Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük B Sayfa 28

    başına devlet kuşu konmak * beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.
    başına dikmek * birini veya bir şeyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek.
    * bir içeceği kabıyukarıkaldırarak sonuna dek içmek.
    başına dolamak * musallat etmek.
    başına dünyanın belâsınısarmak * büyük felâket getirmek.
    başına ekşimek * ağır yük olmak.
    * üstüne kalmak.
    başına geçirmek * başına giymek.
    * bir şeyi öfke ile birisinin başına vurmak.
    başına geçmek * görevi altında bulundurmak.
    * bir işin yönetimini ele almak.
    * bir işi yapmaya başlamak.
    başına gelmek * bir görevin başına gelmek.
    * kötü bir durumla karşılaşmak.
    * beklenmedik, şaşırtıcı bir olay veya durumla karşılaşmak.
    başına güneşgeçmek * güneşçarpmak.
    başına işaçmak * uğraştırıcıve üzücü bir işin çıkmasına yol açmak.
    başına işçıkarmak * istenilmeyen veya uğraştırıcı bir işe yol açmak.
    başına işçıkmak * boşa gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karşılaşmak.
    başına kakınç etmek * yapılan bir iyiliği sürekli olarak söyleyerek bıktırmak.
    başına kakmak * yapılan bir iyiliği yüzüne vurarak birini üzmek.
    başına kalmak * istemediği hâlde bir işi yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğu ile karşılaşmak.
    başına kan çıkmak * öfkelenmek, hiddete kapılmak, kontrolünü yitirmek.
    başına karalar bağlamak * çok kederlenmek.
    başına oturmak * Bir işi yapmaya başlamak, işe koyulmak.
    başına sarmak * birine musallat etmek.
    başına taç etmek * çok değer vermek, ilgi göstermek.
    başına taşdüşmek (veya yağmak) * felâkete uğramak.
    başına vur, ağzından lokmasınıal * uysal ve sessiz kimseler için kullanılır.
    başına vurmak * (içtiği içki) ne yaptığını bilemez bir duruma düşürmek.
    * (gaz veya sıcaktan) başıağrımak.
    başına yıkmak * harap etmek, zor durumda bırakmak.
    başında * (bir şeyin) sırada önde olanı, önde geleni.
    başında beklemek (veya durmak) * yanında durup gözetlemek.
    başında değirmen çevirmek * gürültü ile tedirgin etmek.
    başında kavak yeli esmek * (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peşinde koşmak.
    * gerçekleşmeyecekşeyler düşünerek vakit geçirme.
    başında olmak * aynısıkıntılıdurumda bulunmak.
    başında olmak * yöneticisi olmak.
    başında paralansın * yapılan bir iyilik çok söylendiğinde o iyiliğin artık istenmediğini belirten bir söz.
    başında torbasıeksik * eşek gibi bir adam.
    başından almak * kurtulmak, sorumluluğu atmak.
    başından aşağıkaynar sular dökülmek * üzüntülü veya kötü bir olay karşısında birdenbire büyük bir sıkıntıduymak.
    başından aşkın olmak * işi pek çok olmak.
    başından atmak * yapılması güç bir işi yapmaktan kendini kurtarmak.
    * sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağlılığa, bir ilişkiye son vermek.
    başından büyük işlere girişmek (veya kalkışmak) * gücünün üstünde olan işlere kalkışmak.
    başından geçmek * daha önce aynıduruma uğramışolmak.
    başından kesmek * yapılması istenmeyen bir işi baştan engellemek.
    başından korkmak * hayatından kaygıduymak, cezalandırılmaktan korkmak.
    başından savmak * bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaştırmak.
    başınıağrıtmak * gereksiz sözlerle birini bunaltmak.
    * bir işiçin birini tedirgin etmek, uğraştırmak.
    başınıağrıtmamak (veya başınızıağrıtmayayım) * uzun uzun anlatılan bir sorunu sonuca bağlarken sözün uzadığınıanlatmak için söylenir.
    başınıalamamak * bir şeyden kurtulamamak.
    başınıalıp gitmek * izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuşmak.
    başınıateşlere yakmak * başına büyük bir dert almak.
    başını bağlamak * birini nişanlamak veya evlendirmek.
    başını beklemek * gözetlemek.
    başını belâya sokmak * birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek.
    başını bir yere bağlamak * birini bir işe yerleştirmek, işsizlikten, başı boşluktan kurtarmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 29

    başını boş bırakmak * yalnız veya serbest bırakmak.
    başınıçatmak * başağrısınıönlemek için alnın üstünden arkaya doğru eşarp ve benzeri şeyleri çepeçevre bağlamak.
    başınıçıkarmak * (bitki için) filizlenmeye başlamak.
    başınıderde sokmak * sıkıntılı bir duruma girmek veya getirilmek.
    başınıdik tutmak * onurunu korumak.
    başınıdinlemek * sessiz, sakin kalmak.
    başınıdöndürmek * mutluluktan yarısarhoşduruma getirmek.
    * kendine hayran bırakmak.
    başınıduman almak * sis kaplamak, sis bürümek.
    başınıezmek * bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.
    başını gözünü yarmak * bir işi kötü yapmak, bir işi istenildiği gibi yapmamak.
    başını istemek * öldürülmesini istemek.
    başınıkaldırmamak (veya kaldıramamak) * bir işi aralıksız sürdürmek.
    * iyileşememek, yataktan çıkamamak.
    başınıkaşımaya vakti olmamak (veya başınıkaşıyacak vakti olmamak) * arada en ufak başka bir işyapamayacak kadar sıkışık durumda bulunmak.
    başınıkoltuğunun altına almak * ölümü göze alarak bir işe girişmek.
    başınıkurtarmak * canınıkorumak.
    * geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.
    başınınâra yakmak * birini ağır bir zarara uğratmak.
    başını ortaya koymak * bir işe girişirken ölümü göze almak.
    başınısokmak * barınacak bir yer bulmak.
    başınıtaştan taşa vurmak * çaresiz kalarak çok pişman olmak.
    başınıtoplamak * (kadın) saçınıtoplayıp başına bir çeki düzen vermek.
    başınıuçurmak * Bkz. kellesini uçurmak.
    başınıvermek * kendini feda etmek.
    başınıyakmak * güç bir duruma sokmak.
    başınıyemek * yok olmasına sebep olmak.
    başının altında * yastığının altında.
    başının altından çıkmak * birinin hilesiyle yapılmak.
    başının çaresine bakmak * kimseden yardım görmeden kendi işini kendi yapmak.
    başının derdine düşmek * başka bir şeyle ilgilenmeyecek kadar sıkıntılıdurumda bulunmak.
    başının dikine gitmek * kendi düşünce ve görüşünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğüdünü, uyarısınıdinlememek.
    başının etini yemek * karşısındakini bezdirinceye, bıktırıncaya kadar sürekli konuşmak veya söylemek.
    başının gözünün sadakası * başa gelecek bir belâyısavmak veya önlemek için yapılan bağış, özveri.
    başimam * Birden çok imam bulunan camilerde yönetici durumundaki imam.
    başka * Bilinenden ayrı, değişik, farklı, özge.
    * Nitelik yönünden alışılmışın dışında bir üstünlüğü olan.
    * Konu edilen, bilinenden ayrınesne ve kimse için teklik veya çokluk olarak başkası, başkaları biçiminde
    kullanılır.
    * “Ayrıca üstelik bir yana” anlamlarında -dan / -den başka biçiminde kullanılır.
    başka biri * diğer bir kimse.
    başka işi yok mu? * Bu işe ne diye karışıyor? Bu işonu ilgilendirmez.
    başka olmak * farklı olmak, değişik görünmek.
    başkaca * Ayrıca.
    başkafiye * Dize başlarında aynıkelime olmamak kaydıyla aynısesleri veren kelimelerden oluşan kafiye.
    başkahraman * Bir eserde başrolü oynayan kişi, başkişi.
    başkalaşım * Bir kütlenin fizikçe ve kimyaca değişmesi, istihale, metamorfizm.
    başkalaşma * Başkalaşmak işi.
    * Embriyon evresinden ergin olana değin bir hayvanın geçirdiği biçim ve yapıdeğişimleri, istihale,
    metamorfoz.
    başkalaşmak * Başka bir varlığa, niteliğe dönüşmek, değişmek, farklılık kazanmak.
    * Biçim değiştirmek, istihale etmek.
    * Kötüleşmek, bozulmak.
    başkalaştırma * Başkalaştırmak işi.
    başkalaştırmak * Başka bir duruma getirmek.
    başkaldırı * Ayaklanma, isyan.
    başkalık * Alışılana benzememe, değişik olma durumu, değişiklik.
    başkan * Bir topluluğun, bir toplantının veya bir derneğin başında bulunan kimse, reis.
    * Bazıülkelerde devletin ve hükûmetin başı.
    başkan vekili * Başkanın işini görmesi için yerine bıraktığıveya yetki verdiği kimse.
    başkan yardımcısı * Başkana yardım eden sorumlu ve yetkili kimse.
    başkanlık * Başkan olma durumu.
    * Başkanın görevi veya makamı, reislik, riyaset.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 23

    baskül * Çoğunlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardımıyla tartmaya yarayan alet.
    * İki kolu sıra ile kalkıp inebilen, ortasından veya uçlarından birine az çok yakın değişmez bir noktaya
    dayanan kaldıraç.
    basma * Basmak işi.
    * Üzerinde bası ile yapılmışrenkli biçimler bulunan pamuklu kumaş.
    * Bu kumaştan yapılmışolan.
    * Gazete, dergi, kitap gibi bası ile hazırlanmışyazılışeyler, matbua.
    * Basılmış, matbu.
    * İskambil kâğıdı ile oynanan bir oyun.
    * Gübre, tezek.
    basma kalı bı * Kitap, kumaşgibi şeylerin baskısı için hazırlanan kalıp.
    basmacı * Basma yapan veya satan kimse.
    * Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalıpla desen basan kimse.
    * Bohça ile köylerde eşya satan kadın, bohçacı.
    basmacılık * Basma alım satımı.
    * Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalıpla desen basma işi.
    * Matbaacılık.
    basmahane * Basma yapılan işyeri.
    basmak * Vücudun ağırlığınıverecek biçimde ayak tabanını bir yere veya bir şeyin üzerine koymak.
    * (küçük çocuklar için) Ayakta durabilmek.
    * Bir şeyi, üzerine kuvvet vererek itmek.
    * Sıkıştırarak yerleştirmek.
    * Bası işi yapmak, tabetmek.
    * Örtmek, bürümek, kaplamak.
    * Bir şey üzerinde kalıp, mühür gibi bir araçla iz yapmak.
    * Baskın yapmak.
    * Bazı isimlerle birlikte sertlik, aşırılık anlamlarında yardımcıfiil olarak kullanılır.
    * Bir kimse bir yaşa girmek.
    * Çevreyi kaplamak, çökmek.
    * Basınç yaparak sıvıve gazları itmek.
    * Kümes hayvanlarıkuluçkaya yatmak.
    * Bir şeyin etkisinde kalıp eziklik, üzüntü ve ağırlık duymak.
    basmakalıp * Özgünlüğü olmayan, değişiklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcıâlem, klişe.
    basmakalıplaşmak * Basmakalıp durumuna gelmek.
    basmalı * Basma özelliği olan.
    basmalık * Üzerine basılacak şey.
    basso * En kalın erkek sesi.
    * En kalın sesli orkestra çalgısı.
    bastana salatası * Domates, taze soğan, yeşilbiber, maydanoz, nane ve limon suyu kullanılarak yapılan bir salata türü.
    bastarda * Bkz. baştarda.
    bastı * Kıyma ile pişirilmişsebze.
    * Bastırma.
    bastı bacak * Bacaklarıkısa veya çarpık (kimse).
    * (çocuk için) Yaramaz.
    bastığıyerde ot bitmez * gittiği yere uğursuzluk götürür, gittiği yerin bereketini kurutur.
    bastığıyeri bilmemek * çok sevinmek.
    * şaşkınlıktan nerede olduğunu seçememek, durumunu kontrol edememek.
    bastık * Pestil.
    bastırak * Yol yapımında çakıl, kum, curuf gibi maddeleri ezmeye ve sıkıştırmaya yarayan alet.
    bastırık * Kapıyıarkadan bastırmak için kullanılan ağaç dayak.
    * Ağırlık, baskı, yük.
    bastırılma * Bastırılmak işi.
    bastırılmak * Bastırmak işine konu olmak.
    bastırım * Ruh dünyasında oluşan tepkimelerin bilinç dışına yansıması.
    bastırma * Bastırmak işi.
    * Bastı.
    bastırmak * Basmak işini yaptırmak.
    * Zararlı bir olayıönlemek.
    * Üstünlüğünü göstermek.
    * Bir kumaşın kenarınıkıvırıp dikmek.
    * Gidermek.
    * (cevap için) Hemen yetiştirmek.
    * Ansızın birinin yanına gitmek.
    * Birdenbire ve pek çok etkisini göstermek.
    * Kümes hayvanlarınıkuluçkaya yatırmak.
    * Baskıyapmak, üzerine iyice düşmek.
    bastika * Bir yelken serenine veya herhangi bir ağaca açılan delik.
    baston * Yürürken dayanmaya yarayan ağaç veya metalden yapılan araç.
    * Geminin baştarafındaki yatık direğin (cıvadranın) dışarıya doğru uzanan parçası.
    baston francala * İnce, uzun ekmek.
    baston gibi (veya baston yutmuşgibi) * dimdik duran veya yürüyen (kimse).
    bastoncu * Baston yapan veya satan kimse.
    bastonculuk * Baston yapma veya satma işi.
    bastonlu * Bastonu olan.
    bastonsuz * Bastonu olmayan.
    basur * Kalın bağırsağın alt bölümünde ve anüste toplardamarların genişlemesiyle oluşan varis, hemoroit.
    basur memesi * Anüste genişleyip meme gibi uzamışdamar yığını.
    basur otu * Düğün çiçeğigillerden, nemli ormanlarda biten, köklerinde basur memelerine iyi gelen bir madde bulunan,
    sarıçiçek açan küçük bir bitki (Ranunculus ficaria).
    basurlu * Basuru olan, hemoroitli.
    basübadelmevt * Ölümden sonra dirilme.
    basya * Sapotgillerden, tohumlarından sabunculukta kullanılan bir yağelde edilen, Asya’da yetişen bir ağaç (Basia).
    baş * İnsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağız gibi organlarıkapsayan, vücudun üst veya önünde
    bulunan bölüm, kafa, ser.
    * Bir topluluğu yöneten kimse.
    * Başlangıç.
    * Temel, esas.
    * Arazide en yüksek nokta.
    * Bir şeyin genellikle toparlakça ucu.
    * Bir şeyin uçlarından biri.
    * Kasaplık hayvanlarda ve bazıyiyeceklerde tane.
    * Para değiştirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye.
    * Bir şeyin yakınıveya çevresi.
    * “Baş” kelimesi birçok deyimde “öz varlık, kendisi” anlamınıtaşıyan bir zamir niteliğindedir.
    * Önem veya yönetim bakımından ileride olan, en önemli, en üstün anlamında birleşik kelimeler yapar.
    * Güreşte pehlivanların ayrıldıkları beşderecenin en yükseği.
    * “… başına” adlardan sonra ve nicelik anlatan kelimeden önce gelerek üleştirme anlamı verir.
    * Deniz teknelerinde ön taraf.
    * En uç, yüksek nokta veya en ön.
    baş * Çı ban.
    başağırlık * Ağır sıklet.
    başağrısı * Başın ağrıması, başta oluşan rahatsızlık.
    * Sürekli sıkıntıyaratan durum veya kimse.
    başağrısı olmak * sıkıntıvermek, uğraştırmak.
    başağrıtmak * tedirgin etmek, bıkkınlık vermek, can sıkmak.
    başalamamak * çok uğraştıran bir konu yüzünden vakit ve fırsat bulamamak.
    başalmak * fırsat bulmak.
    başaşağı * Başıaşağı gelmek üzere.
    başaşağıdüşmek * kişiliğinden kaybederek toplum içindeki durumu sarsılmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 24

    başaşağıetmek * tersine çevirmek.
    başaşağı gelmek * tepesi üstü düşmek.
    başaşağı gitmek * sürekli zarar görmek veya kötüleşmek.
    başaşağı gitmek * işleri ters gitmek, sürekli zarar etmek.
    baş bağlamak * başına bir örtü örtmek.
    * başak vermek.
    * birine veya bir şeye bağlanmak, intisap etmek.
    baş baş * çocukların “Allaha ısmarladık” anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenir.
    baş başa * Birlikte, beraberce.
    baş başa (veya kafa kafaya) vermek * iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuşmak.
    * dayanışmak.
    baş başa bırakmak * birinin, bir şeyle veya bir kimseyle yalnız kalmasını sağlamak.
    baş başa kalmak * biriyle veya bir şeyle yalnız kalmak.
    baş başa olmak * birlikte bulunmak, beraber yaşamak.
    baş belâsı * Sıkıntı, üzüntü veren.
    baş bezi * Mendil.
    baş bıçağı * Ustura.
    baş biti * Bkz. bit.
    baş bulmak * (alışverişte) kazanç bırakmak.
    başçanağı * Kafa tası.
    başçekmek * ön ayak olmak.
    başçevirtmek * başıarkaya doğru döndürtmek.
    * birinin arkasından hayranlıkla bakmak.
    başdöndürmek * başarıdan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aşırıheyecanlandırmak.
    başdöndürücü * (çabuklukta) olağanüstü, aşırı.
    * baygınlık verici.
    başdöndürücü * Şaşkına, serseme çevirici.
    başdönmesi * Göz kararıp düşecek gibi olma.
    başedebilmek * bir kimseyi yola getirmeye veya bir şeyi yapmaya gücü yetmek.
    başeğmek * saygı göstermek için başeğerek selâmlamak.
    * direnmekten vazgeçip buyruk altına girmek, inkıyat etmek.
    başelde iken * ölmeden, yaşarken sağiken.
    başetmek (veya edememek) * gücü yetmek (yetmemek), başarıkazanmak (kazanmamak).
    başgelmek * yenmek, gücü yetmek.
    başgöstermek * belirmek, ortaya çıkmak, zuhur etmek, vuku bulmak.
    başgöz etmek * evlendirmek.
    başgöz olmak * evlenmek.
    başkaldırma * başkaldırmak işi, isyan.
    başkaldırmak * ayaklanmak, yönetime karşı gelmek, isyan etmek.
    * iyice coşmak, kabarmak.
    başkaldırmamak * Bkz. başınıkaldırmamak.
    başkesmek * selâm için başeğmek.
    başkıç vurmak * baştan gelen dalgalarla gemi, başıve kıçıüzerinde inip kalkmak.
    başkırılır fes içinde, kol kırılır yen içinde * aile içindeki, arkadaşlar arasındaki uyuşmazlıklar yabancılara duyurulmamalıdır.
    başkomak (koymak) * bir şey uğruna ölümü göze almak.
    başkoşmak * bir işi başarmak için çalışmak.
    başnereye giderse, ayak da oraya gider * küçükler büyüklerin izinde gider, her işte onlarıörnek tutarlar.
    başol da, istersen soğan başı ol * küçük bir işte de olsa, başta olmak önemlidir.
    başolan boşolmaz * bir yerde başolan kimse taşıdığıdeğer dolayısıyla o yere gelmiştir.
    * iş başındaki kişinin işi çoktur.
    başörtüsü * Bkz. başörtü.
    başsağlığı * Ölen bir kimsenin yakınlarına söylenen ilgi ve yakınlık anlatan söz.
    başsağlığıdilemek * ölen bir kimsenin yakınlarına ilgi ve yakınlık anlatan söz söylemek.
    başsallamak * karşısındakinin her sözünü uygun bulur görünmek.
    baştacı * Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya şey).
    baştacıetmek
    baştacıetmek * çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.
    baştutamamak * rüzgâr, fırtına yüzünden, yapılışındaki veya yükselişindeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak,
    rotadan çıkmak.
    baştutmak * elebaşı olmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 25

    başucu * Yatılan bir yerin başkonulan yönü veya yakını.
    başucu kitabı * Sık sık yararlanılan, ana bilgileri veren, değerini hiç yitirmeyen eser.
    başüstünde tutmak * çok iyi ağırlamak.
    başüstünde yeri var * büyük bir saygıve ilgi ile karşılanır veya ağırlanır.
    başüstüne * bir dileğin yerine getirileceğini içtenlikle belirtmek için “peki” anlamında kullanılan söz.
    başvermek * (çı ban) olgunlaşmak.
    * (buğday vb. bitkiler) başak bağlamaya başlamak, başak oluşmak.
    * (gemi, kayık) döndürmek, çevirmek.
    başyakmak * kötü duruma düşürmek.
    başyapmak * (kuaför) saç bakım ve tuvaleti yapmak.
    başyarılır (kırılır) börk (fes) içinde, kol kırılır kürk (yen) içinde * aile içindeki kişilerin anlaşmazlıklarıaile içinde kalmalıdır.
    başyarma * Vida yapımında kullanılacak olan perçinlerin başlarına tornavida yerleri açmak işi.
    başyastığı * Yatakta başın altına konulan yastık.
    başyemek (başınıyemek) * birinin ölümüne veya yok olmasına sebep olmak.
    * birinin güç duruma düşmesine yol açmak.
    başa baş * birinden üstün olmadan.
    başa baş * Eşit durumda, dengeli olarak.
    başa başgelmek * eşit olmak, denk olmak.
    başa başnoktası * bir yabancıparanın veya değerli kâğıdın piyasa değeri ile üstünde yazılıdeğerin aynı olmasıdurumu.
    başa çıkmak * güçlükler çıkaran biriyle olan işini, kendi istediği yolda sonuçlandırabilmek.
    başa çıkmak * bir şeye gücü yetmek.
    başa geçmek * en üstün yeri almak.
    başa gelen çekilir * çaresiz durumlara düşüldüğünde insanın kendini üzüntüye kaptırmayıp bu durumlara katlanmasının olağan
    ve doğru bulunduğunu anlatır.
    başa gelmek * (kötü bir duruma) uğramak.
    başa güreşmek * yağlı güreşte, en usta pehlivanlar başpehlivanlık için yarışmak.
    * en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.
    başa vermek * değiştokuşyaparken üste bazışeyler vermek.
    başağaç * Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yıl halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağaç.
    Başak * Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarasında bulunan burcun adı, Zodyak.
    başak * Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taşıyan kılçıklı başı.
    * Tarlalarda, bağlarda dökülmüşveya tek tük kalmışolan ürün.
    başak bağlamak (veya tutmak) * arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerde başak oluşmak.
    başak toplamak * tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak.
    başakçı * Tarlalarda kalmış başaklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse.
    başakçık * Çiçeklerde başağı oluşturan çiçek demeti veya topluluğu.
    başaklama * Başaklamak işi.
    başaklamak * Tarlalarda, bağlarda kalmışdöküntüleri toplamak.
    başaklanma * Başaklanmak durumu.
    başaklanmak * Başak bağlamak, tutmak.
    başaklı * Başağı olan (ekin).
    * Arka ucu başka biçimde olan (ok).
    başaktör * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu.
    başaktörlük * Başaktörün işi veya mesleği.
    başaktris * Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadın oyuncu.
    başaktrislik * Başaktrisin işi veya mesleği.
    başaltı * Yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beşderecenin ikincisi.
    * Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuşları.
    başarı * Başarmak işi veya başarılan iş, muvaffakıyet.
    başarı göstermek (veya kazanmak) * başarmak.
    başarılı * Başarı gösteren, muvaffakıyetli.
    * Başarılmış, üstesinden gelinmiş.
    * Başarılı bir biçimde, başarı göstererek.
    başarılma * Başarılmak işi.
    başarılmak * Başarı ile sona ermek.
    başarım * Elde edilen bir başarı.
    * Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sınırı, performans.
    başarısız * Başarı göstermeyen, muvaffakıyetsiz.
    * Başarılamayan, muvaffakıyetsiz.
    * Başarı göstermeyerek.
    başarısız olmak * başarısağlayamamak, başarı gösterememek.
    başarısızlığa uğramak * başarısız olmak.
    başarısızlık * Başarısız olma durumu, muvaffakıyetsizlik.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 26

    başarma * Başarmak işi.
    başarmak * Bir işi istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak.
    başasistan * En üst derecedeki asistan.
    başasistanlık * Başasistan olma durumu.
    * Başasistanın görevi.
    başat * Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, hâkim, dominant.
    başat karakter * Bir melezde her zaman ortaya çıkan karakter.
    başatlık * Başat olma durumu, hâkimiyet.
    başatlık yasası * Irk karışmasında güçlü öz yapının sonraki soylardan üstün geldiğini kanıtlayan yasa.
    baş bakan * Hükûmet başkanı; bakanlar kurulunun başı, kabinenin başı, başvekil.
    baş bakanlık * Baş bakan olma durumu ve baş bakanın görevi.
    * Baş bakanın makamı.
    * Baş bakan ve görevlilerinin çalıştığıdaire.
    baş bayi * Bir dağıtım işinde bütün bayilerin bağlı bulunduğu ana bayi.
    baş buğ * Eski Türklerde baş, başkan, komutan.
    * Osmanlıİmparatorluğunda savaşzamanı başka birliklerden ayrılıp bir araya getirilerek oluşturulan birliğin
    veya milis güçlerinin komutanı.
    başçavuş * Astsubay başçavuş.
    * Yeniçeri ocağının çavuşu.
    başçavuşluk * Astsubay başçavuşrütbesi.
    başçı * İşçi başı.
    * Çiğveya pişmişkoyun, kuzu, sığır başısatan kimse.
    başçık * Çiçeklerin erkek organlarında çiçek tozunu taşıyan torbacık, haşefe.
    başdanışman * Danışmanların başı.
    başdanışmanlık * Başdanışmanın işi veya görevi.
    başdekorcu * Dekorcuların başı, dekor hazırlamada en üst sorumlu.
    başdekorculuk * Başdekorcunun işi veya mesleği.
    başdizgici * Bir basım evindeki dizgicilerin başı, başmürettip, sermürettip.
    başdizgicilik * Dizgicilerin başı.
    başdümenci * Dümencilerin başı.
    başdümeni * Gemi veya teknelerin başına yerleştirilen ve iyi bir manevra sağlayan dümen.
    başefendi * Devlet dairelerinde kıdemli memur, başkâtip.
    başeksper * Eksperlerin başı.
    başeser * Kendi türünde en mükemmel eser, başyapıt, şaheser.
    başeski * En kıdemli kimse.
    * Yeniçeri bölüklerinin en kıdemsiz subayıve erlerinin en kıdemlisi.
    başfiyat * En iyi ürün için tespit edilen fiyat.
    başgardiyan * Gardiyanların başı.
    başgarson * Garsonların başı, metrdotel.
    başgarsonluk * Başgarson olma durumu.
    * Başgarsonun işi, metrdotellik.
    başgedikli * En yüksek rütbeli astsubay.
    başhakem * Yarışmayıveya oyunu yöneten hakemlerin başı.
    başhekim * Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baştabip, sertabip.
    başhekimlik * Başhekimin görevi.
    * Başhekimin makamı.
    başhemşire * Bir klinik veya hastahanede hemşireleri yönetmekle görevlendirilmişhemşire.
    başhemşirelik * Başhemşire olma durumu.
    başhostes * Hava yollarında hosteslerin en deneyimlisi ve yapılan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse.
    başıaçık * Örtü veya şapka ile başıörtülmemiş.
    başıağrımak * bir işten dolayısorumlu duruma düşmek.
    başı bağlanmak * biri evlendirilmek.
    * birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanında tutmak.
    başı bağlı * Serbest olmayan.
    * Evli.
    başı belâda * çözülmesi güç, sıkıntılı bir durumda.
    başı belâya girmek (veya uğramak) * sıkıcı, üzücü bir durumla karşılaşmak.
    başı bütün * eşi hayatta olan (karıveya koca).
    başıçatlamak * başıçok ağrımak.
    başıçekmek * herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak.
    başıdara düşmek * sıkıntıya girmek.
    başıdaralmak * (para yönünden) sıkıntıya, darlığa düşmek.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 21

    basaksız * Merdiveni olmayan.
    basamak * Bir yere çıkarken veya bir yerden inerken basılan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralıklarla yükselen
    düz yüzeylerden her biri.
    * Derece, aşama, kerte.
    * Bir amaca ulaşmak için yararlanılan kişi, durum veya yer.
    * (aritmetikte) On kuralına göre yazılmış bir sayının, her rakamının bulunduğu sıra, hane.
    * (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.
    basamak basamak * Yavaşyavaş(yükselme veya inme).
    * Derece derece.
    basamak yapmak * bir durumu daha yükseğine erişmek için araç olarak kullanmak.
    basamaklı * Basamağı olan, basamak basamak olan.
    basar * Göz.
    * İleriyi görme, algılama yetisi.
    basar * Merdivenin ayakla basılan yüzeyi.
    basarî * Görme ile ilgili.
    basarna * Bir cismin bir yanınıkaldıraçla yükseltme işi.
    * Dalyanın kapak yeri.
    basbayağı * Alışılandan, bilinenden hiçbir değişikliği olmayan.
    basen * Omurganın bel ile kalça arasındaki bölümü.
    * Kıtasal uzantıdan okyanus ortasısırtlarına kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliği olan deniz dibi.
    bası * Resim klişesi, dökme harf, taşkalıp kullanarak makine yardımı ile kâğıda ve bez gibi şeylere yazı, resim
    çıkarmak işi, tabı.
    basıcı * Kitap, dergi gibi şeyleri basan kimse, tâbi.
    basıcılık * Basıcı olma durumu veya basıcının işi.
    basık * Basılmış, yassılaşmış.
    * Çok yüksek olmayan, alçak.
    * Kısık.
    basıklaştırma * Basıklaştırmak işi.
    basıklaştırmak * Basık durumuna getirmek.
    basıklık * Basık olma durumu.
    * Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arasındaki farkın büyük eksene oranı.
    basıla * Basımcılıkta, provalarda “basınız, basılsın” anlamlarında kullanılan terim.
    basıla vermek * prova hâlindeki bir kitabın veya herhangi bir yazının basıma uygun olduğunu bildirmek.
    basılı * Basılarak yerleştirilmiş.
    * Basım evinde basılmış, matbu.
    basılış * Basılmak işi veya durumu.
    basılma * Basılmak işi.
    basılma dayanımı * Dokusunu basarak ezmeye çalışan dışetkilere ağacın gösterdiği direnç.
    basılmak * Basmak işine konu olmak veya basmak işi yapılmak.
    basım * Basısanatı, tabaat.
    * Bası işi, tabı, tipografya.
    basım evi * Bası işi yapılan yer, matbaa.
    basımcı * Basım evi işleten kimse, matbaacı.
    basımcılık * Basım evi işletme işi, kitap basma işi, matbaacılık.
    basın * Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çıkan yayınların bütünü, matbuat.
    basın ataşesi * Resmî veya özel kurum ve kuruluşlarda, yabancıtemsilciliklerde basın ile ilgili konuları düzenleyen yetkili
    ve sorumlu kimse.
    basın bildirisi * Basın yayın organlarına bilgi vermek amacıyla yetkili kurum veya kişiler tarafından hazırlanmışyazılı
    açıklama.
    basın dünyası * Görsel ve yazılı basın organları ile burada görevlilerin tümü.
    basın kartı * Mesleği basın işleri olan kimselerin taşıdığıkimlik belgesi.
    basın özgürlüğü * Görüşve düşünceleri basın ve yayın yoluyla açıklayabilme ve yayabilme hakkı.
    basın toplantısı * Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeşitli konular üzerinde açıklamada bulunmak için
    gazetecilerle yaptığıtoplantı.
    basın yasağı * Basın yayın organlarının bir konu hakkında yayın yapmasınıkısıtlayıp engelleme.
    basınç * Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düşen miktarı, tazyik.
    basınçlama * Basınçlamak işi.
    basınçlamak * Hava taşıt araçlarında, insan organizması için yeterli basınç düzeyini sağlamak veya ayarlamak.
    basınçlı * Basınç yüklenmişolan.
    basınçlısu * Basınç yüklenerek fışkırtılma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su.
    basınçölçer * Hava basıncınıölçerek yer yükseltilerini ve hava değişimlerini tespit etmek için kullanılan alet, barometre.
    basınçölçüm * Hava basıncıölçümlerini inceleyen birim.
    basıölçer * Buharın veya herhangi bir gazın bulunduğu kabın yüzeyine yaptığı basıncı belirleyen alet.
    * Akışkanların basıncınıölçen araç.
    basıp geçmek * önde gideni geçmek.
    * önem vermeyerek uğramamak.
    basıp gitmek * birdenbire gitmek, aklına koyduğu şeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaşmak, çekip gitmek.
    basırgama * Basırgamak işi.
    basırgamak * Ağırlık çökmek veya basmak.
    * Kâbus çökmek.
    basırganma * Basırganmak durumu.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 22

    basırganmak * Üzerine ağırlık basmak, kâbus çökmek.
    basış * Basmak işi.
    basil * Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü.
    basiret * Doğru görüş, uzağı görüş, seziş, uyanıklık, anlayış, kavrayış, dikkat, sağgörü.
    basireti bağlanmak * iyi düşünemez, gerçeği göremez bir duruma düşmek.
    basiretli * Gerçeği görebilen, uzağı görebilen, basireti olan, sağgörülü.
    basiretsiz * Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüşlü olmayan, sağgörüsüz.
    basiretsizlik * Gerçekleri, ileriyi ve uzağı görememe, sağgörüden yoksun olma.
    basit * Yapılmasıveya anlaşılmasıkolay olan, karışık olmayan, bayağı.
    * Süssüz, gösterişsiz.
    * Bilgi ve görgüsü sınırlı olan, bayağı, görgüsüz.
    * Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan.
    * Kolay.
    basit cisim * Maddesi tek elementten oluşmuş cisim.
    basit cümle * Tek yargı bildiren cümle.
    basit faiz * Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz.
    basit kelime * Anlamlı olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalın kelime.
    basit kesir * Payıpaydasından küçük olan kesir.
    basit renk * Biçmeden geçen beyaz ışığın ayrıldığırenklerden her biri.
    basitçe * Basit olarak, kolay tarafından.
    basite indirgemek * basitleştirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek.
    basitleşme * Basitleşmek işi.
    basitleşmek * Basit duruma gelmek.
    basitleştirme * Basitleştirmek işi.
    basitleştirmek * Gereksiz ayrıntılardan arıtarak sade duruma getirmek.
    basitlik * Basit olma durumu.
    Baskça * İspanya’nın Bask bölgesinde kullanılan dil.
    basket * Basketbolda kazanılan sayı.
    basket yapmak * basketbolda sayıkazanmak.
    basketbol * Beşer kişilik iki takım arasında topu 3 m yükseklikteki karşılıklıduran ağgeçirilmişiki sepetten birine
    sokup sayıkazanmak esasına dayanan bir oyun.
    basketbolcu * Basketbol oyuncusu.
    basketbolculuk * Basketbol oynama veya oynatmak işi.
    basketçi * Basketbol oyuncusu, basketbolcu.
    baskı * Bir eserin basılış biçimi veya durumu.
    * Basısayısı.
    * Bir eserin basılarak tekrarlanan her bir kezi.
    * Giysinin içine kıvrılıp dikilen kenarı.
    * Hak ve özgürlükleri kısıtlayarak zor altında bulundurma durumu, tazyik.
    * Bir maddeyi sıkıp ezen alet, pres.
    * Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kişinin isteği dışında bilinçaltına itmesi veya bu itilenlerin bilince çıkmasını
    önleme durumu.
    * Karşıtakım oyuncusunun hareketini ve sonuç almasınıengellemek amacıyla uygulanan yakın savunma
    durumu.
    baskıaltında tutmak * özgürlüğünü engellemek, kısıtlamak.
    baskı grubu * Bir işin yapılmasında, gerçekleştirilmesinde veya tamamlanmasında baskı oluşturan güç.
    baskıkalı bı * Kitap kaplarına süslemeler basmak için kullanılan kalıp.
    baskıresim * Gravür tekniği ile yapılan resim, kazıma resim.
    baskıyapmak * bir kimseyi bir işi yapmaya zorlamak, zor kullanmak.
    baskıcı * İşlenecek kumaşlar üzerine kalıplara resim basan kimse.
    * Matbaacılıkta baskı işlerini yapan kimse.
    * Kısıtlayıcı.
    baskıcılık * Baskıcının işi.
    baskıda kalmak * yağmur yağdıktan sonra toprağın üst kısmısertleşerek tohumlar fidelenip toprak üstüne çıkmak.
    baskılı * Baskısı olan.
    baskılık * Bir masadaki kâğıtların uçmaması için üzerlerine konulan özel biçimdeki ağırlık.
    baskın * Suç işlediği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girme.
    * Kısa süreli, beklenmedik saldırı.
    * (sertlik, zorluk bakımından) Üstün.
    baskın basanındır * düşmanı gafil avlayıp saldıran taraf savaşıkazanır.
    baskın çıkmak (veya gelmek) * (karşılaştırma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek.
    baskın vermek * anî ve habersiz girmek, saldırıda bulunmak.
    baskın yapmak * suç işlendiği veya suçluların bulunduğu sanılan bir yere ansızın girmek.
    * düşmana ansızın saldırmak.
    * ansızın konuk gelmek.
    baskına uğramak * düşmanın beklenmedik bir saldırısıyla karşılaşmak.
    * bir yerde suç üstü yakalanmak.
    * beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek.
    baskıncı * Baskın yapan kimse.
    baskısız * Hak ve özgürlükleri kısıtlanmamış.
    * Disiplinsiz.
    * Terbiyesiz, ahlâksız.
    baskısız büyümek * serbest bir eğitimle yetişmek.
    basklârnet * Kalın sesli klârnet.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 14

    balıkçı * Balık tutan veya satan kimse.
    * Balıkçılara özgü.
    balıkçıdüğümü * İşleme başlangıcında yapılan ve sonra kolayca çözülerek işin tersine de tutturulan düğüm şekli.
    balıkçıkazağı * Balıkçıların soğuk ve nemli havalarda giydiği boğazlıve yünlü kalın kazak.
    balıkçıyaka * Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğazlık.
    balıkçıl * Balıkla beslenen, balık yiyen.
    * Uzun bacaklılardan, boynu ve gagasıuzun, su kıyılarında yaşayan, balık yiyerek beslenen büyük bir kuş
    (Ardea cinerea).
    balıkçılgiller * Leyleksiler takımının balıkçıllar alt takımına giren bir familya.
    balıkçılık * Balık tutma, avlama işi.
    * Balık üretme, balıktan yararlanma ve satma işi.
    balıkçıllar * Çoğunlukla uzun bacaklı, uzun gagalı balıkçıl cinsinden kuşlar familyası.
    balıkçın * Perde ayaklılardan, uzunca gagalı, uzun ve çatal kuyruklu, deniz kıyılarında yaşayan bir kuş cinsi, deniz
    kırlangıcı(Sterna hirundo).
    balıkgözü * Ayakkabıların bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takılan maden, kemik gibi şeylerden yapılmış
    halka.
    balıkgözü objektif * Normal objektiflerden çok daha genişaçıyıalan ve görüntüyü dış bükey ayna görüntüsü biçiminde veren
    objektif türü.
    balıkhane * Balıkların toptan satışa çıkarıldığı, soğuk hava deposu olan yer.
    balıklama * (suya dalmada, atlamada) Balık gibi gergin, düz ve başaşağı bir biçimde.
    * Bir işe, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağınıdüşünmeden girişerek.
    balıklamak * Balıklama tarzısuya atlamak.
    balıklandırma * Balıklandırmak işi.
    balıklandırmak * Balık ile doldurmak, süslemek.
    balıklava * Deniz, göl ve ırmaklarda balık yatağı olan yer.
    balıklı * Balığı olan.
    balıknefesi * Balinagillerin başından çıkarılan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapımında kullanılan bir yağ.
    balıksırtı * Balık kılçığı biçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni.
    * Yollarda suların ortada toplanmayarak iki yana akması için yapılan şişkinlik.
    balıksız * Balığı olmayan.
    baliğ * Döl verme çağına eren, buluğçağına ermişolan.
    baliğolmak * bulmak, erişmek.
    * erinlik çağına ermek, erinleşmek, buluğa ermek, akıl baliğolmak.
    balina * Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağırlığı200 ton olan, yağıve çubukları için avlanan memeli hayvan, kadırga
    balığı, falyanos (Balaena mistycetus).
    * Giysilerin dik ve düzgün durması için bazıyerlerine özellikle yakalarına konulan sert, esnek, yassı, dar,
    uzun çubuk.
    balina çubuğu * Balinanın ağzına aldığısuyu dışarıya süzüp içindeki deniz hayvanlarınıtutmasına yarayan ve üst çenesinin
    iki yanında tarak dişleri gibi sıralanmış, boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı.
    balina yağı * İspermeçet balinasının kafa sinüslerinde bulunan yağ.
    balinalar * Örnek hayvanı balina olan, kutup denizlerinde yaşayan memeli hayvanlar familyası.
    balinalı * Balina takılmışolan, balina geçirilmişolan (giysi).
    balistik * Ateşli silâhlarda barut gazının basıncı ile fırlayıp hedefe varıncaya kadar merminin havadaki hareketini
    inceleyen bilim.
    balkan * Sarp ve ormanlık sıra dağlar.
    Balkanlar * Hırvatistan, Sırbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
    Romanya, Yunanistan ve Trakya’yı içine alan bölge.
    Balkanlı * Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili.
    Balkanlılık * Balkanlı olma durumu.
    Balkanolog * Balkanoloji uzmanı.
    Balkanoloji * Balkan uluslarının dili, tarihi ve kültürü ile uğraşan bilim dalı.
    Balkar * Bkz. Malkar.
    Balkarca * Bkz. Malkarca.
    balkı * Güzel süslü, parlak.
    * Ağrı, sancı.
    balkıma * Balkımak işi.
    balkımak * Parlamak, parıldamak.
    * Şimşek çakmak.
    * Su halkalanmak, dalgalanmak.
    * Kesik kesik ağrımak, sancımak.
    balkır * Parıltı.
    * Şimşek.
    balkon * Bir yapının genellikle üst katlarında dışarıya doğru çıkmış, çevresi duvar veya parmaklıkla çevrili bölümü.
    * Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat.
    balkonumsu * Balkona benzer.
    balköpüğü * Açık sarırenk.
    ballandıra ballandıra * Ballandırarak.
    ballandırma * Ballandırmak işi.
    ballandırmak * İmrendirecek biçimde övmek.
    ballanma * Ballanmak işi.
    ballanmak * Bal bulaşmak, bal sürülmek.
    * Tatlılaşmak, tatlanmak, olgunlaşmak.
    ballı * İçinde bal bulunan.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 15

    ballı börek * Çok lezzetli.
    ballı börekli olmak * çok iyi anlaşmak.
    ballıpasta * Bal ile yapılmışveya içine bal konmuşpasta.
    ballı baba * Ballı babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yıllık otsu bir bitki (Lamiumalbum).
    ballı babagiller * Nane, lâvanta çiçeği, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitişik taç yapraklılardan oluşan bir
    familya.
    ballıdarı * İncir.
    ballık * Bal konulan kap.
    * Bağlarda görülen külleme hastalığı.
    * Ballı baba.
    ballıklı * Ballık hastalığı olan.
    balo * Danslıve resmî giyimli gece toplantısı.
    balo vermek * baloyu hazırlamak, düzenlemek.
    balon * Isıtılmışhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.
    * Hava veya gazla doldurulmuş, kauçuktan yapılan çocuk oyuncağı.
    * Karnıyuvarlak ve şişkin, boynu dar cam kap.
    balon lâstik * Bisikletlerde kullanılan bir lâstik türü.
    balon uçurmak * ilgililerin ne diyeceklerini ve nasıl davranacaklarınıanlamak amacıyla aslı olmayan bir haber yaymak.
    baloncu * Balon satan kimse.
    baloncuk * Küçük balon.
    balonculuk * Balon yapmak veya satmak işi.
    balonvari * Balona benzer, balon gibi.
    balotaj * Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayısıyla seçimin sonuçsuz kalması.
    baloz * Gemici, işçi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer.
    balsam * Bazıağaçlardan elde edilen, parfüm ve ilâçların yapımında kullanılan reçine, belsem.
    balsamlı * Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliği olan (ilâç, merhem vb.).
    balsıra * Yaprakların üzerinde oluşan bir tür küf.
    * Bir tür kudret helvası.
    balta * Kesmek, yarmak, yontmak gibi işlerde kullanılan ağaç saplı, demir araç.
    balta değmemiş(girmemişveya görmemiş) * içinden hiç ağaç kesilmemiş, sık ve gür (orman, koru).
    balta olmak * direnerek bir şey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, asılmak, musallat olmak.
    balta vurmak * balta ile kesmek, parçalamak.
    baltabaş * Baş bodoslaması omurga hattına dikey olarak çelik lâmadan yapılmış(gemi).
    baltacı * Balta yapan veya satan kimse.
    * Odun kırıcı.
    * Yangın söndürme kuruluşlarında balta kullanan er.
    * Önceleri sefer sırasında çalılık ve ormanlık yerleri temizlemek, yol açmak, çadırlarıkurup kaldırmak,
    yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkızlar ağasına bağlı olarak sarayıkorumak ve sarayın dışhizmetlerini yapmakla
    görevli kimse.
    baltacık * Küçük el baltası.
    * Değirmen taşının ortasında bulunan haç biçimindeki alet.
    baltadan kurtulmak * kesilmemek.
    baltalama * Baltalamak işi, sabotaj.
    * Bilinçli ve kasıtlı olarak, bir işi veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme.
    baltalamak * Balta ile kesmek.
    * Bir işi, bilinçli ve kasıtlı olarak bozacak veya yıkacak davranışta bulunmak, sabote etmek.
    baltalayıcı * Baltalama hareketini yapan kimse.
    baltalayıcılık * Baltalama işini yapan kimse.
    baltalı * Baltası olan.
    * Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatılmışasker sınıfı.
    baltalık * Sık sık kesimi yapılan orman.
    * Bir köyün odun ihtiyacını sağlamasına izin verilen koruluk veya orman bölgesi.
    baltasıkütükten çıkmak * bir engelden, bir sıkıntıdan kurtulmak.
    baltayıtaşa vurmak * farkında olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kırmak.
    Baltık * Baltık denizine kıyısı olan ülkeler ve bu ülkelerin halkı.
    Baltık dilleri * Baltık ülkelerinde konuşulan Hint-Avrupa dil grubu.
    baltrap * Atıcılıkta hedef vazifesi gören plâkalarıhavaya fırlatan yaylıalet.
    balya * Çember ve demir tellerle bağlanmışticaret eşyası.
    balya makinesi * Değişik tarım ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme işini yapan alet.
    balya yapmak * balyalamak.
    balyalama * Balyalamak işi.
    balyalamak * Balya yapmak, denk yapmak.
    balyalanma * Balyalanmak işi.
    balyalanmak * Balyalamak işi yapılmak.
    balyemez * Eskiden kara ve deniz savaşlarında kullanılan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top.
    balyos * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 16

    balyoz * Taşlarıkırmak, kazık çakmak gibi işlerde kullanılan, çok iri ve ağır çekiç, varyos.
    balyoz gibi * çok ağır, ezici (kol veya yumruk).
    balyozlama * Balyozlamak işi.
    balyozlamak * Balyozla vurmak, balyozla dövmek.
    balyozlanma * Balyozlanmak işi veya durumu.
    balyozlanmak * Balyoz ile dövülmek.
    bam teli * Bazısazlarda kalın ses veren tel veya kiriş.
    * Sakalın, alt dudağın hemen altındaki bölümü.
    bam teline basmak (veya dokunmak) * en çok kızacağışeyi yapmak veya sözü söylemek.
    bambaşka * Büsbütün başka, apayrı, değişik, farklı.
    bambaşkalık * Bambaşka olma durumu.
    bambu * Buğdaygillerden, sıcak ülkelerde yetişen, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok
    eşyanın yapımında kullanılan bir tür kamış, Hint kamışı, hezaren (Bambusa vulgaris).
    * Bu kamıştan yapılmışolan.
    bambul * Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede başaklarıkemiren, kahverengi, kın kanatlı böcek
    (Anisoplia austriaca).
    bambul otu * Sıcak ve ılıman bölgelerde yetişen otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium).
    bamya * Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus).
    * Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü.
    bamya tarlası * Mezarlık.
    ban * Osmanlıİmparatorluğu döneminde Macaristan ve Hırvatistan’da sancak beylerine ve küçük prenslere
    verilen unvan.
    ban ağacı * Asya’nın tropik bölgelerinde ve Afrika’nın kuzeyinde yetişen, yapraklarıtelek damarlı, çiçekleri salkım
    durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağaç (Moringa oleifera).
    * Sepetçi söğüdü, sorgun.
    ban otu * Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa’nın sıcak bölgelerinde yetişen zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus).
    ban yağı * Hint yağı.
    bana * Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi.
    bana bak! * “beni dinle” anlamında teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü.
    bana da … demesinler * bir işin kesinlikle yapılacağını belirtmek için söylenir.
    bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yılan bin yaşasın * birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kişiye dokunmak istemezler.
    bana mısın dememek * hiçbir şey etkili olmamak, aldırışetmemek.
    banak * Ekmek parçası, lokma.
    banal * Herkesin kullandığı, herkesin anladığı.
    * Bayağı, sıradan.
    banallik * Banal olma durumu.
    banço * Amerika zencilerinin çaldığı gitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik
    aleti.
    bançolaşma * Bançolaşmak durumu.
    bançolaşmak * Banço durumuna gelmek.
    banda almak * bir sesi, ses cihazı ile bant üzerine kaydetmek.
    bandaj * Sargı ile sarma.
    * Bağ, sargı.
    bandajlama * Bandajlamak işi.
    bandajlamak * Sargı ile sarmak.
    bandajlatma * Bandajlatmak işi.
    bandajlatmak * Sargı ile sardırmak, bandaj yaptırmak.
    bandıra * Geminin hangi devlete ait olduğunu gösteren bayrak.
    * Yabancıdevlet bayrağı.
    bandıralı * Bandırası olan.
    bandırma * Bandırmak işi.
    * İpe dizilmiş ceviz, badem ve benzerlerinin, nişasta ile kaynatılmışüzüm suyuna veya başka bir tatlıya
    batırılmasıyla yapılan sucuk.
    * Kurutulacak üzümün güneşe serilmeden önce içine batırıldığıpotaslısuyun konulduğu kap.
    bandırmak * Banmak.
    * Çabuk kurumasıve renginin parlak sarı olması için üzüm salkımlarınıveya inciri küllü veya potaslıılık suya
    daldırıp çıkarmak.
    bando * Türlü üfleme ve vurgulu çalgılardan oluşan ve daha çok geçit törenlerinde kullanılan mızıkacılar topluluğu
    veya takımı, mızıka.
    bandocu * Bandoda görevi olan kimse, mızıkacı.
    bandoculuk * Bandocu olma işi veya durumu.
    bandrol * Paket veya şişelerin ağızlarına konulan şerit veya etiket.
    * Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
    * Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşşerit.
    bandrollü * Bandrolü bulunan.
    bangır bangır * Yüksek sesle, gürültüyle.
    bangır bangır ağlamak * yüksek sesle, hıçrıkarak ağlamak.
    bangır bangır bağırmak * yüksek sesle, avazıçıktığıkadar bağırmak.
    bangırdama * Bangırdamak işi.
    bangırdamak * Öfkelenerek yüksek sesle bağırıp çağırmak, bangır bangır bağırmak.
  • Türkçe Sözlük B Sayfa 17

    Bangladeşli * Bangladeşhalkından olan kimse.
    bani * Kurucu.
    * Yapan, kuran.
    bank * Etibank, Sümerbank gibi belirtme gruplarında banka sözünün yerine kullanılır.
    bank * Çoğunlukla bahçelerde, parklarda oturulacak sıra.
    banka * Faizle para alıp veren, kredi,iskonto, kambiyo işlemleri yapan, kasalarında para, değerli belge, eşya saklayan
    ve daha başka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluş.
    * Bankacılık işleminin yapıldığıyer.
    banka cüzdanı * Banka hesabı olanların sahip olduklarıküçük defter, banka cüzdanı.
    banka defteri * Bkz. banka cüzdanı.
    banka gibi * çok zengin (kimse).
    banka kartı * Banka işlemleri için otomatik makinede kullanılan özel şifreli kart.
    bankacı * Bankacılık işlemleri ile uğraşan veya bankada görevli kimse.
    bankacılık * Banka işlemleri yapma işi.
    * Bankacının mesleği.
    bankadan çekmek (veya almak) * bankadaki hesabından para almak.
    bankamatik * Bankaların para işlemlerini günün her saatinde otomatik olarak yapan makine.
    bankaya yatırmak * bankadaki hesabına para koymak, biriktirmek.
    banker * Banka sahibi.
    * Bankacı.
    * Para, altın gibi taşınır değerlerin ticaretiyle uğraşan kimse.
    * Çok zengin (kimse).
    bankerlik * Banker olma durumu.
    * Bankerin yaptığı iş.
    bankerzede * Banker ile olan işilişkilerinde zarara uğrayan kimse.
    banket * Şehirler arasıyolların iki tarafında yayaların yürümesine ve taşıtların trafiği aksatmadan durabilmesine
    yarayan çakıl veya toprak yol.
    bankiz * Buzla.
    banknot * Devlet bankasıtarafından piyasaya çıkarılan kâğıt para.
    banko * İşyerlerinde üzerine eşya koymaya elverişli, iştakibi için gelenle görevli arasına konulmuştezgâh.
    * Talih oyunlarında, oyunu yönetenin ortaya koyduğu para.
    * Talih oyunlarında oyunu yöneten kimse.
    * Talih oyunlarında ortada toplanan paranın hepsine oynandığınıanlatır.
    * Su altıtepeliği.
    banko at * Yarışlarda dereceye gireceği kesin olarak tahmin edilen at.
    banko geçme * Banko geçmek durumu.
    banko geçmek * Yarışlarda veya toto, loto gibi oyunlarda, bir atın veya sayının kesin olarak tutturulacağınıtahmin edip
    işaretlemek.
    banko sayı * Sayısal loto oyununda, garanti olarak çıkacağıtahmin edilen sayı.
    banlama * Banlamak işi.
    banlamak * Horoz ötmek.
    * Bağırmak.
    banliyö * Genellikle oturma alanıniteliğinde olan, şehir merkezinden uzakta veya sınırlarına yakın yerlerde bulunan
    şehir yöresi, çevre, dolay.
    banliyö treni * Şehirle banliyö arasında işleyen tren.
    banma * Banmak işi.
    banmak * Katı bir şeyi sulu veya tuz, biber gibi toz durumundaki maddelerin içine batırıp çıkarmak.
    bant * Düz, ensiz, yassı bağ, şerit.
    * Yara üzerine yapıştırılan özel olarak hazırlanmışilâçlıküçük şerit.
    * Ses alma cihazlarında seslerin kaydı için kullanılan manyetik oksitli plâstik veya selüloz şerit.
    bant çözmek * manyetik bir bant üzerine alınmışsesleri yazıya aktarmak, deşifre etmek.
    bant doldurmak * bir bandıses kaydederek kullanmak.
    bant zımpara * Çekmeye dayanıklı, uzun kâğıt veya bezden üretilmiş, genellikle zımparalama makinelerinde kullanılan
    aşındırma gereci.
    bantlama * Bantlamak işi.
    bantlamak * Bantla iki şeyi birbirine tutturmak, bant yapıştırmak.
    bantlayıcı * Bant yapan kimse.
    * Bantlama makinesi.
    banttan vermek * genellikle radyo ve televizyonda banttan yararlanarak daha önceden alınmış bir sesi veya görüntüyü
    yayınlamak.
    banyo * Yapılarda, içinde yıkanılan bölüm, hamam.
    * Banyo küvetinde yıkanma.
    * Tedavi amacı ile hazırlanan ilâçlısu.
    * Vücudun bir bölümünü veya bütününü, fiziksel veya kimyasal bir etki altında bir süre bulundurma işlemi.
    * Duyarlıyüzeylerin işlenmesinde belirli bir işlemin gerektirdiği maddeyi erimişolarak içinde bulunduran
    sıvı.
    banyo bataryası * Sıcak ve soğuk su ile duş bağlantısının bir arada bulunduğu musluk takımı.
    banyo almak * banyo yapmak.
    banyo dolabı * Banyo için gereken bütün malzemenin içinde bulundurulduğu dolap.
    banyo havlusu * Banyo sonrasıkullanılan ve özel olarak yapılan havlu.
    banyo kabini * Duşkabini.
    banyo kazanı * Banyoyu ve suyu ısıtmak için yapılan özel kazan veya ısıtma aleti.
    banyo küveti * Genellikle içine su doldurulup yıkanmaya elverişli tekne.
    banyo sabunu * Banyo yaparken vücudu yıkamak için kullanılan sabun.
    banyo takımı * Banyo odalarında ıslak zemine serilen altıplâstik, üstü havlu benzeri dokuma olan paspas.
    banyo yapmak * yıkanmak.