Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 40

    Çingenelik * Çingene olma durumu.
    * (Küçük ç ile) Arsızca aç gözlülük, cimrilik.
    çini * Duvarlarıkaplayıp süslemek için kullanılan, bir yüzü sırlıve genellikle çiçek resimleriyle bezeli, pişmiş,
    balçık levha, fayans.
    * Sırlıve süslü, pişmiş balçıktan yapılmışolan.
    çini döşemek * bir yeri çini ile kaplamak.
    çini mürekkebi * Simsiyah, ince ve solmaz bir is mürekkebi.
    çinici * Çini yapan veya satan kimse.
    çinicilik * Çini yapma sanatı.
    çinili * Çinisi olan, çinilerle bezenmişolan.
    çinisiz * Çinisi olmayan.
    çinke * Sağlam, sert taş.
    * En ufak parça.
    * Benek.
    çinko * Atom numarası30, atom ağırlığı65,37, mavimsi beyaz renkte olan sert bir element, tutya. KısaltmasıZn.
    * Bu elementten yapılmış.
    çinko * Tombala oyununda kartın bir veya iki sırasınıdoldurunca kazandığını bildiren ve açıkça söylenen söz.
    * Tombala oyununda kartın bir veya iki sırasınıdoldurana verilen ödül.
    çinkograf * Çinkografi ustası.
    çinkografi * Çoğaltılmak istenilen resim veya yazıların kalı bınıçinko üzerine çıkarma sanatı.
    Çinli * Çin milletinden veya bu milletin soyundan olan (kimse).
    çintiyan * İçi astarlı, uzun kadın donu, kadın şalvarı.
    çip * Milimetrik yüzeyler üzerinde on binlerce devre elemanından oluşan ve son derece karmaşık elektronik
    devrelerin yerleştirildiği, genellikle silikon gibi yarı iletken bir malzemeden yapılmışince bir dilim.
    çipil * (göz için) Ağrılıve kirpikleri dökülmüş.
    çipilleşme * Çipilleşmek işi.
    çipilleşmek * Gözleri çipil duruma gelmek.
    çipilti * Yağmur serpintisi.
    çipo * Gemiyi istenilen bir yerde tutmak için bir zincirle denize atılan, iki veya daha çok kolu bulunan gemi
    demiri.
    çipura * Karagöz balığına benzer, eti beyaz bir Akdeniz balığı(Aurata aurata).
    çir * Kayısı, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu.
    çirçirci * Çirçir yapan kimse.
    çiriş * Çirişotunun kökünün öğütülmesiyle yapılan ve su ile karılarak tutkal gibi kullanılan esmer, sarı bir toz.
    çirişgibi * yapışkan ve acı.
    çirişotu * Zambakgillerden, beyaz çiçekli bir bitki (Asphodelus).
    çirişçi * Çirişyapan ve satan kimse.
    çirişçi çanağı * Çirişhazırlamakta kullanılan derin kap.
    * Acıve kurumuş, zehir gibi.
    çirişçilik * Çirişçinin işi veya mesleği.
    çirişleme * Çirişlemek işi.
    çirişlemek * Çirişsürmek.
    çirişlenme * Çirişlenmek işi veya durumu.
    * Nişastanın ve bazı inorganik tuzların etkisi ile granürler yapısının bozulması, su alarak şişmesi, kristal
    özelliğini kaybetmesi ve viskozite ve enzimlere karşıhassasiyetinin artması.
    çirişlenmek * Çirişsürülmek.
    çirişli * Çirişsürülmüş.
    * İnceliği kola ile örtülmüş(bez, kumaş).
    çirkef * Pis ve bulanık su.
    * İğrenç ve bulaşkan (kimse veya şey).
    çirkefçe * Çirkefe yakışır bir biçimde (olan).
    çirkefe (çamura) taşatmak (veya çirkefi üzerine sıçratmak) * edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranışta bulunmak.
    çirkefleşme * Çirkefleşmek işi.
    çirkefleşmek * Çirkef durumuna gelmek.
    çirkefli * İğrenç ve pis durumda bulunan.
    çirkeflik * Çirkef olma durumu veya çirkefçe davranış.
    çirkin * Göze veya kulağa hoşgelmeyen, güzel karşıtı.
    * Yakışık almayan.
    * Karanlık, dalavereli, şüpheli.
    çirkin kaçmak * hoşolmayan bir durum olmak.
    çirkince * Çirkine yakın, çirkin bir biçimde (olan).
    çirkinleşme * Çirkinleşmek işi.
    çirkinleşmek * Çirkin bir duruma gelmek.
    çirkinleştirme * Çirkinleştirmek işi.
    çirkinleştirmek * Çirkin bir duruma getirmek.
    çirkinlik * Çirkin olma durumu.
    * Çirkin olanın niteliği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 31

    çıkra * Sık çalı.
    çıkralık * Çıkra ile örtülü yer.
    çıkrık * Kuyudan kovayıçekmeye yarayan ve el ile çevrilen araç.
    * İplik bükmek, iplik sarmak gibi işlerde kullanılan, el veya ayakla çevrilen dolap.
    * Ağır bir şeyi çekecek ipin sarılmasına yarayan ve bir eksen üzerinde uzunca bir kolla çevrilerek dönen
    silindir.
    çıkrıkçı * Çıkrık yapıp satan kimse.
    * Elyaf fitillerini incelterek iplik veya elyaf yünü hâline getiren ve boşmakaralara saran bir makine.
    çıkrıkçılık * Çıkrık yapma işi veya satma.
    çıkrıkçın * Bir ördek türü.
    çıkrıklı * Çıkrığı olan.
    çıkrıksız * Çıkrığı olmayan.
    çıktı * Üretim sonucu ortaya çıkan ürün, girdi karşıtı.
    * Artık.
    * Bilgisayarda yazılan bir metni kâğıda dökme.
    * Mezuniyet belgesi.
    -çıl * Bkz. -cıl / -cil.
    -çıl * Küçültme sıfatlarıtüreten ek: ak-çıl, kır-çıl vb.
    çılan * İri bir çeşit çiğde.
    çılbır * Yoğurtlu yumurta yemeği.
    çılbır * Yulara takılan ip veya zincir.
    çıldır çıldır * Canlıcanlı.
    * Parlak parlak, parlayarak.
    çıldırasıya * Çıldıracak gibi, pek çok.
    çıldırış * Çıldırmak işi veya biçimi.
    çıldırma * Çıldırmak işi.
    çıldırmak * Delirmek, aklını oynatmak.
    * Israrla istemek, büyük arzu göstermek.
    çıldırtıcı * Çıldırtmak işini yapan.
    çıldırtıcılık * Çıldırtıcı olma durumu.
    çıldırtma * Çıldırtmak işi.
    çıldırtmak * Çıldırmasına sebep olmak.
    çılgın * Aşırıdavranışlarda bulunan, deli, mecnun.
    * Çok büyük, aşırı, olağanüstü.
    çılgına dönmek * sevniç, öfke, kızgınlık vb. duygular sonucu aşırıölçüde heycanlamak, kendine hâkim olamamak.
    çılgınca * Deli gibi, delicesine.
    * Aşırı bir biçimde.
    çılgıncasına * Çılgın gibi, çılgına dönmüşolarak.
    çılgınlaşma * Çılgınlaşmak işi.
    çılgınlaşmak * Çılgınca davranışlarda bulunmak.
    çılgınlık * Aşırıdavranış.
    çılkava * Bkz. cılkava.
    çıma * Halat ucu.
    çıma vermek * halat uzatmak.
    çımacı * Vapur iskelelerinde çıma uzatan veya tutan işçi.
    çımacılık * Çımacının işi.
    çımbar * Dokuma tezgâhındaki kumaşı germeye yarayan iki tarafıdişli araç, çımbar.
    çımkırma * Çımkırmak işi.
    çımkırmak * (kuşiçin) Pislemek.
    çın * Doğru, gerçek.
    çın çın * Metal eşyaya vurulunca çıkan sese benzeyen bir ses çıkararak.
    çın çın inletmek * gür ve keskin ses çıkarmak.
    çın çın ötmek * sürekli olarak keskin ses çıkarmak.
    çın tutmak * doğru olduğunu söylemek, doğrulamak.
    çınar * İki çeneklilerden, 30 m’ ye kadar uzayabilen, gövdesi kalın, uzun ömürlü, genişyapraklı bir ağaç (Platanus).
    çınargiller * Örneği çınar olan bitki familyası.
    çınarımsı * Çınara benzeyen.
    çınarımsı isfendan * Çınara benzer akça ağaç türü (Acer psüudoplatanus).
    çınarlı * Çınarı olan.
    çınarlık * Çınar ağaçlarıçok olan yer.
    çınayaz * Açık, mehtaplı, çok soğuk hava.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 32

    çınçınlatmak * (kadehleri) Birbirine tokuşturmak.
    çıngar * Kavga, gürültü.
    çıngar çıkarmak * gürültü, kavga çıkarmak.
    çıngar kopmak * gürültü, kavga çıkmak.
    çıngı * Kıvılcım.
    * Parça, zerre.
    çıngıl * Ufak ve seyrek taneli üzüm salkımı.
    çıngır çıngır * (ses için) Çıngırak sesi gibi ses çıkararak.
    çıngırağıçekmek * ölmek.
    çıngırak * Küçük çan.
    * İçindeki tanelerin hareketiyle ses çıkaran metal yuvarlak nesne.
    çıngırakçı * Çıngırak yapan veya satan kimse.
    çıngırakçılık * Çıngırak yapmak veya çıngırak satmak işi.
    çıngıraklı * Çıngırak taşıyan, üzerinde çıngırak bulunan.
    * Neşeli ve yüksek sesle (gülme, kahkaha).
    çıngıraklıyılan * Çıngıraklıyılangillerden, kuyruk ucundaki sert pullarıkımıldatarak kuru yaprak hışırtısına benzer bir ses
    çıkartan tehlikeli bir yılan (Crotalus).
    çıngıraklıyılangiller * Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sınıfına giren bir familya.
    çıngırdak * Çıngırak.
    * Çocuk oyuncağı olarak kullanılan saplı bir tür çıngırak.
    çıngırdama * Çangırdamak işi.
    çıngırdamak * Çıngırak sesi çıkarmak.
    çıngırdatma * Çıngırdatmak işi.
    çıngırdatmak * Çıngırak sesi çıkarmasını sağlamak.
    çıngırtı * Çıngırağın sesine benzer keskin ve kesik ses.
    çınlak * Çınlaması, yankısıçok olan (yer).
    çınlama * Çınlamak işi.
    çınlamak * Çın diye ses çıkarmak.
    * Yankıvermek.
    çınlamalı * Çınlaması olan.
    çınlatış * Çınlatma işi veya biçimi.
    çınlatma * Çınlatmak işi veya biçimi.
    çınlatmak * Çınlamasını sağlamak.
    çınlayış * Çınlamak işi veya biçimi.
    çınsabah * Sabahleyin, çok erken.
    çıpıçıpı * (çocuk dilinde) Yıkanma.
    çıpıl çıpıl * Su ile oynayarak.
    çıpıldak * (küçük çocuklar için) Çıplak.
    çıpır * Yonga.
    çıpır makinesi * Elyaflıplâka imalâtında kullanılmak üzere odunlarıyonga hâline getiren makine.
    çıplak * Üstünde bulunması gereken giysi, örtü vb. bulunmayan.
    * (başiçin) Saçsız.
    * Üzerinde yeşillik bulunmayan.
    * İçinde, gerekli eşya bulunmayan.
    * Yalın, süssüz.
    * Olduğu gibi, apaçık.
    * Çıplak vücut resmi, nü.
    * Yoksul kimse.
    çıplak alev * Isıtılacak maddelere veya bunların içinde bulunduğu kaplara doğrudan doğruya yöneltilen ateşveya alev.
    çıplak at * Koşumlarıve gemi takılmamış, eyerlenmemişat.
    çıplak gözle (bakmak) * görmeye yardımcı olacak hiçbir araç kullanmaksızın.
    çıplak maden * Tamamen saf durumda, içinde hiçbir yabancımadde bulunmayan maden.
    çıplak mülkiyet * Yararlanma hakkı başkasının olan bir mal üzerindeki sahiplik durumu, kuru mülkiyet.
    çıplak resim * Resim sanatında çıplak insanıkonu alan bir resim türü, nü.
    çıplak tohumlular * Açık tohumlar.
    çıplak ücret * Vergiler, yan ödemeler veya primler dışında kalan aslî ücret.
    çıplaklar kampı * İçinde, insanların giysisiz dolaşıp yaşadıklarıdinlenme bölgesi.
    çıplaklaşma * Çıplaklaşmak işi.
    çıplaklaşmak * Çıplak duruma gelmek.
    çıplaklaştırma * Çıplaklaştırmak işi.
    çıplaklaştırmak * Çıplak duruma getirmek.
    çıplaklığıyla * hiçbir şey saklamaksızın, olduğu gibi.
    çıplaklık * Çıplak olma durumu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 33

    çıplanma * Çıplanmak işi.
    çıplanmak * Çıplak duruma gelmek.
    çır çır * Çırpınmak fiili ile birlikte ne yapacağınışaşırmış bir durumda çok üzüntü ve telâşanlatır.
    çıra * Çam gibi reçineli ağaçların yağlıve çabuk yanmaya elverişli bölümü.
    * Lâmba.
    çıra dibine ışık vermek * Bkz. mum dibine ışık vermek.
    çırağ * Mum, kandil, lâmba gibi ışık aracı; ışık.
    çırak * Zanaat öğrenmek için bir ustanın yanında çalışan kimse.
    * Dükkânda ayak işlerine bakan kimse.
    * Saray veya daire gibi büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra geçimi sağlanarak izin verilen kimse.
    çırak çıkarmak * bir kimsenin beklediğinden az bir kazançla ortalıktan uzaklaştırıldığınıanlatmak için kinayeli olarak
    kullanılır.
    * Cariye veya odalıkların saray, konak veya köşk gibi büyük yerlerde yıllarca hizmet ettikten sonra
    evlenmesine veya geçimi sağlayacak o yerden ayrılmasına izin vermek.
    çırak etmek * bir ustanın yanında çalıştıktan sonra geçimini sağlayabilecek düzeye erişmişolan kişiye bağımsız çalışması
    için izin vermek.
    çıraklık * Çırak olma durumu, yamaklık.
    * Çırağın yaptığı iş.
    * Çırağa verilen ücret.
    * Çırakların çalıştığıyer.
    çıraklık etmek * çırak olarak çalışmak.
    çırakma * Üzerine kandil, mum veya herhangi bir ışık konulan yüksek tabla, şamdan.
    çırakman * Üzerinde meş’ale yakılan kule veya demir direk.
    * Balıkçıların balıklarıkıyıya çekebilmek için geceleyin yaktıklarıateş.
    * Çırakma.
    çıralı * Çırası olan veya çıra gibi reçineli olan.
    çıralık * Çıra olarak kullanılmaya elverişli.
    çıramoz * Balıkçıların, ateş balığı avlarken üzerinde çıra ve funda yaktıklarıızgara.
    çırçıl * Gemilere yükleme sırasında, bir fıçıyıyukarıkaldırabilmek için fıçının iki başına takılan enli ve kancalı
    zincir.
    çırçıplak * Bütünüyle çıplak, çırılçıplak.
    çırçıplaklık * Çırçıplak olma durumu.
    çırçır * Pamuğu çekirdeğinden ayırmaya yarayan âlet.
    çırçır * Küçük pınar.
    * Cırcır böceği.
    çırçırlama * Çırçılamak işi veya durumu.
    çırçırlamak * Pamuk, keten ve kendir gibi bitkisel dokuma ham maddelerini çekirdek veya kabuklarından temizlemek.
    çırılçıplak * Tamamen çıplak, çırçıplak.
    * Çok açık ve yalın bir durumda.
    çırılçıplaklık * Çırılçıplak olma durumu.
    çırnık * Küçük boyda kayık.
    * Üç flok yelkeni bulunan, iki yüz tona kadar olabilen, tek ve yekpare direkli yelkenli.
    çırpı * Dal, budak kırpıntısı.
    * Boyalıve gergin bir sicimi yay gibi çekip bırakmak yoluyla çizgi çizme.
    çırpı(gibi) * (kol ve bacak için) çok ince, çok zayıf.
    çırpı ipi * İki nokta arasında düzgünlüğü sağlamak için kullanılan ip.
    çırpıvurmak * boyaya batırılmışipin gerilip çabucak çırpılmasıyla yüzeylere çizgi çekmek.
    çırpıcı * Çırpmak işini yapan.
    * Yazma kumaşişlerini, boyalarıtutsun diye deniz suyunda çırpan kimse.
    çırpılma * Çırpılmak işi.
    çırpılmak * Çırpma işine konu olmak.
    çırpınıçırpını * Çırpınarak.
    çırpınış * Çırpınmak işi veya biçimi.
    çırpınma * Çırpınmak işi.
    çırpınmak * Acı ile kımıldanmak.
    * Kaslar birdenbire kendiliğinden ve düzensiz bir biçimde kımıldamak, ihtilâç etmek.
    * Ses çıkararak hafif dalgalanmak.
    * Ne yapacağınışaşırmış bir durumda üzüntü ve telâşgöstermek.
    * Çok istenilen bir şeyi gerçekleştirebilmek için aşırıderecede çaba harcamak.
    çırpıntı * Çırpınma.
    * Suların ufak ve oynak dalgalarla kaynaşması.
    çırpıntılı * Ufak ve oynak dalgalı(deniz).
    çırpış * Çırpma.
    çırpışma * Çırpışmak işi.
    çırpışmak * (kuşlar) Kanatlarını oynatmak.
    çırpıştırılma * Çırpıştırılmak işi.
    çırpıştırılmak * Çırpıştırmak işi yaptırılmak.
    çırpıştırma * Çırpıştırmak işi.
    * Çarçabuk, özensiz ve üstünkörü yapılan (iş).
    çırpıştırmak * Emek harcamadan, özensiz ve üstünkörü yapmak.
    çırpıya getirmek * bir sıra veya çizgi üzerine getirmek.
    çırpma * Çırpmak işi.
    * Kumaşın kenarınıkıvırıp dikmek için iğne, kenara göre çapraz tutularak ve çift kattan batırılıp tek kattan
    çıkarılarak yapılan dikiş biçimi.
    çırpmacı * Çırpmak işini yapan kimse.
    çırpmacılık * Çırpmacının işi veya mesleği.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 34

    çırpmak * Hızla ve kesik kesik silkelemek.
    * İki şeyi birbirine çarpmak.
    * Bir şeyin ucundan bir parça kesmek.
    * Sulu yiyecekleri hızla ve sürekli olarak çatal, kaşık gibi bir şeyle karıştırmak.
    * Güreşte rakibinin kollarını beli hizasında sımsıkıkavrayarak minderde kendi üzerinden sağa ve sola sırt
    üstü savurmak.
    * Çalmak, hırsızlık etmek.
    çırptırma * Çırptırmak işi.
    çırptırmak * Çırpmak işini yaptırmak.
    çıt * Küçük bir şeyin kırılırken çıkardığıhafif ve süreksiz ses.
    çıt çıkarmamak * hiç ses çıkarmamak.
    çıt çıkmamak * en hafif bir ses bile çıkmamak.
    çıt etmek * çıt sesi çıkarmak.
    çıt yok * en hafif bir ses bile yok.
    çıta * Düzgün biçilmişuzun ve ensiz tahta.
    çıtak * Dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağlayan.
    * Kaba, huysuz, kavgacı.
    çıtçıt * Üzerinde dikili bulunduklarışeyin iki kenarınıüst üste getirerek birleştirmeye yarayan iki parçadan yapılmış
    metal tutturmalık, fermejüp, kopça.
    * Mobilya kapaklarını, kapılarıkilitleme ve sürgülemenin dışında kapalıtutmaya yarayan ve az bir kuvvetle
    açılıp kapanmasınısağlayan iki parçalımetal veya plâstik araç.
    çıtçıtlama * Çıtçıtlamak işi.
    çıtçıtlamak * Çıtçıtla tutturmak.
    çıtıpıtı * Ufak tefek ve sevimli.
    çıtır çıtır * Kömür ve odun yanarken, ince tahta çubuklar vb. kırılırken, gevrek bir şey yenilirken çıkan ses.
    çıtır çıtır etmek * çıtırdamak.
    çıtır çıtır konuşmak * düzgün ve uzunca konuşmak.
    çıtır pıtır * (çocuklar için) Kolaylıkla ve tatlıtatlı(konuşmak).
    * Çıtıpıtı.
    çıtırdama * Çıtırdamak işi.
    çıtırdamak * Çıtır çıtır ses çıkarmak.
    çıtırdata çıtırdata * Çıtırdatarak.
    çıtırdatış * Çıtırdatmak işi veya biçimi.
    çıtırdatma * Çıtırdatmak işi.
    çıtırdatmak * Çıtır çıtır ses çıkarmasına yol açmak.
    çıtırdayış * Çıtırdamak işi veya biçimi.
    çıtırtı * Çıtırdama sesi.
    çıtkırıldım * Aşırı incelik, dayanıksızlık ve çekingenlik gösteren (kimse).
    çıtkırıldımlık * Çıtkırıldım olma durumu.
    çıtlama * Çıtlamak işi.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralama.
    çıtlamak * Çıt sesi çıkarmak.
    çıtlatılma * Çıtlatılmak işi.
    çıtlatılmak * Çıtlatmak işi yapılmak.
    çıtlatış * Çıtlatmak işi veya biçimi.
    çıtlatma * Çıtlatmak işi.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralama.
    çıtlatmak * Bir şeyden çıt sesi çıkarmak.
    * Bir kimseye, bilmediği bir şeyden ancak sezdirecek kadar söz etmek.
    * Antep fıstığının kabuğunu aralamak.
    * İşparçalarının bazıyerlerini oyup çıkarmadan makasla kesmek.
    çıtlık * Çitlembik.
    çıtpıt * Ayak altında ezilerek çıtır çıtır ses çıkaran bir tür patlangaç, çatapat.
    çıvdırma * Çıvdırmak işi.
    çıvdırmak * Çıvmak işini yaptırmak.
    çıvgar * Çift sürmekte veya araba çekmekte olan hayvanlara yardımcı olarak koşulan hayvan.
    çıvgın * Rüzgâr ve karla karışık yağan yağmur.
    * Ağaç sürgünü, filiz.
    çıvlama * Çıvlamak işi.
    çıvlamak * Fışkırarak akmak.
    çıvma * Çıvmak işi.
    çıvmak * Atlamak, sıçramak, zıplamak.
    * (hızla giden bir şey) Bir yere çarpıp yön değiştirmek, sekmek, çavmak, sapmak, inhiraf etmek.
    çıyan * Çok ayaklılardan.sarımtırak renkte, zehirli böcek (Scolopendra).
    çıyan gibi * hain bakışlısarışın kimse.
    çıyan gözlü * Mavi gözlü.
    çıyanlık * Hain olma durumu, hainlik.
    çıyanlık etmek * hainlik etmek.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 35

    çızıktırmak * Çiziktirmek.
    -çi * Bkz. -cı/ -ci.
    çiçeğe kesmek * çiçek açmak.
    çiçeği burnunda (veya çiçeği burnunda, çamuru karnında) * yeni, çok taze, yeni koparılmış.
    çiçek * Bir bitkinin, üreme organlarınıtaşıyan çoğu güzel kokulu, renkli bölümü.
    * Çiçek açan kır veya bahçe bitkisi.
    * Davranışlarıhafif, toplum kurallarına uymayan kimse.
    * İrinli kabarcıklar dökerek yüzde izler bırakan ateşli, ağır ve bulaşıcı bir hastalık.
    * Süblimleşme veya çiçeksime yoluyla elde edilen toz.
    çiçek açmak (veya vermek) * çiçeklenmek.
    * yeniden ortaya çıkmak, görüntü vermek.
    çiçek aşısı * Çiçek hastalığına karşı bağışıklık sağlamak amacıyla aşı olarak yapılan zayıflatılmışçiçek virüsü.
    çiçek bahçesi * Çiçek yetiştirilen veya çiçeklerle kaplanmışsüslü bahçe.
    çiçek biti * Yarım kanatlılardan, küçük ve yumuşak vücutlu olan, bitkilerin üzerinde sürü durumunda yaşayan bir
    böcek.
    çiçek boyası * Kırmız.
    çiçek bozuğu * Çiçek hastalığından yüzü delik deşik olmuş, çopur.
    çiçek çıkarmak * çiçek hastalığına tutulmak.
    çiçek durumu * Çiçeklerin sap üzerindeki dizilişi.
    çiçek dürbünü * Bkz. kaleydoskop.
    çiçek evi * Çiçek yetiştirilen ve satılan yer.
    çiçek gibi * temiz, bakımlı, güzel.
    çiçek olmak * yaşına, durumuna uymayan aşırıdavranışlarda bulunmak.
    çiçek pazarı * Çiçeklerin alınıp satıldığıçarşı.
    çiçek sapçığı * Çiçekleri sapa birleştiren ince ve küçük sap.
    çiçek sapı * Çiçek durumunda bütün çiçeklerin, üzerinde toplandığıveya bitiştiği sap.
    çiçek soğanı * Lâle gibi çiçeklerin ekim zamanıköklerinde oluşan soğan biçimindeki yumru filiz.
    çiçek suyu * Turunçgillerin çiçeklerinin imbikten geçirilmesiyle elde edilen güzel kokulu su.
    çiçek tacı * Çiçeklerin üreme organlarının çevresinde türlü renkte yaprakçıklardan oluşan ve böcekleri çeken organ.
    çiçek tozu * Başçığın içinde bulunan, çiçekte döllenmeyi sağlayan toz.
    çiçek yağı * Ayçiçeği yağı.
    çiçek yaprağı * Çiçek sapıüzerinde ve çiçeğe yakın, özel biçimler gösteren yaprak.
    çiçekçi * Çiçek yetiştiren, satan veya yapma çiçek işiyle uğraşan kimse.
    * Çiçek satılan yer.
    çiçekçi esnafı * Sebze ve meyve toptancısı, komisyoncusu.
    çiçekçilik * Çiçek yetiştirme, satma veya yapma, çiçek yapıp satma işi.
    çiçekleme * Çiçeklemek işi.
    çiçeklemek * Çiçek dikmek.
    * Çiçekle donatmak.
    çiçeklendirme * Çiçeklendirmek işi.
    çiçeklendirmek * Çiçekli duruma getirmek.
    * Çiçekli bir durumdaymışgibi görünmek.
    çiçekleniş * Çiçeklenmek işi veya biçimi.
    çiçeklenme * Çiçek açma.
    * Çiçeğin açma zamanı.
    * Tuzların billûrlaşma sularınıyitirerek toz durumuna gelmesiyle oluşan tuzlar.
    çiçeklenmek * Çiçek açmak, çiçek vermek, çiçekli duruma gelmek.
    çiçekleşme * Çiçekleşmek işi veya durumu.
    çiçekleşmek * Çiçek durumuna girmek, çiçek gibi olmak.
    çiçekli * Çiçeği veya çiçek resimleri olan.
    çiçekli bitkiler * Bkz. tohumlu bitkiler.
    çiçeklik * Koparılmışçiçekleri koymaya yarar kap.
    * Çiçek saksılarınıkoymaya veya çiçek yetiştirmeye ayrılmışyer.
    * Eski evlerde süs eşyasıkonulan raflıduvar oyuğu.
    * Çiçeğin üzerinde çanak, taç ve öteki organlarının bulunduğu parça.
    çiçeksever * Çiçeğe düşkün kimse.
    çiçeksime * Çiçeksimek işi veya sonucu.
    çiçeksimek * Çiçek gibi olmak, çiçeklenmek.
    * Kristal durumunda bulunan bir bileşik, kristal suyunu yitirip beyazımsı bir toz durumunu almak.
    * Deride leke, sivilce, çiçek gibi döküntüler belirmek.
    çiçeksiz * Çiçeği olmayan.
    çiçeksiz bitkiler * Mantarlar ve eğrelti otları gibi, üreme organları gizli olan bitkiler sınıfı.
    çift * (nesneler için) Birbirini tamamlayan iki tekten oluşan.
    * Bir erkek ve bir dişiden oluşan iki eş.
    * Toprağısürmek için birlikte koşulan iki hayvan.
    * Küçük maşa veya cımbız.
    çift atış * Çıkışhakeminin, çıkışın yanlışolduğunu koşuculara bildirmek ve yarışıdurdurmak için yaptığı iki el
    tabanca atışı.
    çift ayaklılar * Duyargalarısekiz eklemli, vücut halkalarında ikişer çift ayak bulunan, ıslak ve karanlık yerleri seven çok
    ayaklılar topluluğu.
    çift camlı * Aralarında boşluk bırakılarak takılmışiki camı bulunan (pencere).
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 24

    çengel atmak * bir konuya taraftar toplama girişiminde bulunmak, ilişki kurmak.
    çengel çeneliler * Çeneleri gaga biçiminde uzamışve tam kemikleşmemiş balıklar takımı, yapışık çeneliler.
    çengel iğnesi * Çengel biçiminde ilmiklerden oluşan bir tür işleme.
    * Çengelli iğne.
    çengel sakızı * Kengel sakızı.
    çengel takmak * uğraşmak veya kötülük etmek için el atmak.
    çengelleme * Çengellemek işi.
    çengellemek * Çengelini takmak.
    * Çengel atışyapmak.
    çengellenmek * Çengel takılmak, çengelle tutturulmak.
    çengelleyiş * Çengellemek işi veya biçimi.
    çengelli * Çengeli olan veya ucu çengel biçiminde olan.
    çengelli iğne * Tutturulduğu yerden kurtulmaması için ucu özel yuvaya geçirilen iğne.
    çengelsi * Çengeli andıran, çengel biçimli.
    çengi * Çalgıeşliğinde oynamayımeslek edinmişkadın.
    çengi kolu * Çengilerden oluşan topluluk.
    çengi takımı * Çengi kolu.
    çengilik * Çenginin yaptığı iş.
    çengüçegane * Saz eğlentisi.
    çenileme * Çenilemek işi.
    çenilemek * Canıyanan köpek ağlar gibi acıacıses çıkarmak.
    çenk * Harpıandıran, telli bir çalgı.
    çentik * Bir şeyin kenarından kesilerek veya kırılarak açılan küçük kertik, tırtık.
    * Kertikli.
    * Küçük oyuk.
    * Basım sırasında basım aletinin diyaframını belirli bir açıklığa getirecek düzeni işletmek için filmin kenarına
    yapılan çukurluk.
    çentik açmak * çentik oluşturmak.
    çentik atmak * çentiklemek.
    çentikleme * Çentiklemek işi.
    çentiklemek * Bir şeyde çentik açmak.
    * Bir şeyi ince doğramak.
    çentiklenme * Çentiklenmek işi.
    çentiklenmek * Çentikli duruma gelmek.
    çentikli * Üzerinde çentik bulunan.
    çentilme * Çentilmek durumu.
    çentilmek * Çentmek işine konu olmak.
    çentme * Çentmek işi.
    çentmek * Bir şeyin kenarında kertik açmak.
    * Soğan, salatalık gibi şeyleri küçük ve ince parçalar durumunda doğramak.
    çepçevre * Bkz. çepeçevre.
    çepeçevre * Bütün yanlarınıkuşatacak biçimde, fırdolayı.
    çepel * Kir, bulaşık, çamur, pislik.
    * Ürüne karışmışyabancımadde.
    * Çalıçırpı.
    * Bozuk, kapalı, yağmurlu hava.
    çepelleme * Çepellemek işi.
    çepellemek * Çepel duruma getirmek, karıştırmak.
    çepellenme * Çepellenmek işi.
    çepellenmek * Çepelli duruma gelmek.
    * Karışıp bozulmak.
    çepelli * İçinde sap, taş, toprak gibi yabancımadde bulunan.
    çepellilik * Çepelli olma durumu.
    çeper * Çit.
    * Ahlâksız, huysuz, geçimsiz kimse.
    * Bağçubuğu, çalıçırpı.
    * Sebze bahçesi.
    * Zar.
    çeper çekmek * çitten duvar çevirmek.
    çeperli * Çeperi olan, çeperle çevrili bulunan.
    çepez * Bozuk ipek kozası.
    çepiç * Çebiç.
    çepin * Bahçelerde kullanılan küçük çapa.
    Çepni * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    çer * “Gelişigüzel ve dayanıksız yapılmış” anlamında çer çöp veya çerden çöpten ikilemelerinde geçer.
    çer çöp * Çalıçırpıkırıntısı.
    * Döküntü, süprüntü.
    * Bazıçocuk oyunlarında dikkat anlamında kullanılan uyarma sözü.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 25

    çerçeve * Resim, yazı, ayna gibi şeyleri süslemek veya bir yere asılabilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen
    kenarlık.
    * Kapı, pencere ile bunların cam veya tablalarının yerleştirilmişolduğu kenarlık.
    * Bir düşünce alanının sınırlarıveya bu sınırlar içindeki alan.
    * Beden eğitiminde asılma ve tırmanmalar için kullanılan araç.
    çerçeve anlaşma * Hükûmet ile sendika ve işverenler arasında toplu sözleşme öncesinde varılan ön anlaşma.
    çerçeveci * Çerçeve yapan kimse.
    * Resimlere, tablolara çerçeve takma işiyle uğraşan kimse.
    çerçevecilik * Çerçeve yapma veya satma işi.
    çerçeveleme * Çerçevelemek işi.
    * Filmi çevrilecek başlıca cismin, gerek büyüklük gerek yer bakımından görüntü çerçevesine göre
    düzenlenmesi işi.
    çerçevelemek * Bir şeye çerçeve geçirmek veya bir şeyi çerçeve içine alma.
    çerçevelenme * Çerçevelenmek işi.
    çerçevelenmek * Çerçeve içine alınmak.
    çerçeveletme * Çerçeveletmek işi.
    çerçeveletmek * Çerçeve geçirtmek.
    çerçeveli * Çerçeve geçirilmişveya çerçeve içine alınmışolan.
    çerçevesiz * Çerçeve içinde olmayan.
    çerçi * Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaşarak ufak tefek tuhafiye eşyasısatan gezginci esnaf.
    * (bazı bölgelerde) Tuhafiyeci.
    çerçici * Çerçi.
    çerçilik * Çerçinin yaptığı iş.
    çerden çöpten * Dayanıksız, çürük.
    * Zayıf, narin, çelimsiz.
    çerez * Asıl yemekten sayılmayan, peynir, zeytin gibi yiyecekler.
    * Yemek dışında yenilen yaşveya kuru yemişgibi şeyler.
    çerezci * Çerez satan kimse.
    çerezcilik * Çerez satma işi.
    çerezlenme * Çerezlenmek işi.
    çerezlenmek * Çerez türünden bir şeyler yemek.
    * Bir şeyden biraz yararlanmak, çimlenmek.
    çerezlik * Çerez olabilecek şeyler.
    * Çerez konulan kap.
    çerge * Derme çatma çadır, göçebe çadırı.
    * Çingene çadırı.
    * Otağ.
    çergeci * Padişah çadırını beklemekle görevli yeniçeri.
    çergi * Bkz. çerge.
    çergici * Pazarlarda sergi açan gezginci esnaf.
    çeri * Asker.
    çeribaşı * Alay beyi.
    * Çingene topluluklarının başı.
    çeribaşılık * Çeribaşı olma durumu.
    Çerkez * Kafkasya’da yaşayan bir boy veya bu boydan olan kimse.
    * Çerkezlere özgü, Çerkezlerle ilgili.
    Çerkez peyniri * Peynir yapmak için mayalanan sütün ince dilimler hâlinde sıcak suya atılmasıyla yapılan, taze veya kuru
    olarak yenen tuzlu bir peynir türü.
    Çerkez tavuğu * Tavuk, hindi gibi kümes hayvanlarının etinden yapılan ve salçasına dövülmüş ceviz, biber katılarak
    hazırlanan bir yemek.
    Çerkezce * Çerkez dili.
    çerkezlik * Çerkez gibi davranma eğilimi.
    çermik * Kaplıca, ılıca.
    çerviş * Kasaplık hayvanlardan elde edilen çeşitli yağların eritilmişi.
    * Yemeğin sulu kısmı.
    çervişli * Çervişi olan.
    çeşit * Aynıtürden olan şeylerin bazıözelliklerle ayrılan öbeklerinden her biri, tür, nevi.
    * Canlıların bölümlenmesinde, bireylerden oluşan, türden daha küçük birlik.
    * Türlü.
    çeşit çeşit * Çeşitli olan, türlü türlü.
    çeşitkenar * Kenarlarından hiçbiri ötekine eşit olmayan (çokgen).
    çeşitkenar üçgen * Üç kenarıda ayrıuzunlukta olan üçgen.
    çeşitleme * Çeşitlemek işi.
    * Belli bir temayıdeğişik armoni, melodi ve ritmle süsleyerek yeniden çalma, varyasyon.
    çeşitlemek * Bir şeyin çeşidini artırmak.
    çeşitlendirme * Çeşitlendirmek işi.
    çeşitlendirmek * Çeşitlerini artırmak.
    çeşitlenme * Çeşitlenmek işi.
    çeşitlenmek * Çeşitli duruma gelmek.
    çeşitli * Çeşidi çok olan, türlü, mütenevvi.
    çeşitlilik * Çeşidi çok olma durumu, tenevvü.
    çeşme * Çoğunlukla herkesin yararlanması için yapılan, borularla gelen suyun bir oluktan veya musluktan aktığı,
    yalaklısu hazinesi veya yapısı.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 26

    çeşmeye gitse çeşme kuruyacak * çok talihsiz kimseler için söylenir.
    çeşmibülbül * Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmiş cam işlerine verilen ad.
    çeşni * (yiyecek, içecek için) Tat, tadımlık.
    * Hoşa giden bir özellik.
    çeşni katmak * değişik, özel ve hoş bir katkıyapmak.
    çeşni tutmak * ekmekçilikte una karıştırılacak suyun oranını belirtmek.
    çeşnici * Saraylarda ve büyük konaklarda yemek ve sofra işlerini yöneten kimse.
    * Sikkelerin ayarını düzenleyen kimse.
    * Tütün veya içkilerin tat ve niteliğini belirleyen kimse.
    çeşnicibaşı * Başçeşnici.
    * Sık sık eşdeğiştiren erkek.
    çeşnicilik * Çeşnicinin işi.
    çeşnileme * Çeşnilemek işi.
    çeşnilemek * Çeşni vermek.
    çeşnilenme * Çeşnilenmek işi.
    çeşnilenmek * Tadıyerine gelmek.
    çeşnili * Çeşnisi olan.
    çeşnilik * Yemeğe çeşni vermek için katılan baharat vb.
    çeşnisine bakmak * tadına bakmak.
    çete * Ordu birliklerinden olmayan silâhlıküçük birlik.
    çete savaşı * Küçük asker birlikleri veya çeteler tarafından düşmanıyıpratmak için her türlü yola başvurarak yapılan
    savaş.
    çeteci * Çeteden olan kimse.
    çetecilik * Çeteci olma durumu veya çetecinin yaptığı iş.
    çetele * Çizilerek veya oyularak açılan kertik.
    * Ekmekçi, sütçü gibi esnafın, uzunlamasına ikiye bölüp üzerine kertikler çenterek hesap tuttuklarıağaç dalı.
    çetele çekmek (veya tutmak) * hesap tutmak amacı ile bir yere çizgiler çizmek.
    çeteleşme * Çeteleşmek işi veya durumu.
    çeteleşmek * Çete durumuna gelmek.
    çeteleştirme * Çeteleştirmek işi veya durumu.
    çeteleştirmek * Çete durumuna getirmek.
    çeteleye dönmek * (insanın yüzü veya başka bir tarafı için) üzerinde birçok kesikler ve sıyrıklar olmak.
    çetene * Kendir tohumu.
    çetin * Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç veya engeli çok olan, müşkül.
    çetin ceviz * Yola getirilmesi güç olan kimse, yapılmasızor olan iş.
    çetince * Çetin (bir biçimde).
    çetinleşme * Çetinleşmek işi.
    çetinleşmek * Çetin duruma gelmek.
    çetinleştirme * Çetinleştirmek işi veya durumu.
    çetinleştirmek * Çetin duruma getirilmek.
    çetinlik * Çetin olma durumu, sertlik.
    çetrefil * Karışıklığıdolayısıyla, anlaşılmasıveya sonuca bağlanması güç.
    * Yapıve ses kurallarına aykırıkullanılan (dil).
    * Sarp, engelli ve engebeli yer.
    çetrefilce * Biraz çetrefil.
    çetrefilleşme * Çetrefilleşmek işi veya durumu.
    çetrefilleşmek * Çetrefil duruma gelmek.
    çetrefilli * Karışık ve anlaşılması güç olan.
    çetrefillik * Çetrefil olma durumu.
    çetrefilsiz * Basit ve anlaşılmasıkolay olan.
    çevgen * Değnek.
    * Atlara binilerek değneklerle oynanan bir çeşit top oyunu, polo.
    çevik * Kolaylık ve çabuklukla davranan, tetik.
    çevikçe * Çevik (bir biçimde).
    çevikleşme * Çevikleşmek işi.
    çevikleşmek * Çevik duruma gelmek.
    çevikleştirme * Çevikleştirmek işi.
    çevikleştirmek * Çevik duruma getirmek.
    çeviklik * Çevik olma durumu veya çevikçe davranış.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 27

    çevir kazıyanmasın * karşısındakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkışanlara alay
    veya şaka yollu söylenir.
    çevir sesi * Telefon numarasının aranmaya hazır olduğunu belirten ince ve monoton ses, sinyal.
    çevir sinyali * Çevir sesi.
    çeviren * Çeviri yapan kimse, çevirmen.
    çevirgeç * Elektrik akımınıaçıp kapama veya değiştirme işini yapan araç, şalter, komütatör.
    çevirgi * Çevrilebilen anahtar, tokmak vb. araçlar.
    çeviri * Dilden dile aktarma, çevirme, tercüme.
    * Bir dilden başka bir dile çevrilmişyazıveya kitap, tercüme.
    çeviri dili * Bir bilgisayarın sembolik makine dili.
    çevirici * Sözlü veya yazılıçeviri yapan kimse, dilmaç, tercüman, mütercim.
    * Elektrik akımının yönünü değiştirmeye yarayan araç, komütatör.
    çevirici dili * Bilgisayarda makine dili komutlarının sembollerle kaydedildiği alçak düzeyli proglamlama dili.
    çeviricilik * Çeviri işi yapma, dilmaçlık, tercümanlık.
    çevirim * Çevirme işi.
    * Sinema filmi elde etmek üzere alıcının çalıştırılması, duyar katın üzerinde gizli görüntülerin belirmesi.
    çevirim senaryosu * Çekimlere bölünmüş, her çekimin sayısı belirtilmiş, çevirim için bütün teknik açıklamalarıve konuşmaları
    içine alan senaryo.
    çeviriş * Çevirmek işi veya biçimi.
    çevirme * Çevirmek işi, tedvir.
    * Kuzu, oğlak gibi hayvanların şişte, kor üzerinde çevrilerek pişirilmişi.
    * Uzaktan dolaşıp düşmanın yan gerilerine düşerek onu istemediği bir durumda dövüşmek zorunda bırakma,
    kuşatma, ihata.
    * Bir dilden başka dile çevrilmiş, tercüme.
    * Bir müzik parçasındaki aralığın veya bir cümle parçasının tiz sesini pese, pes sesini tize dönüştürmek işi.
    çevirme ağı * Balık sürülerinin önce çevrelerinin sarılması, sonra ağın altının kapatılmasıyoluyla kaçmalarınıönleyerek
    avlamayısağlayan bir ağtürü.
    çevirmek * Bir şeyin yönünü değiştirmek.
    * Öteki yüzünü görünür duruma getirmek.
    * Döndürerek hareket ettirmek.
    * Yönetmek, idare etmek.
    * Yolundan alıkoymak, yoldan döndürmek.
    * Geri göndermek.
    * Bir giyeceği söküp iç yüzünü dışa getirmek.
    * Çevrilemek, tevil etmek.
    * Hile, dolap, dalavere gibi dürüst olmayan davranışlar için yapmak.
    * Kötü bir duruma getirmek.
    * Bir dilden başka bir dile aktarmak, tercüme etmek.
    * Bir yerin çevresini bir şeyle sarmak, kuşatmak.
    * Bir durumdan başka duruma getirmek, dönüştürmek.
    * Bir durumdan başka duruma geçmek.
    * (kâğıt oyunu için) Oynamak.
    çevirmen * Bir yazıyıveya konuşmayı bir dilden başka bir dile çeviren kimse, mütercim.
    çevirmenlik * Çevirmen olma durumu, mütercimlik.
    * Çevirmenin görevi.
    çevirtme * Çevirtmek işi.
    çevirtmek * Çevirmek işi yaptırmak.
    çevre * Bir şeyin yakını, dolayı, etraf.
    * Bir kimse ile ilişkisi bulunanlar, muhit.
    * Aynıkonu ile ilgili bulunan kimselerin tümü, muhit.
    * Kişinin içinde bulunduğu toplumu oluşturan ortam.
    * Sırma işlemeli mendil.
    * Düzlem üzerindeki bir şekli sınırlayan çizgi.
    * Hayatın gelişmesinde etkili olan doğal, toplumsal, kültürel dışfaktörlerin bütünlüğü.
    * Bir birimden önce veya sonra gelen aynıtürden birimlerin tümü; bunların oluşturduğu küçük grup,
    konteks.
    çevre açı * Geometride, bir çemberin iç bölgesinde, köşesi çember üzerinde bulunan açı.
    çevre bilimci * Çevre bilimi uzmanı, ekolojist.
    çevre bilimi * Canlıların aralarındaki bağlantılarıve ortamlarıyla olan ilişkilerini inceleyen biyoloji dalı, ekoloji.
    çevre bilimsel * Çevre bilimiyle ilgili, çevre bilimine dayanan, ekolojik.
    çevre kirliliği * Doğal kaynakların aşırıve yanlışkullanılması, tahrip edilmesi sonucunda çevrede dengenin olumsuz yönde
    bozulmasıve birtakım sorunların ortaya çıkması.
    çevre sağlığı * Belli bir çevrede yaşayan kişilerin sağlığınıetkileyen dışfaktörler ve alınan önlemler.
    çevre teker * Sap ve kökte, merkez bölümünün en dışkuşağı.
    çevre yolu * Şehir trafiğini aksatmamak amacıyla yerleşim yerinin dışından geçen ve şehir yollarına bağlanan ana yol.
    çevreci * Çevre kirliliği sorunlarıyla uğraşan kimse veya topluluk.
    çevrecilik * Çevrecinin yaptığı iş.
    çevreleme * Çevrelemek işi, kuşatma, ihata.
    çevrelemek * İçine almak, kuşatmak, sarmak, ihata etmek.
    * Bir konunun sınırlarınıçizmek, tahdit etmek.
    çevreleniş * Çevrelenmek işi veya biçimi.
    çevrelenme * Çevrelenmek işi.
    çevrelenmek * Kuşatılmak, sınır içine alınmak, tahdit edilmek.
    çevreleyiş * Çevrelemek işi veya biçimi.
    çevrelik * Marangozlukta, mimarlıkta ve dülgerlikte kullanılan bütün kenar parçaları.
    çevren * Ufuk, göz erimi.
    çevresel * Çevre ile ilgili.
    çevri * Bir söz veya davranışı görünür anlamından başka bir anlamda kabul etme, tevil.
    * Anafor, burgaç.
    çevrik * Çevrilmiş, dönük.
    çevrileme * Çevrilemek işi.
    çevrilemek * Çevriye uğratmak, tevil etmek.
    çevrili * Çevrilmiş, kuşatılmış.
    * Dönük.
    çevriliş * Çevrilmek işi veya biçimi.
    çevrilme * Çevrilmek işi.
    çevrilmek * Çevirmek işine konu olmak.
    * Kendini çevirmek, birine dönmek.
    çevrim * Devir.
    * Bir elektrik akımının iletken üzerinde aldığıyol, devre.
    * Elektrik enerjisinin bir başka enerjiye dönüştürülmesi.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 28

    çevrimli * İşi iyi yöneten, becerikli, idareli.
    çevrimsel * Çevrimle ilgili veya çevrim biçiminde olan, devrî.
    çevrinme * Çevrinmek işi, tavaf.
    çevrinmek * Bir şeyin etrafında saygı ile dolanmak, tavaf etmek.
    çevrinti * Bir şeyin kendi ekseni çevresinde sürekli dönmesi.
    * Su ve hava çevrintisi.
    * Çeşitli tahıl karışığı.
    çevriyazı * Bir yazıyı bütün ses inceliklerini belirterek başka bir alfabeye çevirme yolu, yazıçevrimi, transkripsiyon.
    çeyiz * Gelin için hazırlanan her türlü eşya.
    çeyiz çemen * Eksiksiz, kusursuz çeyiz.
    çeyiz düzmek * çeyiz hazırlamak.
    çeyizci * Çeyiz hazırlayan veya satan kimse.
    çeyizcilik * Çeyiz hazırlama veya satma işi.
    çeyizleme * Çeyizlemek işi.
    çeyizlemek * Evlenecek kızın çeyizini hazırlayıp vermek.
    çeyizlenme * Çeyizlenmek işi.
    çeyizlenmek * Çeyizli duruma gelmek veya getirilmek.
    çeyizli * Çeyizi olan.
    çeyizlik * Çeyiz olarak hazırlanan, çeyiz için ayrılan.
    * Çeyiz eşyası.
    çeyizsiz * Çeyizi olmayan.
    çeyrek * Dörtte bir.
    * Gümüşmecidiyenin dörtte biri değerinde olan beşkuruş.
    * On beşdakikalık zaman.
    * Alman markı.
    çeyrek final * Bir yarışmada ikili eşlemelerle son sekiz takımın oluşturduğu grup veya aşama.
    çeyrek finalist * Çeyrek final aşamasına yükselme başarısını gösteren ekip veya kişi.
    çeyrek son * Koşullarda yarıfinal yarışına katılacak dört kişiyi seçmek üzere sekiz kişi veya dört takımıayırmak için
    sekiz takım arasında düzenlenen seçme yarışı.
    çeyrekleme * Çeyreklemek işi.
    çeyreklemek * Süt çocuklarının kollarınıve bacaklarınıçaprazlayarak vücutlarına idman yaptırmak.
    çeyreklenme * Çeyreklenmek işi.
    çeyreklenmek * Çeyreklemek işi yapılmak.
    -çı * Bkz. -cı/ -ci.
    çı ban * Vücudun herhangi bir yerinde oluşan ve çoğu, deride şişkinlik, kızartı, ağrıve ateşile kendini gösteren irin
    birikimi.
    çı ban ağırşağı * Çı banın patlamak üzere olan yeri.
    * Ağır sonuçlar doğurabilecek durum veya sorun.
    çı ban işlemek * çı ban irin akıtmak.
    çı banbaşı * Kurcalandığı, üzerine düşüldüğü takdirde ağır veya kötü bir sonuca varacak olan tehlikeli sorun veya konu.
    çı banın başınıkoparmak * ağır bir sorunun patlak vermesine yol açmak.
    çı banlaşma * Çı banlaşmak durumu.
    çı banlaşmak * Çı ban durumuna gelmek.
    çıdam * Sabır.
    çıdama * Çıdamak işi.
    çıdamak * Sabretmek.
    Çıfıt * Yahudi.
    * (küçük ç ile) Hileci, düzenbaz.
    çıfıt çarşısı * Türlü şeylerin karmakarışık bir durumda bulunduğu yer.
    Çıfıtlık * Yahudilik.
    * (küçük ç ile) Hilekârlık, düzenbazlık.
    çıfıtlık etmek * hile yapmak, düzenbazlık etmek.
    çığ * Dağın bir noktasından kopup yuvarlanan ve yuvarlandıkça büyüyen kar kümesi.
    * Bölme veya paravana.
    çığdüşmek * dağda aşağıçığyuvarlanmak.
    çığgibi büyümek * (bir olay için) birdenbire ve etkileyici bir şekilde büyümek.
    çığa * Mersin balığının, yumurtasından havyar yapılan türü (Acipenser ruthenus).
    çığa * Horoz, cennet kuşu gibi birtakım kuşların kuyruğundaki tüylerden en uzun ve gösterişli olanı.
    çığalanma * Çığalanmak işi.
    çığalanmak * (atın kuyruğu) Horoz kuyruğu gibi dikilmek.
    çığıltı * Çığlıkla karışık ses.
    çığır * Çığın kar üzerinde açtığı iz.
    * Hayvanların gide gele açtıkları ince yol, keçi yolu, patika.
    * İz.
    * (başkalarının da uyabileceği) Yeni bir biçim, yöntem veya yol.
    * Büyük hattatların sanat yolu.
  • Türkçe Sözlük Ç Sayfa 29

    çığır açmak * bir alanda yeni bir yol, yöntem başlatmak.
    çığırından çıkmak * doğru ve uygun yolundan ayrılmak.
    çığırış * Çığırmak işi veya biçimi.
    çığırma * Çığırmak işi.
    çığırmak * Çağırmak, seslenmek.
    * Türkü söylemek.
    çığırtı * Çığrışma sesleri.
    çığırtkan * Çağırtkan.
    * Bir şeyi yüksek sesle çevreye duyuran.
    * Çıkarı olduğu için birini övüp koruyan kimse.
    çığırtkanlık * Çığırtkanın yaptığı iş.
    çığırtma * Çığırtmak işi.
    * Basit, küçük, nefesli bir çalgı.
    çığırtmacı * Çığırtma çalan kimse.
    çığırtmak * Çağırtmak.
    çığlık * Acıacıveya ince ve keskin bağırma, feryat, figan.
    çığlık atmak (koparmak veya basmak) * kulak tırmalayıcıkorkunç sesler çıkararak acıacı bağırmak.
    çığlık çığlığa * Çığlık atarak bağırıp çağırarak.
    çığralık * Karda kürekle, dallarla açılan dar yol.
    * Bir tür çalılık.
    çığrış * Haykırış.
    çığrışma * Çığrışmak işi.
    çığrışmak * Hep birden bağırıp çağırarak gürültü etmek.
    -çık * Bkz. -cık / -cik.
    çıkacak * Hamamlarda dışarıya çıkıp giyinme yerine giderken kurulanmak üzere verilen havlu.
    * Boy ölçüşecek (kimse).
    çıkagelme * Çıkagelmek işi.
    çıkagelmek * Beklenmedik bir zamanda gelmek.
    çıkak * Çıkılacak yer, çıkıt, mahreç.
    * Boğumlanma noktası, mahreç.
    çıkan * Çıkarma işleminde bütünden alınan sayı.
    çıkar * Dolaylı bir biçimde elde edilen kazanç, menfaat.
    çıkar budak * Çevresi ile bağlantısızayıflayan ve bazıağaç türlerinde kendiliğinden düşebilen budak türü.
    çıkar yol * Güç durumlarda insanı başarıya ulaştıran, kurtaran davranış, çözüm yolu, çare.
    çıkarayazmak * Çıkarma işi gerçekleşecek olmak.
    çıkarcı * Yalnız kendi çıkarınıdüşünen, çıkarınıkollayan kimse, menfaatçi, menfaatperest.
    çıkarcılık * Yalnız kendi çıkarınıdüşünme durumu, menfaatçilik, menfaatperestlik.
    çıkarılış * Çıkarılmak işi veya biçimi.
    çıkarılma * Çıkarılmak işi.
    çıkarılmak * Çıkarmak işine konu olmak.
    çıkarım * Çıkarmak işi.
    * Belli önermelerin kabul edilen veya gerçek olan doğruluklarından veya yanlışlıklarından, başka önermelerin
    kabul edilen veya gerçek olan doğruluk veya yanlışlıklarınıçıkarma, istidlâl.
    çıkarına bakmak * sadece kendini ve kendi durumunu gözeterek çıkar sağlamak.
    çıkarınıtepmek * kendisine yarar sağlayacak bir şeyi veya bir durumu istememek, böyle bir şeyden veya durumdan
    yararlanmamak.
    çıkarış * Çıkarmak işi veya biçimi.
    çıkarma * Çıkarmak işi.
    * Çıkarmak işlemi, tarh.
    * Kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme, asker çıkarma.
    çıkarma birliği * Deniz kıyısında çıkarma harekâtıyapmak üzere eğitilmiş, özel yapılmışhafif ve küçük teknelerden
    kurulmuşaskerî birlik.
    çıkarma gemisi * Çıkarma yapılacak kıyıya asker, araç ve cephane taşımaya yarayan, altıdüz küçük deniz aracı.
    çıkarma harekâtı * Düşman işgalinde olan bir kıyıya, güvenli bir köprü başıkurmak amacıyla düzenlenen ve çeşitli birliklerin
    görev aldığı askerî harekât.
    * Bir konuda kamuoyu oluşturmak veya yandaştoplamak için yoğun faaliyet göstermek.
    çıkarma işareti * Çıkarma işlemini anlatan işaret.
    çıkarmak * (birinin veya bir şeyin) Çıkmasını sağlamak, çıkmasına sebep olmak.
    * (cümlede zaman anlatan bir sözle) Sonunu getirmek.
    * Anlamak, ne olduğunu bilmek.
    * Bulmak, ortaya koymak.
    * Hatırlamak.
    * Söylemek.
    * Döküntülü hastalığa tutulmak.
    * (keyif, tat, zevk gibi şeyler için) Çok hoşlanmak.
    * (öfke, hırs, acı gibi şeyler için) Zararını çektirmek.
    * Sağlamak, elde etmek.
    * Gibi göstermek, bir davranışyüklemek.
    * Sindirim yolundan dışarıatmak.
    * İlgisini keserek uzaklaştırmak.
    * Giysi, ayakkabı gibi şeyleri vücuttan ayırmak, soymak.
    * Yayımlamak.
    * Gidermek.
    * Sebep olmak, yol açmak.
    * Yapmak, üretmek.
    * Sunmak.
    * Göstermek.
    * (bir şeyi) Bir örneğe göre yapmak.
    * Üçüncü bir sayıelde etmek üzere belli bir sayıdan, daha az değerli başka bir sayıkadar birim eksiltmek,
    tarh etmek.
    * Yollamak, göndermek.
    * Yükü boşaltmak.
    * Resim yapmak veya fotoğraf çektirmek.
    çıkarsama * Bir önermeden, düşünce yoluyla bir başka önermeye geçme işi, intikal.
    çıkartı * Boşaltım ile vücuttan dışarıçıkan madde, ıtrah maddesi.
    çıkartılma * Çıkartılmak işi.
    çıkartılmak * Çıkartmak işi yapılmak.
    çıkartma * Çıkartmak işi.
    * Üzerindeki resim ıslatılarak yapıştırıldığıyere çıkartılan, özel olarak hazırlanmışzamklıkâğıt.
    * Bu yolla çıkarılan resim.
    çıkartmak * Çıkarmak işini yaptırmak.
    çıkı * Küçük bohça, çıkın.