başına devlet kuşu konmak | * beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek. |
başına dikmek | * birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek. * bir içeceği kabıyukarıkaldırarak sonuna dek içmek. |
başına dolamak | * musallat etmek. |
başına dünyanın belâsınısarmak | * büyük felâket getirmek. |
başına ekşimek | * ağır yük olmak. * üstüne kalmak. |
başına geçirmek | * başına giymek. * bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak. |
başına geçmek | * görevi altında bulundurmak. * bir işin yönetimini ele almak. * bir işi yapmaya başlamak. |
başına gelmek | * bir görevin başına gelmek. * kötü bir durumla karşılaşmak. * beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak. |
başına güneşgeçmek | * güneşçarpmak. |
başına işaçmak | * uğraştırıcıve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak. |
başına işçıkarmak | * istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak. |
başına işçıkmak | * boşa gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karşılaşmak. |
başına kakınç etmek | * yapılan bir iyiliği sürekli olarak söyleyerek bıktırmak. |
başına kakmak | * yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek. |
başına kalmak | * istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğu ile karşılaşmak. |
başına kan çıkmak | * öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek. |
başına karalar bağlamak | * çok kederlenmek. |
başına oturmak | * Bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak. |
başına sarmak | * birine musallat etmek. |
başına taç etmek | * çok değer vermek, ilgi göstermek. |
başına taşdüşmek (veya yağmak) | * felâkete uğramak. |
başına vur, ağzından lokmasınıal | * uysal ve sessiz kimseler için kullanılır. |
başına vurmak | * (içtiği içki) ne yaptığını bilemez bir duruma düşürmek. * (gaz veya sıcaktan) başıağrımak. |
başına yıkmak | * harap etmek, zor durumda bırakmak. |
başında | * (bir şeyin) sırada önde olanı, önde geleni. |
başında beklemek (veya durmak) | * yanında durup gözetlemek. |
başında değirmen çevirmek | * gürültü ile tedirgin etmek. |
başında kavak yeli esmek | * (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak. * gerçekleşmeyecekşeyler düşünerek vakit geçirme. |
başında olmak | * aynısıkıntılıdurumda bulunmak. |
başında olmak | * yöneticisi olmak. |
başında paralansın | * yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz. |
başında torbasıeksik | * eşek gibi bir adam. |
başından almak | * kurtulmak, sorumluluğu atmak. |
başından aşağıkaynar sular dökülmek | * üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntıduymak. |
başından aşkın olmak | * işi pek çok olmak. |
başından atmak | * yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak. * sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek. |
başından büyük işlere girişmek (veya kalkışmak) | * gücünün üstünde olan işlere kalkışmak. |
başından geçmek | * daha önce aynıduruma uğramışolmak. |
başından kesmek | * yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek. |
başından korkmak | * hayatından kaygıduymak, cezalandırılmaktan korkmak. |
başından savmak | * bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaştırmak. |
başınıağrıtmak | * gereksiz sözlerle birini bunaltmak. * bir işiçin birini tedirgin etmek, uğraştırmak. |
başınıağrıtmamak (veya başınızıağrıtmayayım) | * uzun uzun anlatılan bir sorunu sonuca bağlarken sözün uzadığınıanlatmak için söylenir. |
başınıalamamak | * bir şeyden kurtulamamak. |
başınıalıp gitmek | * izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak. |
başınıateşlere yakmak | * başına büyük bir dert almak. |
başını bağlamak | * birini nişanlamak veya evlendirmek. |
başını beklemek | * gözetlemek. |
başını belâya sokmak | * birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek. |
başını bir yere bağlamak | * birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başı boşluktan kurtarmak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 28
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 29
başını boş bırakmak * yalnız veya serbest bırakmak. başınıçatmak * başağrısınıönlemek için alnın üstünden arkaya doğru eşarp ve benzeri şeyleri çepeçevre bağlamak. başınıçıkarmak * (bitki için) filizlenmeye başlamak. başınıderde sokmak * sıkıntılı bir duruma girmek veya getirilmek. başınıdik tutmak * onurunu korumak. başınıdinlemek * sessiz, sakin kalmak. başınıdöndürmek * mutluluktan yarısarhoşduruma getirmek.
* kendine hayran bırakmak.başınıduman almak * sis kaplamak, sis bürümek. başınıezmek * bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek. başını gözünü yarmak * bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak. başını istemek * öldürülmesini istemek. başınıkaldırmamak (veya kaldıramamak) * bir işi aralıksız sürdürmek.
* iyileşememek, yataktan çıkamamak.başınıkaşımaya vakti olmamak (veya başınıkaşıyacak vakti olmamak) * arada en ufak başka bir işyapamayacak kadar sıkışık durumda bulunmak. başınıkoltuğunun altına almak * ölümü göze alarak bir işe girişmek. başınıkurtarmak * canınıkorumak.
* geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.başınınâra yakmak * birini ağır bir zarara uğratmak. başını ortaya koymak * bir işe girişirken ölümü göze almak. başınısokmak * barınacak bir yer bulmak. başınıtaştan taşa vurmak * çaresiz kalarak çok pişman olmak. başınıtoplamak * (kadın) saçınıtoplayıp başına bir çeki düzen vermek. başınıuçurmak * Bkz. kellesini uçurmak. başınıvermek * kendini feda etmek. başınıyakmak * güç bir duruma sokmak. başınıyemek * yok olmasına sebep olmak. başının altında * yastığının altında. başının altından çıkmak * birinin hilesiyle yapılmak. başının çaresine bakmak * kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak. başının derdine düşmek * başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılıdurumda bulunmak. başının dikine gitmek * kendi düşünce ve görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğüdünü, uyarısınıdinlememek. başının etini yemek * karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek. başının gözünün sadakası * başa gelecek bir belâyısavmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri. başimam * Birden çok imam bulunan camilerde yönetici durumundaki imam. başka * Bilinenden ayrı, değişik, farklı, özge.
* Nitelik yönünden alışılmışın dışında bir üstünlüğü olan.
* Konu edilen, bilinenden ayrınesne ve kimse için teklik veya çokluk olarak başkası, başkaları biçiminde
kullanılır.
* “Ayrıca üstelik bir yana” anlamlarında -dan / -den başka biçiminde kullanılır.başka biri * diğer bir kimse. başka işi yok mu? * Bu işe ne diye karışıyor? Bu işonu ilgilendirmez. başka olmak * farklı olmak, değişik görünmek. başkaca * Ayrıca. başkafiye * Dize başlarında aynıkelime olmamak kaydıyla aynısesleri veren kelimelerden oluşan kafiye. başkahraman * Bir eserde başrolü oynayan kişi, başkişi. başkalaşım * Bir kütlenin fizikçe ve kimyaca değişmesi, istihale, metamorfizm. başkalaşma * Başkalaşmak işi.
* Embriyon evresinden ergin olana değin bir hayvanın geçirdiği biçim ve yapıdeğişimleri, istihale,
metamorfoz.başkalaşmak * Başka bir varlığa, niteliğe dönüşmek, değişmek, farklılık kazanmak.
* Biçim değiştirmek, istihale etmek.
* Kötüleşmek, bozulmak.başkalaştırma * Başkalaştırmak işi. başkalaştırmak * Başka bir duruma getirmek. başkaldırı * Ayaklanma, isyan. başkalık * Alışılana benzememe, değişik olma durumu, değişiklik. başkan * Bir topluluğun, bir toplantının veya bir derneğin başında bulunan kimse, reis.
* Bazıülkelerde devletin ve hükûmetin başı.başkan vekili * Başkanın işini görmesi için yerine bıraktığıveya yetki verdiği kimse. başkan yardımcısı * Başkana yardım eden sorumlu ve yetkili kimse. başkanlık * Başkan olma durumu.
* Başkanın görevi veya makamı, reislik, riyaset. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 23
baskül * Çoğunlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardımıyla tartmaya yarayan alet.
* İki kolu sıra ile kalkıp inebilen, ortasından veya uçlarından birine az çok yakın değişmez bir noktaya
dayanan kaldıraç.basma * Basmak işi.
* Üzerinde bası ile yapılmışrenkli biçimler bulunan pamuklu kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışolan.
* Gazete, dergi, kitap gibi bası ile hazırlanmışyazılışeyler, matbua.
* Basılmış, matbu.
* İskambil kâğıdı ile oynanan bir oyun.
* Gübre, tezek.basma kalı bı * Kitap, kumaşgibi şeylerin baskısı için hazırlanan kalıp. basmacı * Basma yapan veya satan kimse.
* Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalıpla desen basan kimse.
* Bohça ile köylerde eşya satan kadın, bohçacı.basmacılık * Basma alım satımı.
* Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalıpla desen basma işi.
* Matbaacılık.basmahane * Basma yapılan işyeri. basmak * Vücudun ağırlığınıverecek biçimde ayak tabanını bir yere veya bir şeyin üzerine koymak.
* (küçük çocuklar için) Ayakta durabilmek.
* Bir şeyi, üzerine kuvvet vererek itmek.
* Sıkıştırarak yerleştirmek.
* Bası işi yapmak, tabetmek.
* Örtmek, bürümek, kaplamak.
* Bir şey üzerinde kalıp, mühür gibi bir araçla iz yapmak.
* Baskın yapmak.
* Bazı isimlerle birlikte sertlik, aşırılık anlamlarında yardımcıfiil olarak kullanılır.
* Bir kimse bir yaşa girmek.
* Çevreyi kaplamak, çökmek.
* Basınç yaparak sıvıve gazları itmek.
* Kümes hayvanlarıkuluçkaya yatmak.
* Bir şeyin etkisinde kalıp eziklik, üzüntü ve ağırlık duymak.basmakalıp * Özgünlüğü olmayan, değişiklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcıâlem, klişe. basmakalıplaşmak * Basmakalıp durumuna gelmek. basmalı * Basma özelliği olan. basmalık * Üzerine basılacak şey. basso * En kalın erkek sesi.
* En kalın sesli orkestra çalgısı.bastana salatası * Domates, taze soğan, yeşilbiber, maydanoz, nane ve limon suyu kullanılarak yapılan bir salata türü. bastarda * Bkz. baştarda. bastı * Kıyma ile pişirilmişsebze.
* Bastırma.bastı bacak * Bacaklarıkısa veya çarpık (kimse).
* (çocuk için) Yaramaz.bastığıyerde ot bitmez * gittiği yere uğursuzluk götürür, gittiği yerin bereketini kurutur. bastığıyeri bilmemek * çok sevinmek.
* şaşkınlıktan nerede olduğunu seçememek, durumunu kontrol edememek.bastık * Pestil. bastırak * Yol yapımında çakıl, kum, curuf gibi maddeleri ezmeye ve sıkıştırmaya yarayan alet. bastırık * Kapıyıarkadan bastırmak için kullanılan ağaç dayak.
* Ağırlık, baskı, yük.bastırılma * Bastırılmak işi. bastırılmak * Bastırmak işine konu olmak. bastırım * Ruh dünyasında oluşan tepkimelerin bilinç dışına yansıması. bastırma * Bastırmak işi.
* Bastı.bastırmak * Basmak işini yaptırmak.
* Zararlı bir olayıönlemek.
* Üstünlüğünü göstermek.
* Bir kumaşın kenarınıkıvırıp dikmek.
* Gidermek.
* (cevap için) Hemen yetiştirmek.
* Ansızın birinin yanına gitmek.
* Birdenbire ve pek çok etkisini göstermek.
* Kümes hayvanlarınıkuluçkaya yatırmak.
* Baskıyapmak, üzerine iyice düşmek.bastika * Bir yelken serenine veya herhangi bir ağaca açılan delik. baston * Yürürken dayanmaya yarayan ağaç veya metalden yapılan araç.
* Geminin baştarafındaki yatık direğin (cıvadranın) dışarıya doğru uzanan parçası.baston francala * İnce, uzun ekmek. baston gibi (veya baston yutmuşgibi) * dimdik duran veya yürüyen (kimse). bastoncu * Baston yapan veya satan kimse. bastonculuk * Baston yapma veya satma işi. bastonlu * Bastonu olan. bastonsuz * Bastonu olmayan. basur * Kalın bağırsağın alt bölümünde ve anüste toplardamarların genişlemesiyle oluşan varis, hemoroit. basur memesi * Anüste genişleyip meme gibi uzamışdamar yığını. basur otu * Düğün çiçeğigillerden, nemli ormanlarda biten, köklerinde basur memelerine iyi gelen bir madde bulunan,
sarıçiçek açan küçük bir bitki (Ranunculus ficaria).basurlu * Basuru olan, hemoroitli. basübadelmevt * Ölümden sonra dirilme. basya * Sapotgillerden, tohumlarından sabunculukta kullanılan bir yağelde edilen, Asya’da yetişen bir ağaç (Basia). baş * İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız gibi organlarıkapsayan, vücudun üst veya önünde
bulunan bölüm, kafa, ser.
* Bir topluluğu yöneten kimse.
* Başlangıç.
* Temel, esas.
* Arazide en yüksek nokta.
* Bir şeyin genellikle toparlakça ucu.
* Bir şeyin uçlarından biri.
* Kasaplık hayvanlarda ve bazıyiyeceklerde tane.
* Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye.
* Bir şeyin yakınıveya çevresi.
* “Baş” kelimesi birçok deyimde “öz varlık, kendisi” anlamınıtaşıyan bir zamir niteliğindedir.
* Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün anlamında birleşik kelimeler yapar.
* Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşderecenin en yükseği.
* “… başına” adlardan sonra ve nicelik anlatan kelimeden önce gelerek üleştirme anlamı verir.
* Deniz teknelerinde ön taraf.
* En uç, yüksek nokta veya en ön.baş * Çı ban. başağırlık * Ağır sıklet. başağrısı * Başın ağrıması, başta oluşan rahatsızlık.
* Sürekli sıkıntıyaratan durum veya kimse.başağrısı olmak * sıkıntıvermek, uğraştırmak. başağrıtmak * tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak. başalamamak * çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak. başalmak * fırsat bulmak. başaşağı * Başıaşağı gelmek üzere. başaşağıdüşmek * kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 24
başaşağıetmek * tersine çevirmek. başaşağı gelmek * tepesi üstü düşmek. başaşağı gitmek * sürekli zarar görmek veya kötüleşmek. başaşağı gitmek * işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek. baş bağlamak * başına bir örtü örtmek.
* başak vermek.
* birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek.baş baş * çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenir. baş başa * Birlikte, beraberce. baş başa (veya kafa kafaya) vermek * iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak.
* dayanışmak.baş başa bırakmak * birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak. baş başa kalmak * biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak. baş başa olmak * birlikte bulunmak, beraber yaşamak. baş belâsı * Sıkıntı, üzüntü veren. baş bezi * Mendil. baş bıçağı * Ustura. baş biti * Bkz. bit. baş bulmak * (alışverişte) kazanç bırakmak. başçanağı * Kafa tası. başçekmek * ön ayak olmak. başçevirtmek * başıarkaya doğru döndürtmek.
* birinin arkasından hayranlıkla bakmak.başdöndürmek * başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırıheyecanlandırmak. başdöndürücü * (çabuklukta) olağanüstü, aşırı.
* baygınlık verici.başdöndürücü * Şaşkına, serseme çevirici. başdönmesi * Göz kararıp düşecek gibi olma. başedebilmek * bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek. başeğmek * saygı göstermek için başeğerek selâmlamak.
* direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek, inkıyat etmek.başelde iken * ölmeden, yaşarken sağiken. başetmek (veya edememek) * gücü yetmek (yetmemek), başarıkazanmak (kazanmamak). başgelmek * yenmek, gücü yetmek. başgöstermek * belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak. başgöz etmek * evlendirmek. başgöz olmak * evlenmek. başkaldırma * başkaldırmak işi, isyan. başkaldırmak * ayaklanmak, yönetime karşı gelmek, isyan etmek.
* iyice coşmak, kabarmak.başkaldırmamak * Bkz. başınıkaldırmamak. başkesmek * selâm için başeğmek. başkıç vurmak * baştan gelen dalgalarla gemi, başıve kıçıüzerinde inip kalkmak. başkırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde * aile içindeki, arkadaşlar arasındaki uyuşmazlıklar yabancılara duyurulmamalıdır. başkomak (koymak) * bir şey uğruna ölümü göze almak. başkoşmak * bir işi başarmak için çalışmak. başnereye giderse, ayak da oraya gider * küçükler büyüklerin izinde gider, her işte onlarıörnek tutarlar. başol da, istersen soğan başı ol * küçük bir işte de olsa, başta olmak önemlidir. başolan boşolmaz * bir yerde başolan kimse taşıdığıdeğer dolayısıyla o yere gelmiştir.
* iş başındaki kişinin işi çoktur.başörtüsü * Bkz. başörtü. başsağlığı * Ölen bir kimsenin yakınlarına söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz. başsağlığıdilemek * ölen bir kimsenin yakınlarına ilgi ve yakınlık anlatan söz söylemek. başsallamak * karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek. baştacı * Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya şey).
baştacıetmekbaştacıetmek * çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak. baştutamamak * rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak,
rotadan çıkmak.baştutmak * elebaşı olmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 25
başucu * Yatılan bir yerin başkonulan yönü veya yakını. başucu kitabı * Sık sık yararlanılan, ana bilgileri veren, değerini hiç yitirmeyen eser. başüstünde tutmak * çok iyi ağırlamak. başüstünde yeri var * büyük bir saygıve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır. başüstüne * bir dileğin yerine getirileceğini içtenlikle belirtmek için “peki” anlamında kullanılan söz. başvermek * (çı ban) olgunlaşmak.
* (buğday vb. bitkiler) başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak.
* (gemi, kayık) döndürmek, çevirmek.başyakmak * kötü duruma düşürmek. başyapmak * (kuaför) saç bakım ve tuvaleti yapmak. başyarılır (kırılır) börk (fes) içinde, kol kırılır kürk (yen) içinde * aile içindeki kişilerin anlaşmazlıklarıaile içinde kalmalıdır. başyarma * Vida yapımında kullanılacak olan perçinlerin başlarına tornavida yerleri açmak işi. başyastığı * Yatakta başın altına konulan yastık. başyemek (başınıyemek) * birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak.
* birinin güç duruma düşmesine yol açmak.başa baş * birinden üstün olmadan. başa baş * Eşit durumda, dengeli olarak. başa başgelmek * eşit olmak, denk olmak. başa başnoktası * bir yabancıparanın veya değerli kâğıdın piyasa değeri ile üstünde yazılıdeğerin aynı olmasıdurumu. başa çıkmak * güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek. başa çıkmak * bir şeye gücü yetmek. başa geçmek * en üstün yeri almak. başa gelen çekilir * çaresiz durumlara düşüldüğünde insanın kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara katlanmasının olağan
ve doğru bulunduğunu anlatır.başa gelmek * (kötü bir duruma) uğramak. başa güreşmek * yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak.
* en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.başa vermek * değiştokuşyaparken üste bazışeyler vermek. başağaç * Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yıl halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağaç. Başak * Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarasında bulunan burcun adı, Zodyak. başak * Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılçıklı başı.
* Tarlalarda, bağlarda dökülmüşveya tek tük kalmışolan ürün.başak bağlamak (veya tutmak) * arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerde başak oluşmak. başak toplamak * tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak. başakçı * Tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse. başakçık * Çiçeklerde başağı oluşturan çiçek demeti veya topluluğu. başaklama * Başaklamak işi. başaklamak * Tarlalarda, bağlarda kalmışdöküntüleri toplamak. başaklanma * Başaklanmak durumu. başaklanmak * Başak bağlamak, tutmak. başaklı * Başağı olan (ekin).
* Arka ucu başka biçimde olan (ok).başaktör * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu. başaktörlük * Başaktörün işi veya mesleği. başaktris * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadın oyuncu. başaktrislik * Başaktrisin işi veya mesleği. başaltı * Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beşderecenin ikincisi.
* Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuşları.başarı * Başarmak işi veya başarılan iş, muvaffakıyet. başarı göstermek (veya kazanmak) * başarmak. başarılı * Başarı gösteren, muvaffakıyetli.
* Başarılmış, üstesinden gelinmiş.
* Başarılı bir biçimde, başarı göstererek.başarılma * Başarılmak işi. başarılmak * Başarı ile sona ermek. başarım * Elde edilen bir başarı.
* Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sınırı, performans.başarısız * Başarı göstermeyen, muvaffakıyetsiz.
* Başarılamayan, muvaffakıyetsiz.
* Başarı göstermeyerek.başarısız olmak * başarısağlayamamak, başarı gösterememek. başarısızlığa uğramak * başarısız olmak. başarısızlık * Başarısız olma durumu, muvaffakıyetsizlik. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 26
başarma * Başarmak işi. başarmak * Bir işi istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak. başasistan * En üst derecedeki asistan. başasistanlık * Başasistan olma durumu.
* Başasistanın görevi.başat * Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, hâkim, dominant. başat karakter * Bir melezde her zaman ortaya çıkan karakter. başatlık * Başat olma durumu, hâkimiyet. başatlık yasası * Irk karışmasında güçlü öz yapının sonraki soylardan üstün geldiğini kanıtlayan yasa. baş bakan * Hükûmet başkanı; bakanlar kurulunun başı, kabinenin başı, başvekil. baş bakanlık * Baş bakan olma durumu ve baş bakanın görevi.
* Baş bakanın makamı.
* Baş bakan ve görevlilerinin çalıştığıdaire.baş bayi * Bir dağıtım işinde bütün bayilerin bağlı bulunduğu ana bayi. baş buğ * Eski Türklerde baş, başkan, komutan.
* Osmanlıİmparatorluğunda savaşzamanı başka birliklerden ayrılıp bir araya getirilerek oluşturulan birliğin
veya milis güçlerinin komutanı.başçavuş * Astsubay başçavuş.
* Yeniçeri ocağının çavuşu.başçavuşluk * Astsubay başçavuşrütbesi. başçı * İşçi başı.
* Çiğveya pişmişkoyun, kuzu, sığır başısatan kimse.başçık * Çiçeklerin erkek organlarında çiçek tozunu taşıyan torbacık, haşefe. başdanışman * Danışmanların başı. başdanışmanlık * Başdanışmanın işi veya görevi. başdekorcu * Dekorcuların başı, dekor hazırlamada en üst sorumlu. başdekorculuk * Başdekorcunun işi veya mesleği. başdizgici * Bir basım evindeki dizgicilerin başı, başmürettip, sermürettip. başdizgicilik * Dizgicilerin başı. başdümenci * Dümencilerin başı. başdümeni * Gemi veya teknelerin başına yerleştirilen ve iyi bir manevra sağlayan dümen. başefendi * Devlet dairelerinde kıdemli memur, başkâtip. başeksper * Eksperlerin başı. başeser * Kendi türünde en mükemmel eser, başyapıt, şaheser. başeski * En kıdemli kimse.
* Yeniçeri bölüklerinin en kıdemsiz subayıve erlerinin en kıdemlisi.başfiyat * En iyi ürün için tespit edilen fiyat. başgardiyan * Gardiyanların başı. başgarson * Garsonların başı, metrdotel. başgarsonluk * Başgarson olma durumu.
* Başgarsonun işi, metrdotellik.başgedikli * En yüksek rütbeli astsubay. başhakem * Yarışmayıveya oyunu yöneten hakemlerin başı. başhekim * Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baştabip, sertabip. başhekimlik * Başhekimin görevi.
* Başhekimin makamı.başhemşire * Bir klinik veya hastahanede hemşireleri yönetmekle görevlendirilmişhemşire. başhemşirelik * Başhemşire olma durumu. başhostes * Hava yollarında hosteslerin en deneyimlisi ve yapılan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse. başıaçık * Örtü veya şapka ile başıörtülmemiş. başıağrımak * bir işten dolayısorumlu duruma düşmek. başı bağlanmak * biri evlendirilmek.
* birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanında tutmak.başı bağlı * Serbest olmayan.
* Evli.başı belâda * çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda. başı belâya girmek (veya uğramak) * sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak. başı bütün * eşi hayatta olan (karıveya koca). başıçatlamak * başıçok ağrımak. başıçekmek * herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak. başıdara düşmek * sıkıntıya girmek. başıdaralmak * (para yönünden) sıkıntıya, darlığa düşmek. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 21
basaksız * Merdiveni olmayan. basamak * Bir yere çıkarken veya bir yerden inerken basılan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralıklarla yükselen
düz yüzeylerden her biri.
* Derece, aşama, kerte.
* Bir amaca ulaşmak için yararlanılan kişi, durum veya yer.
* (aritmetikte) On kuralına göre yazılmış bir sayının, her rakamının bulunduğu sıra, hane.
* (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.basamak basamak * Yavaşyavaş(yükselme veya inme).
* Derece derece.basamak yapmak * bir durumu daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak. basamaklı * Basamağı olan, basamak basamak olan. basar * Göz.
* İleriyi görme, algılama yetisi.basar * Merdivenin ayakla basılan yüzeyi. basarî * Görme ile ilgili. basarna * Bir cismin bir yanınıkaldıraçla yükseltme işi.
* Dalyanın kapak yeri.basbayağı * Alışılandan, bilinenden hiçbir değişikliği olmayan. basen * Omurganın bel ile kalça arasındaki bölümü.
* Kıtasal uzantıdan okyanus ortasısırtlarına kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliği olan deniz dibi.bası * Resim klişesi, dökme harf, taşkalıp kullanarak makine yardımı ile kâğıda ve bez gibi şeylere yazı, resim
çıkarmak işi, tabı.basıcı * Kitap, dergi gibi şeyleri basan kimse, tâbi. basıcılık * Basıcı olma durumu veya basıcının işi. basık * Basılmış, yassılaşmış.
* Çok yüksek olmayan, alçak.
* Kısık.basıklaştırma * Basıklaştırmak işi. basıklaştırmak * Basık durumuna getirmek. basıklık * Basık olma durumu.
* Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arasındaki farkın büyük eksene oranı.basıla * Basımcılıkta, provalarda “basınız, basılsın” anlamlarında kullanılan terim. basıla vermek * prova hâlindeki bir kitabın veya herhangi bir yazının basıma uygun olduğunu bildirmek. basılı * Basılarak yerleştirilmiş.
* Basım evinde basılmış, matbu.basılış * Basılmak işi veya durumu. basılma * Basılmak işi. basılma dayanımı * Dokusunu basarak ezmeye çalışan dışetkilere ağacın gösterdiği direnç. basılmak * Basmak işine konu olmak veya basmak işi yapılmak. basım * Basısanatı, tabaat.
* Bası işi, tabı, tipografya.basım evi * Bası işi yapılan yer, matbaa. basımcı * Basım evi işleten kimse, matbaacı. basımcılık * Basım evi işletme işi, kitap basma işi, matbaacılık. basın * Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınların bütünü, matbuat. basın ataşesi * Resmî veya özel kurum ve kuruluşlarda, yabancıtemsilciliklerde basın ile ilgili konuları düzenleyen yetkili
ve sorumlu kimse.basın bildirisi * Basın yayın organlarına bilgi vermek amacıyla yetkili kurum veya kişiler tarafından hazırlanmışyazılı
açıklama.basın dünyası * Görsel ve yazılı basın organları ile burada görevlilerin tümü. basın kartı * Mesleği basın işleri olan kimselerin taşıdığıkimlik belgesi. basın özgürlüğü * Görüşve düşünceleri basın ve yayın yoluyla açıklayabilme ve yayabilme hakkı. basın toplantısı * Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeşitli konular üzerinde açıklamada bulunmak için
gazetecilerle yaptığıtoplantı.basın yasağı * Basın yayın organlarının bir konu hakkında yayın yapmasınıkısıtlayıp engelleme. basınç * Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düşen miktarı, tazyik. basınçlama * Basınçlamak işi. basınçlamak * Hava taşıt araçlarında, insan organizması için yeterli basınç düzeyini sağlamak veya ayarlamak. basınçlı * Basınç yüklenmişolan. basınçlısu * Basınç yüklenerek fışkırtılma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su. basınçölçer * Hava basıncınıölçerek yer yükseltilerini ve hava değişimlerini tespit etmek için kullanılan alet, barometre. basınçölçüm * Hava basıncıölçümlerini inceleyen birim. basıölçer * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın yüzeyine yaptığı basıncı belirleyen alet.
* Akışkanların basıncınıölçen araç.basıp geçmek * önde gideni geçmek.
* önem vermeyerek uğramamak.basıp gitmek * birdenbire gitmek, aklına koyduğu şeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaşmak, çekip gitmek. basırgama * Basırgamak işi. basırgamak * Ağırlık çökmek veya basmak.
* Kâbus çökmek.basırganma * Basırganmak durumu. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 22
basırganmak * Üzerine ağırlık basmak, kâbus çökmek. basış * Basmak işi. basil * Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü. basiret * Doğru görüş, uzağı görüş, seziş, uyanıklık, anlayış, kavrayış, dikkat, sağgörü. basireti bağlanmak * iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek. basiretli * Gerçeği görebilen, uzağı görebilen, basireti olan, sağgörülü. basiretsiz * Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüşlü olmayan, sağgörüsüz. basiretsizlik * Gerçekleri, ileriyi ve uzağı görememe, sağgörüden yoksun olma. basit * Yapılmasıveya anlaşılmasıkolay olan, karışık olmayan, bayağı.
* Süssüz, gösterişsiz.
* Bilgi ve görgüsü sınırlı olan, bayağı, görgüsüz.
* Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan.
* Kolay.basit cisim * Maddesi tek elementten oluşmuş cisim. basit cümle * Tek yargı bildiren cümle. basit faiz * Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz. basit kelime * Anlamlı olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalın kelime. basit kesir * Payıpaydasından küçük olan kesir. basit renk * Biçmeden geçen beyaz ışığın ayrıldığırenklerden her biri. basitçe * Basit olarak, kolay tarafından. basite indirgemek * basitleştirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek. basitleşme * Basitleşmek işi. basitleşmek * Basit duruma gelmek. basitleştirme * Basitleştirmek işi. basitleştirmek * Gereksiz ayrıntılardan arıtarak sade duruma getirmek. basitlik * Basit olma durumu. Baskça * İspanya’nın Bask bölgesinde kullanılan dil. basket * Basketbolda kazanılan sayı. basket yapmak * basketbolda sayıkazanmak. basketbol * Beşer kişilik iki takım arasında topu 3 m yükseklikteki karşılıklıduran ağgeçirilmişiki sepetten birine
sokup sayıkazanmak esasına dayanan bir oyun.basketbolcu * Basketbol oyuncusu. basketbolculuk * Basketbol oynama veya oynatmak işi. basketçi * Basketbol oyuncusu, basketbolcu. baskı * Bir eserin basılış biçimi veya durumu.
* Basısayısı.
* Bir eserin basılarak tekrarlanan her bir kezi.
* Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı.
* Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tazyik.
* Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres.
* Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını
önleme durumu.
* Karşıtakım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasınıengellemek amacıyla uygulanan yakın savunma
durumu.baskıaltında tutmak * özgürlüğünü engellemek, kısıtlamak. baskı grubu * Bir işin yapılmasında, gerçekleştirilmesinde veya tamamlanmasında baskı oluşturan güç. baskıkalı bı * Kitap kaplarına süslemeler basmak için kullanılan kalıp. baskıresim * Gravür tekniği ile yapılan resim, kazıma resim. baskıyapmak * bir kimseyi bir işi yapmaya zorlamak, zor kullanmak. baskıcı * İşlenecek kumaşlar üzerine kalıplara resim basan kimse.
* Matbaacılıkta baskı işlerini yapan kimse.
* Kısıtlayıcı.baskıcılık * Baskıcının işi. baskıda kalmak * yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmısertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkmak. baskılı * Baskısı olan. baskılık * Bir masadaki kâğıtların uçmaması için üzerlerine konulan özel biçimdeki ağırlık. baskın * Suç işlediği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girme.
* Kısa süreli, beklenmedik saldırı.
* (sertlik, zorluk bakımından) Üstün.baskın basanındır * düşmanı gafil avlayıp saldıran taraf savaşıkazanır. baskın çıkmak (veya gelmek) * (karşılaştırma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek. baskın vermek * anî ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak. baskın yapmak * suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek.
* düşmana ansızın saldırmak.
* ansızın konuk gelmek.baskına uğramak * düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak.
* bir yerde suç üstü yakalanmak.
* beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek.baskıncı * Baskın yapan kimse. baskısız * Hak ve özgürlükleri kısıtlanmamış.
* Disiplinsiz.
* Terbiyesiz, ahlâksız.baskısız büyümek * serbest bir eğitimle yetişmek. basklârnet * Kalın sesli klârnet. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 14
balıkçı * Balık tutan veya satan kimse.
* Balıkçılara özgü.balıkçıdüğümü * İşleme başlangıcında yapılan ve sonra kolayca çözülerek işin tersine de tutturulan düğüm şekli. balıkçıkazağı * Balıkçıların soğuk ve nemli havalarda giydiği boğazlıve yünlü kalın kazak. balıkçıyaka * Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğazlık. balıkçıl * Balıkla beslenen, balık yiyen.
* Uzun bacaklılardan, boynu ve gagasıuzun, su kıyılarında yaşayan, balık yiyerek beslenen büyük bir kuş
(Ardea cinerea).balıkçılgiller * Leyleksiler takımının balıkçıllar alt takımına giren bir familya. balıkçılık * Balık tutma, avlama işi.
* Balık üretme, balıktan yararlanma ve satma işi.balıkçıllar * Çoğunlukla uzun bacaklı, uzun gagalı balıkçıl cinsinden kuşlar familyası. balıkçın * Perde ayaklılardan, uzunca gagalı, uzun ve çatal kuyruklu, deniz kıyılarında yaşayan bir kuş cinsi, deniz
kırlangıcı(Sterna hirundo).balıkgözü * Ayakkabıların bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takılan maden, kemik gibi şeylerden yapılmış
halka.balıkgözü objektif * Normal objektiflerden çok daha genişaçıyıalan ve görüntüyü dış bükey ayna görüntüsü biçiminde veren
objektif türü.balıkhane * Balıkların toptan satışa çıkarıldığı, soğuk hava deposu olan yer. balıklama * (suya dalmada, atlamada) Balık gibi gergin, düz ve başaşağı bir biçimde.
* Bir işe, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağınıdüşünmeden girişerek.balıklamak * Balıklama tarzısuya atlamak. balıklandırma * Balıklandırmak işi. balıklandırmak * Balık ile doldurmak, süslemek. balıklava * Deniz, göl ve ırmaklarda balık yatağı olan yer. balıklı * Balığı olan. balıknefesi * Balinagillerin başından çıkarılan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapımında kullanılan bir yağ. balıksırtı * Balık kılçığı biçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni.
* Yollarda suların ortada toplanmayarak iki yana akması için yapılan şişkinlik.balıksız * Balığı olmayan. baliğ * Döl verme çağına eren, buluğçağına ermişolan. baliğolmak * bulmak, erişmek.
* erinlik çağına ermek, erinleşmek, buluğa ermek, akıl baliğolmak.balina * Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağırlığı200 ton olan, yağıve çubukları için avlanan memeli hayvan, kadırga
balığı, falyanos (Balaena mistycetus).
* Giysilerin dik ve düzgün durması için bazıyerlerine özellikle yakalarına konulan sert, esnek, yassı, dar,
uzun çubuk.balina çubuğu * Balinanın ağzına aldığısuyu dışarıya süzüp içindeki deniz hayvanlarınıtutmasına yarayan ve üst çenesinin
iki yanında tarak dişleri gibi sıralanmış, boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı.balina yağı * İspermeçet balinasının kafa sinüslerinde bulunan yağ. balinalar * Örnek hayvanı balina olan, kutup denizlerinde yaşayan memeli hayvanlar familyası. balinalı * Balina takılmışolan, balina geçirilmişolan (giysi). balistik * Ateşli silâhlarda barut gazının basıncı ile fırlayıp hedefe varıncaya kadar merminin havadaki hareketini
inceleyen bilim.balkan * Sarp ve ormanlık sıra dağlar. Balkanlar * Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Romanya, Yunanistan ve Trakya’yı içine alan bölge.Balkanlı * Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili. Balkanlılık * Balkanlı olma durumu. Balkanolog * Balkanoloji uzmanı. Balkanoloji * Balkan uluslarının dili, tarihi ve kültürü ile uğraşan bilim dalı. Balkar * Bkz. Malkar. Balkarca * Bkz. Malkarca. balkı * Güzel süslü, parlak.
* Ağrı, sancı.balkıma * Balkımak işi. balkımak * Parlamak, parıldamak.
* Şimşek çakmak.
* Su halkalanmak, dalgalanmak.
* Kesik kesik ağrımak, sancımak.balkır * Parıltı.
* Şimşek.balkon * Bir yapının genellikle üst katlarında dışarıya doğru çıkmış, çevresi duvar veya parmaklıkla çevrili bölümü.
* Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat.balkonumsu * Balkona benzer. balköpüğü * Açık sarırenk. ballandıra ballandıra * Ballandırarak. ballandırma * Ballandırmak işi. ballandırmak * İmrendirecek biçimde övmek. ballanma * Ballanmak işi. ballanmak * Bal bulaşmak, bal sürülmek.
* Tatlılaşmak, tatlanmak, olgunlaşmak.ballı * İçinde bal bulunan. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 15
ballı börek * Çok lezzetli. ballı börekli olmak * çok iyi anlaşmak. ballıpasta * Bal ile yapılmışveya içine bal konmuşpasta. ballı baba * Ballı babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yıllık otsu bir bitki (Lamiumalbum). ballı babagiller * Nane, lâvanta çiçeği, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitişik taç yapraklılardan oluşan bir
familya.ballıdarı * İncir. ballık * Bal konulan kap.
* Bağlarda görülen külleme hastalığı.
* Ballı baba.ballıklı * Ballık hastalığı olan. balo * Danslıve resmî giyimli gece toplantısı. balo vermek * baloyu hazırlamak, düzenlemek. balon * Isıtılmışhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.
* Hava veya gazla doldurulmuş, kauçuktan yapılan çocuk oyuncağı.
* Karnıyuvarlak ve şişkin, boynu dar cam kap.balon lâstik * Bisikletlerde kullanılan bir lâstik türü. balon uçurmak * ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarınıanlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak. baloncu * Balon satan kimse. baloncuk * Küçük balon. balonculuk * Balon yapmak veya satmak işi. balonvari * Balona benzer, balon gibi. balotaj * Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayısıyla seçimin sonuçsuz kalması. baloz * Gemici, işçi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer. balsam * Bazıağaçlardan elde edilen, parfüm ve ilâçların yapımında kullanılan reçine, belsem. balsamlı * Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliği olan (ilâç, merhem vb.). balsıra * Yaprakların üzerinde oluşan bir tür küf.
* Bir tür kudret helvası.balta * Kesmek, yarmak, yontmak gibi işlerde kullanılan ağaç saplı, demir araç. balta değmemiş(girmemişveya görmemiş) * içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru). balta olmak * direnerek bir şey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak, musallat olmak. balta vurmak * balta ile kesmek, parçalamak. baltabaş * Baş bodoslaması omurga hattına dikey olarak çelik lâmadan yapılmış(gemi). baltacı * Balta yapan veya satan kimse.
* Odun kırıcı.
* Yangın söndürme kuruluşlarında balta kullanan er.
* Önceleri sefer sırasında çalılık ve ormanlık yerleri temizlemek, yol açmak, çadırlarıkurup kaldırmak,
yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkızlar ağasına bağlı olarak sarayıkorumak ve sarayın dışhizmetlerini yapmakla
görevli kimse.baltacık * Küçük el baltası.
* Değirmen taşının ortasında bulunan haç biçimindeki alet.baltadan kurtulmak * kesilmemek. baltalama * Baltalamak işi, sabotaj.
* Bilinçli ve kasıtlı olarak, bir işi veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme.baltalamak * Balta ile kesmek.
* Bir işi, bilinçli ve kasıtlı olarak bozacak veya yıkacak davranışta bulunmak, sabote etmek.baltalayıcı * Baltalama hareketini yapan kimse. baltalayıcılık * Baltalama işini yapan kimse. baltalı * Baltası olan.
* Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatılmışasker sınıfı.baltalık * Sık sık kesimi yapılan orman.
* Bir köyün odun ihtiyacını sağlamasına izin verilen koruluk veya orman bölgesi.baltasıkütükten çıkmak * bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak. baltayıtaşa vurmak * farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak. Baltık * Baltık denizine kıyısı olan ülkeler ve bu ülkelerin halkı. Baltık dilleri * Baltık ülkelerinde konuşulan Hint-Avrupa dil grubu. baltrap * Atıcılıkta hedef vazifesi gören plâkalarıhavaya fırlatan yaylıalet. balya * Çember ve demir tellerle bağlanmışticaret eşyası. balya makinesi * Değişik tarım ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme işini yapan alet. balya yapmak * balyalamak. balyalama * Balyalamak işi. balyalamak * Balya yapmak, denk yapmak. balyalanma * Balyalanmak işi. balyalanmak * Balyalamak işi yapılmak. balyemez * Eskiden kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top. balyos * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 16
balyoz * Taşlarıkırmak, kazık çakmak gibi işlerde kullanılan, çok iri ve ağır çekiç, varyos. balyoz gibi * çok ağır, ezici (kol veya yumruk). balyozlama * Balyozlamak işi. balyozlamak * Balyozla vurmak, balyozla dövmek. balyozlanma * Balyozlanmak işi veya durumu. balyozlanmak * Balyoz ile dövülmek. bam teli * Bazısazlarda kalın ses veren tel veya kiriş.
* Sakalın, alt dudağın hemen altındaki bölümü.bam teline basmak (veya dokunmak) * en çok kızacağışeyi yapmak veya sözü söylemek. bambaşka * Büsbütün başka, apayrı, değişik, farklı. bambaşkalık * Bambaşka olma durumu. bambu * Buğdaygillerden, sıcak ülkelerde yetişen, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok
eşyanın yapımında kullanılan bir tür kamış, Hint kamışı, hezaren (Bambusa vulgaris).
* Bu kamıştan yapılmışolan.bambul * Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede başaklarıkemiren, kahverengi, kın kanatlı böcek
(Anisoplia austriaca).bambul otu * Sıcak ve ılıman bölgelerde yetişen otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium). bamya * Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus).
* Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü.bamya tarlası * Mezarlık. ban * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Macaristan ve Hırvatistan’da sancak beylerine ve küçük prenslere
verilen unvan.ban ağacı * Asya’nın tropik bölgelerinde ve Afrika’nın kuzeyinde yetişen, yapraklarıtelek damarlı, çiçekleri salkım
durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağaç (Moringa oleifera).
* Sepetçi söğüdü, sorgun.ban otu * Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın sıcak bölgelerinde yetişen zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus). ban yağı * Hint yağı. bana * Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi. bana bak! * “beni dinle” anlamında teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü. bana da … demesinler * bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenir. bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yılan bin yaşasın * birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kişiye dokunmak istemezler. bana mısın dememek * hiçbir şey etkili olmamak, aldırışetmemek. banak * Ekmek parçası, lokma. banal * Herkesin kullandığı, herkesin anladığı.
* Bayağı, sıradan.banallik * Banal olma durumu. banço * Amerika zencilerinin çaldığı gitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik
aleti.bançolaşma * Bançolaşmak durumu. bançolaşmak * Banço durumuna gelmek. banda almak * bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek. bandaj * Sargı ile sarma.
* Bağ, sargı.bandajlama * Bandajlamak işi. bandajlamak * Sargı ile sarmak. bandajlatma * Bandajlatmak işi. bandajlatmak * Sargı ile sardırmak, bandaj yaptırmak. bandıra * Geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrak.
* Yabancıdevlet bayrağı.bandıralı * Bandırası olan. bandırma * Bandırmak işi.
* İpe dizilmiş ceviz, badem ve benzerlerinin, nişasta ile kaynatılmışüzüm suyuna veya başka bir tatlıya
batırılmasıyla yapılan sucuk.
* Kurutulacak üzümün güneşe serilmeden önce içine batırıldığıpotaslısuyun konulduğu kap.bandırmak * Banmak.
* Çabuk kurumasıve renginin parlak sarı olması için üzüm salkımlarınıveya inciri küllü veya potaslıılık suya
daldırıp çıkarmak.bando * Türlü üfleme ve vurgulu çalgılardan oluşan ve daha çok geçit törenlerinde kullanılan mızıkacılar topluluğu
veya takımı, mızıka.bandocu * Bandoda görevi olan kimse, mızıkacı. bandoculuk * Bandocu olma işi veya durumu. bandrol * Paket veya şişelerin ağızlarına konulan şerit veya etiket.
* Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
* Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşşerit.bandrollü * Bandrolü bulunan. bangır bangır * Yüksek sesle, gürültüyle. bangır bangır ağlamak * yüksek sesle, hıçrıkarak ağlamak. bangır bangır bağırmak * yüksek sesle, avazıçıktığıkadar bağırmak. bangırdama * Bangırdamak işi. bangırdamak * Öfkelenerek yüksek sesle bağırıp çağırmak, bangır bangır bağırmak. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 17
Bangladeşli * Bangladeşhalkından olan kimse. bani * Kurucu.
* Yapan, kuran.bank * Etibank, Sümerbank gibi belirtme gruplarında banka sözünün yerine kullanılır. bank * Çoğunlukla bahçelerde, parklarda oturulacak sıra. banka * Faizle para alıp veren, kredi,iskonto, kambiyo işlemleri yapan, kasalarında para, değerli belge, eşya saklayan
ve daha başka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluş.
* Bankacılık işleminin yapıldığıyer.banka cüzdanı * Banka hesabı olanların sahip olduklarıküçük defter, banka cüzdanı. banka defteri * Bkz. banka cüzdanı. banka gibi * çok zengin (kimse). banka kartı * Banka işlemleri için otomatik makinede kullanılan özel şifreli kart. bankacı * Bankacılık işlemleri ile uğraşan veya bankada görevli kimse. bankacılık * Banka işlemleri yapma işi.
* Bankacının mesleği.bankadan çekmek (veya almak) * bankadaki hesabından para almak. bankamatik * Bankaların para işlemlerini günün her saatinde otomatik olarak yapan makine. bankaya yatırmak * bankadaki hesabına para koymak, biriktirmek. banker * Banka sahibi.
* Bankacı.
* Para, altın gibi taşınır değerlerin ticaretiyle uğraşan kimse.
* Çok zengin (kimse).bankerlik * Banker olma durumu.
* Bankerin yaptığı iş.bankerzede * Banker ile olan işilişkilerinde zarara uğrayan kimse. banket * Şehirler arasıyolların iki tarafında yayaların yürümesine ve taşıtların trafiği aksatmadan durabilmesine
yarayan çakıl veya toprak yol.bankiz * Buzla. banknot * Devlet bankasıtarafından piyasaya çıkarılan kâğıt para. banko * İşyerlerinde üzerine eşya koymaya elverişli, iştakibi için gelenle görevli arasına konulmuştezgâh.
* Talih oyunlarında, oyunu yönetenin ortaya koyduğu para.
* Talih oyunlarında oyunu yöneten kimse.
* Talih oyunlarında ortada toplanan paranın hepsine oynandığınıanlatır.
* Su altıtepeliği.banko at * Yarışlarda dereceye gireceği kesin olarak tahmin edilen at. banko geçme * Banko geçmek durumu. banko geçmek * Yarışlarda veya toto, loto gibi oyunlarda, bir atın veya sayının kesin olarak tutturulacağınıtahmin edip
işaretlemek.banko sayı * Sayısal loto oyununda, garanti olarak çıkacağıtahmin edilen sayı. banlama * Banlamak işi. banlamak * Horoz ötmek.
* Bağırmak.banliyö * Genellikle oturma alanıniteliğinde olan, şehir merkezinden uzakta veya sınırlarına yakın yerlerde bulunan
şehir yöresi, çevre, dolay.banliyö treni * Şehirle banliyö arasında işleyen tren. banma * Banmak işi. banmak * Katı bir şeyi sulu veya tuz, biber gibi toz durumundaki maddelerin içine batırıp çıkarmak. bant * Düz, ensiz, yassı bağ, şerit.
* Yara üzerine yapıştırılan özel olarak hazırlanmışilâçlıküçük şerit.
* Ses alma cihazlarında seslerin kaydı için kullanılan manyetik oksitli plâstik veya selüloz şerit.bant çözmek * manyetik bir bant üzerine alınmışsesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek. bant doldurmak * bir bandıses kaydederek kullanmak. bant zımpara * Çekmeye dayanıklı, uzun kâğıt veya bezden üretilmiş, genellikle zımparalama makinelerinde kullanılan
aşındırma gereci.bantlama * Bantlamak işi. bantlamak * Bantla iki şeyi birbirine tutturmak, bant yapıştırmak. bantlayıcı * Bant yapan kimse.
* Bantlama makinesi.banttan vermek * genellikle radyo ve televizyonda banttan yararlanarak daha önceden alınmış bir sesi veya görüntüyü
yayınlamak.banyo * Yapılarda, içinde yıkanılan bölüm, hamam.
* Banyo küvetinde yıkanma.
* Tedavi amacı ile hazırlanan ilâçlısu.
* Vücudun bir bölümünü veya bütününü, fiziksel veya kimyasal bir etki altında bir süre bulundurma işlemi.
* Duyarlıyüzeylerin işlenmesinde belirli bir işlemin gerektirdiği maddeyi erimişolarak içinde bulunduran
sıvı.banyo bataryası * Sıcak ve soğuk su ile duş bağlantısının bir arada bulunduğu musluk takımı. banyo almak * banyo yapmak. banyo dolabı * Banyo için gereken bütün malzemenin içinde bulundurulduğu dolap. banyo havlusu * Banyo sonrasıkullanılan ve özel olarak yapılan havlu. banyo kabini * Duşkabini. banyo kazanı * Banyoyu ve suyu ısıtmak için yapılan özel kazan veya ısıtma aleti. banyo küveti * Genellikle içine su doldurulup yıkanmaya elverişli tekne. banyo sabunu * Banyo yaparken vücudu yıkamak için kullanılan sabun. banyo takımı * Banyo odalarında ıslak zemine serilen altıplâstik, üstü havlu benzeri dokuma olan paspas. banyo yapmak * yıkanmak.