Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 105

    ay dede * (çocuk dilinde) Ay.
    ay dedeye misafir olmak * gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek.
    ay dönümü * Aybaşı.
    ay evi * Ayla.
    ay gibi * Bkz. ay parçası.
    ay harmanlanmak * ayın çevresinde ayla oluşmak.
    ay ışığı * Ayın yeryüzüne verdiği ışık.
    * Ayın dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.
    ay karanlığı * Bulutlar arkasında kalan ayın yaydığıhafif aydınlık.
    ay modülü * Gözlem araçlarını içinde taşıyan, ay araştırmaları için kullanılan ve ay yüzüne yumuşak inişyapan araç.
    ay örümceği * Ay modülü.
    ay parçası(gibi) * (kadın veya kız için) çok güzel.
    ay takvimi * Ayın gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi.
    Ay tutulması * Yer yuvarlağının Güneşile Ay arasına girmesiyle, Ay’ın yer yuvarlağı gölgesinde kalması, husuf.
    ay yıldız * Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlıyıldızdan oluşmuşsimge.
    ay yılı * Ayın on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat).
    aya * Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı.
    * Yaprakların düz ve parlak bölümü.
    ayağa düşmek * işe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak.
    ayağa fırlamak * hızla ayağa kalkmak.
    ayağa kaldırmak * telâşve heyecana düşürmek.
    ayağa kalkmak * ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek.
    * telâşlanmak, telâşa kapılmak, heyecanlanmak.
    * (hasta) iyi olmak, iyileşmek.
    * saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek.
    ayağı(veya ayakları) dolaşmak * yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak.
    ayağı(veya ayakları) suya ermek * bir gerçeği anlayarak aklı başına gelmek.
    ayağıalışmak (veya alışmamak) * bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek).
    ayağıdüşmek * Bkz. yolu düşmek.
    ayağıdüze basmak * güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek.
    ayağı ile (veya kendi ayağı ile) gelmek * kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek.
    ayağıuğurlu * geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kişi).
    ayağıüzengide * hemen yola çıkmak üzere olan.
    ayağıyerden kesilmek * ayağıyere değmez olmak.
    * bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak.
    ayağıyürüten baştır * halkın düzen içinde çalışmasını baştakiler sağlar.
    ayağına (veya ayaklarına) kapanmak * alçalırcasına yalvarmak.
    * bağışlanmak için yalvarmak.
    ayağına (veya bacağına) geçirmek * aceleyle bir şeyi giymek.
    ayağına bağolmak * (biri) bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak.
    ayağına bağvurmak * önüne bir engel çıkarmak.
    ayağına çabuk * bir yere alışılandan daha kısa sürede gidip gelen.
    ayağına çağırmak * yanına gelmesini istemek.
    ayağına çelme takmak * biri yürürken ayaklarıarasına ayak uzatıp düşürmek.
    * (birinin) işinde yükselmesine engel olmak.
    ayağına dolanmak (veya dolaşmak) * başkasına yapmayıtasarladığıkötülük kendi başına gelmek.
    * işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak.
    ayağına düşmek * çok yalvarmak.
    ayağına gelmek * alçak gönüllülük göstererek birinin yanına gelmek.
    * emek çekilmeden elde edilmek.
    ayağına getirmek * sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanına gelmesini sağlamak.
    ayağına gitmek * alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak.
    ayağına ip takmak * bir kimseyi çekiştirmek.
    ayağına kira istemek * gelmeye nazlanmak, gitmeye üşenmek.
    ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? * ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz.
    ayağına üşenmemek * hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak.
    ayağında donu yok, fesleğen ister (veya takar) başına * yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister.
    ayağını(veya ayaklarını) altına almak * tek bacağını(veya bacaklarını) kıvırıp üzerine oturmak.
    ayağını(veya ayaklarını) öpeyim * yalvarırım.
    ayağınıalamamak * ağrıveya uyuşma dolayısıyla ayağını oynatamamak.
    * alışılan bir yere gitmekten kendini alamamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 106

    ayağını bağlamak * engel olmak.
    ayağını çekmek * sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek.
    ayağınıdenk almak * başkalarının kendisine yapması ihtimali bulunan kötülüklere karşıuyanık davranmak.
    * dikkat.
    ayağınıdenk basmak * dikkatli ve uyanık davranmak.
    ayağını giymek * ayakkabısını giymek.
    ayağınıkaydırmak * bir yolunu bulup birini işinden veya görevinden uzaklaştırmak.
    ayağınıkesmek * bir yere gitmez olmak, uğramamak.
    * başkasını bir yere artık uğramaz duruma getirmek.
    ayağınısürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
    * bir yerden uzaklaşmak üzere bulunmak.
    * halk inanışına göre bir kimsenin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.
    * ölmek üzere olmak.
    ayağınıtek almak * bir işte iyi düşünüp dikkatli davranmak.
    ayağınıvurmak * ayakkabıayağınıyara etmek.
    ayağınıyorganına göre uzatmak * giderini gelirine uydurmak.
    ayağının (veya ayaklar) altında * (yüksek bir yerden) geniş bir alanı görür durumda.
    ayağının (veya ayaklarının) altınıöpeyim * “pek çok yalvarırım” anlamında kullanılır.
    ayağının altına almak * tekme ile dövmek.
    ayağının altına karpuz kabuğu koymak * bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle işinden uzaklaştırmak.
    ayağının bağınıçözmek * karısını boşamak.
    * serbest davranmasınıengelleyen ilişkilere son vermek.
    ayağının bastığıyerde ot bitmez * uğradığıyere bereketsizlik, uğursuzluk getirir.
    ayağının pabucu olamamak * değerce ondan çok aşağı olmak.
    ayağının pabucunu başına giymek * dengi olmayan bir kimseyle evlenmek.
    * değersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.
    ayağının tozu ile * yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden.
    ayağının tozunu silmeden * henüz yoldan gelmişken.
    ayağının türabı olmak * bir kimse başka bir kimseye kul gibi bağlanıp onun her emrini yerine getirmek.
    ayak * Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü.
    * Bacak.
    * Birtakım şeylerin yerden yüksekçe durmasınısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri.
    * Vücudun belden aşağı bölümü.
    * Büyük bir ırmağa karışan ikinci derecedeki akarsuların her biri.
    * Göl ayağı.
    * Yürüyüşün ağırlık veya çabukluk derecesi.
    * Basamak.
    * Halk edebiyatında uyak.
    * Halk edebiyatında koşuklarda kısa yedekli dizelere verilen ad.
    * Yarım arşın veya 30,5 cm uzunluğundaki ölçü birimi, kadem.
    * 30,4 cm değerinde İngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut.
    * (buzdolabıölçülerinde) İngiliz ölçüsü fut’un kübü alınarak hesaplanan değer.
    * Bir doğrunun başka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta.
    * Aşağıdüzeyde, sıradan, bayağı.
    ayak atmak * girmek.
    * ilk kez gitmek.
    ayak atmamak * bir yere hiç gitmemek, uğramamak.
    ayak ayak üstüne atmak * otururken bir bacağınıötekinin üstüne almak.
    ayak bağı * Bir yere veya bir işe gidilmesine engel olan şey.
    ayak basmak * bir yere varmak, ulaşmak.
    * girmek, gelmek, uğramak.
    * (bir yere veya mesleğe) girmek, bağlanmak.
    ayak basmamak * bir yere hiç uğramamak.
    ayak bileği * Baldır kemikleriyle tarak kemikleri arasında bulunan ve yedi kemikten oluşan ayağın arka bölümü.
    ayak çekmek * kandırmaya çalışmak, avutmak.
    ayak değiştirmek * talim yürüyüşünde kısa bir adım atmak yolu ile adımlarını başkalarınınkine uydurmak.
    ayak diremek * bir düşünceyi, bir davranışısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan şaşmamak.
    ayak divanı * Olağanüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padişahın katılmasıyla bir konuyu görüşmek ve karara
    bağlamak için yapılan toplantı, ayakta toplanan meclis.
    * Ayakta yapılan sohbet.
    ayak işi * Birtakım getir götür işleri.
    ayak izi * Herhangi bir zemin üzerinde ayağın bıraktığı iz.
    ayak keseri * Ayakta durarak ağaç yontmaya elverişli uzun saplıkeser.
    ayak kirası * Bir haber veya eşya getirene emeğine karşılık verilen para, ayak teri.
    ayak makinesi * Ayak yardımı ile işletilen makine.
    ayak oyunu * Hile.
    ayak satıcısı * Gezgin satıcı.
    ayak sürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
    * gönderilen yere isteği ile gitmemek.
    ayak takımı * Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayısıyla toplum içinde aşağıdurumda olan kişiler.
    ayak tarağı * Bkz. tarak.
    ayak tedavisi * Ayakta oluşan bir hastalığın veya rahatsızlığın tedavisi.
    * Ayakta tedavi.
    ayak teri * Ayak parmaklarıarasından çıkan pis kokulu salgı.
    * Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası.
    ayak topu * Futbol.
    ayak tutmak * mani yarışmalarında karşısındakine uyması gereken uyağıvermek.
    ayak ucu * Yatanın veya yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü, yeri.
    * Ayak parmak uçlarının oluşturduğu dar dayanak yüzeyi.
    ayak uydurmak * yürüyüşte adım atışını başkalarınınkine uydurmak.
    * kendi gidişve davranışını başkasınınkine benzetmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 107

    ayak vermek * âşık atışmalarında dinleyicilerden biri uyak belirtmek.
    ayak yalın * Yalın ayak.
    ayak yapmak * birini aldatmak, kandırmak için dalavere çevirmek.
    ayakaltı * Gelip geçenlerin çok olduğu yer.
    ayakaltına almak * hakir görülmek, gözden çıkarılmak.
    ayakaltında bırakmak * ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak.
    ayakaltında dolaşmak * bir işe yaramadığıhâlde herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak.
    ayakbastı * Bir yere dışarıdan gelen insan ve eşyadan alınan vergi, toprakbastı.
    ayakçak * Merdiven, merdiven basamağı.
    * Dokuma tezgâhıayaklığı.
    * Çocukların, cambazların ayaklarına takıp yürüdükleri çifte sırık.
    ayakçı * Ayak işlerinde kullanılan kimse.
    * Bir işsüresince tutulan hizmetçi.
    * Gezici satıcı, çerçi.
    ayakçın * Dokuma tezgâhlarında atkı ipliklerini hareket ettirmek için ayakla basılan tahta ayaklık.
    ayakkabı * Özellikle sokakta ayağıkorumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanıklımaddelerden yapılan ayak
    giyeceği, pabuç.
    ayakkabıvurmak * (ayakkabı) ayağızedelemek, ayağırahatsız etmek.
    ayakkabıcı * Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu.
    * Ayakkabısatılan yer.
    ayakkabıcılık * Ayakkabıcının işi, pabuççuluk.
    ayakkabılarını çevirmek * konuk ayakkabılarını gidişyönüne doğru düzgün biçimde sıralamak.
    * bazıdavranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.
    ayakkabılık * Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı.
    * Ayakkabıyapmaya elverişli olan (deri, kösele gibi şeyler).
    ayaklama * Ayaklamak işi.
    ayaklamak * Ayakla ölçmek.
    ayaklandırma * Ayaklandırmak işi.
    ayaklandırmak * Ayaklanmak işini yaptırmak.
    ayaklanma * Ayaklanmak işi.
    * Birçok kimsenin cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmesi, başkaldırma, isyan, kıyam.
    ayaklanmak * (çocuk için) Yürümeye başlamak.
    * (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek.
    * Ayağa kalkıp gitmeye davranmak.
    * (birçok kimse) Cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.
    * Uyanmak, uyanıp kalkmak.
    ayaklar altına almak * önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek.
    ayaklar baş, başlar ayak olmak * değersiz kimseler başa geçip, değerli kimseler ise en geride bırakılmak.
    ayaklarıdolaşmak * yürürken ayakları birbirine takılmak.
    ayakları geri geri gitmek * bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek.
    ayaklarıyere değmemek * çok sevinmek.
    ayaklarına (veya ayağına) kara su (veya sular) inmek * uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak.
    ayaklarınısürümek * güçlükle yürümek, ayağınısürümek.
    ayaklarınıyerden kesmek * bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak.
    ayaklarının (veya ayağının) ucuna basmak * çok yavaş, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek.
    ayaklı * Ayağı olan.
    * Bir destekle yere dayanan.
    * Ayakla işletilen.
    ayaklıcanavar * Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk.
    ayaklıkoşma * Halk şiirinde müstezat tarzında söylenen deyiş.
    ayaklıkütüphane * Pek çok konuda bilgisi olan, çok şey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse.
    ayaklımani * Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü.
    ayaklık * Ayakla işletilen makinelerde ayağın bastığıyer, pedal.
    * Ayak basacak yer.
    * Ayakçak.
    * Taban.
    ayaksız * Ayağı olmayan.
    ayaksızlar * Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sınıfının en ilkel yapılıtürlerini içine alan bir takım.
    ayakta * Ayağa kalkmışdurumda.
    * Telâşlı, heyecanlı.
    ayakta kalmak * oturacak yer bulamamak.
    * yıkılmamak, çökmemek.
    * değerini yitirmemek, önemini korumak.
    ayakta tedavi * hastanın yatağa yatırılması gerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapılan tedavi.
    ayakta tutmak * oturtmak gerekirken oturtmamak.
    * bozulmasına, yıkılmasına, çökmesine engel olmak.
    * bir kuruluşun yaşamasını sağlamak.
    ayakta tutmak * o şeyin sürekliliğini sağlamak.
    ayakta uyumak * aşırıdalgın, şaşkın veya yorgun olmak.
    ayaktan * (kesim hayvanları için) canlı olarak.
    ayaktaş * Arkadaş, yoldaş; hempa.
    ayakucu * Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiği doğrultudaki alt yön.
    ayaküstü * Oturmadan, ayakta durarak; kısa sürede.
    * Acele olarak.
    * Hazır yemek, festfut.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 108

    ayaküzeri * Ayaküstü.
    ayakyolu * İnsanın besin artıklarıyla idrarını boşalttığıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memişhane, kenef, tuvalet.
    ayal * Karı, eş.
    ayan * Belli, açık.
    âyan * İleri gelenler.
    * Senato üyeleri.
    ayan beyan * Besbelli, apaçık, açık seçik.
    ayan olmak * belli olmak, bilinir olmak.
    ayandon * 18 Ocak’ta başlayan bir fırtına.
    ayar * Bir aygıtın gereken işi yapabilmesi durumu.
    * Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
    * Altın, gümüşgibi madenlerden yapılmışşeylerin saflık derecesi.
    * Bir işveya bir davranışta gereken ölçü.
    * Değer derecesi.
    ayar etmek * (bir aygıtın) çalışmasınıdüzeltmek, düzenli işler duruma getirmek.
    ayarcı * Esnafın kullandığıölçü aletlerini denetleyen görevli.
    ayarı bozuk * Belli bir ayarı olmayan.
    * Ahlâk, karakter veya aklıyerinde olmayan.
    ayarlama * Ayarlamak işi.
    ayarlamak * Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak.
    * Bir aygıtı belli bir işyapabilecek duruma getirmek.
    * İşleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanında bitirecek biçimde düzenlemek.
    * Kandırmak.
    ayarlanma * Ayarlanmak işi.
    ayarlanmak * Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek.
    ayarlatma * Ayarlatmak işi.
    ayarlatmak * Ayar ettirmek.
    ayarlı * (saat ve makine için) Ayarlanmış, doğru çalışmasısağlanmış, düzeltilmiş, düzenli, doğru.
    * (altın ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı olan.
    ayarlıpense * Vida, cıvata ve musluk aksamınısıkıştırmak amacıyla kullanılan, ağız açıklığı ayarlanabilen özel alet.
    ayarsız * Ayarıyapılmamış, ayarı bozuk, düzensiz.
    * Davranışlarıölçüsüz.
    * (altın ve gümüşiçin) Belli bir ayarı olmayan.
    ayarsızlık * Ayarsız olma durumu.
    * Ölçüsüzlük, düzensizlik.
    ayartı * Baştan çıkarma.
    ayartıcı * Baştan çıkaran, doğru yoldan saptıran, ayartan.
    ayartıcılık * Ayartıcının yaptığı iş.
    ayartılma * Ayartılmak işi.
    ayartılmak * Ayartmak işine konu olmak.
    ayartma * Ayartmak işi.
    ayartmak * Baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak.
    * Kandırmak.
    * Birini, çalıştığıyerden ayırıp başkasının yanında çalışmaya kandırmak.
    ayaz * Duru, sakin havada çıkan kuru soğuk.
    * (hava ve gece için) Soğuk.
    ayaz kesmek * uzun süre soğukta kalıp üşümek.
    ayaz paşa kol geziyor * dışarıda çok soğuk var.
    ayaz vurmak * (sebze ve meyveler için) donmak.
    ayaza çekmek * kışın kuru soğuk artmak.
    ayazda kalmak * soğukta kalmak.
    * boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.
    ayazlama * Ayazlamak işi.
    ayazlamak * (hava) Ayaza çevirmek.
    * Ayazda kalıp üşümek.
    * Boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.
    ayazlandırılma * Ayazlandırılmak durumu.
    ayazlandırılmak * Ayazlanmasısağlanmak.
    ayazlandırılmışrakı * Halk inanışına göre sıtma tedavisinde kullanılmak üzere rakının açılarak balkonda veya dışarıda bekletilmiş
    hâli.
    ayazlandırma * Ayazlandırmak durumu.
    ayazlandırmak * Ayazlanmasını sağlamak.
    ayazlanma * Ayazlanmak işi.
    ayazlanmak * Ayazda bırakılıp soğumak.
    ayazlatma * Ayazlatmak işi.
    ayazlatmak * Soğukta bekletmek.
    * Ayazda soğutmak.
    ayazlık * Evlerde serinlemek için kullanılan önü açık yer, tahtaboş, balkon, taraça.
    ayazma * Rumların kutsal saydıklarıkaynak veya pınar.
    aybaşı * Ayın ilk günü, ay dönümü.
    * Ayın ilk günü.
    aybaşı olmak * (kadının) ayda bir döl yatağından kan gelmek, âdet görmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 109

    aybeay * Aydan aya, ay ay olarak.
    ayça * Ayın ilk günlerinde aldığıyay biçimi, hilâl.
    * Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapılmışay yıldızlısüs, alem.
    ayçiçeği * Birleşikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiştirilen bir bitki, gün çiçeği, günebakan;
    gündöndü (Helianthus annuus).
    * Bu bitkinin yağçıkarılan tohumu.
    ayçiçeği yağı * Ay çiçeğinden çıkarılan yağ.
    ayçöreği * İçine tarçın, ceviz konularak ay biçiminde yapılmışçörek.
    ayda yılda bir * çok seyrek olarak.
    aydemir * Yüzü yay biçiminde bir çeşit keser.
    aydın * Işık alan, ışıklı, aydınlık.
    * Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver.
    * Kolayca anlaşılacak kadar açık (söz veya yazı), vazıh.
    aydınger * Parlak yüzeyli, saydam, mimarlıkta çizim için kullanılan özel bir kâğıt.
    aydınlanma * Aydınlanmak işi.
    * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür.
    * Bir yüzeyin, karşısına konulan eşit ışık kaynaklarının sayısı ile orantılı olarak aydınlık görünmesi.
    aydınlanmak * Aydınlık olmak.
    * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.
    aydınlatıcı * Aydınlık verici.
    * Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren.
    aydınlatılma * Aydınlatılmak işi.
    aydınlatılmak * Aydınlatmak işine konu olmak.
    aydınlatma * Aydınlatmak işi.
    * Sahnelerin ışıklandırılması işi.
    aydınlatmak * Karanlığı giderip görünür duruma getirmek.
    * Bir sorun üzerine bilgi vermek.
    aydınlık * Bir yeri aydınlatan güç, ışık.
    * Işık alan.
    * Kolay anlaşılacak derecede açık olan, vazıh.
    * Kötülükten uzak, temiz, saf.
    * Bir yapının ortasına gelen oda ve öbür bölümlerin ışık alması için, damın ortasından zemine kadar açılan
    boşluk.
    aydınlıkölçer * Aydınlıklarıölçmeye yarayan aygıt, lüksmetre.
    ayet * Kur’an surelerini oluşturan cümlelerden her biri.
    aygın * Bitkin.
    aygın baygın * Güçsüz, çok yorgun, bitkin.
    * Duyguda ölçüyü kaçırmış.
    * Kendinden geçercesine âşık, vurgun.
    aygır * Damızlık erkek at.
    aygır deposu * Aygırların bakıldığı büyük ahır.
    aygır gibi * iri yarıcüsseli, güçlü (kimse).
    aygıt * Birçok parçadan yapılmışalet, cihaz.
    * Vücutta belirli bir görevin sağlanmasına yarayan organların hepsi, cihaz.
    * Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluşturulan ve bazı belli deneylerin yapılmasına yarayan takım.
    ay-gün takvimi * Güneşin görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim.
    ay-gün yılı * Hem ay evreleri değişimi hem de güneşin gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alınarak düzenlenmiş
    olan takvim yılı.
    ayı * Memelilerin et obur takımından, beşparmaklı, tabanlarına basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü
    bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos).
    * Kaba saba.
    ayı balığı * Fok.
    ayı gibi * iri yarı.
    * kaba, anlayışsız (kimse).
    ayı gördüm, yıldıza itibarım (veya minnetim) yok * bir şeyin en iyisine alıştıktan sonra ondan aşağı olanlar beni doyuramaz.
    ayı görmeden bayram etme * bir işgerçekleşmeden ona oldu gözüyle bakılıp sevinilmemelidir.
    ayı gülü * İki çenekliler sınıfının düğün çiçeğigiller familyasından bir şakayık türü (Peconia corollina).
    ayıüzümü * Fundagillerden, küçük taneli yemişler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi).
    ayıyavrusu ile oynuyor * iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakasıyapmasıveya gücünü onda denemesi karşısında
    ayıplama yollu söylenir.
    ayıyürüyüşü * Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme.
    ayı bacağı * Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi.
    ayı bınıyüzüne vurmak * birinin kusurunu yüzüne söylemek.
    ayı boğan * İri yarı, kaba ve anlayışsız (kimse).
    ayıcı * Ayı oynatmayı işedinen kimse.
    * Sert, kaba ve hoyrat (kimse).
    ayıcılık * Ayıcının işi, mesleği.
    ayı giller * Memeli et oburlardan, ayıları içine alan bir familya.
    ayık * Sarhoşluğu veya baygınlığı geçmişolan.
    * Sarhoşluğu geçmiş bir biçimde.
    * Anlayışlı, uyanık.
    ayıkla pirincin taşını! * bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılır.
    ayıklama * Ayıklamak işi.
    ayıklamak * Bir şeyin içinden, işe yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayırıp çıkarmak,
    temizlemek.
    * Bir görevde gereksiz görülenleri işinden ayırmak.
    ayıklanma * Ayıklanmak işi.
    * Yaşayan varlıklarda ortamın şartlarına en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması, uyamayanların
    yok olması, ıstıfa.
    ayıklanmak * Ayıklamak işine konu olmak.
    ayıklatma * Ayıklatmak işi.
    ayıklatmak * Ayıklamak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 110

    ayıklık * Ayık olma durumu.
    ayıkmak * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek.
    ayıkulağı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula).
    ayılık * Kabalık, kaba davranış.
    ayılık etmek * kaba davranmak.
    ayılıp bayılmak * birini kendinden geçercesine sevmek.
    * aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek.
    ayılma * Ayılmak işi.
    ayılmak * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
    * aklı başına gelip gerçeği görmek.
    ayıltı * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk.
    ayıltma * Ayıltmak işi.
    ayıltmak * Ayılmasını sağlamak.
    -ayım / -eyim * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb.
    ayın * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf.
    ayın on dördü * Dolunay.
    ayın on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadın veya kız).
    ayınga * Kaçak tütün, tütün.
    ayıngacı * Tütün kaçakçısı.
    ayıngacılık * Tütün kaçakçılığı.
    ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir.
    ayınlarıçatlatmak * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak.
    ayıp * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.
    * Kusur, eksiklik.
    * Utanç veren.
    ayıp etmek (veya yapmak) * yakışıksızca davranmak.
    ayıp yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler.
    ayıplama * Ayıplamak işi, takbih.
    ayıplamak * Kınamak, takbih etmek.
    ayıplanma * Ayıplanmak işi.
    ayıplanmak * Ayıplamak işine konu olmak.
    ayıplı * Ayı bı, kusuru olan.
    ayıpsız * Ayı bı, kusuru olmayan.
    ayıptır söylemesi * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için
    kullanılır.
    * övünmek gibi olmasın ama.
    ayıraç * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar.
    ayıran * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan.
    ayırıcı * Ayırma özelliği veya gücü olan.
    ayırım * Ayırmak işi.
    ayırım yapmak * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek.
    ayırım yaratmak * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak.
    ayırımlama * Ayırım yapmak işi.
    ayırımlamak * Ayırım yapmak.
    ayırma * Ayırmak işi.
    ayırmaç * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika.
    ayırmak * Bölmek.
    * Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
    * Bir yeri bir engelle bölmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Nitelik değişikliğini anlamak.
    * Seçmek.
    * İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak.
    * Farklıdavranmak, fark gözetmek.
    * (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek.
    ayırt edilmek * Ayırt etmek işine konu olmak.
    ayırt etmek * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek.
    ayırtı * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans.
    ayırtma * Ayırtmak işi.
    ayırtmak * Ayırmak işini yaptırmak.
    ayırtman * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına
    katılan görevli, mümeyyiz.
    ayırtmanlık * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik.
    ayıt * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m
    boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus).
    ayıya kaval çalmak * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 96

    aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı.
    aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi.
    aşırılık * Aşırı olma durumu.
    aşırılma * Aşırılmak işi.
    aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak.
    aşırıntı * Aşırılmışolan (şey).
    aşırma * Aşırmak işi.
    * Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
    benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
    * Aşırılmış.
    * Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
    * Küçük kazan, kova, bakraç.
    aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember.
    aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
    * Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.
    aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
    * Çalıp götürmek.
    * Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
    * Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.
    aşırmasyon * Çalma, aşırma.
    aşırtı * Aşırma işi.
    aşırtma * Aşırtmak işi.
    aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
    * Aşırmak.
    aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmamış(bitki).
    aşıt * Siper, kuytu yer.
    * Aşılacak yer.
    * Dağgeçidi.
    aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan.
    aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek.
    aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek.
    aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan.
    aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
    * Bilinen, tanıdık olan.
    aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
    * Tanışıklığı gösterir davranış.
    aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.
    aşiret * Oymak.
    aşiyan * Kuşyuvası.
    * Ev, oturulan yer, mesken.
    aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi.
    aşk etmek * hızla vurmak.
    aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez.
    aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
    * Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
    * Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.
    aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek.
    aşka düşmek * âşık olmak.
    aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek.
    aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
    * Benzerlerinden üstün.
    * Çok, fazla.
    aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi.
    aşlama * Bkz. Aşılama.
    aşlamak * Bkz. Aşılamak.
    aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
    * Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
    * Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.
    aşma * Aşmak işi.
    aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
    * (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
    * (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
    * Görünmeden kaçmak.
    aşna * Aşina.
    aşna fişne * Gizli dost.
    * Gizli dostluk.
    aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
    yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.
    aştırma * Aştırmak işi.
    aştırmak * Aşmak işini yaptırmak.
    aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı.
    aşure ayı * Muharrem ayı.
    aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü.
    aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
    * Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.
    aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot.
    aşüftelik * Aşüfte olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 97

    At * Astatin’in kısaltması.
    at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
    * Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.
    -at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb.
    at anası * Bkz. atlar anası.
    at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak.
    at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır.
    at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır.
    at cambazı * At alıp satan kimse.
    * Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.
    at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak.
    at çevirmek * geri döndürmek.
    at donu * Atın tüyünün rengi.
    at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın).
    at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
    * Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.
    at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam).
    at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak.
    at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
    hippocastanum).
    * Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.
    at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası.
    at koşturacak kadar * pek geniş.
    at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak.
    at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan.
    at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer.
    at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük.
    at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz.
    at oynatmak * atla hüner göstermek.
    * yarışmak.
    * bildiği ve istediği gibi davranmak.
    at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü.
    at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
    kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).
    at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok.
    ata * Baba.
    * Dedelerden ve büyük babalardan her biri.
    ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak.
    atabek * Bkz. atabey.
    atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
    yönetimi ile görevli vezir.
    atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
    ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.
    atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak.
    ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik.
    ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal.
    atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
    * Geveze, yalancı.
    atak * Atılım, akın.
    * Saldırı, saldırış, hücum, hamle.
    atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak.
    ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et.
    atalet * Tembellik.
    * İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.
    atalık * Ataya yakışır davranış, babalık.
    atama * Atamak işi, tayin.
    atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.
    ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan.
    atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme.
    atanma yapmak * tayin etmek.
    atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.
    ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik.
    atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
    şiryan.
    atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 98

    atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal.
    atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
    göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.
    ataş * Tutacak.
    ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı.
    ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
    * Ataşenin görev yaptığıyer.
    Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist.
    Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
    egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
    yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
    * Bu ilkeye bağlılık.
    atavik * Atacılıkla ilgili.
    atavizm * Atacılık.
    atbalığı * Su aygırı.
    atçı * Soy at yetiştiricisi.
    atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar.
    ate * Ateist.
    atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması.
    ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme.
    ateh getirmek * bunamak.
    ateist * Tanrıtanımaz.
    ateizm * Tanrıtanımazlık.
    atelye * Bkz. atölye.
    aterina * Gümüş balığı.
    ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
    * Tutuşmuşolan cisim.
    * Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
    * Patlayıcısilâhların atılması.
    * Vücut ısısı.
    * Coşkunluk.
    * Tehlike, felâket.
    * Büyük üzüntü, acı.
    * Kırmızı, alev renginde olan.
    * Öfke, hırs, hınç.
    ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak.
    ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
    * (ateşli silâh) patlamak.
    * telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.
    ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.
    ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
    ateş balığı * Sardalye.
    ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek.
    ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca).
    ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı.
    ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak.
    ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).
    ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez.
    ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak.
    ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
    atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.
    ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi.
    ateşgibi * çok sıcak.
    * zeki, çalışkan ve becerikli.
    * kıpkırmızı.
    ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek.
    ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat.
    ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
    * Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.
    ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
    * (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.
    ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek.
    ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi.
    ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır.
    ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır.
    ateşpahası * Çok pahalı.
    ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
    * Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
    * Çok yaramaz (çocuk).
    ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
    * çok öfkeli olmak.
    ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek.
    ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla.
    ateşvermek * tutuşturmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 99

    ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
    * çevresindekilere ağır sözler söylemek.
    ateş! * ateşetmek için verilen komut.
    ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
    * Ateşle hüner gösteren oyuncu.
    ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
    kimse.
    ateşçilik * Ateşçinin işi.
    ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek.
    ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen.
    ateşe tutmak * az ısıtmak.
    * üzerine ateşli silâhla mermi atmak.
    ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
    * bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
    * aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
    * bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.
    ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak.
    ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir.
    ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak.
    ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak.
    ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak.
    ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak.
    ateşin * Ateşli, coşkun.
    ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak.
    ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
    * derece ile ateşi ölçmek.
    * acıyı, yanmayıazaltmak.
    ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke.
    ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
    söylenir.
    ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak.
    ateşleme * Ateşlemek işi.
    ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
    * Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
    * Kışkırtmak, heveslendirmek.
    ateşlendirme * Ateşlendirmek işi.
    ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.
    ateşlenme * Ateşlenmek işi.
    ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
    * Vücut ısısıartmak.
    * Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.
    ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda.
    ateşletme * Ateşletmek işi.
    ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak.
    ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
    * Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.
    ateşli * Ateşi olan.
    * Coşkun, coşturucu, coşkulu.
    * Cinsel istekleri güçlü olan.
    ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli.
    ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh.
    ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer.
    ateşlilik * Ateşli olma durumu.
    ateşperest * Ateşe tapan.
    ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum.
    atfen * Mal ederek, yükleyerek.
    atfetme * Atfetmek işi, isnat.
    atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
    * Yöneltmek, çevirmek.
    atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası.
    atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır.
    atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
    * Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.
    atıcılık * Atıcı olma durumu.
    * Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
    * Yalancılık, uydurmacılık.
    atıf * Yöneltme, çevirme.
    * İlişkili bulma.
    atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
    * Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.
    atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık.
    atık * Atılmış, atılan.
    atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
    hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 100

    atık su * Evlerde, işyerlerinde kullanımdan dolayıkirlenen ve bina dışına sevkedilen pis su.
    atıl * Tembel.
    * İşsiz, aylak.
    * Etkisiz, işe yaramaz.
    * Bkz. süreduran.
    atılgan * Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
    * Girişken.
    atılganlık * Atılgan olma durumu.
    atılım * İleri atılma, atılma işi.
    * Hızla ilerleme, hamle, savlet.
    * Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.
    * Sayıkazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum.
    atılımcı * Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci.
    atılış * Atılmak işi veya biçimi, atılma.
    atılma * Atılmak işi.
    atılmak * Atmak işine konu olmak.
    * Saldırmak, hücum etmek.
    * Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak.
    * Bir işe girişmek, başlamak.
    * Patlamak.
    atım * Atmak işi.
    * Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık.
    atımcı * Pamuğu, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç.
    atımcılık * Atımcının işi, hallaçlık.
    atımlık * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı.
    * Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.
    atın ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağınıanlatır.
    atınısağlam kazığa bağlamak * eşeğini sağlam kazığa bağlamak.
    atıp (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak.
    * abartmalıkonuşmak.
    atış * Atmak işi veya biçimi.
    * Bir silâhın mermisini amaca ulaştırmak için gereken işve bilgi.
    * (kalp, nabız için) Vuruş, çarpış.
    atışyeri * Silâh atma alıştırmalarıyapılan yer, poligon.
    atışma * Atışmak işi.
    * Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.
    atışmak * Ağız kavgasıetmek.
    * Kendisine dargın olan bir kimseye barışıkmışgibi söz söylemek.
    * Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düşürmek amacıyla karşılıklıdeyişsöylemek.
    atıştırma * Atıştırmak işi.
    atıştırma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer.
    atıştırmak * Acele olarak yemek veya içmek.
    * (yağmur veya kar) Serpiştirmek.
    atıştırmalık * Atıştırmaya yarayan.
    ati * Gelecek.
    atik * Çabuk davranan, çevik.
    atik * Eski, eski zamanla ilgili.
    atik tetik * Çabuk hareket edebilen, çevik.
    atiklik * Çabukluk, çeviklik.
    atkı * Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü.
    * Bazıkadın ayakkabılarında ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
    * Büyük yaba.
    * Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eşik.
    * Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atılan iplik, argaç.
    atkı iplik * Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği.
    atkılama * Atkılamak işi.
    atkılamak * Dokuma tezgâhlarında mekikle atkıatmak, argaçlamak.
    atkılı * Atkısı olan.
    atkuyruğu * Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan bir
    bitki (Equisetum arvense).
    * Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıklarısaç biçimi.
    atkuyruğugiller * Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası.
    atla arpayıdövüştürmek (veya dalaştırmak) * fesat karıştırmak, ara bozanlık etmek.
    atladı geçti Genç Osman! * bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığınıanlatır.
    atlama * Atlamak işi.
    * Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
    veya belli bir yükseklikten aşırma.
    * Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.
    atlama beygiri * Yüksekliği 1.70’e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı.
    atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse.
    atlama taşı * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç.
    atlama taşıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak.
    atlamak * Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak.
    * Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
    * Binmek.
    * (basında) Haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek.
    * Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi işlerde bazı bölümleri bırakıp geçmek.
    * Sınıfı okumadan geçmek.
    * Yanılmak, aldanmak.
    * Çıkmak, inmek.
    atlambaç * Çocukların atlama oyunu.
    atlandırma * Atlandırmak işi.
    atlandırmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek.
    atlangıç * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlama taşı.
    atlanılma * Atlanılmak işi.
    atlanılmak * Atlanmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 101

    atlanma * Atlanmak işi.
    atlanmak * Ata binmek veya at edinmek.
    atlanmak * Atlamak işi yapılmak.
    atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın.
    atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir.
    atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür.
    atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş.
    atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
    vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
    * Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.
    atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs.
    atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller.
    atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi.
    atlatılma * Atlatılmak işi.
    atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak.
    atlatma * Atlatmak işi.
    atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
    * Kötü bir durumu geçiştirmek.
    * Savmak.
    * Savsaklamak.
    * Aldatmak.
    * (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.
    atlaya zıplaya * atlayarak.
    * istekle, isteyerek.
    atlet * Atletizmle uğraşan kimse.
    atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı.
    atletik * Atletleri ilgilendiren.
    * Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.
    atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
    başına yapılan vücut çalışmaları.
    atlı * Atı olan.
    * Ata binmişkimse, süvari.
    * Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.
    atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis).
    atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek.
    atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı.
    atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
    eğlence aracı.
    atma * Atmak işi.
    atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız.
    atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
    * Sapan.
    atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
    * Bir şeyi yere doğru bırakmak.
    * (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
    * Koymak.
    * Yerleştirmek, bir kenara koymak.
    * Uzatmak.
    * Bir yerden başka bir yere taşımak.
    * (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
    * (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
    * (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
    * (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
    * Örtmek.
    * (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
    * Sözle sataşmak.
    * Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
    * İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
    * Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
    * Çıkarmak, dışarıya vermek.
    * Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
    * Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
    * İçki içmek.
    * Bilmeden, kestirerek söylemek.
    * Yalan veya abartmalısöz söylemek.
    * Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
    * (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
    * (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
    * Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
    * Değerini eksiltmek.
    * (renk için) Solmak.
    * Söylemek.
    * Göndermek, yollamak.
    * Haykırmak, bağırmak.
    * Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
    * Götürmek, sahiplenmek.
    atmasyon * Uydurma, palavra.
    atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse).
    atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu.
    atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.
    atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
    * Hava yuvarı.
    * İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
    * Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
    sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).
    atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç.
    atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî.
    atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada.
    atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
    parçacık.
    * (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.
    atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı.
    atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba.
    atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ.
    atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
    elektron yüklü merkez bölümü.
    atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji.
    atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı.
    atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen.
    atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.
    atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı.
    atomal * Atomlarla ilgili olan.
    atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
    * Atomla ilgili.
    atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti.