Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 47

    çopurina * İzmarite benzer bir balık.
    çopurlaşma * Çopurlaşmak işi.
    çopurlaşmak * Çopur duruma gelmek.
    çopurlaştırma * Çopurlaştırmak işi.
    çopurlaştırmak * Çopur duruma getirmek.
    çopurluk * Çiçek bozuğu olma durumu.
    çor * Hastalık, dert.
    * Sığır vebası.
    çorak * Bitkisi iyi olmayan veya hiç bitki vermeyen, verimli olmayan.
    * (su için) Acı.
    * Toprak damlara çekilen su geçirmeyen killi toprak.
    * Bazıtoprakların yüzünde beyaz bir katman durumunda toplanan ve eskiden barut yapmakta kullanılan
    potaslı, sutlu tuz.
    * Verimsiz, kısır, bakımsız, yoksul.
    çoraklaşma * Çoraklaşmak işi.
    çoraklaşmak * Çorak duruma gelmek.
    çoraklaştırma * Çoraklaştırmak işi.
    çoraklaştırmak * Çorak duruma getirmek.
    çoraklık * (toprak için) Verimli olmama durumu.
    * (su için) Acılık.
    çorap * Çeşitli ipliklerden örülen, ayağa giyilen giyecek.
    çorap kaçmak * çorabın bir teli kopup örgüsü uzunlamasına açılmak.
    çorap örmek * Bkz. başına çorap örmek.
    çorap söküğü gibi gitmek (veya gelmek) * başlayan bir işveya birbirine bağlı birçok işarka arkaya ve kolayca sürüp gitmek.
    çorapçı * Çorap ören veya satan kimse.
    çorapçılık * Çorap yapma işi.
    * Çorap alıp satma işi.
    çorba * Sebzeyle veya etle hazırlanan sıcak, sulu içecek.
    çorba etmek * karıştırmak.
    çorba gibi * pek sulu (yemek).
    çorba içmeye çağırmak * yemek yemeye çağırmak.
    çorba kaşığı * Yemek yerken kullanılan tatlıkaşığından büyük kaşık.
    çorba olmak * Bkz. çorbaya dönmek.
    çorba tabağı * Çorba konmak için yapılan özel tabak.
    çorbacı * Çorba pişirip satan kimse.
    * Taşrada halkın Hristiyan ileri gelenlerine verdiği unvan.
    * Yeniçerilerde bir birlik komutanı.
    * Tayfaların gemi sahibine verdikleri ad.
    çorbacılık * Çorba pişirip satma işi.
    çorbada tuzu (veya maydanozu) bulunmak * bir işveya görevde az da olsa emeği geçmişolmak.
    çorbalık * Çorba pişirmeye yarar.
    çorbaya dönmek * karmakarışık duruma gelmek, içinden çıkılmaz bir durum almak.
    çorbaya sinek düşmek * işin tadıkaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadığı anlaşılmak.
    çorlu * Hastalıklı, dertli.
    çorman * Bkz. karman çorman.
    çotanak * Üzerinde birçok fındık bulunan dal.
    çotira * Çotiragillerden, dikenli, sert pullu, kısa ve geniş, siyaha yakın esmer bir balık (Balistes capriscus).
    çotiragiller * Örnek hayvanıçotira olan kemikli balıklar familyası.
    çotra * Ağaçtan yapılmışküçük su kabı.
    çotuk * Dışarda kalmışağaç kökü.
    * Kesilen ağacın topraktan yukarıda kalan bölümü.
    * Asma kütüğü, tevek.
    çöğdürme * Çöğdürmek işi.
    çöğdürmek * İşemek.
    * İleri doğru fışkırtmak.
    çöğmek * Alçalmak, aşağıya inmek.
    çöğüncek * Dayanma noktası ortada olan kaldıraç, tahterevalli.
    çöğünme * Çöğünmek işi.
    çöğünmek * Bir yanı inerken öbür yanıkalkmak.
    çöğür * İri gövdeli, kısa saplı bir tür halk sazı.
    çöğür * Maydanozgillerden bir çeşit dikenli yaban bitkisi.
    * Tohumdan yetişmişküçük fidan.
    çöğürcü * Çöğür (I) çalan kimse.
    çökek * Çukur yer.
    * Bataklık, sazlık.
    çökel * Taşan bir suyun çekildikten sonra bıraktığıtortu.
    * Çökelti, rüsup.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 48

    çökelek * Yağıalınmışsüt veya yoğurdun kaynatılmasıyla elde edilen bir çeşit peynir, kesik, ekşimik.
    * Tortu.
    çökelekli * İçinde çökelek bulunan, çökeleği olan.
    çökelge * Bataklık, su kenarı, balçık.
    çökelme * Çökelmek işi.
    çökelmek * (bir sıvının içinde erimişolan katı bir madde) Bir ayıracın yardımıyla sıvıdibine çökmek, teressüp etmek.
    çökelti * Bir çökelme sonunda bir sıvının dibine çöken katımadde, rüsup.
    çökeltme * Çökeltmek işi.
    çökeltmek * Çökelmeye uğratmak, çökelmesini sağlamak.
    çökermek * Çökmesini sağlamak.
    çökertme * Çökertmek işi veya durumu.
    * Bir tür halk oyunu.
    * Bkz. cep.
    çökertme * Deniz dibine indirilerek üstüne balıklar geldiğinde köşelerinden çekilip kaldırılan ağ.
    çökertmek * Çöktürüp oturtmak.
    * Bulunduğu yerde yere yıkmak.
    * Moral bozmak, dağınıklığa yol açmak.
    çökkün * Çökmüşolan.
    * Vücut, akıl ve ruhça gücü azalmışolan.
    çökkünleşme * Çökkünleşmek işi.
    çökkünleşmek * Çökkün duruma gelmek.
    çökkünlük * Çökkün olma durumu.
    çökme * Çökmek işi, inhitat.
    * Bir kısım yerin alttan yıkılarak alçalması.
    çökmek * Bulunduğu düzeyden aşağı inmek, çukurlaşmak.
    * Üzerinde bulunduğu yere yıkılmak.
    * Çömelmek.
    * Oturmak, birdenbire oturmak.
    * (deve, sığır vb. için) Olduğu yere oturmak.
    * (şakak, avurt vb. için) İçeri doğru girmek, çukurlaşmak.
    * İnerek kaplamak.
    * (tortu) Dibe inmek.
    * Sarsılıp dinçliğini yitirmek.
    * Son bulmak, yıkılıp dağılmak.
    * (duygu, durum vb.) Basmak, yayılmak.
    * Yoğun bir biçimde duymak.
    çöktürme * Çöktürmek işi.
    çöktürme havuzu * Pis suyu temizleme döşemelerine, yabancımaddelerin çöktürüldüğü havuz.
    çöktürmek * Çökmesine yol açmak, çökmesine sebep olmak.
    çökük * Çökmüş, çukurlaşmış, içeri çekilmiş.
    çöküklük * Çökük olma durumu.
    çöküm * Çökme biçimi, inhitat.
    çöküntü * Çökme.
    * Çöken şeylerin kalıntısı, enkaz.
    * Suyun dibine çöken şeyler.
    * Jeolojik bir olay sonunda oluşan toprak çöküklüğü.
    * Uyaranlara karşıduyarlığın, işyapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlığın, umutsuzluğun
    güçlenmesiyle ortaya çıkan aklî bozukluk, depresyon.
    * Gerileme, kriz.
    çöküntü hendeği * Yer kabuğunun birbirine parelel olarak uzanan kırıklarıveya basamaklıkırık dizileri arasındaki çökmüş
    bölümü, yer çöküntüsü.
    çöküş * Çökmek işi veya biçimi, inhitat.
    * Yıkılma.
    * Çömelip yere oturuş.
    * Son bulma, mahvolma, inhitat.
    çöküşme * Çöküşmek işi.
    çöküşmek * Bir şeyin başına çöküp toplanmak.
    çöl * Kumluk, susuz ve ıssız genişarazi, sahra.
    çöl tavuğu
    çöl tavuğugiller * Omurgalılardan çöllerde yaşayan, uzun gövdeli, çarpık bacaklıkuşlar takımı(Ptero clidae).
    çöle dönmek * harap olmak, bozulmak.
    çölleşme * Çölleşmek işi.
    çölleşmek * Özlü toprağıakıp çöl durumuna gelmek.
    * Verimsiz hâle gelmek.
    çölleştirme * Çölleştirmek işi veya durumu.
    çölleştirmek * Çöl durumuna getirmek.
    çöllük * Çölü çok olan.
    * Çorak.
    çömçe * Tahta kepçe.
    çömeliş * Çömelmek işi veya biçimi.
    çömelme * Çömelmek işi.
    çömelmek * Dizlerini bükerek topuklarıüzerine oturmak.
    çömeltme * Çömeltmek işi veya durumu.
    çömeltmek * Çömelmek işini yaptırmak.
    çömez * Medreselerde müderrisin hizmetine bakan ve ondan ders alan öğrenci.
    * Birinin kendi işini öğreterek yetiştirdiği kimse.
    çömezlik * Müderrisin yanında öğrencilik etme.
    * Birinin sözünden çıkmama, davranışlarına uyma durumu.
    çömlek * Toprak tencere.
    çömlek hesabı * Basit ve güvenilmez hesap.
    çömlek kebabı * Çömlek içinde pişirilen et yemeği.
    çömlekçi * Çanak, çömlek, testi yapan veya satan kimse.
    çömlekçilik * Çanak, çömlek, testi gibi şeyler yapma sanatı, seramikçilik.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 45

    çoğaltım * Çoğaltmak işi.
    * Asıl kopya ile aynıözellikleri taşıyan yeni bir kopyayıtek işlemde elde etme.
    çoğaltış * Çoğaltmak işi veya biçimi.
    çoğaltma * Çoğaltmak işi.
    * Çok duruma getirme, teksir.
    çoğaltma makinesi * Özel bir kâğıt üzerine yazılmışyazıyıçoğaltmaya yarayan makine, teksir makinesi, müstensih.
    çoğaltmak * Miktarını, sayısını, ölçüsünü artırmak.
    * Çoğaltma makinesi kullanılarak sayısınıartırmak, teksir etmek.
    çoğu * Çoğu zaman, çok defa.
    * Bir şeyin büyük bölümü.
    * Çok kimse.
    çoğu gitti, azıkaldı * yapılmakta olan işin en önemli, en güç bölümü bitti, az ve önemsiz bölümü kaldı.
    çoğu kez * Birçok kere, defalarca.
    çoğu zarar, azıkarar * “aşırıya kaçmamalı” anlamında kullanılır.
    çoğul * Kelimelerin belirli eklerle birden çok varlığıveya kişiyi bildirme biçimi, çokluk: Ordular. Geldik. Evlerimiz
    gibi.
    çoğul eki * Çokluk eki.
    çoğul ekleri * Çokluk ekleri.
    çoğulcu * Çoğulculukla ilgili olan, plüralist: Çoğulcu görüş.
    * Çoğulculuk yanlısı olan (kimse), plüralist.
    çoğulculuk * Çeşitli eğilimlerin, düşüncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasî yöntem, plüralizm.
    çoğullama * Çoğullamak işi.
    çoğullamak * Çoğul duruma getirmek.
    çoğullaştırma * Çoğullaştırmak işi.
    çoğullaştırmak * Bir kelimeyi çokluk ifade edecek biçime getirmek.
    çoğulluk * Çoğul olma durumu.
    çoğumsama * Çoğumsamak işi.
    çoğumsamak * Bir şeyin düşünülenden daha çok olduğu yargısına varmak, çok görmek, çok bulmak.
    çoğun * Çok kez, sık sık, ekseriya.
    çoğunca * En çoğu, ekseri.
    çoğunluk * Sayıüstünlüğü, ekseriyet.
    çoğunlukla * Çoğunluğa dayanılarak.
    * Çoğu zaman,.çoğu kez.
    çoğurcuk * Sığırcık kuşunun başka bir adı, çekirge kuşu (Suturnus vulgaris).
    çok * Sayı, nicelik, değer, güç, derece vb. bakımından büyük ve aşırı olan, az karşıtı.
    * Sayı, güçlük, süre vb. bakımından aşırılık bildirir.
    çok anlamlı * Çok anlamlılıkla ilgili olan.
    çok anlamlılık * Bir kelimenin birçok anlamlar bildirme niteliği.
    çok ayaklılar * Eklem bacaklı böceklerin, çıyan gibi, her ekleminde bir veya iki çift ayağı olan takımı.
    çok çok * En çok, en son, olsa olsa.
    çok düzlemli * Birkaç düzlemin birbirini kesmesiyle oluşmuş(açı).
    çok eşli * Aynızamanda birçok kadınla evli olan (erkek) veya birçok erkekle evli olan (kadın), poligram.
    çok eşlilik * Karıveya kocadan herhangi birinin birden çok sayıda olmasının toplumsal olarak onayladığıevlilik biçimi,
    poligami.
    çok fazlı * Birden çok fazı bulunan (akım, sistem).
    çok geçmeden * kısa bir süre sonra.
    çok gelmek * gereğinden fazla olmak.
    * çekilmez ve katlanılmaz olmak.
    çok görmek * esirgemek.
    * bir kimsenin bir davranışınıyadırgamak.
    çok gözeli * Bkz. çok hücreli.
    çok hücreli * Yapısında birden çok hücre bulunan (hayvan veya bitki).
    çok hücreliler * Yapısında birden çok hücre bulunan bitki ve hayvanlar.
    çok karılı * Bkz. çok eşli.
    çok karılılık * Bir erkeğin kanunî olarak aynızamanda iki veya daha çok sayıda kadınla evli olabildiği evlilik biçimi,
    polijini.
    çok katlı otopark * Katlarında araç park yerlerinin bulunduğu bina.
    çok kısa dalga * 2.9 m’den 3.4 m’ye kadar (104 megahertze kadar) olan radyo dalgaları.
    çok kocalı * Çok karılı.
    çok kocalılık * Çok karılılık.
    çok ortaklı * Birçok ortaktan oluşan (şirket), anonim.
    çok partili * Birden fazla partinin katılımı ile yaşanan siyasî hayat.
    çok seslendirilmiş * Çok sesli duruma getirilmiş.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 46

    çok sesli * Çok seslilikle ilgili, polifonik.
    * Dilde birçok sesi bildiren (harf), polifonik.
    * Birçok değişik sesin bir araya gelmesiyle yapılan (müzik), polifonik.
    çok seslilik * Birçok sesi müziğe uygun olarak yazma sanatı, polifoni.
    * Dilde bir harfin birden çok sesi karşılamasıniteliği, polifoni.
    çok söylemek * gevezelik etmek.
    çok sözlü * Tatlıdilli, konuşkan.
    çok şey! * şaşma anlatır.
    çok şükür! * Tanrı’nın verdiği nimetlerden hoşnutluğu anlatır.
    çok tanrıcı * Birden çok tanrının varlığını benimseme.
    çok tanrıcılık * Birçok tanrının varlığıdüşüncesini benimseyen inanç, politeizm, paganizm.
    çok tasım * Birinin vargısıötekine öncül olmaya yaramak yoluyla birbirine bağlı bulunmayan birçok tasımdan oluşmuş
    kanıt.
    çok terimli * Aralarında artı(+) veya eksi (-) işareti bulunan birçok terimden oluşan cebir ile ilgili anlatım.
    çok uluslu * (sanayi veya ticaret için) İki veya daha çok ulusla ilgili olan; çeşitli ulusların katıldığı ortaklık.
    çok yanlı(veya yönlü) * ikiden çok yanı olan.
    * birçok konuda bilgi ve çalışması olan.
    çok yıllık * Yıllarca toprak üstünde ve toprak altında canlılığınısürdürebilen bitki.
    * Çiçek açmadan önce birçok yıl yaşayan (bitki).
    çok yüzlü * Bütün yüzleri birer çokgen olan şekil.
    çokal * Savaşlarda giyilen zırh.
    çokbilmiş * Her şeye aklıeren, zeki, akıllı.
    * Çıkarını bilen, kurnaz.
    çokbilmişlik * Çok bilmişolma durumu.
    çokbilmişlik taslamak * kendini çokbilmişgibi göstermek.
    çokça * Çok olarak.
    * Aşırı, fazla.
    çokçu * Çokçuluk öğretisini benimseyen (kimse), plüralist.
    çokçuluk * Gerçekçiliğin açıklanmasında birden çok ilkenin temelde bulunduğu kabul eden öğretici, bircilik karşıtı,
    plüralizim.
    çokgen * Açı oluşturacak biçimde dörtten çok kenardan oluşan kapalıdüzlem.
    çokları * Birçoğu.
    çoklarınca * Birçok kimselerce, birçok kimse tarafından.
    çokluk * Sayıveya ölçü yönünden çok olma durumu, kesret, ekseriyet.
    * Çoğunluk.
    * Sık sık, çokça, çok kez, çoğu.
    çokluk eki * Getirildiği kelimenin birden çok olduğunu anlatan ek.
    çoklukla * Genellikle.
    çokrağan * Gür kaynak.
    çokrama * Çokramak işi.
    çokramak * Fıkır fıkır kaynamak.
    çoksamak * Çok görmek.
    çoktan (veya çoktandır) * çok zaman önce, çok zamandan beri, öteden beri, uzun süreden beri.
    çolak * Eli veya kolu sakat olan.
    çolaklık * El veya kol sakatlığı.
    çolpa * Ayağısakat olan.
    * Beceriksiz, eli işe yakışmayan, acemi.
    çolpalık * Çolpa olma durumu.
    Çolpan * Bkz. Çulpan, Venüs.
    çoluk çocuğa karışmak * evlenip çocuklarıdünyaya gelmek.
    çoluk çocuk * Çocuklarla birlikte aile topluluğu.
    * Bir işte gereken tecrübeyi kazanmamışyaşça küçük kimseler, gençler.
    çoluk çocuk elinde kalmak * tecrübesiz, çok genç kişilerin eline geçmek.
    çoluk çocuk sahibi olmak * (erkek) evlenip eşi ve çocukları olmak.
    çoluklu çocuklu * Çoluk çocuğu olan.
    çomak * Değnek.
    çomak sokmak (veya koymak) * Bkz. tekerine çomak koymak.
    çomaklama * Çomaklamak işi.
    çomaklamak * Çomakla vurmak.
    çomar * İri köpek, çoban köpeği.
    çopra * Balık kılçığı.
    * Sık çalılık veya sazlık.
    çopra balığı * Kayalıklarda yaşayan, iri bıyıklı bir tatlısu balığı(Cobitis).
    çopur * Yüzü çiçek hastalığından kalma küçük yara izleri taşıyan, aşırıçiçek bozuğu olan (kimse).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 44

    çobantarağı * Maydanozgillerden, tarlalarda çok rastlanılan, beyaz çiçekli bir bitki (Scandix).
    çobantuzluğu * Sarıçalı.
    çocuğu olmak * çocuğu doğmak.
    çocuğumsu * Çocuksu.
    çocuk * Küçük yaştaki oğlan veya kız.
    * Soy bakımından oğul veya kız, evlât.
    * Bebeklik çağı ile erginlik çağıarasındaki gelişme döneminde bulunan insan.
    * Genç erkek.
    * Büyüklere yakışmayacak biçimde düşüncesizce davranan kimse.
    * (büyükler arasında daha az yaşlılar için) İnsan.
    * (küçümseme yolu) Belli bir işte yeteri kadar tecrübesi ve yeteneği olmayan kimse.
    çocuk aldırmak * (kadın) karnındaki bebeği hekime ameliyatla aldırmak.
    çocuk bahçesi * Çocukların gezinmesi, oyun oynamasıve hava alması için yapılmış bahçe.
    çocuk bakıcı * Bkz. çocuk bakıcısı.
    çocuk bakıcısı * Çocuk bakımı ile görevlendirilmişkız veya kadın.
    çocuk bezi * Bebeklerin altına bağlanan bez.
    çocuk bilimci * Çocuk bilimi uzmanı, pedolog.
    çocuk bilimi * Konu olarak çocuğu alıp her bakımdan inceleyerek özelliklerini belirten bilim, pedoloji.
    çocuk dili * Çocukların belli birtakım seslerden, basitleştirilmişkurallardan, örneklemelerden yararlanarak kullandıkları
    dil.
    çocuk dünyaya getirmek * çocuk doğurmak.
    çocuk düşürmek * (gebe kadın) çocuğunu vaktinden önce ve ölü olarak doğurmak, düşük yapmak.
    çocuk gibi * yetenekleri gelişmemiş, çocuk kalmış.
    * kolay kanar, kolay inanır.
    çocuk gibi sevinmek * çok sevinmek.
    çocuk işi * Kolay veya önemsiz iş.
    çocuk kalmak * büyümüşolmasına rağmen çocukça düşünceler taşıyıp çocuk gibi davranmak.
    çocuk olmak * çocuklaşmak.
    çocuk oyuncağı * Önem verilecek değerde olmayan.
    * Kolay iş.
    çocuk oyuncağıhâline getirmek * yeteneksiz kimseler karışarak bir işi değerinden düşürmek.
    çocuk oyunu * Çocukların oynadığı oyun.
    * Basit ve sıradan bir olay veya durumun olmadığını ifade etmek için söylenir.
    çocuk peydahlamak * (evli olmayan kadın) gebe kalmak.
    çocuk ruhlu * Çocuklara benzeyen bir iç dünyası olan, çocuksu davranışları olan.
    çocuk yapmak * (isteyerek) çocuğu olmak.
    çocuk yetiştirmek * çocuğu topluma yararlı bir duruma getirmek.
    çocuk yuvası * Genellikle çalışan kadınların küçük çocuklarınısabah bırakıp akşam aldıkları bakım evi, kreş.
    çocukcağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kız.
    çocukça * Çocuğa yakışır (biçimde), çocuk gibi.
    çocukçu * Çocuk sağlığıve hastalıklarıdoktoru.
    çocukla çocuk, büyükle büyük olmak * içinde bulunulan yere veya çevredeki insanlara uymak.
    çocuklar! * arkadaşlar!.
    çocuklaşma * Çocuklaşmak işi.
    çocuklaşmak * Çocuk gibi davranışlarda bulunmak.
    çocuklaştırma * Çocuklaştırmak işi.
    çocuklaştırmak * Çocuklaşmasına yol açmak.
    çocuklu * Çocuğu olan.
    çocukluğu tutmak * çocuksu davranışlarda bulunmak.
    çocukluk * Çocuk olma durumu.
    * İnsan hayatının bebeklikle ergenlik arasındaki dönemi.
    * Çocukça davranış.
    çocukluk etmek * çocukça davranışlarda bulunmak.
    * gereği gibi düşünmeden tecrübesizce davranmak.
    çocuksu * Çocuk gibi, çocukça olan, çocuğa benzeyen.
    çocuksuluk * Çocuksu olma durumu.
    çocuksuz * Çocuğu olmayan.
    çocuksuzluk * Çocuksuz olma durumu.
    çocuktan al haberi * bir aile sorunu veya ailece gizli tutulan bir şey, çocukların rastgele söyledikleri bir sözle anlaşıldığında
    söylenir.
    çoğalış * Çoğalmak işi veya biçimi.
    çoğalma * Çok duruma gelme, artma.
    çoğalmak * Azken çok olmak, çok duruma gelmek.
    çoğaltıcı * Çoğaltma işini gerçekleştiren düzenek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 41

    çirkinseme * Çirkinsemek işi.
    çirkinsemek * Bir şeyi çirkin bulmak.
    çiroz * Yumurtasınıatarak zayıflamışuskumru balığıve bunun kurutulmuşu.
    * Çok zayıf kimse.
    çirozlaşma * Çirozlaşmak işi veya durumu.
    çirozlaşmak * (uskumru için) Yumurtasınıatarak zayıflamak.
    * Çok zayıflamak.
    çirozluk * Çiroz olmaya elverişli.
    * Zayıflık, kuruluk.
    çis * Bazı bitkilerden sızan ve katılaşarak sarımtırak bir cisim durumuna gelen bir çeşit şekerli öz su, kudret
    helvası.
    çise * İnce yağmur, çisenti.
    çiseleme * Çiselemek işi.
    çiselemek * (yağmur) İnce ince yağmak.
    çiseme * Çisemek işi.
    çisemek * Çiselemek.
    çisenti * Toz gibi ince yağan (yağmur).
    çiskin * Çiseleyen yağmurdan hafifçe ıslanmış.
    * Çiseleyen yağmur.
    çiş * (çocuk dilinde) Sidik.
    çişetmek * işemek.
    çişi gelmek * işeyeceği gelmek.
    çişik * Tavşan yavrusu.
    çit * Bağ, bahçe, bostan gibi yerlerin çevresine çalı, kamış, ağaç dalı gibi şeylerden çekilen duvar.
    çit * Pamuktan dokunmuş basma.
    * Başörtüsü, yazma, yemeni.
    çit sarmaşığı * Çit sarmaşığı gillerin örnek bitkisi olan, daha çok tarla kenarlarında yetişen, beyaz çiçekli, tüysüz ve uzun
    saplı, sarılıcı, çok yıllık ve otsu bir bitki (Convolvulus sepium).
    çit sarmaşığı giller * Bitişik taç yapraklı iki çeneklilerden, çit sarmaşığı, kahkaha çiçeği, mahmude, küsküt gibi bitkileri içine
    alan bir familya.
    çita * Etçil memeliler sınıfının etçiller takımının kedigiller familyasından bir hayvan.
    çitar * İpek ve pamukla dokunan bir tür kumaş.
    çitari * İzmaritgillerden, üzerinde sarıçizgiler bulunan, en büyüğü yarım kiloyu aşmayan, kılçıklı bir balık
    (Boxsalpa).
    * Bir tür ince dokunmuş, çizgili kumaş.
    çiten * Saman taşımak için arabalara konulan ince dallardan örülmüş büyük sepet veya çit.
    * Kuzu ağılı.
    çiti * Çitmek işi.
    çiti yapmak * saçları, çitilmiştarakla taramak.
    * çitilemek.
    çitileme * Çitilemek işi.
    çitilemek * Kirini çıkarmak için çamaşırın iki yanınıele alıp birbirine sürmek.
    çitilenme * Çitilenmek işi.
    çitilenmek * Çitilemek işine konu olmak.
    çitili * Çitilenmişolan.
    çitilmek * Çitmek işine konu olmak.
    çitişme * Çitişmek işi.
    çitişmek * Birbirine geçip pekişmek.
    çitlembik * Kara ağaçgillerden, mercimekten az büyük, buruk lezzette meyvesi olan bir ağaç, melengiç (Celtis).
    çitlembik gibi * ufak tefek, esmer ve sevimli.
    çitleme * Çitlemek işi.
    çitlemek * Kabak çekirdeği, fıstık gibi şeylerin kabuklarınıçıkararak yemek.
    * Çitle çevirmek.
    çitme * Çitmek işi.
    çitmek * Bir araya getirmek, birleştirmek.
    * Kumaştaki deliği örerek kapamak.
    * Tarağın dişlerini iplikle bağlayıp sıkıştırmak.
    * Çitilemek.
    çitmik * Üzüm salkımının küçük dalı.
    * İki parmak ucu ile alınan miktar, çimdik.
    çivi * İki şeyi birbirine tutturmak için çakılan, ucu sivri, başlı, metal veya ağaçtan yapılmışufak çubuk.
    * Kalkan balığının üzerindeki düğmeye benzer kemiksi oluşum.
    çivi çıkar, ama yeri kalır * gönül yarasıkapansa da unutulmaz.
    çivi çiviyi söker * güçlü bir şey kendisi güçlü olan başka bir şeyle veya durumla etkisiz bırakılır.
    çivi gibi * çok sağlam ve çevik (insan).
    * çok soğuk.
    çivi gibi olmak * çok üşümek, donmak.
    çivi kesmek * çok üşümek.
    çivi kestirmek * çok üşütmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 42

    çivi kırmak * ayakkabıların içinden çıkan çivi uçlarını bir âletle kesip raspa ile eğeleyerek köselenin içine gömmek.
    çivi sokmak (veya sürmek) * bir işin olmasında engel, güçlük çıkarmak.
    çivi yazısı * Eski Farsların, Medlerin ve Asurluların kullandığıyazı.
    çivi yukarı * Yağlı güreşte hasmıayaklarından yakalayıp tepesi üstü diktikten sonra sırtınıyere getirerek yenme yolu.
    çivici * Çivi satan kimse.
    * Topu sert olarak karşıalana dikine indiren oyuncu.
    çivicilik * Çivi yapıp satma işi.
    çividî * Çivit renginde olan.
    çivileme * Çivilemek işi.
    * Dimdik ve ayaküstü bir durumda (denize atlama).
    * Topu karşıalana dikine indirmeye yarayan sert vuruş.
    çivilemek * Bir şeyi bir yere çivi ile tutturmak, mıhlamak.
    * Vurmak, öldürmek.
    * Olduğu yerde hareketsiz bırakmak.
    * Aynınoktaya sürekli olarak bakmak.
    * Sabitleştirmek, kesin olarak yerleştirmek.
    çivilenme * Çivilenmek işi.
    çivilenmek * Çivi ile tutturulmak, mıhlanmak.
    * Bir yerde hareketsiz kalmak.
    çiviletme * Çiviletmek işi.
    çiviletmek * Çivi çaktırmak.
    çivili * Çivisi olan.
    * Çivi çakılarak yapılmış.
    * Çivi ile bir yere tutturulmuş.
    * Çeşitli spor oyunlarında giyilen bir ayakkabıtürü.
    çivisiz * Çivisi olmayan veya çivilenmemişolan.
    çivisiz kalkan * Vücudunda çivi yerine benekleri bulunan, eti çok lezzetli kalkan balığıcinsi.
    çivit * Eskiden çivit otundan, bugün yapay yollarla elde edilen, mavi renkli, sarılığını gidermek için çamaşırın son
    suyuna karıştırılan toz boya.
    çivit mavisi * Çivit rengindeki mavi.
    çivit otu * Baklagillerden, yapraklarından çivit çıkarılan bitki türü (İndigofera).
    * Turpgillerden, yapraklarından mavi boya çıkarılan bitki (İsalis tinctoria).
    çivit rengi * Bir tür koyu mavi renk.
    * Bu renkte olan.
    çivitleme * Çivitlemek işi.
    çivitlemek * Çamaşırıçivitli suya sokup sarılığını gidermek.
    çivitlenme * Çivitlenmek işi.
    çivitlenmek * Çivitlemek işine konu olmak.
    çivitli * İçinde çivit bulunan.
    * Çivitli sudan geçirilmişolan (çamaşır).
    çivitsiz * Çividi olmayan veya çivitlenmemişolan.
    çiy * Havada buğu durumundayken akşamın ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde toplanan küçük su
    damlaları, şebnem.
    çiyleme * Hafif ve ince yağan yağmur, çisenti.
    çiylemek * Yağmur çiselemek.
    çizdirme * Çizdirmek işi.
    çizdirmek * Çizmek işini yaptırmak.
    çizecek * Ağacıçizmeye yarayan, çember kesitli, ucu sivri ve ağaç saplıel aracı.
    çizelge * Çizgilerle bölümlere ayrılmışkâğıt, cetvel.
    çizge * Bir olayın çeşitli durumlarını göstermeye veya birkaç şey arasında karşılaştırma yapmaya yarayan
    çizgilerden oluşmuş biçim, grafik.
    çizgi * Çizilerek veya çeşitli yollarla oluşmuşiz, çizi, hat.
    * Yüz ve vücut hatlarının her biri.
    * Bir noktanın yürütülmesiyle oluşan biçim.
    * Temel.
    * Bir durumdan başka bir duruma atlanan, geçilen yer, sınır.
    çizgi çekmek * bir noktayıhat biçiminde çeşitli yönde uzatmak.
    * bitirmek, sona erdirmek.
    çizgi film * Bir konuyla ilgili olarak kişilerinin hareketlerini belirtecek yolda art arda çizilmişresimlerden oluşan sinema
    filmi.
    çizgi ölçek * Plân veya haritanın alt köşesinde yatay bir çizgi ile gösterilen, harita üzerindeki uzunluğun gerçekte ne
    kadar uzunluğa karşılık olduğunu belirten ve bunun çizgi üzerinde işaretlenmesiyle elde edilen ölçek.
    çizgi resim * Yalnız çizgilerle yapılmışresim.
    çizgi roman * Konuyu ve olaylar zincirini kesintisiz olarak resimleme yöntemiyle okuyucuya sunan anlatım tarzı.
    çizgileme * Çizgilemek işi.
    çizgilemek * Çizgi çekmek, çizgi çizmek.
    çizgilenme * Çizgilenmek işi veya durumu.
    çizgilenmek * Çizgi meydana gelmek.
    çizgileşme * Çizgileşmek işi veya durumu.
    çizgileşmek * Çizgi durumuna gelmek.
    çizgili * Üzerinde çizgi bulunan.
    çizgilik * Çizgi çizmeye yarar tahta, cetvel tahtası.
    çizginme * Çizginmek işi veya durumu.
    çizginmek * Bir şeyin etrafında dönüp durmak.
    * Tereddüt etmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 43

    çizgisel * Çizgi ile gösterilmiş.
    çizgisiz * Üzerinde çizgi olmayan.
    çizi * Çizgi.
    * Saban demirinin toprakta bıraktığı iz.
    * Tutum, davranış.
    çizici * Çizen.
    * Tarlada haşhaşkozalaklarınıafyon almak için çizen kimse.
    çizicilik * Çizicinin işi.
    çizik * Çizilmiş.
    * Çizgi.
    çizik çizik * Çizikle dolu.
    çizikli * Çizikleri olan.
    çiziktirme * Çiziktirmek işi.
    çiziktirmek * Çabucak çizmek.
    * Baştan savma yazmak.
    çizili * Çizilmişolan.
    çiziliş * Çizilmek işi veya biçimi.
    çizilme * Çizilmek işi.
    çizilmek * Çizmek işine konu olmak.
    çizim * Belli bir kurala göre ve genellikle yalnız cetvel ve pergel yardımıyla bir şeklin çizilmesi.
    çizimci * Çizim yapan kimse.
    çizin çizin * Çizgi durumunda, sırayla.
    çizinti * Ufak sıyrık.
    * Bir yazıda üzeri çizilen yer.
    çiziş * Çizmek işi veya biçimi.
    çizme * Koncu diz kapaklarına kadar çıkan bir çeşit ayakkabı.
    çizme * Çizmek işi.
    çizmeci * Çizme yapan veya satan kimse.
    çizmecilik * Çizme yapma veya satma işi.
    çizmeden yukarıçıkmak * bilmediği, aklının ermediği, yetkisi dışındaki bir işe karışmak.
    çizmek * Çizgi çekmek.
    * Resmini yapmak, resmetmek.
    * Çizgiler hâlinde belirtmek, desenini yapmak.
    * Çizgi hâlinde berelemek.
    * Geçersiz kılmak için üzerine çizgi çekmek.
    çizmeleri çekmek * bir işe girişmek.
    çizmeli * Çizmesi olan.
    çoban * Davar, koyun, keçi, sığır, manda sürülerini güdüp otlatan kimse.
    * Bkz. Çulpan.
    çoban aldı bağa gitti, kurt aldıdağa gitti * malını, varlığını başkalarıkullandı, kendisine bir şey kalmadı.
    çoban böreği * Haşlanmışpatateslerin sütle püre hâline getirilmesi, malzemenin doğranmışsoğanla kavrulması, üzerine et
    suyu, kıyma ve nane eklenerek pişirilmesiyle hazırlanan börek.
    çoban kebabı * Taşkebabına benzeyen yoğurtlu et yemeği.
    çoban köpeği * Sürüyü koruyan iri cins köpek.
    çoban kulübesinde padişah rüyası görmek * içinde bulunduğu duruma uygun düşmeyen düşler kurmak.
    çoban merhemi * Terementi ve mum yağı ile yapılmışyara merhemi.
    çoban salatası * Domates, salatalık ve biberler küçük küçük doğranarak yapılan soğanlısalata.
    Çoban Yıldızı * Venüs, Çulpan.
    çobanaldatan * Çobanaldatangillerden, kanatlarısivri, kuyruğu uzun bir kuştürü, keçisağan, dağkırlangıcı(Caprimulgus
    europeus).
    çobanaldatangiller * En iyi bilinen türü çobanaldatan olan, kuşlar sınıfının gök kuzgunumsular takımının bir familyası.
    çobançantası * Turpgillerden, yemişleri torbayıandıran bir yaban bitkisi (Capsella bursa pastoris).
    çobandağarcığı * Turpgillerden yabanî bir bitki, kuşekmeği (Thlaspi).
    çobandeğneği * Kara buğdaygillerden, beyaz veya pembe çiçekli, yürek biçimi yapraklı, otsu bir kır bitkisi (Polygonum
    aviculare).
    çobandüdüğü * İki çeneklilerden, sap ve yapraklarında keskin bir koku ve acı bir tat olan, nemli yerlerde yetişen bir bitki,
    meyhaneci otu (Asarum europaeum).
    çobanın gönlü olursa tekeden yağ(süt veya köremez) çıkarır * bir işi bitirecek kişi, isterse olmayacak gibi görünen işlere çözüm yolu bulur.
    çobaniğnesi * Itır çiçeği cinsinden kokulu bir bitki (Geranium).
    çobanlama * Kır yaşantısının ve özellikle çobanların aşk ve yaşayışlarınıanlatan edebiyat türü, pastoral.
    çobanlık * Çoban olma durumu veya çobanın gördüğü iş.
    * Çobana verilen ücret.
    çobanlık etmek * çoban olarak çalışmak, hayvan gütmek.
    çobanpüskülü * Çobanpüskülügillerden, bir süs bitkisi (llex aquifolium).
    çobanpüskülügiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi çobanpüskülü olan bitki familyası.
    çobansüzgeci * Yoğurt otu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 34

    çırpmak * Hızla ve kesik kesik silkelemek.
    * İki şeyi birbirine çarpmak.
    * Bir şeyin ucundan bir parça kesmek.
    * Sulu yiyecekleri hızla ve sürekli olarak çatal, kaşık gibi bir şeyle karıştırmak.
    * Güreşte rakibinin kollarını beli hizasında sımsıkıkavrayarak minderde kendi üzerinden sağa ve sola sırt
    üstü savurmak.
    * Çalmak, hırsızlık etmek.
    çırptırma * Çırptırmak işi.
    çırptırmak * Çırpmak işini yaptırmak.
    çıt * Küçük bir şeyin kırılırken çıkardığıhafif ve süreksiz ses.
    çıt çıkarmamak * hiç ses çıkarmamak.
    çıt çıkmamak * en hafif bir ses bile çıkmamak.
    çıt etmek * çıt sesi çıkarmak.
    çıt yok * en hafif bir ses bile yok.
    çıta * Düzgün biçilmişuzun ve ensiz tahta.
    çıtak * Dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağlayan.
    * Kaba, huysuz, kavgacı.
    çıtçıt * Üzerinde dikili bulunduklarışeyin iki kenarınıüst üste getirerek birleştirmeye yarayan iki parçadan yapılmış
    metal tutturmalık, fermejüp, kopça.
    * Mobilya kapaklarını, kapılarıkilitleme ve sürgülemenin dışında kapalıtutmaya yarayan ve az bir kuvvetle
    açılıp kapanmasınısağlayan iki parçalımetal veya plâstik araç.
    çıtçıtlama * Çıtçıtlamak işi.
    çıtçıtlamak * Çıtçıtla tutturmak.
    çıtıpıtı * Ufak tefek ve sevimli.
    çıtır çıtır * Kömür ve odun yanarken, ince tahta çubuklar vb. kırılırken, gevrek bir şey yenilirken çıkan ses.
    çıtır çıtır etmek * çıtırdamak.
    çıtır çıtır konuşmak * düzgün ve uzunca konuşmak.
    çıtır pıtır * (çocuklar için) Kolaylıkla ve tatlıtatlı(konuşmak).
    * Çıtıpıtı.
    çıtırdama * Çıtırdamak işi.
    çıtırdamak * Çıtır çıtır ses çıkarmak.
    çıtırdata çıtırdata * Çıtırdatarak.
    çıtırdatış * Çıtırdatmak işi veya biçimi.
    çıtırdatma * Çıtırdatmak işi.
    çıtırdatmak * Çıtır çıtır ses çıkarmasına yol açmak.
    çıtırdayış * Çıtırdamak işi veya biçimi.
    çıtırtı * Çıtırdama sesi.
    çıtkırıldım * Aşırı incelik, dayanıksızlık ve çekingenlik gösteren (kimse).
    çıtkırıldımlık * Çıtkırıldım olma durumu.
    çıtlama * Çıtlamak işi.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralama.
    çıtlamak * Çıt sesi çıkarmak.
    çıtlatılma * Çıtlatılmak işi.
    çıtlatılmak * Çıtlatmak işi yapılmak.
    çıtlatış * Çıtlatmak işi veya biçimi.
    çıtlatma * Çıtlatmak işi.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralama.
    çıtlatmak * Bir şeyden çıt sesi çıkarmak.
    * Bir kimseye, bilmediği bir şeyden ancak sezdirecek kadar söz etmek.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralamak.
    * İşparçalarının bazıyerlerini oyup çıkarmadan makasla kesmek.
    çıtlık * Çitlembik.
    çıtpıt * Ayak altında ezilerek çıtır çıtır ses çıkaran bir tür patlangaç, çatapat.
    çıvdırma * Çıvdırmak işi.
    çıvdırmak * Çıvmak işini yaptırmak.
    çıvgar * Çift sürmekte veya araba çekmekte olan hayvanlara yardımcı olarak koşulan hayvan.
    çıvgın * Rüzgâr ve karla karışık yağan yağmur.
    * Ağaç sürgünü, filiz.
    çıvlama * Çıvlamak işi.
    çıvlamak * Fışkırarak akmak.
    çıvma * Çıvmak işi.
    çıvmak * Atlamak, sıçramak, zıplamak.
    * (hızla giden bir şey) Bir yere çarpıp yön değiştirmek, sekmek, çavmak, sapmak, inhiraf etmek.
    çıyan * Çok ayaklılardan.sarımtırak renkte, zehirli böcek (Scolopendra).
    çıyan gibi * hain bakışlısarışın kimse.
    çıyan gözlü * Mavi gözlü.
    çıyanlık * Hain olma durumu, hainlik.
    çıyanlık etmek * hainlik etmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 35

    çızıktırmak * Çiziktirmek.
    -çi * Bkz. -cı/ -ci.
    çiçeğe kesmek * çiçek açmak.
    çiçeği burnunda (veya çiçeği burnunda, çamuru karnında) * yeni, çok taze, yeni koparılmış.
    çiçek * Bir bitkinin, üreme organlarınıtaşıyan çoğu güzel kokulu, renkli bölümü.
    * Çiçek açan kır veya bahçe bitkisi.
    * Davranışlarıhafif, toplum kurallarına uymayan kimse.
    * İrinli kabarcıklar dökerek yüzde izler bırakan ateşli, ağır ve bulaşıcı bir hastalık.
    * Süblimleşme veya çiçeksime yoluyla elde edilen toz.
    çiçek açmak (veya vermek) * çiçeklenmek.
    * yeniden ortaya çıkmak, görüntü vermek.
    çiçek aşısı * Çiçek hastalığına karşı bağışıklık sağlamak amacıyla aşı olarak yapılan zayıflatılmışçiçek virüsü.
    çiçek bahçesi * Çiçek yetiştirilen veya çiçeklerle kaplanmışsüslü bahçe.
    çiçek biti * Yarım kanatlılardan, küçük ve yumuşak vücutlu olan, bitkilerin üzerinde sürü durumunda yaşayan bir
    böcek.
    çiçek boyası * Kırmız.
    çiçek bozuğu * Çiçek hastalığından yüzü delik deşik olmuş, çopur.
    çiçek çıkarmak * çiçek hastalığına tutulmak.
    çiçek durumu * Çiçeklerin sap üzerindeki dizilişi.
    çiçek dürbünü * Bkz. kaleydoskop.
    çiçek evi * Çiçek yetiştirilen ve satılan yer.
    çiçek gibi * temiz, bakımlı, güzel.
    çiçek olmak * yaşına, durumuna uymayan aşırıdavranışlarda bulunmak.
    çiçek pazarı * Çiçeklerin alınıp satıldığıçarşı.
    çiçek sapçığı * Çiçekleri sapa birleştiren ince ve küçük sap.
    çiçek sapı * Çiçek durumunda bütün çiçeklerin, üzerinde toplandığıveya bitiştiği sap.
    çiçek soğanı * Lâle gibi çiçeklerin ekim zamanıköklerinde oluşan soğan biçimindeki yumru filiz.
    çiçek suyu * Turunçgillerin çiçeklerinin imbikten geçirilmesiyle elde edilen güzel kokulu su.
    çiçek tacı * Çiçeklerin üreme organlarının çevresinde türlü renkte yaprakçıklardan oluşan ve böcekleri çeken organ.
    çiçek tozu * Başçığın içinde bulunan, çiçekte döllenmeyi sağlayan toz.
    çiçek yağı * Ayçiçeği yağı.
    çiçek yaprağı * Çiçek sapıüzerinde ve çiçeğe yakın, özel biçimler gösteren yaprak.
    çiçekçi * Çiçek yetiştiren, satan veya yapma çiçek işiyle uğraşan kimse.
    * Çiçek satılan yer.
    çiçekçi esnafı * Sebze ve meyve toptancısı, komisyoncusu.
    çiçekçilik * Çiçek yetiştirme, satma veya yapma, çiçek yapıp satma işi.
    çiçekleme * Çiçeklemek işi.
    çiçeklemek * Çiçek dikmek.
    * Çiçekle donatmak.
    çiçeklendirme * Çiçeklendirmek işi.
    çiçeklendirmek * Çiçekli duruma getirmek.
    * Çiçekli bir durumdaymışgibi görünmek.
    çiçekleniş * Çiçeklenmek işi veya biçimi.
    çiçeklenme * Çiçek açma.
    * Çiçeğin açma zamanı.
    * Tuzların billûrlaşma sularınıyitirerek toz durumuna gelmesiyle oluşan tuzlar.
    çiçeklenmek * Çiçek açmak, çiçek vermek, çiçekli duruma gelmek.
    çiçekleşme * Çiçekleşmek işi veya durumu.
    çiçekleşmek * Çiçek durumuna girmek, çiçek gibi olmak.
    çiçekli * Çiçeği veya çiçek resimleri olan.
    çiçekli bitkiler * Bkz. tohumlu bitkiler.
    çiçeklik * Koparılmışçiçekleri koymaya yarar kap.
    * Çiçek saksılarınıkoymaya veya çiçek yetiştirmeye ayrılmışyer.
    * Eski evlerde süs eşyasıkonulan raflıduvar oyuğu.
    * Çiçeğin üzerinde çanak, taç ve öteki organlarının bulunduğu parça.
    çiçeksever * Çiçeğe düşkün kimse.
    çiçeksime * Çiçeksimek işi veya sonucu.
    çiçeksimek * Çiçek gibi olmak, çiçeklenmek.
    * Kristal durumunda bulunan bir bileşik, kristal suyunu yitirip beyazımsı bir toz durumunu almak.
    * Deride leke, sivilce, çiçek gibi döküntüler belirmek.
    çiçeksiz * Çiçeği olmayan.
    çiçeksiz bitkiler * Mantarlar ve eğrelti otları gibi, üreme organları gizli olan bitkiler sınıfı.
    çift * (nesneler için) Birbirini tamamlayan iki tekten oluşan.
    * Bir erkek ve bir dişiden oluşan iki eş.
    * Toprağısürmek için birlikte koşulan iki hayvan.
    * Küçük maşa veya cımbız.
    çift atış * Çıkışhakeminin, çıkışın yanlışolduğunu koşuculara bildirmek ve yarışıdurdurmak için yaptığı iki el
    tabanca atışı.
    çift ayaklılar * Duyargalarısekiz eklemli, vücut halkalarında ikişer çift ayak bulunan, ıslak ve karanlık yerleri seven çok
    ayaklılar topluluğu.
    çift camlı * Aralarında boşluk bırakılarak takılmışiki camı bulunan (pencere).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 36

    çift cinsellik * Kişinin beyninde bir dişi bir de erkek gizil gücün bulunmasıdurumu.
    çift çubuk * Çiftçilik yapabilmek için gereken her türlü araç.
    * Mal mülk, para edebilecek bütün varlıklar.
    çift dalma * Ayakta güreşirken beklenmeyen bir atılımla karşısındakinin iki ayağını birden kapma.
    çift desimetre * Üzerinde yirmi cm’lik bölüntüler bulunan ölçü cetveli.
    çift dikiş * Birbirlerinden geçen iki sıra düz dikiş.
    * Bir sınıfta iki yıl üst üste okuma.
    çift direkli * İki direkli küçük yelkenli.
    çift dirsek * Boruya 180° lik dönüşveren dirsek.
    çift dişliler * Omurgalılardan, üst çenedeki bir çift kemirmeye yarayan kesici dişin arasında bir çift daha küçük dişleri
    bulunan kemiriciler takımının bir alt takımı.
    çift görmek * sarhoşolmak.
    çift kanatlılar * Sinekler gibi iki kanadı olan ve emici ağızları bulunan böcekler takımı, iki kanatlılar.
    çift kapı * Üst üste kapanan veya birbirine vidalanarak kullanılan, yalıtma özelliği çok, iki katlıkapı.
    çift kişilik * İki kişiye ait, iki kişilik.
    çift kol * Aynıyönde ilerleyen, duran veya yürüyen birliklerden ve araçlardan oluşan yan yana iki kol.
    çift koşmak * hayvanlarısabana pulluğa koşmak.
    çift küme * Birbirine çok yakın iki yıldız kümesi.
    çift motorlu * İki motorlu küçük uçak.
    çift parmaklılar * Memelilerin öküz, koyun gibi parmaklarıçift olan takımı.
    çift pencere * Yalıtkanlığı artırmak amacıyla üst üste kapanan iki kanat biçiminde yapılmışpencere.
    çift sayı * 4, 6, 8 gibi 2’nin katı olan ve 2’ye bölünebilen tam sayı.
    çift sürmek * saban, pulluk kullanarak toprağıekilebilir duruma getirmek.
    çift vuruş * Kasıtlı olmayan ama kurala da aykırı olan bir davranışa uygulanan ve doğrudan doğruya kaleye
    çekilemeyecek, iki vuruşlu bir ceza türü.
    çift yıldız * Birbirinin çekim etkisinde bulunan ve böylece ortak kütle merkezi çevresinde dolanan yakın iki yıldız.
    çift zamanı * Tarla sürme zamanı.
    çiftçi * Geçimini toprağıekerek sağlayan kimse, rençber.
    çiftçilik * Çiftçi olma durumu.
    * Çiftçinin gördüğü işler, tarım, rençberlik, ziraat.
    çiftçilik etmek * tarımla uğraşmak, rençberlik yapmak.
    çifte * İkisi bir arada bulunan veya ikili.
    * (sandal, kayık için) Çift kürekli.
    * At, eşek ve katırın arka ayaklarıyla vuruşu, tekme.
    * İki namlulu av tüfeği.
    çifte atmak * (at, eşek) arka ayakları ile vurmak.
    * iki namlulu av tüfeğini patlatmak.
    çifte çubuğa gitmek * ekim ve biçim işleriyle uğraşmak.
    çifte dalmak * Bkz. çift dalma.
    çifte dikiş * Bkz. çift dikiş.
    çifte gitmek * tarla sürmeye gitmek.
    çifte kavrulmuş * Bir çeşit sert ve ufak kesilmişlokum.
    * Pek pişkin (kimse).
    * Çok çile çekmiş(kimse).
    çifte kıskaç * İkili kıskaca alma durumu.
    çifte koşmak * başka bir işte kullanılan hayvanlarısabana, pulluğa koşmak.
    çifte kumrular * Çok sevişen ve birbirinden hiç ayrılmayan kimseler.
    çifte nağra * Birbirine bağlıküçük iki dümbelekten oluşan çalgı.
    çifte standart * Çifte ölçü, ikili davranışveya tutum.
    çifte vatandaşlık * İki ayrımillet vatandaşlığına sahip olma.
    çifte yemek * hayvanın çiftesine maruz kalmak.
    çiftehane * Kuşüretmeye yarar kafesli yer.
    çifteleme * Çiftelemek işi.
    çiftelemek * (hayvan) Arka ayaklarıyla tepmek.
    * (gemi) Havanın sertleşmesi üzerine ikinci demirini de atmak.
    çiftelenme * Çiftelenmek işi.
    çiftelenmek * Çifte yemek.
    çifteleşme * Çifteleşmek işi veya biçimi.
    çifteleşmek * Birbirini çiftelemek.
    çifteli * Çiftesi bulunan.
    * Çifte atan veya alnında çift sakar bulunan.
    * Rahat durmayan, sataşkan.
    * Uğursuz.
    çifter çifter * Her defasında, her yapılışında çift olarak.
    çiftetelli * Göğüs ve göbek titreterek, gerdan kırarak oynanan bir oyun.
    * Bu oyunun müziği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 37

    çifti bozmak * çiftçilik yapmaktan vazgeçmek.
    çiftleme * Çiftlemek işi.
    çiftlemek * Çift duruma getirmek, ikilemek.
    * Dişi ile erkeği bir araya getirmek.
    çiftlenme * Çiftlenmek işi.
    çiftlenmek * İkili duruma getirilmek.
    çiftleşme * Çiftleşmek işi.
    çiftleşmek * Bir şey tek iken bir tanesinin daha katılmasıyla iki olmak.
    * Erkek ve dişi hayvan veya bitki hücreleri döllenmek için bir araya gelmek.
    çiftleştiriş * Çiftleştirmek işi veya biçimi.
    çiftleştirme * Çiftleştirmek işi.
    çiftleştirmek * Çift yapmak.
    * Hayvanlarıçiftleşmek üzere bir araya getirmek.
    çiftlik * Tarım yapılan, hayvan yetiştirilen ve orada çalışanların oturması için evleri bulunan geniştoprak parçası.
    çiftlik kâhyası * Çiftlik işlerini yöneten kimse.
    çiftteker * Bisiklet.
    çifttekerci * Bisikletçi.
    çifttekercilik * Bisikletçi olma durumu.
    Çigan * Çingene.
    Çigan müziği * Macar folklorundan gelişmişözel yaylısazla çalınan hareketli halk müziği.
    çiğ * Pişmemişveya az pişmiş.
    * Yersiz ve yakışıksız.
    * Yaşının gerektirdiği görgüye ve olgunluğa erişmişolmayan.
    * (renk, ışık için) Gözü rahatsız eden, göze batan.
    çiğbörek * Çiğkıyma, soğan ve baharat karışımınıaçılmışolan yufkaya koyarak hazırlanan ve yağda kızartılarak
    yapılan börek.
    çiğçiğyemek * parçalayıp öldürecek derecede birine kızmak.
    çiğdüşmek * hoşkarşılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak.
    çiğiplik * Bükülmemişiplik.
    çiğkaçmak (veya düşmek) * yersiz, yakışıksız olmak.
    çiğköfte * İyice dövülmüşçiğetle ince bulgura biber, soğan, baharat, salça, maydanoz katılarak bulgur yumuşayıncaya
    kadar yoğrulup sıkılan ve pişirilmeden yenen köfte.
    çiğrenkçi * Çiğrenkçilik anlayışında resim yapan (sanatçı).
    çiğrenkçilik * XX. yüzyılın başlangıcında ilk defa izlenimciliğin renklerini bırakıp gereğinden çok saf renkler kullanarak
    abartılmıştabiat biçimlerini gösteren resim anlayışı.
    çiğsüt emmiş * Bkz. insanoğlu çiğsüt emmiş.
    çiğtoprak * Uzun zaman işlenmemiş, güç sürülür toprak.
    çiğyemedim ki karnım ağrısın * suç işlemedim ki korkayım.
    çiğde * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden bir ağaç, hünnap (Zizyphus sativa).
    * Bu ağacın kırmızıkabuklu, sert çekirdekli, iri zeytin biçiminde ve büyüklüğünde, güzün olgunlaşan yemişi.
    çiğdem * Zambakgillerden, türlü renklerde çiçek açan, çok yıllık, yumrulu bir kır bitkisi, mahmur çiçeği (Colchicum).
    çiğden vermek * yiyecek karşılığınıpara olarak ödemek.
    çiğe * Ceviz veya badem içi.
    Çiğil * Eski Türk boylarından biri.
    çiğin * Omuz.
    çiğindirik * İki ucuna su kabı, yoğurt tablası gibi taşınacak şeyler asılarak omuza alınan ağaç, omuzluk.
    çiğit * Çekirdek, özellikle pamuk çekirdeği.
    çiğitli * Çiğit karışmışolan.
    çiğleşme * Çiğleşmek işi.
    çiğleşmek * Göze batmak.
    * Kaba davranışlarda bulunmak.
    çiğlik * Çiğolma durumu.
    * Kaba, yersiz, yakışıksız davranış.
    çiğlik etmek * ters veya yersiz bir davranışta bulunmak.
    çiğnek * Yolüstü.
    çiğnem * Ağızda çiğnenecek miktar(da), bir parça, çiğnemlik.
    çiğneme * Çiğnemek işi.
    çiğnemek * Ağıza alınan bir şeyi dişler arasında ezmek, öğütmek.
    * Ayak veya tekerlek altına alarak ezmek.
    * Sayılması gereken bir şeyi saymamak, itibar etmemek, ayaklar altına almak.
    * Egemenliği altına almak, hükmetmek.
    çiğnemik * Ağızda çiğnenip çıkarılan yemek.
    çiğnemlik * Ağızda çiğnenecek miktarda olan.
    çiğneniş * Çiğnenmek işi veya biçimi.
    çiğnenme * Çiğnenmek işi.