Türkçe Sözlük G Sayfa 40

görgü fukarası * Görgüsü az veya iyi olmayan (kimse).
görgü kuralları * Bir toplumda veya toplulukta, davranışların dış biçimlerini denetlemeye yönelik olan kuralların bütünü,
adabımuaşeret.
görgü tanığı * Tanıklığı, olay görmüşolmasına dayanan tanık.
görgücülük * Deneycilik.
görgülenme * Görgülenmek işi veya durumu.
görgülenmek * Görgülü duruma gelmek.
görgülü * Görgüsü olan.
görgülüce * Görgülü bir biçimde (olan).
görgüsüz * Görgüsü olmayan.
görgüsüzce * Görgüsüz bir biçimde (olan).
görgüsüzlük * Görgüsüz olma durumu veya görgüsüzce davranış.
görk * Güzellik, gösteriş.
görkem * Göz alıcıve gösterişli olma durumu, debdebe, ihtişam, tantana, haşmet.
görkemli * Göz alıcıve gösterişli, haşmetli, muhteşem, anıtsal.
* İri yapılı, iyice serpilmiş.
görklü * Güzel, gösterişli.
görme * Görmek işi, rüyet.
görme açısı * Bir cismin iki ucundan gelen ışınları gözün görme merkezinde meydana getirdiği açı.
görme gözesi * Petek gözü oluşturan çok sayıda hücreden her biri, ommatidyum.
görme hücresi * Görme gözesi.
görme işitsel eğitim * Basılıeğitim gereçlerinin yanında daha çok görme ve işitme duyularına yönelik gereçlerden yararlanılarak
yapılan eğitim.
görme! * aşırılık anlatır.
görmece * Görmek şartıyla.
görmediğe dönmek (veya görmemişe dönmek) * tam bir sağlığa kavuşmak.
* başından geçmemişgibi olmak.
görmek * Göz yardımıyla bir şeyin varlığınıalgılamak, seçmek.
* Anlamak, kavramak, sezmek.
* Yanına gidip konuşmak.
* Bir şey hakkında bir yargıya varmak, değerlendirmek.
* Belirli bir zamanın içinde bir olaya tanık olmak, yaşamak; izlemek.
* Yapmak, etmek.
* Kendisine yapılmak, bir davranışla karşılaşmak, maruz kalmak.
* Almak.
* Bir şeye erişmek.
* Çok değer vermek.
* Bir işleme uğramak.
* (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak, bakmak.
* Ziyaret etmek.
* Karşılaşmak, rastlaşmak.
* Gözlerin görmediği durumlarda başka duyu organlarıyla algılamak.
* Sahne olmak, geçirmek.
* (olumsuz) Bir işin hiç yapılmadığını belirtir.
* Saymak, herhangi bir şey gibi görmek.
* Gezmek.
* Vermek.
* Karşı oyuncunun yapacağıvuruşu önceden kestirip ona göre durum almak.
görmemezliğe gelmek * görmemişgibi davranmak.
görmemezlik * Görmezlik.
görmemezlikten gelmek * görmemişgibi davranmak, aldırmamak.
görmemiş * Birdenbire ulaştığı iyi duruma uymayan, görgüsüzce davranan.
görmemişin oğlu olmuş(çekmiş, çükünü koparmış) * görgüsüz kimse ummadığı bir şeye erişince ne yapacağınışaşırır.
görmemişlik * Görmemişolma durumu veya görmemişçe davranış.
görmez * Görme yetisi olmayan (kimse), kör, âmâ.
görmezden gelmek * görmemişgibi yapmak, farkında değilmiş cesine davranmak.
görmezlik * Görmemişgibi davranma.
görmezlikten gelmek * görmemişgibi davranmak.
görmüşgeçirmiş * görgülü, geçmişte iyi günler yaşamış, gün görmüş, tecrübeli.
görmüşlük * Bir şeyi görmüşolma durumu.
görmüşlük duygusu * Kişinin, yeni bir yaşantıyıeskiden de yaşamışolduğu yolundaki duygusu.
görsel * Görme ile, görme duyusuyla ilgili, görmeye dayanan.
görsel etkileme * Görme yoluyla etkilenme yöntemi.
görsel işitsel * Görme ve işitme duyularıyla ilgili olan, odyovizüel.
görsel işitsel çağrışım * Görme ve işitme duyularına dayalı olarak oluşan çağrışım.
görsel işitsel eğitim * Basılıeğitim gereçlerinin yanında daha çok görme ve işitme duyularına yönelik gereçlerden yararlanılarak
yapılan eğitim.
görsel sanatlar * Resim, oymacılık, heykelcilik, mimarlık gibi sanatlar, plâstik sanatlar.
görü * Görme yetisi.
* Bir yerin çevreyi görme özelliği, nezaret.
* Dolaysız kavrama, birden kavrama.
görücü * Evlenmek isteyen erkek için kız görmeye giden kimse, dünür.
görücü gitmek * evlenecek erkek için kız görmeye gitmek.
görücülük * Görücünün yaptığı iş.
görücüye çıkmak * (evlenmesi söz konusu olan kız) görücüye görünmek.
görülme * Görülmek işi.
görülmek * Göz yardımıyla bir şey, bir varlık algılanmak, seçilmek.
* Gereken işyapılmışolmak.
* Bir şeyin bulunduğu anlaşılmak, karşılaşılmak, rastlanmak.

Yorumlar

Bir yanıt yazın