curnal | * Bkz. jurnal. |
curnata | * Bıldırcın sökünü. |
cuşiş | * Coşkunluk, coşma. |
-cü | * Bkz. -cı/ -ci. |
cübbe | * Hukukçuların, üniversitede belli bir aşamaya ulaşmış bilim adamlarının elbise üstüne giydikleri uzun, yanları geniş, düğmesiz giysi. |
cübbe gibi | * çok genişve uzun (giysi). |
cübbeci | * Cübbe yapan ve satan kimse. |
cübbeli | * Cübbe giymişolan. |
cüce | * Boyu, normalden çok daha kısa olan (kimse). * Gelişmemiş. |
cüceleşme | * Cüceleşmek durumu. |
cüceleşmek | * Cüce durumuna gelmek. |
cücelik | * Cüce olma durumu. |
cücük | * Filiz, tomurcuk. * Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv. * Kuşyavrusu. * Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü. * Bir şeyin küçüğü veya onu andıran bir parçası. |
cücüklenme | * Cücüklenmek işi. |
cücüklenmek | * Filizlenmek. |
cücükleşme | * Cücükleşmek durumu. |
cücükleşmek | * Filizlenme durumu almak. |
cüda | * (yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden) Ayrılmışolan, uzak kalmışolan. |
cüda etmek | * ayırmak. |
cühelâ | * Bilgisizler, cahiller. |
-cük | * Bkz. -cık /-cik. |
-cül | * Bkz. -cıl /-cil. |
cülûs | * Hükûmdarlık tahtına çıkma, tahta oturma. |
cülûsiye | * Hükümdarların cülûs törenlerinde dağıttığı bahşiş. * Şairlerin tahta çıkan padişah için yazdığışiir. |
cümbür cemaat | * Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat. |
cümbüş | * Eğlenti. * Maden gövdeli, tambura benzer bir saz. * Canlılık, coşku. |
cümbüşyapmak | * toplu hâlde eğlenmek. |
cümbüşçü | * Cümbüşçalan (kimse). |
cümbüşlü | * Eğlentili, hareketli. |
cümle | * Dizge, sistem. * Bir yargı bildirmek için tek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce. * Bütün, hep, herkes. |
cümle âlem | * Herkes. |
cümle bilgisi | * Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarıarasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar yapan, dil bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi. |
cümle kapısı | * Yapılarda ana kapı. |
cümlecik | * Önerme. * Küçük cümle. |
cümlenin ögeleri | * cümlenin kuruluşunda başlıca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem. |
cümlesi | * Hepsi. |
cümleten | * Hep birden. |
cümudiye | * Buzul. |
cünha | * Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç. |
cünun | * Delilik. |
cünüp | * Cinsel ilişkiden sonra, dinin buyurduğu biçimde henüz yıkanmadığı için temiz sayılmayan (kimse), cenabet. |
cünüplük | * Cünüp olma durumu. |
cüppe | * Bkz. cübbe. |
cür’et | * Yüreklilik, ataklık, cesaret. * Düşüncesizce, saygıyıaşan davranış. |
cür’et etmek | * ataklık etmek, yüreklilikle davranmak. |
cür’etkâr | * Atak, cür’etli. |
cür’etkârlık | * Cür’etkâr olma durumu. |
cür’etlenme | * Cür’etlenmek durumu. |
cür’etlenmek | * Cür’etli davranmak. |
cür’etli | * Cür’eti olan. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 26
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 27
cür’etsiz * Cür’eti olmayan. cürmümeşhut * Suçüstü. cürmümeşhut hâlinde * suçu işlerken, suç üstü yakalanmak. cüruf * Maden posası, demir boku, dışkı.
* Kaloriferlerden çıkan yanmışkömür artığı.cürüm * Suç.
* Yanlışlık, kusur veya hatadan doğan durum.cüsse * İnsan gövdesi. cüsseli * İri yapılı, iri gövdeli, iri yarı(insan). cüssesiz * İnce yapılı, ufak tefek, güçsüz. cüz * Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri.
* Kur’an`ın bölünmüşolduğu otuz parçadan her biri.
* Basılıeserlerin ayrı bir kapak içinde satışa çıkarılan bir veya birkaç formalık bölümü, fasikül.cüzam * Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalığı. cüzamlı * Cüzam hastalığına tutulmuşolan. cüzdan * Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğıt koymaya yarar küçük çanta.
* Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.cüz’î * Az, azıcık, pek az.
* Tikel.-ç * Küçültme eki. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 1
ç Ç * Türk alfabesinin dördüncü harfi. Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümsüz, katışık, diş- diş
eti ünsüzünü gösterir.ç ç * Türk alfabesinin dördüncü harfi. -ça / -çe * Bkz. -ca / -ce (I). -ça / -çe * Bkz. -ca / -ce (II). çaba * Herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalışma, ceht. çaba göstermek * bir işi başarmak için çalışmak, uğraşmak. çaba harcamak * bir işi yapabilmek için elden gelen bütün gücü kullanmak. çabalama * Çabalamak işi. çabalama kaptan ben gidemem * bu işi yapacak güçte değilim, zorlamanın yararıyok. çabalamak * Güç bir durumdan kurtulmaya uğraşmak.
* Bir işi başarmak için uğraşmak.çabalanma * Çabalanmak işi. çabalanmak * Çabalamak işi yapılmak. çabalayış * Çabalamak işi veya biçimi. çabucacık * Çabucak, sür’atle. çabucak * Çok çabuk, vakit geçirmeden, çabucacık, hızla, sür’atle.
* Kısa sürede ve kolaylıkla.çabuk * Alışılandan veya gösterilenden daha kısa bir zamanda, tez, yavaşkarşıtı.
* Hızlı.
* Acele et, oyalanma” anlamında.çabuk çabuk * Çabuk olarak, ivedilikle. çabuk ol (veya çabuk) * çabuk davran, çabuk işgör, oyalanma!. çabuk parlayan çabuk söner * olağan sayılmayacak kadar kısa bir zamanda olan bir gelişmenin sürekli olamayacağınıanlatır. çabukça * Çabucacık, oldukça çabuk. çabuklaşma * Çabuklaşmak işi. çabuklaşmak * Çabukluk kazanmak, hızlanmak. çabuklaştırılma * Çabuklaştırılmak işi. çabuklaştırılmak * Çabuklaşmak işi yaptırılmak. çabuklaştırma * Çabuklaştırmak işi, tacil. çabuklaştırmak * Bir işe çabukluk vermek, tesri etmek. çabukluk * Çabuk olma durumu hız, sür’at. çaça * (ticaret gemilerinde) Eski ve usta gemici.
* Genel ev işleten kadın, mama.çaça balığı * Hamsigillerden küçük bir balık (Clupea sprattus). çaçaça * Meksika’dan yayılmış, hareketli, modern bir dans. çaçaron * Karşısındakini susturacak biçimde ve çok konuşan, çenesi kuvvetli, geveze. çaçaronca * Çaçarona yakışır (bir biçimde). çaçaronluk * Çaçaron olma durumu veya çaçaronca davranış. çadır * Keçe, deri, kıl dokuma veya sık dokunmuşkalın bezden yapılarak direklerle tutturulan, taşınabilir barınak,
çerge, oba, otağ.
* Gölgelik olarak kullanılan tente veya şemsiye.çadır ağırşağı * Çadırın direk başlığı. çadır bezi * Pamuk veya ketenden dokunmuşkalın, sık bir tür bez. çadır çanağı * Çadır direğinin ucunda, çadır bezini tutmaya yarayan oyuk ağaç. çadır çatı * Orta noktadan başlayarak dört tarafa bakan yüzeyi bulunan ve kare piramit biçimindeki çatı. çadır çiçeği * Nilüfergillerden, Çin ve Amerika ırmaklarında yetişen, büyük yapraklı, pembe ve beyaz çiçekli bir bitki
(Euryaleferox).çadır devlet * Göçebe boy ve aşiretlerden oluşan devlet. çadır direği * Çadırın düzgün ve gergin kurularak çökmemesini sağlayan orta direk. çadır kurmak * çadırı içinde oturulabilecek bir duruma getirmek. çadır tiyatrosu * Oyunlarınıve diğer gösterilerini çok büyük bir çadır içinde halka sunan gezici tiyatro veya gösteri grubu. çadır uşağı * Maydanozgillerden, öz suyu hekimlikte kullanılan bir bitki (Dorema ammoniacum). çadır yıkmak * kurulu olan çadırlarısöküp toplamak. çadırcı * Çadır yapan veya satan kimse. çadırcılık * Çadır yapma veya satma işi. çadırlı * Çadırı olan.
* Çadıra yerleşmişolan.çadırlı ordugâh * Çadırlarda barındırılan askerî güç. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 2
çağ * Zaman parçası, vakit.
* Hayatın çocukluk, gençlik gibi türlü dönemlerinden her biri, yaş.
* Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman parçası, dönem, devir.
* Tarihin ayrıldığıdört büyük bölümden her biri, kurun.
* Bir şeyin uygun, elverişli zamanı.
* Bir katmanın oluştuğu süre.çağaçmak * herhangi bir bakımdan öncekilerden farklı olan yeni bir evrensel gidişe yol açmak. çağdışı * Çağın gerektirdiği şartların gerisinde kalmış, köhne.
* Askerliğe alınma çağıdışında.çağdışı olmak (veya kalmak) * yedek askerlik çağınıdoldurmuşolmak. çağdışılık * Çağdışı olma durumu. çağa * Çocuk, bebek. çağanak * Bkz. çalgıçağanak. çağanoz * Kabukluların ön ayaklılar alt takımından, eti için avlanan, pavuryaya benzer küçük su hayvanı(Carcinus). çağanoz gibi * eğri büğrü (kimse). Çağatayca * AdınıCengiz`in ikinci oğlu Çağatay`dan alan, Doğu Türkçesinin XV. yüzyılda oluşan yazıdili. çağcıl * (insan için) Çağın yeniliklerini benimseyen, ona göre davranan, asrî, modern.
* Tekniğin, bilimin yeniliklerinden yararlanan, modern.çağcıllaşma * Çağcıllaşmak işi, asrîleşme, modernleşme. çağcıllaşmak * Çağın yeniliklerine uygun duruma gelmek, asrîleşmek, modernleşmek. çağcıllaştırma * Çağcıllaştırmak işi, modernleştirmek. çağcıllaştırmak * Çağın gereklerine uydurmak, asrîleştirmek, modernleştirmek. çağcıllık * Çağcıl olma durumu, asrîlik, modernlik. çağdaş * Aynıçağda yaşayan, muasır.
* Bulunulan çağın anlayışına, şartlarına uygun olan, modern, muasır.çağdaşlaşma * Çağdaşlaşmak işi, muasırlaşma. çağdaşlaşmak * Çağın tutumuna, anlayışına, gereklerine uymak, muasırlaşmak. çağdaşlaştırma * Çağdaşlaştırmak işi. çağdaşlaştırmak * Çağdaşlaşmasına yol açmak. çağdaşlık * Çağdaşolma durumu, modernlik. çağı geçmek * eskimek, dönemi veya modası geçmek. çağıl çağıl * Çağıldayarak akan suların sesini yansılar. çağıldama * Çağıldamak işi. çağıldamak * Sular akarken taşlara, kayalara çarparak ses çıkarmak. çağıldayış * Çağıldamak işi veya biçimi. çağıltı * Suyun, akarken taşlara, kayalara çarparak çıkardığıses. çağıltılı * Çağıltısı olan. çağın gerisinde kalmak * gelişmelere ve yeni düşüncelere uyum sağlayamamak, ayak uyduramamak. çağınıaşmak * düşünce, tutum ve davranışlarıyla bulunduğu çağdan daha ileride olmak. çağıra çağıra * Sürekli çağırarak. çağırı * Davetli. çağırıcı * Çağırı işini yerine getiren kişi, davetçi.
* Sahnede oyuncularıtakdim eden kimse.çağırılma * Çağrılma. çağırılmak * Çağrılmak. çağırım * Çağırma işi.
* Ruh çağırma sırasında seans.çağırış * Çağırmak işi veya biçimi. çağırma * Çağırmak işi. çağırmak * Birinin gelmesini kendisine yüksek sesle söylemek, seslenmek.
* Herhangi birinin bir yere gelmesini istemek, davet etmek.
* Binmek için bir araç istemek.
* (yüksek sesle) Şarkı, türkü söylemek.çağırtı * Çağırma sesi. çağırtkan * Ötüşüyle kendi türünden olan kuşların çevresine toplanması için avcıların yararlandığıkuş, çığırtkan. çağırtma * Çağırtmak işi. çağırtmaç * Tellâl. çağırtmak * Çağırmak işini yaptırmak. çağla * Olmamış, ham yemiş.
* Badem, kayısı, erik gibi tek çekirdekli yemişlerin körpe iken yenilebilen ham şekli.çağlama * Çağlamak işi. çağlamadan çatlamak * gerekli olgunluğa erişmeden olgun davranışlarda bulunmak, büyüklük taslamak. çağlamak * (akarsu) Köpürerek ve ses çıkararak coşkun bir biçimde akmak.
* Coşmak.çağlar * Çağlayan. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 3
çağlayan * Küçük bir akarsuyun, çok yüksek olmayan bir yerden dökülüp aktığıyer, küçük şelâle. çağlayık * Yerden ses çıkararak, gürültüyle kaynayarak çıkan genellikle sıcak su, kaynak. çağlayış * Çağlamak işi veya biçimi. çağma * Çağmak işi. çağmak * (güneş ışığı) Vurmak. çağnak * Döl kesesini dolduran ve dölütü içinde bulunduran sıvı, amnios suyu. çağrı * Birinin bir yere gelmesini isteme, davet.
* Çağrıcihazı.çağrıcihazı * Telefon sistemi ve ağı düzeninde belli bir numara verilerek taşıyanına kolayca ulaşılmasınıveya ona haber
bırakılmasınısağlayan alet.çağrınumarası * Çağrıcihazının numarası. çağrıcı * Çağırmak işini yapan, çağırmak için giden kimse, davetçi.
* Bazıyerlere girmek isteyenleri sırası gelince çağıran kimse, mübaşir.çağrıcılık * Çağrıcının görevi. çağrılı * Bir toplantıya, bir yere veya birinin yanına çağrılmışkimse, davetli. çağrılık * Davet için yazılan kâğıt, davetiye, okuntu. çağrılış * Çağrılmak işi veya biçimi. çağrılma * Çağrılmak işi. çağrılmak * Çağırmak işi yapılmak. çağrım * Yüksek bir sesin yetişebileceği kadar uzaklık. çağrısız * Çağrılmamışveya çağrılmayan kimse. çağrışım * Bir düşüncenin veya görüntünün, bir başkasınıhatırlatması.
* Davranışlar, düşünceler ve kavramlar arasında yer ve zaman birliğinin etkisiyle kurulan bağlantılar sonucu,
bilinç alanına bunlardan birisi girince ötekini de bilince çekmesi olayı, tedaî.çağrışım yapmak * çağrıştırmak. çağrışımcı * Çağrışımcılık doktrini taraftarı olan (kimse). çağrışımcılık * Bütün bellek işlemlerini, aklın bütün ilkelerini, hatta bellek hayatının hepsini, düşüncelerin çağrışımı ile
açıklamak isteyen doktrin.çağrışımlı * Çağrışımı olan. çağrışımsal * Çağrışımla ilgili. çağrışımsız * Çağrışımı olmayan. çağrışma * Çağrışmak işi. çağrışmak * Birbirini çağırmak.
* Hep birden bağırarak yaygara etmek.çağrıştırma * Çağrıştırmak işi. çağrıştırmak * Bir çağrışıma yol açmak.
* Akla getirmek, hatırlatmak, andırmak.
* Benzemek, andırmak.-çak * İsimden isim yapma eki. çâk * Yırtık, yarık. çâk çâk (olmak) * çok yırtık, lime lime, parça parça (olmak). çakal * Et oburlardan, sürü durumunda yaşayan, kurttan küçük bir yaban hayvanı(Canis aureus).
* Kurnaz, yalancı, düzenci, aşağılık kimse.
* Titiz, huysuz, görgüsüz.çakal armudu * Yabanî armut, ahlat. çakal eriği * Çok ekşi, sert, iri çekirdekli bir erik türü (Prunus spinosa). çakal yağmuru * Güneşvarken yağan yağmur. çakalboğan * Kırlarda rastlanan bir bitki. çakaloz * Mermi olarak çakıl taşıatan bir tür top veya bu topu kullanan topçu. çakar * Denizde, açığa veya kıyılara yerleştirilen, belirli aralıklarla yanıp sönen küçük fener.
* Uzunluğu iki yüz elli – üç yüz, genişliği on kulaç olan balık ağı.çakaralmaz * Basit, ilkel çakmak.
* İlkel bir biçimde üretilmiş.
* İşe yaramayacak durumda olan, bozuk.
* (kalitesiz) Tabanca.çaker * Kul, köle, cariye, yanaşma. çakı * Açılıp kapanan bir veya birkaç ağızlıküçük cep bıçağı.
* Bkz. deniz çakısı.çakı gibi * canlıve atik. çakıcı * Bıçakçı. çakıl * Küçük veya orta boyda taşparçası, çakıl taşı. çakıl çukul * Karışık biçimde, ne dediği belli olmaksızın. çakıl kuşu * Yağmur kuşugiller familyasından kuzey bölgelerde yaşayan sıcak aylarda güneye geçen göçmen kuş
(Crocethia alba).çakıl taşı * Deniz kıyılarında veya derelerde suyun aşındırması ile sivrilikleri kaybolmuş, toparlak veya badem
biçiminde ufak bir taştürü.çakıl yol * Çakıl taşları ile döşenmişyol. çakıldak * Bir çarkın yalnız bir yöne doğru işlemesine yol verip tersine dönmesini önleyen veya değirmen, su dolabı
gibi birtakım makinelerin işleyişini çıkardığısesle kontrole yarayan parça.
* Elde çevrildikçe gürültülü ses çıkaran, değirmi biçiminde bir çocuk oyuncağı.
* Koyunların kuyruklarıaltındaki kıllara yapışıp kuruyan pislik. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 4
çakıldama * Çakıldamak işi. çakıldamak * Sürtünen, yuvarlanan çakıl taşları gibi ses çıkarmak. çakıldatma * Çakıldatmak işi. çakıldatmak * Çakıldamak işini yaptırmak. çakılı * Çivi, kazık gibi bir şeyle tutturulmuş.
* Çakılmış bir şeye bağlı.
* Yeri değişmez, sabit.çakılıkalmak * bir yerde değişmeden durmak. çakılıp kalmak * bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak. çakıllı * Çakılı olan. çakıllık * Çakıl döşenmişveya birikmişyer. çakılma * Çakılmak işi. çakılmak * Çakmak işine konu olmak.
* Hızla düşüp saplanmak.
* Ortaya çıkmak, farkına varılmak, anlaşılmak.çakıltı * Çakıl taşlarının ve onlara benzer şeylerin kımıldatılınca çıkardıklarıses. çakım * Şimşek, çakın.
* Kıvılcım, şerare.çakın * Bkz. çakım. çakıntı * Şimşek çakması, parlaması.
* Anî buluş, düşünce, beklenmeyen söz veya davranış.çakıntılı * Çakıntısı olan. çakıntısız * Çakıntısı olmayan. çakır * (göz için) Açık mavi, hareli elâ.
* Çakırdoğan.çakır * Şarap. çakır ayaz * Açık ama çok soğuk hava. çakır çukur * Çak çuk diye ses çıkararak.
* Girintili çıkıntılı, pürüzlü yüzey.çakır pençe * Tuttuğunu koparan, giriştiği veya ele aldığıher işi başaran, becerikli (kimse). çakır pençelik * Tuttuğunu koparma, becerikli olma durumu. çakırcı * Kuşavında çakırdoğanıtutan kimse. çakırcılık * Çakırcının işi ve mesleği. çakırdiken * Maydanozgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki, deve elması(Arctium tomentosum). çakırdikenlik * Çakır dikeni bol olan yer. çakırdoğan * Yırtıcıkuşlardan bir doğan çeşidi, toğrul (Accipiter gentilis). çakırkanat * Kanatlarımavi hareli bir ördek çeşidi (Anas crecca). çakırkeyf * Yarısarhoş. çakırkeyif * Bkz. çakırkeyf. çakırlaşma * Çakırlaşmak durumu. çakırlaşmak * Çakırkeyf olmaya başlamak.
* Olgunlaşmaya yüz tutmak.çakısız * Çakısı olmayan. çakış * Çakmak işi veya biçimi. çakışık * Çakışmışolan. çakışma * Çakışmak işi. çakışmak * Birbirine geçip kenetlenmek; takılmak.
* Söz yarışıetmek.
* Doğru, açı, yüzey gibi geometrik biçimler üst üste konulduklarında birbirini bütünüyle örterek eşit olmak.
* Aynızaman dilimi içinde bulunmak.çakışmalı * Birbirine eşit şekiller. çakıştırma * Çakıştırmak işi. çakıştırmak * Çakışmak işini yaptırmak.
* İçki içip keyfetmek.çakma * Çakmak işi.
* Vurup çakarak yapılmışkuyumcu işi, çukurlusuna dişi çakma, kabartmalısına da erkek çakma denir.
* Bu işte kullanılan kuyumcu kalı bı.
* Deri hastalığı, yara, çı ban.çakma kapı * Genellikle iki kuşak üzerine tahtaların çivi ile tutturulmasıyöntemiyle yapılan basit kapı. çakmacı * Çakma işini yapan kimse. çakmak * Taşa vurulup kıvılcım çıkarılan çelik parçası.
* Çelik, taş, cam, plâstik vb. maddeden yapılmışgaz veya benzinle dolu tutuşturma aleti.
* Tabanca veya tüfeklerde bulunan tetik düzeni.çakmak * Kuruyunca kalın kabuk bağlayan kabarcıklarla beliren ve genellikle yüzde çıkan bir deri hastalığı. çakmak * Vurarak sokup yerleştirmek.
* Çivi ile tutturmak.
* Kazık çakıp hayvan bağlamak.
* Kabul edilmeyecek bir şeyi kurnazlıkla kabul ettirmek.
* Vurmak.
* Bir şeyi başka bir şeye sürtmek, vurmak veya çarpmak.
* Sezinlemek, anlamak, farkına varmak.
* İçki içmek.
* Saplamak.
* Anlamak, bilmek.
* Parıldamak, ışık vermek.çakmak çakmak * ateşyakabilmek için çakmağıtutuşturmak. çakmak çakmak * (gözler için) Parlar durumda, alev alev. çakmak taşı * Demir veya çeliğe sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir tür kuvars.
* Düvenlerin altına çakılan küçük ve kesici taş. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 16
ceza görmek * kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak. ceza hukuku * Suç kapsamı içine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezaları inceleyen hukuk dalı. ceza kesmek * (görevli) para cezasıyazmak. ceza reisi * Ağır ceza mahkemesi başkanı. ceza sahası * Bkz. ceza alanı. ceza vermek * cezalandırmak.
* para cezasıödemek.ceza vuruşu * Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanında yanlışdavranışınıcezalandırmak için, karşıtarafın
yapmaya hak kazandığıserbest vuruş.ceza yazmak * Bkz. ceza kesmek. ceza yemek * cezalandırılmak. cezaî * Ceza ile ilgili, cezaya ilişkin, cezaya dayanan. cezalandırılma * Cezalandırılmak işi. cezalandırılmak * Cezaya çarptırılmak, ceza verilmek, tecziye edilmek. cezalandırma * Cezalandırmak işi. cezalandırmak * Bir kimseye veya varlığa ceza vermek. cezalanma * Cezalanmak işi. cezalanmak * Cezaya çarpılmak. cezalı * Cezalandırılmış(kimse). cezasını bulmak * hak ettiği kötü sona uğramak. cezasını çekmek * yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
* hükmedilen cezayı bitirmek.cezasız * Cezaya çarptırılmamış, cezalandırılmamış. cezaya çarptırmak * cezalandırmak. Cezayir menekşesi * Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kendine özgü mavi, açık mor renkli çiçekleri ve
ortasıçukur taç yaprakları olan bir bitki (Vinca).Cezayirli * Cezayir halkından olan (kimse). cezbe * Bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçme durumu. cezbelenme * Cezbelenmek durumu. cezbelenmek * Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek. cezbeli * Cezbesi olan. cezbesiz * Cezbesi olmayan. cezbetme * Cezbetmek durumu. cezbetmek * Kendine çekmek, bağlamak. cezbeye tutulmak (veya kapılmak) * bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçmek. cezerye * Ezilmişhavuç içine fındık, şeker vb. eklenerek yapılan bir tatlıtürü. cezir * Kök.
* Alçalma.cezire * (denizde) Ada. cezp * Kendine çekme.
* Etkileyerek kendine bağlama.cezrî * Köklü, kökten, temelden, radikal. cezve * Kahve pişirmeye yarayan, saplı, silindire benzer küçük kap. cezve sürmek * kahveyi pişirmek için cezveyi ateşe doğru itmek. Cf * Kaliforniyum’un kısaltması. CGS * Santim, gram, saniye kelimelerinin kısaltılmasından oluşan uluslar arasıfizik birimleri sistemi. charter * Bkz. çartır. check up * Bkz. çekap. -cı/ -ci, -cu / -cü * İsimden isim ve sıfat türeten ek: kapı-cı, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balık-çı, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb. cı bıl * Çıplak.
* Yoksul, parasız, geçim darlığıçeken.cıcığıçıkmak (veya cıcığınıçıkartmak) * çok yorulmak, hırpalanmak. cıcık * Güzel.
* Süs.
* Derisi soyulmuşet.
* İç organlar.cıda * Mızrak. cıdağı * Atın iki omzunun arası.
* Derin, işleyen yara, büyük çı ban.cıdak * Mızrak. cı gara * Bkz. sigara. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 17
cık * “Yok olmaz” anlamında kullanılır. -cık / -cik, -cuk / -cük * İsimden küçültme ve okşama isimleri türeten ek: baba-cık, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
* Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ıcık, dara-cık, bir-i-cik vb.
* -ca ekli zarflardan pekiştirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cık vb.-cıl / -cil * İsimden “seven” anlamına sıfat türetir: adam-cıl, insan-cıl, balık-çıl, ev-cil vb. cılız * Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif.
* (ışık için) Güçsüz, sönük.cılızlaşma * Cılızlaşmak işi. cılızlaşmak * Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak.
* Gücünü, değerini yitirmek.cılızlık * Cılız olma durumu. cılk * Bozularak kokmuş.
* Cıvık.
* İrinlenmiş.
* Sözünün eri olmayan.cılk çıkmak * kusurlu, boşveya bozuk çıkmak. cılk etmek * bozmak, çürütmek. cılkava * Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk. cılkıçıkmak * bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak. cılklaşma * Cılklaşmak işi. cılklaşmak * Cılk duruma gelmek. cılklık * Cılk olma durumu. cımbar * Çımbar.
* Filiz, sürgün.cımbarlama * Cımbarlamak işi. cımbarlamak * Dokunmakta olan halının veya bezin kenarınıcımbarla geriye almak. cımbız * Kıl gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa.
* Özellikle dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı.cımbızcı * Dokumacılıkta cımbızlamak işini yapan (kimse). cımbızlama * Cımbızlamak işi. cımbızlamak * Cımbızla yolmak.
* Dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cımbızla temizlemek.cıncık * Bardak, kadeh, tabak gibi sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye. cıncık boncuk * Yalancıtaşlardan yapılmışküpe, kolye gibi şeyler. cıngıl * Küçük üzüm salkımı.
* Boncuk, gümüşveya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs, cingil.cır cır * Durup dinlenmeden ince ve usandırıcıses çıkararak. cır cır ötmek * gereksiz, yerli yersiz konuşmak. cırboğa * Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius).
* Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk.cırcır * Kaynana zırıltısı.
* Geveze.
* Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık.
* Ağustos böceği.cırcır böceği * Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak.(Grillus domesticus, G. campestris). cırcır delgi * Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
için kullanılan araç.cırcır kolu * Lokma vidalarısökmeye yarayan alet. cırdaval * Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği. cırıldama * Cırıldamak işi. cırıldamak * Cır cır diye ses çıkarmak. cırıltı * Cır cır diye çıkan ses. cırlak * (ses için) Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
* Cırcır böceği.cırlak cırlak * Çok tiz ve ince bir sesle. cırlama * Cırlamak işi. cırlamak * İnce ve usandırıcıses çıkarmak. cırlatma * Cırlatmak işi. cırlatmak * Cırlamasına yol açmak. cırlayık * Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
* Ağustos böceği.cırmalama * Cırmalamak işi. cırmalamak * Tırmalamak. cırmık * Tırnak izi. cırnak * Yırtıcıhayvan tırnağı. cırnaklama * Cırnaklamak işi. cırnaklamak * Tırmalamak. cırnık * Set duvarlarında su akacak delik. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 18
cırt * Kâğıt, kumaşgibi şeyler yırtılırken çıkan ses. cırtlak * Cırlak.
* Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).cırtlama * Cırtlamak işi. cırtlamak * Cırt diye ses çıkarmak. cıs * Çocuklarıateşe ve tehlikeli şeylere karşıuyarırken söylenir. cıva * Atom sayısı80, atom ağırlığı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağısıcaklıkta sıvı olarak
bulunan, yoğunluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. KısaltmasıHg.cıva gibi * yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli. cıvadra * Geminin baştarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk. cıvalı * Cıvası olan. cıvata * Birbirine bağlanmak istenen ağaç veya demir parçaların hazırlanmışolan deliklerden geçirilerek, ucuna
somun takılıp sıkıştırılan iri başlıvida.cıvatalama * Cıvatalamak işi. cıvatalamak * Cıvata ile tutturmak. cıvık * Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış.
* Soğuk ve can sıkıcışakalar yapan (kimse).cıvık cıvık * Soğuk ve can sıkıcı olarak. cıvık mantarlar * Bakterilerle ortak yaşayan, ilkel ve hayvanımsıyapılı, peltemsi mantarlar. cıvıklanma * Cıvıklanmak durumu. cıvıklanmak * Cıvık duruma gelmek. cıvıklaşma * Cıvıklaşmak durumu. cıvıklaşmak * Cıvık duruma gelmek. cıvıklaştırma * Cıvıklaştırmak işi. cıvıklaştırmak * Cıvık duruma getirmek. cıvıklık * Cıvık olma durumu. cıvıl cıvıl * (kuşlar) Cıvıltı ile ötüşerek.
* Canlı, hareketli olarak.
* Canlı, neşeli.
* Hareketli, kalabalık.cıvıldama * Cıvıldamak işi. cıvıldamak * Cıvıl cıvıl ötmek. cıvıldaşma * Cıvıldaşmak işi. cıvıldaşmak * Hep birden cıvıldamak. cıvıltı * Kuşların ötüşürken çıkardıklarıses.
* (ses için) Canlılık, ateşlilik.cıvıltılı * Cıvıltısı olan. cıvıltısız * Cıvıltısı olmayan. cıvıma * Cıvımak işi. cıvımak * Cıvık duruma gelmek.
* (bir iş) Çığırından çıkmak.
* Saygısızca davranışta bulunmak.cıvıtılma * Cıvıtılmak işi. cıvıtılmak * Cıvık duruma getirilmek. cıvıtma * Cıvıtmak işi. cıvıtmak * Cıvık duruma getirmek.
* Bir işi yakışık almayacak bir duruma getirmek.cıvma * Cıvmak işi. cıvmak * Sekmek, değip geçmek, vurup sapmak. cıyak cıyak * Bağırmak fiili ile birlikte kullanılarak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağırmayıanlatır. cıyaklama * Cıyaklamak işi. cıyaklamak * İnce, acıve yüksek sesle bağırmak. cıyaklatma * Cıyaklatmak işi. cıyaklatmak * Cıyaklamasına sebep olmak. cıyırdama * Cıyırdamak işi. cıyırdamak * Yırtılırken cıyırtıçıkarmak. cıyırdatma * Cıyırdatmak işi. cıyırdatmak * Cayırdamasına sebep olmak. cıyırtı * Bez veya kâğıt gibi şeylerin yırtılırken çıkardıklarıses. cız * (çocuk dilinde) Ateş.
* Kızgın yağın içine bir şey atılınca çıkan ses.cız etmek * cız diye ses çıkarmak.
* acıduymak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 19
cız sineği * Bir tür büvelek. cızbız * Izgarada pişirilmiş(et). cızgara * Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanılan bir yaylıçalgıtürü. cızık * Çizgi.
* İz.cızıktırma * Cızıktırmak işi. cızıktırmak * Yazmak, karalamak. cızıldama * Cızıldamak işi. cızıldamak * Cızırdamak. cızıltı * Cızırtı. cızıltılı * Cızırtısı olan. cızır cızır * Pişmekte olan kebabın, yağda kızartılan yiyeceğin, kesilen camın veya yazıyazarken kamışkalemin
çıkardığısesi anlatır.cızırdama * Cızırdamak işi. cızırdamak * Cızır cızır ses çıkarmak.
* Boğazındaki gıcıktan dolayıkesik ve ince ses çıkarmak.cızırdatma * Cızırdatmak işi. cızırdatmak * Cızırdamasına yol açmak.
* Kâğıt üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.cızırtı * Cızırdama sesi. cızırtılı * Cızırdayan, cızırtısı olan. cızlam * Kaçma, savuşma. cızlama * Cızlamak durumu. cızlamak * Cız diye ses çıkarmak.
* Cız etmek.cızlamıçekmek (veya cızlam etmek) * kaçmak, savuşup gitmek. -ci * Bkz. -cı/ – ci. cibilliyet * (huy ve ahlâk bakımından) Yaradılış, maya. cibilliyetsiz * Soysuz, sütü bozuk. cibilliyetsizlik * Cibilliyetsiz olma durumu. cibinlik * Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül. cibre * Sıkılıp suyu alınan üzüm ve başka meyvelerin posası. cici * Sevimli, cana yakın, hoş, güzel, hoşa giden. cici anne * Bazıçocukların, büyük annelerine veya o yaştaki kadın yakınlarına verdikleri ad.
* Üvey ana, üvey anne.cici bici * Süslü giysi veya süs eşyası. cici mama * Kadınlarla düşüp kalkmaya başlayan toy bir erkekten söz edilirken onun bu ilişkilerine verilen ad. cicik * İnsan veya hayvan memesi. cicili bicili * Göze çarpan süslerle bezenmiş. cicim * Ensiz olarak dokunmuşparçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı
ince kilim.cicim ayı * Balayı, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düşürmedikleri sevgi sözü. cicim! * bir sevgi sözü.
* alay yollu seslenme sözü.cicoz * Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
* Bu oyundaki bilyelerin her biri.
* Hiç yok.cicozlama * Cicozlamak durumu. cicozlamak * Kaçmak, uzaklaşmak. cicozluk * Cicoz olma durumu. cidal * Savaşma, cenk.
* Ağız kavgası, çekişme.cidalci * Savaşçı. cidar * Duvar.
* Çeper.cidden * Şakasız olarak, gerçekten. ciddî * Şaka olmayan, gerçek.
* Ağırbaşlı.
* Titizlik gösterilen, önem verilen.
* Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim.
* Eğlendirme amacı gütmeyen.
* Gülmeyen.
* Güvenilir, sağlam.
* Önemli.
* Önem vererek, gerçek olarak.ciddî ciddî * Ciddî bir biçimde, ciddî olarak. ciddîleşme * Ciddîleşmek işi. ciddîleşmek * Ciddî bir durum almak. ciddîlik * Ciddî davranış.
* Ciddî durum.ciddiye almak * inanmak, gerçek sanmak, önem vermek. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 20
ciddiyet * Ciddîlik, ağırbaşlılık. ciddiyetsiz * Ciddiyeti olmayan, lâubali. ciddiyetsizlik * Ciddiyetsiz olma durumu. cif * Bir malın fiyatına sigorta ve navlun ücretinin de katılmışolduğunu gösteren İngilizce bir terimin baş
harflerinden oluşturulmuş bir kısaltma.cife * Leş.
* İğrenç şey.cigara * Bkz. sigara. ciğer * Akciğerlerle karaciğerin ortak adı.
* (kasaplıkta) Akciğer, yürek ve karaciğerin oluşturduğu takım.
* Yürek, iç.ciğer acısı * Evlât acısı. ciğer kebapçısı * Ciğer kavurup satan kimse. ciğer otları * Yapraklarıkara yosunlarından bir bitki sınıfı. ciğer otu * Düğün çiçeğigillerden, çok yıllık otsu bir bitki (Hepatica). ciğer sarma * İnce kıyılmışak ve karaciğer, pirinç, yağ, çam fıstığı, kuşüzümü, yeşil soğan, yumurta ve baharat
karışımıyla fırında pişirilen bir kebap türü.ciğer sotesi * Sote. ciğer yarası * Ciğer acısı. ciğer, kebap olmak * büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak. ciğerci * Kesilen hayvanların ciğer, baş, ayak, işkembe gibi parçalarınısatan kimse, sakatatçı.
* Ciğer pişirip satan kimse.ciğerdeldi * Kumaşüzerine küçük delikler açılarak yapılan işleme.
* Bu delikleri açmakta kullanılan ucu sivri küçük araç.ciğeri (veya yüreği) sızlamak * çok acımak, derin bir acıma duygusuyla üzülmek. ciğeri beşpara etmez * değersiz, aşağılık (kimse). ciğeri parçalanmak * Bkz. yüreği parçalanmak. ciğeri yanmak * çok acıve sıkıntıçekmek, büyük bir acıya uğramak. ciğerimin köşesi * çok sevdiğim.
* çok sevgili evlâdım.ciğerine işlemek * çok dokunmak, (söz, kötü davranış) etkilemek. ciğerini delmek * acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek. ciğerini okumak * onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek. ciğerini sökmek * bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak. ciğerini yakmak * bir kimseye büyük bir acıçektirmek. ciğerinin içini bilmek * çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek. ciğerleri bayram etmek * her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çıkan kişilerin söylediği söz. ciğerpare * Çok sevilen (kimse). cihan * Evren, âlem.
* Dünya.cihangir * Dünyanın büyük bir bölümünü eline geçiren. cihangirane * Ülkeler fetheden cesur kahraman. cihangirlik * Cihangir olma durumu. cihanıtutmak * dünyayıtutmak. cihannüma * Her yanı görmeye elverişli, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
* Dünya haritası.cihanşinas * Dünyayıtanımış, herşeyi yerli yerinde bilen kimse. cihanşümul * Evrensel, üniversal. cihar * (tavla oyununda zarlar için) Dört. ciharıdü * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düşmesi. ciharıse * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düşmesi. ciharıyek * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düşmesi. cihat * Din uğruna yapılan savaş. cihat açmak * savaşiçin çağrıyapmak. cihaz * Aygıt, alet, takım.
* Çeyiz.cihazlanma * Donanıma sahip olma, teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılma. cihazlanmak * Teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılmak. cihet * Yön, yan, taraf. cihetiyle * -den dolayı, -den ötürü, sebebiyle. -cik * -cık / -cik. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 21
-cil * -cıl / -cil. cilâ * Bir şeyi parlatmak için kullanılan kimyasal birleşik.
* Parlaklık.
* Gereksiz süs, gösteriş.cilâ topu * Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanılan, dışıdokuma bezden, içi yıkanmışyün veya pamuktan hazırlanan
topaç.cilâ vermek * aydınlatmak. cilâ yağı * Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kaymasınısağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ. cilâcı * Cilâ yapan, eşyaya cilâ vuran kimse. cilâcılık * Eşyaya cilâ vurma işi. cilâlama * Cilâlamak işi. cilâlamak * Cilâ sürmek, cilâ vurmak.
* Pürüzünü gidererek parlatmak.
* Neşesini artırmak.cilâlanma * Cilâlanmak işi. cilâlanmak * Cilâlamak işine konu olmak. cilâlatma * Cilâlatmak işi. cilâlatmak * Cilâlamak işini yaptırmak. cilâlı * Cilâsı olan, cilâ sürülmüş, cilâ ile parlatılmış, mücellâ. CilâlıTaşDevri * Tarihten önceki zamanların ayrıldığıüç devirden biri. cilâsız * Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamışolan. cilâsun * Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse. cilban * Çok küçük taneli fasulye. cilbent * Klâsör. cildiye * Deri hastalıkları, dermatoloji. cildiyeci * Deri hastalıklarıuzmanı, dermatolog. cildiyecilik * Cildiyeci olma durumu. cilt * Deri, ten.
* Formalarıveya yaprakları birbirine dikilerek veya yapıştırılarak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla
kaplıkapak.
* Bir eserin ayrıayrı basılan bölümlerinden her biri.cilt evi * Cilt işleri yapan dükkân, ciltçi. cilt kapağı * Forma veya fasikül hâlinde yayımlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanılması için hazırlanan bez veya
plâstik kaplanmışkalın karton.ciltçi * Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit.
* Cilt evi.ciltçilik * Ciltçinin işi, mücellitlik. ciltleme * Ciltlemek işi. ciltlemek * Kitaba cilt yapmak. ciltlenme * Ciltlenmek işi. ciltlenmek * Ciltlemek işi yapılmak. ciltletme * Ciltletmek işi. ciltletmek * Ciltlemek işini yaptırmak. ciltli * Ciltlenmişolan. ciltlik * Cilt yapmaya yarayan malzeme.
* Ciltlerden oluşan takım.ciltsiz * Ciltlenmemişolan. cilve * Hoşa gitmek için yapılan davranış, kırıtma, naz.
* Görünme, ortaya çıkma, tecelli.cilve etmek (veya yapmak) * nazlanmak, kırıtmak. cilvebaz * Cilve yapan, cilveli davranan kimse. cilvekâr * Cilveli. cilvelenme * Cilvelenmek işi. cilvelenmek * Cilve yapmak. cilveleşme * Cilveleşmek işi. cilveleşmek * Karşılıklıcilve yapmak.
* Birbirine çok yakın arkadaşmışgibi takılmak.cilveli * Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr. cilvesiz * Cilvesi olmayan. cim * Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı. cim karnında bir nokta * hiçbir bilgisi olmayan, cahil.
* acemi, toy.cima * (insanlarda) Çiftleşme, cinsel ilişki. cimbakuka * Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).