bağlantısızlık siyaseti | * Bağlantısız ülkelerin izlediği siyaset. |
bağlaşık | * Aralarında anlaşma veya sözleşme sağlanmışolan (kimse veya topluluk), müttefik. * Sonuç, sebep gibi birbiriyle sıkısıkıya bağlıve karşılıklı bağımlı olan (nesne, terim). |
bağlaşıklık | * Bağlaşık olma durumu. |
bağlaşım | * Eşleme. * Aralarında ortak çıkar bulunan devletler ilişkisi. |
bağlaşımlı | * Aralarında karşılıklıdestek ve bağımlılık bulunan. |
bağlaşma | * Bağlaşmak işi, ittifak. |
bağlaşmak | * Bir şey yapmak için birbirine antlaşma veya sözleşme ile bağlanmak, ittifak etmek. |
bağlatma | * Bağlatmak işi. |
bağlatmak | * Bağlamak işini yaptırmak. |
bağlayıcı | * Bağlama niteliği olan. * Bağlamaya ve birleştirmeye yarayan: “Ve” bağlayıcı bir edattır. * Uyulmasızorunlu. |
bağlayıcıünlü | * Ünsüzle biten kelime kök ve gövdelerine ünsüz ile başlayan eklerin getirilmesi sırasında ve kök ile eki birbirine bağlayan ünlü: al-ı-r, aç-ı-l-mak, gec-i-k-mek vb. |
bağlayıcıünsüz | * Ünlü ile biten kelime kök ve gövdelerine ünlü ile başlayan bir ek eklendiğinde araya giren y ünsüzü, koruyucu ünsüz: okul-da-y-ım, eski-y-ince vb. |
bağlı | * Bir bağile tutturulmuşolan. * Gerçekleşmesi bir şartı gerektiren, tâbi, vabeste. * Bir kimseye, bir düşünceye, bir hatıraya saygıveya aşk gibi duygularla bağlanan, tutkun. * Sınırlanmış, sınırlı. * Kapatılmışolan, kapalı. * Bir kuruluşun yetkisi altında bulunan. * Bir halk inanışına göre, büyü etkisiyle cinsel güçten yoksun edilmiş(erkek). * Sadık. |
bağlıkalmak | * uymak, tâbi olmak. |
bağlıkredi | * Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satın alınmasışartı ile sağlanan kredi. |
bağlı olmak | * tâbi bulunmak. |
bağlısu | * Ağaçta hücre zarının emdiği ve taşıdığısu. |
bağlık | * Bağyeri, üzüm bağlarıçok olan (yer). |
bağlık bahçelik,-ği | * Bağı, bahçesi zengin ve bol olan (yer). |
bağlılaşık | * Biri ötekine bağlı olarak var olan; biri olmadan öteki düşünülemeyen iki şeyin, bu ilişki yönünden durumu. |
bağlılaşım | * İki veya daha fazla değişken arasındaki bağıntı. * Organizmanın değişik yapı, özellik ve olaylarında görülen karşılıklı ilgi, korelâsyon. |
bağlılaşma | * Bağlılaşmak işi. |
bağlılaşmak | * İki şey arasında karşılıklı bağıntı olmak veya bağlılık kurmak. |
bağlılık | * Bağlı olma durumu, merbutiyet. * Birine karşı, sevgi, saygı ile yakınlık duyma ve gösterme, sadakat. * Bkz. Bağlılaşım. |
bağnaz | * Bir düşünceye, bir inanışa aşırıölçüde bağlanıp ondan başka bir düşünce ve inanışıkabul etmeyen, mutaassıp. |
bağnazlaşma | * Bağnazlaşmak durumu. |
bağnazlaşmak | * Bağnaz duruma gelmek. |
bağnazlık | * Bağnaz olma durumu, bağnazca davranış, taassup. * Bir düşünceye, bir inanışa aşırıölçüde bağlanıp ondan başkasınıdüşünmeme durumu, taassup. |
bağrıyanık | * Çok dert, acı, sıkıntıçekmiş. |
bağrıyufka | * Yufka yürekli, merhametli. |
bağrıkara | * İskete kuşunun bir türü (Saxicola torquata). |
bağrına basmak | * kucaklamak. * biriyle ilgilenerek onu koruyup kayırmak, yetiştirmek. |
bağrına taş basmak | * sesini çıkarmaksızın her türlü acıya katlanmak. |
bağrınıdelmek | * çok dokunmak, içine işlemek. |
bağrınıezmek | * üzülmek, dertlenmek. |
bağrış | * Bağırmak işi veya biçimi. |
bağrışçağrış | * Gürültü, şamata. * Gürültüyle, şamata ederek. |
bağrışa çağrışa | * Büyük gürültü ederek, bağırarak çağırarak. |
bağrışma | * Bağrışmak işi, birlikte bağırma. |
bağrışmak | * Birlikte veya karşılıklı bağırmak. |
bağrıştırma | * Bağrıştırmak işi veya durumu. |
bağrıştırmak | * Bağırmasına yol açmak, hep birden bağırtmak. |
bağsız | * Bağı bulunmayan. |
baha | * Paha. |
baha biçmek | * değerini belirlemek. |
bahadır | * Savaşlarda, çarpışmalarda gücü ve yılmazlığıyla üstünlük kazanan veya yiğitlik gösteren (kimse). |
bahadırlık | * Bahadır olma özelliği, durumu. |
Bahaî | * Bahaîlik yanlısıkimse. |
Bahaîlik | * XIX. yüzyılda Babîlikten doğmuşolan, İran’dan başka Avrupa ve Amerika’da da yayılmış bir din. |
bahane | * Bir şeyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen sözde sebep. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 7
-
Türkçe Sözlük B Sayfa 8
bahane aramak * bir işi yapmamak için sebep aramak. bahane bulmak * bir işi yapmak veya yapmamak için sözde sebep göstermek. bahane etmek * herhangi bir şeyi sebep olarak ileri sürmek. bahaneli * Bahanesi olan. bahanesiz * Bahanesi olmayan. bahar * Kuzey yarım küre için, 21 Martta gündüz gece eşitliğiyle başlayarak 22 Haziranda gün dönümü ile biten,
kışve yaz arasındaki mevsim; ilkyaz, ilkbahar.
* Bu mevsimde ağaçlarda açan çiçekler ve yapraklar.
* Gençlik çağı.bahar * Yiyecek ve içeceklere hoşkoku ve tat vermek için kullanılan tarçın, karanfil, zencefil, karabiber gibi
maddeler.bahar bayramı * Genellikle mayıs ayının ilk günlerinde kutlanan bayram. bahar dönemi * Yılın kıştan sonra gelen ilk ayları. bahar nezlesi * Bkz. saman nezlesi. bahar noktası * İlkbaharda gündüz gece eşitliği anında güneşin gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta. baharat * Tarçın, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddelerin toplu adı. baharatçı * Baharat satan kimse. baharatçılık * Baharat satma işi. baharatlandırmak * Baharat ile süslemek, lezzetlendirmek veya baharat ekmek. baharatlı * Baharatı olan. baharatsız * Baharatı olmayan. baharcı * Baharat alım satımıyla uğraşan (kimse). baharı başına vurmak * (alay yollu) gençliğin verdiği coşkuyla gereksiz veya aşırıdavranışta bulunmak. bahariye * Divan edebiyatında, bahar tasviri ile başlayan kaside. baharlı * İçinde karabiber, karanfil, tarçın gibi bahar bulunan. bahçe * Sebze yetiştirilen yer, bostan.
* Çiçek ve ağaç yetiştirilen yer.bahçe domatesi * Tarla ve bahçelerde sun’î gübre kullanmadan, doğal olarak yetiştirilen domates türü. bahçe kekiği * Bahçelerde özel yöntemlerle yetiştirilen kekik. bahçe makası * Çeşitli ot ve bitkileri düzgün kesmek ve budamak amacıyla yapılan bir makas türü. bahçe nanesi * Bahçelerde yetiştirilen bir nane türü. bahçeci * Çiçek, ağaç ve sebze yetiştirme işiyle uğraşan kimse. bahçecilik * Bahçecinin işi.
* Bahçe yapma işi.bahçeli * Bahçesi olan. bahçelik * Bağları, bahçeleri olan (yer). bahçemsi * Bahçeye benzeyen, bahçe gibi düzenlenmişyer. bahçesiz * Bahçesi olmayan. bahçıvan * Geçimini bahçe ürünlerini yetiştirip satmakla sağlayan kimse.
* Bir bahçenin düzenlenmesi ve bakımıyla görevli kimse.bahçıvanlı * Bahçıvanı bulunan. bahçıvanlık * Bahçıvanın yaptığı iş. bahir * Deniz.
* Aruzdaki vezin takımlarından her biri.
* Mevlid’in bölümlerinden her biri.bahis * Konuşulan şey, konu.
* Görüşünde veya iddiasında haklıçıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma.
* Söz.
* Bir kitabın bölümlerinden her biri.bahis açmak (veya açılmak) * belli bir konuda konuşmaya başlamak (başlanılmak). bahis konusu * Söz konusu. bahis mevzuu olmak * üzerinde konuşulmak, söz konusu olmak. bahis tutuşmak * karşılıklı bahse girmek. bahisçi * Oyunlarda veya at yarışlarında yarışın sonuçlarınıtahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse,
müşterek bahisçi.bahname * İçinde cinsel konularla ilgili açık saçık yazıların, resimlerin bulunduğu eser. bahrî * Denizle ilgili. bahrî * Yalıçapkını. bahriye * Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluşlarının bütünü. bahriye çifte tellisi * Hareketli bir halk oyunu ve ezgisi. bahriyeli * Deniz Kuvvetlerine bağlıasker.
* Deniz Harp Okulu öğrencisi.bahse girmek * görüşünde veya iddiasında haklıçıkacak tarafa bir şey verilmesini kabul eden sözlü anlaşma yapmak. bahsetme * Bahsetmek işi. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 9
bahsetmek * Bir konu üzerinde söz söylemek, konuşmak, sözünü etmek. bahsi geçmek * bir konu üzerinde konuşulmuşolmak. bahsi kapamak * bir konu üzerindeki konuşmayıkesmek. bahsi kaybetmek * ileri sürülen, savunulan görüşün yanlışolduğu ortaya çıkmak. bahsi kazanmak * ileri sürülen, savunulan görüşün doğru olduğu belli olmak. bahsi tazelemek * konuşmayıaynıkonu üzerine getirmek. bahşetme * Bahşetmek işi. bahşetmek * Bağışlamak, sunmak. bahşiş * Bir hizmet görene hakkından ayrı olarak verilen para. bahşiş(veya beleş) atın dişine bakılmaz * para verilmeden sağlanan bir şeyin ufak tefek kusurlarınıhoşgörmelidir. baht * Olacakların, kaçınılmaz olduğunu belirleyen ilâhî iradenin insan için veya bir toplum için çizdiği hayat tarzı,
kader, talih.
* Şans, mutluluk.baht işi * Talihe bırakılmış, talihe bağlı iş. bahtıaçık * Talihli. bahtıaçık olmak * bir konuda şansıyaver gitmek, talih yüzüne gülmek. bahtıaçılmak * talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek. bahtı bağlı olmak * talihi kapalı olmak.
* (kızlar için) evlenecek istekli çıkmamak.bahtıkapanmak * talihsizliğe uğramak, istenen sonuca ulaşmamak. bahtıkara * Mutsuz, talihsiz. bahtıkara olmak * sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak. bahtına küsmek * talihsizliğinden yakınmak. bahtiyar * Bahtı olan, bahtlı, talihli, mutlu. bahtiyarlık * Bahtlı olma durumu, mutluluk. bahtlı * Bahtı iyi olan, mutlu, talihli. bahtsız * Bahtıkötü olan, mutsuz, talihsiz. bahtsızlık * Bahtsız olma durumu, mutsuzluk. bahusus * Hele, özellikle, üstelik. bak bak! * şaşma bildirir. bak! * işte.
* şaşma anlatır.
* küçümseme bildirir.bakaç * Dürbün. bakakalma * Bakakalmak işi veya durumu. bakakalmak * Şaşkınlığa uğrayıp ne yapacağını bilmez durumda kalmak. bakalım (veya bakayım) * içinde yer aldığıcümlenin güvensizlik, kuşku, merak, uyarma gibi anlamlarınıpekiştirir. bakalit * Formaldehit ile bir fenolün yoğunlaşmasısonucu elde edilen yapay reçine. bakalitli * Bakalit bulunduran, bakalit kaplamalı. bakalorya * (eskiden üniversite ve yüksek okullara girebilmek için lise öğreniminden sonra verilen) Olgunluk sınavı. bakam * Baklagillerden, odunundan kırmızı boya çıkarılan bir ağaç, bakkam (Haematoxylon campechianum). bakan * Bakmak işini yapan (kimse).
* Hükûmet işlerinden birini yönetmek için, genellikle milletvekilleri arasından, baş bakan tarafından seçilerek
cumhurbaşkanınca onaylandıktan sonra iş başına getirilen yetkili, vekil, nazır.bakanak * Gevişgetiren hayvanların ayaklarının arkasındaki körelmiştırnak, kemik çıkıntısı. bakanlar kurulu * Baş bakan ve bakanlardan oluşan kurul, hükûmet. bakanlık * Bakan olanın durumu ve görevi, vekillik.
* Bakanın yönetimi altındaki kuruluşların bütünü veya bu kuruluşların bulunduğu yer, nezaret, vekâlet.bakar * Öküz, sığır. bakar kör * Gözleri sağlam göründüğü hâlde göremeyen.
* Çok dikkatsiz (kimse).bakar mısınız? * seslenme ünlemi. bakara * İskambil kâğıdı ile oynanan bir kumar. bakarak * göre. bakarsın * olur ki. bakaya * Kalıntılar.
* Askerlik çağına girenlerden son yoklamada bulunarak askere alınmışolduklarıhâlde çağrıldıklarında
gelmeyen veya gelip de kıtalarına gitmeden toplandıklarıyerlerden veya yollardan savuşanlar.
* Ait olduğu yıl içinde toplanamayıp ertesi yıla kalan vergiler.bakı * Özellikle dağlık yörelerde bir yamacın güneş ışınlarına, güneye veya kuzeye karşıkonumunu belirleyen,
bunun sonucu olarak da doğal şartlarınıtespit eden durumu.
* Fal.bakıcı * Bakmak işiyle görevlendirilen kimse.
* Bir şeyi satın almayıdüşünmeden yalnızca bakarak ilgilenen (kimse).
* Falcı.bakıcılık * Bakmak işi.
* Falcılık. -
Türkçe Sözlük B Sayfa 1
B * Bor’un kısaltması.
* Basso kısaltması.b, B * Türk alfabesinin ikinci harfi. Be adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ötümlü, çift dudak patlayıcısını
gösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde İngilizler b harfiyle “si” yi, Almanlar ise “si bemol”ü
gösterirler.Ba * Baryum’un kısaltması. baba * Çocuğun dünyaya gelmesinde etken olan erkek.
* Çocuğu olmuşerkek.
* Tarikatların bazısında tekke büyüğü.
* Bu gibi kimselere verilen unvan.
* Silâh kaçakçılığı,kara para aklama ve uyuşturucu madde ticareti gibi kirli ve gizli işler yapan çetenin başı.
* Yaratıcı, kurucu kimse.
* Gemi veya iskelede halatın takıldığıyuvarlak başlı, iri demir, ağaç veya beton dikme.
* Kazılarda çıkarılan toprağın miktarınıhesaplayabilmek için yer yer bırakılan toprak dikme.
* Çatımerteği.
* Koruyucu, babalık duyguları ile dolu kimse; bir ülkeye veya bir topluluğa yararlı olmuşkimse.
* Ata.
babababa adam * Yaşlı, ağırbaşlı, iyi yürekli, olgun adam. baba bucağı * 343 baba ocağı. baba değil, tırabzan babası * babalık görevlerini yapmayan babalar için söylenir. baba evi * Babadan, dededen kalma ev, toprak, yurt. baba hindi * İri ve iyi beslenmişerkek hindi. baba koruk (veya erik) yer, oğlunun dişi kamaşır * babanın yaptığıkötü işin sıkıntısınıçocuğu çeker. baba mirası * Babanın yaşadığıdönemden kalan değerli mal veya dost. baba nasihati * Bir babanın verdiği öğüt. baba ocağı * Babadan, dededen kalma mülk veya bir kimsenin içinde doğup büyüdüğü, yaşadığıev, toprak ya da yurt,
baba evi, baba bucağı, baba yurdu.baba oğluna bir bağbağışlamış; oğul babaya bir salkım üzüm vermemiş * babalar çocukları için büyük fedakârlıklara katlanırlar, ama çocuklar babaları için fedakârlıkta bulunmazlar. baba olmak * (erkek için) çocuk sahibi olmak. baba tatlısı * Bir çeşit hamur tatlısı, şambaba. baba yadigârı * Babadan kalan, baba döneminde yapılmış, babanın hatırasınıtaşıyan. baba yurdu * Baba evi, baba ocağı. babaanne * (çocuğa göre) Babanın annesi. babaca * Baba gibi, babaya yakın. babacan * Cana yakın, olgun, hoşgörülü, iyi kalpli, güvenilir (erkek). babacanca * Sevgi ve sevecenlikle, cana yakın olarak. babacanlaşma * Babacanlaşmak işi veya durumu. babacanlaşmak * Babacan duruma gelmek. babacanlık * Babacan olma durumu, cana yakınlık. babacık * Küçük baba.
* Sevimli, hoş, sempatik baba.babacıl * Babasınıçok seven, babasına çok düşkün olan. babacılık * Devletin türlü sınıflar üzerinde babalık ederek bu sınıflar arasında denge kurmaya çalışması işlemi,
paternalizm.babaç * Erkek kümes hayvanlarının en iri ve yaşlı olanı. babaçko * (kadın için) Güçlü ve gösterişli, iri yarı. babadan babaya * dedelere doğru zincirleme. babadan oğula * torunlara doğru zincirleme.
* atalarından beri.babafingo * Yelkenli gemilerde direklerin ve gabyanın üstünde bulunan en yüksek bölüm. Babaî * Babaîlik mezhebinden olan kimse. Babaîlik * XIII. yüzyılda Baba İshak’ın kurduğu mezhep. babaköş * Ayaksız olduğu için yılan sanılan, solucanla beslenen bir tür kertenkele (Anguis fragilis). babalanma * Babalanmak işi. babalanmak * Babalarıtutmak, öfkelenmek.
* Diklenmek, kabadayıca davranmak.babalarımız * bizden, bizim kuşaktan öncekiler. babalı * Babası olan. babalı * Zaman zaman sinir nöbeti geçiren. babalık * Baba olma durumu.
* Üvey baba.
* Kayın baba, kayın peder.
* Yaşlıveya küçümsenen adamlara seslenme olarak kullanılır.babalık etmek * baba gibi davranmak. babalık fırın has işler * babasının parası ile geçinenlere sitem olarak kullanılır. babam! * teklifsiz bir seslenme sözü.
* tekrarlanan iki emir kipi arasına getirilerek işin sürekliliğini anlatmaya yarar.babamın (veya ustamın) adıHıdır, elimden gelen budur * gücüm ancak bu kadarınıyapmaya yeter. babana rahmet * yapılan bir iş, bir davranışkarşısında “Allah senden razı olsun.” anlamında kullanılan bir söz. babasıtutmak (veya babalarıüstünde olmak) * gibi deyimlerde “çok öfkelenmek, öfkesi her hâliyle belli olmak” anlamında geçer. babasına çekmek * her yönü ile tamamen babaya benzemek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 111
ayıyıvurmadan postunu satmak * henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak. ayin * Dinî tören, ibadet.
* Mevlevî tekkelerinde okunan ağır bestelerin biçimi.ayinicem * Mevlevî ve Bektaşî tekkelerinde kadın ve erkeğin birlikte katıldığı, dinî müzikli sohbet töreni. aykırı * Alışılmışa, doğru diye bellenmişe uygun olmayan, karşıt, ters, mugayir.
* Gidilen yol üzerinde olmayıp gidişyönüne ters düşen.
* Çapraz, ters.
* Bütün noktalarıaynıdüzlemde bulunmayan.aykırıdoğrular * Aynıdüzlemde bulunmayan doğrular. aykırıdüşmek * uygun gelmemek, ters gelmek, ters düşmek. aykırıkatmanlaşma * Katmanları düzenli bir biçimde olmayan katmanlaşma. aykırı olmak * ters olmak, zıt olmak. aykırılama * Aykırılamak işi. aykırılamak * Dikey olarak gelmek; kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrılmak. aykırılaşma * Aykırılaşmak işi. aykırılaşmak * Aykırıduruma gelmek. aykırılık * Aykırı olma durumu, mugayeret, muhalefet. ayla * Ayın ve bazıyıldızların dolayındaki ışık çevresi, ay ağılı, hale.
* Bazıkutsal kişilerin başıetrafında gösterilen ışık çevresi.aylak * İşsiz, boşgezen, avare.
* İşsiz, bir şey yapmayarak.aylak olmak * boşta olmak, yapacak bir işi olmamak, boşoturmak. aylakçı * Temelli işi olmayan işçi. aylakçılık * Temelli işsahibi olmama durumu.
* İşsizlik, avarelik.aylaklık * Aylak olma durumu, işsizlik, avarelik. aylaklık etmek * boşdurmak, boşoturmak, işsiz güçsüz dolaşmak, çalışmamak. aylama * Aylamak işi. aylamak * Beklemek.
* Sürmek, devam etmek.
* Ayıdolduran bir süre geçirmek, aylarca kalmak.aylandız * Sedef otugillerden, Avrupa’ya Çin’den getirilmiş, kısa zamanda yetişip boy attığı için bir gölge ağacı olarak
dikilen, kötü kokan bir ağaç, kokar ağaç (Ailanthus glandulosa).aylanma * Aylanmak işi. aylanmak * Bir yerin çevresinde dolanmak. aylı * Üzerinde ay biçimi bulunan.
* Ay ışığı olan, mehtaplı.aylığa geçmek * çalışmasıkarşılığı olarak her ay belirli bir para alınacak bir işe başlamak.
* gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.aylık * Birine, görevi karşılığı olarak veya geçimi için her ay ödenen para, maaş.
* Bir ay içinde olan veya bir ay süren.
* Ayda bir kez yapılan veya çıkan.
* … aydan beri var olan.
* Ay olarak, bir ay için.aylık almak * bir aylık çalışma karşılığında para almak. aylık bağlamak * emekli olan veya başka sebeplerle çalışmayanlara her ay için belirli bir parayıödemeyi üstlenmek. aylık vermek * aylık olarak üstlenilen parayıödemek. aylıkçı * Aylıkla çalışan kimse.
* Başka geliri olmayıp yalnız aldığı aylıkla geçinen kimse.aylıklı * Aylık alan (kimse), maaşlı.
* Karşılığı aylıkla ödenen.ayma * Aymak işi. aymak * Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak.
* Gerçeği anlamak.aymaz * Çevresinde olup bitenlerin farkına varmayan, gafil. aymazlık * Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumu, aymaza yakışacak durum, gaflet. ayn * Göz. ayna * Işığıyansıtan, varlıkların görüntüsünü veren, cilâlıve sırlıcam.
* Gemilerde işaretçi erlerin kullandığıdürbün.
* Akıntıve anaforun birleştiği yerde oluşan su burgacı.
* Doğramacılık ve yapıcılıkta çerçeve içine geçirilen tahta veya taşlevha.
* Küreğin yassıuç bölümü.
* (atlarda) Diz kapağı.
* İyi bir durumda, yolunda.
* (Karagöz oyununda) Perde.
* Bir olayı, bir durumu yansıtan, göz önünde canlandıran olay, durum, şey.ayna gibi * dümdüz ve parlak.
* (deniz için) kımıltısız, durgun.ayna taşı * Yapı, anıt ve çeşme gibi yerlere konan yazılıveya yazısız süslü taşlevha. ayna tırnağı * Aynayıduvara tutturmak için kullanılan nikel veya kromla kaplanmışmetal parçası. aynabakar * Büyük, yumurtamsı, kırmızımsımavi renkli bir erik türü. aynacı * Ayna yapan veya satan kimse.
* Hileci, işine hile karıştıran.aynacılık * Aynacının yaptığı işveya aynacı olma durumu. aynalı * Aynası olan.
* Parlak yüzlü, yakışıklı, güzel.aynalısazan * Üzerinde az sayıda büyük pullar bulunan bir tür sazan balığı. aynalık * Geminin ve bağlı bulunduğu limanın adıyazılan, düz veya az yuvarlak kıç bölüm. aynalık tahtası * Sandalların kıç taraflarında oturanın sırtınıdayamasına yarayan tahta. aynasız * Aynası olmayan.
* Hoşa gitmeyen, kötü, yakışıksız, çirkin, ters, biçimsiz.
* Polis. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 112
aynasızlık * Aynasız olma durumu. aynaz * Bataklık. aynaz * Köy oyunlarınıyöneten kimse. aynen * Olduğu gibi, değiştirmeden, aynıyla. aynı * Başkasıdeğil, yine o.
* Ayırt edilemeyecek kadar benzeri özdeşi, tıpkısı.
* Değişmeyen, aralarında ayrım olmayan.aynıağzıkullanmak * aynışeyi söylemek, aynıdüşünceyi ileri sürmek. aynıkapıya çıkmak * sonuç bakımından fark etmemek, aynısonuca varmak. aynıpotada erimek * benzer konularıve sorunları birlikte düşünmek veya değerlendirmek. aynıtelden çalmak * aynışeyi söylemek. aynıyolun yolcusu * kötü sonları birbirine eşolan. aynızamanda * Hem de, bununla birlikte. aynılık * Aynı olma durumu, özdeşlik, ayniyet. aynısefa * Birleşikgillerden, çiçekleri sarırenkli bir kır bitkisi (Calendula arvensis). aynıyla * Hiçbir değişiklik olmadan, olduğu gibi. aynî * Gözle ilgili. aynî * Para olarak değil, madde olarak verilen. aynî hak * Taşınır veya taşınmaz üzerinde doğrudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen
haklar.ayniyat * Kullanılmaya veya harcamaya elverişli, taşınmasıkolay eşya. ayniyet * Aynılık, özdeşlik. aynştayniyum * Bkz. einsteiniyum. ayol * Daha çok kadınların kullandığı bir seslenme sözü. ayraç * Yay ayraç. ayraç açmak * söz veya yazı içine, asıl konu ile ilgisi az olan bir bölüm sıkıştırmak. ayran * Süt veya yoğurt yayıkta çalkalanarak yağıalındıktan sonra kalan sulu bölüm.
* Yoğurdu sulandırarak yapılan içecek.ayran ağızlı * Aptal, budala, sersem. ayran budalası * Aptal, sersem. ayran delisi * Bön, safdil. ayran gönüllü * Çabuk âşık olan. ayrancı * Ayran yapan veya satan kimse. ayrancılık * Ayran yapıp satma işi. ayranıkabarmak * öfkelenmek, coşmak.
* aşırı bir cinsel arzu duymak.ayranıyok içmeye, atla (veya tahtırevanla) gider sıçmaya * yoksulluğuna bakmadan gösterişyapmaya kalkanların gülünçlüğünü anlatmak için kullanılır. ayranım budur, yarısısudur * yapılan bir işin yarım yamalak olduğu bildirilmek için kullanılır. ayranlaşma * Ayranlaşmak özelliği veya durumu. ayranlaşmak * Ayran durumuna gelmek. ayrı * Yerleri bir olmayan.
* Başka, başka türlü.
* Yalnız, tek başına olan.ayrıayrı * Birbirinden ayrı olan, değişik.
* Her biri için.
* (her biri) Ayrı olarak.ayrı basım * Genellikle bir dergide yayımlanmış bilimsel bir yazının ayrı bir broşür olarak basımı. ayrı başçekmek * topluluktan ayrılıp kendi başına işyapmak. ayrıcinsten * Farklıyapıda olan, heterojen. ayrıçanak yapraklılar * Çanak yaprakları birbirine bitişmişolmayan bitkiler. ayrıdüşmek * birbirinden uzakta kalmak.
* uyuşmamak.ayrı gayrı bilmemek (veya ayrısı gayrısı olmamak) * birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak. ayrıseçi yapmak * birkaç şey arasında fark gözetmek. ayrıtaç yapraklılar * Taç yaprakları birbirine bitişik olmayıp yan yana yer almış bulunan bitkiler. ayrıtutmak * farklıdavranmak. ayrıca * Ayrı olarak.
* Ayrı bir önem verilerek.
* Bundan başka.ayrıcalı * Başkalarına benzemeyen, ayrıtutulan, müstesna. ayrıcalık * Başkalarından ayrıve üstün tutulma durumu, imtiyaz. ayrıcalık tanınmak (veya göstermek) * başkalarından ayrıve üstün tutmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 113
ayrıcalıklı * Ayrıcalığı olan, ayrıcalık tanınan, imtiyazlı. ayrıcalıksız * Ayrıcalığı olmayan, ayrıcalık tanınmayan, imtiyazsız. ayrıcasız * Ayrıtutulmadan, istisnasız. ayrıç * Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığıyer. ayrık * Ayrılmış.
* Ayrıtutulan, başkalarına benzemeyen, ayrıcalı, müstesna.
* Kur’a dışı, müstesna.
* Ayrık otu.
* Düzgün ve uygun olmayan, çarpık.ayrık küme * Ortak elemanları olmayan küme. ayrık otu * Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücu olarak kullanılan yabanî bir bitki (Agropyrum repens). ayrıklı * Ayrıtutulmuş, benzerlerine uymayan, kural dışı olan, istisnaî. ayrıklık * Ayrıklı olma durumu, ayrıtutma, ayrıtutulma, istisna.
* Bir konik (elips, daire, parabol, hiperbol) üzerinde hareket eden bir cismi, odağa veya merkeze birleştiren
doğrunun büyük eksen ile yaptığı açı.
* Önermelerin birbirine bağlanması işleminde ya … ya ve ya da ile gösterilen ilişki.
* Kaplamları birbirinden ayrı olmakla birlikte aynıyakın cinsin kaplamına giren kavramlar arasındaki
bağlantı.ayrıksı * Alışılagelmiştöre ve davranışlara aykırı olan, eksantrik. ayrıksıay * Ayın yörüngesindeki en beri noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre farkı. ayrıksıyıl * Yerin kendi yörüngesindeki günberi noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre farkı. ayrıksılık * Ayrıksı olma durumu. ayrıksız * Hiçbir ayrığı olmadan veya hiçbirini ayrık tutmaksızın, istisnasız, bilâistisna. ayrılanma * Ayrılanmak durumu. ayrılanmak * Ayrıduruma gelmek. ayrılaşma * Ayrılaşmak işi, teferrüt. ayrılaşmak * Benzerleri arasında ayrı bir yeri ve önemi olmak, teferrüt etmek. ayrılı * Ayrılmışolan, ayrıduran, munfasıl. ayrılık * Ayrı olma durumu.
* Birinden uzak düşme.
* Düşünce, görüşveya duygu arasındaki uymazlık, mubayenet.
* Evlilik birliğinin yargıç kararı ile geçici bir süre için kaldırılması.ayrılış * Ayrılmak işi veya biçimi. ayrılışma * Ayrılışmak işi veya durumu. ayrılışmak * Birbirinden ayrılmak. ayrılma * Ayrılmak işi.
* Bir biçmeden geçen beyaz ışığın türlü renklerde görünmesi.ayrılmak * Ayırmak işine konu olmak.
* Bir yerden, bir kimseden, bir şeyden uzaklaşmak.
* (karıve koca için) Evlilik birliğini bozmak.ayrılmazlık * Özelliklerin, kendilerini taşıyan nesnelerle; ilineklerin tözle bağlantısı, kalıcılık karşıtı. ayrım * Ayırmak işi, tefrik.
* Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran
özellik, başkalık, fark.
* Alt bölüm.
* Cinsleri ve türleri birbirinden ayıran ana karakter, fark.
* Ayrılma noktası.
* Bir veya daha çok sahne içinde geliştirilip, olayın tamamlanmış bir parçasınıveren film bölüğü.ayrımlama * Senaryonun hazırlanmasında geliştirim ile çevrim senaryosu arasında yer alan, senaryonun sahne ve
ayrımlarının belirlendiği, başlıca karakterlerin ayrıntılarıyla çizildiği, konuşmaların son biçimini aldığı aşama.ayrımlaşma * Ayrımlaşmak işi, farklılaşma.
* Hücrelerin veya canlı organizmaların işlevlerine veya yaşayıştürlerine ilişkin yapısal nitelik kazanması,
farklılaşma.
* Bir iç kayanın katılaşmasısürecinde yer ve zamana göre ayrımların ortaya çıkması, farklılaşma.ayrımlaşmak * Ayrımlıduruma gelmek, farklılaşmak. ayrımlı * Ayrımı olan, aralarında ayrım bulunan, değişik, farklı. ayrımlılık * Ayrımlı olma durumu, farklılık. ayrımsama * Ayrımsamak işi veya durumu. ayrımsamak * Bir şeyi anlamak, bir şeyi görmek, fark etmek. ayrımsız * Ayrımlı olmayan, aynı, farksız. ayrımsızlık * Ayrımsız olma durumu, farksızlık. ayrıntı * Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, detay.
* Edebiyat veya sanat eserlerinde bir bütünün ögelerinden her biri, teferruat, tafsilât.
* Bir tiyatro eserinde ana düşünceye yardımcı olan kelime, cümle veya eşya.ayrıntılara inmek * bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak. ayrıntılı * Ayrıntısı olan, teferruatlı, tafsilâtlı, detaylı, mufassal. ayrışık * Ayrışmışolan.
* Ayrıtürden, çeşit çeşit, muhtelif.ayrışıklık * Ayrışık olma durumu. ayrışım * Ayrışmak işi. ayrışma * Ayrışmak işi.
* Moleküllerin, türlü etkenlerle geçici olarak daha yalın atom ve moleküllere bölünmesi, tahallül.ayrışmak * Birbirinden ayrılmak, birliği bozmak.
* Moleküller, türlü etkenler sebebiyle geçici olarak daha yalın atom veya moleküllere bölünmek.ayrıştırma * Ayrıştırmak işi. ayrıştırmak * Bütünün bozulmasına sebep olmak.
* Ayrışmasını sağlamak.ayrıt * İki düzlemin ara kesiti. aysar * Ayın etkisiyle huyunun değiştiği sanılan (kimse).
* Değişken huylu, kararsız (kimse).aysberg * Buz dağı. aysfild * Buzla, bankiz. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 114
aysız * Ay ışığı olmayan (gökyüzü, gece). ayşekadın * Kılçıksız, lezzetli bir tür taze fasulye. aytışma * Aytışmak işi. aytışmak * Atışmak, tartışmak, münakaşa etmek.
* Halk şairleri belli bir ayak çerçevesinde karşılıklıatışmak.ayva * Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yapraklarının altıtüylü, orta yükseklikte bir ağaç (Cydonia vulgaris).
* Bu ağacın büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş, dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi.ayva göbekli * göbeği çukur olan (kimse). ayva hoşafı * Ayvadan yapılan hoşaf. ayva kompostosu * Ayvadan yapılan komposto. ayva marmelâdı * Ayva ve şekerden yapılan ezme. ayva reçeli * Ayva ve şekerden yapılan kokulu reçel. ayva tüyü * Vücuttaki ince, sarıtüyler. ayvadana * Yüksekliği 15-70 cm , sık tüylü, soluk sarıçiçekli, çok yıllık ve otsu bir bitki (Achillea nobilis). ayvalık * Ayva ağaçlarının çok bulunduğu yer. ayvan * Teras, sundurma.
* Bir tarafıdışarıya açık olan oda.ayvayıyemek * kötü duruma düşmek, işi bozulmak. ayvaz * Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalıştırılan uşak.
* Koca, erkek, eş.ayvaz kasap hep bir hesap * ha öyle ha böyle, ikisi de bir. ayvazlık * Ayvazın görevi. ayyar * Dolandırıcı, hilekâr. ayyarlık * Dolandırıcılık. ayyaş * İçkiye düşkün, içkici, içken, bekri. ayyaşlık * Ayyaşolma durumu. ayyuk * Göğün en yüksek yeri.
* Göğün kuzey yarım küresinde bulunan bir takım yıldızın en parlak yıldızı.ayyuka çıkmak * (ses için) yükselmek.
* (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayılmak.Az * Azot’un kısaltılması. Bu gaz N kısaltması ile de gösterilir. az * Alışılmışolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karşıtı.
* Nicelik, güç, nitelik, süre bakımından eksiklik bildirir.az az * Uzun süreli, yavaşyavaş.
* Küçük ölçülerle.az buçuk * Bir parça, biraz. az bulmak * yeterli görmemek, az saymak, azımsamak. az buz olmamak * (bir şey) azımsanacak kadar olmak. az çok * Bir parça, oldukça. az daha * az kalsın, neredeyse. az değil! * birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığınıanlatmak için söylenir. az gelişmiş * gelişmesi gecikmişolan.
* eğitim düzeyi düşük kalmış, üretimi daha çok ilkel tarıma dayanan, doğal kaynaklarını gereğince
değerlendiremeyen (ülke).az gelmek * yetmemek, daha çok istemek. az görmek * umduğundan eksik bulmak.
* azımsamak.az günün adamı olmamak * çok yaşamış, çok görmüş bulunmak. az kaldı(veya az kalsın) * bir işin olması, gerçekleşmesi, bitmesi çok yakınken olmadığınıanlatır. az tamah çok ziyan getirir * hırslıve pinti insan her zaman zararlıçıkar. aza * Organlar, vücut parçaları.
* Üye.
* Vücut parçası, organ.aza çoğa bakmamak * olanla yetinmek. aza sormuşlar: “nereye?” “çoğun yanına” demiş * küçük kazançların bile hep varlıklıkimselere düştüğü inancını belirtir. azade * Başı boş, erkin, serbest.
* Başı boş, erkin, serbest olarak gürültüden azade yaşamak.azade azade * bir şeyden kurtulmuş, uzak. azadelik * Azade olma durumu, serbestlik. azalma * Azalmak işi, eksilme, tenakus. azalmak * Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek.
* Etkisini yitirmek, hafiflemek.azaltma * Azaltmak işi. azaltmak * Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kırmak.
* Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek.azamet * Ululuk, büyüklük.
* Gurur.
* Görkem, heybet.
* Debdebe.
* Çalım, kurum, tekebbür. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 115
azamet satmak * büyüklük taslamak, çalım satmak, böbürlenmek. azametli * Ulu, çok büyük.
* Gururlu.
* Görkemli, heybetli.
* Debdebeli.
* Çalımlı, kurumlu.azamî * En büyük, en yüksek, en çok, maksimum. azap * (Müslümanlıkta) Dünyada günah işlemişolanlara ahrette verilecek ceza.
* Organik veya ruhî büyük sıkıntı, ezinç.azap * (Anadolu’nun birçok bölgesinde) Çiftlik uşağı.
* Anadolu beyliklerinde donanmadaki görevlerde kullanılan asker.azap çekmek * ahrette ceza görmek.
* çok büyük sıkıntıya uğramak.azap vermek * acıçektirmek, üzmek. azar * Paylama. azar azar * Süreyi uzatarak, yavaşyavaş, az az.
* Küçük ölçülerle.azar işitmek * azarlanmak. azarlama * Azarlamak işi, paylama. azarlamak * Paylamak, tekdir etmek. azarlanma * Azarlanmak işi, paylanma. azarlanmak * Azarlamak işine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karşılaşmak. azarlatma * Azarlatmak işi. azarlatmak * Azarlamak işini yaptırmak veya azarlanmasına yol açmak. azat * Serbest bırakma.
* Okullarda paydos.
* Serbest bırakılmışolan.azat etmek * serbest bırakmak, salıvermek.
* (köle ve cariyeler için) özgürlüğünü geri vermek.azat eylemek * azat etmek. azatlı * Azat edilmiş(cariye veya köle). azatlık * Azat olma durumu, serbestlik.
* Azat edilme vakti gelmişolan (cariye, köle).azatsız * Azat edilemez. azca * Oldukça az. azdırılma * Azdırılmak işi. azdırılmak * Azmasına yol açmak. azdırma * Azdırmak işi. azdırmak * Azmasına sebep olmak.
* Azgın duruma getirmek.
* Şımartmak.
* Kötü davranışveya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak.azelya * Açalya. Azerbaycanlı * Azerbaycan halkından olan kimse. Azerî * Azerbaycan Cumhuriye’tinde ve güney Azerbaycan’da (İran’da) yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan
olan kimse.
* Azerî halkına özgü olan, Azerî halkı ile ilgili (olan).Azerîce * Azerbaycan Türkçesi. azgın * Azmışolan.
* (ten için) Çabuk iltihaplanan, yarasıhemen kapanmayan.
* (çocuk için) Çok yaramaz.
* Cinsel istekleri aşırı olan.azgınlaşma * Azgınlaşmak işi. azgınlaşmak * Azgın duruma gelmek.
* Cinsel istekleri aşırılaşmak.azgınlık * Azgın olma durumu. azı * Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beşer tane bulunan ve yiyecekleri
öğütmeye yarayan dişlerin ortak adı, azıdişi, öğütücü diş.
* Öküz arabalarında ön ve arka yastıklarıdingile bağlayan ağaç çivi.azıçoğa saymak (veya tutmak) * verilen küçük bir armağanıçok ve değerli kabul etmek. azıdişi * Azı. azıcık * Çok az, biraz.
* (süre ve miktar için) Az olarak, biraz.azıcık aşım kaygısız başım * derdim olmasın da başka bir şey istemem. azık * Yiyecek, besin, gıda. azıklı * Azığı olan.
* Yoksullarıdoyuran.azıklık * Azık olarak ayrılan veya hazırlanan yiyecekler.
* Azık koymaya yarayan kap veya torba.
* Hemen yemek üzere, harman zamanından önce biçilip savrulan ekin.azılı * Gözü bir şeyden yılmayan, azgın.
* Şiddetli, korkunç, çok etkili.azımsama * Azımsamak işi. azımsamak * Bir şeyin umulduğundan az olduğu yargısına varmak, daha fazlasını istemek, az görmek, az bulmak. azınlık * Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrıve ötekilerden sayıca az olanlar, ekalliyet, çoğunluk
karşıtı.
* Bir ülkede egemen ulusa göre ayrısoydan ve sayıca az olan topluluk, ekalliyet.azınlık hükûmeti * Mecliste çoğunluğu olmayan bir partinin kurduğu hükûmet. azınlıkta kalmak * bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karşıdüşünceye oy verenlerden daha az olmak. azışma * Azışmak işi. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 116
azışmak * Gittikçe kızışmak, şiddetlenmek. azıştırma * Azıştırmak işi. azıştırmak * Azışmasına yol açmak. azıtma * Azıtmak işi. azıtmak * Azgın duruma getirmek.
* Çığırından çıkarmak.azil * Görevden alma. azim * Bir işteki engelleri yenme kararı. azimet * Gidiş. azimet etmek * gitmek, yola çıkmak. azimkârane * Kararlı.
* Kararlılıkla, kararlı olarak.azimli * Kararında, tutumunda direnen, kararlı. azit * Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleşiklere verilen ad. aziz * Sevgide üstün tutulan, muazzez.
* Ermiş, eren.azize * Ermişkadın. aziziye * Sultan Abdülaziz’in ve devlet adamlarının giydiği fes. azizlik * Aziz olma durumu.
* Muziplik.azizlik etmek * muziplik etmek. azledilme * Azledilmek işi. azledilmek * Görevden alınmak. azletme * Azletmek işi. azletmek * Bir görevliyi işinden ayırıp açıkta bırakmak, görevden almak, çıkarmak. azlık * Az olma durumu.
* Azınlık.azlolunma * Azlolunmak işi. azlolunmak * Görevinden alınmak, görevinden çıkarılmak. azma * Azmak işi.
* İki ayrıırkın karışmasından doğan, kırma, melez, metis.azmak * Küçük su birikintisi, gölcük.
* Bataklık.azmak * Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğünü artırmak.
* (deniz, ırmak vb. için) Kabarmak, taşmak.
* (yara, hastalık vb. için) Etkili, tehlikeli duruma gelmek.
* Cinsel duygularıartmak.
* (çamaşır) Artık ağartılamaz duruma gelmek.
* (hayvanlar için) İki ayrıırktan doğmak.azman * Çok gelişmiş.
* Azma.
* Kerestelik tomruk.azman kaya * Kaya balığının bir çeşidi. azmanlaşma * Azmanlaşmak işi. azmanlaşmak * İrileşmek, kocaman duruma gelmek. azmetme * Azmetmek işi. azmetmek * Bir işteki engelleri yenmeye karar vermişolmak. azmettirme * Azmettirmek işi. azmettirmek * Bir suçu veya herhangi bir işi kesinlikle yapmasına karar verdirmek. azmışkudurmuştan beterdir * “coşkun ve heyecana kapılmışkimseyi zaptetmek zordur” anlamında kullanılır. aznavur * Gürcüce, iri “yarı” “kırıcı” sinirli, asık yüzlü, sert kimse. aznavur gibi * zalimce davranan. aznif * Bir tür domino oyunu. azoik * İçinde fosil bulunmayan (toprak).
* En eski jeolojik (sistem).azol * Heterosiklik birleşiklerin önemli bir sınıfına verilen ad. azonal * Yeryüzünün herhangi bir noktasında enleme bağlı olmaksızın meydana gelen olay. azot * Atom numarası7, atom ağırlığı14,008 olan, havada beşte dört oranında bulunan, rengi, kokusu, tadı
olmayan element. KısaltmasıN.azotlama * Azotlamak işi.
* Azotlu besin almayan bitki veya hayvanların dokularındaki serbest azotu tespit etme işi.azotlamak * Azotla karıştırmak veya birleştirmek. azotlanmış * Azotlama işlemi yapılmış. azotlu * İçinde azot bulunan. azotometre * Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygıt. azotölçer * Azotometre. Azrail * Tanrı buyruğu ile insanların canınıalmakla görevli olduğuna inanılan melek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 117
Azrail’e bir can borcu olmak (veya kalmak) * nasıl olsa öleceğini kabul etmek.
* hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak.Azrail’in elinden kurtulmak * ölümden kurtulmak. Azrail’le burun buruna gelmek * ölümle karşıkarşıya gelmek. azvay * Sarısabır. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 104
Avrupaî * Avrupalılara vergi, Avrupalılara benzer, Avrupalılar gibi. Avrupalı * Avrupa’da yaşayan, Avrupa halkından olan kimse.
* Avrupa’ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).Avrupalılaşma * Avrupalılaşmak. Avrupalılaşmak * Avrupalıların düşünce, davranışve yaşantılarını benimsemek. Avrupalılık * Çağdaşolma, düşünce ve davranışta batıölçülerinde bulunma. Avşar * Bkz. Afşar. avuç * Elin iç tarafı.
* Elin yarıyumulmuşdurumu.
* Yarıyumulmuşelin alacağımiktar.avuç (veya el) açmak * dilenmek, para istemek, yardım istemek. avuç avuç * Her defasında bir avuç.
* (para için) Bol bol, pek çok.
* Avuçlayarak.avuç dolusu * (para için) Pek çok. avuç içi * Elin parmak dipleri ile bilek arasındaki iç bölümü. avuç içi kadar * pek küçük, dar (yer). avuçlama * Avuçlamak işi. avuçlamak * Avuçla kavramak, avuçla almak. avukat * Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını
aramayı, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartlarıtaşıyan kimse.
* Gerekmediği hâlde başkasının savunmasınıüstlenen kimse.avukat tutmak * adlî işlemleri gereğince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kılmak. avukatlık * Avukat mesleği.
* Avukatın yaptığı iş.
* Gereksiz, boşsavunma.avunç * Acının hafiflemesi veya unutulması, avuntu, teselli. avundurma * Avundurmak işi. avundurmak * Oyalanmasını sağlamak.
* Acısınıhafifletmek, acısınıunutturmak, teselli etmek.avunma * Avunmak işi, teselli. avunmak * Bir şeyle uğraşarak acısınıunutmak, sıkıntılardan uzaklaşmak, teselli bulmak, müteselli olmak.
* Oyalanmak; yetinmek.
* (hayvan) Gebe kalmak.avuntu * İnsanıavutan şey, teselli. avurdu avurduna geçmek * çok zayıflamak. avurt * Yanağın ağız boşluğu hizasına gelen bölümü. avurt satmak (veya avurt zavurt etmek) * beceremeyeceği şeyleri becerebilecekmişgibi konuşmak.
* korkutucu büyük sözler söylemek.avurt şişirmek * yanağın iç tarafındaki boşluğu su veya havayla doldurup şişkin duruma getirmek. avurt ünsüzü * Dil ucunun ön damağa veya art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses: Dil, bel, el, dal,
bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.avurtlama * Avurtlamak işi. avurtlamak * Büyülenmek.
* Çalım satmak, yüksekten atmak.avurtlarıçökmek (veya avurtları birbirine geçmek) * çok zayıfladığıyüzünden belli olmak. avurtlu * Çalım satan, yüksekten atan. Avustralya kara tavuğu * Serçegillerden, erkeğinin kuyruğu lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuşu (Maenura superba). Avustralyalı * Avustralya kökenli olan (kimse). Avusturyalı * Avusturya kökenli olan (kimse). avutma * Avutmak işi, teselli. avutmak * (bir kimsenin acısınıveya sıkıntısını) Yatıştırmak, teselli etmek.
* Oyalamak.avutucu * Avutan, teselli eden. avutulma * Avutulmak işi. avutulmak * Avutmak işine konu olmak. Ay * Yer yuvarlağının uydusu olan gök cismi, kamer.
* Yılın on iki bölümünden her biri.
* Art arda gelen iki yeni ay arasında geçen süre.
* Bir ayın herhangi bir gününden ertesi ayın aynı gününe kadar geçen veya yaklaşık 30 gün olarak kabul
edilen süre.ay * Birdenbire duyulan acı, ağrıveya şaşırma, ürkme veya sevinç anlatır. -ay / -ey * İsimden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb. -ay / -ey, y * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb. ay ağılı * Ayın aylası, hale. ay aydın, hesap belli * anlaşılmayacak bir şey yok, hesap ortada, açık. ay balığı * Ay balığı gillerden, 3 m boyunda, görünüşü balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
Akdeniz’de yaşayan bir balık türü, pervane balığı, kemer balığı(Mola mola).ay balığı giller * Kemikli balıklar takımının çengel çeneliler alt takımına giren bir familya. ay balta * Ağzıyarım daire biçiminde olan balta, teber. ay çekirdeği * Ay çiçeğinin tohumu.
* Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeşidi.