bir nice | * Bir hayli, birçok. |
bir numara | * Tek, birinci. |
bir numaralı | * Birinci, başta gelen. |
bir o kadar | * Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı, bir misli. |
bir o yana, bir bu yana | * rastgele, birçok yerlere, çeşitli yönlere. |
bir olmak | * bir araya gelmek, iş birliği yapmak. |
bir ölçüde | * Biraz, belli oranda. |
bir örnek | * Aynı biçimde olan, yeknesak. |
bir papel etmemek | * hiç bir işe yaramamak, değeri olmamak. |
bir paralık etmek | * çok utanacak, işe yaramaz bir duruma düşürmek. |
bir parça | * Biraz, azıcık, çok az. |
bir parmak | * Parmak ucuyla alınan miktar veya parmak ucuyla alarak. * Çok küçük (çocuk). |
bir postum var atarım, nerede olsa yatarım | * istediğim yere gider, istediğim biçimde davranırım. |
bir pul etmemek | * hiç değeri olmamak. |
bir pula satmak | * bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak. |
bir sıçrarsın çekirge, iki sıçrarsın çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge) | * birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çıkarak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız kalmaz. |
bir sıkımlık canı olmak | * çok cılız ve güçsüz olmak. |
bir sıra | * Üst üste, ardıardına. |
bir solukta | * Çabucak, çarçabuk, çok kısa bir sürede, hemen. |
bir söyle on dinle | * az konuşup çok dinlemek yaralı olur. |
bir söyledi pir söyledi | * uzatmadan, gereği gibi söyledi. |
bir sözünü iki etmemek | * birinin her istediğini hemen yerine getirmek. |
bir sürü | * Çok sayıda, pek çok. |
bir şey sanmak | * (bir kimseyi, bir şeyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan başka türlü düşünerek hayal kırıklığına uğramak, değerlendirmede yanılmak. |
bir şey söylemek | * konuşmak. * belirtmek, anlatmak, ifade etmek. |
bir şeye benzememek | * işe yarar durumda olmamak. |
bir şeyin şuyuu vukuundan beterdir | * söylenti veya dedikodu olayın gerçekleşmesinden daha kötüdür. |
bir şeyler (veya bir şey) olmak | * huyu, durumu, tutumu değişmek, yeni huylar edinmek. * bayılır gibi olmak, birden fenalık gelmek. * ölmek. |
bir şeyler, bir şeyler | * daha fazla açıklamamak, kısa kesmek gerektiğinde söylenir. |
bir tahtada | * bir defada, yekten. |
bir tahtasıeksik | * akılca eksik, yarım akıllı. |
bir tane | * Biricik, yegâne. |
bir tanem | * Sevgi sözü. |
bir tarafa bırakmak (veya koymak) | * önemsememek, benimsememek, ertelemek. |
bir taşla iki kuşvurmak | * bir davranışla birden çok yararlısonuca ulaşmak. |
bir tek atmak | * bir kadeh içki içmek. |
bir temiz | * Adamakıllı. |
bir terimli | * Aralarında yalnız çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma işlemleri yapılacak olan (nicelikleri gösteren terim). |
bir torba kemik | * çok zayıf. |
bir tuhaflığı olmak | * kendini iyi hissetmemek. |
bir tutmak (veya bir görmek) | * eşit saymak, eşit görmek. |
bir türlü | * (tekrarlıkullanıldığında) işin yapılmasının da, yapılmamasının da aynıderecede kötü olduğunu belirtir. * hiçbir biçimde, hiçbir yolla. |
bir vakitler | * Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle. |
bir varmış bir yokmuş | * bir masala başlarken, “eskiden” anlamında söylenen bir tekerleme. * masal gibi geçip gitmiş, artık hayal olmuş. |
bir yakadan başçıkarmak | * bir çatıaltında dirlik düzenlik içinde yaşamak. |
bir yana | * -den başka, sayılmazsa, hariç tutulursa. |
bir yana dünya bir yana | * bir varlığa çok değer verildiğini anlatmak için kullanır. |
bir yandan (yanda) | * bir taraftan (tarafta), hem … hem. |
bir yastığa başkoymak | * (karıkoca) evli bulunmak. |
bir yastıkta kocamak | * (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 70
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 61
bidoncu * Bidon satan kimse. bienal * Yıl aşırı, iki yılda bir olan. biftek * Izgara veya tavada pişirilen dana eti dilimi. bîgâne * Yabancı.
* İlgisiz.bîgânelik * Bîgâne olma durumu. bigudi * Kadınların saçlarınıkıvırmak için kullandıkları, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç. bîgünah * Suçsuz, günahsız. bîhaber * Habersiz, bilgisiz. bihakkın * Hakkı ile, hakkı olarak, gerçekten. bîhuş * Şaşkın, sersem, aklı başında olmayan, deli. bîilâç * İlâçsız, çaresiz, umutsuz. bijon anahtarı * Araba tekerleklerinin somunlarınısökmek için kullanılan alet. bijuteri * Kuyumcunun yaptığıdeğerli takıların tamamı.
* Değerli olmayan maden veya taşlardan yapılmıştakı, süs eşyası.bîkarar * Kararsız, tereddütlü. bikarbonat * Hidrojen karbonatların genel adı. bîkes * Kimsesiz. bîkeslik * Bîkes olma durumu. bikini * İki parçalıkadın mayosu. bikir * Kızlık, erdenlik. bilâder ağacı * Amerika elması. bilâhare * Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları. bilâistisna * İstisnasız, ayrıksız, ayrım yapılmadan. bilâkaydüşart * Kayıtsız ve şartsız olarak, herhangi bir kısıtlama olmaksızın. bilâkis * Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine. bilânço * Bir kuruluşun veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taşınır ve
taşınmaz varlıkları ile bunları sağlamak için kullanılan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
* Girişilen herhangi bir işte, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçların karşılıklıdurumu.bilâr * Katranlıkıldan yapılan ve kalafat işlerinde kullanılan bir tür macun. bilârdo * Yeşil çuha kaplı bir masa üzerinde, fil dişi toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun. bilârdocu * Bilârdo oynayan veya oynatan kimse. bilârdoculuk * Bilârdo salonunu işletme veya oynama işi. bilâvasıta * Vasıtasız, araçsız, aracısız, dolaysız, doğrudan doğruya. bilcümle * Bütün, hep …-in hepsi. bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak) * hiçbir etkiye aldırışetmeyerek doğru bildiği davranışısürdürmek. bildiğini okumak * herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak. bildiğini yapmak * verilen öğütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek. bildiğini yedi mahalle bilmez * bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatır. bildik * Tanıdık. bildik çıkmak * birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanıştıklarınıanlamak. bildim bileli (veya bildik bileli) * öteden beri, eskiden beri. bildirge * Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
* Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlı olduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
beyanname.bildiri * Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazılan
yazı, tebliğ, tebligat.
* Bilimsel bir konu üzerine yazılan açıklama, tebliğ.bildirilme * Bildirilmek işi veya durumu. bildirilmek * Bildirmek işine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek. bildirim * Yazılı olarak yapılan açıklama, tebliğ.
* Bu açıklamanın yapıldığıkâğıt, ihbarname.bildirim ödencesi * Süresi belli olmayan sürekli işsözleşmelerinin daha önce bildirim yapılmaksızın yürürlükten kaldırılması
sebebiyle yükümlü olanlarca karşıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı.bildiriş * Bildirmek işi veya biçimi. bildirişim * İletişim, haberleşme, komünikasyon. bildirişme * Bildirişmek işi veya durumu. bildirişmek * Bir duygu veya düşünceyi işaretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaşmak. bildirme * Bildirmek işi, beyan. bildirme cümlesi * Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 62
bildirme kipleri * Belli zaman kavramıveren, belirli geçmiş, belirsiz geçmiş, şimdiki zaman, genişzaman, gelecek zaman
kipleri: Gel-di, gelmiş, gel-iyor, gel-ir, gel-ecek gibi.bildirmek * Herhangi bir şeyi haber vermek.
* Herhangi bir konuda bilgi vermek.
* Anlatmak, ifade etmek.bile * Birlikte.
* Aynızamanda, da, de, dahi.
* Üstelik.bile bile * Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düşünülerek, kasten. bile bile lâdes * Kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmişgörünme, bilerek aldanmışgörünme. bilecen * Her şeyi bilen, her şeyden anlayan.
* Bilgiçlik taslayan, ukalâ.bilecenlik * Bilecen olma durumu. bileği * Kesici araçları bilemek için kullanılan alet. bileği taşı * Bıçak, çakı, makas gibi kesici araçları bilemekte kullanılan ince taneli sarışist. bileğinde altın bileziği olmak * Bkz. kolunda altın bileziği olmak. bileğine güvenmek * gücüne veya hünerine güvenmek. bileğine kadar (veya bileklerine kadar) * (çamur, kar için) ayakları içine gömülecek biçimde.
* (giysi eteği için) yalnız ayaklar görünecek kadar (uzun).bileğinin hakkı ile * kendi gücü ve kendi çalışması ile. bilek * Elle kolun, ayakla bacağın birleştiği bölüm.
* Güç, kuvvet.bilek damarı * Nabız. bilek gibi * (saç veya akarsu için) gür, kalın. bilek gücü * Kol kuvveti. bilek güreşi * Karşılıklı iki kişi dirseklerini dayayarak birbirlerinin bileğini bükmek. bilek kuvveti * Beden kuvveti, kol kuvveti. bilek saati * Bileğe takılan küçük saat. bileklik * Oyunlarda bileğin incinmesini önlemek için bileğe takılan meşin sargı. bileme * Bilemek işi. bilemedin (veya bilemediniz) * en çok, en fazla. bilemek * Kesici aletleri zımpara veya bileği taşında keskinleştirmek, keskin duruma getirmek, keskinleştirmek.
* Güçlendirmek, etkisini artırmak.bilenme * Bilenmek işi. bilenmek * Bilemek işine konu olmak, keskin duruma getirilmek.
* Bir işe yoğun bir biçimde hazırlanmak, konsantre olmak.
* Hırslanmak, aşırıderecede istemek.bilerek * isteyerek, kasten. bileşen * Bir bileşke oluşturan kuvvetlerin her biri. bileşik * Birleşerek oluşmuş, basit olmayan, mürekkep.
* Kimyasal tepkimeler sonucu iki veya daha çok elementten oluşan ve bunlardan bağımsız fiziksel, kimyasal
nitelikler gösteren (madde).
* Ses ve görüntünün birlikte yer aldığıfilm parçası.bileşik faiz * Süre tarihine dek birikmişfaizlerin ana paraya eklenmesiyle elde edilen toplam üstünden ödenen faiz,
mürekkep faiz.bileşik kap * Birleşik kap. bileşik kaplar * Birleşik kaplar. bileşik kesir * Payıpaydasına eşit veya payıpaydasından büyük olan kesir. bileşik önerme * En az iki önermeden oluşan yeni önerme. bileşikgiller * Bitişik yapraklı iki çeneklilerden, çiçekleri kömeç durumunda toplu olarak bulunan, bazıcinsleri uçucu yağ
veya süt taşıyan bir familya.bileşim * İki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluşturma, terkip.
* Bir maddenin hangi kimyasal türlerden oluştuğunu belirleyen verilerin tamamı.
* Bileşme sonucu oluşan cisim.
* Bileşmek işi veya durumu.bileşke * Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eşit olan tek kuvvet, muhassala. bileşme * Bileşmek işi, terekküp. bileşmek * İki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluşturmak, terekküp etmek. bileştirici * Bileştirmek işini yöneten kimse. bileştirme * Bileştirmek işi. bileştirmek * Bileşmesini sağlamak.
* İki veya daha çok vektörün, paralel kenar kuralına uygun olarak geometrik toplamınıalmak, geometrik
toplam.bilet * Para ile alınan, konser, sinema, tiyatro gibi eğlence yerlerine girme, ulaşım araçlarına binme veya bir talih
oyununa katılma imkânınıveren belge.bilet kesmek * bileti koparıp alıcıya vermek, bilet satmak. biletçi * Bilet satan görevli. biletçilik * Bilet satma işi. biletli * Bileti olan. biletme * Biletmek işi. biletmek * Bilemek işini yaptırmak. biletsiz * Bileti olmayan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 63
bileyici * Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı. bileyicilik * Bileyicinin yaptığı iş, zağcılık. bilezik * Bileğe süs için takılan halka.
* İki borunun ucunu birleştirmeye yarayan halkaya benzer parça.
* Motor pistonlarına, yağlama, soğutma, özellikle sızıntıyıönleme gibi amaçlarla yerleştirilmiş, genel olarak
dökme demirden yapılmış, uçlarıaçık ve esnek halka.
* Kelepçe.
* Mobilyaların ayak altlarına takılan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri şekilli, pirinç veya nikel
kaplıdemirden yapılmış, iki ucu delik gereç.bilezikli * Bileziği olan.
* Bilezik takmışolan.bilfarz * Tutalım ki, sayalım ki, söz gelişi, diyelim ki. bilfiil * İşolarak, işedinerek, gerçekten. bilge * Bilgili, iyi ahlâklı, olgun ve örnek (kimse), hakim. bilgece * Bilgeye yaraşır (biçimde), hâkimane. bilgelik * Bilge olma durumu ve niteliği.
* Bilgi, hikmet.
* (İlk Çağfelsefesinde) Kendini tanımanın bilgisi, vukuf.bilgi * İnsan aklının erebileceği olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat.
* Öğrenme, araştırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf.
* İnsan zekâsının çalışmasısonucu ortaya çıkan düşünce ürünü, malûmat, vukuf.
* Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradığıtemel düşünceler, malûmat.
* Bilim.
* (bilişimde) Kurallardan yararlanarak kişinin veriye yönelttiği anlam.bilgi edinmek * öğrenmek, bilgi almak.
* Bir durumu öğrenmek.bilgi işlem * Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapılan işlemlerin düzenli biçimde yürütülmesi. bilgi kuramı * Bilginin temelini, bilim alanında uygulanan yöntemleri, sınır ve güvenilirlik bakımından inceleyip araştıran
felsefe dalı, epistemoloji.bilgi şöleni * Belli bir konunun tartışıldığı bilimsel toplantı, sempozyum. bilgi toplamak * değişik yer ve kaynaklardan sağlanan bilgileri bir araya getirmek. bilgici * Sofist. bilgicilik * Antik Yunan felsefesinde eleştiri akımı, sofizm.
* Başkasınıyanıltmak için doğru olmadığı bilinerek yapılan uslamlama ve çıkarsama, safsatacılık.bilgiç * Bilgili kimse.
* Bilgisiz olduğu hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.bilgiç bilgiç * Bilgisi olduğunu göstererek, bildirerek. bilgiçlik * Bilgiç olma durumu. bilgiçlik satmak (veya taslamak) * bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek. bilgilendirme * Bilgilendirmek işi veya durumu. bilgilendirmek * Bir konuda bilgi sahibi olmasını sağlamak, haberdar etmek. bilgilenme * Bilgilenmek işi veya durumu. bilgilenmek * Bilgi sahibi olmak, öğrenmek. bilgili * Bilgi sahibi olan, malûmatlı, haberli.
* Bilerek.bilgilik * Ansiklopedi. bilgin * Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim. bilgince * Bilgine yakışır, bilgin tavrında, bilgin gibi. bilginlik * Bilgin olma durumu. bilgisayar * Çok sayıda aritmetiksel veya mantıksal işlemlerden oluşan bir işi, önceden verilmiş bir programa göre
yapıp sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter.bilgisayarcı * Bilgisayar alım satımcısı.
* Bilgisayar programcısı, yapımcısıveya mühendisi.bilgisayarcılık * Bilgisayar ticareti veya uzmanlığı. bilgisayarlamak * Bilgisayara geçirmek. bilgisayarlaşmak * Bilgisayar düzeniyle donatılmak. bilgisiz * Bilgi sahibi olmayan, malûmatsız, cahil. bilgisizlik * Bilgisiz olma veya bilgi yokluğu durumu, cehalet. bilgiyazar * Elektronik sistemle dizgi yapan alet. bilhassa * Hele, her şeyden önce, başta, özellikle, en çok, mahsus. bili * Bilgi, malûmat. bili bili * Tavuk gibi kümes hayvanlarınıçağırmak için çıkarılan ses. bilici * Bilen. bililtizam * Bile bile, bilerek ve isteyerek. bilim * Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten
yararlanarak yasalar çıkarmaya çalışan düzenli bilgi, ilim.
* Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
* Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araştırma
süreci.bilim adamı * Bilimsel çalışmalarla uğraşan kimse, bilgin, âlim. bilim dışı * Bilime aykırı, bilime uymaz, gayriilmî. bilim kadını * Bkz. bilim adamı. bilim kuramı * Bilimlerin koyduklarıdüşünsel sorunları inceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
varsayımlarınıaraştıran felsefe dalı.bilim kurgu * Çağdaş bilim verileriyle düşgücünden oluşan film, roman vb. bilim kurgusal * Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 59
bıyık altından gülmek * birinin durumuna belli etmemeye çalışarak gülümsemek. bıyık bırakmak * bıyık uzatmak. bıyık burmak (veya bükmek) * çalım yapmak amacıyla bıyıklarınıkıvırmak. bıyıklanma * Bıyıklanmak işi. bıyıklanmak * Bıyığıçıkmak, bıyıklıduruma gelmek. bıyıklarıele almak * delikanlılık çağına girmek. bıyıklı * Bıyığı olan, bıyığınıtıraşetmemişolan. bıyıklı balık * Sazangillerden, büyüklerinin boyu 2 m yi bulan, eti sevilen bir balık (Barbus fluviatilis). bıyıksız * Bıyığı olmayan, bıyığınıtıraşetmişolan. bızbız * Davula sol elle vurulan ince değnek. bızdık * Ufak çocuk. bızır * Kadınlık organının üst yanında cinsel zevk duyumu noktası olan bölüm, klitoris. Bi * Bizmut’un kısaltması. bîaman * Hoşgörüsüz, amansız, gaddar, zalim. biat * Bir kimsenin egemenliğini tanıma.
* Osmanlıİmparatorluğunda padişah ölünce tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca
kabul ve tasdik edilmesi.biat edilmek * birinin egemenliği tanınmak. biat etmek * birinin egemenliğini tanımak, kabul etmek. bîbaht * Bahtsız, kadersiz, kötü talihli. bîbehre * Payı olmayan, pay almamış. biber * Patlıcangillerden, yurdumuzda çok yetişen bir bitki (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin, tazeyken sebze olarak yenilen veya kurutulup baharat olarak yararlanılan ürünü.biber atmak * içine biber koymak. biber gibi * çok acı. biber gibi yanmak * (deri, göz vb.) çok acımak. biber salçası * Kırmızı biberden yapılmışsalça. biber turşusu * Yalnızca uzun yeşil biberden yapılmışturşu. biberiye * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde çok yetişen, güzel kokulu yapraklarınıdökmeyen, çiçekleri soluk
mavi renkli, çok yıllık bir bitki (Rosmarinus officinalis).biberleme * Biberlemek işi. biberlemek * Biber serpmek, biber katmak. biberli * İçine biber katılmış.
* Acı.biberlik * Biber konulan küçük kap.
* Biber yetiştirilen yer.biberon * Genellikle süt çocuklarına süt ve sulu yiyecekleri içirmekte kullanılan emzikli şişe. bibersiz * İçine biber katılmamış.
* Acısız.bibi * Babanın kız kardeşi, hala. bibliyofil * Kitapsever. bibliyograf * Bibliyografya uzmanı, kaynakları bilen uzman. bibliyografi * Bibliyografya. bibliyografik * Kaynakla ilgili. bibliyografya * Kaynaklar, kaynakça. bibliyoman * Bibliyomanisi olan (kimse). bibliyomani * Hastalık derecesine varan kitap sevgisi, kitap düşkünlüğü. bibliyotek * Kitaplık, kütüphane. bibliyotekçi * Kütüphaneci. biblo * Çeşitli maddelerden yapılan heykel, vazo gibi zarif küçük süs eşyası. biblo gibi * ufak tefek, zarif (kız). bici * Bkz. cici bici. bicik * Meme, meme başı. bicili * Bkz. cicili bicili. bîçare * Çaresiz, zavallı(kimse). bîçare olmak * çaresiz kalmak. bîçarelik * Biçare olma durumu, zavallılık, çaresizlik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 60
biçem * Üslûp. biçenek * Her yıl belirli bir süre otlatıldıktan sonra yeniden gelişen bitkilerin biçilerek değerlendirildiği tabiî çayır. biçerbağlar * Ekini hem biçen, hem de bağdurumuna getiren makine. biçerdöver * Ekin biçen, döven, taneleri ayıran, samanı bağlam veya balya durumuna getiren makine. biçici * Biçmek işini yapan (kimse). biçicilik * Biçicinin işi veya mesleği. biçilme * Biçilmek işi. biçilmek * Biçmek işine konu olmak. biçilmişkaftan * bütünü ile uygun, elverişli (iş). biçim * Dışgörünüş, şekil.
* Yakışık alan şekil, uygun şekil.
* Herhangi bir şeyin benzeri.
* Sanat ve edebiyat eserlerinde dışgörünüş, form.
* Tarz.
* Manzumelerin kuruluşve uyak düzenlerine göre olan dışgörünüşü, şekil.biçim * Biçmek işi. biçim almak * biçimlenmek, belli bir biçime girmek, şekillenmek. biçim bilimi * Yapı bilimi, morfoloji. biçim birimi * Kelimelere gramer bakımından biçim veren, çoğu ek durumunda olan öge, morfem. biçimci * Biçimcilik yanlısı olan (kimse).
* Alışılmışkural, tutum, davranışveya belli biçimin dışına çıkmayan (kimse), şekilci, formaliteci, formalist.biçimcilik * Biçime sıkısıkıya bağlılık.
* Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnız biçim üzerinde duran, biçime ağırlık veren görüş.biçime sokmak (veya biçim vermek) * bir şeyi biçimlendirmek. biçimine getirmek * sırasını, fırsatını bulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak. biçimleme * Çeşitli maddelerin biçimsel imkânları ile birbirleri arasındaki düzen ilişkilerini araştırma işi. biçimlendirilme * Biçimlendirilmek işi. biçimlendirilmek * Bir şeye biçim verilmek. biçimlendirme * Biçimlendirmek işi, şekillendirme. biçimlendirmek * Bir şeye belirli bir biçim vermek, şekillendirmek. biçimlenme * Biçimlenmek işi, şekillenme. biçimlenmek * Bir şey belli bir biçim kazanmak, şekillenmek. biçimli * Biçimi güzel olan, mevzun.
* Ortamına uygun düşen, yakışık alan.biçimsel * Biçime dayanan, biçimle ilgili, şekle ait, şeklî, formel. biçimselleştirme * Biçimselleştirmek işi. biçimselleştirmek * Biçimsel duruma getirmek.
* Bir kuramı biçimsel bir kurama dönüştürmek.biçimsellik * Biçime uygun olma durumu. biçimsiz * Kendine özgü bir biçimi olmayan, biçimi bozuk, şekilsiz.
* Kötü, hoşolmayan, yakışıksız.
* Kendine özgü billûrlaşmış bir biçimi olmayan (madde), amorf.biçimsizleşme * Biçimsizleşmek işi. biçimsizleşmek * Biçimsiz duruma gelmek, biçimi bozulmak. biçimsizlik * Biçimsiz olma durumu.
* Çirkinlik, yakışıksızlık.biçiş * Biçmek işi veya biçimi. biçki * Dikilecek kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesme sanatı. biçki dikişkursu * Terzilik mesleğini öğretmek amacıyla verilen kurs. biçki dikişyurdu * Halka açık terzilik mesleğini öğretme ve uygulama yeri. biçki yapmak * dikilecek kumaşı belli bir modele ve ölçüye göre kesmek. biçki yurdu * Biçki ve dikişokulu. biçkici * Kumaşı belli bir modele göre biçen (kimse). biçme * Biçmek işi.
* Alt ve üst tabanları birbirine paralel ve eşit iki çokgenden, yanal ayrıtılarıda eşit ve paralel doğrulardan
oluşan çok düzlemli cisim, menşur, prizma.
* Yontulmuşyapıtaşı.biçmek * Belli bir biçim vererek kesmek.
* Dikilecek kumaşı belli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek.
* Ekini, otu orakla, tırpanla, makine ile kesmek.
* Yaylım ateşiyle öldürmek.
* (değer, paha, fiyat) Koymak.biçtirme * Biçtirmek işi. biçtirmek * Biçmek işini yaptırmak. bîdar * Uyanık, uyumayan. bid’at * İslâm dininde Hz. Muhammed zamanından sonra ortaya çıkan değişik yargılar ve ilkeler.
* Sonradan türeyen şey.bidayet * Başlama, başlangıç. bide * Bedenin belden aşağı bölümlerini yıkamakta kullanılan tuvalet aracı. bidon * İçine sıvımaddeler konulan, sac, plâstik veya çinkodan yapılmış, çoğunlukla silindir biçiminde kap. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 57
bezirleme * Bezirlemek işi. bezirlemek * Bezir yağı ile yağlamak, bezir yağısürmek. bezleme * Bezlemek işi. bezlemek * Bez veya kumaşile örtmek veya kaplamak.
* Çocuğun altına bez koymak, çocuğu belemek.bezm * İçki meclisi, dost toplantısı. bezme * Bezmek işi. bezmek * Bezgin duruma gelmek, bezginlik getirmek, bıkıp usanmak. bezsi * Bez dokusunda olan, bezi andıran. bezzaz * Kumaşalıp satan kimse,manifaturacı. bezzazlık * Kumaşsatma işi, manifaturacılık. bıcı bıcı * (çocuk dilinde) Yıkanma.
* Genellikle benzinliklerde bulunan otomobil yıkama aleti ve yeri.bıcı bıcıyapmak * yıkanmak. bıcıl * Aşık kemiğinin altında bulunan küçük bir kemik.
* Bu kemikle oynanan bir oyun.bıcılgan * Bkz. bıçılgan. bıcır bıcır * Sürekli ve çok konuşma için kullanılır. bıcırgan * Boru biçimindeki maden parçaların içini düzleştirip parlatmakta kullanılan alet. bıçak * Bir sap ve çelik bölümden oluşan kesici araç.
* Çeşitli kesme işlerinde kullanılan keskin ağızlıaraç.
* Jilet.bıçak altına yatmak * (insan için) ameliyat olmak. bıçak atmak * bir hedefe bıçak fırlatmak.
* bıçaklamak.
* ameliyat etmek.bıçak bıçağa gelmek * bıçakla birbirine saldıracak kadar zorlu kavga etmek. bıçak çekmek * üzerindeki bıçağı birden ele alarak birine saplamaya hazırlanmak. bıçak gibi * ince, keskin. bıçak gibi kesilmek * (söz, konuşma, sohbet) birden bitmek, duruvermek. bıçak gibi kesmek * çok keskin olmak.
* birdenbire ve tamamen ortadan kaldırmak.bıçak gibi saplanmak * (sancı, ağrı) birden ve güçlü olarak gelmek. bıçak kemiğe dayanmak * çekilen sıkıntıartık katlanılamayacak bir duruma gelmek. bıçak kınınıkesmez * kötüler yararlandıklarıkimselere kötülük etmekten çekinirler. bıçak sırtı * Bıçağın keskin olmayan ters yanı.
* Çok az (fark), çok yakın (aralık).bıçak silmek * bir işi bitirmek. bıçak vurmak * bıçakla kesmek.
* bıçaklamak.bıçak yarası onulur, dil yarası onulmaz * hakaret, ağır söz gibi gönül kırıcıdavranışların hiçbir zaman unutulmayacağınıanlatır. bıçak yemek * bıçaklanmak. bıçakçı * Bıçak ve daha başka kesici araçlar yapan veya satan kimse. bıçakçılık * Bıçak ve benzeri şeyleri yapma veya satma işi. bıçaklama * Bıçaklamak işi. bıçaklamak * Bıçakla kesmek.
* Bıçakla yaralamak.bıçaklanma * Bıçaklanmak işi. bıçaklanmak * Bıçaklamak işine konu olmak. bıçaklatma * Bıçaklatmak işi. bıçaklatmak * Bıçakla saldırıyıtahrik etmek, bıçakla saldırtmak ve yaralatmak. bıçaklı * Bıçağı olan. bıçaklık * Bıçak koyacak yer.
* Bıçak yapmaya elverişli (maden).bıçık * Sel veya dere yatağı. bıçılgan * Azmış, yayılmış(yara).
* Hayvanların tırnak kökünde oluşan yara.bıçkı * Tahta veya ağaç biçmekte kullanılan, karşılıklı iki sapı olan ve iki kişi tarafından kullanılan büyük testere.
* Motorla çalışan bir çeşit güçlü testere.
* Saraç bıçağı.
* Bağbudamaya yarayan dişli bıçak.bıçkıevi * Tomruklardan kalas, kalaslardan daha ince tahtalar kesen, boylarınıve kenarlarınıdüzgün ve eşit olarak
düzelten işyeri.bıçkıtozu * Doğramacılıkta bıçkıdan çıkan ve çoklukla yakacak olarak kullanılan toz ve talaş. bıçkıcı * Bıçkı ile ağaç ve tahta kesen kimse.
* Bıçkıyapıp satan kimse.bıçkıhane * Bıçkıevi. bıçkın * Külhanbeyi, kabadayı.
* Korkusuz, gözü pek, yürekli, cesur. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 58
bıçkınlaşma * Bıçkınlaşmak işi. bıçkınlaşmak * Kabadayılık taslamak. bıçkınlık * Bıçkın olma durumu. bıdık * Kısa ve tıknaz. bıkılma * Bıkılmak işi. bıkılmak * Usanılmak. bıkıp usanmak * çok bezmek. bıkış * Bıkma işi veya biçimi. bıkışma * Bıkışmak işi. bıkışmak * Karşılıklı olarak birbirinden bıkmak. bıkkın * Çok bıkmış, usanmış, bezmiş. bıkkınlık * Çok bıkmışolma durumu. bıkkınlık gelmek * bıkmak, usanmak, bunalmak. bıkkınlık vermek * bir şeyi sürekli tekrarlayarak karşısındakini usandırmak. bıkkıntı * Bıkma duygusu. bıkma * Bıkmak işi. bıkmak * Tekrarlanması, sürüp gitmesi yüzünden bir şeyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez
duruma gelmek, usanmak.
* Dayanamaz duruma gelmek.bıktırıcı * Bıkkınlık verici. bıktırma * Bıktırmak işi. bıktırmak * Bıkmasına yol açmak, bıkkınlık vermek, usandırmak. bıldır * Geçen yıl, bir yıl önce. bıldırcın * Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix). bıldırcın eti * Bıldırcın kuşunun saka ve avcılarca beğenilen kırmızıeti. bıldırcın gibi * kısa boylu, dolgunca, alımlı(kadın). bılkıma * Bılkımak işi veya durumu. bılkımak * Bozulmak, yumuşamak, zedelenmek, erimek. bıllık bıllık * Çok tombul, etli butlu. bıngıl bıngıl * Dolgun ve pelte gibi titrek. bıngıldak * Kafatasıkemikleşmeden önce kemiklerin birleşme yerlerinde bulunan kıkırdak bölümü. bıngıldama * Bıngıldamak işi. bıngıldamak * (et ve sıvı için) Yumuşaklık veya şişmanlık sebebiyle oynamak, titremek. bırak Allah’ınıseversen * bir kimse veya nesnenin değersizliğini belirtmek için kullanılır. bırak ki * saymasak, hesaba katmasak da. bırakılma * Bırakılmak işi veya durumu. bırakılmak * Bırakmak işine konu olmak, terk edilmek. bırakım * Bırakmak işi. bırakış * Bırakma işi veya biçimi. bırakışma * Karşılıklı bırakmak işi, ateşkes, mütareke. bırakışmak * Savaşma, çarpışma gibi durumlarıkarşılıklı bırakmak, ateşkes yapmak, mütareke yapmak. bırakıt * Tereke. bırakma * Bırakmak işi.
* Salıverme, terk.bırakmak * Elde bulunan bir şeyi tutmaz olmak.
* Koymak.
* Bir işi başka bir zamana ertelemek.
* Unutmak.
* Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiştirmemek.
* Saklamak, artırmak.
* Bir işin sorumluluğunu, yükümlülüğünü başkasına vermek, görevlendirmek.
* Engel olmamak.
* Sarkıtmak.
* (ölen, ayrılan birinden iş, kişi, nesne vb.) Kalmak.
* Bir alışkanlıktan veya bir işten vazgeçmek.
* Uğraşmaz olmak, artık uğraşmamak.
* (bıyık veya sakal) Uzatmak.
* Özgürlük vermek, hürriyetine kavuşmasını sağlamak.
* Boşamak.
* Kötü bir durumda terk etmek.
* Ayrılmak; terk etmek.
* Sınıf geçirmemek, döndürmek.
* Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek.
* Bakılmak, korunmak için vermek.
* Yanına almamak, yanında götürmemek.
* Sahiplik hakkını başkasına vermek.
* Yapışık olan bir şey yapışıklıktan kurtulmak.
* (bulunduğu veya dokunduğu yerde) Oluşturmak, meydana getirmek.bıraktığım (bıraktığı), bağladığım (bağladığı) yerde (çayırda) otluyorsun (otluyor) * uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik göstermiyor (veya göstermiyorsun). bıraktırma * Bıraktırmak işi. bıraktırmak * Bırakmasını sağlamak, bırakmasına yol açmak. bıtırak * Kırlarda yetişen yabanî bir otun dışıdikenli tohumu. bıyığıterlemek * bıyığıyeni yeni çıkmaya başlamak. bıyığını balta kesmez olmak * kimseden korkusu olmamak. bıyığınısilmek * bir işi olmuş bitmişsayarak onunla uğraşmaktan vazgeçmek. bıyık * Üst dudak üzerinde çıkan kıllar.
* Balıklarda deri uzantısı.
* Asma gibi bitkilerde, sarılıp tutunmaya yarayan sürgün. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 54
beyan etmek * bildirmek, söylemek, ileri sürmek, anlatmak. beyanat * Demeç, bildiri. beyanat vermek (veya beyanatta bulunmak) * demeç vermek. beyanname * Bildirge. beyaz * Ak, kara karşıtı.
* Bu renkte olan.
* Beyaz ırktan olan kimse.
* (baskıda) Normal karalıkta görünen harf çeşidi.beyaz adam * Beyaz ırka mensup olan kişi.
* Avrupalı.beyaz baston * Görme özürlülerin yürürken kullandıklarımadenî çubuk. beyaz cam * Televizyon ekranı. beyaz dizi * Genellikle sevgi konularını basit bir biçimde işleyen romanlardan oluşan dizi. beyaz eşya * Buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi ev aletlerine toplu olarak verilen ad. beyaz et * Tavuk, balık vb. etlere verilen genel ad. beyaz etmek (veya beyaza çekmek) * yazıyıtemize çekmek. beyaz ırk * Avrupa, Kuzey Amerika, Güney ve BatıAsya ile Kuzey Afrika’da yaşayan ve teninin rengi açık olan ırk. beyaz iş * Beyaz pamuklu veya keten kumaşlar üzerine beyaz veya renkli ipliklerle yapılan sarma iş. beyaz kitap * Bir sorunu aydınlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükûmetçe yayımlanan kitap. beyaz kömür * Akarsulardan elde edilen elektrik gücü. beyaz oy * Onaylayıcı oy. beyaz perde * Göstericiden çıkan görüntülerin üzerinde yansıdığı, sinema filminin oynatıldığıyüzey.
* Sinema.beyaz peynir * Beyaz renkli bir tür peynir. Beyaz Rus * Ekim ihtilâlinde komünist kızıl yönetimden kaçan Rusyalıkimse.
* Beyaz Rusya halkından olan kimse.beyaz sabun * Beyaz renkli bir tür sabun. beyaz şarap * Sadece beyaz üzüm şırasından yapılan şarap. beyaz zehir * Eroin, kokain gibi sıvı olmayan uyuşturucu madde. beyazımsı * Beyaza çalan. beyazımtırak * Beyaza çalar renk. beyazın adı, esmerin tadı * esmerleri övmek için söylenir. beyazlanma * Beyaz duruma gelme, ağarma. beyazlanmak * Beyaz duruma gelmek, ağarmak. beyazlaşma * Beyazlaşmak işi veya durumu. beyazlaşmak * Beyaz duruma getirmek. beyazlatıcı * Daha beyaz duruma getiren kimyasal madde.
* Dokunan kumaşların renk tonlarınıaçan veya beyazlatan ve kumaşlar üzerindeki lekeleri gideren (kimse).beyazlatılmak * Beyaz duruma getirilmek, ağartılmak. beyazlatma * Beyazlatmak işi, ağartma.
* (kâğıtçılıkta) Parlaklığın iyileştirilmesi için hamur bileşenlerinin renginin az veya çok oranda değiştirilmesi
veya giderilmesi.beyazlatmak * Beyaz duruma getirmek, ağartmak. beyazlı * Beyazı bulunan. beyazlık * Beyaz olma durumu.
* Ağartı.beyazsinek * Özellikle pamukların üzerinde üreyerek bitkinin öz suyunu emen ve kurumasına sebep olan bir sinek türü. beyaztilki * Tilkinin kışlık tüyünden yapılan kürk. beybaba * Yaşlıerkeklere teklifsizce sesleniş biçimi.
* Çocukların babaları için kullandığısaygısözü.beyefendi * Saygı belirtmek için erkek adlarının sonuna getirilen veya bu adların yerine kullanılan san. beygir * At.
* Yük taşıyan, araba çeken, üstüne binilen at.
* Atlama beygiri.beygir gücü * Saniyede 75 kilogrammetrelik işyapan bir motorun gücü. beygirci * Beygir besleyen veya kiraya veren kimse. beygirli * Beygiri olan. beygirlik * Beygire ait, beygir için.
* Beygir gücünde.beygirsiz * Beygiri olmayan. beyhude * Boşuna.
* Yararsız, anlamsız.beyhude yere * boşyere, boşu boşuna, gereği yokken. beyhudelik * Beyhude olma durumu. beyin * Kafatasının üst bölümünde beyin zarı ile örtülü, iki yarım yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluşan, duyum
ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ, dimağ.
* Muhakeme, usa vurma.
* Bir şeyi yönetmede önemli görevi olan kimse.
* Bilgisi, eğitimi, düşüncesi yüksek düzeyde olan kimse. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 55
beyin cerrahı * Beyin konusunda uzmanlık yapmış cerrah. beyin cerrahîsi * Hastahanelerde beyin konusunda ameliyat yapabilen bölüm. beyin göçü * İleri düzeydeki meslek ve bilim adamları ile uzmanların bir başka gelişmişülkede yerleşip çalışmak amacı
ile kendi ülkelerinden ayrılması.beyin gücü * Bir ülkede ileri düzeyde iyi yetişmişolan meslek ve bilim adamları ile uzmanların fikir gücü. beyin jimnastiği * Bkz. zihin jimnastiği. beyin kanaması * Beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçından dışarıkan sızmasısonucu, beslenen bölgenin çalışmaz
duruma gelmesi.beyin karıncıkları * İçinde beyin-omurilik sıvısı bulunan, kafa içinin, dört boşluğundan her biri. beyin omurilik sıvısı * Örümceksi zarla ince zar arasındaki boşlukta bulunan beyinle omuriliği çepeçevre saran sıvı. beyin orağı * Beynin iki lopu arasındaki zar. beyin takımı * Bir kurum veya kuruluşun yönetiminde etkin rol oynayan kimseler. beyin üçgeni * Beynin alt tarafındaki üç kıvrımlıyuvarlak çıkıntı. beyin yıkamak * insanı, kendine özgü düşünce ve dünya görüşüne yabancılaştırmak, başka yönde düşünür ve davranır
duruma getirmek amacıyla çeşitli yollarla etkilemek.beyin zarı * Beyni üst üste saran zar, korteks. beyin zarları * Beyni üst üste saran üç zar. beyincik * Kafatasının art bölümünde ve beynin altında, hareket dengesi merkezi olan organ, dimağçe. beyinli * Beyni olan.
* Akıllı, düşünceli.beyinsel * Beyinle ilgili. beyinsi * Beyne benzeyen. beyinsiz * Beyni olmayan.
* Akılsız, düşüncesiz.beyit * Ev.
* Anlam bakımından birbirine bağlı iki dizeden oluşmuşşiir parçası.beyitli * Beyti bulunan, içinde beyit olan. beyiye * Bkz. satımlık. beylerbeyi * Sancak beylerinin başı. beylik * Bey olma durumu.
* Devletle ilgili, devlete özgü olan, devlet malı olan, mirî.
* Herkesin kullandığı, çok bilinen, herkesin bildiği, basmakalıp.
* Rahat yaşama.
* Merkeze tam bağlı olmayarak bir beyin yönetimi altındaki ülke, emirlik, emaret.
* Hükûmet.
* Bir çeşit küçük ve ince asker battaniyesi.beylik fırın has çıkarır * devlet görevlisi olmanın insana birçok kazançlar sağladığınışaka yollu anlatmak için söylenir. beylik söz * Herkesin kullandığı, etkisi kalmamışsöz. beylikçi * Divanıkaleminin başı. beynamaz * Namazsız, namaz kılmayan, pis (kimse). beynelmilel * Milletler arası, uluslar arası, enternasyonal. beynelmilelci * Bkz. uluslar arasıcı. beynelmilelcilik * Milletlerin sosyal sınıflarıarasında uygunluk olmasıve birlikte davranılması gerektiğini savunan görüş,
milletler arasıcılık, uluslar arasıcılık, enternasyonalizm.beyni atmak * Bkz. tepesi atmak. beyni bulanmak * sersemlemek, düşünemez olmak.
* kötü bir şey sezinlemek.beyni karıncalanmak * zihin yorgunluğundan düşünemez olmak. beyni kaynamak * aşırısıcaktan sersemlemek, bunalmak. beyni sıçramak * aklı başından gitmek. beyni sulanmak * düzgün düşünemez olmak, bunamak. beyninde * Arasında. beyninde şimşekler çakmak * çok üzülmek, sarsılmak.
* zihninde birden bir düşünce doğmak.beyninden vurulmuşa dönmek * beklenmedik bir durum karşısında olağanüstü bir üzüntü ve şaşkınlığa uğramak. beynine girmek * herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek. beynine vurmak * (içki etkisiyle) ne yaptığını bilemez duruma gelmek. beynini kemirmek * rahatsızlık vermek, huzurunu kaçırmak. beysbol * Dokuzar kişilik iki takım arasında bir top ve sopayla oynanan, Amerika Birleşik Devletlerinde yaygın bir
çeşit oyun.beysbolcu * Beysbol oynayan ve oynatan (kimse). beytülmal * Devlet hazinesi. beyyine * Bir olayın doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem.
* Duruşma sırasında bir düşünceyi gerçekleştirmek için başvurulan belge, kanıt, tutamak, delil.beyzade * Bey oğlu.
* Soylu kimse.
* Özenle büyütülmüş, nazlıkimse.beyzadelik * Soyluluk. beyzî * Yumurta biçiminde, söbe, oval. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 56
bez * Pamuk veya keten ipliğinden yapılan dokuma.
* Pamuktan, düz dokuma.
* Herhangi bir cins kumaş.
* Herhangi bir işiçin kullanılan dokuma.
* Gelişigüzel kumaşparçası, çaput.
* Bezden yapılmış.bez * İçinden geçen kandan veya öz sudan bazımaddeler ayırarak salgı oluşturan organ, gudde. bez bağlamak * bebeklere altlarınıkirletmesinler diye bez koymak. bez tüyler * Bitkilerde salgıçıkaran tüyler. bezci * Bez yapan veya alıp satan (kimse). bezcilik * Bezcinin işi veya mesleği. bezdirici * Usanç veren. bezdirilme * Bezdirilmek işi veya durumu. bezdirilmek * Bezmesine sebep olmak, bezmesine yol açmak. bezdirme * Bezdirmek işi. bezdirmek * Bıktırmak, usandırmak, bıkkınlık vermek. beze * Yara veya çı ban sebebiyle vücudun herhangi bir yerinde oluşan şişkinlik.
* Bez (I).beze * Hamur topağı, pazı. beze * Yumurta akıve pudra şekeri ile yapılan bir çeşit kuru pasta. bezek * Süs, ziynet.
* Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri.bezekçi * Duvar ve tavanları boyayıp birtakım resim veya şekillerle süsleyen kimse, nakkaş.
* Gelinleri süsleyen kadın.bezekleme * Bezeklemek işi. bezeklemek * Süslemek, bezemek. bezekli * Bezeği olan, süslü, süslenmiş. bezeleme * Bezelemek işi. bezelemek * Hamur topağıyapmak. bezeli * Bezeği olan, bezekli. bezelye * Baklagillerden, yurdumuzun her yanında yetiştirilen, tırmanıcı bir bitki (Pisum sativum).
* Bu bitkinin yuvarlak tanesi.bezeme * Süsleme, tezyin.
* Süs, süsleyen şey.bezemeci * Bezeme yapan oymacıveya nakkaş. bezemecilik * Bezemecinin yaptığı iş. bezemek * Süslemek, donatmak, tezyin etmek. bezemeli * Süslü, dekoratif. bezen * Bezek, süs. bezeniş * Bezenme işi veya biçimi. bezenme * Bezenmek işi veya durumu. bezenmek * Bezemek işine konu olmak, süslenmek.
* Kendini bezemek, süslenmek.bezetme * Bezetmek işi. bezetmek * Bezeme yaptırmak, süsletmek. bezeyici * Bezekleme yapan ressam, dekoratör. bezeyiş * Bezeme işi veya biçimi. bezgi * Süs, bezek. bezgin * Yaşama veya işgörme isteğini yitirmiş. bezginleşme * Bezginleşmek işi. bezginleşmek * Bezgin duruma gelmek. bezginlik * Bezgin olma durumu, usanç, yorgunluk. bezi herkesin arşınına göre vermezler * genel kurallar kişilerin isteklerine göre bozulmaz. bezik * İki, üç veya dört kişi arasında 96 kâğıtla oynanan bir çeşit iskambil kâğıdı oyunu. bezilme * Bezilmek işi. bezilmek * Bezmek işine konu olmak, bezmek durumuna gelinmek. bezir * Keten tohumu.
* Bkz. bezir yağı.bezir yağı * Keten tohumundan çıkarılan ve yağlı boya yapmak için içine renkli maddeler katılan, çabuk kurur bir yağ. bezirgân * Tüccar.
* Alışverişte çok kâr amacını güden kimse.
* Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse.
* Yahudilere verilen ad.bezirgânbaşı * Padişahın kullanacağıçuha, bez, tülbent gibi eşyaları sağlamak ve bunlarıkorumakla görevli kimse.
* Bir çocuk oyunu.bezirgânlık * Bezirgâna yakışır davranış. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 47
beniz * Yüz rengi. beniz geçmek * benzi solmak. benizli * Benzi bulunan, benze sahip olan. benlenme * Benlenmek işi. benlenmek * Ben oluşmak. benli * Teninde ben bulunan. benli * Bkz. senli benli. benliği yoğurmak * kişiliği oluşturmak. benliğinden çıkmak * kendine benzemez olmak. benlik * Bir kimsenin öz varlığı, kişiliği, onu kendisi yapan şey, kendilik, şahsiyet.
* Kendi kişiliğine önem verme, kişiliğini üstün görme, kibir, gurur.benlik çatışması * Benliğin ön plâna çıkması ile başgösteren çatışması. benlik davası * Her şeyi kendi düşüncesine uydurmak ve her şeyde söz sahibi olmak çabası. benlik ikileşmesi * Öznenin kişiliğini iki veya daha çok bilinç merkezine bölen ve tek kişide çeşitli kişilikler durumunda
beliren bir ruh hastalığı.benlik yitimi * Kişilik duygusunun ve benlik bilincinin yitirilmesi ile beliren ruh hastalığı. benlikçi * Her konuda hep kendini ileri süren, hep kendinden söz eden (kimse).
* Benlikçilik yanlısı olan (kimse).benlikçilik * Her konuda hep kendini ileri sürme, hep kendinden söz etme durumu.
* Kendi benliğinin gelişimini, bütün davranışlarının ilkesi yapan kişinin niteliği, egotizm.benmari * Bir kabıkaynar suya oturtmak yolu ile içindekini ısıtmak veya eritmek yöntemi. benmerkezci * Beniçinci. benmerkezcilik * Beniçincilik. bent * Bağ, rabıt.
* Kanun maddesi; kitaplarda kendi içinde bütünlük oluşturan bölüm.
* Suyu biriktirmek için önüne yapılan set, büğet.
* Gazete yazısı.
* Bağlam.bent etmek * kendine bağlamak. bent olmak * bağlanmak, tutulmak. benzeme * Benzemek işi. benzemek * İki kişi veya nesne arasında birbirini andıracak kadar ortak nitelikler bulunmak, andırmak.
* Sanısınıuyandırmak, gibi görünmek.benzemeklik * Benzer olma durumu. benzemez * İskambil veya okey oyununda farklıkâğıtların veya taşların bir araya gelmesi. benzen * Maden kömürü katranından çıkarılan C6H6 formülündeki hidrokarbonun bilimsel adı. benzer * Nitelik, görünüşve yapı bakımından bir başkasına benzeyen veya ona eşolan (şey), müşabih, mümasil.
* Bkz. benzeşim.
* Bazıönemsiz veya tehlikeli sahnelerde asıl oyuncunun yerine çıkan, yapıve yüz bakımından bu oyuncuyu
andıran kimse, dublör.benzer şekiller * Kenarlarının uzunluklarıarasındaki oran değişmemekle birlikte karşılıklıaçılarıeşit olan şekiller. benzeri * Benzerlik gösteren, benzer. benzerlik * Benzer olma durumu.
* İki üçgende köşelerinin eşlenmesine göre karşılıklıaçıların eşve karşılıklıkenarların orantısından doğan
durum.benzersiz * Benzeri olmayan, eşsiz. benzersizlik * Benzersiz olma durumu. benzeş * Birbirine benzeyen, aralarında benzerlik bulunan, müşabih, nazir. benzeşen * Ünlü veya ünsüz benzeşmelerinde etki altında kalan ünsüz veya ünlü: Sütçü (süt-çü), ekmekten (ekmekten), odalardan (oda-lar-dan) kelimelerinde bulunan -çü, -ten, -dan eklerindeki ünsüz veya ünlüler gibi. benzeşik * Benzeşme özelliği gösteren. benzeşim * Bazı ortak yönleri olan iki şey arasındaki benzeşme.
* İki şeklin kenarlarının uzunluklarıarasındaki oran değişmemekle birlikte, karşılıklıaçılarının eşit bulunması
durumu.benzeşim oranı * İki şeklin kenarlarının arasındaki oran. benzeşlik * Benzeşolma durumu, müşabehet. benzeşme * Benzeşmek işi.
* Bir kelimede bir sesin başka bir sesi kendisine benzetme etkisi: yurt-daş> yurttaş, çarşanba > çarşamba, o
+ bir < öbür gibi.benzeşmek * Birbirine benzemek, müşabih olmak. benzeşmezlik * Bir kelimede bulunan aynıveya benzeri seslerden birinin değişikliğe uğraması, disimilâsyon: Kınnap >
kırnap, attar > aktar, kehribar > kehlibar gibi.benzeti * Benzetme, aslından kopya edilmiş, teş bih. benzeti ressamı * Büyük sanatçıların yaptıklarını, orijinaline bakarak yapan ve benzeti olduğunu belirten ressam. benzetici * Benzeterek yapan, sahteci, kopyacı. benzetici ressam * Büyük sanatçıların üslûbunda çalışarak, yaptığı işleri orijinal eser diye satan sahteci ressam. benzetilme * Benzetilmek işi. benzetilmek * Benzetmek işine konu olmak. benzetiş * Bir şeyi başka bir şeye benzetmek işi veya biçimi. benzetme * Benzetmek işi.
* Bir şeyin neteliğini anlatmak için, o niteliği eksiksiz taşıyan bir şeyi örnek olarak gösterme işi, teş bih.