bolarma | * Bolarmak işi veya durumu. |
bolarmak | * Bol duruma gelmek. |
bolca | * Oldukça çok, çokça. * Oldukça geniş. |
bolero | * Kısa ve kolsuz kadın ceketi. * Ağır ritmli bir İspanyol dansı. * Bu dansın müziği. |
boliçe | * Yahudi kadını. |
Bolivyalı | * Bolivya halkından olan. |
bollanma | * Bol duruma gelme. |
bollanmak | * Bol duruma gelmek, genişlemek. |
bollaşma | * Bollaşmak işi veya durumu. |
bollaşmak | * Bol durumda olmak. |
bollaştırma | * Bollaştırmak işi veya durumu. |
bollaştırmak | * Bol duruma getirmek. |
bollatma | * Bol duruma getirme. |
bollatmak | * Bol duruma getirmek, genişletmek. |
bolluk | * Bol olma durumu. * Her şeyin bol olduğu zaman. * Her şeyin bol olduğu (yer). * Fazlalık. |
bolometre | * Işınımölçer. |
Bolşevik | * Bolşeviklik yanlısıkimse. * Bolşeviklikle ilgili olan. |
Bolşeviklik | * Rusya’da XX. yüzyıl başlarında doğan ve Lenin tarafından geliştirilen komünist hareket. |
Bolşevizm | * Bolşeviklik, komünistlik. |
bom | * Bir çeşit kumar. |
bomba | * Canlıveya cansız hedeflere atılan, içi yakıcıve yıkıcımaddelerle doldurulmuş, türlü büyüklükte patlayıcı, ateşli silâh. * Büyük fıçıveya varil. * Bomba biçiminde, kalın demirden kap. |
bomba | * Yan yelkenlerin alt yakasını gerip açmak için kullanılan yatay seren. |
bomba gibi | * iyi, sağlam, göz alıcı, gösterişli. * iyi hazırlanmış, çok çalışmış(öğrenci). |
bomba gibi patlamak | * öfkelenerek, birdenbire ve yüksek sesle bağırıp çağırmak. * bir olay birdenbire ortaya çıkarak herkesi şaşırtmak. |
bombacı | * Bomba kullanan veya yapan kimse. |
bombacılık | * Bombacının işi veya mesleği. |
bombalama | * Bombalamak işi. |
bombalamak | * Belli bir hedefe, çoğunlukla havadan, bomba atmak. |
bombalanma | * Bombalanmak işi. |
bombalanmak | * Bombalanmak işine konu olmak. |
bombalatma | * Bombalatmak işi. |
bombalatmak | * Bombalamak işini yaptırmak. |
bombardıman | * Topa tutma. * Bombalama. |
bombardıman etmek | * top ateşi veya bomba ile bir yere saldırmak. * bir kimseyi ağır sözlerle paylamak. |
bombardıman uçağı | * Bombalama işinde kullanılan uçak. |
bombardon | * Bandoda en kalın sesi veren, pistonlu, nefesli çalgı. |
bombe | * Şişkin, kabarık, tümsekli. * Şişkinlik, kabarıklık. |
bombe bezi | * Ayakkabısayalarının burun bölümlerine içten dikilen bir kumaştürü. |
bombeli | * Şişkinliği, kabarıklığı olan. |
bombesiz | * Bombesi olmayan. |
bombok | * Çok kötü, çok berbat. |
bomboş | * Büsbütün, tamamen boş. |
bomboz | * Çok boz. |
bon otu | * Patlıcangillerden, hekimlikte kullanılan, uyuşturucu ve zehirli, bir veya iki yıllık otsu bir bitki (Hyoscyamus niger). |
bonbon | * Şeker şerbeti içinde kaynatılıp üzeri şekerle kaplanmışmeyve. |
bonbon şekeri | * Bkz. bonbon. |
bonboncu | * Bonbon yapan veya satan kimse. |
bonbonculuk | * Bonbon yapma veya satma işi. |
boncuk | * Cam, taş, sedef, tahta, plâstik gibi maddelerden yapılan, ortasıdelik, çoğu yuvarlak ve renkli süs tanesi. |
boncuk boncuk | * boncuk gibi yuvarlak taneler durumunda. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 81
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 82
boncuk fasulye * Bir tür iri taneli fasulye. boncuk gibi * küçücük (göz). boncuk mavisi * Yeşile çalan bir mavi. boncuk tutkalı * Boncuk biçiminde glüten tutkalı. boncukçu * Boncuk yapan veya satan kimse. boncukçuluk * Boncukçunun işi veya mesleği. boncuklanış * Boncuklanmak işi veya durumu. boncuklanma * Boncuklanmak işi. boncuklanmak * Gözyaşı, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluşmak. boncuklaşma * Boncuklaşmak işi. boncuklaşmak * Boncuk biçimini almak. boncuklu * Boncuğu olan, boncukla süslenmiş. boncukluk * Boncuk olmaya elverişli (nesne). boncuksuz * Boncuğu olmayan. bone * Düz veya kıvrımlıher çeşit yumuşak kumaşvb. maddeden yapılan başlık. bonfile * Kasaplık hayvanlarda karnın içinde, bel kemiğinin iki yanından aşağıya doğru uzanan ve yumuşaklığı
dolayısıyla beğenilen et bölümü.bonfilelik * Bonfile yapmaya elverişli (et). bonjur * Günaydın.
* Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluşan erkek giysisi.bonkör * İyi yürekli.
* Eli açık, cömert.bonkörlük * İyi yüreklilik, eli açıklık, cömertlik. bonmarşe * İçinde her türlü giyim, süs eşyası oyuncak vb. satılan büyük mağaza. bono * Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranın, belirli bir kimseye ödeneceğini belirten senet. bono kırdırmak * bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek. bono vermek * borç alındığını gösteren vadeli senedi imzalayıp teslim etmek. bonservis * Çalıştığıyerden ayrılırken görevini iyi yaptığını belirtmek amacıyla birine verilen belge, temiz işkâğıdı. bop * Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması gereken en az miktar. bopluk * Bop tutarında olma. bopstil * Züppece giyiniş biçimi.
* Bu biçimde giyinen kimse.bor * İşlenmemiş, taşlık, sert, ekilmemiş(toprak). bor * Atom sayısı5, atom ağırlığı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğunluğu 2.45
olan basit element. Kısaltması b.bora * Genellikle arkasından yağmur getiren sert ve geçici yel. bora gibi * çok sert, öfkeli, şiddetli. borak * Bor (I). boraks * Yoğunlaşmış bir borik asitten türeyen sodyum tuzu. boralı * Yağmurlu, sert rüzgârlıve soğuk havalı. boran * Rüzgâr şimşek ve gök gürültüsü ile ortaya çıkan sağnak yağışlıhava olayı. borani * Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ıspanak veya benzeri sebze yemeği. borasit * Sert billûr veya yumuşak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı. borat * Bor asidi ile bir oksidin birleşmesinden oluşan tuz. borazan * Üfleyerek çalınan, perdesiz çalgı, boru.
* Bu boruyu çalan kimse.borazancı * Borazan çalan kimse. borazancı başı * Birçok borazancının başı olan borazancı. borazancılık * Borazancının işi. borca almak * veresiye almak. borca batmak * çok borçlu olmak. borca girmek * borçlanmak, borç para almak. borcunu bilmek * borcunu zamanında öder olmak. borcunu bilmek (veya saymak) * bir şey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değerlendirmek. borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak) * borcunu ödeyip bitirmek. borç * Ödenmesi gerekli para veya başka bir şey.
* Birine karşı bir şeyi yerine getirme, gerekliği, yükümlülük, vecibe. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 83
borç * Pancar, lâhana ve et veya krema konularak yapılan sebze çorbası. borç almak * daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir şey almak. borç altına girmek * borç para almak. borç bini aşmak * (borç) pek çok olmak, altından kalkılamayacak duruma gelmek. borç etmek * borçlandırmak. borç gırtlağına çıkmak * Bkz. borca batmak. borç harç * Borçlanarak veya benzeri yollara başvurarak. borç ödemekle (veya vermekle), yol yürümekle tükenir * birden ödenmeyen bir borç azar azar verilerek ödenebilir. borç yapmak * borç olarak almak. borç yemek * borçla geçinmek. borç yiğidin kamçısıdır * borç, kişiyi daha çok çalışmaya zorlar. borç yiyen kesesinden yer * borçla alışverişyapan, aldıklarının parasınıhemen vermez, ama aldıklarının karşılığıkesesinden çıkacaktır. borçlandırılma * Borçlandırılmak işi veya durumu. borçlandırılmak * Borçlanmasına yol açılmak. borçlandırma * Borçlandırmak işi. borçlandırmak * Borçlanmasına yol açmak, borçlu duruma getirmek. borçlanılma * Borçlanılmak işi veya durumu. borçlanılmak * Borca girilmek, borç edilmek. borçlanma * Borçlanmak işi, istikraz. borçlanmak * Karşılığınısonra vermek şartıyla birinden para veya bir şey almak.
* Manevî bir yükümlülük altına girmek.borçlu * Borcu olan, borç almışolan, verecekli, medyun.
* Bir yüküm altında bulunan.
* Bir şeyi birinin yardımıyla elde etmişolan.borçlu bulunmak (veya olmak) * borçlu duruma düşmek. borçlu çıkmak * görülen hesapta vereceği kalmak. borçlu ölmez, benzi sararır * borç kişiyi öldürmez, ancak hasta edecek kadar üzer. borçluluk * Borçlu olma durumu. borçluluk dengesi * Bir ülkenin belli bir tarihe kadar birikmişdış borç ve alacaklarını gösteren durum veya belge. borçsuz * Borcu olmayan. borçsuz harçsız * Hiç borç yapmadan. borçsuzluk * Borçsuz olma durumu. borda * Geminin veya kayığın yanı. borda bordaya * yan yana. borda etmek * yandan yanaşmak. borda fenerleri * Gemilerde biri (solda) kırmızı, biri (sağda) yeşil olarak iki yanda yakılan fenerler. borda hattı * Donanma gemilerinin bir sırada ve paralel olarak gitmek için aldıklarıdurum. bordalama * Bordalamak işi. bordalamak * Gemiyle bir başka gemiye borda bordaya gelmek veya kazayla ona çarpmak. bordo * Mora çalan kırmızırenk, şarap tortusu rengi.
* Bu renkte olan.bordro * Bir hesabın ayrıntılarını gösteren çizelge. bordür * Kaldırımların kenarlarında bulunan taşlar.
* (genellikle giyim kuşam malzemesindeki) Kenar süsü.
* Cilt kapağındaki kalın çizgiler.
* Banyo, tuvalet ve mutfak gibi ıslak zeminlerde duvar döşemeleri arasına konan motifli bir tür fayans.borik * Bordan türeyen bir asit ve anhidrite verilen ad. borik asit * Etkisi az, beyaz, sedef görünümde bir madde, asit borik. borikli * İçinde borik asit bulunan. borina * Dört köşe yelkenlerin yan yakalarına, alt tarafa doğru bağlanan halat. Bornova misketi * Bir çeşit üzüm. bornoz * Banyodan çıkarken kurulanmak için kullanılan, önden açık, havludan yapılmışgiyecek.
* Kuzey Afrika’da Berberîlerin giydikleri başlıklı, geniş, kısa kollu bir üstlük.borsa * Bazıtüccarların ve özellikle sarraflarla değerli kâğıt ve tahvil alışverişiyle uğraşanların alım satım ve
değişim amacıyla devlet denetimi altında işyaptıklarıyer.borsa acentesi * Müşteriden aldıklarıalışve satışemirlerini borsada yerine getirip karşılığında komisyon alan kimse. borsa cetveli * Borsada belirlenen fiyatları gösteren günlük bülten. borsa değeri * Borsada arz ve talebe göre oluşan fiyat. borsa kâğıdı * Borsada kayıtlı, alınıp satılan hisse senedi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 84
borsa oyunu * Borsada oynanan hava oyunu. borsa simsarı * Müşteri ile borsa acenteleri arasında aracılık yapan kimse. borsa tahtası * Borsada alım satım fiyatlarının ilân edildiği pano. borsacı * Değerli kâğıt, para ve tahvil üzerine borsa oyunu yapan kimse. borsacılık * Borsacının işi veya mesleği. borş * Borç (II). boru * Bir yerden başka bir yere sıvıveya gaz aktarmaya yarayan, içi boş, uçlarıaçık, uzun ve dar silindir.
* Nefesle çalınan perdesiz madenî çalgı, borazan.boru ağı * Tesisatı oluşturan boruların bütünü. boru askısı * Her tür borunun asılmasında kullanılan, lâma demiri veya çelik çemberlerden yapılan askı. boru bileziği * Soba borularının ek yerine geçirilen süslü çember. boru çalmak * borazan öttürmek. boru çiçeği * Çan çiçeği.
* Tatula.boru çiçeğigiller * Çan çiçeğigiller. boru değil (veya boru mu bu?) * azımsanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek şey değil. boru hattı * Doğal gaz arıtma ünitesinden alınan gazın, bir veya daha fazla dağıtım merkezlerine veya tüketim
merkezlerine doğal gaz taşınmasıamacıyla tesis edilen boru şebekesi.boru kabağı * Boğumsuz, boru gibi uzun su kabağı. boru kelepçesi * Boruyu duvara tespit etmekte kullanılan gereç. boru mengenesi * Kesme, dişaçma gibi işlemler için borunun sıkıca bağlandığı alet. boru yolu * Petrolü, çıktığıyerden başka yere akıtan boru tesisatı, payplayn. borucu * Boru yapıp satan kimse.
* Boru montajında çalışan kimse.boruk * Dağlarda yetişen, kokulu, süpürge ve yakacak olarak kullanılan bir ot türü. borulu * Borusu olan. borumsu * Boru biçiminde olan. borusu ötmek * sözü geçmek, yetkisi olmak. borusu tutmak (veya üstünde) * (zenciler için) ağzıköpürerek kriz geçirmek, çok öfkelenerek etrafa saldırmak. borusunu çalmak * çıkar sağladığıkimsenin davasını gütmek. bos * Bkz. boy bos. boslu * Bkz. boylu boslu. bostan * Sebze bahçesi.
* Kavun, karpuz tarlası.
* Kavun ve karpuza verilen ortak ad.bostan bekçisi * Bostanıkoruyan ve kollayan kimse. bostan bozuntusu * Korkak, yüreksiz, işe yaramaz adam. bostan dolabı * Sebze bahçesini sulamak için bir at bağlanarak diklemesine dönen kovalarla kuyudan su çıkarmaya yarayan
dolap.bostan kebabı * Patlıcan ve yeşillikler ile kuğu inceliğinin toprak tencerede pişirilmesiyle yapılan kebap. bostan korkuluğu * Kuşlarıürkütüp yaklaştırmamak için tarlaya dikilen kukla.
* Kendisinden beklenilen görevi yapmayan veya kendisinden çekinilmeyen güçsüz kimse.bostan patlıcanı * Az çekirdekli, iri ve yuvarlak bir patlıcan türü. bostancı * Bostan işleriyle uğraşan kimse.
* Osmanlıtarihinde sarayın korunmasına ve şehrin güvenliğine bakmakla görevli olan erlerden her biri.bostancı ocağı * Bostancıların bağlı oldukları ocak. bostancılık * Bostan işleriyle uğraşma.
* Bostancının görevi.bostanlık * Bostan olmaya elverişli yer. boş * İçinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir şey bulunmayan.
* İşsiz.
* Bir işe yaramayan.
* Bilgisiz.
* Görevlisi olmayan (iş, görev), münhal.
* Yapılacak işi olmayan.
* Verimsiz.
* Anlamsız.boş(veya boşta) gezmek veya gezinmek * işsiz güçsüz dolaşmak. boşatıp dolu tutmak (vurmak) * umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek. boş başak dik durur * bilgisiz olan üstün görünmek için kasılır. boş bırakmak * bir yerde kimse oturmamak, boşkalmak. boş bırakmamak * (para, yiyecek gibi şeylerle) yardım etmek.
* işsiz bırakmamak.boş boş bakmak * amaçsız, anlamsız ve bilinçsizce bakmak. boş böğür * Bkz. böğür. boş bulunmak * dikkatsiz ve dalgın bulunmak.
* söylenmesi sakıncalı olan bir şeyi söyleyivermek.boşçıkmak * umduğu gerçekleşmemek, sonuç vermemek. boşçıkmamak * bir işten az da olsa, bir kazançla çıkmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 85
boşdönmek * hiçbir şey elde edemeden geri gelmek. boşdurmak * işsiz kalmak, çalışmamak. boşdurmamak * her zaman bir işle uğraşmak.
* birinin yaptığına karşılık olarak bir harekette bulunmak.boşdüşmek * (kadın) şeriat hükümlerine göre kocasından ayrılmak. boşgezenin boşkalfası * işsiz güçsüz dolaşan kimse. boşgezmekten bedava çalışmak yeğdir * çalışmak insanıtembellikten kurtarır. boşgözlerle bakmak * anlamsız bakmak. boşinanç * Kaynakları bilimsel ve dinî temele dayanmayan, dar, biçimci inanma, batıl itikat. boşkafalı * akılsız veya bilgisiz. boşkâğıdı * Eski şeriat hükümlerine göre, ayrılmak isteyen kocanın, karısına gönderdiği boşanma kâğıdı. boşkalmak * kimse oturmamak.
* işsiz kalmak.boşkile dipsiz ambar * Bkz. dipsiz kile boşambar. boşkonuşmamak * gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak. boşkoymak * yoksun bırakmak, mahrum etmek. boşküme * Hiçbir ögesi olmayan küme. boşlâf * Gereksiz, verimsiz, işe yaramayan şekilde konuşma. boşol (veya olsun) * erkeğin karısını boşamak için söylediği söz. boşolmak * evlilik birliği sona ermek, boşanmak. boşoturmak * hiçbir işi, uğraşı olmamak. boşsöz * Bir düşünce anlatmayan, lâf olsun diye söylenmişsöz. boştorba ile at tutulmaz * çıkar veya karşılık gösterilmeden bir kimse bir yere bağlanmaz. boşvermek * aldırmamak. boşyere * Boşuna. boşyerine vurmak * böğürlerine vurmak. boşzaman * Çalışarak geçirilen saatler dışında kalan süre. boşa almak * askıya almak.
* (motorlu araçlarda) vites kolunu vitesten kurtarmak, rölântiye almak.boşa çıkarmak * olumlu bir sonuç alınmasınıengellemek. boşa çıkmak * (umut, düşünce gibi şeyler) sonuç vermemek, gerçekleşmemek. boşa gitmek * (harcanan emek, para) hiçbir işe yaramamak, olumlu bir sonuca ulaşamamak. boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz * içinden çıkılamayan güç bir durum karşısında kalındığında söylenir. boşa vermek * boşgeçirmek. boşalım * Boşalmak işi, deşarj. boşalma * Boşalmak işi, inhilâl.
* Derdini birine açarak ferahlama, rahatlama.
* Elektrik yükünün başka bir iletkene geçişi veya sıfıra düşmesi.boşalmak * Boşduruma gelmek, içinde bir şey kalmamak, inhilâl etmek.
* Dışarıya akmak, dökülmek.
* Gevşemek, açılmak.
* Derdini, sıkıntısını birine anlatarak ferahlamak, deşarj olmak.
* (hayvan) Bağından kurtulmak.boşaltaç * Bir kabın içindeki havayı boşaltmaya yarayan araç, hava boşaltma makinesi. boşaltı * Boşaltım. boşaltılma * Boşaltılmak işi veya durumu. boşaltılmak * Boşaltmak işine konu olmak. boşaltım * Boşaltmak işi.
* Sistemlerin çalışabilmesi için sürekli olarak gereken boşaltma işlemleri.
* Sindirimden sonra bağırsaklarda kalan posanın, idrar torbasındaki idrarın ve ter, tükürük, sümük gibi
salgıların vücuttan dışarıatılması, ifrağ.boşaltım organı * Vücuttan dışarıatılması gereken maddeleri toplayıp boşaltan organ. boşaltma * Boşaltmak işi. boşaltma havzası * Sularınıırmağa veya göle veren yerlerin bütünü. boşaltmak * Boşduruma getirmek.
* Dökmek, boca etmek.
* Bir silâhta ne kadar mermi varsa hepsini arka arkaya patlatmak.
* Derdini dökmek.
* Kusmak.
* Gevşetmek, açmak.boşama * Boşamak işi. boşamak * Kanunlara göre iki eş, aile ilişkisini kesmek.
* Karısı ile arasındaki nikâh bağını bozmak.boşandırma * Boşandırmak işi veya durumu. boşandırmak * Boşanmasını sağlamak.
* (karı ile kocayı) İstekleri üzerine kanunlara uyarak ayırmak.boşanma * Boşanmak işi.
* Eşlerden birinin boşanma ilâmıalmasıyla evlilik birliğinin son bulması.boşanma davası * Eşlerden birinin evlilik birliğine son verecek kararıelde etmek için açtığıdava. boşanma ilâmı * Mahkemenin boşanmayıkesin hükme bağladığını belirterek verdiği resmî belge. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 86
boşanmak * (karıve koca) Mahkeme kararı ile birbirinden ayrılmak.
* (hayvan) Başlığından, koşum takımından veya bağından kurtulmak.
* Birdenbire ve bol bol akmak.
* (baskıaltında gergin duran bir şey) Birden ve hızla kurtulmak.
* (kapalı bir yerde bulunan insanlar) Birden dışarıçıkmak.
* Dertlerini, yakınmalarınıanlatmak.
* Çok ağlamak.
* Sıyrılmak kurtulmak.boşatma * Boşatmak işi. boşatmak * Boşamak işini yaptırmak. boşattırma * Boşatma işini yaptırtma. boşattırmak * Boşatma işini yaptırtmak. boş boğaz * Saklanması gereken şeyleri söyleyiveren, sır saklayamayan, geveze.
* Yerli yersiz konuşan (kimse).boş boğazlık * Boş boğaz olma durumu. boş boğazlık etmek * gereksiz, yersiz, düşüncesiz konuşmak. boşlama * Boşlamak işi, ihmal. boşlamak * Bırakmak.
* İlgi göstermemek, ihmal etmek.boşluk * Oyuk, çukur, kapanmamışyer.
* Kesinti, kopukluk.
* Boşgeçen süre.
* Eksiklik, yoksunluk duygusu.
* Yetersizlik.
* İçinde hiçbir cisim bulunmayan uzay, vakum.boşluk tulumbası * Bkz. boşaltaç. boşluklu serpme * Zımpara üretiminde tanecikler arasında %50 boşluk kalacak biçimde düzenlenen tane yapıştırma işlemi. Boşnak * Bosna halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Boşnaklara özgü olan, Boşnaklarla ilgili olan.Boşnak güzeli * Sarısaçlı, al yanaklı, ablak yüzlü güzel. Boşnakça * Çoğunlukla Bosna-Hersek Cumhuriyet’inde yaşayan Bosna Müslümanlarının kullandığıdil. Boşnaklık * Boşnak olma durumu. boşta gezmek * işsiz olmak. boşta kalmak * işsiz kalmak. boşu boşuna * Gereksiz yere, boşuna. boşuna * gereksiz, yararsız yere, boşyere, beyhude, nafile. boşuna * Boşyere, yararsız yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli. bot * Küçük gemi.
* Ağaç, plâstik veya kauçuktan yapılmışküçük sandal.bot * Uzun konçlu, kapalıayakkabı. botanik * Bitki bilimi, nebatat. botanik bahçesi * Otsu veya çalıtürü bitkilerin yetiştirildiği ve incelemelerinin yapıldığıhalka açık bahçe. botanik parkı * Otsu ve çalıtürü bitkiler ve değişik ağaç türleri ile düzenlenmiş, dinlenme ve gezme amacıyla halka açık
genişalan.botanikçi * Bitki bilimci. boy * Bir şeyin tabanı ile en yüksek noktasıarasındaki uzaklık.
* Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arasındaki uzaklık, en karşıtı.
* Uzunluk.
* Yol, ırmak, deniz kıyısı.
* Kumaşiçin ölçü.
* Süre.
* Uzaklık.
* Destan.boy * Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalığı bulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve
ekonomik ilişkilerini anaerkil, ataerkil anlayışıuygulayan geleneksel topluluk, kabile, klân.boy abdesti * İslâm dininin gerekli bulduğu durumlarda ve biçimde yıkanıp abdest alma, gusül. boy almak (veya sürmek) * boyu uzamak, boylanmak. boy atmak * boyu uzamak, boylanmak, gelişmek. boy aynası * İnsanı bütünüyle gösteren büyük ayna. boy beyi * Boyun en saygın ve lider kimliğine sahip kişisi. boy bos * Vücudun yapısı bakımından biçimi.
* Geçerlilik, değer.boy bos yerinde * uzun ve biçimli. boy boy * Çeşitli büyüklük ve nitelikte. boy göstermek * görünmek.
* gösterişyapmak.boy menteşe * Düz yaprak menteşe benzeri 1,75-3,50 cm uzunluğunda menteşe. boy otu * Baklagillerden, çiçekleri mavi, sarıveya beyaz renkli, kurutulan tohumlarıçemen yapımında kullanılan bir
bitki (Trigonella faenum-graecum).boy ölçüşmek * yarışmak. boy pos * Bkz. boy bos. boy vermek * (su) insan boyunu aşacak kadar derin olmak.
* suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek.
* büyümek.boy vermemek * sığolmak, (su) insan boyunu geçmemek. boya * Renk vermek, dışetkilerden korumak için eşyanın üzerine sürülen veya içine katılan renkli madde.
* Renk.
* Yazmak için kullanılan mürekkep.
* Aldatıcı görünüş.boya çekmek * boyuna büyümek, uzamak. boya fırçası * Boya sürmek veya resim yapmak için kullanılan değişik tür ve ölçülerde fırça. boya kalemi * Resim yapmak için kullanılan değişik renkli kalem. boya kökü * Bitki köklerinden elde edilen tabiî boya. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 87
boya kullanmak * boyanmak, makyaj yapmak. boya kutusu * İçine çeşitli renkli kalemleri ve fırçalarıkoymaya yarayan kutu. boya tabakası * Şablonların sulu kenar kapatıcısı ile kaplanması. boya tabancası * Sıvı boyayıpüskürtmek için kullanılan alet. boya tutmak * (boyanan nesne) iyi boyanır olmak. boya vurmak (veya çekmek, sürmek) * boyamak. boyacı * Boya satan kimse.
* Boyama işini, boyacılığımeslek edinen kimse.
* Boya satılan dükkân.boyacıküpü * Bir işin kolayca ve çabucak yapılamayacağınıanlatmak için boyacıküpü mü bu? boyacıküpü değil ki
(hemen daldırıp çıkarasın) gibi deyimlerde kullanılır.boyacıküpüne girmişgibi * çok boyalıkadın. boyacısandığı * Ayakkabı boyacılarının boya, fırça, cilâ gibi gereçlerini koyduklarıve müşterinin ayağını basıp ayakkabısını
boyattığı, omuza asılarak taşınabilir bir çeşit küçük sandık.boyacılık * Boya yapma veya satma işi.
* Boyacının yaptığı iş.boyahane * Boya işleri yapılan yer. boyalama * Boyalamak işi. boyalamak * Gelişigüzel boya sürmek. boyalanma * Boyalanmak durumu. boyalanmak * Boya sürülmek. boyalı * Boya sürülmüş, boyanmışveya boyaya batırılmış.
* Renkli.
* (kadın için) Yüzünü çok boyamışolan, makyajlı.boyalı basın * Okuyucunun ilgisini çekmek için renkli fotoğrafa yazıve haberden çok yer veren, kupon veya çekilişlerle
armağan dağıtan basın.boyama * Boyamak işi.
* Renkli yazma veya mendil.
* Rengi boya ile sonradan verilmişolan.boyama kazanı * Örgü yünlerinin veya ipliklerin boyanma işleminin yapıldığı büyük tekne. boyama kitabı * Küçükleri eğitici nitelikte içinde boyanacak resimler bulunan kitap. boyamak * Boya sürerek veya boyaya batırarak renk vermek.
* Ağır söz söylemek, aşağılamak.boyana * Boyna. boyanma * Boyanmak işi. boyanmak * Boyamak işi yapılmak.
* Kendi kendini boyamak, yüzüne boya sürmek, makyaj yapmak.
* Boya veya renkli bir şey sürülmek.boyar * Tuna bölgesinde, Transilvanya’da, Rusya’da soylulara verilen unvan. boyar * Boyama özelliği olan madde, boyar madde. boyar madde * Bazı ortamlarda çözünerek ortama belli renk veren doğal veya yapay renkli madde.
* Hücre öz suyu içinde eriyik durumunda bulunan renkli madde.boyasıatmak * boyasısolmak. boyasız * Boya sürülmemiş.
* Renksiz.
* (kadın için) Yüzünü boyamamışolan, makyajsız.boyasızlık * Boyasız olma durumu. boyatılma * Boyatılma işi. boyatılmak * Boyamak işi yaptırılmak, boya sürdürülmek. boyatma * Boyatmak işi. boyatmak * Boyamak işini yaptırmak, boya sürdürmek. boyayıcı * Boyama özelliği olan. boyca * Boy bakımından. boydak * Yükü olmayan yaya.
* Bekâr, yalnız, serbest.boydan boya * Bir uçtan öbür uca kadar. boydaş * Aynı boyda olan.
* Akran.boydaşlık * Boydaşolma durumu. boykot * Bir işi, bir davranışıyapmama kararıalma.
* Bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle amaca ulaşmak için her türlü ilişkiyi kesme.boykot etmek * bir işi, bir davranışıyapmama kararıalmak. boykotaj * Boykot etmek işi. boykotçu * Boykot yapan veya boykota katılan kimse. boykotçuluk * Boykot yapma işi. boylam * Yeryüzündeki herhangi bir noktanın meridyen dairesiyle başlangıç olarak alınan Greenwich gözlem evinin
meridyen dairesi arasındaki açıdeğeri, tul.boylama * Boylamak işi. boylamak * İstemeyerek bir yere gitme durumunda kalmak.
* Batmak.
* Düşmek.
* Yükselmek, çıkmak.
* Destan söylemek, anlatmak.boylamasına * Boyu doğrultusunda. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 88
boylanış * Boylanmak işi veya biçimi. boylanma * Boylanmak işi. boylanmak * Boyu uzamak. boyler * Kalorifer kazanının sıcaklığından yararlanarak, içindeki suyun ısıtılmasısağlanan depo. boylu * Boyu olan.
* Boyu benzerlerinden uzun olan.boylu boslu * Uzun boylu, yakışıklı, gösterişli. boylu boyunca * Boyu uzanabildiği kadar, boyu uzunluğunca. boylu poslu * Bkz. boylu boslu. boyluca * Uzun boylu gibi olan. boyna * Sandalıkıçtan yürüten kısa kürek. boyna etmek * sandalıkıçtan tek kürekle yürütmek. boynu altında kalsın! * ölsün, gebersin. boynu armut sapına dönmek * çok zayıflamak. boynu bükük * Üzgün, kırılmış, kimsesiz, acınacak ve yardım bekler durumda, zavallı. boynu eğri * Asmaların yeni sürgünlerini yiyen veya kemiren bağzararlısı. boynu eğri * herhangi bir sebeple birine karşıdirenecek veya söz söyleyecek durumda olmayan. boynu kıldan ince olmak * haksız olduğu anlaşıldığında verilecek her cezaya razı olmak. boynuna * üstüne. boynuna almak * bir şeyi borç veya ödev olarak üzerine almak. boynuna geçirmek * bir şeyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek. boynunda kalmak * bir sözü iletmediği veya birine ödenecek parayıödemediği için üzerinde borç kalmak. boynunu bükmek * acındırıcı, çaresiz bir durumda kalmak.
* bir durumu, bir işi ister istemez kabul etmek.
* (bitki için) canlılığınıyitirmek.boynunu kırmak * çekip gitmek. boynunu uzatmak * her şeye, her cezaya razı olmak. boynunu vurmak * başınıkeserek öldürmek. boynuz * Bazıhayvanların başında bulunan, tırnaksı bir maddeden, uzun, kıvrık veya çatallıkorunma organı.
* Bu organdan yapılmış.
* Kurşun borudan kol alma işleminde kullanılan demirden yapılmışalet.boynuz çekmek * boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek. boynuz dikmek * (kadın) başka erkekle ilişki kurarak kocasınıaldatmak. boynuz eğmek * istemeyerek uymak, karşıtarafın gücünü kabul etmek. boynuz isterken kulaktan olmak * daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanıyitirmek, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmak.boynuz kulağı geçmek * bir konuda daha sonra yetişenler yetenek bakımından eskileri geçmek. boynuz takmak (veya takınmak, taktırmak) * (koca) karısı başka bir erkekle ilişki kurarak aldatılmak. boynuzlama * Boynuzlamak işi. boynuzlamak * (hayvan) Boynuzu ile vurmak, süsmek.
* (kadın için) Kocasını başka bir erkekle aldatmak.boynuzlanma * Boynuzlanmak işi veya biçimi. boynuzlanmak * Boynuzu çıkmak.
* Boynuz batırılmak, boynuz yarasıalmak.
* (erkek için) Karısıveya bir kadın yakınıtarafından aldatılmak.boynuzlaşma * Boynuzlaşmak işi veya durumu. boynuzlaşmak * Boynuz durumuna girmek. boynuzlatma * Boynuzlatmak işi. boynuzlatmak * Erkek, karısıveya bir kadın yakınıtarafından aldatılmak. boynuzlu * Boynuzu olan (hayvan).
* Karısının veya kadın yakınlarından birinin iffetsizliğine göz yuman (erkek).
* Troleybüs.boynuzlugiller * Keçi, koyun, sığır ve antilopları içine alan, içi boşolan boynuzlarısürekli kalan ve dallı olmayan,
omurgalıların memeliler sınıfı.boynuzluteke * Kın kanatlılardan, kurtçuğu meşe ağaçlarında yaşayan bir böcek (Carambyx). boynuzsu * Boynuza benzer, boynuz gibi. boynuzsuz * Boynuzu olmayan. boysuz * Boyu benzerleri arasında kısa olan. boyu * (bir isim tamlamasında tamlanan olduğunda) süresince, boyunca. boyu (bosu) devrilsin (veya devrilesi) * “ölsün” anlamında ilenç sözü. boyu (veya boyuna, boyunca) beraber * kendi boyu kadar. boyu bacadan mıaştı? * daha evlenecek yaşta değil. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 79
boğazlanmak * Boğazlamak işine konu olmak veya boğazlamak işi yapılmak. boğazlaşma * Boğazlaşmak işi. boğazlaşmak * Birbirini boğazlamak veya kıyasıya dövüşmek. boğazlatma * Boğazlatmak işi. boğazlatmak * Boğazlamak işini yaptırmak. boğazlı * Boğazı olan.
* Çok yemek yiyen, yemek isteği çok olan, iştahlı.boğazsız * Boğazı olmayan.
* Çok az yemek yiyen, iştahsız.boğdurma * Boğdurmak işi. boğdurmak * Boğmak işini yaptırmak. boğdurtma * Boğdurtmak işi. boğdurtmak * Boğdurmak işini birine yaptırmak. boğdurulma * Boğdurulmak işi. boğdurulmak * Boğdurmak işi yapılmak. boğma * Boğmak işi.
* İncir, dut, kuru üzümün mayalandıktan sonra ilkel araçlarla damıtılmasıyla elde edilen, alkol derecesi düşük
bir tür rakı.boğmaca * Çoğunlukla çocuklarda nöbet nöbet öksürüklerle görülen bulaşıcı bir hastalık. boğmacalı * Boğmacaya tutulmuşolan (kimse). boğmak * Bir canlıyı, soluk almasına engel olarak öldürmek.
* El, ip veya benzeri ile bir şeyi çepeçevre sıkmak.
* Silik bir duruma getirmek, bastırmak.
* Tamamıyla kaplamak, sarmak.
* Peşpeşe yapmak, bir kimseyi bir şeyin fazlasına eriştirmek veya uğratmak.
* (motorlu taşıtlarda) Fazla yakıt, motoru çalışmaz duruma getirmek.
* Bir durumu başka bir durum yaratarak örtmeye çalışmak.
* Gelişmesine engel olmak.
* (renkler için) Uygun düşmemek.
* Bunaltmak.boğmak * Boğum yeri. boğmak boğmak * boğum boğum. boğmaklı * Boğmakları olan. boğmaklıkuş * Toygar kuşunun bir türü. boğucu * Boğma özelliği olan.
* Solunumu güçleştiren.
* Çok sıcak, sıkıntıveren.boğuk * Kısılmış(ses). boğuk boğuk * Boğuk bir biçimde, kısık kısık. boğuklaşma * Boğuklaşmak işi. boğuklaşmak * (Ses) Boğuk duruma gelmek, kısıklaşmak. boğula boğula * Boğulacakmışgibi, boğuk bir biçimde. boğulma * Boğulmak işi. boğulmak * Boğmak işine konu olmak.
* Havasızlıktan ölmek.
* Bunalmak.boğum * Boğulmuş, sıkılmışyer.
* Parmak veya kamış, saz gibi bitkilerin şişkince bölümü.
* İnce damarların veya sinirlerin yumak gibi toplandığıyer.boğum boğum * Çok boğumlu. boğumlama * Boğulmak işi. boğumlamak * Boğum durumuna getirmek. boğumlanma * Boğumlanmak işi.
* Ciğerlerden gelen havanın, ağız ve burundaki çeşitli nokta ve bölgelerde engellemeye uğrayarak ses olarak
çıkması, telâffuz.boğumlanma bölgesi * Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu çeşitli bölgelerden her biri. boğumlanma noktası * Ağız boşluğunda seslerin oluştuğu noktaların her biri, çıkak, mahreç. boğumlanmak * Boğum oluşmak, boğum boğum olmak.
* Bir ses çıkarmak için ses yolunun herhangi bir yerinde daralma veya kapanma olmak.boğumlu * Boğumu olan. boğuntu * Zor soluk alma.
* Sıkıntı.
* Bir şeyi değerinden çok yükseğe satma işi, vurgunculuk, ihtikar.boğuntuya getirmek * birini bunaltıp şaşırtmak yolu ile kendisinden, bir işveya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek. boğunuk * Kısık, boğuk.
* Sıkıntılı, kapalı, donuk.boğuşma * Boğuşmak işi. boğuşmak * Birbirinin boğazına sarılmak, dövüşmek.
* İtişip kakışmak.boğuşulma * Boğuşulmak işi veya durumu. boğuşulmak * Boğuşmak işi yapılmak. bohça * İçine çamaşır, elbise gibi şeyler koyup sarmaya yarayan dört köşe kumaş.
* Ufak ve seçme tütün dengi.bohça böreği * Bohça biçiminde sarılan bir çeşit börek. bohçacı * Bohça içinde dokuma eşya gezdirip satan kadın. bohçacılık * Bohçacının işi. bohçalama * Bohçalamak işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 80
bohçalamak * Bir şeyi bohça içine koyup sarmak.
* Güreşte rakibin kol ve ayaklarınıüst üste getirerek kımıldayamaz hâlde alttan kavrayıp kucaklamak.bohçasınıkoltuğuna almak * kendi isteğiyle ayrılmak. bohçasınıkoltuğuna vermek * kovmak, işine son vermek. bohçasınıtoplamak * eşyasınıtoplamak. bohem * Yarınınıdüşünmeden günü gününe tasasız, derbeder bir yaşayışı olan edebiyat ve sanat çevresinden (kimse
veya topluluk).bohem hayatı * Başı boşyaşayış. bok * Dışkı.
* (kaba konuşmada) Hor görülen, tiksinilen.
* Güç durum.bok atmak * (birine) leke sürmek, kara çalmak. bok böceği * Kın kanatlılardan, genellikle otçul memeli hayvanların gübrelerinde yaşayan ve bokla beslenen böcek
(Geotrupes stercorarius).bok canına olsun * bıkılan, kötülüğü görülen şeylere karşı bir sövgü sözü olarak söylenir. bok etmek * (bir işi, bir şeyi) bozmak, berbat etmek. bok karıştırmak * bir işi bozacak biçimde davranmak. bok püsür * hoşa gitmeyen, can sıkan şey ve onun ayrıntıve pürüzleri. bok üstün bok * çok kötü, çok berbat. bok yedi başı * burnunu her işe sokan, her işe karışan. bok yemek * yakışıksız bir işyapmak. bok yemek düşmek * birinin bir işe karışmaması, burnunu sokmaması gerekir. bok yemenin Arapçası * yakışıksızlığın büyüğü. bok yoluna gitmek * yararsız, gereksiz bir şey uğruna yok olmak. boka nispetle tezek amberdir * çok kötü bir şeyin yanında, ondan daha az kötü olanı güzel görünür. boklama * Boklamak işi. boklamak * (bir yeri veya bir işi) Kötü bir duruma getirmek. boklanma * Boklanmak durumu. boklanmak * Kötü bir duruma gelmek, pislenmek. boklaşma * Boklaşmak durumu. boklaşmak * Kötü bir duruma girmek. boklu * Boku olan; pis. bokluk * Pislik.
* Kötü durum.boks * Belirli kurallara uyularak yapılan yumruk dövüşü, yumruk oyunu. boksit * Korindon. boksör * Boks oynayan kimse, yumruk oyuncusu. boksörlük * Boksörün işi veya mesleği. boktan * temelsiz, derme çatma, yararsız. boku bokuna * boşu boşuna, yok yere. boku çıkmak * bir işveya durum tatsızlaşmak. bokun soyu (veya bok soyu) * kızılan veya tiksinilen bir şeye karşısövgü olarak söylenir. bokunda boncuk bulmak * birine hak etmediği hâlde çok değer vermek. bokunu çıkarmak * bok etmek. bokuyla kavga etmek * çok sinirli ve geçimsiz olmak, her şeye öfkelenir olmak. bol * İçine girecek şeyin boyutlarından daha büyük veya genişolan, dar karşıtı.
* (nicelik bakımından) Olağandan veya alışılandan çok, kıt karşıtı.bol * Özel bir cam içinde likör, şarap, meyve ve maden suyu karıştırılarak hazırlanan içki. bol bol * Fazla, büyük miktarda, sıkıntıya düşmeden. bol bolamat * Refah, zenginlik, bolluk. bol bulamaç * Bol bol, pek çok. bol doğramak * (parasını) saçıp savurmak. bol kepçe * Servis sırasında yiyeceği bol bol dağıtma.
* Cömert, eli açık, zengin gönüllü.bol keseden * bol bol, ölçüsüz, çok. bol paça * Genişpaçalı.
* Dökük, saçı, şapşal.bolalma * Bolalmak işi veya durumu. bolalmak * Bollaşmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 77
blok inşaat * Birbirine bitişik yapılan yapılar. blokaj * Bloke etmek işi.
* Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
* Sivri taşların toprak zemine dikine çakılarak, üzerine beton dökülmesiyle yapılan dolgu.
* Bankacılıkta bir varlığın yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafından kullanılamamasıdurumu.bloke * Kullanılmasıönlenmiş, el konulmuş. bloke çek * Keşideci tarafından anlaşmazlığın çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü. bloke etmek * kullanılmasınıönlemek amacıyla el koymak.
* savaşdurumundaki bir ülkenin dışülkelerle ilişkisini engellemek.
* kapatmak, durdurmak.
* (futbolda kaleci) topu yakalamak.bloklaşma * Bloklaşmak işi. bloklaşmak * Blok durumuna gelmek. bloknot * Yapraklarıkolayca çıkartılabilecek biçimde yapılmışnot defteri. bloksuz * Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantısız. bloksuzluk * Bloksuz davranma, bağlantısızlık. blöf * İskambil oyunlarında elindeki kâğıtları olduğundan başka gösterme davranışı.
* Karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için söylenen asılsız söz veya takınılan aldatıcı
tavır, kuru sıkı.blöf yapmak * karşısındakini yanıltarak veya yıldırarak bir işten caydırmak için aslı olmayan söz söylemek veya aldatıcı
tavır takınmak.blöfçü * Blöf yapan (kimse). blûcin * Giysi yapılan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılan (giysi).blûm * Bir tür iskambil oyunu. blûz * Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaştan yapılan veya iplikten örülen kadın giysisi. boa * Boagillerden, yalnız Güney Amerika’da yaşayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yılan (Boa constrictor).
* Kadınların boyunlarına aldıklarıyılan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.boagiller * Avlarınıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarıp sıkarak boğan ve ezen sarılgan yılanlarıkapsayan zehirsiz
yılanlar familyası.boalar * Sürüngenler sınıfının, yılanlar takımının bir bölümü. bobin * Makara.
* Fotoğraf filmi rulosu.
* (kâğıt ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafına sarılmışkâğıt veya kartonun sürekli
uzunluğu.
* İçinden elektrik akımı geçebilen yalıtılmıştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarılı bulunduğu silindirden
oluşan aygıt.bobin kırıcı * Dağınık iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elverişli biçime getiren makinede çalışan (kimse). bobinaj * Bir filmi veya mıknatıslıkuşağı bir makaradan başka bir makaraya sarma. boca * Geminin rüzgâr almayan yanı, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karşıtı, poca. boca alabanda * Boca etme komutu. boca etmek * geminin başını bocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
* (birden çevirip) boşaltmak, dökmek.bocalama * Bocalamak işi. bocalamak * (gemi) Rüzgâra karşı gidemeyerek sürüklenmek.
* Bir işte tutulması gereken yolu kestirememek, ne yapacağını bilememek, kararsız olmak.bocalatma * Bocalatmak işi. bocalatmak * Bocalamasına yol açmak. boci * Ağır yük taşımaya yarayan, iki kalın ve küçük tekerleği olan el arabası. bocuk * (Ortodokslarca kutlanan) İsa’nın doğum yortusu.
* Domuz.bocuk domuzuna dönmek * çok semiz ve besili olmak. bocurgat * Ağır yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek şeyin bağlı bulunduğu
urganıkendi üzerine saran çıkrık.bodoslama * Gemi omurgasının başve kıç tarafından yukarıya uzanan ağaç veya demir direklerden her biri. bodoslama * Bodoslamak işi. bodoslamadan * Ön taraftan, baştaraftan. bodoslamak * Açıklamak, belirtmek, ileri sürmek. bodrum * Bir yapının yol düzeyinden aşağıda kalan bölümü. bodrum gibi * basık tavanlı, genellikle güneşgörmeyen (oda). bodrum katı * Bir yapının zemin katının altında olan ve oturulabilen en alt katı. boduç * Ağaç veya topraktan yapılmışküçük testi. bodur * Enine göre boyu kısa ve tıknaz. bodur kalmak * boyu uzamamak.
* gelişmemek.bodur pas * Arpa yapraklarına yerleşen ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
* Bu mantarın yol açtığıhastalık.bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç * kısa boylular olduklarından daha genç görünürler. bodurlaşma * Bodurlaşmak işi veya durumu. bodurlaşmak * Bodur duruma gelmek. bodurluk * Bodur olma durumu. Boğa * Zodyak üzerinde, Koç ile İkizler burçlarıarasında yer alan burcun adı, 343 Zodyak. boğa * Damızlık erkek sığır. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 78
boğa gibi * çok güçlü görünen, vücudu iyi gelişmiş(delikanlı). boğa güreşi * Daha çok İspanya ve Meksika’da, özel olarak yetiştirilmiş boğayıyenmek amacıyla yapılan gösteri. boğada * Küllü veya sodalısu ile çamaşır yıkama.
* Yıkanmak üzere hazırlanmışçamaşırın üzerine sıcak kül suyu süzme işi.boğak * Anjin. boğalık * Boğa olarak kullanılmak için ayrılan bir yaşından yukarıerkek sığır. boğan otu * Düğün çiçeğigillerden, özellikle kökünde akonitin adında bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
napellus).boğanak * Sağanak, bora. boğasak * Boğaya gelmişveya boğa isteyen inek. boğasama * (inek) Boğasamak işi veya durumu. boğasamak * (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek. boğası * İnce bez, astar. boğaya çekmek * (inek) boğa ile cinsel ilişkide bulundurmak, keleye çekmek. boğaz * Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluşturan organlar, imik.
* Şişe, güğüm gibi kaplarda ağza yakın dar bölüm.
* İki dağarasında dar geçit, derbent.
* İki kara arasındaki dar deniz.
* Yiyeceği içeceği sağlanan kimse.
* Yeme içme.
* Yedirip içirme yükümü, iaşe.boğaz açmak * ağaçların dibini kazarak toprağıkabartmak. boğaz boğaza (veya gırtlak gırtlağa) gelmek * zorlu kavga etmek. boğaz derdi * geçim için uğraşma.
* yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları.boğaz dokuz boğumdur * bir söz iyice düşünmeden söylenmemelidir. boğaz durmaz * yeme içme ihtiyacının başka ihtiyaçlar gibi geri bırakılamayacağınıanlatır. boğaz içinde kavga var * aşırı bir biçimde açlığını gidermeye çalışanlar için söylenir. boğaz kavgası * Geçim için yapılan didinme. boğaz meselesi * Geçim derdi. boğaz ola * “afiyet olsun, yarasın, bereketli olsun” anlamına, yemek yiyenlere söylenir. boğaz olmak * boğazıağrımak.
* imrenmekten boğazışişmek.boğaz tokluğuna * ayrıca ücret verilmeden yalnız karnınıdoyurarak. boğazıaçılmak * iştahıartmak. boğazıdüğümlenmek * üzüntüden boğazıtıkanmak. boğazı inmek * bademcikleri şişmek, iltihaplanmak. boğazı işlemek * durmadan bir şeyler yemek. boğazıkurumak * çok susamak. boğazına bir yumruk tıkanmak (veya gelip oturmak) * konuşamaz olmak, sesi çıkmamak. boğazına dikkat etmek * yiyeceğine, içeceğine özen göstermek. boğazına dizilmek * (üzüntü, kaygı gibi sebeplerle) isteksiz yemek, iştahıkesilmek. boğazına durmak * yediği şeyi yutamamak. boğazına düşkün * yiyip içmeyi çok seven (kimse). boğazına indirmek * fazla ve gelişigüzel yemek. boğazına kadar * pek çok, lüzumundan fazla, aşırıölçüde. boğazına sarılmak * üstüne yürümek. boğazında düğümlenmek * söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek. boğazında kalmak * ağzındaki lokmayıüzüntü dolayısıyla yutamaz duruma gelmek. boğazından artırmak * yiyeceğinden kısıp parasınıartırmak. boğazından geçmemek * sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğu dolayısıyla bir yiyeceği yalnız başına yemekten üzüntü
duymak.boğazından kesmek * yiyip içmede çok tutumlu davranmak. boğazınıdoyurmak * karnınıdoyurmak. boğazınısevmek * yiyip içmeye düşkün olmak. boğazınısıkmak * bunaltmak, sıkıntıvermek. boğazınıyırtmak * olanca gücüyle bağırmak. boğazkesen * Bir boğazısavunmak için deniz kıyısında yapılan hisar. boğazlama * Boğazlamak işi. boğazlamak * Hayvan veya insanı boğazından keserek öldürmek.
* Gaddarca, kan dökerek öldürmek.boğazlanma * Boğazlanmak işi.