çangıl çungul | * Kulağa hoşgelmeyen kaba ses çıkaran. |
çangır çungur | * Düşme veya birbirine çarpma sırasında kaba ve zevksiz ses çıkararak. |
çangırdama | * Çangırdamak işi veya durumu. |
çangırdamak | * Düşerek veya birbirine çarparak gürültü çıkarmak. |
çangırtı | * Çangırdama sesi. |
çanıltı | * Çan sesi. |
çanta | * Kösele, meşin, kumaşgibi hafif malzemeden yapılıp büyüklüğüne göre para, evrak, yiyecek koyup taşımaya yarayan kap. |
çanta çiçeği | * İki çeneklilerden, beyaz, erguvanî veya sarırenkli bir süs bitkisi. |
çantacı | * Çanta yapan veya satan (kimse). |
çantacılık | * Çanta yapma sanatıveya çanta satma işi. |
çantada keklik | * ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmişsayılır, torbada keklik. |
çantadan yetişmek | * bir mesleği eğitim görmeden, tecrübelerle kazanmak. |
çantalı | * Çantası olan. |
çantasız | * Çantası olmayan. |
çap | * Genellikle cisimlerin genişliği, kutur. * Büyüklük, ölçü. * Değer. * Yapının veya arsanın boyutlarınıve sınırlarını gösteren harita. * Uç noktalarıdairenin çevresi üzerinde bulunan ve çemberin merkezinden geçen doğru parçası. * Bilgi, tecrübe ve yeteneklerin tümü. * Bozuk, eğri, dolaşık, aykırı. |
çapa | * Tarlalarda toprağı işlemek için kullanılan ağaç saplıdemir kazıaracı. * Çapalamak işi. |
çapa | * Çipo. |
çapacı | * Çapa ile çalışan işçi. |
çapacılık | * Çapacının yaptığı iş. |
çapaçul | * Kılığının veya eşyasının düzgün ve temiz olmasına özenmeyip düzensizlik içinde yaşayan, pasaklı. |
çapaçulcu | * Serseri, başı boş(kimse). |
çapaçulculuk | * Serserilik, başı boşluk. * Kılık kıyafete özen göstermeyişi işedinme. |
çapaçullaştırma | * Çapaçullaştırmak işi veya durumu. |
çapaçullaştırmak | * Çapaçul duruma getirmek. |
çapaçulluk | * Çapaçul olma durumu, kılık kıyafete özen göstermeyiş. |
çapak | * Göz pınarında ve kirpiklerde birikerek pıhtılaşan veya kuruyan akıntı. * Madenler dövülürken sıçrayan ince, ufak parça. * Metal veya toprak eşya kenarlarında bulunan pürüz. |
çapak | * Sazan familyasından, vücudu yandan basık, 50 cm uzunluğunda, 4-5 kg ağırlığında, sarıpullu, eti tatsız, kılçıklı bir tatlısu balığı(Abramis brama). |
çapaklanış | * Çapaklanma işi veya biçimi. |
çapaklanma | * Çapaklanmak işi. |
çapaklanmak | * Çapak oluşmak. |
çapaklı | * Çapağı olan. |
çapaksız | * Çapağı olmayan. |
çapalama | * Çapalamak işi. |
çapalamak | * Çapa ile kabartmak. |
çapalanış | * Çapalanmak işi veya biçimi. |
çapalanma | * Çapalanmak işi. |
çapalanmak | * Bir yer çapa ile kabartılmak. |
çapalatma | * Çapalatmak işi. |
çapalatmak | * Çapalamak işini yaptırmak. |
çapalı | * Çapalanmış(yer). * Çapası olan. |
çapanoğlu | * Başa dert olacak durum. |
çapanoğlunun abdest suyu gibi | * (içilecek şeyler için) sulu, tatsız ve kötü görünüşte olan. |
çapar | * Postacı, ulak. * (hayvan ve bitki için) Benekli, alacalı. * Derisi, kıllarıve gözleri, boya maddesi yokluğundan renksiz olan (insan veya hayvan), akşın, albinos. * Çiçek bozuğu yüz. |
çapar | * Takadan büyük, başve kıç tarafıyukarıkalkık bir çeşit Karadeniz kayığı. |
çaparız | * İçinden çıkılamayacak kadar güç olan, karışık iş. |
çapari | * Çok iğneli; beden, köstek ve iğne bölümlerinden meydana gelen, her bir iğneye hindi, horoz, kaz, martı, tavuk, ördek gibi kuşların kanat, kuyruk tüyleri takılan bir tür olta takımı. |
çapasız | * Çapalanmamış(yer). * Çapası olmayan. |
çapçak | * Ağaçtan oyularak yapılmışsu kabı, çamçak. * Ağzıaçık fıçı. |
çapkımak | * Enini boyunu ölçmek, çaplamak. |
çapkın | * Geçici aşklar arkasında koşan. * Cinsellik taşıyan veya hatırlatan. * Haylaz. * Okşayıcı bir söz gibi de kullanılır. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 10
-
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 11
çapkınca * Çapkın bir biçimde. çapkınlaşma * Çapkınlaşmak işi. çapkınlaşmak * Çapkın duruma gelmek. çapkınlık * Çapkın olma durumu veya çapkınca davranış. çapla * Maden kazımak için kullanılan çelik kalem. çaplama * Çaplamak işi. çaplamak * Bir şeyin enini, boyunu ölçmek, çapkımak.
* Keresteleri dört köşe olarak kesip biçmek.çaplı * Çapı genişolan. çapma * Çapmak işi. çapmak * Koşturmak.
* Akın etmek, koşmak.çaprak * Eyer örtüsü, şaprak. çapraşık * Karışık, dolaşık.
* Anlaşılması, çözülmesi veya içinden çıkılması güç, karışık, muğlâk.çapraşıklaşma * Çapraşıklaşmak işi. çapraşıklaşmak * Çapraşık duruma gelmek. çapraşıklık * Çapraşık olma durumu. çapraşma * Çapraşmak işi. çapraşmak * Karışık, çapraşık, çözülmez duruma gelmek.
* İki şey birbiriyle çapraz olarak kesişmek.çapraz * Eğik olarak birbiriyle kesişen.
* Güreşte hasmının koltuk altından kol geçirip sarma oyunu; bir veya iki kolla yapıldığına göre tek çapraz ve
çift çapraz denir.
* Kopça, düğme.
* Bir tür olta iğnesi.
* Karşıt yön.çapraz ateş * Karşılıklıyönlerden silâhla saldırma. çapraz kafiye * Dörtlüklerde birinci ile üçüncü, ikinci ile dördüncü dizelerin birbiriyle kafiyelenmesi düzeni. çapraz kur * İki ülke parasıarasında üçüncü bir ülkenin parasıyla belirlenen kombiyo sürüm değeri, üç ülke parasının
birbirlerine oranı.çapraza almak * çaprazlama olarak davranmak. çapraza sarmak * bir işiçinden çıkılmaz duruma gelmek, çaprazlaşmak. çaprazda sürmek * çapraza alınan hasmı geriye doğru hızla sürmek. çaprazlama * Çapraz olarak, makaslama.
* Testerenin keserken sıkışmaması için dişlerini belli ölçülere göre sağa sola bükme.
* Evirme.çaprazlamak * Çapraz duruma getirmek. çaprazlaşma * Çaprazlamak işi. çaprazlaşmak * İçinden çıkılmaz duruma gelmek, ne yapılacağı bilinemez duruma gelmek. çaprazlık * Çapraz olma durumu. çaprazölçer * Elde veya makinede çaprazlanan dişlerin eğimini denetlemede yararlanılan yardımcıalet. çaprazvari * Çapraz olarak. çapsız * Çapı olmayan.
* Değersiz.çaptan düşmek * çalışma gücü, verimi azalmışveya tükenmişolan. çapul * Yağma, talan, plâçka. çapula * Kaba deriden yapılmışucu sivri ve kıvrık ayakkabı. çapulacı * Çapula yapan veya satan kimse. çapulacılık * Çapulacının işi veya mesleği. çapulcu * Çapul yolu ile başkasının malınıalan, talancı, yağmacı, plâçkacı. çapulculuk * Çapulcunun yaptığı işveya davranış. çapullama * Çapullamak işi. çapullamak * Çapul yolu ile bir malıalmak veya bir yeri soymak, yağmalamak. çaput * Eski bez parçası, paçavra.
* Bez.çar * Rus imparatorlarına ve Bulgar krallarına verilen unvan. çarçabuk * Pek çabuk, çabucacık, hemencecik, tez elden.
* Kolaylıkla.çarçur * Gereksiz yere harcama. çarçur etmek * gereksiz yerlere harcayıp tüketmek. çarçur olmak * gereksiz yere harcanmak, ziyan olmak. çardak * Tarla, bahçe gibi yerlerde ağaç dallarından örülmüş barınak.
* Asma gibi bitkilerin dallarınısardırmak için direklerle yapılmışyer.
* Kameriye.çardaklı * Çardağı olan. çardaksız * Çardağı olmayan. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 12
çardaş * İki veya dört zamanlıMacar halk dansı. çare * Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldırmak için tutulması gereken yol, çıkar yol, çözüm yolu.
* Bir şeyi önleme, tedavi yolu, deva.çaresine bakmak * gerekeni yapmak, çözüm yolu bulmak. çaresiz * Çaresi bulunmayan, onulmaz.
* Çare bulamayan (kimse), bîçare.
* İster istemez.çaresiz kalmak * çözüm yolu, çıkar yolu bulamamak. çaresizlik * Çaresiz olma durumu. çareviç * Çarın oğlu. çargâh * Türk müziğinde “do” perdesinin adı.
* Bu perdede karar kılan makam.çarık * Tabaklanmamışsığır derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen şeritle sıkıca bağlanan ayak giyeceği.
* Araba yokuşaşağı giderken tekerleği frenlemek için altına sürülen demir levha.
* Para cüzdanı.çarıkçı * Çarık yapan veya satan kimse. çarıkçılık * Çarık yapma veya satma işi. çarıklı * Ayağına çarık giymiş. çarıklıerkânıharp * Kurnaz veya uyanık köylüler için şaka yollu söylenir. çarıklık * Çarık yapmaya elverişli.
* Çarık konulacak yer.çarıksız * Çarığı olmayan veya çarık giymemiş. çariçe * Çarın karısına veya kadın çara verilen unvan. çark * Bir eksenin döndürdüğü tekerlek biçimindeki makine parçası.
* Herhangi bir kıt’anın, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde dönerek yön
değiştirmesi.çark çevirmek * aynıyol üzerinde dönerek gitmek. çark etmek * (bir doğrultuda giden kimse veya şey) sağa veya sola doğru yön değiştirmek.
* geri dönmek.çarka * Osmanlılarda öncü görevi. çarka vermek (veya çarka çektirmek) * (kesici araçlar için) bileği çarkı ile biletmek. çarkacı * Osmanlı ordusunda öncü süvari birliğinde görevli asker. çarkçı * Vapurlarda makine bölümünü yöneten kimse.
* Çarkla bıçak bileyen kimse, bileyici.çarkçı başı * Vapurlarda birinci çarkçı. çarkçılık * Çarkçının görevi. çarkıdöndürmek * geçimini sağlamak. çarkıfelek * Çarkıfelekgillerden güzel, büyük, parlak kırmızıçiçekleri olan, duvar kenarlarına ve kameriyeler çevresine
ekilen tırmanıcı bir süs bitkisi, fırıldak çiçeği (Passiflora caerulea).
* Yakılınca dönerek kıvılcım saçan donanma fişeği.
* Talih, kader.çarkıfelekgiller * Ayrıçanak yapraklı iki çeneklilerden, örneği çarkıfelek olan bir bitki familyası. çarkına etmek (veya okumak) * birine büyük kötülük yapmak veya işini bozarak zarar vermek. çarkıt * Eski, bozuk, sakat. çarklı * Çarkı olan.
* Her iki yanda birer çarkı bulunan vapur.çarksız * Çarkı olmayan. çarktan çıkma * yepyeni, güzel. çarlık * Çar olma durumu.
* Çarın yönetiminde bulunan devlet.çarliston * Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa’da yaygınlaşan dans türü veya bu dansın müziği.
* Sivri uçlu, uzun ve kalın, tatlıyeşilimsi biber.
* İnce, uzun ve çarpıcı.çarliston biber * Çarliston adıverilen bir biber türü. çarliston marka * Yeni icat, az bulunur, antika. çarliston marka kereste * Az bulunan kereste.
* Haddini bilmez, terbiyesiz.çarmıh * Suçlunun öldürülmek amacıyla çivilendiği haç biçimindeki darağacı.
* Ana direkleri ve gabya çubuklarınıyandan tutan halatlar.çarmıha germek * haç biçimindeki darağacına çivilemek. çarmık * Bkz. çarmıh. çarnaçar * İster istemez. çarpan * Bir çarpmada çarpılan sayıveya cebirsel anlatımlardan her biri. çarpan balığı * Levrekgillerden, yüzgeçleri dikenli ve zehirli, eti sevilen bir balık, trakunya (Trachinus draco). çarpanlara ayırma * bir sayıyıveya cebirsel anlatımı iki veya daha çok çarpanın çarpımıdurumuna getirme. çarpı * Kaba sıva, çarpma sıva.
* Birbiriyle çarpılan iki sayıarasına konulan işaret: “a x b” veya “a . b” “a çarpı b” diye okunur.çarpıcı * Etkili. çarpıcılık * Çarpıcı olma durumu. çarpık * Düzgünlüğünü yitirerek eğrilmiş.
* Gerçek niteliğini yitirmiş.
* Aksi, ters, huysuz.çarpık çurpuk * Çok çarpık, eğri büğrü. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 13
çarpıkça * Biraz çarpık. çarpıklaşma * Çarpıklaşmak işi. çarpıklaşmak * Çarpık duruma gelmek. çarpıklaştırma * Çarpıklaştırmak işi. çarpıklaştırmak * Çarpık duruma getirmek. çarpıklık * Çarpık olma durumu, eğrilik. çarpılan * Bir çarpma işleminde tekrarlanan sayı. çarpılı * Çarpı işareti konmuş.
* Bir tür olta iğnesi.çarpılış * Çarpılmak işi veya biçimi. çarpılma * Çarpılmak işi.
* Çarpık duruma gelme.çarpılmak * Çarpmak işine konu olmak.
* Çarpık duruma gelmek.
* Alınıp gücenmek.
* Çekiciliğine kapılmak.çarpım * Çarpma işleminin sonucu olan sayı. çarpım cetveli * Bkz. çarpım tablosu. çarpım tablosu * Birbiriyle çarpılan sayıların (çoğu 1’den 9’a kadar) çarpımlarını gösteren çizelge, kerrat cetveli. çarpınma * Çarpınmak işi. çarpınmak * Çırpınmak. çarpıntı * (kalp için) Hızlıve sık vurma. çarpıntılı * Heyecanlı, telâşlı. çarpıntısıtutmak * heyecen, korku veya üzüntüden çarpıntınöbeti gelmek. çarpıntısız * Çarpıntısı olmayan. çarpış * Çarpmak işi veya biçimi. çarpışılma * Çarpışılmak işi veya biçimi. çarpışılmak * Çarpışmak işi yapılmak. çarpışma * Çarpışmak işi, müsademe, sadme.
* Öncülerin veya küçük birliklerin yaptıklarıküçük savaşma.çarpışmak * Birbirine çarpmak, tokuşmak.
* Vuruşmak.
* Birbirine üstün gelmeye çalışmak.çarpıştırma * Çarpıştırmak işini yapmak. çarpıştırmak * Çarpışmak işini yaptırmak. çarpıtılma * Çarpıtılmak işi veya biçimi. çarpıtılmak * Çarpıtmak işi yapılmak. çarpıtma * Çarpıtmak işi. çarpıtmak * Çarpık duruma getirmek.
* Gerçek anlamdan saptırmak.
* Yanlışa ve kötü duruma götürmek.çarpma * Çarpmak işi.
* Çarpmak işlemi, darp, zarp.
* Alaturka müzikte temel notaların arasına sıkıştırılmışve usulü bozmayan, tek perdelik küçük fazlalık.
* Kuyu çengeli biçiminde beşkollu büyük olta iğnesi.
* Çırpılarak yapılan (şey).çarpma işareti * Çarpmak işleminin yapılmasınısağlayan x işareti. çarpma kapı * Tek veya çift kanatlı olan, özel menteşesi yardımı ile içe ve dışa doğru açılabilen kapıtürü. çarpmak * Hızla değmek, vurmak.
* Etkisiyle birdenbire hasta etmek.
* Varlığına inanılan bir gücün öfkesine uğramak.
* El çabukluğu ile çalmak.
* Kurnazlıkla, zorla ele geçirmek.
* Hızlıatmak.
* Hızla bir yere vurmak.
* Biri çarpılan, öbürü çarpan denilen iki sayıverildiğinde, çarpanıçarpılandaki birim kadar çoğaltarak çarpım
adıverilen bir üçüncü sayıyıelde etmek, zarp etmek.
* Çekiciliğiyle etkilemek, şaşırtmak.çarptırış * Çarptırmak işi veya biçimi. çarptırma * Çarptırmak işi. çarptırmak * Çarpma işini yaptırmak veya çarpmasına yol açmak.
* Yankesiciye kaptırmak.çarşaf * Yatağın üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü.
* Eskiden kadınların kullandığıve baştan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi.çarşaf çarşaf * Olabildiğince uzun, uzun uzun. çarşaf gibi * (deniz, göl, su için) dalgasız, dümdüz ve durgun. çarşaf kadar * (eni boyu küçük olması gereken şeyler için) pek büyük, çok geniş. çarşafa dolanmak * bir işin içinden çıkamamak, kötü ve başarısız duruma düşmek, zor durumda kalmak, çarşaflamak. çarşafa girmek * (eskiden, yeni yetişen kız için) çarşaf giymeye başlamak. çarşafçı * Çarşaf yapan veya satan kimse. çarşafçılık * Çarşaf yapma sanatıveya çarşaf satma işi. çarşaflama * Çarşaflamak işi. çarşaflamak * Yorganıçarşafla kaplamak.
* Kötü ve başarısız duruma düşmek, çarşafa dolanmak.çarşaflanma * Çarşaflanmak işi. çarşaflanmak * Çarşaflama işine konu olmak.
* Çarşaf giymek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 14
çarşaflatma * Çarşaflatmak işi. çarşaflatmak * Çarşaflamak işini yaptırmak. çarşaflı * Üzerinde çarşaf olan.
* Çarşaf giymişolan (kimse).çarşaflık * Çarşaf yapmaya elverişli olan (kumaş). çarşafsız * Üzerinde çarşaf olmayan.
* Çarşaf giymemişolan.çarşafsızlık * Çarşafsız olma durumu. çarşamba * Haftanın dördüncü günü, salı ile perşembe arasında bulunan gün. çarşamba karısı * Saçı başıkarmakarışık, üstü başıözensiz kadın.
* Al karısı.çarşamba pazarı * Herşey karmakarışık ortada olan yer. çarşamba pazarına çevirmek * özellikle yüze vurarak çok dayak atmak. çarşı * Dükkânların bulunduğu alışverişyeri. çarşıağası * Çarşıyıve esnafı düzen altında tutmakla görevli kimse. çarşıekmeği * Has undan çarşıda yapılan ve satın alınan ekmek türü. çarşıve pazar dolaşmak (veya gezmek) * alışverişedinilen her yeri dolaşmak (gezmek). çarşılı * Çarşıesnafı. çartır * Dolmuşuçak. çasar * Viyana’da oturan Alman imparatoruna verilen unvan. çaşıt * Casus.
* Ara bozmak amacıyla söz taşıyan kimse.çaşıtlama * Çaşıtlamak işi veya durumu. çaşıtlamak * Casusluk yapmak. çaşıtlık * Çaşıt olma durumu, casusluk. çat * Sert bir şeyin kırılırken çıkardığıses. çat * İki yolun veya iki derenin birleştiği yer, kavşak. çat etmek * çat diye ses çıkarmak. çat kapı * beklenmedik bir zamanda kapıyıçalarak. çat orada çat burada çat kapıarkasında * çok yer değiştiren bir şeyin durumunu anlatır. çat pat * Biraz, yarım yamalak.
* Ara sıra.
* Uygunsuz zamanlarda, vakitli vakitsiz.çatak * İki dağyamacının kesişmesi ile oluşmuşdere yatağı.
* Yapışık, ikiz (meyve).
* Kavgacı.çatak bayrak * Yeniçerilerin yarısısarı, yarısıkırmızırenkteki bayrağı. çatal * İki veya daha çok kola ayrılan değnek.
* Yol, ağaç gibi, kollara ayrılan şeylerin ayrılma yeri.
* Dallı olan şeylerin her kolu.
* Yemek yerken kullanılan iki, üç veya dört uzun dişli çoğunlukla metal araç.
* Dirgen.
* Ucu kollara ayrılmış.
* İki taraflı.
* İki anlamlı, iki türlü anlaşılabilir.
* Bir tür olta iğnesi.çatal ağız * Bir ırmağın denize kavuştuğu yerde lığların birikmesiyle oluşan üçgen biçimli ova, delta. çatal aşı * Yeşil mercimek, kuru barbunya, dövme soğan, tereyağıve baharat kullanılarak hazırlanan bir çorba türü. çatal ayak * Ateşli bir silâhın namlusuna destek olan, genellikle ters V biçiminde yere kurulan iki ayaklıparça. çatal bel * Bahçeyi bellemeye yarayan ucu çatallıve saplıalet. çatal bıçak takımı * Sofra için gerekli olan çatal, kaşık, bıçak ve diğer servis araçlarının tümü. çatal çivi * Elektrik ve telefon kablolarınısüpürgeliğe, kapıveya pencere pervazı gibi ahşap yüzeylere tutturmakta
kullanılan, iki ucu sivri, U biçiminde özel çivi.çatal don * Paçalarıkısa, diz üstünde kalan don. çatal görmek * net görememek, bir şeyi iki görmek. çatal matal kaç çatal üzerine atlanıp sırtına oturulacak gözleri kapalı
kişinin, üzerinde oturanın tek veya çatal biçimde kaldırılmışçift parmağının kaç olduğunu bilmesi temeline dayanan
bir çeşit birdir bir oyunu.çatal iğne * İki veya üç çengeli olan olta iğnesi. çatal kargı * Büyük balıklarızıpkınlayarak avlamakta kullanılan üç dişli, sivri uçlu araç. çatal kazık * Sonuçta ne olacağı belirsiz, karışık, karanlık ve şüpheli durum. çatal kundak * Açıldığızaman V biçiminde olan iki ayaklıtop kundağı. çatal kuyruk * Uzun ve ince gövdeli, ılık denizlerde yaşayan bir balık türü (Lepidopus caudatus). çatal sakal * Sakalı ortadan ikiye ayrılmış(kimse). çatal ses * İki perdeden çıkar gibi olan ve kulağıtırmalayan ses. çatal zıpkın * Çatal kargı. çatallanma * Çatallanmak işi. çatallanmak * Çatal gibi ikiye ayrılmak. çatallaşma * Çatallaşmak işi. çatallaşmak * İki veya daha çok ihtimal ortaya çıkarak anlaşılması güç bir duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 5
çakmakçı * Çakmak yapan veya satan kimse.
* Tüfek ve tabanca çakmaklarınıyapan ve onaran kimse.çakmakçılık * Çakmak yapıp satma işi. çakmaklaşma * Çakmaklaşmak durumu. çakmaklaşmak * (göz) Çakmak çakmak olmak, kızarmak ve iyice açılmak. çakmaklı * Çakmak taşıve zemberekle ateşalan eski zaman tüfeği. çakmaklık * Çakmakta kullanılacak olan.
* İçine çakmak konulan koruyucu malzeme.çakmaksız * Çakmağı olmayan.
* Eski, kullanılmaz tabanca veya tüfek.
* Kibrit.çakozlama * Çakozlamak durumu. çakozlamak * Uygunsuz bir durumu fark etmek. çakşır * Paça bölümü diz üstünde veya diz altında kalan bir tür erkek şalvarı.
* Kuşların ayağında bulunan ve süs gibi görünen tüy.çakşırlı * Çakşır giymiş.
* Ayaklarıtüylü, paçalı(güvercin) veya başka (kuş).çakşırsız * Çakşırı olmayan. çaktırılma * Çaktırılmak işi. çaktırılmak * Çaktırmak işi yapılmak. çaktırış * Çaktırmak işi veya biçimi. çaktırma * Çaktırmak işi veya durumu. çaktırmadan * Belli etmeden, gizlice, sezdirmeden. çaktırmak * Çakmak işini yaptırmak.
* Birinin bir şeyi sezmesini sağlamak.çal * Taşlık yer, çıplak tepe. çala * Belli isimlerden önce gelerek fiile bağlanır ve isimle ilgili bir çabukluk, süreklilik, dikkatsizlik anlamıkatar. çala kalem * Gelişigüzel, durmadan yazarak. çala kamçı * Durmadan kamçılayarak. çala kaşık * Soluk almadan yiyerek. çala kılıç * Durmadan kılıç sallayarak. çala kürek * Sürekli kürek çekerek. çala paça * Zorla yürüterek, sürükleye sürükleye. çalacak * Yoğurt mayası. çalâk * Eline ayağına çabuk, atik, çevik. Çalap * Tanrı. çalar * Farklılık veya anlam inceliği, nüans. çalar saat * Ayarlanışına göre istenilen zamanda çalan saat. çalarma * Çalarmak işi. çalarmak * Ekinler veya meyveler olmağa yüz tutmak. çalçene * Durup dinlenmeden konuşan, çenesi düşük. çalçenelik * Çalçene olma durumu. çaldırılma * Çaldırılmak işi. çaldırılmak * Çalmak işi yaptırılmak.
* Hırsıza kaptırılmak.çaldırış * Çaldırmak işi veya biçimi. çaldırma * Çaldırmak işi. çaldırmak * Çalmak işini yaptırmak.
* Hırsıza kaptırmak.çalgı * Müzik aleti, enstrüman.
* Çalgıçalma, müzik.
* Müzik topluluğu.çalgıaleti * Müzik yapmak için kullanılan araç, enstrüman. çalgıçağanak * Çalgı, neşe ve gürültü olduğu hâlde. çalgıçalmak * bir müzik aletini seslendirmek. çalgı orağı * Tırpan. çalgıcı * Çalgıçalmayıkendine meslek edinmişkimse. çalgıcı böcek * Yaklaşık 5 mm boyunda, başısert bir kabukla örtülü, kahverengi veya siyah, zararlı böcek. çalgıcı otu * Turpgillerden, kurak yerlerde yetişen bir bitki cinsi (Sisymbrium). çalgıcılık * Çalgıcının işi. çalgıç * Bazıçalgıların tellerine vurmaya yarar kuştüyü, kemik, boynuz gibi şeylerden yapılmışçalma aracı, tezene,
mızrap.
* Bahçe süpürgesi, çalkı. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 6
çalgıhane * Müzik evi, çalgılılokanta veya eğlence yeri. çalgılı * İçinde çalgıçalınan.
* Çalgıçalınarak yapılan.çalgılıçağanaklı * Eğlenceli, şarkılı, çalgılı, gürültülü patırtılı, neşeli. çalgın * Sıcak veya soğuktan gelişemeyerek cılız kalan ekin.
* Uzun zaman bakır kapta kalan tadı bozulmuşyemek, çalık.
* Kötürüm, inmeli, sakat.çalgısız * Çalgısı olmayan. çalı * Böğürtlen, ahu dudu gibi ağaççıktan küçük, dallarıçok çatallıve sapları odunsu bitki. çalı bülbülü * Serçegillerden, güzel öten, küçük bir kuş, ötleğen (Sylvia communis). çalıçırpı * Kolayca ateşyakmaya yarayan ince ve kuru ağaç dalı, kuru ot gibi şeyler. çalıdikeni * Bkz. karaçalı. çalıfasulyesi * Kılçıklı bir çeşit fasulye. çalı gibi * sık ve sert (saç, sakal). çalıhorozu * Tavukgillerden, eti beğenilen bir yaban kuşu (Tetraourogallus). çalı idi, çırpı idi, evim idi ya, ayı idi uyu idi, kocam idi ya * her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş, yaşayıp gidiyordum. çalıkakıcı * Eşkıya bozuntusu. çalıkuşu * Serçegillerden, başıkoyu kırmızı, gövdesine doğru rengi açılan, çalılık yerleri seven ötücü bir kuş
(Troglodytes).çalıkuşugiller * Çalıkuşu benzeri türleri içine alan kuşlar familyası. çalısüpürgesi * Kırmızıçiçekleri olan ve süpürge yapımında kullanılan bir bitki. çalık * Çarpık.
* Verev kesilmiş.
* Tabiî olmaktan uzaklaşmış, kendi renginden olmayan.
* Yan yan giden.
* Adıdefterden silinmiş.
* Yüzünde çı ban veya yara yeri olan.
* Çı ban yeri.
* Koyunlarda çiçek hastalığı.
* Çalgın.çalık kavak * Dallarısepetçilikte kullanılan bir kavak türü, sepetçi kavağı. çalılandırma * Çalılandırmak işi. çalılandırmak * Çorak bir araziyi çalı ekimi yöntemi ile yeşertmek. çalılık * Çalısıçokça olan yer. çalım * Gösteriş, karşıdakini etkileme amacıyla yapılan davranış, kurum, caka.
* Kılıcın keskin yanı.
* Menzil, erim.
* Biraz benzeme, andırma.
* Bir oyuncunun topu elinden veya ayağından kaçırmadan karşısındaki oyuncularıkıvrak hareketlerle aldatıp
geçmesi.
* Geminin su kesiminden aşağı bölümünün başve kıç bodoslamasına doğru darlaşması.çalım atmak (veya yapmak) * Bkz. çalımlamak. çalım satmak * kurulup büyüklük taslamak. çalım yemek * futbolda çalım ile geçilmek. çalımcı * Çalım yapan kimse. çalımına gelmek (veya getirmek) * uygun zaman veya durumu ele geçirmek. çalımından geçilmemek * çok kurumlu olmak, çok çalımlı olmak. çalımlama * Çalımlamak işi. çalımlamak * Oyunda topu karşıtarafa kaptırmamak için el, ayak veya vücutla şaşırtıcı hareketlerde bulunmak.
* Bir fırsattan yararlanarak bir başkasının hakkı olan bir şeyi ele geçirmek.çalımlanış * Çalımlanmak işi veya biçimi. çalımlanma * Çalımlamak işi veya durumu. çalımlanmak * Çalımlıdavranmak.
* Kendisine çalım yapılmak.çalımlayış * Çalımlamak işi veya biçimi. çalımlı * Gösterişli, kurumlu.
* Başıyüksek, yapısıdar (gemi).çalımlıçalımlı * Çalım göstererek, çalım satarak. çalımlık * Yoğurt veya maya çalmaya yetecek kadar. çalımlılık * Çalımlı olma durumu. çalımsız * Çalımı olmayan, gösterişsiz. çalımsızlık * Çalımsız olma durumu. çalınma * Çalınmak işi. çalınmak * Çalmak işine konu olmak.
* İnme inmek.çalıntı * Çalınmışolan (şey). çalıp çırpmak * eline geçeni çalmak. çalısız * Çalısı olmayan. çalış * Çalmak işi veya biçimi. çalışılma * Çalışılmak işi. çalışılmak * Çalışmak işine konu olmak. çalışıp çabalamak * çok gayret göstermek. -
Türkçe Sözlük Ç Sayfa 7
çalışkan * Çok çalışkan, çalışmayıseven, faal. çalışkanlık * Çalışkan olma durumu, faaliyet. çalışma * Çalışmak işi, emek, say.
* Bir yapıelemanının yük altında biçim değiştirmesi, az veya çok zorlanması.
* Bünyesindeki suyun azalmasıveya çoğalmasısonucu ağacın biçim ve boyutlarının değişmesi.
* İşsaati.çalışma barışı * İşhuzuru. çalışma belgesi * Bir işyerinde veya alanında çalışılabileceğini gösterir belge. çalışma dolabı * Üst yüzeyinde çalışma tablası bulunan, ön yüzeyinde kapak ve çekmeceleri olan mobilya. çalışma gezisi * Bir iş bağlama veya ön anlaşma yapmak üzere çıkılan gezi. çalışma günü * Tatil günleri dışında kalan ve çalışılabilen her gün, işgünü. çalışma hayatı * İşhayatı. çalışma karnesi * İşveren tarafından çalışma hayatına başlayan işçiye verilen, onun işçilik durumunu gösterir belge. çalışma masası * Üzerinde işyapılan masa. çalışma odası * İçinde işyapılan oda. çalışma saati * İşsaati. çalışma saatleri * İşin başlama ve bitişanıarasındaki saatler, işsaatleri. çalışma yöntemi * Bir çalışma veya işsüresinde izlenen bilimsel ve metodik yöntem. çalışmacı * Sağlık, yönetim bilimi gibi konularda çalışma yapan kimse. çalışmak * Bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak.
* İşi veya görevi olmak.
* İşüzerinde bulunmak.
* (makine veya âletler için) İşe yarar durumda olmak veya işlemekte bulunmak.
* Bir şeyi yapmak için gereken çarelere başvurmak, o şeyi gerçekleştirmek için kendini zorlamak, çaba
harcamak.
* Bir şeyi öğrenmek veya yapmak için emek vermek.çalıştıran * İşveren. çalıştırıcı * Bir spor dalında, sporcuyu eğiten, yetiştiren ve çalıştıran kişi, antrenör. çalıştırıcılık * Çalıştırıcının işi veya mesleği. çalıştırılma * Çalıştırılmak durumu. çalıştırılmak * Çalışma yaptırılmak. çalıştırış * Çalıştırma işi. çalıştırma * Çalıştırmak işi veya biçimi. çalıştırmak * Çalışmasını sağlamak.
* Çalışmak işini yaptırmak.çalkağı * Çalkar. çalkak * Çalkar. çalkalama * Çalkalamak işi. çalkalamak * İçinde bir şey bulunan bir nesneyi sarsarak sallamak.
* Sulu bir şeyi sarsarak veya çırparak karıştırmak.
* Sudan sarsarak geçirmek veya içinden suyu çarparak geçirmek yolu ile bir şeyi temizlemek.
* Tahılısarsarak kalburdan geçirmek, elemek.
* Vücudun bir yerini sürekli oynatmak.
* (kuluçka yumurtalarını) Çevirmek.
* Sağlığının bozulmasına yol açmak.çalkalanış * Çalkalanmak işi veya biçimi. çalkalanma * Çalkalanmak işi. çalkalanmak * Çalkalanma işine konu olmak.
* Dalgalanmak.çalkalatış * Çalkalatma işi veya biçimi. çalkalatma * Çalkalatmak işi. çalkalatmak * Çalkatmak. çalkalayış * Çalkalama işi veya biçimi. çalkama * Çalkamak işi.
* Çalkalanarak yapılan.çalkamak * Tahıl elemek. çalkanış * Çalkanmak işi veya biçimi. çalkanma * Çalkanmak işi. çalkanmak * Çalkamak işine konu olmak.
* (deniz, göl için) Dalgalanmak.
* Coşmak.
* (haber, söylenti) Herkesin ağzında dolaşmak.
* Coşkunluk, hareketlilik içinde bulunmak.çalkantı * (deniz) Dalgalanma.
* Çalkanmışşey.
* Kalbur yardımıyla ayrılan çer çöp.
* Coşku.
* Kargaşa ve bunalımın yol açtığı düzensiz, karışık, sıkıntılıdurum.çalkantılı * Çalkantısı olan. çalkantısız * Çalkantısı olmayan. çalkar * Tahıl tanesini yabancınesnelerden seçmeye veya tohumlukta kullanılacak tahılıayırmaya yarayan döner
kalburlu araç, çalkağı.çalkatma * Çalkatmak işi. çalkatmak * Çalkalamak işini yaptırmak. çalkayış * Çalkamak işi veya biçimi. çalkı * Çalgıç.
* Tırpan.çalma * Çalmak işi.
* Hırsızlık, sirkat.
* Başa sarılan sarık.
* Çalınmış.
* Kakmalı olmayan, kalemle işlenmiş.
* Kibrit. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 22
cimcime * Küçük ve tatlı bir tür karpuz.
* Küçük ve sevimli (çocuk, kadın).cimdallı * Bir tür oyun. cimnastik * Bkz. jimnastik. cimnastikçi * Bkz. jimnastikçi. cimri * Elindeki parayıharcamaya kıyamayan. cimrice * Cimri gibi, cimriye yakın. cimrileşme * Cimrileşmek işi. cimrileşmek * Cimri gibi davranmaya başlamak. cimrilik * Cimri olma durumu, pintilik, nekeslik. cimrilik etmek * cimrice davranmak, pintileşmek.
* daha az vermek, esirgemek.cin * Masallara ve bazı inançlara göre, göze görünmeyen yaratık.
* Akıllı, zeki.cin * Buğday, arpa, yulaf gibi tanelerden çıkarılan ve ardıçla kokulandırılan bir tür alkollu içki. cin * (Cenova şehrinin adından) Pamuklu, kalın kumaştan giysi veya pantalon. cin cin bakmak * kurnazca bakmak.
* uykusuz gözlerle bakmak.cin çalığı * çarpık veya dışgörünüşü çirkin olan insanlar için kullanılır. cin çarpmak * (bir inanışa göre, cinlerin öfkesiyle) inme inmek. cin çarpmışa dönmek * neye uğradığını bilemeyecek kadar kötü bir duruma düşmek. cin darısı * Bkz. cin mısırı. cin fikirli * Çok anlayışlı, çok kurnaz, zeki. cin gibi * anlayışlıve zeki. cin ifrit olmak (veya kesilmek) * son derece kızmak öfkelenmek. cin mısırı * Bir tür ufak taneli mısır, cin darısı. cin saçı * Küsküt. cin tutmak * (bir inanışa göre cinlerin etkisiyle) delirmek. cinaî * Cinayetle ilgili veya konusu cinayet olan. cinas * Çok anlamlı bir kelimeye, her defasında başka bir anlam yükleyerek birbirine yakın birkaç yerde kullanma.
* Çok anlamı olan bir kelimenin iyi anlamınıkullanır görünerek kötüsünü öne çıkarma.cinaslı * Cinası olan, cinas sanatı bulunan. cinayet * Adam öldürme.
* Adam öldürme derecesinde ağır suç.cinayet işlemek * adam öldürmek. cinci * Cin çağırma ve onlarla konuşma gibi bir iddia ile geçim sağlayan (kimse). cingil * Bkz. cıngıl. cingöz * Açıkgöz, hiç aldatılmayan. cini tutmak * çok sinirlenmek. cinlenme * Cinlenmek durumu. cinlenmek * Öfkelenmek. cinler cirit (veya top) oynamak * o yer ıssız olmak. cinleri ayağa kalkmak * sinirlenmek. cinleri başına toplanmak (veya üşüşmek) * öfkelenmek. cinleşme * Cinleşmek işi. cinleşmek * Cin gibi davranmak. cinli * İçinde cinlerin olduğuna inanılan.
* Öfkeli, sinirli (kimse).cinnet * Delilik. cinnet geçirmek * delirmek, aklınıkaçırmak. cins * Tür, çeşit.
* Aralarında ortak özellikler bulunan varlıklar topluluğu.
* Soy, kök, asıl.
* Garip, tuhaf.
* Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğu.
* Yüksek nitelikte olan.cins cibilliyet * Nitelik, asıl; soy sop. cins cins * Çeşitli, çeşit çeşit.
* Türlerine göre.cins isim * Cins ismi. cins ismi * Bir türden olan varlıkların adı: Kedi, nehir, düşünce, annelik gibi. cinsel * Bkz. cinsî. cinsel taciz * Ahlâksızca ve ulu orta veya gizlice söz ve davranışlarla karşıcinse eziyet etme, tedirginlik ve sıkıntıverme.
* Çalışma hayatında ekonomik güç, üst makam veya başka etkili bir göreve sahip olanların, genellikle karşı
cinsi ahlâk dışı birtakım tutum ve davranışlarla cinsel yönden sıkıntıya sokup rahatsız etmesi. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 23
cinsellik * Cinsel özelliklerin bütünü. cinsî * Cinsiyetle ilgili, cinsel, eşeysel. cinsilâtif * Kadın; güzel, alımlı, hoşa giden kadın. cinsiyet * Bireye, üreme işinde ayrı bir rol veren ve erkekle dişiyi ayırt ettiren özel bir yaratılış, eşey, cinslik, seks. cinslik * Cinsiyet. cinslik bilimi * Cinsiyetle ilgili sorunları inceleyen bilim, seksoloji. cinsliksiz * Cinsliği olmayan, erkek veya dişi olmayan, eşeysiz. cinyolu * Tarlaların arasında görülen verimsiz topraklar. cip * Her türlü arazide kullanılabilen ufak, hafif, motorlu taşıt. cips * İnce, yuvarlak kesilerek kızartılmışpatates. ciranta * Bir senedi ciro eden kimse. cirim * Hacim, oylum.
* Miktar, tutar, bölüm.cirit * At koşturup birbirine değnek atarak topluca oynanan oyun.
* Bu oyunda atılan değnek.cirit atma * Atletizmin ciridi fırlatmaya dayanan dalı. cirit atmak * (bir yerde) çokça bulunmak, sık dolaşmak ve serbestçe davranmak. cirit oynamak * istediği biçimde, keyfince davranmak. cirit oyunu * Cirit. cirit ucu * Cirit sopasının ucundaki demir, temren. ciritçi * Cirit oynayan kimse. ciro * Bir ticaret senedinin, alacaklıtarafından başkasına çevrilmesi ve senedin arkasına gereken yazının yazılıp
imza edilmesi.ciro etmek * bir ticaret senedinin veya çekin arkasına gereken yazıyıyazmak. cisim * Maddenin biçim almışdurumu.
* Gövde, beden, vücut.cisimcik * Küçük cisim.
* Atom taneciği.cisimlenme * Cisimlenmek işi, tecessüm. cisimlenmek * (cismi olmayan bir şey için) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek. cisimleşme * Cisimleşmek durumu. cisimleşmek * Cisim hâline gelmek, tecessüm etmek. cismanî * Cisimle, bedenle ilgili.
* Dinî bir inanışla ilgili düşüncelere bağlı olmayarak, yalnız maddî temellere dayanan, ruhanî karşıtı.cismanîlik * Maddîlik. cismen * Cisim olarak, vücutça, bedence. civan * Yakışıklı genç erkek veya genç kadın.
* Genç ve yakışıklı olan.civanım! * bir sevgi seslenişi. civankaşı * Bir tür nakışve işleme. civanmert * Mert yaradılışlı, yüce gönüllü, yiğit. civanmertlik * Civanmert olma durumu. civanperçemi * Birleşikgillerden, birçok türleri olan bir kır bitkisi, kandil çiçeği (Achillea millefolium). civar * Yöre, yakın yer, dolay. civciv * Kümes hayvanlarının yumurtadan yeni çıkmışyavrusu. civcivli * Gürültülü patırtılı, telâşlı. civcivlik * Sekiz on haftalık oluncaya kadar civcivlerin bakımına ayrılan kümes. civelek * Canlı, neşeli ve sokulgan.
* Yeniçeri ocağına yeni girmişdelikanlı.civeleklik * Civelek olma durumu. ciyak ciyak * Bkz. cıyak cıyak. ciyaklama * Cıyaklama. ciyaklamak * Cıyaklamak. cizvit * İsa Derneği denilen bir Hristiyan derneğinin üyesi. cizye * Müslüman devletlerde Müslüman olmayanlardan alınan bir çeşit vergi. Cl * Klor`un kısaltması. Co * Kobalt`ın kısaltması. coğrafî * Coğrafya ile ilgili. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 24
coğrafî durum * Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü. coğrafik * Coğrafî. coğrafya * Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî, yönlerden inceleyen bilim.
* Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fizikî, ekonomik, beşerî, siyasî
gerçekliklerin tümü.coğrafyacı * Coğrafya araştırmalarıyapan kimse.
* Coğrafya öğretmeni.coğrafyacılık * Coğrafyacı olma durumu veya coğrafyacının mesleği. cokey * Yarışatlarına binen, yetenekleri bu amaca göre geliştirilmişkimse. cokeylik * Cokeyin yaptığı iş. conta * Geçirmezliği sağlamak için, sıkıştırılmışiki yüzey arasına yerleştirilmiş, genellikle kauçuk ve kurşundan
yapılan ince parça.contalama * Contalamak işi. contalamak * Conta koymak veya yerleştirmek. cop * Kalın kısa değnek.
* Polislerin kullandığı araç veya lâstik sopa.coplama * Coplamak işi. coplamak * Copla vurmak, copla dövmek. coplanma * Coplanmak işi. coplanmak * Copla dövülmek. coplatma * Coplatmak işi. coplatmak * Coplamak işini yaptırmak. corum * Balık akını.
* Uskumruların büyük balıklardan korkarak kıyıya sığınmasıdurumu.coşku * Genellikle büyük bir istekle ortaya çıkan geçici hayranlık veya heyecan durumu.
* Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan.
* Salgı bezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü ilişkileri bulunan iç veya dışuyaranların kamçıladığı
güçlü duygu durumu.
* Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme; ruhun kendini aşıp yücelmesi, heyecan.coşkulanma * Coşkulanmak işi. coşkulanmak * Coşkulu duruma gelmek. coşkulu * Coşkusu olan. coşkun * Coşmuşolan. coşkunca * Coşkun (bir biçimde). coşkunlaşma * Coşkunlaşmak işi. coşkunlaşmak * Coşkun bir duruma gelmek. coşkunluk * Coşkun olma durumu veya coşkunca yapılan iş. coşma * Coşmak işi, galeyan. coşmak * Duygu ve düşünceleri güçlü bir tepki ile dışarıvurmak, galeyan etmek.
* (doğa olaylarından herhangi biri) Birdenbire çoğalıp hızlanmak.coşturma * Coşturmak işi. coşturmak * Coşmasını sağlamak, coşmasına yol açmak. coşturucu * Coşturan. coşturuculuk * Coşturucu olma durumu. coşturulma * Coşturulmak işine konu olmak. coşturulmak * Coşmak işi yaptırılmak. coşuntu * Coşku, heyecanlıdavranış. cömert * Para ve malınıesirgemeden veren, eli açık, selek, semih.
* Verimli.cömert davranmak * sakınmadan, esirgemeden bol bol vermek. cömertçe * Cömert bir biçimde, sakınmadan, bol bol. cömertleşme * Cömertleşmek işi. cömertleşmek * Cömertçe davranmak. cömertlik * El açıklığı, verimlilik, semahat, mürüvvet. cönk * Büyük yelkenli gemi.
* Saz şairlerinin, kendilerinin veya başkalarının şiirlerini derledikleri, uzunlamasına açılan, deri kaplıdefter.Cr * Krom’un kısaltması. crescendo * Çalgılar giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalınma durumu. Cs * Sezyum’un kısaltması. Cu * Bakır’ın kısaltması. -cu * Bkz. -cı/ -ci. cudam * Beceriksiz, güçsüz, görgüsüz kimse. cuk * Bkz. aşağıcuk oturmak. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 25
-cuk * Bkz. -cık / -cik. cukka * Hayvan ve insan memesi. cukkayıyutmak * oyunda ütülmek. -cul * Bkz. cıl /-cıl. cuma * Haftanın altıncı günü, perşembe ile cumartesi arasındaki gün.
* Cuma namazı.cuma gecesi * Perşembeyi cumaya bağlayan gece. cuma namazı * Cuma günü öğlen ibadetinde cemaatle kılınan namaz. cumartesi * Haftanın yedinci günü, cuma ile pazar arasındaki gün. cumartesi kibarı gibi süslenmek * özentili fakat zevksiz süslenmek. cumba * Yapıların üst katlarında, ana duvarların dışına, sokağa doğru çıkıntıyapmış balkon.
* Eski evlerde pencere hizasından sokağa doğru çıkıntısı olan kafesli bölüm.cumbadak * Suya düşen bir cismin çıkardığısesi anlatmak için düşmek fiiliyle birlikte kullanılır. cumbalak * Takla. cumbalama * Cumbalamak işi. cumbalamak * Bir parçanın dar kenarındaki testere izi veya benzeri girinti ve çıkıntılarıdüzeltmek. cumbalatma * Cumbalatmak işi. cumbalatmak * Cumbalamak işini yaptırmak. cumbalı * Cumbası olan (yapı). cumbasız * Cumbası olmayan (yapı). cumbul cumbul * Aşırıölçüde içilmişiçkinin veya yenmişsulu yemeğin vücutta çıkardığısesi anlatır. cumbuldama * Cumbuldamak işi. cumbuldamak * Bir kabın içinde çalkalanıp ses çıkarmak. cumbuldatma * Cumbuldatmak işi. cumbuldatmak * (bir sıvı için) Bir kabın içinde çalkalamak. cumburdama * Cumburdamak durumu. cumburdamak * Cumburtu sesi çıkarmak. cumburlop * Ağır bir cismin suya düştüğü zaman çıkardığısesi anlatmak için kullanılır. cumburtu * Suya düşen ağır bir cismin veya çalkalanan suyun çıkardığıses. cumhur * Halk.
* Topluluk.cumhur cemaat * Cümbür cemaat. cumhura muhalefet kuvveihatadandır * halkın tuttuğu bir davaya karşıçıkılmaz. cumhurbaşkanı * Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet başkanı, reisicumhur. cumhurbaşkanlığı * Cumhurbaşkanı olma durumu.
* Cumhurbaşkanının makamı.cumhurca * Toplu olarak, hep birlikte. cumhuriyet * Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracılığı ile
kullandığıdevlet biçimi.Cumhuriyet Bayramı * 29 Ekim 1923’te kurulan Cumhuriyeti kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram. cumhuriyetçi * Cumhuriyet yanlısı olan kimse. cumhuriyetçilik * Cumhuriyet yanlısı olma durumu. cumhuriyetperver * Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlısı. cumhurreisi * Bkz. cumhurbaşkanı. cunda * Yatay serenlerin her iki başı. cunta * Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluşan kurul. cuntacı * Cunta üyesi. cup * Suya düşen birşeyin çıkardığısesi anlatmak için kullanılır. cuppadak * Cumbadak. cura * Tezene ile çalınan iki veya üç telli halk sazı.
* Bir çeşit küçük atmaca.
* Ufak tefek, gelişmemiş.cura zurna * Bir çeşit küçük zurna. curacı * Cura yapan veya çalan kimse. curcuna * Gürültülü, karışık durum.
* Alaturka müzikte hızlı bir usul.curcunalı * Curcuna içinde olan (yer, ses, hava). curcunaya çevirmek, döndürmek (veya curcunaya vermek) * ortalığıkarışık, gürültülü duruma sokmak.