Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük C Sayfa 26

    curnal * Bkz. jurnal.
    curnata * Bıldırcın sökünü.
    cuşiş * Coşkunluk, coşma.
    -cü * Bkz. -cı/ -ci.
    cübbe * Hukukçuların, üniversitede belli bir aşamaya ulaşmış bilim adamlarının elbise üstüne giydikleri uzun,
    yanları geniş, düğmesiz giysi.
    cübbe gibi * çok genişve uzun (giysi).
    cübbeci * Cübbe yapan ve satan kimse.
    cübbeli * Cübbe giymişolan.
    cüce * Boyu, normalden çok daha kısa olan (kimse).
    * Gelişmemiş.
    cüceleşme * Cüceleşmek durumu.
    cüceleşmek * Cüce durumuna gelmek.
    cücelik * Cüce olma durumu.
    cücük * Filiz, tomurcuk.
    * Kümes hayvanlarının yavrusu, civciv.
    * Kuşyavrusu.
    * Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü.
    * Bir şeyin küçüğü veya onu andıran bir parçası.
    cücüklenme * Cücüklenmek işi.
    cücüklenmek * Filizlenmek.
    cücükleşme * Cücükleşmek durumu.
    cücükleşmek * Filizlenme durumu almak.
    cüda * (yurt, baba ocağı gibi çok sevilen şeylerden) Ayrılmışolan, uzak kalmışolan.
    cüda etmek * ayırmak.
    cühelâ * Bilgisizler, cahiller.
    -cük * Bkz. -cık /-cik.
    -cül * Bkz. -cıl /-cil.
    cülûs * Hükûmdarlık tahtına çıkma, tahta oturma.
    cülûsiye * Hükümdarların cülûs törenlerinde dağıttığı bahşiş.
    * Şairlerin tahta çıkan padişah için yazdığışiir.
    cümbür cemaat * Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat.
    cümbüş * Eğlenti.
    * Maden gövdeli, tambura benzer bir saz.
    * Canlılık, coşku.
    cümbüşyapmak * toplu hâlde eğlenmek.
    cümbüşçü * Cümbüşçalan (kimse).
    cümbüşlü * Eğlentili, hareketli.
    cümle * Dizge, sistem.
    * Bir yargı bildirmek için tek başına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanılan kelimeler dizisi, tümce.
    * Bütün, hep, herkes.
    cümle âlem * Herkes.
    cümle bilgisi * Bir cümleyi oluşturan kelime ve kelime gruplarıarasındaki ilişkiyi inceleyen ve sınıflamalar yapan, dil
    bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.
    cümle kapısı * Yapılarda ana kapı.
    cümlecik * Önerme.
    * Küçük cümle.
    cümlenin ögeleri * cümlenin kuruluşunda başlıca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem.
    cümlesi * Hepsi.
    cümleten * Hep birden.
    cümudiye * Buzul.
    cünha * Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağır ve cinayetten hafif olan suç.
    cünun * Delilik.
    cünüp * Cinsel ilişkiden sonra, dinin buyurduğu biçimde henüz yıkanmadığı için temiz sayılmayan (kimse), cenabet.
    cünüplük * Cünüp olma durumu.
    cüppe * Bkz. cübbe.
    cür’et * Yüreklilik, ataklık, cesaret.
    * Düşüncesizce, saygıyıaşan davranış.
    cür’et etmek * ataklık etmek, yüreklilikle davranmak.
    cür’etkâr * Atak, cür’etli.
    cür’etkârlık * Cür’etkâr olma durumu.
    cür’etlenme * Cür’etlenmek durumu.
    cür’etlenmek * Cür’etli davranmak.
    cür’etli * Cür’eti olan.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 27

    cür’etsiz * Cür’eti olmayan.
    cürmümeşhut * Suçüstü.
    cürmümeşhut hâlinde * suçu işlerken, suç üstü yakalanmak.
    cüruf * Maden posası, demir boku, dışkı.
    * Kaloriferlerden çıkan yanmışkömür artığı.
    cürüm * Suç.
    * Yanlışlık, kusur veya hatadan doğan durum.
    cüsse * İnsan gövdesi.
    cüsseli * İri yapılı, iri gövdeli, iri yarı(insan).
    cüssesiz * İnce yapılı, ufak tefek, güçsüz.
    cüz * Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri.
    * Kur’an`ın bölünmüşolduğu otuz parçadan her biri.
    * Basılıeserlerin ayrı bir kapak içinde satışa çıkarılan bir veya birkaç formalık bölümü, fasikül.
    cüzam * Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalığı.
    cüzamlı * Cüzam hastalığına tutulmuşolan.
    cüzdan * Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğıt koymaya yarar küçük çanta.
    * Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.
    cüz’î * Az, azıcık, pek az.
    * Tikel.
    * Küçültme eki.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 1

    ç Ç* Türk alfabesinin dördüncü harfi. Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümsüz, katışık, diş- diş
    eti ünsüzünü gösterir.
    ç ç* Türk alfabesinin dördüncü harfi.
    -ça / -çe* Bkz. -ca / -ce (I).
    -ça / -çe* Bkz. -ca / -ce (II).
    çaba* Herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalışma, ceht.
    çaba göstermek* bir işi başarmak için çalışmak, uğraşmak.
    çaba harcamak* bir işi yapabilmek için elden gelen bütün gücü kullanmak.
    çabalama* Çabalamak işi.
    çabalama kaptan ben gidemem* bu işi yapacak güçte değilim, zorlamanın yararıyok.
    çabalamak* Güç bir durumdan kurtulmaya uğraşmak.
    * Bir işi başarmak için uğraşmak.
    çabalanma* Çabalanmak işi.
    çabalanmak* Çabalamak işi yapılmak.
    çabalayış* Çabalamak işi veya biçimi.
    çabucacık* Çabucak, sür’atle.
    çabucak* Çok çabuk, vakit geçirmeden, çabucacık, hızla, sür’atle.
    * Kısa sürede ve kolaylıkla.
    çabuk* Alışılandan veya gösterilenden daha kısa bir zamanda, tez, yavaşkarşıtı.
    * Hızlı.
    * Acele et, oyalanma” anlamında.
    çabuk çabuk* Çabuk olarak, ivedilikle.
    çabuk ol (veya çabuk)* çabuk davran, çabuk işgör, oyalanma!.
    çabuk parlayan çabuk söner* olağan sayılmayacak kadar kısa bir zamanda olan bir gelişmenin sürekli olamayacağınıanlatır.
    çabukça* Çabucacık, oldukça çabuk.
    çabuklaşma* Çabuklaşmak işi.
    çabuklaşmak* Çabukluk kazanmak, hızlanmak.
    çabuklaştırılma* Çabuklaştırılmak işi.
    çabuklaştırılmak* Çabuklaşmak işi yaptırılmak.
    çabuklaştırma* Çabuklaştırmak işi, tacil.
    çabuklaştırmak* Bir işe çabukluk vermek, tesri etmek.
    çabukluk* Çabuk olma durumu hız, sür’at.
    çaça* (ticaret gemilerinde) Eski ve usta gemici.
    * Genel ev işleten kadın, mama.
    çaça balığı* Hamsigillerden küçük bir balık (Clupea sprattus).
    çaçaça* Meksika’dan yayılmış, hareketli, modern bir dans.
    çaçaron* Karşısındakini susturacak biçimde ve çok konuşan, çenesi kuvvetli, geveze.
    çaçaronca* Çaçarona yakışır (bir biçimde).
    çaçaronluk* Çaçaron olma durumu veya çaçaronca davranış.
    çadır* Keçe, deri, kıl dokuma veya sık dokunmuşkalın bezden yapılarak direklerle tutturulan, taşınabilir barınak,
    çerge, oba, otağ.
    * Gölgelik olarak kullanılan tente veya şemsiye.
    çadır ağırşağı* Çadırın direk başlığı.
    çadır bezi* Pamuk veya ketenden dokunmuşkalın, sık bir tür bez.
    çadır çanağı* Çadır direğinin ucunda, çadır bezini tutmaya yarayan oyuk ağaç.
    çadır çatı* Orta noktadan başlayarak dört tarafa bakan yüzeyi bulunan ve kare piramit biçimindeki çatı.
    çadır çiçeği* Nilüfergillerden, Çin ve Amerika ırmaklarında yetişen, büyük yapraklı, pembe ve beyaz çiçekli bir bitki
    (Euryaleferox).
    çadır devlet* Göçebe boy ve aşiretlerden oluşan devlet.
    çadır direği* Çadırın düzgün ve gergin kurularak çökmemesini sağlayan orta direk.
    çadır kurmak* çadırı içinde oturulabilecek bir duruma getirmek.
    çadır tiyatrosu* Oyunlarınıve diğer gösterilerini çok büyük bir çadır içinde halka sunan gezici tiyatro veya gösteri grubu.
    çadır uşağı* Maydanozgillerden, öz suyu hekimlikte kullanılan bir bitki (Dorema ammoniacum).
    çadır yıkmak* kurulu olan çadırlarısöküp toplamak.
    çadırcı* Çadır yapan veya satan kimse.
    çadırcılık* Çadır yapma veya satma işi.
    çadırlı* Çadırı olan.
    * Çadıra yerleşmişolan.
    çadırlı ordugâh* Çadırlarda barındırılan askerî güç.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 2

    çağ* Zaman parçası, vakit.
    * Hayatın çocukluk, gençlik gibi türlü dönemlerinden her biri, yaş.
    * Kendine özgü bir özellik taşıyan zaman parçası, dönem, devir.
    * Tarihin ayrıldığıdört büyük bölümden her biri, kurun.
    * Bir şeyin uygun, elverişli zamanı.
    * Bir katmanın oluştuğu süre.
    çağaçmak* herhangi bir bakımdan öncekilerden farklı olan yeni bir evrensel gidişe yol açmak.
    çağdışı* Çağın gerektirdiği şartların gerisinde kalmış, köhne.
    * Askerliğe alınma çağıdışında.
    çağdışı olmak (veya kalmak)* yedek askerlik çağınıdoldurmuşolmak.
    çağdışılık* Çağdışı olma durumu.
    çağa* Çocuk, bebek.
    çağanak* Bkz. çalgıçağanak.
    çağanoz* Kabukluların ön ayaklılar alt takımından, eti için avlanan, pavuryaya benzer küçük su hayvanı(Carcinus).
    çağanoz gibi* eğri büğrü (kimse).
    Çağatayca* AdınıCengiz`in ikinci oğlu Çağatay`dan alan, Doğu Türkçesinin XV. yüzyılda oluşan yazıdili.
    çağcıl* (insan için) Çağın yeniliklerini benimseyen, ona göre davranan, asrî, modern.
    * Tekniğin, bilimin yeniliklerinden yararlanan, modern.
    çağcıllaşma* Çağcıllaşmak işi, asrîleşme, modernleşme.
    çağcıllaşmak* Çağın yeniliklerine uygun duruma gelmek, asrîleşmek, modernleşmek.
    çağcıllaştırma* Çağcıllaştırmak işi, modernleştirmek.
    çağcıllaştırmak* Çağın gereklerine uydurmak, asrîleştirmek, modernleştirmek.
    çağcıllık* Çağcıl olma durumu, asrîlik, modernlik.
    çağdaş* Aynıçağda yaşayan, muasır.
    * Bulunulan çağın anlayışına, şartlarına uygun olan, modern, muasır.
    çağdaşlaşma* Çağdaşlaşmak işi, muasırlaşma.
    çağdaşlaşmak* Çağın tutumuna, anlayışına, gereklerine uymak, muasırlaşmak.
    çağdaşlaştırma* Çağdaşlaştırmak işi.
    çağdaşlaştırmak* Çağdaşlaşmasına yol açmak.
    çağdaşlık* Çağdaşolma durumu, modernlik.
    çağı geçmek* eskimek, dönemi veya modası geçmek.
    çağıl çağıl* Çağıldayarak akan suların sesini yansılar.
    çağıldama* Çağıldamak işi.
    çağıldamak* Sular akarken taşlara, kayalara çarparak ses çıkarmak.
    çağıldayış* Çağıldamak işi veya biçimi.
    çağıltı* Suyun, akarken taşlara, kayalara çarparak çıkardığıses.
    çağıltılı* Çağıltısı olan.
    çağın gerisinde kalmak* gelişmelere ve yeni düşüncelere uyum sağlayamamak, ayak uyduramamak.
    çağınıaşmak* düşünce, tutum ve davranışlarıyla bulunduğu çağdan daha ileride olmak.
    çağıra çağıra* Sürekli çağırarak.
    çağırı* Davetli.
    çağırıcı* Çağırı işini yerine getiren kişi, davetçi.
    * Sahnede oyuncularıtakdim eden kimse.
    çağırılma* Çağrılma.
    çağırılmak* Çağrılmak.
    çağırım* Çağırma işi.
    * Ruh çağırma sırasında seans.
    çağırış* Çağırmak işi veya biçimi.
    çağırma* Çağırmak işi.
    çağırmak* Birinin gelmesini kendisine yüksek sesle söylemek, seslenmek.
    * Herhangi birinin bir yere gelmesini istemek, davet etmek.
    * Binmek için bir araç istemek.
    * (yüksek sesle) Şarkı, türkü söylemek.
    çağırtı* Çağırma sesi.
    çağırtkan* Ötüşüyle kendi türünden olan kuşların çevresine toplanması için avcıların yararlandığıkuş, çığırtkan.
    çağırtma* Çağırtmak işi.
    çağırtmaç* Tellâl.
    çağırtmak* Çağırmak işini yaptırmak.
    çağla* Olmamış, ham yemiş.
    * Badem, kayısı, erik gibi tek çekirdekli yemişlerin körpe iken yenilebilen ham şekli.
    çağlama* Çağlamak işi.
    çağlamadan çatlamak* gerekli olgunluğa erişmeden olgun davranışlarda bulunmak, büyüklük taslamak.
    çağlamak* (akarsu) Köpürerek ve ses çıkararak coşkun bir biçimde akmak.
    * Coşmak.
    çağlar* Çağlayan.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 3

    çağlayan* Küçük bir akarsuyun, çok yüksek olmayan bir yerden dökülüp aktığıyer, küçük şelâle.
    çağlayık* Yerden ses çıkararak, gürültüyle kaynayarak çıkan genellikle sıcak su, kaynak.
    çağlayış* Çağlamak işi veya biçimi.
    çağma* Çağmak işi.
    çağmak* (güneş ışığı) Vurmak.
    çağnak* Döl kesesini dolduran ve dölütü içinde bulunduran sıvı, amnios suyu.
    çağrı* Birinin bir yere gelmesini isteme, davet.
    * Çağrıcihazı.
    çağrıcihazı* Telefon sistemi ve ağı düzeninde belli bir numara verilerek taşıyanına kolayca ulaşılmasınıveya ona haber
    bırakılmasınısağlayan alet.
    çağrınumarası* Çağrıcihazının numarası.
    çağrıcı* Çağırmak işini yapan, çağırmak için giden kimse, davetçi.
    * Bazıyerlere girmek isteyenleri sırası gelince çağıran kimse, mübaşir.
    çağrıcılık* Çağrıcının görevi.
    çağrılı* Bir toplantıya, bir yere veya birinin yanına çağrılmışkimse, davetli.
    çağrılık* Davet için yazılan kâğıt, davetiye, okuntu.
    çağrılış* Çağrılmak işi veya biçimi.
    çağrılma* Çağrılmak işi.
    çağrılmak* Çağırmak işi yapılmak.
    çağrım* Yüksek bir sesin yetişebileceği kadar uzaklık.
    çağrısız* Çağrılmamışveya çağrılmayan kimse.
    çağrışım* Bir düşüncenin veya görüntünün, bir başkasınıhatırlatması.
    * Davranışlar, düşünceler ve kavramlar arasında yer ve zaman birliğinin etkisiyle kurulan bağlantılar sonucu,
    bilinç alanına bunlardan birisi girince ötekini de bilince çekmesi olayı, tedaî.
    çağrışım yapmak* çağrıştırmak.
    çağrışımcı* Çağrışımcılık doktrini taraftarı olan (kimse).
    çağrışımcılık* Bütün bellek işlemlerini, aklın bütün ilkelerini, hatta bellek hayatının hepsini, düşüncelerin çağrışımı ile
    açıklamak isteyen doktrin.
    çağrışımlı* Çağrışımı olan.
    çağrışımsal* Çağrışımla ilgili.
    çağrışımsız* Çağrışımı olmayan.
    çağrışma* Çağrışmak işi.
    çağrışmak* Birbirini çağırmak.
    * Hep birden bağırarak yaygara etmek.
    çağrıştırma* Çağrıştırmak işi.
    çağrıştırmak* Bir çağrışıma yol açmak.
    * Akla getirmek, hatırlatmak, andırmak.
    * Benzemek, andırmak.
    -çak* İsimden isim yapma eki.
    çâk* Yırtık, yarık.
    çâk çâk (olmak)* çok yırtık, lime lime, parça parça (olmak).
    çakal* Et oburlardan, sürü durumunda yaşayan, kurttan küçük bir yaban hayvanı(Canis aureus).
    * Kurnaz, yalancı, düzenci, aşağılık kimse.
    * Titiz, huysuz, görgüsüz.
    çakal armudu* Yabanî armut, ahlat.
    çakal eriği* Çok ekşi, sert, iri çekirdekli bir erik türü (Prunus spinosa).
    çakal yağmuru* Güneşvarken yağan yağmur.
    çakalboğan* Kırlarda rastlanan bir bitki.
    çakaloz* Mermi olarak çakıl taşıatan bir tür top veya bu topu kullanan topçu.
    çakar* Denizde, açığa veya kıyılara yerleştirilen, belirli aralıklarla yanıp sönen küçük fener.
    * Uzunluğu iki yüz elli – üç yüz, genişliği on kulaç olan balık ağı.
    çakaralmaz* Basit, ilkel çakmak.
    * İlkel bir biçimde üretilmiş.
    * İşe yaramayacak durumda olan, bozuk.
    * (kalitesiz) Tabanca.
    çaker* Kul, köle, cariye, yanaşma.
    çakı* Açılıp kapanan bir veya birkaç ağızlıküçük cep bıçağı.
    * Bkz. deniz çakısı.
    çakı gibi* canlıve atik.
    çakıcı* Bıçakçı.
    çakıl* Küçük veya orta boyda taşparçası, çakıl taşı.
    çakıl çukul* Karışık biçimde, ne dediği belli olmaksızın.
    çakıl kuşu* Yağmur kuşugiller familyasından kuzey bölgelerde yaşayan sıcak aylarda güneye geçen göçmen kuş
    (Crocethia alba).
    çakıl taşı* Deniz kıyılarında veya derelerde suyun aşındırması ile sivrilikleri kaybolmuş, toparlak veya badem
    biçiminde ufak bir taştürü.
    çakıl yol* Çakıl taşları ile döşenmişyol.
    çakıldak* Bir çarkın yalnız bir yöne doğru işlemesine yol verip tersine dönmesini önleyen veya değirmen, su dolabı
    gibi birtakım makinelerin işleyişini çıkardığısesle kontrole yarayan parça.
    * Elde çevrildikçe gürültülü ses çıkaran, değirmi biçiminde bir çocuk oyuncağı.
    * Koyunların kuyruklarıaltındaki kıllara yapışıp kuruyan pislik.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 4

    çakıldama* Çakıldamak işi.
    çakıldamak* Sürtünen, yuvarlanan çakıl taşları gibi ses çıkarmak.
    çakıldatma* Çakıldatmak işi.
    çakıldatmak* Çakıldamak işini yaptırmak.
    çakılı* Çivi, kazık gibi bir şeyle tutturulmuş.
    * Çakılmış bir şeye bağlı.
    * Yeri değişmez, sabit.
    çakılıkalmak* bir yerde değişmeden durmak.
    çakılıp kalmak* bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak.
    çakıllı* Çakılı olan.
    çakıllık* Çakıl döşenmişveya birikmişyer.
    çakılma* Çakılmak işi.
    çakılmak* Çakmak işine konu olmak.
    * Hızla düşüp saplanmak.
    * Ortaya çıkmak, farkına varılmak, anlaşılmak.
    çakıltı* Çakıl taşlarının ve onlara benzer şeylerin kımıldatılınca çıkardıklarıses.
    çakım* Şimşek, çakın.
    * Kıvılcım, şerare.
    çakın* Bkz. çakım.
    çakıntı* Şimşek çakması, parlaması.
    * Anî buluş, düşünce, beklenmeyen söz veya davranış.
    çakıntılı* Çakıntısı olan.
    çakıntısız* Çakıntısı olmayan.
    çakır* (göz için) Açık mavi, hareli elâ.
    * Çakırdoğan.
    çakır* Şarap.
    çakır ayaz* Açık ama çok soğuk hava.
    çakır çukur* Çak çuk diye ses çıkararak.
    * Girintili çıkıntılı, pürüzlü yüzey.
    çakır pençe* Tuttuğunu koparan, giriştiği veya ele aldığıher işi başaran, becerikli (kimse).
    çakır pençelik* Tuttuğunu koparma, becerikli olma durumu.
    çakırcı* Kuşavında çakırdoğanıtutan kimse.
    çakırcılık* Çakırcının işi ve mesleği.
    çakırdiken* Maydanozgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki, deve elması(Arctium tomentosum).
    çakırdikenlik* Çakır dikeni bol olan yer.
    çakırdoğan* Yırtıcıkuşlardan bir doğan çeşidi, toğrul (Accipiter gentilis).
    çakırkanat* Kanatlarımavi hareli bir ördek çeşidi (Anas crecca).
    çakırkeyf* Yarısarhoş.
    çakırkeyif* Bkz. çakırkeyf.
    çakırlaşma* Çakırlaşmak durumu.
    çakırlaşmak* Çakırkeyf olmaya başlamak.
    * Olgunlaşmaya yüz tutmak.
    çakısız* Çakısı olmayan.
    çakış* Çakmak işi veya biçimi.
    çakışık* Çakışmışolan.
    çakışma* Çakışmak işi.
    çakışmak* Birbirine geçip kenetlenmek; takılmak.
    * Söz yarışıetmek.
    * Doğru, açı, yüzey gibi geometrik biçimler üst üste konulduklarında birbirini bütünüyle örterek eşit olmak.
    * Aynızaman dilimi içinde bulunmak.
    çakışmalı* Birbirine eşit şekiller.
    çakıştırma* Çakıştırmak işi.
    çakıştırmak* Çakışmak işini yaptırmak.
    * İçki içip keyfetmek.
    çakma* Çakmak işi.
    * Vurup çakarak yapılmışkuyumcu işi, çukurlusuna dişi çakma, kabartmalısına da erkek çakma denir.
    * Bu işte kullanılan kuyumcu kalı bı.
    * Deri hastalığı, yara, çı ban.
    çakma kapı* Genellikle iki kuşak üzerine tahtaların çivi ile tutturulmasıyöntemiyle yapılan basit kapı.
    çakmacı* Çakma işini yapan kimse.
    çakmak* Taşa vurulup kıvılcım çıkarılan çelik parçası.
    * Çelik, taş, cam, plâstik vb. maddeden yapılmışgaz veya benzinle dolu tutuşturma aleti.
    * Tabanca veya tüfeklerde bulunan tetik düzeni.
    çakmak* Kuruyunca kalın kabuk bağlayan kabarcıklarla beliren ve genellikle yüzde çıkan bir deri hastalığı.
    çakmak* Vurarak sokup yerleştirmek.
    * Çivi ile tutturmak.
    * Kazık çakıp hayvan bağlamak.
    * Kabul edilmeyecek bir şeyi kurnazlıkla kabul ettirmek.
    * Vurmak.
    * Bir şeyi başka bir şeye sürtmek, vurmak veya çarpmak.
    * Sezinlemek, anlamak, farkına varmak.
    * İçki içmek.
    * Saplamak.
    * Anlamak, bilmek.
    * Parıldamak, ışık vermek.
    çakmak çakmak* ateşyakabilmek için çakmağıtutuşturmak.
    çakmak çakmak* (gözler için) Parlar durumda, alev alev.
    çakmak taşı* Demir veya çeliğe sürtüldüğünde kıvılcım çıkartan bir tür kuvars.
    * Düvenlerin altına çakılan küçük ve kesici taş.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 16

    ceza görmek * kendisine ceza verilmek, cezalandırılmak.
    ceza hukuku * Suç kapsamı içine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezaları inceleyen hukuk dalı.
    ceza kesmek * (görevli) para cezasıyazmak.
    ceza reisi * Ağır ceza mahkemesi başkanı.
    ceza sahası * Bkz. ceza alanı.
    ceza vermek * cezalandırmak.
    * para cezasıödemek.
    ceza vuruşu * Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanında yanlışdavranışınıcezalandırmak için, karşıtarafın
    yapmaya hak kazandığıserbest vuruş.
    ceza yazmak * Bkz. ceza kesmek.
    ceza yemek * cezalandırılmak.
    cezaî * Ceza ile ilgili, cezaya ilişkin, cezaya dayanan.
    cezalandırılma * Cezalandırılmak işi.
    cezalandırılmak * Cezaya çarptırılmak, ceza verilmek, tecziye edilmek.
    cezalandırma * Cezalandırmak işi.
    cezalandırmak * Bir kimseye veya varlığa ceza vermek.
    cezalanma * Cezalanmak işi.
    cezalanmak * Cezaya çarpılmak.
    cezalı * Cezalandırılmış(kimse).
    cezasını bulmak * hak ettiği kötü sona uğramak.
    cezasını çekmek * yaptığı bir kusur veya tedbirsizliğin zararına uğramak.
    * hükmedilen cezayı bitirmek.
    cezasız * Cezaya çarptırılmamış, cezalandırılmamış.
    cezaya çarptırmak * cezalandırmak.
    Cezayir menekşesi * Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kendine özgü mavi, açık mor renkli çiçekleri ve
    ortasıçukur taç yaprakları olan bir bitki (Vinca).
    Cezayirli * Cezayir halkından olan (kimse).
    cezbe * Bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçme durumu.
    cezbelenme * Cezbelenmek durumu.
    cezbelenmek * Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
    cezbeli * Cezbesi olan.
    cezbesiz * Cezbesi olmayan.
    cezbetme * Cezbetmek durumu.
    cezbetmek * Kendine çekmek, bağlamak.
    cezbeye tutulmak (veya kapılmak) * bir duygu veya bir inanışın etkisiyle aşırıölçüde coşup kendinden geçmek.
    cezerye * Ezilmişhavuç içine fındık, şeker vb. eklenerek yapılan bir tatlıtürü.
    cezir * Kök.
    * Alçalma.
    cezire * (denizde) Ada.
    cezp * Kendine çekme.
    * Etkileyerek kendine bağlama.
    cezrî * Köklü, kökten, temelden, radikal.
    cezve * Kahve pişirmeye yarayan, saplı, silindire benzer küçük kap.
    cezve sürmek * kahveyi pişirmek için cezveyi ateşe doğru itmek.
    Cf * Kaliforniyum’un kısaltması.
    CGS * Santim, gram, saniye kelimelerinin kısaltılmasından oluşan uluslar arasıfizik birimleri sistemi.
    charter * Bkz. çartır.
    check up * Bkz. çekap.
    -cı/ -ci, -cu / -cü * İsimden isim ve sıfat türeten ek: kapı-cı, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balık-çı, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb.
    cı bıl * Çıplak.
    * Yoksul, parasız, geçim darlığıçeken.
    cıcığıçıkmak (veya cıcığınıçıkartmak) * çok yorulmak, hırpalanmak.
    cıcık * Güzel.
    * Süs.
    * Derisi soyulmuşet.
    * İç organlar.
    cıda * Mızrak.
    cıdağı * Atın iki omzunun arası.
    * Derin, işleyen yara, büyük çı ban.
    cıdak * Mızrak.
    cı gara * Bkz. sigara.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 17

    cık * “Yok olmaz” anlamında kullanılır.
    -cık / -cik, -cuk / -cük * İsimden küçültme ve okşama isimleri türeten ek: baba-cık, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
    * Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ıcık, dara-cık, bir-i-cik vb.
    * -ca ekli zarflardan pekiştirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cık vb.
    -cıl / -cil * İsimden “seven” anlamına sıfat türetir: adam-cıl, insan-cıl, balık-çıl, ev-cil vb.
    cılız * Çok zayıf ve güçsüz, eneze, nahif.
    * (ışık için) Güçsüz, sönük.
    cılızlaşma * Cılızlaşmak işi.
    cılızlaşmak * Zayıf ve güçsüz düşmek, zayıflamak.
    * Gücünü, değerini yitirmek.
    cılızlık * Cılız olma durumu.
    cılk * Bozularak kokmuş.
    * Cıvık.
    * İrinlenmiş.
    * Sözünün eri olmayan.
    cılk çıkmak * kusurlu, boşveya bozuk çıkmak.
    cılk etmek * bozmak, çürütmek.
    cılkava * Kurdun veya tilkinin ense postundan yapılan kürk.
    cılkıçıkmak * bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
    cılklaşma * Cılklaşmak işi.
    cılklaşmak * Cılk duruma gelmek.
    cılklık * Cılk olma durumu.
    cımbar * Çımbar.
    * Filiz, sürgün.
    cımbarlama * Cımbarlamak işi.
    cımbarlamak * Dokunmakta olan halının veya bezin kenarınıcımbarla geriye almak.
    cımbız * Kıl gibi ince şeyleri tutmak veya çekmek için kullanılan küçük maşa.
    * Özellikle dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanılan el aracı.
    cımbızcı * Dokumacılıkta cımbızlamak işini yapan (kimse).
    cımbızlama * Cımbızlamak işi.
    cımbızlamak * Cımbızla yolmak.
    * Dokumacılıkta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cımbızla temizlemek.
    cıncık * Bardak, kadeh, tabak gibi sırçadan veya porselenden yapılan şeyler, züccaciye.
    cıncık boncuk * Yalancıtaşlardan yapılmışküpe, kolye gibi şeyler.
    cıngıl * Küçük üzüm salkımı.
    * Boncuk, gümüşveya altın para ile yapılmış, başlığa veya giysiye takılan süs, cingil.
    cır cır * Durup dinlenmeden ince ve usandırıcıses çıkararak.
    cır cır ötmek * gereksiz, yerli yersiz konuşmak.
    cırboğa * Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius).
    * Cılız, zayıf, çelimsiz çocuk.
    cırcır * Kaynana zırıltısı.
    * Geveze.
    * Pamuk kozalarının pamuğunu ve çekirdeğini birbirinden ayıran çıkrık.
    * Ağustos böceği.
    cırcır böceği * Düz kanatlılardan ocaklarda, fırınlarda, kırlarda yaşayan böcek, cırlak.(Grillus domesticus, G. campestris).
    cırcır delgi * Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanın ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
    için kullanılan araç.
    cırcır kolu * Lokma vidalarısökmeye yarayan alet.
    cırdaval * Meşe dalından yapılan ucu demirli, uzun cirit değneği.
    cırıldama * Cırıldamak işi.
    cırıldamak * Cır cır diye ses çıkarmak.
    cırıltı * Cır cır diye çıkan ses.
    cırlak * (ses için) Hoşa gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
    * Cırcır böceği.
    cırlak cırlak * Çok tiz ve ince bir sesle.
    cırlama * Cırlamak işi.
    cırlamak * İnce ve usandırıcıses çıkarmak.
    cırlatma * Cırlatmak işi.
    cırlatmak * Cırlamasına yol açmak.
    cırlayık * Örümcek kuşugillerden, ormanlık, çalılık yerlerde yaşayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
    * Ağustos böceği.
    cırmalama * Cırmalamak işi.
    cırmalamak * Tırmalamak.
    cırmık * Tırnak izi.
    cırnak * Yırtıcıhayvan tırnağı.
    cırnaklama * Cırnaklamak işi.
    cırnaklamak * Tırmalamak.
    cırnık * Set duvarlarında su akacak delik.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 18

    cırt * Kâğıt, kumaşgibi şeyler yırtılırken çıkan ses.
    cırtlak * Cırlak.
    * Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).
    cırtlama * Cırtlamak işi.
    cırtlamak * Cırt diye ses çıkarmak.
    cıs * Çocuklarıateşe ve tehlikeli şeylere karşıuyarırken söylenir.
    cıva * Atom sayısı80, atom ağırlığı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağısıcaklıkta sıvı olarak
    bulunan, yoğunluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. KısaltmasıHg.
    cıva gibi * yerinde durmaz, ele avuca sığmaz, çok hareketli.
    cıvadra * Geminin baştarafından havaya doğru biraz kalkık olarak uzatılmış bulunan direk.
    cıvalı * Cıvası olan.
    cıvata * Birbirine bağlanmak istenen ağaç veya demir parçaların hazırlanmışolan deliklerden geçirilerek, ucuna
    somun takılıp sıkıştırılan iri başlıvida.
    cıvatalama * Cıvatalamak işi.
    cıvatalamak * Cıvata ile tutturmak.
    cıvık * Fazla suyla karıştığı için biçimini koruyamayacak kadar sulanmış.
    * Soğuk ve can sıkıcışakalar yapan (kimse).
    cıvık cıvık * Soğuk ve can sıkıcı olarak.
    cıvık mantarlar * Bakterilerle ortak yaşayan, ilkel ve hayvanımsıyapılı, peltemsi mantarlar.
    cıvıklanma * Cıvıklanmak durumu.
    cıvıklanmak * Cıvık duruma gelmek.
    cıvıklaşma * Cıvıklaşmak durumu.
    cıvıklaşmak * Cıvık duruma gelmek.
    cıvıklaştırma * Cıvıklaştırmak işi.
    cıvıklaştırmak * Cıvık duruma getirmek.
    cıvıklık * Cıvık olma durumu.
    cıvıl cıvıl * (kuşlar) Cıvıltı ile ötüşerek.
    * Canlı, hareketli olarak.
    * Canlı, neşeli.
    * Hareketli, kalabalık.
    cıvıldama * Cıvıldamak işi.
    cıvıldamak * Cıvıl cıvıl ötmek.
    cıvıldaşma * Cıvıldaşmak işi.
    cıvıldaşmak * Hep birden cıvıldamak.
    cıvıltı * Kuşların ötüşürken çıkardıklarıses.
    * (ses için) Canlılık, ateşlilik.
    cıvıltılı * Cıvıltısı olan.
    cıvıltısız * Cıvıltısı olmayan.
    cıvıma * Cıvımak işi.
    cıvımak * Cıvık duruma gelmek.
    * (bir iş) Çığırından çıkmak.
    * Saygısızca davranışta bulunmak.
    cıvıtılma * Cıvıtılmak işi.
    cıvıtılmak * Cıvık duruma getirilmek.
    cıvıtma * Cıvıtmak işi.
    cıvıtmak * Cıvık duruma getirmek.
    * Bir işi yakışık almayacak bir duruma getirmek.
    cıvma * Cıvmak işi.
    cıvmak * Sekmek, değip geçmek, vurup sapmak.
    cıyak cıyak * Bağırmak fiili ile birlikte kullanılarak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağırmayıanlatır.
    cıyaklama * Cıyaklamak işi.
    cıyaklamak * İnce, acıve yüksek sesle bağırmak.
    cıyaklatma * Cıyaklatmak işi.
    cıyaklatmak * Cıyaklamasına sebep olmak.
    cıyırdama * Cıyırdamak işi.
    cıyırdamak * Yırtılırken cıyırtıçıkarmak.
    cıyırdatma * Cıyırdatmak işi.
    cıyırdatmak * Cayırdamasına sebep olmak.
    cıyırtı * Bez veya kâğıt gibi şeylerin yırtılırken çıkardıklarıses.
    cız * (çocuk dilinde) Ateş.
    * Kızgın yağın içine bir şey atılınca çıkan ses.
    cız etmek * cız diye ses çıkarmak.
    * acıduymak.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 19

    cız sineği * Bir tür büvelek.
    cızbız * Izgarada pişirilmiş(et).
    cızgara * Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanılan bir yaylıçalgıtürü.
    cızık * Çizgi.
    * İz.
    cızıktırma * Cızıktırmak işi.
    cızıktırmak * Yazmak, karalamak.
    cızıldama * Cızıldamak işi.
    cızıldamak * Cızırdamak.
    cızıltı * Cızırtı.
    cızıltılı * Cızırtısı olan.
    cızır cızır * Pişmekte olan kebabın, yağda kızartılan yiyeceğin, kesilen camın veya yazıyazarken kamışkalemin
    çıkardığısesi anlatır.
    cızırdama * Cızırdamak işi.
    cızırdamak * Cızır cızır ses çıkarmak.
    * Boğazındaki gıcıktan dolayıkesik ve ince ses çıkarmak.
    cızırdatma * Cızırdatmak işi.
    cızırdatmak * Cızırdamasına yol açmak.
    * Kâğıt üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.
    cızırtı * Cızırdama sesi.
    cızırtılı * Cızırdayan, cızırtısı olan.
    cızlam * Kaçma, savuşma.
    cızlama * Cızlamak durumu.
    cızlamak * Cız diye ses çıkarmak.
    * Cız etmek.
    cızlamıçekmek (veya cızlam etmek) * kaçmak, savuşup gitmek.
    -ci * Bkz. -cı/ – ci.
    cibilliyet * (huy ve ahlâk bakımından) Yaradılış, maya.
    cibilliyetsiz * Soysuz, sütü bozuk.
    cibilliyetsizlik * Cibilliyetsiz olma durumu.
    cibinlik * Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül.
    cibre * Sıkılıp suyu alınan üzüm ve başka meyvelerin posası.
    cici * Sevimli, cana yakın, hoş, güzel, hoşa giden.
    cici anne * Bazıçocukların, büyük annelerine veya o yaştaki kadın yakınlarına verdikleri ad.
    * Üvey ana, üvey anne.
    cici bici * Süslü giysi veya süs eşyası.
    cici mama * Kadınlarla düşüp kalkmaya başlayan toy bir erkekten söz edilirken onun bu ilişkilerine verilen ad.
    cicik * İnsan veya hayvan memesi.
    cicili bicili * Göze çarpan süslerle bezenmiş.
    cicim * Ensiz olarak dokunmuşparçaların yan yana eklenmesiyle oluşan, perde veya örtü olarak kullanılan nakışlı
    ince kilim.
    cicim ayı * Balayı, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düşürmedikleri sevgi sözü.
    cicim! * bir sevgi sözü.
    * alay yollu seslenme sözü.
    cicoz * Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
    * Bu oyundaki bilyelerin her biri.
    * Hiç yok.
    cicozlama * Cicozlamak durumu.
    cicozlamak * Kaçmak, uzaklaşmak.
    cicozluk * Cicoz olma durumu.
    cidal * Savaşma, cenk.
    * Ağız kavgası, çekişme.
    cidalci * Savaşçı.
    cidar * Duvar.
    * Çeper.
    cidden * Şakasız olarak, gerçekten.
    ciddî * Şaka olmayan, gerçek.
    * Ağırbaşlı.
    * Titizlik gösterilen, önem verilen.
    * Tehlikeli, endişe veren, ağır, vahim.
    * Eğlendirme amacı gütmeyen.
    * Gülmeyen.
    * Güvenilir, sağlam.
    * Önemli.
    * Önem vererek, gerçek olarak.
    ciddî ciddî * Ciddî bir biçimde, ciddî olarak.
    ciddîleşme * Ciddîleşmek işi.
    ciddîleşmek * Ciddî bir durum almak.
    ciddîlik * Ciddî davranış.
    * Ciddî durum.
    ciddiye almak * inanmak, gerçek sanmak, önem vermek.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 20

    ciddiyet * Ciddîlik, ağırbaşlılık.
    ciddiyetsiz * Ciddiyeti olmayan, lâubali.
    ciddiyetsizlik * Ciddiyetsiz olma durumu.
    cif * Bir malın fiyatına sigorta ve navlun ücretinin de katılmışolduğunu gösteren İngilizce bir terimin baş
    harflerinden oluşturulmuş bir kısaltma.
    cife * Leş.
    * İğrenç şey.
    cigara * Bkz. sigara.
    ciğer * Akciğerlerle karaciğerin ortak adı.
    * (kasaplıkta) Akciğer, yürek ve karaciğerin oluşturduğu takım.
    * Yürek, iç.
    ciğer acısı * Evlât acısı.
    ciğer kebapçısı * Ciğer kavurup satan kimse.
    ciğer otları * Yapraklarıkara yosunlarından bir bitki sınıfı.
    ciğer otu * Düğün çiçeğigillerden, çok yıllık otsu bir bitki (Hepatica).
    ciğer sarma * İnce kıyılmışak ve karaciğer, pirinç, yağ, çam fıstığı, kuşüzümü, yeşil soğan, yumurta ve baharat
    karışımıyla fırında pişirilen bir kebap türü.
    ciğer sotesi * Sote.
    ciğer yarası * Ciğer acısı.
    ciğer, kebap olmak * büyük bir acıya uğramak, yüreği yanmak.
    ciğerci * Kesilen hayvanların ciğer, baş, ayak, işkembe gibi parçalarınısatan kimse, sakatatçı.
    * Ciğer pişirip satan kimse.
    ciğerdeldi * Kumaşüzerine küçük delikler açılarak yapılan işleme.
    * Bu delikleri açmakta kullanılan ucu sivri küçük araç.
    ciğeri (veya yüreği) sızlamak * çok acımak, derin bir acıma duygusuyla üzülmek.
    ciğeri beşpara etmez * değersiz, aşağılık (kimse).
    ciğeri parçalanmak * Bkz. yüreği parçalanmak.
    ciğeri yanmak * çok acıve sıkıntıçekmek, büyük bir acıya uğramak.
    ciğerimin köşesi * çok sevdiğim.
    * çok sevgili evlâdım.
    ciğerine işlemek * çok dokunmak, (söz, kötü davranış) etkilemek.
    ciğerini delmek * acıklı bir durum, kişiye dayanılmaz bir üzüntü vermek.
    ciğerini okumak * onun aklından geçenleri, gizli düşüncelerini bilmek.
    ciğerini sökmek * bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.
    ciğerini yakmak * bir kimseye büyük bir acıçektirmek.
    ciğerinin içini bilmek * çok yakından tanımak, her türlü düşüncesini bilmek.
    ciğerleri bayram etmek * her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çıkan kişilerin söylediği söz.
    ciğerpare * Çok sevilen (kimse).
    cihan * Evren, âlem.
    * Dünya.
    cihangir * Dünyanın büyük bir bölümünü eline geçiren.
    cihangirane * Ülkeler fetheden cesur kahraman.
    cihangirlik * Cihangir olma durumu.
    cihanıtutmak * dünyayıtutmak.
    cihannüma * Her yanı görmeye elverişli, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
    * Dünya haritası.
    cihanşinas * Dünyayıtanımış, herşeyi yerli yerinde bilen kimse.
    cihanşümul * Evrensel, üniversal.
    cihar * (tavla oyununda zarlar için) Dört.
    ciharıdü * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düşmesi.
    ciharıse * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düşmesi.
    ciharıyek * Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düşmesi.
    cihat * Din uğruna yapılan savaş.
    cihat açmak * savaşiçin çağrıyapmak.
    cihaz * Aygıt, alet, takım.
    * Çeyiz.
    cihazlanma * Donanıma sahip olma, teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılma.
    cihazlanmak * Teknolojik gelişmelerin en son ürünleriyle donatılmak.
    cihet * Yön, yan, taraf.
    cihetiyle * -den dolayı, -den ötürü, sebebiyle.
    -cik * -cık / -cik.
  • Türkçe Sözlük C Sayfa 21

    -cil * -cıl / -cil.
    cilâ * Bir şeyi parlatmak için kullanılan kimyasal birleşik.
    * Parlaklık.
    * Gereksiz süs, gösteriş.
    cilâ topu * Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanılan, dışıdokuma bezden, içi yıkanmışyün veya pamuktan hazırlanan
    topaç.
    cilâ vermek * aydınlatmak.
    cilâ yağı * Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kaymasınısağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ.
    cilâcı * Cilâ yapan, eşyaya cilâ vuran kimse.
    cilâcılık * Eşyaya cilâ vurma işi.
    cilâlama * Cilâlamak işi.
    cilâlamak * Cilâ sürmek, cilâ vurmak.
    * Pürüzünü gidererek parlatmak.
    * Neşesini artırmak.
    cilâlanma * Cilâlanmak işi.
    cilâlanmak * Cilâlamak işine konu olmak.
    cilâlatma * Cilâlatmak işi.
    cilâlatmak * Cilâlamak işini yaptırmak.
    cilâlı * Cilâsı olan, cilâ sürülmüş, cilâ ile parlatılmış, mücellâ.
    CilâlıTaşDevri * Tarihten önceki zamanların ayrıldığıüç devirden biri.
    cilâsız * Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamışolan.
    cilâsun * Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse.
    cilban * Çok küçük taneli fasulye.
    cilbent * Klâsör.
    cildiye * Deri hastalıkları, dermatoloji.
    cildiyeci * Deri hastalıklarıuzmanı, dermatolog.
    cildiyecilik * Cildiyeci olma durumu.
    cilt * Deri, ten.
    * Formalarıveya yaprakları birbirine dikilerek veya yapıştırılarak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğıtla
    kaplıkapak.
    * Bir eserin ayrıayrı basılan bölümlerinden her biri.
    cilt evi * Cilt işleri yapan dükkân, ciltçi.
    cilt kapağı * Forma veya fasikül hâlinde yayımlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanılması için hazırlanan bez veya
    plâstik kaplanmışkalın karton.
    ciltçi * Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit.
    * Cilt evi.
    ciltçilik * Ciltçinin işi, mücellitlik.
    ciltleme * Ciltlemek işi.
    ciltlemek * Kitaba cilt yapmak.
    ciltlenme * Ciltlenmek işi.
    ciltlenmek * Ciltlemek işi yapılmak.
    ciltletme * Ciltletmek işi.
    ciltletmek * Ciltlemek işini yaptırmak.
    ciltli * Ciltlenmişolan.
    ciltlik * Cilt yapmaya yarayan malzeme.
    * Ciltlerden oluşan takım.
    ciltsiz * Ciltlenmemişolan.
    cilve * Hoşa gitmek için yapılan davranış, kırıtma, naz.
    * Görünme, ortaya çıkma, tecelli.
    cilve etmek (veya yapmak) * nazlanmak, kırıtmak.
    cilvebaz * Cilve yapan, cilveli davranan kimse.
    cilvekâr * Cilveli.
    cilvelenme * Cilvelenmek işi.
    cilvelenmek * Cilve yapmak.
    cilveleşme * Cilveleşmek işi.
    cilveleşmek * Karşılıklıcilve yapmak.
    * Birbirine çok yakın arkadaşmışgibi takılmak.
    cilveli * Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr.
    cilvesiz * Cilvesi olmayan.
    cim * Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı.
    cim karnında bir nokta * hiçbir bilgisi olmayan, cahil.
    * acemi, toy.
    cima * (insanlarda) Çiftleşme, cinsel ilişki.
    cimbakuka * Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).