri.
    beyanat vermek (veya beyanatta bulunmak) * demeç vermek.
    beyanname * Bildirge.
    beyaz * Ak, kara karşıtı.
    * Bu renkte olan.
    * Beyaz ırktan olan kimse.
    * (baskıda) Normal karalıkta görünen harf çeşidi.
    beyaz adam * Beyaz ırka mensup olan kişi.
    * Avrupalı.
    beyaz baston * Görme özürlülerin yürürken kullandıklarımadenî çubuk.
    beyaz cam * Televizyon ekranı.
    beyaz dizi * Genellikle sevgi konularını basit bir biçimde işleyen romanlardan oluşan dizi.
    beyaz eşya * Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi ev aletlerine toplu olarak verilen ad.
    beyaz et * Tavuk, balık vb. etlere verilen genel ad.
    beyaz etmek (veya beyaza çekmek) * yazıyıtemize çekmek.
    beyaz ırk * Avrupa, Kuzey Amerika, Güney ve BatıAsya ile Kuzey Afrika’da yaşayan ve teninin rengi açık olan ırk.
    beyaz iş * Beyaz pamuklu veya keten kumaşlar üzerine beyaz veya renkli ipliklerle yapılan sarma iş.
    beyaz kitap * Bir sorunu aydınlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükûmetçe yayımlanan kitap.
    beyaz kömür * Akarsulardan elde edilen elektrik gücü.
    beyaz oy * Onaylayıcı oy.
    beyaz perde * Göstericiden çıkan görüntülerin üzerinde yansıdığı, sinema filminin oynatıldığıyüzey.
    * Sinema.
    beyaz peynir * Beyaz renkli bir tür peynir.
    Beyaz Rus * Ekim ihtilâlinde komünist kızıl yönetimden kaçan Rusyalıkimse.
    * Beyaz Rusya halkından olan kimse.
    beyaz sabun * Beyaz renkli bir tür sabun.
    beyaz şarap * Sadece beyaz üzüm şırasından yapılan şarap.
    beyaz zehir * Eroin, kokain gibi sıvı olmayan uyuşturucu madde.
    beyazımsı * Beyaza çalan.
    beyazımtırak * Beyaza çalar renk.
    beyazın adı, esmerin tadı * esmerleri övmek için söylenir.
    beyazlanma * Beyaz duruma gelme, ağarma.
    beyazlanmak * Beyaz duruma gelmek, ağarmak.
    beyazlaşma * Beyazlaşmak işi veya durumu.
    beyazlaşmak * Beyaz duruma getirmek.
    beyazlatıcı * Daha beyaz duruma getiren kimyasal madde.
    * Dokunan kumaşların renk tonlarınıaçan veya beyazlatan ve kumaşlar üzerindeki lekeleri gideren (kimse).
    beyazlatılmak * Beyaz duruma getirilmek, ağartılmak.
    beyazlatma * Beyazlatmak işi, ağartma.
    * (kâğıtçılıkta) Parlaklığın iyileştirilmesi için hamur bileşenlerinin renginin az veya çok oranda değiştirilmesi
    veya giderilmesi.
    beyazlatmak * Beyaz duruma getirmek, ağartmak.
    beyazlı * Beyazı bulunan.
    beyazlık * Beyaz olma durumu.
    * Ağartı.
    beyazsinek * Özellikle pamukların üzerinde üreyerek bitkinin öz suyunu emen ve kurumasına sebep olan bir sinek türü.
    beyaztilki * Tilkinin kışlık tüyünden yapılan kürk.
    beybaba * Yaşlıerkeklere teklifsizce sesleniş biçimi.
    * Çocukların babaları için kullandığısaygısözü.
    beyefendi * Saygı belirtmek için erkek adlarının sonuna getirilen veya bu adların yerine kullanılan san.
    beygir * At.
    * Yük taşıyan, araba çeken, üstüne binilen at.
    * Atlama beygiri.
    beygir gücü * Saniyede 75 kilogrammetrelik işyapan bir motorun gücü.
    beygirci * Beygir besleyen veya kiraya veren kimse.
    beygirli * Beygiri olan.
    beygirlik * Beygire ait, beygir için.
    * Beygir gücünde.
    beygirsiz * Beygiri olmayan.
    beyhude * Boşuna.
    * Yararsız, anlamsız.
    beyhude yere * boşyere, boşu boşuna, gereği yokken.
    beyhudelik * Beyhude olma durumu.
    beyin * Kafatasının üst bölümünde beyin zarı ile örtülü, iki yarım yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluşan, duyum
    ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ, dimağ.
    * Muhakeme, usa vurma.
    * Bir şeyi yönetmede önemli görevi olan kimse.
    * Bilgisi, eğitimi, düşüncesi yüksek düzeyde olan kimse.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 55

    beyin cerrahı * Beyin konusunda uzmanlık yapmış cerrah.
    beyin cerrahîsi * Hastahanelerde beyin konusunda ameliyat yapabilen bölüm.
    beyin göçü * İleri düzeydeki meslek ve bilim adamları ile uzmanların bir başka gelişmişülkede yerleşip çalışmak amacı
    ile kendi ülkelerinden ayrılması.
    beyin gücü * Bir ülkede ileri düzeyde iyi yetişmişolan meslek ve bilim adamları ile uzmanların fikir gücü.
    beyin jimnastiği * Bkz. zihin jimnastiği.
    beyin kanaması * Beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçından dışarıkan sızmasısonucu, beslenen bölgenin çalışmaz
    duruma gelmesi.
    beyin karıncıkları * İçinde beyin-omurilik sıvısı bulunan, kafa içinin, dört boşluğundan her biri.
    beyin omurilik sıvısı * Örümceksi zarla ince zar arasındaki boşlukta bulunan beyinle omuriliği çepeçevre saran sıvı.
    beyin orağı * Beynin iki lopu arasındaki zar.
    beyin takımı * Bir kurum veya kuruluşun yönetiminde etkin rol oynayan kimseler.
    beyin üçgeni * Beynin alt tarafındaki üç kıvrımlıyuvarlak çıkıntı.
    beyin yıkamak * insanı, kendine özgü düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır
    duruma getirmek amacıyla çeşitli yollarla etkilemek.
    beyin zarı * Beyni üst üste saran zar, korteks.
    beyin zarları * Beyni üst üste saran üç zar.
    beyincik * Kafatasının art bölümünde ve beynin altında, hareket dengesi merkezi olan organ, dimağçe.
    beyinli * Beyni olan.
    * Akıllı, düşünceli.
    beyinsel * Beyinle ilgili.
    beyinsi * Beyne benzeyen.
    beyinsiz * Beyni olmayan.
    * Akılsız, düşüncesiz.
    beyit * Ev.
    * Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuşşiir parçası.
    beyitli * Beyti bulunan, içinde beyit olan.
    beyiye * Bkz. satımlık.
    beylerbeyi * Sancak beylerinin başı.
    beylik * Bey olma durumu.
    * Devletle ilgili, devlete özgü olan, devlet malı olan, mirî.
    * Herkesin kullandığı, çok bilinen, herkesin bildiği, basmakalıp.
    * Rahat yaşama.
    * Merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke, emirlik, emaret.
    * Hükûmet.
    * Bir çeşit küçük ve ince asker battaniyesi.
    beylik fırın has çıkarır * devlet görevlisi olmanın insana birçok kazançlar sağladığınışaka yollu anlatmak için söylenir.
    beylik söz * Herkesin kullandığı, etkisi kalmamışsöz.
    beylikçi * Divanıkaleminin başı.
    beynamaz * Namazsız, namaz kılmayan, pis (kimse).
    beynelmilel * Milletler arası, uluslar arası, enternasyonal.
    beynelmilelci * Bkz. uluslar arasıcı.
    beynelmilelcilik * Milletlerin sosyal sınıflarıarasında uygunluk olmasıve birlikte davranılması gerektiğini savunan görüş,
    milletler arasıcılık, uluslar arasıcılık, enternasyonalizm.
    beyni atmak * Bkz. tepesi atmak.
    beyni bulanmak * sersemlemek, düşünemez olmak.
    * kötü bir şey sezinlemek.
    beyni karıncalanmak * zihin yorgunluğundan düşünemez olmak.
    beyni kaynamak * aşırısıcaktan sersemlemek, bunalmak.
    beyni sıçramak * aklı başından gitmek.
    beyni sulanmak * düzgün düşünemez olmak, bunamak.
    beyninde * Arasında.
    beyninde şimşekler çakmak * çok üzülmek, sarsılmak.
    * zihninde birden bir düşünce doğmak.
    beyninden vurulmuşa dönmek * beklenmedik bir durum karşısında olağanüstü bir üzüntü ve şaşkınlığa uğramak.
    beynine girmek * herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek.
    beynine vurmak * (içki etkisiyle) ne yaptığını bilemez duruma gelmek.
    beynini kemirmek * rahatsızlık vermek, huzurunu kaçırmak.
    beysbol * Dokuzar kişilik iki takım arasında bir top ve sopayla oynanan, Amerika Birleşik Devletlerinde yaygın bir
    çeşit oyun.
    beysbolcu * Beysbol oynayan ve oynatan (kimse).
    beytülmal * Devlet hazinesi.
    beyyine * Bir olayın doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem.
    * Duruşma sırasında bir düşünceyi gerçekleştirmek için başvurulan belge, kanıt, tutamak, delil.
    beyzade * Bey oğlu.
    * Soylu kimse.
    * Özenle büyütülmüş, nazlıkimse.
    beyzadelik * Soyluluk.
    beyzî * Yumurta biçiminde, söbe, oval.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 56

    bez * Pamuk veya keten ipliğinden yapılan dokuma.
    * Pamuktan, düz dokuma.
    * Herhangi bir cins kumaş.
    * Herhangi bir işiçin kullanılan dokuma.
    * Gelişigüzel kumaşparçası, çaput.
    * Bezden yapılmış.
    bez * İçinden geçen kandan veya öz sudan bazımaddeler ayırarak salgı oluşturan organ, gudde.
    bez bağlamak * bebeklere altlarınıkirletmesinler diye bez koymak.
    bez tüyler * Bitkilerde salgıçıkaran tüyler.
    bezci * Bez yapan veya alıp satan (kimse).
    bezcilik * Bezcinin işi veya mesleği.
    bezdirici * Usanç veren.
    bezdirilme * Bezdirilmek işi veya durumu.
    bezdirilmek * Bezmesine sebep olmak, bezmesine yol açmak.
    bezdirme * Bezdirmek işi.
    bezdirmek * Bıktırmak, usandırmak, bıkkınlık vermek.
    beze * Yara veya çı ban sebebiyle vücudun herhangi bir yerinde oluşan şişkinlik.
    * Bez (I).
    beze * Hamur topağı, pazı.
    beze * Yumurta akıve pudra şekeri ile yapılan bir çeşit kuru pasta.
    bezek * Süs, ziynet.
    * Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri.
    bezekçi * Duvar ve tavanları boyayıp birtakım resim veya şekillerle süsleyen kimse, nakkaş.
    * Gelinleri süsleyen kadın.
    bezekleme * Bezeklemek işi.
    bezeklemek * Süslemek, bezemek.
    bezekli * Bezeği olan, süslü, süslenmiş.
    bezeleme * Bezelemek işi.
    bezelemek * Hamur topağıyapmak.
    bezeli * Bezeği olan, bezekli.
    bezelye * Baklagillerden, yurdumuzun her yanında yetiştirilen, tırmanıcı bir bitki (Pisum sativum).
    * Bu bitkinin yuvarlak tanesi.
    bezeme * Süsleme, tezyin.
    * Süs, süsleyen şey.
    bezemeci * Bezeme yapan oymacıveya nakkaş.
    bezemecilik * Bezemecinin yaptığı iş.
    bezemek * Süslemek, donatmak, tezyin etmek.
    bezemeli * Süslü, dekoratif.
    bezen * Bezek, süs.
    bezeniş * Bezenme işi veya biçimi.
    bezenme * Bezenmek işi veya durumu.
    bezenmek * Bezemek işine konu olmak, süslenmek.
    * Kendini bezemek, süslenmek.
    bezetme * Bezetmek işi.
    bezetmek * Bezeme yaptırmak, süsletmek.
    bezeyici * Bezekleme yapan ressam, dekoratör.
    bezeyiş * Bezeme işi veya biçimi.
    bezgi * Süs, bezek.
    bezgin * Yaşama veya işgörme isteğini yitirmiş.
    bezginleşme * Bezginleşmek işi.
    bezginleşmek * Bezgin duruma gelmek.
    bezginlik * Bezgin olma durumu, usanç, yorgunluk.
    bezi herkesin arşınına göre vermezler * genel kurallar kişilerin isteklerine göre bozulmaz.
    bezik * İki, üç veya dört kişi arasında 96 kâğıtla oynanan bir çeşit iskambil kâğıdı oyunu.
    bezilme * Bezilmek işi.
    bezilmek * Bezmek işine konu olmak, bezmek durumuna gelinmek.
    bezir * Keten tohumu.
    * Bkz. bezir yağı.
    bezir yağı * Keten tohumundan çıkarılan ve yağlı boya yapmak için içine renkli maddeler katılan, çabuk kurur bir yağ.
    bezirgân * Tüccar.
    * Alışverişte çok kâr amacını güden kimse.
    * Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse.
    * Yahudilere verilen ad.
    bezirgânbaşı * Padişahın kullanacağıçuha, bez, tülbent gibi eşyaları sağlamak ve bunlarıkorumakla görevli kimse.
    * Bir çocuk oyunu.
    bezirgânlık * Bezirgâna yakışır davranış.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 47

    beniz * Yüz rengi.
    beniz geçmek * benzi solmak.
    benizli * Benzi bulunan, benze sahip olan.
    benlenme * Benlenmek işi.
    benlenmek * Ben oluşmak.
    benli * Teninde ben bulunan.
    benli * Bkz. senli benli.
    benliği yoğurmak * kişiliği oluşturmak.
    benliğinden çıkmak * kendine benzemez olmak.
    benlik * Bir kimsenin öz varlığı, kişiliği, onu kendisi yapan şey, kendilik, şahsiyet.
    * Kendi kişiliğine önem verme, kişiliğini üstün görme, kibir, gurur.
    benlik çatışması * Benliğin ön plâna çıkması ile başgösteren çatışması.
    benlik davası * Her şeyi kendi düşüncesine uydurmak ve her şeyde söz sahibi olmak çabası.
    benlik ikileşmesi * Öznenin kişiliğini iki veya daha çok bilinç merkezine bölen ve tek kişide çeşitli kişilikler durumunda
    beliren bir ruh hastalığı.
    benlik yitimi * Kişilik duygusunun ve benlik bilincinin yitirilmesi ile beliren ruh hastalığı.
    benlikçi * Her konuda hep kendini ileri süren, hep kendinden söz eden (kimse).
    * Benlikçilik yanlısı olan (kimse).
    benlikçilik * Her konuda hep kendini ileri sürme, hep kendinden söz etme durumu.
    * Kendi benliğinin gelişimini, bütün davranışlarının ilkesi yapan kişinin niteliği, egotizm.
    benmari * Bir kabıkaynar suya oturtmak yolu ile içindekini ısıtmak veya eritmek yöntemi.
    benmerkezci * Beniçinci.
    benmerkezcilik * Beniçincilik.
    bent * Bağ, rabıt.
    * Kanun maddesi; kitaplarda kendi içinde bütünlük oluşturan bölüm.
    * Suyu biriktirmek için önüne yapılan set, büğet.
    * Gazete yazısı.
    * Bağlam.
    bent etmek * kendine bağlamak.
    bent olmak * bağlanmak, tutulmak.
    benzeme * Benzemek işi.
    benzemek * İki kişi veya nesne arasında birbirini andıracak kadar ortak nitelikler bulunmak, andırmak.
    * Sanısınıuyandırmak, gibi görünmek.
    benzemeklik * Benzer olma durumu.
    benzemez * İskambil veya okey oyununda farklıkâğıtların veya taşların bir araya gelmesi.
    benzen * Maden kömürü katranından çıkarılan C6H6 formülündeki hidrokarbonun bilimsel adı.
    benzer * Nitelik, görünüşve yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eşolan (şey), müşabih, mümasil.
    * Bkz. benzeşim.
    * Bazıönemsiz veya tehlikeli sahnelerde asıl oyuncunun yerine çıkan, yapıve yüz bakımından bu oyuncuyu
    andıran kimse, dublör.
    benzer şekiller * Kenarlarının uzunluklarıarasındaki oran değişmemekle birlikte karşılıklıaçılarıeşit olan şekiller.
    benzeri * Benzerlik gösteren, benzer.
    benzerlik * Benzer olma durumu.
    * İki üçgende köşelerinin eşlenmesine göre karşılıklıaçıların eşve karşılıklıkenarların orantısından doğan
    durum.
    benzersiz * Benzeri olmayan, eşsiz.
    benzersizlik * Benzersiz olma durumu.
    benzeş * Birbirine benzeyen, aralarında benzerlik bulunan, müşabih, nazir.
    benzeşen * Ünlü veya ünsüz benzeşmelerinde etki altında kalan ünsüz veya ünlü: Sütçü (süt-çü), ekmekten (ekmekten), odalardan (oda-lar-dan) kelimelerinde bulunan -çü, -ten, -dan eklerindeki ünsüz veya ünlüler gibi.
    benzeşik * Benzeşme özelliği gösteren.
    benzeşim * Bazı ortak yönleri olan iki şey arasındaki benzeşme.
    * İki şeklin kenarlarının uzunluklarıarasındaki oran değişmemekle birlikte, karşılıklıaçılarının eşit bulunması
    durumu.
    benzeşim oranı * İki şeklin kenarlarının arasındaki oran.
    benzeşlik * Benzeşolma durumu, müşabehet.
    benzeşme * Benzeşmek işi.
    * Bir kelimede bir sesin başka bir sesi kendisine benzetme etkisi: yurt-daş> yurttaş, çarşanba > çarşamba, o
    + bir < öbür gibi.
    benzeşmek * Birbirine benzemek, müşabih olmak.
    benzeşmezlik * Bir kelimede bulunan aynıveya benzeri seslerden birinin değişikliğe uğraması, disimilâsyon: Kınnap >
    kırnap, attar > aktar, kehribar > kehlibar gibi.
    benzeti * Benzetme, aslından kopya edilmiş, teş bih.
    benzeti ressamı * Büyük sanatçıların yaptıklarını, orijinaline bakarak yapan ve benzeti olduğunu belirten ressam.
    benzetici * Benzeterek yapan, sahteci, kopyacı.
    benzetici ressam * Büyük sanatçıların üslûbunda çalışarak, yaptığı işleri orijinal eser diye satan sahteci ressam.
    benzetilme * Benzetilmek işi.
    benzetilmek * Benzetmek işine konu olmak.
    benzetiş * Bir şeyi başka bir şeye benzetmek işi veya biçimi.
    benzetme * Benzetmek işi.
    * Bir şeyin neteliğini anlatmak için, o niteliği eksiksiz taşıyan bir şeyi örnek olarak gösterme işi, teş bih.