Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 28

    çevrimli * İşi iyi yöneten, becerikli, idareli.
    çevrimsel * Çevrimle ilgili veya çevrim biçiminde olan, devrî.
    çevrinme * Çevrinmek işi, tavaf.
    çevrinmek * Bir şeyin etrafında saygı ile dolanmak, tavaf etmek.
    çevrinti * Bir şeyin kendi ekseni çevresinde sürekli dönmesi.
    * Su ve hava çevrintisi.
    * Çeşitli tahıl karışığı.
    çevriyazı * Bir yazıyı bütün ses inceliklerini belirterek başka bir alfabeye çevirme yolu, yazıçevrimi, transkripsiyon.
    çeyiz * Gelin için hazırlanan her türlü eşya.
    çeyiz çemen * Eksiksiz, kusursuz çeyiz.
    çeyiz düzmek * çeyiz hazırlamak.
    çeyizci * Çeyiz hazırlayan veya satan kimse.
    çeyizcilik * Çeyiz hazırlama veya satma işi.
    çeyizleme * Çeyizlemek işi.
    çeyizlemek * Evlenecek kızın çeyizini hazırlayıp vermek.
    çeyizlenme * Çeyizlenmek işi.
    çeyizlenmek * Çeyizli duruma gelmek veya getirilmek.
    çeyizli * Çeyizi olan.
    çeyizlik * Çeyiz olarak hazırlanan, çeyiz için ayrılan.
    * Çeyiz eşyası.
    çeyizsiz * Çeyizi olmayan.
    çeyrek * Dörtte bir.
    * Gümüşmecidiyenin dörtte biri değerinde olan beşkuruş.
    * On beşdakikalık zaman.
    * Alman markı.
    çeyrek final * Bir yarışmada ikili eşlemelerle son sekiz takımın oluşturduğu grup veya aşama.
    çeyrek finalist * Çeyrek final aşamasına yükselme başarısını gösteren ekip veya kişi.
    çeyrek son * Koşullarda yarıfinal yarışına katılacak dört kişiyi seçmek üzere sekiz kişi veya dört takımıayırmak için
    sekiz takım arasında düzenlenen seçme yarışı.
    çeyrekleme * Çeyreklemek işi.
    çeyreklemek * Süt çocuklarının kollarınıve bacaklarınıçaprazlayarak vücutlarına idman yaptırmak.
    çeyreklenme * Çeyreklenmek işi.
    çeyreklenmek * Çeyreklemek işi yapılmak.
    -çı * Bkz. -cı/ -ci.
    çı ban * Vücudun herhangi bir yerinde oluşan ve çoğu, deride şişkinlik, kızartı, ağrıve ateşile kendini gösteren irin
    birikimi.
    çı ban ağırşağı * Çı banın patlamak üzere olan yeri.
    * Ağır sonuçlar doğurabilecek durum veya sorun.
    çı ban işlemek * çı ban irin akıtmak.
    çı banbaşı * Kurcalandığı, üzerine düşüldüğü takdirde ağır veya kötü bir sonuca varacak olan tehlikeli sorun veya konu.
    çı banın başınıkoparmak * ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.
    çı banlaşma * Çı banlaşmak durumu.
    çı banlaşmak * Çı ban durumuna gelmek.
    çıdam * Sabır.
    çıdama * Çıdamak işi.
    çıdamak * Sabretmek.
    Çıfıt * Yahudi.
    * (küçük ç ile) Hileci, düzenbaz.
    çıfıt çarşısı * Türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.
    Çıfıtlık * Yahudilik.
    * (küçük ç ile) Hilekârlık, düzenbazlık.
    çıfıtlık etmek * hile yapmak, düzenbazlık etmek.
    çığ * Dağın bir noktasından kopup yuvarlanan ve yuvarlandıkça büyüyen kar kümesi.
    * Bölme veya paravana.
    çığdüşmek * dağda aşağıçığyuvarlanmak.
    çığgibi büyümek * (bir olay için) birdenbire ve etkileyici bir şekilde büyümek.
    çığa * Mersin balığının, yumurtasından havyar yapılan türü (Acipenser ruthenus).
    çığa * Horoz, cennet kuşu gibi birtakım kuşların kuyruğundaki tüylerden en uzun ve gösterişli olanı.
    çığalanma * Çığalanmak işi.
    çığalanmak * (atın kuyruğu) Horoz kuyruğu gibi dikilmek.
    çığıltı * Çığlıkla karışık ses.
    çığır * Çığın kar üzerinde açtığı iz.
    * Hayvanların gide gele açtıkları ince yol, keçi yolu, patika.
    * İz.
    * (başkalarının da uyabileceği) Yeni bir biçim, yöntem veya yol.
    * Büyük hattatların sanat yolu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 15

    çatallaştırma* Çatallaştırmak işi.
    çatallaştırmak* Çatallaşmasına yol açmak.
    çatallı* Çatalı olan veya çatal durumunda olan.
    * İki veya daha çok ihtimali olan.
    * (ses için) Pürüzlü.
    çatallık* Çatal konulan yer.
    çatana* Filika büyüklüğünde, islimle işleyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot.
    çatanacı* Çatana işleten kimse.
    çatapat* Ayakla çiğnenince veya bir yere sürtülünce çat pat diye patlayan bir eğlence fişeği.
    çatı* Bir yapının, bir evin damınıkuran parçaların bütünü.
    * Birbirine çatılmışçakılmışşeylerin bütünü.
    * Yapının tavanı ile damıarasındaki genellikle az kullanılan yer.
    * İnsan ve hayvanda iskeletin kuruluşu.
    * Barınılan, sığınılan yer.
    * Belli bir maksada yönelik kimselerin oluşturduğu kuruluş.
    * Özne veya nesne durumlarına göre, belirli çatıeklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:
    Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in-dir-) gibi.
    * Bir yapıyıörten ve eğik yüzeyleri olan damın tahtadan iç yapısı.
    * Hikâye, roman, piyes gibi edebî türlerde olay kuruluşu, kurgu.
    çatıarası* Tavanla çatıörtüsü arasında kalan boş bölüm, tavan arası.
    çatıekleri* Fiil kök veya gövdelerinden dönüşlü, edilgen, işteş, ettirgen çatılar yapmaya yarayan ekler: (Sev-in-), (sev-il-
    ), (sev-iş-), (kapa-t-), (geç-ir-), (sev-dir-) gibi.
    çatıeteği* Çatının, binanın dışduvarlarınıaşan, yağışlara karşıduvarın en üst bölümünü koruyan dışa uzanmışkısmı.
    çatıkaplayıcı* İskele kurup ahşap çatıkaplamasınıve duvarlarıkeçe veya özel kâğıtlar ile kaplayan usta.
    çatıkatı* Yapılarda çatı ile son kat arasında yapılan küçük kat.
    çatıkirişi* Bir ucu tavanın üstüne bindirilen ve üzerine kiremit altıtahtalarının kaplandığı ana kiriş.
    çatıörtüsü* Çatıların üstüne kiremit, çinko ve oluklu sac vb. ile kaplanan, tavana su geçmesini önleyen yapı bölümü.
    çatıpenceresi* Tavan arasınıaydınlatmaya yarayan pencere veya camlıkapak.
    çatıcı* Çatma işini yapan kimse.
    çatık* Çatılmışolan.
    çatık çehre* Çatık yüz.
    çatık kaş* Kaşları birbirine çok yakın ve çatık olan (kimse).
    çatık surat* Çatık yüz.
    çatık yüz* Öfkeli yüz (çehre, surat).
    çatıklaşma* Çatıklaşmak işi.
    çatıklaşmak* Çatık duruma gelmek.
    çatıklık* Çatık olma durumu.
    çatıldama* Çatıldamak durumu.
    çatıldamak* Çatık duruma gelmek.
    çatılı* Çatısı olan (yapı).
    * Çatılmışolan.
    * Başına çatkı bağlanmışolan.
    çatılış* Çatılmak işi veya biçimi.
    çatılma* Çatılmak işi.
    çatılmak* Çatmak işine konu olmak.
    çatınma* Çatınmak işi.
    çatınmak* Kaşlarınıçatıp surat asmak.
    çatır çatır* Sert bir şey kırılırken, yanarken yerinden sökülürken veya sıkıştırılınca çıkan ses.
    * Zor kullanarak, baskıyaparak.
    * Güçlük çekmeden.
    çatır çatır çatlamak* çok çatlamak.
    * çok kıskanmak.
    çatır çatır etmek* çatır çatır ses çıkarmak.
    çatır çatır sökmek* bir şeyi zorlayarak yerinden söküp çıkarmak.
    çatır çutur* Bir şey kırılırken çıkan sesi anlatır.
    çatırdama* Çatırdamak işi.
    çatırdamak* Çatır diye ses çıkarmak.
    * Çökmeye, yok olmaya yüz tutmak, tehlikeli duruma düşmek.
    çatırdatma* Çatırdatmak işi.
    çatırdatmak* Bir şeyin çatır diye sesini çıkartmak.
    çatırtı* Çatırdama sesi.
    çatırtılı* Çatırtısı olan.
    çatısız* Çatısı olmayan, üstü açık (ev, kulübe).
    çatış* Çatmak işi veya biçimi.
    çatışık* Birbirini tutmayan, birbirini çelen, birbirine uymayan, çelişik, mütenakız.
    çatışılma* Çatışılmak işi.
    çatışılmak* Çatışmak işi yapılmak.
    çatışkı* Yasaların veya önermelerin kendi aralarında çelişikliği, antinomi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 16

    çatışma * Çatışmak işi.
    * Silâhlı büyük kavga, arbede.
    * Savaşmaksadıyla düşmana karşı ilerleyen bir birliğin keşif ve güvenlik kollarıarasında ilk silâhlıvuruşma.
    * Türlü yönlerden uzanan kıvrımlıdağsıralarının, bir yerde dar bir açı ile birbirine yaklaşıp kaynaşmasıveya
    düğümlenmesi.
    çatışmak * Birbirine çatmak veya çatılmak.
    * (söz, iddia veya davranışla) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakız olmak.
    * Karşılıklıvuruşmak.
    * Kavga etmek.
    * (deve ve köpek için) Çiftleşmek.
    * Aynızamana rastlamak.
    çatıştırma * Çatıştırmak işi.
    çatıştırmak * Birbirine çattırmak, kavga ettirmek, birbirine düşürmek.
    çatıyıalmak * çatıya ulaşmak.
    çatkı * Uç uca, birbirine çatılan şeylerin bütünü.
    * Sehpa.
    * Alından geçerek başın çevresine çember gibi bağlanan bağ, kaş bastı.
    * Bir işin bütününün veya parçalarının bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.
    çatkılı * Çatkısı olan.
    çatkılık * Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç.
    çatkın * Çatık.
    çatkınlık * Çatkın olma durumu.
    çatkısız * Çatkısı olmayan.
    çatladın mı? * aşırısabırsızlık gösterenlere söylenen kaba bir uyarma.
    çatlak * Çatlamışolan.
    * Çatlamışyer.
    * Çatlama.
    * Deli.
    çatlak ses * Pürüzlü, bozuk ses.
    çatlak zurna * Çirkin sesli, geveze, boş boğaz.
    çatlaklık * Çatlak olma durumu.
    * Çatlamışyer, çatlak.
    * Delilik.
    çatlama * Çatlamak işi.
    * Tohumların dağılması için meyve kabuğunun yarılması, açılma.
    * Dalgaların sığkıyıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak.
    * Uygun olmayan kuruma sonucu ağacın boyu yönündeki lif ayrılması.
    çatlamak * Parçalarıayrılıp dağılmayacak biçimde yarılmak.
    * Bir yüzeyde kırışıklar, çizgiler oluşmak.
    * Aşırıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağlamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek.
    * Sıkıntı, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabırsızlık, kıskançlık gibi ruhî durumlarıaşırıderecede duymak.
    çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da) * elinden gelen her çareye başvursa da.
    çatlatış * Çatlatmak işi veya biçimi.
    çatlatma * Çatlatmak işi.
    çatlatmak * Çatlak duruma getirmek.
    * Çatlamasına yol açmak.
    * Aklınıkaçırmak.
    çatlayış * Çatlatmak işi veya biçimi.
    çatma * Çatmak işi.
    * Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmişolan parça.
    * Duvarlarıağaç gövdesinden birbirine takılarak ve çivisiz olarak yapılan yayla evi, yörük çadırı.
    * Bir çeşit döşemelik kumaş.
    * Ahşap yapılarda ağaç iskeletin temel parçaları.
    * Semerin ağaç kısmı.
    * Heykel yapımında çamuru ayakta tutan tel iskelet.
    çatma kaş * Aralarında kılsız yer olmayıp birbirine kavuşmuşolan kaşlar.
    çatmak * Değnek, kılıç, tüfek gibi uzun şeylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak
    durdurmak.
    * (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak.
    * Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek.
    * (yükü hayvana) İki yanlıyüklemek.
    * (başa yemeni, çatkı, yazma gibi şeyleri) Bağlamak.
    * (kaş, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak.
    * Üzücü olaylarla karşılaşmak.
    * Birine sert sözle söylemek veya yazılar yazmak.
    * Rastlamak, karşılaşmak.
    * Sırası gelmek, zamanı gelmek.
    çatpat * Bkz. çatapat.
    çatra patra * Bir dilin az çok ve yalan yanlışolarak konuşulduğunu anlatır.
    çattırma * Çattırmak işi.
    çattırmak * Çatmak işini yaptırmak.
    çav * Ses, ün, haber.
    çav * At, eşek gibi hayvanların erkeklik organı.
    çav * Hoşça kal anlamında gençler arasında kullanılan bir söz.
    çavalye * Balıkçıların tuttukları balıkları içine attıklarısepet.
    çavdar * Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale).
    çavdar ekmeği * Çavdar ve buğday unu karışımından yapılan ekmek.
    çavdarlı * Çavdar katışmış.
    çavdarmahmuzu * Buğdaygillerin ve en çok çavdarın başağıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andıran,
    1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm genişlikte, az çok kıvrık, kolayca kırılabilen, özel kokulu, silindir yapılıçubuklar hâlinde
    olan ve hekimlikte kullanılan askılımantarlardan biri (Claviceps purpurea).
    çavdarsız * Çavdar katışmamışolan.
    çavelâ * Tutulan balıkların içine konduğu sepet, çavalye.
    çavlan * Çağlayanın büyüğü, şelâle.
    çavlanma * Çavlanmak işi.
    çavlanmak * Gürültüsü çevreye yayılmak.
    * Dillere düşmek, şüyu bulmak.
    çavlı * Henüz ava alıştırılmamışdoğan yavrusu.
    çavmak * Güneşdoğmak.
    * Dağılıp yayılmak, saçılmak.
    * Sapmak, yol değiştirmek, amaçtan şaşmak.
    çavşır * Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacılıkta kullanılan reçinesi (Opopanax chironium).
    Çavuldur * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    çavun * Hayvan derisinden veya çavdan yapılmışkırbaç.
    çavuş * Osmanlıdevleti teşkilâtında çeşitli hizmetler yapan görevli.
    * Osmanlı ordusunda üst komutanların buyruklarınıast komutanlara ulaştıran görevli.
    * Onbaşıdan sonra gelen ve görevi manga komutanlığı olan er rütbesi.
    * Bir işin veya işçilerin başında bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse.
    * Askerî okullarda sınıf birincisi.
    çavuşkuşu * Çavuşkuşugillerden, uzun yay biçimli gagalı, güvercinden küçük, başısorguçlu, kısa kanatlı bir kuş, ibibik,
    hüthüt (Upopa epops).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 17

    çavuşkuşugiller * Örneği çavuşkuşu olan bir kuşfamilyası.
    çavuşüzümü * Kabuğu ince, çekirdeği ufak, iri taneli bir tür beyaz üzüm.
    çavuşluk * Çavuşolma durumu veya görevi.
    * Çavuşrütbesi.
    çay * Çaygillerden bir ağaççık (Thea chinensis).
    * Bu ağaççığın özel işlemlerle kurutulan yaprağı.
    * Bu yaprakların haşlanması ile elde edilen güzel kokulu ve sarımtırak kırmızırenkli içecek.
    * Konukların çay, börek, pasta gibi içecek ve yiyeceklerle ağırlandığıtoplantı.
    * Müzikli toplantı.
    çay * Dereden büyük, ırmaktan küçük akarsu.
    çay bahçesi * Çay, kahve ve alkolsüz içkilerin içildiği bahçe.
    çay bardağı * Çay içmekte kullanılan, belli biçimde cam bardak.
    çay demlemek * Bkz. demlemek.
    çay evi * Çay gibi içeceklerin hazırlandığıve bunların içildiği yer, çayhane.
    çay fincanı * Genellikle porselenden yapılan, çay içmeye yarayan, kulplu fincan.
    çay kaşığı * Kahve yaparken veya çaya toz şeker koyarken ölçek olarak kullanılan ve şekeri karıştırmaya yarayan küçük
    kaşık.
    çay kenarında kuyu kazmak * elde, maksada ulaşılacak bol araç varken emek harcayarak başka yollar aramak.
    çay ocağı * Çay pişirilen veya çay içilen yer.
    çay saati * Çay içmek için belirlenmişsaat.
    çay servisi * Çay dağıtımı.
    çay şekeri * Çayıtatlandırmak için kullanılan katışeker, küp şekeri.
    çay takımı * Çaydanlık, sütlük, şekerlik ve altıveya on iki çay fincanından oluşan takım.
    * Çay sunulurken kullanılan örtü ve peçetelerin hepsi.
    çay vermek * konuklara çay ve börek, çörek, pasta gibi yiyecekler sunulan toplantı düzenlemek.
    çayan * Akrep, yılan, çıyan, kırkayak vb. zehirli hayvan.
    çaycı * Çay yapıp satan kimse.
    * Çay yetiştiricisi.
    * Çay içmeye düşkün, çay tiryakisi.
    çaycılık * Çay yapma ve satma işi.
    * Çay yetiştirme işi.
    çayda çıra * Elâzığve çevresinde kına gecesi veya düğünlerde, ellerde yanan mum taşınarak oynanan türkülü bir halk
    oyunu veya bu oyunun müziği.
    çaydan geçip derede boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebepten başarısızlığa uğramak.
    çaydanlık * İçinde çay pişirilen kap.
    çaygiller * İki çeneklilerden, yapraklarından çay yapılan bir bitki familyası.
    çayhane * Çay evi.
    çayhaneci * Çayhane işleten kimse.
    çayhanecilik * Çayhanecinin işi veya mesleği.
    çayı görmeden paçalarısıvamak * Bkz. dereyi görmeden paçalarısıvamak.
    çayır * Üzerinde gür ot biten düz ve nemli yer.
    * Böyle yerde biten otlar.
    çayır güzeli * Buğdaygillerden bir bitki çayır otu (Erogrostis major).
    çayır kuşu * Tarla kuşu.
    çayır mantarı * Şapkasının alt yüzü ince dilimli, yenebilen ve zehirli de olabilen mantar türlerinin ortak adı.
    çayır otu * Çayır oluşturan çeşitli bitkilerin genel adı.
    * Buğdaygillerden kuru ve kireçli yerlerde yetişen küçük bir çayır otu, fleol (Phleum pratense).
    çayır peyniri * Bir çeşit az tuzlu veya tuzsuz taze peynir.
    çayır tavuğu * Orman tavuğugillerden, sırtı beyaz çizgili siyah ve esmer, karnısiyah bir kuş(Tympanuchus cupido).
    çayır teresi * Turpgillerden beyaz çiçekli, yabanî bir bitki (Cardemina pratensis).
    çayır tirfili * Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki (Trifolium pratense).
    çayır yulafı * Buğdaygillerden, yulafa benzeyen bir kır bitkisi (Avenastrum).
    çayırlama * Çayırlamak işi.
    çayırlamak * Çayırlanmak.
    * (hayvan) Yediği çayırdan hastalanmak.
    çayırlanma * Çayırlanmak işi.
    çayırlanmak * (hayvan) Çayırda otlamak.
    çayırlaşma * Çayırlaşmak işi.
    çayırlaşmak * Çayır durumuna gelmek.
    çayırlatma * Çayırlatmak işi.
    çayırlatmak * Çayırlanmasını sağlamak.
    çayırlı * Çayırı olan.
    çayırlık * Çayırı olan yer.
    çayırmelikesi * Erkeçsakalı, keçisakalı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 18

    çayırsedefi* Düğün çiçeğigillerden, sulak yerlerde yetişen, kökü iç sürdürücü olarak kullanılan bir bitki (Thalictrum).
    çayırsız* Çayırı olmayan.
    çaykara* Çay kenarında çıkan göze, kaynak, pınar.
    çaykızı* Bir tür çiçek.
    çaylak* Yırtıcılardan, uzun kanatlı, çengel gagalı, küçük kuşlarıve fare gibi zararlıhayvanlarıavlayan, tavuk
    büyüklüğünde bir kuş(Milvus migrans).
    * Toy, tecrübesiz, acemi.
    çaylak fırtınası* Kış başlarında olan fırtına.
    çaylakça* Çaylağa yakışır (biçimde).
    çaylaklık* Toyluk, tecrübesizlik, acemilik.
    çaylı* İçinde çay bulunan.
    çaylıkek* İçine çay karıştırılarak yapılan kek.
    çaylık* Çay ağaççıklarının yetiştiği yer.
    * Çay için kullanılan.
    çe* Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümsüz, katışık, diş-dişeti ünsüzünü gösterir.
    çe* Türk alfabesinin dördüncü harfinin adı.
    çebiç* Bir yaşında keçi yavrusu.
    çecik* Madenî kulp, halka, çivi.
    çeç* Tahıl yığını.
    * Tahıl elenen kalbur.
    çeçe* İki kanatlılardan, insana uyku hastalığı aşılayan, sinekten büyük bir cins Güney Afrika böceği (Glossina).
    Çeçen* Kafkasya’nın kuzeydoğusundaki Çeçen Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk veya bu halkın soyundan olan
    (kimse).
    Çeçence* Çeçen dili.
    çedene* Bkz. çetene.
    çedik* Mesh üzerine giyilen sarıpabuç.
    * Terlik.
    çeğmel* Yay veya çengel biçiminde bükülmüşolan.
    çeğmellenme* Çeğmellenmek işi.
    çeğmellenmek* Yay veya çengel biçimini almak veya girmek.
    çehre* Yüz, sima.
    * Görünüş.
    * Somurtkanlık.
    çehre almak* tavır takınmak.
    çehre etmek* surat etmek.
    çehre züğürdü* Yüzü çirkin.
    çehrece* Çehre bakımından.
    çehreli* Çehresi olan.
    çehresi bozulmak* yüzü, tavırlarıdüşmek.
    Çek* Slavların batıkolundan olan bir ulus veya bu ulusun soyundan gelen kimse.
    * Çek halkına özgü olan.
    çek* Bir kimsenin, bankadaki parasının dilediği kimseye ödenmesi için bankaya gönderdiği yazılı belge.
    çek arabanı(veya yalnız çek!)* git buradan!.
    çek valf* Depodaki suyun kaçmasınıönlemek için kullanılan araç.
    * İçinden gaz akışının geçmesine bir yönde izin veren, ters yönde gaz akışını otomatik olarak kapayan ve
    durduran vana.
    çek vana* Çek valf.
    çekap* Tam bakım.
    çekberi* Harman yerinde yığınlarıçekmeye yarayan alet, gelberi.
    Çekçe* Çek dili.
    çekçek* Dört tekerlekli el arabası.
    çekeceği olmak* başına sıkıntılıçok işgelecek olmak.
    çekecek* Ayakkabı ile topuk arasına sokularak, ayağın ayakkabıya kolay girmesini sağlayan, maden, boynuz ve plâstik
    maddeden yapılmışalet.
    çekek* Kayık, mavna ve küçük gemilerin karaya çekildikleri yer.
    çekel* Küçük çapa.
    * Üvendirenin alt ucunda bulunan, pulluğa yapışan toprağıayırmaya yarayan demir bölüm.
    çekeleme* Çekelemek işi veya durumu.
    çekelemek* Tekrar tekrar çekmek.
    çekelez* Sincap.
    çekem* Yeşil yapraklı, dikensi, ateşe atıldığında çatırdayarak yanan bir bitki.
    çekememe* Çekememe işi veya durumu.
    çekememek* Çekmek işini yapamamak.
    * Katlanamamak.
    * Kıskanarak hoşgörmemek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 19

    çekememezlik * Çekememe durumu veya çekememekten, kıskançlıktan doğan davranış.
    çekemez * Kıskanç.
    çekemezlik * Bkz. çekememezlik.
    çeker * Bir tartma aletinin kaldırabildiği ağırlık miktarı.
    * Çekici araç.
    çeki * Tartı.
    * İki yüz elli kiloya eşit olan, odun, kireç gibi ağır ve kaba şeyleri tartmakta kullanılan bir ağırlık ölçüsü.
    * Kadınların başlarına bağladıklarıörtü.
    * Bkz. çeki düzen.
    * Üzüntü, sıkıntı.
    çeki düzen * Düzenlilik, özen, itina, intizam, ihtimam.
    çeki düzen vermek * düzgün duruma getirmek, düzeltmek, düzenlemek.
    çeki taşı gibi * ağır ve kımıldamaz.
    çekici * Çekme işini yapan.
    * Kendisi için eğilim uyandıran, alımlı, cazibeli, cazip.
    * Kurtarma aracı.
    çekicilik * Çekici olma durumu, cazibe.
    * Çekme gücü.
    çekiç * Çivi çakmak, madenleri dövmek gibi işlerde kullanılan ve bir sapla dövecek bir maden bölümden yapılmış
    araç.
    * Yaklaşık 1.20 m uzunluğundaki madenî tele bağlıve ağırlığı7.257 kg olan gülle.
    çekiç atma * Çekicin en uzağa atılmasıtemeline dayanan atletizm dalı.
    çekiç kemiği * Orta kulaktaki dört küçük kemikten biri.
    çekiç makinesi * Ayakkabı imalâtında taban köşelerinin burun kısımlarını incelten ve köseleleri döverek düzelten bir
    makine.
    çekiçhane * Demir fabrikalarında makine ile çalışan çok ağır çekiçlerin bulunduğu yer.
    çekiçleme * Çekiçlemek işi.
    çekiçlemek * Çekiçle dövmek.
    çekik * Yanlara doğru çekilerek gerilmişgibi olan.
    * İçeriye doğru kaçmış, batık.
    çekikçe * Çekiğe yakın, biraz çekik.
    çekiliş * Çekilme işi.
    çekilme * Çekilme işi.
    * Bir görevden, bir işten kendi isteği ile ayrılma, istifa.
    * Yerin yükselmesiyle bu yeri örten deniz sularının gerilemesi, basma karşıtı.
    * Savaşta, bir ordunun veya bir birliğin düşmandan ayrılmak için yaptığıdavranış, ricat.
    * Bir boksörün veya güreşçinin herhangi bir sebeple karşılaşmayı bırakması.
    çekilmek * Çekme işi yapılmak.
    * Kendini geriye veya bir yana çekmek.
    * Bir işten bir görevden kendi isteğiyle ayrılmak, istifa etmek.
    * Azalmak veya yok olmak.
    * Bir yere, bir duruma geçmek.
    * Bir yerden uzaklaşmak, bir yere uğramamak.
    * Gerilemek, geri gitmek, ricat etmek.
    * Katılmamak, vazgeçmek.
    * Katlanmak, üstlenmek, tahammül etmek.
    çekim * Çekmek işi.
    * Herhangi bir cismin, başka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe.
    * Fiillerin çeşitli zaman, kişi ve kiplere, isimlerin de isim hallerine göre uğradıklarıdeğişiklikler, tasrif.
    * Alıcının sürekli olarak bir kez çalıştırılmasıyla elde edilen film parçası, plân.
    çekim ekleri * Fiil, isim kök veya gövdelerine gelerek bağlı olduklarıkelime gruplarına göre kelimeler arasında durum
    (hâl) iyelik, çokluk, zaman, şahıs ilişkisi kuran birimler: ev-e, ev-im, ev-ler, gel-di, gel-di-m, gel-di-ler gibi.
    çekimci * Yapımcı.
    * Kameraman.
    çekimleme * Çekimlemek işi.
    çekimlemek * (bir cismi) Genel çekim yasasına göre başka bir cismi çekmek.
    çekimli * Çekimi olan.
    * Çekim ekleri alabilen.
    çekimli fiil * Kip zaman ve kişi eklerini almışfiil.
    çekimölçer * Çekim kuvvetlerini ölçmeye yarayan araç.
    * Yer yer değişen yer çekiminin tam ve gerçek değerini dikey olarak belirlemeye yarayan araç, gravimetre.
    çekimsenme * Çekimsenmek işi.
    çekimsenmek * Bir şeyi yapmaktan geri durmak, kaçınmak, el çekmek, istinkâf etmek.
    çekimser * Oy vermekten, eğilim göstermekten veya bir şey yapmaktan kaçınan, müstenkif.
    çekimserlik * Çekimser davranma durumu.
    çekimsiz * Çekimi olmayan.
    * Cins, sayı, kişi belirtmeden bütün durumlarda değişmeyen kelimeler.
    çekimsizlik * Çekimsiz olma durumu.
    çekince * Herhangi bir konuda ileriyi düşünerek çekinmeyi gerektiren sebep veya durum, rezerv, ihtiraz.
    çekince koymak * çekindiğini, sakındığını belirtmek.
    çekine çekine * Çekinerek.
    çekingen * Her şeyden çekinme huyu olan, ürkek, sıkılgan, muhteriz.
    çekingen davranmak * ürkekçe davranışlarda bulunmak.
    çekingence * Çekingene yakışır (biçimde), ürkekçe.
    çekingenleşme * Çekingenleşmek işi.
    çekingenleşmek * Çekingen duruma gelmek.
    çekingenlik * Çekingen olma durumu.
    çekinik * Birkaç kuşak sonra ortaya çıkan ve o zamana kadar aradaki döllerde gizli kalan soya çekim nitelikleri için
    kullanılır, resesif.
    çekinilme * Çekinilmek işi.
    çekinilmek * Çekinmek işine konu olmak.
    çekiniş * Çekinmek işi veya biçimi.
    çekinme * Çekinmek işi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 20

    çekinmek* Saygı, korku, utanma gibi duygularla bir şeyi yapmak istememek, kaçınmak.
    * Bir şey sürünmek.
    çekinti* Duraksama, kararsızlık, tereddüt.
    çekip almak* uzaklaştırmak, meşguliyetine son vermek, koparmak.
    çekip çevirmek* hâle yola koymak, yönetmek.
    çekip gitmek* bırakıp gitmek, ayrılmak, savuşmak.
    çekirdecik* Hücre çekirdeğinin içinde tek veya birden çok bulunan yuvarlak cisim.
    çekirdek* Etli meyvelerin içinde bir veya birden çok bulunan, çoğu sert bir kabukla kaplıtohum.
    * Yenmek için satılan kabak veya ayçiçeği çekirdeği.
    * Bir hücrenin merkezini oluşturan cisimcik.
    * Atom çekirdeği.
    * Kuyumculukta kullanılan ve beşsantigrama eşit olan ağırlık ölçüsü.
    * Bir şeyin temelini oluşturan öz, nüve.
    * Ağaçlarda soyulmayan bölüm.
    çekirdek aile* Anne, baba ve henüz evlenmemişçocuklardan oluşan aile.
    çekirdek kahve* Çekilmemişveya dövülmemişkahve.
    çekirdekçi* Çekirdek satan kimse.
    çekirdekçilik* Çekirdek satma işi.
    çekirdeklenme* Çekirdeklenmek işi.
    çekirdeklenmek* Çekirdek bağlamak.
    çekirdekli* Çekirdeği olan, içinde çekirdeği bulunan.
    çekirdeksel* Atom çekirdeği ile ilgili, nükleer.
    çekirdeksiz* Çekirdeği olmayan, içinde çekirdeği bulunmayan.
    çekirdekten yetişme* herhangi bir işte, meslekte, küçük yaştan başlayarak yetişmişolan.
    çekirge* Düz kanatlılardan, uzun olan art bacaklarına dayanarak uzağa sıçrayabilen, birçok türleri olan böcek
    (Acridium).
    çekirge kuşu* Sığırcık (Sturnus vulgaris).
    çekirge ötleğeni* Orta Asya ve Avrupa içlerinde yaşayan ötücü bir kuş.
    çekirge şalvar* Paçalarıçok dar, bacak bölümü genişolarak dikilmişşalvar.
    çekiş* Çekmek işi veya biçimi.
    * Bir motorun çekme gücü.
    * Ağız kavgası.
    çekişe çekişe pazarlık (etmek)* (alıcı) bir malıucuz almak için titizce pazarlık (etmek).
    çekişken* Çekişmeyi seven, kavgacı(kimse).
    çekişli* Çekme gücünü ön tekerleklerden alan araç.
    çekişme* Çekişmek işi.
    çekişmek* İki yönünden karşılıklıçekmek.
    * Bir şeyi birbirine karşıçekmek.
    * (ad çekme, niyet, kâğıt için) Aralarında çekmek.
    * Ağız kavgasıetmek.
    * Çaba, gayret harcamak.
    çekişmeli* Çekişmeye yol açan.
    * Sert, çetin, zorlu.
    çekişmesiz* Çekişmeye yol açmayan.
    çekişte* Tuzla terbiye edilmişyeşil zeytin.
    çekiştirici* Çekiştirmek işini yapan (kimse).
    * Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp döken (kimse).
    çekiştiricilik* Çekiştiricinin işi.
    çekiştirme* Çekiştirmek işi.
    çekiştirmek* Uçlarında tutarak ayrıyönlere doğru çekmek.
    * Tekrar tekrar çekerek koparmak.
    * Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadıya sayıp dökmek.
    çekiver kuyruğunu* artık ondan hayır bekleme.
    çekiye gelmek* düzene uymak.
    çekiye gelmez* ölçüsüz derecede çok veya büyük.
    * düzeltilemez, düzene sokulamaz.
    çekkin* Elini eteğini çekmiş, ilgisiz.
    çekme* Çekmek işi.
    * Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekmece.
    * Yüksekteki ince dallarıçekip kesmeye yarar, ay biçiminde, uzun saplı, ağzıtırtıklı bıçak.
    * Düzgün biçimli.
    * Çekilerek giyilen veya kullanılan.
    * Parmak veya mızrapla çalınan çalgı.
    * Ağacın yapısındaki nem oranının azalmasısonucu boyutlarının küçülmesi.
    * İşyaparken giyilen bir tür şalvar.
    * Vücut bölümlerinin bükücü kas gücü ile bir direnci kendisine yaklaştırması.
    çekme demir* Haddeden geçirilmişdemir.
    çekme kat* Apartmanda veya evlerde dört yanıteras olarak bırakılan en üst kat.
    çekmece* Masa, dolap gibi şeylerin dışarıya çekilen gözü, çekme.
    * İçinde mücevherat veya başka değerli şeyler saklanan küçük, süslü sandık.
    * Gemilerin barınabilecekleri koy.
    çekmeceli* Çekmecesi olan.
    çekmecesiz* Çekmecesi olmayan.
    çekmek* Bir şeyi tutup kendine veya başka bir yöne doğru yürütmek.
    * (taşıt için) Bırakmak, koymak.
    * Germek.
    * İçine almak.
    * Bir yerden başka bir yere taşımak.
    * Bir amaçla ortadan kaldırmak.
    * Solukla içine almak.
    * Üzerinde bulunan bir silâhla saldırmak için davranmak.
    * Atmak, vurmak.
    * (bir kimseyi veya bir şeyi) Geri almak.
    * (güç durumlara) Uğramak, dayanmak, katlanmak.
    * Yüklenmek, üzerine almak, etkisi altında bulunmak.
    * (tartıda) Ağırlığı olmak.
    * Döşemek.
    * Herhangi bir engel kurmak.
    * (ad çekme, niyet, piyango için) Şans denemek amacıyla hazırlanmışkâğıtlardan birini almak.
    * İmbik yardımı ile elde etmek.
    * Çizgi durumunda uzatmak.
    * Tıpkısınıyazmak veya çizmek.
    * (şişe, vantuz, sülük vb. için) Tedavi amacıyla uygulamak.
    * Bir yerden bir şeyi yukarıdoğru almak.
    * Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerinde tespit etmek.
    * Taşıma gücü olmak.
    * Öğütmek.
    * (protesto, poliçe, çek gibi şeyler için) Düzenleyip yürürlüğe koymak.
    * (dikkat, ilgi vb. için) Üzerine toplamak.
    * Hoşa gitmek, sarmak.
    * Kaçan ilmeği örmek.
    * Masrafınıkarşılamak.
    * Bir duyguyu içinde yaşatmak.
    * İçki içmek.
    * Yürütmek, sürmek.
    * (bir kimse) Ailesinden birine herhangi bir bakımdan benzemek.
    * (bir şeyin iç yüzünü anlamak amacıyla) Sıkıştırmak.
    * Herhangi bir anlama almak.
    * Örtmek, giymek.
    * Dişi hayvanıçiftleşmek için erkeğin yanına götürmek.
    * (yol, ay için) Sürmek.
    * Daralıp kısalmak.
    * Söylemek.
    * Asmak.
    * (boya, badana vb.) Sürmek.
    * Yollamak.
    * (bir şeyi) Emip dışarıya çıkarmak.
    çekmeli* Çekmesi veya çekişi olan.
    * Çekmecesi olan.
    çekmelik* Genellikle yemeni gibi giyeceklerde, ayağın daha rahat girmesi için topuk üzerinde bulunan uzun çıkıntı.
    Çekoslovak* Çekoslovakya’da yaşayan (kimse).
    Çekoslovakyalı* Çekoslovak halkından olan kimse.
    çektiri* Yelkenleri olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 21

    çektirici* Tekstil imalâtında dokunmuşmalzemeyi istenilen boy ve ene göre çektiren aracıçalıştıran işçi.
    çektiriş* Çektirmek işi veya biçimi.
    çektirme* Çektirmek işi.
    * Çektiri.
    * Büyük yelken kayığı.
    * Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolaplarının tablalarını birbirine tutturmak için metal veya plâstikten
    yapılmış bağlantıparçası.
    * Arabaların göbek bilyalarınıçıkarmak için kullanılan araç.
    çektirme ağı* Yan yana ilerleyen iki tekne tarafından çekilen genişağızlı büyük balık ağı.
    çektirmek* Çekmek işini yaptırmak.
    * Birinin sıkıntıçekmesine, onulmaz duruma gelmesine yol açmak.
    çekül* Ucuna küçük bir ağırlık bağlanmışiple oluşturulan, yer çekiminin doğrultusunu belirtmek için sarkıtılarak
    kullanılan bir araç, şakul.
    çekyat* Gerektiğinde açılıp yatak hâline getirilebilen koltuk, kanepe.
    çelebi* Görgülü, terbiyeli, olgun (kimse).
    * Bay.
    * Bektaşî ve Mevlevî pirlerinin en büyüklerine verilen unvan.
    * Hristiyan tüccar.
    çelebice* Çelebiye yakışır (biçimde), çelebi gibi.
    çelebilik* Çelebi olma durumu veya çelebice davranış.
    çelek* Boynuzu kırık veya eğri hayvan.
    çelen* Ev saçağı.
    çelenç* Sporda rekor kıranlar arasında elden ele geçen kupa ve bu kupayıkazanmak için yapılan yarışma.
    çelenk* Çiçek, dal ve yapraklarla yapılmışhalka.
    * Kadınların başlarına taktıklarımücevher veya madenden yapılmışsorguç.
    çelenk koymak* bir kimseyi anmak için mezarına veya anıtına çelenk bırakmak.
    çelgi* Alna bağlanan yazma yemeni.
    çeliğe su vermek* çeliği hızla soğutarak özel bir şekilde daha çok sertleşmesini sağlamak.
    çelik* Su verilerek çok sert ve esnek bir duruma getirilebilen, birleşiminde az miktarda karbon bulunan demir ve
    karbon alaşımı, pulat.
    * Çelikten yapılmış.
    çelik* Kısa kesilmişdal.
    * Kök salmak amacıyla yere dikilen dal.
    * Çocukların çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldırdıkları, iki tarafısivri, kısa değnek.
    * Gemilerde, üzerine halat veya ip geçirip tutturmaya yarayan ağaç veya metalden yapılmışkısa değnek.
    * Bir ağacıaşılamak amacıyla hazırlanmışdal.
    çelik başlık* Hafif piyade silâhlarının, havan ve top mermi parçalarının etkilerine karşı başıkorumak için giyilen özel
    başlık.
    çelik çember* Balya, eşya, yük vb. sarılıp ambalâjlanmasında kullanılan dar, çelik şerit.
    çelik çomak* Çocukların, çomakla çeliğe vurarak oynadıkları oyun.
    çelik gibi* zayıf, fakat güçlü (vücut).
    çelik halat* Çelikten yapılan, asma köprü ayaklarını birbirine bağlayan, tral ağınıdenizde çekmeye yarayan halat.
    çelik kalemi* Her türlü metal, tahta ve taşlarıkesme, oyma ve yontma işlerinde çekiçle vurarak kullanılan, çelikten
    yapılmış, keskin uçlu alet.
    çelik kapı* Ana çevresi çelikten, yüzeyi ahşaptan yapılan dışkapı.
    çelik kasa* Kıymetli eşyayıve parayımuhafaza etmek için çelikten yapılan kasa.
    çelik macunu* Yağ, vernik, dolgu ve renk gereçlerinden hazırlanan boya astarı.
    çelik metre* Üzerinde ölçü birimleri işaretlenmişküçük bir kutuya girebilen, ince çelik metalden yapılmışölçme aracı.
    çelik pamuğu* Verniklenmişyüzeyleri düzeltmeye veya matlaştırmaya yarayan uzun ve keskin kenarlıçelik tel tomarı.
    çelik yelek* Özel alaşım ve maddelerle kurşun geçirmeyecek biçimde yapılmışüst giysisi.
    çelikhane* Çelik elde edilen fabrika.
    çelikleme* Çelik dikerek ağaç yetiştirme.
    çeliklemek* Çelik dikerek ağaç yetiştirmek.
    çelikleşme* Çelikleşmek işi.
    çelikleşmek* Çelik durumuna gelmek.
    * Çelik gibi sağlam olmak.
    çelikleştirme* Çelikleştirmek işi.
    çelikleştirmek* Çelik durumuna getirmek.
    * Güçlendirmek, güç kazandırmak.
    çelikli* Çeliği olan, çelik içeren veya çelikle kaplı.
    çeliksi* Çeliğe benzeyen, çeliği andıran.
    çelim* Güç, kuvvet.
    çelimli* Güçlü.
    çelimsiz* Güçsüz, nahif.
    çelimsizlik* Çelimsiz olma durumu.
    çelişik* Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız.
    çelişiklik* Çelişik olma durumu.
    çelişiklik ilkesi* İki çelişik önermenin hem doğru hem yanlışolamayacağı ilkesi.
    çelişken* Çelişik.
    çelişki* Çelişme, tenakuz.
    çelişkili* Çelişme durumunda olan, çelişmeli, mütenakız.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 22

    çelişkisiz* Çelişme durumunda olmayan, çelişmesiz.
    çelişme* Birbirine ters olma, birbirini tutmama.
    * Önerme, yargı, kavram ve terimlerin birbirini tutmama durumu.
    çelişmek* (düşünce ve davranış) Birbirini tutmamak, birbirlerine ters düşmek, mütenakız olmak.
    çelişmeli* Çelişik, çelişkili.
    çelişmesiz* Çelişiği olmayan, çelişkisiz.
    çelişmezlik* İçinde çelişme yaratmayan kuram.
    çelişmezlik ilkesi* Çelişik önermeleri özünde bulundurmayan ve yasaklayan kuram.
    çello* Viyolonselin kısaltılmışadı.
    çelme* Çelmek işi.
    * Birini yere düşürmek için ayağının önüne ayak uzatmak.
    * Arkadan hafifçe bağlanan başörtüsü.
    çelme atmak (veya takmak)* çelme ile yıkmaya çalışmak.
    * bir işi veya bir kimseyi baltalamak, gelişmesini engellemek.
    çelmece* Aklınıkarıştıracak biçimde.
    çelmek* Düşürmek.
    * Yolundan çevirmek, engel olmak, engellemek.
    * (örtü vb. bir şey) Örtünüp iki ucunu bağlamak.
    * Bir şeyin kenarınıverev veya çapraz kesmek, çalmak.
    * Dua okumak, zikretmek.
    * (düşünce ve davranışiçin) Birbirini tutmamak, birbirine ters düşmek.
    * Topa gidişyönünü değiştirecek biçimde vurmak.
    çelmeleme* Çelmelemek işi.
    çelmelemek* Çelme takmak.
    çelmelenme* Çelmelenmek işi.
    çelmelenmek* Çelme takılmak.
    * (bir işveya kimse) Engellenmek, baltalanmak.
    çelmeleyiş* Çelmelemek işi veya biçimi.
    çelmik* Buğday ve başakla karışık iri saman.
    çeltek* Çoban yamağı, yardımcı, uşak.
    çeltik* Kabuğu ayıklanmamışpirinç.
    çeltik kargası* Bkz. kara leylek.
    çeltik tarlası* Pirinç yetiştirilen sulak tarla.
    çeltikçi* Çeltik yetiştiricisi.
    çeltikçilik* Çeltik yetiştirme işi.
    çeltikli* İçinde çeltik olan.
    çeltiklik* Çeltik ekmeye veya üretmeye elverişli yer.
    çem* Yeşilliği bol olan yer.
    çembalo* Klâvsen.
    çember* Merkez denilen sabit bir noktadan aynıuzaklık ve düzlemdeki noktalar kümesinin oluşturduğu kapalıeğri.
    * Bu biçime getirilmişkatıcisimlerin çevresi.
    * Çocukların oynamak için çevirip arkasından koştuklarıtekerlek biçiminde oyuncak.
    * Sandık, denk, fıçıvb. nin dağılmaması için üzerlerine geçirilen dayanıklı bir cisimden kuşak.
    * Büyük yazma yemeni.
    * Aşılması, çözümü güç durum.
    * Basketbolda içinden topun geçmesiyle sayıkazanılan ağlıdemir halka.
    çember çevirmek* (çocuk) çemberi döndürmek.
    çember geçirmek* çemberle kuşatmak.
    çember içine almak (veya çembere almak)* kuşatmak.
    çember kayık* Arka tarafıyuvarlak kayık.
    çember makası* Karyola ve somya imalâtında kullanılacak olan çelik çemberleri kesmeye yarayan araç.
    çember sakal* Yuvarlak bir biçimde kesilmişsakal.
    çemberden dönmek* başarıya ulaşmak üzere iken olumsuz bir sonuçla karşılaşmak.
    çemberi yarmak* kuşatmadan, bir veya birkaç noktayı geçerek kurtulmak.
    çemberleme* Çemberlemek işi.
    çemberlemek* Çemberle kuşatmak.
    çemberlenme* Çemberlenmek işi.
    çemberlenmek* Çemberle kuşatılmak.
    * Çember durumuna gelmek.
    çemberletme* Çemberletmek işi.
    çemberletmek* Çemberlenmesini sağlamak.
    çemberli* Çemberi olan.
    * Çember geçirilmişolan.
    çembersel bölge* Çember ve çemberin içindeki noktaların meydana getirdiği düz yüzey.
    çembersiz* Çemberi olmayan.
    * Çember geçirilmemişolan.
    çemçe* Çömçe.
    çemen* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun kokulu tohumu (Cuminum cyminum).
    * Bu tohumu un durumuna getirip sarımsak, kırmızı biberle karıştırarak yapılan, pastırma üzerine sürülen
    macun.
    çemenleme* Çemenlemek işi.
    çemenlemek* Çemen sürmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 23

    çemenli* Çemeni olan veya çemen sürülmüşolan.
    çemiç* Dut veya üzüm kurusu.
    çemkiriş* Çemkirmek işi veya biçimi.
    çemkirme* Çemkirmek işi.
    çemkirmek* (birine) Karşı gelmek, sert cevap vermek.
    * Köpek kesik kesik havlamak.
    çemrek* Kollarıve bacaklarısıvanmış(kimse).
    çemreme* Çemremek işi.
    çemremek* Kolunu veya paçalarınısıvamak, eteğini toplamak.
    çemrenme* Çemrenmek işi.
    çemrenmek* Kendi kol, etek veya paçalarını çemremek.
    * Bir işe girişmek için hazırlanmak, paçalarısıvamak.
    çençen* Geveze.
    çene* Omurgalılardan kemik veya kıkırdak ile desteklenen, altlıüstlü dişleri taşıyan ve ağzın açılıp kapanmasını
    sağlayan parça.
    * Omurgasız hayvanlarda buna benzeyen yapı.
    * Mengene veya kerpeten gibi araçların eşyayısıkıştıran karşılıklı iki parçasından her biri.
    * Çok konuşma huyu.
    * Köşe.
    çene çalmak* gevezelik etmek.
    çene çukuru* Alt çenenin ucundaki çukur.
    çene kavafı* Geveze.
    çene yarışı* Durmadan karşılıklıkonuşmak.
    çene yarıştırma* karşılıklı gevezelik etme, karşılıklıçene çalma.
    * Bkz. söz göstergesi.
    çene yarıştırmak* karşılıklı gevezelik etmek, karşılıklıçene çalmak.
    çene yormak* boşuna söyleyip durmak.
    çenebaz* Çok konuşan, çenesi kuvvetli, çeneli.
    çenebazlık* Çenebaz olma durumu.
    çenek* Tohumda embriyonu kaplayan etli bölüm.
    * Kuşların gagasını oluşturan alt ve üst bölümlerden her biri.
    * Böceklerde ağzın iki yanında bulunan parçalayıcısert organ.
    çenekli* Çeneği olan.
    çeneksiz* Çeneği olmayan ve çenekleri iyi görülemeyen.
    çeneleşme* Çeneleşmek işi.
    çeneleşmek* Karşılıklı olarak konuşmak.
    çeneli* Çenesi olan.
    * Çok konuşan.
    çenen tutulsun* (şom ağızlılara) “söyleyemez ol! anlamında beddua olarak kullanılır.
    çenesi açılmak* durmadan konuşmak, gevezelik etmek.
    çenesi atmak* (can çekişirken) çenesi titremek.
    çenesi durmamak* gereksiz yere sürekli konuşmak.
    çenesi düşmek* yerli yersiz konuşup gevezelik etmek.
    çenesi düşük* Çok gereksiz şeyler konuşan, boş boğaz, geveze.
    çenesi kitlenmek* alt ve üst çene sımsıkı bir durumda bir araya gelmek.
    çenesi kuvvetli* Kolay ve etkili söz söylemekten yorulmayan.
    çenesi oynamak* bir şey yemekte bulunmak.
    çenesini açtırmak* söz fırsatıvermek.
    çenesini bağlamak* ölen bir kimsenin çenesi altından geçirilen tülbendi başının üstünde düğümlemek.
    * bir kimsenin ölümünü istemek.
    çenesini bıçak açmamak* sıkıntıve üzüntüden konuşmamak.
    çenesini dağıtmak* çok güçlü bir yumrukla çenesine vurmak.
    çenesini kapatmak* susturmak.
    çenesini tutmak* bildiğini, düşündüğünü söylememek veya konuşmaktan vazgeçmek.
    çenesinin bağıçözülmek* gevezelik etmek, yerli yersiz, durmadan konuşmak.
    çenesiz* Çenesi olmayan.
    * Yerinde ve düzgün konuşmasını bilmeyen.
    çenet* Açıldığında tohumların ortaya çıktığıkabuk.
    * İstiridye gibi iki çeneli yumuşakçalarda, kolsu ayaklılarda kavkının iki parçasından her biri.
    çenetli* İki veya daha çok çeneti bulunan.
    çeneye kuvvet* konuşma gücüyle, durmadan konuşup söyleyerek.
    çeng* Eski bir Türk sazı.
    çengel* Bir yere takılmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir.
    * Basketbolda çembere yan durarak tek elle başüzerinden geçirilerek atılan şut, çengel atış.
    çengel atış* Çengel.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 13

    çarpıkça* Biraz çarpık.
    çarpıklaşma* Çarpıklaşmak işi.
    çarpıklaşmak* Çarpık duruma gelmek.
    çarpıklaştırma* Çarpıklaştırmak işi.
    çarpıklaştırmak* Çarpık duruma getirmek.
    çarpıklık* Çarpık olma durumu, eğrilik.
    çarpılan* Bir çarpma işleminde tekrarlanan sayı.
    çarpılı* Çarpı işareti konmuş.
    * Bir tür olta iğnesi.
    çarpılış* Çarpılmak işi veya biçimi.
    çarpılma* Çarpılmak işi.
    * Çarpık duruma gelme.
    çarpılmak* Çarpmak işine konu olmak.
    * Çarpık duruma gelmek.
    * Alınıp gücenmek.
    * Çekiciliğine kapılmak.
    çarpım* Çarpma işleminin sonucu olan sayı.
    çarpım cetveli* Bkz. çarpım tablosu.
    çarpım tablosu* Birbiriyle çarpılan sayıların (çoğu 1’den 9’a kadar) çarpımlarını gösteren çizelge, kerrat cetveli.
    çarpınma* Çarpınmak işi.
    çarpınmak* Çırpınmak.
    çarpıntı* (kalp için) Hızlıve sık vurma.
    çarpıntılı* Heyecanlı, telâşlı.
    çarpıntısıtutmak* heyecen, korku veya üzüntüden çarpıntınöbeti gelmek.
    çarpıntısız* Çarpıntısı olmayan.
    çarpış* Çarpmak işi veya biçimi.
    çarpışılma* Çarpışılmak işi veya biçimi.
    çarpışılmak* Çarpışmak işi yapılmak.
    çarpışma* Çarpışmak işi, müsademe, sadme.
    * Öncülerin veya küçük birliklerin yaptıklarıküçük savaşma.
    çarpışmak* Birbirine çarpmak, tokuşmak.
    * Vuruşmak.
    * Birbirine üstün gelmeye çalışmak.
    çarpıştırma* Çarpıştırmak işini yapmak.
    çarpıştırmak* Çarpışmak işini yaptırmak.
    çarpıtılma* Çarpıtılmak işi veya biçimi.
    çarpıtılmak* Çarpıtmak işi yapılmak.
    çarpıtma* Çarpıtmak işi.
    çarpıtmak* Çarpık duruma getirmek.
    * Gerçek anlamdan saptırmak.
    * Yanlışa ve kötü duruma götürmek.
    çarpma* Çarpmak işi.
    * Çarpmak işlemi, darp, zarp.
    * Alaturka müzikte temel notaların arasına sıkıştırılmışve usulü bozmayan, tek perdelik küçük fazlalık.
    * Kuyu çengeli biçiminde beşkollu büyük olta iğnesi.
    * Çırpılarak yapılan (şey).
    çarpma işareti* Çarpmak işleminin yapılmasınısağlayan x işareti.
    çarpma kapı* Tek veya çift kanatlı olan, özel menteşesi yardımı ile içe ve dışa doğru açılabilen kapıtürü.
    çarpmak* Hızla değmek, vurmak.
    * Etkisiyle birdenbire hasta etmek.
    * Varlığına inanılan bir gücün öfkesine uğramak.
    * El çabukluğu ile çalmak.
    * Kurnazlıkla, zorla ele geçirmek.
    * Hızlıatmak.
    * Hızla bir yere vurmak.
    * Biri çarpılan, öbürü çarpan denilen iki sayıverildiğinde, çarpanıçarpılandaki birim kadar çoğaltarak çarpım
    adıverilen bir üçüncü sayıyıelde etmek, zarp etmek.
    * Çekiciliğiyle etkilemek, şaşırtmak.
    çarptırış* Çarptırmak işi veya biçimi.
    çarptırma* Çarptırmak işi.
    çarptırmak* Çarpma işini yaptırmak veya çarpmasına yol açmak.
    * Yankesiciye kaptırmak.
    çarşaf* Yatağın üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü.
    * Eskiden kadınların kullandığıve baştan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi.
    çarşaf çarşaf* Olabildiğince uzun, uzun uzun.
    çarşaf gibi* (deniz, göl, su için) dalgasız, dümdüz ve durgun.
    çarşaf kadar* (eni boyu küçük olması gereken şeyler için) pek büyük, çok geniş.
    çarşafa dolanmak* bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak, çarşaflamak.
    çarşafa girmek* (eskiden, yeni yetişen kız için) çarşaf giymeye başlamak.
    çarşafçı* Çarşaf yapan veya satan kimse.
    çarşafçılık* Çarşaf yapma sanatıveya çarşaf satma işi.
    çarşaflama* Çarşaflamak işi.
    çarşaflamak* Yorganıçarşafla kaplamak.
    * Kötü ve başarısız duruma düşmek, çarşafa dolanmak.
    çarşaflanma* Çarşaflanmak işi.
    çarşaflanmak* Çarşaflama işine konu olmak.
    * Çarşaf giymek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 14

    çarşaflatma* Çarşaflatmak işi.
    çarşaflatmak* Çarşaflamak işini yaptırmak.
    çarşaflı* Üzerinde çarşaf olan.
    * Çarşaf giymişolan (kimse).
    çarşaflık* Çarşaf yapmaya elverişli olan (kumaş).
    çarşafsız* Üzerinde çarşaf olmayan.
    * Çarşaf giymemişolan.
    çarşafsızlık* Çarşafsız olma durumu.
    çarşamba* Haftanın dördüncü günü, salı ile perşembe arasında bulunan gün.
    çarşamba karısı* Saçı başıkarmakarışık, üstü başıözensiz kadın.
    * Al karısı.
    çarşamba pazarı* Herşey karmakarışık ortada olan yer.
    çarşamba pazarına çevirmek* özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.
    çarşı* Dükkânların bulunduğu alışverişyeri.
    çarşıağası* Çarşıyıve esnafı düzen altında tutmakla görevli kimse.
    çarşıekmeği* Has undan çarşıda yapılan ve satın alınan ekmek türü.
    çarşıve pazar dolaşmak (veya gezmek)* alışverişedinilen her yeri dolaşmak (gezmek).
    çarşılı* Çarşıesnafı.
    çartır* Dolmuşuçak.
    çasar* Viyana’da oturan Alman imparatoruna verilen unvan.
    çaşıt* Casus.
    * Ara bozmak amacıyla söz taşıyan kimse.
    çaşıtlama* Çaşıtlamak işi veya durumu.
    çaşıtlamak* Casusluk yapmak.
    çaşıtlık* Çaşıt olma durumu, casusluk.
    çat* Sert bir şeyin kırılırken çıkardığıses.
    çat* İki yolun veya iki derenin birleştiği yer, kavşak.
    çat etmek* çat diye ses çıkarmak.
    çat kapı* beklenmedik bir zamanda kapıyıçalarak.
    çat orada çat burada çat kapıarkasında* çok yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatır.
    çat pat* Biraz, yarım yamalak.
    * Ara sıra.
    * Uygunsuz zamanlarda, vakitli vakitsiz.
    çatak* İki dağyamacının kesişmesi ile oluşmuşdere yatağı.
    * Yapışık, ikiz (meyve).
    * Kavgacı.
    çatak bayrak* Yeniçerilerin yarısısarı, yarısıkırmızırenkteki bayrağı.
    çatal* İki veya daha çok kola ayrılan değnek.
    * Yol, ağaç gibi, kollara ayrılan şeylerin ayrılma yeri.
    * Dallı olan şeylerin her kolu.
    * Yemek yerken kullanılan iki, üç veya dört uzun dişli çoğunlukla metal araç.
    * Dirgen.
    * Ucu kollara ayrılmış.
    * İki taraflı.
    * İki anlamlı, iki türlü anlaşılabilir.
    * Bir tür olta iğnesi.
    çatal ağız* Bir ırmağın denize kavuştuğu yerde lığların birikmesiyle oluşan üçgen biçimli ova, delta.
    çatal aşı* Yeşil mercimek, kuru barbunya, dövme soğan, tereyağıve baharat kullanılarak hazırlanan bir çorba türü.
    çatal ayak* Ateşli bir silâhın namlusuna destek olan, genellikle ters V biçiminde yere kurulan iki ayaklıparça.
    çatal bel* Bahçeyi bellemeye yarayan ucu çatallıve saplıalet.
    çatal bıçak takımı* Sofra için gerekli olan çatal, kaşık, bıçak ve diğer servis araçlarının tümü.
    çatal çivi* Elektrik ve telefon kablolarınısüpürgeliğe, kapıveya pencere pervazı gibi ahşap yüzeylere tutturmakta
    kullanılan, iki ucu sivri, U biçiminde özel çivi.
    çatal don* Paçalarıkısa, diz üstünde kalan don.
    çatal görmek* net görememek, bir şeyi iki görmek. çatal matal kaç çatal üzerine atlanıp sırtına oturulacak gözleri kapalı
    kişinin, üzerinde oturanın tek veya çatal biçimde kaldırılmışçift parmağının kaç olduğunu bilmesi temeline dayanan
    bir çeşit birdir bir oyunu.
    çatal iğne* İki veya üç çengeli olan olta iğnesi.
    çatal kargı* Büyük balıklarızıpkınlayarak avlamakta kullanılan üç dişli, sivri uçlu araç.
    çatal kazık* Sonuçta ne olacağı belirsiz, karışık, karanlık ve şüpheli durum.
    çatal kundak* Açıldığızaman V biçiminde olan iki ayaklıtop kundağı.
    çatal kuyruk* Uzun ve ince gövdeli, ılık denizlerde yaşayan bir balık türü (Lepidopus caudatus).
    çatal sakal* Sakalı ortadan ikiye ayrılmış(kimse).
    çatal ses* İki perdeden çıkar gibi olan ve kulağıtırmalayan ses.
    çatal zıpkın* Çatal kargı.
    çatallanma* Çatallanmak işi.
    çatallanmak* Çatal gibi ikiye ayrılmak.
    çatallaşma* Çatallaşmak işi.
    çatallaşmak* İki veya daha çok ihtimal ortaya çıkarak anlaşılması güç bir duruma gelmek.