casusluk | * Casus olma durumu, çaşıtlık. |
casusluk etmek | * casus olarak çalışmak. |
cav | * Bkz. çağ(II). |
cavalacoz | * Değersiz, önemsiz, derme çatma. |
cavlağıçekmek | * ölmek. |
cavlak | * Çıplak, tüysüz. |
cavlaklık | * Cavlak olma durumu, çıplaklık. |
cavlama | * Cavlamak işi. |
cavlamak | * Kavlamak, tüyünü dökmek, çıplak kalmak. |
cavlamak | * Ölmek. |
caydırıcı | * Kararından, sözünden döndürücü. |
caydırıcılık | * Caydırıcı olma durumu. |
caydırılmak | * Caymasısağlanmak, kararından döndürülmek, vazgeçirilmek. |
caydırış | * Caydırmak işi veya biçimi. |
caydırma | * Caydırmak işi. |
caydırmak | * Caymasını sağlamak, kararından döndürmek, vazgeçirmek. |
caygın | * Vazgeçip işin ardını bırakan, dönek. |
cayır cayır | * Bir cismin çabuk ve şiddetle yandığını, yırtıldığınıanlatmak için kullanılır. * Şiddetli, etkili olarak. |
cayırdama | * Cayırdamak işi. |
cayırdamak | * (nesneler için) Ses çıkararak yanmak veya yırtılmak. |
cayırdatma | * Cayırdatmak işi. |
cayırdatmak | * (nesneler için) Sert, uzun, gürültülü ses çıkartmak. |
cayırtı | * Şiddetli yanma, yırtılma sesi, gürültü. |
cayırtıvermek | * gürültü ile gözdağıvermek. |
cayırtıyı basmak (veya cayırtıkoparmak) | * birdenbire bağırıp çağırmaya başlamak. |
cayış | * Caymak işi veya biçimi. |
cayma | * Caymak işi. |
caymak | * Sözünden, kararından dönmek, vazgeçmek. |
caz | * Başlangıçta Kuzey Amerika zencilerinin müziği iken sonraları bütün dünyada benimsenen bir müzik türü. * Caz müziği çalan orkestra. |
caz takımı | * Caz müziği çalan orkestranın bütün çalgıları. |
cazbant | * Caz müziği çalan orkestra. |
cazcı | * Caz müziği çalan veya besteleyen kimse. |
cazcılık | * Cazcının işi veya mesleği. |
cazgır | * Güreşecek olan pehlivanlarıyüksek sesle izleyicilere tanıtan ve dualarını okuyarak onlarıalana süren kimse. * Fitneci. |
cazgırlık | * Cazgır olma durumu. |
cazır cazır | * (bir cismin kaynama ve yanmasını belirtirken) Güçlü ve sesli olarak. |
cazırdama | * Cazırdamak işi. |
cazırdamak | * Caz diye ses çıkarmak. |
cazırdatma | * Cazırdatmak işi. |
cazırdatmak | * Cazırdamasına yol açmak. |
cazırtı | * Cazırdama sesi. |
cazibe | * Alım, alımlılık, çekicilik, albeni. * Çekim. |
cazibe kanunu | * Yer çekimini belirten kurallar bütünü. |
cazibedar | * Çekiciliği olma, alımlı. |
cazibeleşme | * Cazibeleşmek durumu. |
cazibeleşmek | * Çekici, alımlıduruma gelmek. |
cazibeleştirmek | * Çekici, alımlıduruma getirmek. |
cazibeli | * Çekici, alımlı, albenili. * Önemli, ağırlığı olan. |
cazibesiz | * Çekici olmayan, alımsız. |
cazip | * İlgi uyandıran, çekici, elverişli. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 8
-
Türkçe Sözlük C Sayfa 9
cazipleşme * Cazipleşmek durumu. cazipleşmek * Cazip duruma gelmek. cazipleştirme * Cazipleştirmek durumu. cazipleştirmek * Cazip duruma getirmek. cazipli * Çekici, alımlı, albenili. caziplik * Cazip olma durumu. cazlı * Cazı olan. cazsız * Cazı olmayan. cazur cazur * Bkz. cazır cazır. Cb * Kolombiyum’un kısaltması. cc * Kemanın sırt ve göğüs tahtasını iki yanından C harfi biçiminde çenten oyuklar. Cd * Kadmiyum’un kısaltması. CD * Yabancıdevlet elçiliklerine ait arabaların plâkalarında kullanılan kısaltma. Ce * Seryum’un kısaltması. ce * Türk alfabesinin üçüncü harfinin adı. ce * Kucak çocuklarını, bebekleri eğlendirmek için çıkarılan ses. -ce * Bkz. -ca / -ce (I). -ce * Bkz. -ca / -ce (II). ce demeye mi geldin? * “Bu kadar az oturmaya mı geldin?” anlamında kullanılır. cebbar * Zorlayıcı, zorba.
* Kudret sahibi, Tanrı.
* Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yıldız kümesi.
* Becerikli, açık göz (kadın).cebe * Zırh.
* Silâh.cebeci * Yeniçeri ordusunda silâh yapan, onaran ve bakımı ile görevli bulunan; savaşta ordunun silâh ve
cephanesini ulaştıran yaya kapıkulu ocaklarından bir sınıf asker.cebel * Dağ.
* Sahipsiz, boştoprak.
* Ekilmemiştarla, ekime elverişli olmayan yer.cebeli * Osmanlıİmparatorluğu döneminde, savaşsırasında tımar, zeamet sahiplerinin dirlikleri oranına göre
yanlarında götürmekle yükümlü bulunduklarıatlıasker.
* Aynıdönemde illerdeki atlı inzibat kuvveti.cebelleşme * Cebelleşmek işi. cebelleşmek * Uğraşmak, çekişmek; tartışmak, münakaşa etmek. cebellezi * Hakkı olmayan bir şeyi kendisine mal edip cebine koyma, cebine indirme. cebellezi etmek * cebine indirmek. ceberut * Tanrı’nın her şeyin üstünde olan kudreti.
* (tasavvufta) Allah’a varmanın üçüncü basamağı.
* (“büyük kudret” anlamından kayarak) Merhametsizlik, zorbalık.
* Acımasız, merhametsiz, zorba.cebi delik * Tutumlu olmayan (kimse), savurgan. cebi delik (kimse) * para tutmayan, züğürt, parasız. cebi para görmek * parasıyokken para kazanmaya başlamak. cebin * Korkak.
* Alın, yüz.cebinden çıkarmak * ondan çok üstün olmak. cebine indirmek (veya atmak) * (para için) hakkı olmadığıhâlde kendine mal etmek. cebini doldurmak * karşılaştığıelverişli durumlardan yararlanarak bol para kazanmak. cebir * Zor, zorlayış. cebir * Artıve eksi gerçek sayılarla, bunların yerini tutan harfler yardımıyla nicelikler arasında genel bağlantılar
kuran matematik kolu.cebir kullanmak * bir işi yaptırmak için zora başvurmak. cebire * Kırık kemikleri yerinde tutmak için kullanılan tahta, mukavva veya tenekeden yapılmış, üzeri bezle
kaplanan levha, süyek, koaptör.cebirsel * Cebirle ilgili. cebirsel deyim * Bilinen veya bilinmeyen büyüklük ölçüleri üzerinde, bunlara bağlı bir büyüklük ölçüsünü çıkarmak için
gerekli işlemleri gösteren ve birbirine cebirsel işaretlerle bağlanan harf ve sayılar bütünü.cebirsel formül * Cebirsel deyim. cebirsel ifade * Cebirsel deyim. cebren * Zorla, zor kullanarak, zoraki. cebretme * Cebretmek işi. cebretmek * Zorlamak. cebrî * Zorla yapılan; zor kullanılarak yaptırılan. cebrî yürüyüş * Bir yere kuvvet yetiştirmek veya düşmandan önce varmak için yapılan sıkıyürüyüş. cebrinefs * Kendini zorlama, kendini tutma. -
Türkçe Sözlük C Sayfa 10
cebriye * Yazgıcılık, kadercilik, fatalizm. ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!) * “soyun sopunla birlikte Tanrıcezanızıversin!” anlamında ilenme bildiren söz. ceddine rahmet! * “aferin, bravo” veya “Tanrısenden razı olsun” anlamında kullanılır. Cedî * Oğlak burcu. cedit * Yeni. cedre * Guatr, guşa. cefa * Büyük sıkıntı, üzgü, eziyet. cefa çekmek (veya görmek) * üzüntü, sıkıntıçekmek. cefa etmek * üzmek, eziyet etmek. cefakâr * Cefalı. cefakeş * Cefa çeken, cefalı, sıkıntıya katlanan. cefalı * Sıkıntıya, eziyete katlanmışveya katlanan. cefaya katlanmak * sıkıntıveya üzüntüyü sabırla karşılayıp tahammül etmek. ceffelkalem * Hiç düşünüp taşınmadan, bir çırpıda. cehalet * Bilgisizlik, bilmezlik. cehdetme * Cehdetmek işi. cehdetmek * Çalışıp çabalamak. cehennem * Dinî inanışlara göre, kötülük yapanların öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu.
* Çok sıkıntılıyer.cehennem azabı * Cehennemde uğranılacağına inanılan ceza.
* Çok büyük sıkıntı, eziyet.cehennem gibi * çok sıcak. cehennem hayatı * Büyük sıkıntıve üzüntülerle dolu yaşayış. cehennem kütüğü * Cehennemde yanmaya yaraşır kimse. cehennem ol * defol!. cehennem olmak * defolmak. cehennem taşı * Gümüşün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanıklı, ışıkta bozulmayan beyaz kristal. cehennem zebanisi * Zalim, acımasız kimse. cehenneme kadar yolu var * “defolsun, istediği yere kadar gitsin, korkum yoktur” anlamında sövme. cehennemî * Cehennemle ilgili.
* Üzücü, yakıcı, cehennem gibi.cehennemi boylamak * (sevilmeyen kimse için) ölmek. cehennemin bucağı(veya dibi) * çok uzak yer. cehennemin dibine gitmek * (kızılan kimse için) defolup gitmek. cehennemleşme * Cehennemleşmek durumu. cehennemleşmek * Cehenneme dönmek.
* Aşırıüzüntü ve sıkıntıçekilen yer hâlini almak.cehennemlik * Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanılan, cehenneme lâyık (kimse).
* Hamamın ocağı, külhan.
* Modern ekmek fırınlarında ateşin bulunduğu en sıcak bölüm.cehil * Bilgisizlik, bilmezlik. cehre * Pamuk, yün, ipek gibi şeyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ. cehri * Kök boyası gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kırmızırenk elde edilen bir kök (Rhamnus
infectorius).ceht * Çaba, çabalama. -cek * Bkz. -cak / -cek. ceket * Erkeklerin ve kadınların giydiği, genellikle önden düğmeli, kalçayıörten, kollu giysi. ceketatay * Bkz. Jaketatay. celâdet * Yiğitlik, kahramanlık. celâl * Büyüklük, ululuk.
* Öfke, kızgınlık.Celâlî * İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çıkıp devlete isyan eden Bozoklu Derviş celâl’in
adamlarına ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eşkıyaya verilen ad.Celâlîlik * Celâlî olma durumu. celâllenme * Celâllenmek işi. celâllenmek * Öfkelenmek, kızmak. celâlli * Sert ve öfkeli (kimse).
* Hırçın, coşkun.celâllice * Celâlli gibi, celâlliye benzer. celbe * Avcıçantası. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 103
buruşma * Buruşmak işi. buruşmak * Düzgünlüğü bozulmak, üzerinde kırışık ve katlamalar olmak.
* (ağızda) Kekrelik duymak.
* Tiksinmek, hoşlanmamak.buruşturma * Buruşturmak işi. buruşturmak * Buruşuk duruma getirmek. buruşuk * Gerginliği, düzgünlüğü kalmamış buruşmuşolan. buruşukça * Biraz buruşuk olan, pek düzgün olmayan. buruşukluk * Buruşuk olma durumu.
* Ciltte oluşmuşkırışık.buruşuksuz * Buruşuğu olmayan. busbulanık * Çok bulanık. buse * Öpücük, öpme, öpüş. buselik * Klâsik Türk müziğinde on üç basit makamdan biri. buselikaşiran * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam. busines klas * İşlik orun. but * Vücudun kalça ile diz arasındaki bölümü.
* Hayvanların, bacaklarının gövdeye bitişik olan dolgun, etli bölümü.butafor * Oyun için gerekli sahne eşyası. butaforcu * Oyun için gerekli sahne eşyasınıyapan uzman. butik * Giyim ve süs eşyasısatılan dükkân. butikçi * Butik işleten kimse. butikçilik * Butik işletme işi. butlan * Batıl olma durumu.
* Geçersizlik, hükümsüzlük.
* Yanlışlık, haksızlık.buton * Çalıştırmaya yarayan düğme. buut * Boyut.
* Uzunluk.buydurmak * Dondurmak, çok üşütmek. buyma * Buymak işi. buymak * Soğuktan donarak ölmek.
* Çok üşümek.buyot * Yatakta ısınmak için kullanılan sıcak su torbası. buyruğu altına girmek * bir kimse başka bir kimsenin isteklerini ister istemez yerine getirmek zorunda olmak. buyruk * Belirli bir davranışta bulunmaya zorlayıcısöz, emir, ferman.
* Egemenlik.buyruk kulu * Emir kulu. buyrukçu * Buyuran, emreden (kimse). buyrulma * Buyrulmak işi. buyrulmak * Buyurmak işi yapılmak. buyrultu * Sadrazam, vezir, beylerbeyi gibi yüksek devlet görevlilerince yazılan buyruk.
* İrade.buyur * Buyurun anlamında bir hitap sözü. buyur etmek * “buyurun” diyerek konuğu saygı ile içeri almak veya sofraya çağırmak. buyur? * anlamadım, sözünüzü tekrarlar mısınız?.
* söyleyiniz, emrediniz.buyurgan * Sık sık buyruk veren, buyruk verir gibi konuşan. buyurganlık * Buyurgan olma durumu. buyurma * Buyurmak işi. buyurmak * Bir şeyin yapılmasınıveya yapılmamasınıkesin olarak söylemek, emretmek.
* Söylemek, demek, düşüncesini bildirmek.
* Gelmek, gitmek, geçmek, girmek.
* Almak.
* ‘Etmek, eylemek’ anlamında yardımcıfiil olarak kullanılır.buyuru * Buyruk, emir. buyurucu * Buyruk, emir veren. buyurun cenaze namazına! * hiç beklenmedik kötü bir durum karşısında, şaka yollu üzüntü anlatır. buz * Donarak katıduruma gelmişsu.
* Çok soğuk bir etki uyandıran şey veya kimseleri anlatmak için kullanılır.buz alanı * Buzla. buz bağlamak * (sıvılar için) yüzeyi donmak. buz dağı * Kutup bölgelerinde buzullardan koparak akıntılarla yer değiştiren büyük buz parçası, aysberg. buz duvarı * Samimî olmamaktan ortaya çıkan, arzu edilmeyen, arada soğukluk yaratan durum. buz gibi * çok soğuk.
* (kötü nitelikler için) kesin bir gerçeği belirtir.
* (et için) temiz ve yağlı.buz kalı bı * Suyun belli biçimlerde donmasınısağlayan özel kap. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 104
buz kesilmek * buz gibi soğumak; buz durumuna gelmek.
* çok üşümek, donmak.
* şaşılacak, üzülecek bir durum karşısında donakalmak.buz kesmek * çok üşümek. buz torbası * Tedavi amacıyla kullanılan ve içinde buz parçaları bulunan plâstik bir torba. buz tutmak * (sıvı için) üstünde buz oluşmak, buzla kaplanmak. buz üstüne yazıyazmak * süresi, etkisi çok az olacak bir işyapmak.
* bir kimseye etki yapmayan sözler söylemek.buz yalağı * Yüksek dağlarda kalıcıkar ve buzulun birlikte oluşturduğu, arkasıve yanlarıdik, önü açık, çember biçimli
çukurluk.buzağı * Sütten kesilmemişsığır yavrusu. buzağılama * Buzağılamak işi. buzağılamak * (sığır için) Yavrulamak. buzağılaşma * Buzağılaşmak işi. buzağılaşmak * Buzağıdurumuna gelmek. buzağılı * Buzağısı olan. buzağısız * Buzağısı olmayan. buzcu * Buz satan kimse. buzculuk * Buzcunun işi veya mesleği. buzçözer * Buzu çözen, donmayıönleyen alet, defroster. buzdolabı * Yiyecek ve içecek gibi şeyleri soğuk olarak saklamaya yarayan, motorla çalışan dolap. buzhane * Buz yapılan yer.
* Soğuk hava deposu.buzkıran * Donmuşdeniz, göl veya ırmaklarda ulaşımıöteki gemilere kolaylaştırmakta kullanılan, buzlarıkırarak yol
açmak için yapılmışgemi.buzla * Deniz suyunun donmasıyla kutup bölgelerinde oluşan buz alanı, bankiz, aysfild. buzlanma * Buzlanmak işi. buzlanmak * Buzla kaplanmak, buz tutmak. buzlar çözülmek * buzlar erimeye ve kırılmaya başlamak.
* aradaki soğukluk, dargınlık, gerginlik ortadan kalkmak.buzlaşma * Buzlaşmak işi. buzlaşmak * Buz durumuna gelmek. buzlu * Buz tutmuş, buz bağlamışolan.
* Buz içinde tutularak, içine buz katılarak soğutulmuş.
* Buğulanmışgibi olan, saydam olmayan.buzlu cam * Saydamlığı giderilmiş cam.
* Televizyon ekranı.buzluğan * Üzerinde buz eksik olmayan yüksek dağtepesi. buzluk * Yiyecek ve içecekleri soğutarak saklamak için kullanılan, buzla soğutulan kap veya dolap.
* Buzdolabının içinde buz yapan bölme.buzuki * Bağlamaya benzer, bozuk düzen çalınan bir Yunan çalgısı. buzul * Kutup bölgelerinde veya dağbaşlarında aşağıya doğru ağır ağır yer değiştiren büyük kar ve buz kütlesi,
cumudiye.buzul bilimci * Buzul bilimi uzmanı, glâsyolojist. buzul bilimi * Fizikî coğrafyanın buzullarıve yeryüzündeki işlevlerini konu alan bölümü, glâsyoloji. buzul çağı * Dördüncü zamanın, yeryüzünün bugünkünden daha büyük bölgelerinin buzullarla örtülü bulunduğu
dönemi, pleistosen.buzul dönemi * Buzulların yayıldığıdördüncü zaman. buzul kar * Bir buzulun oluşmasında temel olan katılaşmışkar kümesi. buzul kaynağı * Buzulun eriyerek toprağın altına inen suyunu dışarıya veren kaynak. buzul masası * Çevresindeki buzlar erirken, altına rastlayan bölümü erimekten koruyan ve böylece buzdan bir ayak
üzerinde kalan kütle.buzul seli * Buzulun erimesiyle oluşan sel. buzul taş * Buzulların taşıyıp biriktirdikleri, üzerleri çok kez parıltılıveya çizikli taşlar, moren. buzullaşma * Buzul durumuna gelme.
* Geçmişçağlarda ve şimdi genişveya dar bir bölgenin buzullarla örtülmesi olayı.buzullaşmak * Buzul durumuna gelmek. buzullu * Buzulu olan. buzulsuz * Buzulu olmayan. bücür * Ufak tefek ve kısa boylu, bodur (kimse). bücürleşme * Bücürleşmek işi. bücürleşmek * Bücür duruma gelmek. bücürlük * Bücür olma durumu. Büdü * Bkz. Edi ile Büdü. büfe * İçine sofra takımlarının konduğu dolap.
* Toplantılarda yiyecek ve içeceklerin konulduğu masa.
* İçki, yiyecek türü şeylerin satılıp tüketildiği yer. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 105
büfeci * Büfe işleten kimse. büfecilik * Büfe işletme işi. Bügdüz * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. büğe * Büve. büğelek * Büve. büğeme * Büğemek işi. büğemek * Suyu önüne bent yaparak toplamak. büğet * Su birikintisi, gölcük. büğlü * Küçük büğlü, soprano büğlü, alto büğlü, bariton büğlü olarak dört türü bulunan, bakırdan, perdeli veya
pistonlu müzik araçlarının adı.büğrü * Bkz. eğri büğrü. bühtan * Kara çalma, iftira. bühtan etmek * kara çalmak, iftira etmek. bük * Ovada veya dere kıyısında çalıve diken topluluğu.
* Böğürtlen.
* Akarsu kıyılarındaki verimli tarlalar.
* Dönemeç.büken * Oynak kemikleri arasındaki açılarıdaraltan kasların genel adı, açan karşıtı. büklük * Akarsu kıyılarındaki verimli tarlalar, bük. büklüm * Bükülmüş, kıvrılmışşeylerin oluşturduğu kat.
* Dönemeç, viraj.büklüm büklüm * Çok büklümlü, kıvrım kıvrım. bükme * Bükmek işi.
* Bükülmüşkaytan veya iplik.
* Vücudun bir bölümünü yanındaki bölüm üzerine kıvırma.bükmek * Sertçe çevirmek, kıvırmak.
* Birkaç tel ipliği burarak sarmak.
* Eğmek.
* Katlamak.
* Döndürmek.büktürme * Büktürmek işi. büktürmek * Bükmek işini yaptırmak, kıvırtmak. bükücü * Ağaç veya kontraplâklarıkalıpla veya elle bükerek şekil veren kimse. bükücülük * Bükücünün işi veya mesleği. bükük * Bükülmüş, eğilmişolan. bükülgen * Kolay eğilip bükülen.
* Bükünlü.bükülgenlik * Bükülgen olma durumu. bükülme * Bükülmek işi. bükülmek * Bükmek işine konu olmak, katlanmak.
* (iplik için) Eğrilmek.
* Eğilmek.
* Yönelmek.bükülü * Bükülmüşolan. bükülüş * Bükülmek işi veya biçimi. büküm * Bükmek işi.
* Bir şeyin bükülmüşyeri, kat, kıvrım.
* (iplik, yün vb. için) Bir defada eğrilmişip miktarı.bükümlü * Bükülmüşolan, bükümü olan. bükümsüz * Bükülmemişolan, bükümü olmayan. bükün * Gramer görevleri ve yapı bakımından, kelime köklerinin başında, içinde veya sonunda türlü değişikliklerin
olması, insiraf.bükünlü * Türetmede ve çekimde kelime kökleri değişikliğe uğrayan (dil), insirafî. bükünlü dil * Gramer görevleri ve yapı bakımından kelime köklerini değiştiren dil: Arapça fail, fiil; şair, şiir gibi. bükünme * Bükünmek işi. bükünmek * Kıvrılmak, bükülmek.
* Ağrıdan, sancıdan kıvranmak.büküntü * Bükme sonucu oluşan biçim veya iz.
* Bağırsakta olan ağrı.
* Dönemeç, viraj.büküş * Bükmek işi veya biçimi. bülbül * Karatavukgillerden, sesinin güzelliği ile tanınmışolan ötücü kuş(Luscinia megarhynchos).
* Sesi çok güzel olan kimse.bülbül çanağı * Çok ufak (kâse). bülbül gibi bilmek * çok iyi öğrenmişolmak. bülbül gibi konuşmak (veya okumak) * kolaylıkla konuşmak, okumak. bülbül gibi konuşturmak (veya söyletmek) * itiraf ettirmek. bülbül gibi söylemek * hiçbir şey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek. bülbül gibi şakımak * güzel sesle, neşeyle konuşmak. bülbül kesilmek * bir etki veya baskıaltında çokça konuşmak. bülbülkonağı * Bir tür hamur tatlısı. bülbülleşme * Bülbülleşmek işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 106
bülbülleşmek * Bülbül gibi ötmek veya şakımak. bülbülü altın kafese koymuşlar, “ah vatanım” demiş * kişi, yurdu dışında ne kadar zengin olursa olsun, yine de yurdunu özler. bülbülün çektiği dili belâsı * ilerisi düşünülmeden söylenen söz insanın başına dert açabilir. bülbülyuvası * Daire biçiminde, ortasıçukur ve bu çukur yere piştikten sonra dövülmüşAntep fıstığıkonulan bir tür
hamur tatlısı.bülten * Özel veya resmî kurum ve kuruluşlar veya yetkili kişilerce herhangi bir durumla ilgili olarak süreli veya
süresiz yayımlanan duyuru.
* Dergi.bünye * Vücut yapısı.
* Yapı, kuruluş.bünyece * Bünye olarak, bünye bakımından. bürgü * Başörtüsü.
* Çarşaf.
* Atkı.
* İnce perde.bürgülü * Bürgüsü olan. büro * Çalışma odası, yazıhane.
* Danışma ve yazı işlerinin yürütüldüğü işyeri.
* Bölüm, şube.
* Yazımasası.bürokrasi * Kırtasiyecilik.
* Kamu yönetimi.bürokrat * Devlet dairesinde çalışan görevli.
* Kırtasiyeci.bürokratik * Kırtasiyecilikle ilgili.
* Kamu yönetimi ile ilgili.bürudet * Soğukluk. bürük * Duvak. bürülü * Bürünmüş. bürüm * Bürülmüş, dürülmüş, katlanmışolan şey. bürümcek * Koza gibi yumaklanmışşey. bürümcük * Ham ipekten dokunmuşgiysi kumaşı.
* Ham ipekten dokunan bir tür iç çamaşırıkumaşı.bürüme * Bürümek işi. bürümek * Sarmak, kaplamak, örtmek, basmak, istilâ etmek.
* Çok, güçlü etkilemek.bürünme * Bürünmek işi. bürünmek * Bürümek işine konu olmak.
* Sarınmak, örtünmek.
* Bir görünüşe girmek.büryan * Bkz. biryan. büryan pilâvı * Kemiksiz koyun eti, pirinç, soğan, domates, baharat ve yağkarışımıyla fırında pişirilen bir pilâv türü. büryancı * Bkz. biryancı. büsbütün * İyiden iyiye, iyice, tamamen, tamamıyla, temelli. büst * Vücudun, omuzlarla birlikte göğüsten yukarı bölümü.
* Heykeltıraşlıkta başı, göğsü, bazen de omuzları içine alan sanat ürünü.bütan * Metal bidonlar içinde az bir basınç altında sıvılaşan, yakıt olarak yararlanılan HC formülündeki
hidrokarbür gazı.bütçe * Devletin, bir kuruluşun, bir aile veya bir kimsenin gelecekteki belirli bir süre için tasarladığı gelir ve
giderlerini tür ve ayrıntılarıyla gösteren çizelge.
* Devlet ve öteki kuruluşveya toplulukların belirli bir dönem içindeki gelir ve giderlerinin oranlama
niceliklerini önceden belirleyen, onaylayan ve bu işlemlerin yapılmasına izin veren kanun veya karar.bütçe açığı * Bütçede belirlenen giderlerin gelirlerden çok olmasıdurumu. bütçe yılı * Bir bütçenin uygulanmaya başladığı günden ertesi yıl aynı güne kadar geçen süre. bütçeleme * Bütçelemek işi. bütçelemek * Bütçe yapmak veya hazırlamak. büten * Olefin grubundan C4H8 formülünde iki hidrokarbonun adı. bütün * Eksiksiz, tam.
* Parçalanmamış.
* Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü.
* Ufaklık, bozukluk olmayan (para).
* Birlik, tamlık.bütün bütün * Büsbütün. bütün bütüne * Bütün olarak, tamamıyla. bütüncü ekonomi * Ekonominin bütün alanlarınıkapsayan yapıve oluşum, makro ekonomi. bütüncül * Totaliter. bütüncüllük * Bütüncül olma durumu. bütünleme * Bütünlemek işi, bütün, tek parça durumuna getirme, tamamlama, ikmal.
* Bütünleme sınavı.bütünleme sınavı * İlk ve orta dereceli okullarla üniversite ve yüksek okullarda bütünlemeye kalan öğrenciler için genellikle yaz
tatili veya dönem sonunda açılan sınav, ikmal imtihanı.bütünlemek * Eksiksiz duruma getirmek, tamamlamak.
* Ufak, bozuk paraları büyük para durumuna getirmek.bütünlemeli * Bütünleme sınavına girmesi gereken (öğrenci). bütünlemeye kalmak * bir öğrenci yarıyıl veya öğretim yılısonunda bir veya birden çok dersten bir kez daha sınava girmek üzere
başarısızlığa uğramak, ikmale kalmak.bütünlenme * Bütünlenmek işi veya durumu. bütünlenmek * Bütünlemek işine konu olmak, ikmal edilmek, tamamlanmak. bütünler * Bütün durumuna getiren veya bütün durumuna getirmek için eklenen, mütemmim. bütünler açı * Ölçülerinin toplamını180° ye çıkaran açılardan her biri. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 107
bütünleşme * Bütünleşmek işi. bütünleşmek * Bütün duruma gelmek. bütünletme * Bütünletmek işi. bütünletmek * Bütün durumuna getirmek, tamamlatmak. bütünleyen * Bütün durumuna getiren, mütemmim. bütünleyici * Bütünleme işini yapan. bütünlük * Bütün olma durumu. bütünsel * Bütün niteliğinde olan, bütünle ilgili, total. bütünsellik * Bütün olma durumu. büve * Daha çok sığırlara saldıran, onların kanınıemen, vızıltılarıyla tedirginlik yaratan sokucu sinek (Hypoderma
bovis).büvelek * Büve. büvet * Bkz. Büğet. büvet * (istasyon, tiyatro, sinema gibi yerlerde) Yiyecek ve içecek satılan küçük büfe. büyü * Tabiat kanunlarına aykırısonuçlar elde etmek iddiasında olanların başvurdukları gizli işlem ve davranışlara
verilen genel ad, afsun, sihir, füsun, bağı.
* Karşıdurulmaz güçlü etki.büyü bozmak * yapılmış bir büyüyü etkisiz duruma getirmek. büyü bozulmak * yapılmış bir büyü etkisiz duruma getirilmek. büyü yapmak * büyü yolu ile etki altına almaya veya aldırmaya çalışmak. büyücek * Biraz büyük, büyüğe yakın. büyücü * Büyü yapan kimse, sihirbaz.
* Çevresindekileri çabuk ve güçlü olarak etkileyen kimse.büyücülük * Büyücünün yaptığı iş, sihirbazlık. büyüğümsü * Büyüğe yakışır, büyük gibi, büyüklere özgü. büyük * (somut nesneler için) Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı.
* (soyut kavramlar için) Çok, ortalamayıaşan.
* Niceliği çok olan.
* Üstün niteliği olan.
* Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş.
* Önemli.büyük (söz) söylemek * yapacağı bir şey hakkında kesin konuşarak övünmek. büyük abdest * Dışkı, kaka. büyük abdesti gelmek * göden bağırsağını boşaltma gerekliğini duymak. büyük aile * Büyük baba, büyük anne ile bunların evli oğullarından, gelinlerinden ve çocuklarından oluşan aile. büyük amiral * Bazıülkelerde kara ordusunda mareşale denk sayılan donanma subaylarının en yüksek aşamasındaki
amiral.büyük ana * Büyük anne. büyük anne * Annenin veya babanın annesi, nine. büyük atardamar * Kalbin kasılması ile karıncıklardaki kanı bütün vücuda taşıyan ana atardamar. büyük baba * Annenin veya babanın babası, dede. büyük balık küçük balığıyutar * güçlüler, güçsüzleri ezer. büyük başın derdi büyük olur * büyük işlerin başında bulunanların karşılaşacağı güçlükler de çoktur. büyük boy * Normal ölçülerden daha büyük. büyük çember * Bir kürenin merkezinden geçen bir düzlemde ara kesiti olan çember. büyük dalga * (radyo yayını için) Uzun dalga. büyük defter * Ticarî bir kuruluşun aylık ve bilânço hesaplarını gösteren defter. büyük elçi * Üstün aşamalıelçi. büyük elçilik * Büyük elçi olma durumu.
* Büyük elçinin makamı.büyük görmek (bilmek veya tutmak) * kendini veya başkasını olduğundan üstün saymak, yüceltmek. büyük hanım * Yaşlıkadın. büyük harf * Özel adlarla cümle başları gibi yerlerde kullanılan ve büyük yazılan, özel biçimli harf, majüskül. büyük kalori * 1 atmosfer basınç altında 1 kg suyun sıcaklığını14.50 C den 15.50 C ye çıkarmak için gereken ısımiktarı,
kilokalori.büyük kan dolaşımı * Kalbin sürekli kasılıp gevşemesiyle kan ve lenfin vücudun büyük bölümünü dolaşması. büyük lâf etmek * Bkz. büyük söz söylemek. büyük lokma ye büyük söyleme * başaramayacağın, sonuçlandıramayacağın bir konuda kesin sözler söyleme. büyük mağaza * Her türlü tüketim maddesinin bol miktarda satışa sunulduğu yer. büyük mevlit ayı * Ay takviminin üçüncü ayı, rebiyülevvel. büyük oynamak * çok para koyarak kumar oynamak.
* büyük bir tehlikeyi göze alarak bir işe girişmek.büyük önerme * Tasımın öncüllerinden büyük olanı, majör. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 108
büyük para * Çok para. büyük peder * Büyük baba, dede. büyük sesli uyumu * Kelimede kalın ünlülerden (a, ı, o, u) sonra kalın, ince ünlülerden (e, i, ö, ü) sonra ince ünlülerin gelmesi
kuralı, büyük ünlü uyumu.büyük sözüme tövbe! * bir konuda çok kesin konuşulduğunda, tersi bir durumun başa gelmemesi dileğini belirtir. büyük şehir * Ana kent. büyük tansiyon * Kan basıncının yüksek olması. büyük terim * Kapsamıdaha genişolan son uç önermesinin yüklemi görevini taşıyan terim. büyük tövbe ayı * Ay takvimin beşinci ayı, cemaziyülevvel. büyük ünlü uyumu * Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde kalın bir ünlü varsa, ondan sonra gelen bütün hecelerin kalın ünlülerle,
ince bir ünlü varsa sonraki hecelerin de ince ünlülerle sürüp gitmesi kuralı: Çocuklaşmak, denizcilik gibi.büyük yemin etmek * bir şeyi yapmamak konusunda en kutsal şeyler üzerine ant içmek. Büyükayı * Kuzey yarım kürede yedi yıldızdan oluşmuştakım yıldız, Yedigir, Dübbüekber. büyükbaş * Sığır, manda gibi hayvanların niteliğini belirtmek için kullanılır. büyükçe * Biraz büyük.
* Oldukça önemli.büyükle büyük, küçükle küçük olmak * her yaşve durumdaki kişilere karşıdostça, arkadaşça davranmak. büyüklenme * Kendini büyük gösterme, kibir. büyüklenmek * Kendini büyük göstermek, büyüklük taslamak, kibirlenmek. büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek * sevgi ve saygı göstermek. büyüklü küçüklü * Büyük küçük hepsi bir arada. büyüklük * Büyük olma durumu, ululuk.
* Büyüklere yaraşır bağışlayıcıdavranış.büyüklük göstermek * gönül ululuğu göstermek. büyüklük hastalığı * Kendini olduğundan daha büyük ve önemli görme, gösterme hastalığı, megalomani. büyüklük satmak * gururlanıp üstünlük taslamak. büyüklük taslamak * kendini üstün görmeye çalışmak, böbürlenmek. büyükseme * Büyüksemek işi. büyüksemek * Büyük olduğunu kabul etmek. büyüksü * Büyük gibi, büyümüşe benzer. büyükten büyüğe * mirasın önce büyüğe, o ölünce kalanların en büyüğüne geçmesi kuralı, ekber evlât hakkı. büyüleme * Büyülemek işi. büyülemek * Büyü ile etki altına almak.
* Etkisi altına almak, birini kendine bağlamak, teshir etmek.büyüleniş * Büyülenmek işi veya biçimi. büyülenme * Büyülenmek işi. büyülenmek * Büyülemek işine konu olmak. büyüleyici * Etkileyen, çekici niteliği olan. büyüleyici özellik * Sürekli büyüleyici ve etkileyici olma. büyüleyiş * Büyülemek işi veya biçimi. büyülteç * Fotoğraf ve resim büyültmeye, büyültüp basmaya yarayan aygıt, agrandisor. büyültme * Büyültmek işi.
* Fotoğraf ve resimlere boyut kazandırma işlemi, agrandisman.büyültmek * Bir şeyi büyük duruma getirmek, büyütmek.
* (resim, harita gibi şeyler için) Daha büyük örneğini yapmak.
* Abartmak.büyülü * Kendisine büyü yapılmış(kimse).
* Büyü gücü olan, sihirli.büyüme * Büyümek işi.
* Organizmanın bütününde veya bu bütünün bir bölümünde boyutların artması.büyümek * Organizmanın bütününde veya bu bütünün bir bölümünde, boyutlar artmak, irileşmek, eskisinden büyük
duruma gelmek.
* Yetişmek.
* Yaşıartmak, yaşlanmak.
* Artmak, güçlenmek, şiddeti artmak.
* Sayıca artmak.
* Genişlemek.
* Önem ve değer kazanmak.büyümüşde küçülmüş * (çocuk için) konuşmasıve davranışlarıyaşına uymayan, büyüklerinki gibi olan. büyüsel * Büyü ile ilgili olan. büyüteç * Odak boyutu birkaç santimetre olan yaklaştırıcımercek, pertavsız. büyütken doku * Sürgen doku. büyütme * Büyütmek işi.
* Birisi tarafından yetiştirilmişkimse.
* Uzakta duran cisimlere dürbün veya benzeri bir araçla bakıldığında cismi gören açının çıplak gözle
bakıldığızamanki açıya oranı.büyütmek * Büyük duruma getirmek, genişletmek.
* Yetiştirmek, bakmak.
* Abartmak, mübalâğa etmek.büyütülme * Büyütülmek işi. büyütülmek * Büyütmek işi yapılmak. büyütürlük * Aşırılaştırma. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 109
büyütüş * Büyütmek işi veya biçimi. büyüye kapılmak (veya tutulmak) * yapılan büyünün etkisinde kalmak, bir şeyin o kimsenin çekiciliğinden kurtulamamak. büyüyüş * Büyümek işi veya biçimi. büz * Künk. büzdürme * Büzdürmek işi. büzdürmek * Büzmek.
* Büzmek işini birine yaptırmak.büzgen * Kasılarak vücuttaki herhangi bir deliği açan veya kapayan çember biçimindeki kasların genel adı. büzgü * Dikişte kumaşın bir ucundan istenilen yere kadar geçirilen bir ipliğin çekilmesi ile oluşan, kumaşın
bolluğunu azaltan sık, küçük kıvrım.büzgüleme * Büzgülemek işini yapmak. büzgülemek * Büzgü şeklini vermek. büzgülü * Büzgüsü olan, büzülerek dikilmişolan. büzgüsüz * Büzgüsü olmayan. büzme * Büzmek işi.
* Ağzı büzülerek kapatılan (kese, torba vb.).büzmek * Buruşturarak, sıkıştırarak veya kıvrım yaparak bir şeyin alanınıve hacmini küçültmek.
* Kapatmak, dedikodu yapılmasına engel olmak.büzük * Toplanarak büzülmüş.
* Kalın bağırsağın sona erdiği yer, anüs.
* Yüreklilik, cesaret.büzüktaş * Kafa dengi arkadaş, kafadar. büzülme * Büzülmek işi. büzülmek * Büzmek işi yapılmak.
* Korku, şaşkınlık, soğuk gibi etkenlerle bir kenara sinmek, bir kenara çekilmek.büzülüp oturmak (kalmak) * bir kenarda çekingen bir tavırla oturmak. büzülüş * Büzülmek işi veya biçimi. büzüşme * Büzüşmek işi. büzüşmek * Büzülerek alan hacmini küçültmek, kırışmak. büzüşük * Büzülerek yüzey veya hacmi küçülmüşolan, büzüşmüş; kırışık. by-pass * Bkz. baypas. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 101
burcu * Güzel koku, ıtır. burcu burcu * (koku için) Güzel güzel, pek güzel. burcumak * Güzel koku yaymak. burç * Kale duvarlarından daha yüksek, yuvarlak, dört köşe veya çok köşeli kale çıkıntısı.
* Zodyak üzerinde yer alan on iki takım yıldıza verilen ortak ad.burç * Ökse otu. burçak * Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanılan yıllık bir yem bitkisi (Vicia ervilia).
* Bu bitkinin mercimeğe benzeyen tanesi.burçlar kuşağı * Gök küresinde tutulma çemberinin geçtiği ve üzerinde on iki burçun (Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan,
Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balık) eşit aralıklarla dağıtıldığıkuşak. 343 Zodyak.burdurma * Burdurmak işi. burdurmak * Burmak işini yaptırmak. burgacık * Bkz. kargacık burgacık. burgaç * Anafor, girdap. burgata * Tel ve bitkisel halatların pus (2.54 cm) olarak çevresini belirten birim. burgu * Tahtada belirli delik açmaya yarayan delgiye takılısarma, yivli, keskin, çelik alet.
* Tıpa çekmeye yarayan, ucu sivri ve helis biçiminde demir alet, tirbuşon.
* Yerin orta ve derin katmanlarına inebilmeyi sağlayan delici alet.
* Telli sazlarda, telleri germeye yarayan mandal.burgu makarna * Burgu biçiminde dökülmüşve fırınlanmışmakarna. burgulama * Burgulamak işi. burgulamak * Burgu ile delmek, delik açmak. burgulanma * Burgulanmak işi. burgulanmak * Burgulamak işine konu olmak, burgu ile delinmek. burgulu * Burgusu olan.
* Burgulanmışolan.burgusuz * Burgusu olmayan.
* Burgulanmamışolan.burhan * Kanıt.
* Belgit.burjuva * Şehirlerde yaşayan, özel imtiyazlardan yararlanan şehirli.
* Orta sınıftan olan kimse, kent soylu.burjuva edebiyatı * Orta sınıf halk kesimine hitap eden edebiyat. burjuvaca * Burjuva gibi, burjuvaya yakışan biçimde. burjuvalık * Burjuva olma durumu. burjuvazi * Burjuva sınıfı, kent soyluluk. burkma * Burkmak işi. burkmak * Burarak çevirmek.
* Burkulmak.
* Acıvermek, üzmek.burkucu * Burkma işini yapan.
* Üzücü.burkulma * Burkulmak işi. burkulmak * Burkmak işine konu olmak.
* Vücuttaki organlardan biri birdenbire kendi eklemi üzerinde dönmek.
* Üzüntü duymak.burlesk * Sanat alanında ve özellikle edebiyatta rastlanan, komikliğe dayanan bir tür. burma * Burmak işi.
* Sarığı burma tatlısının bir adı.
* Burularak yapılmış bilezik.
* Burulmuş, burularak yapılmış, kıvrılmış.
* Hadım etme, iğdişetme.
* Musluk.
* Eğrilmek için bükülmüşyün.
* Yaşiken burularak kurutulan ot.
* Kuru incir.burmak * Bir şeyi iki ucundan tutup ekseni çevresinde çevirerek bükmek.
* Hadım etmek, iğdişetmek.
* Ağza kekre tat vermek.
* (mide, bağırsak) Sancımak.
* Üzmek, sıkıntıvermek.burnaz * İri ve uzun burunlu. burnu bile kanamamak * tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak. burnu büyük * kibirli. burnu büyümek * kibirlenmek, büyüklenmek. burnu havada * kendini çok beğenmiş(olmak). burnu havada (veya kaf dağında) (olmak) * çok kibirli (olmak). burnu kırılmak * büyüklenemez duruma gelmek. burnu sürtülmek (veya burnu sürtmek) * sıkıntıçektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek. burnu yere düşse almaz * kendini beğenmiş, kibirli. burnuna girmek * birine çok sokulmak. burnunda (veya gözünde) tütmek * çok özlemek. burnundan (fitil fitil) gelmek * elde ettiği güzel şey, sonradan gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak. burnundan ayrılmamak * yanından gitmemek, uzaklaşmamak. burnundan düşen bin parça olmak * çok asık suratlı olmak. burnundan kıl aldırmamak * kendisine hiç söz söyletmemek, çok huysuz olmak. burnundan solumak * çok öfkelenmişolmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 102
burnundan yakalamak * birini yönetimi altına almak, kaçamak bulamayacağıduruma getirmek. burnunu çekmek * sümüğünü çekmek.
* umduğunu bulamamak, amacına ulaşamamak.burnunu kırmak * birini güç durumda bırakarak büyüklenmesini veya direnişini yok etmek. burnunu sıksan canıçıkacak * çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanılır. burnunu sokmak * gerekmediği hâlde her işe karışmak. burnunun dibi * çok yakını. burnunun dibine sokulmak * çok yaklaşmak, iyice yaklaşmak. burnunun dikine (veya doğrusuna) gitmek * öğüt dinlemeyerek kendi bildiği gibi davranmak. burnunun direği kırılmak * çok pis bir koku duyarak tedirgin olmak. burnunun direği sızlamak * (maddî veya manevî) çok acıduymak, çok üzülmek. burnunun ucundan ötesini (veya ilerisini) görmemek * kıt düşünceli olmak. burnunun ucunu görmemek * çok sarhoşolmak. burnunun yeli harman savurmak * büyüklenmek, kibirlenmek.
* çok öfkelenmek.burs * Bir öğrencinin öğrenimini yapmasıveya bir kimsenin bilgi ve görgüsünü artırması için belli bir süre devlet
veya özel kuruluşlarca, ödenen aylık para.
* Bu amaçla vakfedilmişparanın veya malın geliri.burslu * Burs alan, bursu olan. burssuz * Burs almayan, bursu olmayan. burtlak * Taşlık, çalılık yer. buru * Sancı, buruntu. buruk * Burulmuşolan.
* Tadıkekre olan.
* Alınarak küskünlük gösteren, gücenmiş(kimse).
* Uygun olmayan şartlar sonucu dönerek büyüyen ağacın kerestesi.buruk buruk * Buruk bir biçimde. burukça * Tadı biraz buruk olan. buruklaşma * Buruklaşmak işi veya durumu. buruklaşmak * Buruk durum almak. burukluk * Buruk olma durumu, kekrelik.
* Küskünlük, gücenmişlik.buruksu * Buruğa benzer, buruk gibi. burulma * Burulmak işi. burulma dayanımı * Elyafını bükerek kırmaya çalışan kuvvete karşıağacın gösterdiği direnç. burulmak * Ekseni çevresinde döndürülmek.
* Sancımak, ağrımak.
* Alınarak küskünlük göstermek, gücenmek.burum burum * Burulmak fiili ile birlikte “çok fazla burulmak” anlamında kullanılır. burun * Alınla üst dudak arasında bulunan, çıkıntılı, iki delikli koklama ve solunum organı.
* Bazışeylerin ön ve sivri bölümü.
* Karanın, özellikle yüksek ve dağlık kıyılarda, türlü biçimlerde denize uzanmış bölümü.
* Kibir, büyüklenme.burun boşlukları * Burun deliklerinden yukarıdoğru açılan, mukozayla kaplı boşluklar. burun buruna * Birbirine çok yakın ve yüz yüze. burun buruna gelmek * beklenmedik bir anda karşılaşmak, birbirlerine çok yaklaşmak.
* karşısında hissetmek.burun bükmek * beğenmemek, önem vermemek. burun deliği * Burnun iki boşluğundan her biri. burun kanadı * Burun deliğinin yan tarafındaki kabarık bölüm. burun kıvırmak * önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek. burun otu * Burna çekilen tütün, enfiye. burun perdesi * Burun boşluğunu ikiye ayıran bölme. burun şişirmek * kibirlenmek. burun yapmak * üstünlük taslamak. Burundili * Burindi halkından olan (kimse). burunduruk * Hayvanlarınallarken ısırmaması için dudaklarınıkıstırmaya yarayan kıskaç, yavaşa. burunlamak * Dışlamak, aşağılamak. burunlu * Herhangi bir biçimde burnu olan.
* Çıkıntısı olan.
* Kendini beğenmiş, onurlu, kibirli.burunluk * Burunsak. burunsak * Hayvan yavrusunun anasından süt emmesini önlemek için burnuna geçirilen başlık.
* Hayvanların burunlarına geçirilen ip.burunsalık * Burunsak. buruntu * Buru, sancı, bağırsak bozukluğu. buruş buruş * Çok buruşmuş.