ay dede | * (çocuk dilinde) Ay. |
ay dedeye misafir olmak | * gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek. |
ay dönümü | * Aybaşı. |
ay evi | * Ayla. |
ay gibi | * Bkz. ay parçası. |
ay harmanlanmak | * ayın çevresinde ayla oluşmak. |
ay ışığı | * Ayın yeryüzüne verdiği ışık. * Ayın dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap. |
ay karanlığı | * Bulutlar arkasında kalan ayın yaydığıhafif aydınlık. |
ay modülü | * Gözlem araçlarını içinde taşıyan, ay araştırmaları için kullanılan ve ay yüzüne yumuşak inişyapan araç. |
ay örümceği | * Ay modülü. |
ay parçası(gibi) | * (kadın veya kız için) çok güzel. |
ay takvimi | * Ayın gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi. |
Ay tutulması | * Yer yuvarlağının Güneşile Ay arasına girmesiyle, Ay’ın yer yuvarlağı gölgesinde kalması, husuf. |
ay yıldız | * Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlıyıldızdan oluşmuşsimge. |
ay yılı | * Ayın on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat). |
aya | * Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı. * Yaprakların düz ve parlak bölümü. |
ayağa düşmek | * işe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak. |
ayağa fırlamak | * hızla ayağa kalkmak. |
ayağa kaldırmak | * telâşve heyecana düşürmek. |
ayağa kalkmak | * ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek. * telâşlanmak, telâşa kapılmak, heyecanlanmak. * (hasta) iyi olmak, iyileşmek. * saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek. |
ayağı(veya ayakları) dolaşmak | * yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak. |
ayağı(veya ayakları) suya ermek | * bir gerçeği anlayarak aklı başına gelmek. |
ayağıalışmak (veya alışmamak) | * bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek). |
ayağıdüşmek | * Bkz. yolu düşmek. |
ayağıdüze basmak | * güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek. |
ayağı ile (veya kendi ayağı ile) gelmek | * kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek. |
ayağıuğurlu | * geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kişi). |
ayağıüzengide | * hemen yola çıkmak üzere olan. |
ayağıyerden kesilmek | * ayağıyere değmez olmak. * bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak. |
ayağıyürüten baştır | * halkın düzen içinde çalışmasını baştakiler sağlar. |
ayağına (veya ayaklarına) kapanmak | * alçalırcasına yalvarmak. * bağışlanmak için yalvarmak. |
ayağına (veya bacağına) geçirmek | * aceleyle bir şeyi giymek. |
ayağına bağolmak | * (biri) bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak. |
ayağına bağvurmak | * önüne bir engel çıkarmak. |
ayağına çabuk | * bir yere alışılandan daha kısa sürede gidip gelen. |
ayağına çağırmak | * yanına gelmesini istemek. |
ayağına çelme takmak | * biri yürürken ayaklarıarasına ayak uzatıp düşürmek. * (birinin) işinde yükselmesine engel olmak. |
ayağına dolanmak (veya dolaşmak) | * başkasına yapmayıtasarladığıkötülük kendi başına gelmek. * işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak. |
ayağına düşmek | * çok yalvarmak. |
ayağına gelmek | * alçak gönüllülük göstererek birinin yanına gelmek. * emek çekilmeden elde edilmek. |
ayağına getirmek | * sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanına gelmesini sağlamak. |
ayağına gitmek | * alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak. |
ayağına ip takmak | * bir kimseyi çekiştirmek. |
ayağına kira istemek | * gelmeye nazlanmak, gitmeye üşenmek. |
ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? | * ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz. |
ayağına üşenmemek | * hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak. |
ayağında donu yok, fesleğen ister (veya takar) başına | * yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister. |
ayağını(veya ayaklarını) altına almak | * tek bacağını(veya bacaklarını) kıvırıp üzerine oturmak. |
ayağını(veya ayaklarını) öpeyim | * yalvarırım. |
ayağınıalamamak | * ağrıveya uyuşma dolayısıyla ayağını oynatamamak. * alışılan bir yere gitmekten kendini alamamak. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 105
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 106
ayağını bağlamak * engel olmak. ayağını çekmek * sık sık gittiği bir yere artık uğramaz olmak, ilgiyi kesmek. ayağınıdenk almak * başkalarının kendisine yapması ihtimali bulunan kötülüklere karşıuyanık davranmak.
* dikkat.ayağınıdenk basmak * dikkatli ve uyanık davranmak. ayağını giymek * ayakkabısını giymek. ayağınıkaydırmak * bir yolunu bulup birini işinden veya görevinden uzaklaştırmak. ayağınıkesmek * bir yere gitmez olmak, uğramamak.
* başkasını bir yere artık uğramaz duruma getirmek.ayağınısürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
* bir yerden uzaklaşmak üzere bulunmak.
* halk inanışına göre bir kimsenin gelmesi, ardından başkalarının da gelmesine yol açmak.
* ölmek üzere olmak.ayağınıtek almak * bir işte iyi düşünüp dikkatli davranmak. ayağınıvurmak * ayakkabıayağınıyara etmek. ayağınıyorganına göre uzatmak * giderini gelirine uydurmak. ayağının (veya ayaklar) altında * (yüksek bir yerden) geniş bir alanı görür durumda. ayağının (veya ayaklarının) altınıöpeyim * “pek çok yalvarırım” anlamında kullanılır. ayağının altına almak * tekme ile dövmek. ayağının altına karpuz kabuğu koymak * bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle işinden uzaklaştırmak. ayağının bağınıçözmek * karısını boşamak.
* serbest davranmasınıengelleyen ilişkilere son vermek.ayağının bastığıyerde ot bitmez * uğradığıyere bereketsizlik, uğursuzluk getirir. ayağının pabucu olamamak * değerce ondan çok aşağı olmak. ayağının pabucunu başına giymek * dengi olmayan bir kimseyle evlenmek.
* değersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.ayağının tozu ile * yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden. ayağının tozunu silmeden * henüz yoldan gelmişken. ayağının türabı olmak * bir kimse başka bir kimseye kul gibi bağlanıp onun her emrini yerine getirmek. ayak * Bacakların bilekten aşağıda bulunan ve yere basan bölümü.
* Bacak.
* Birtakım şeylerin yerden yüksekçe durmasınısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri.
* Vücudun belden aşağı bölümü.
* Büyük bir ırmağa karışan ikinci derecedeki akarsuların her biri.
* Göl ayağı.
* Yürüyüşün ağırlık veya çabukluk derecesi.
* Basamak.
* Halk edebiyatında uyak.
* Halk edebiyatında koşuklarda kısa yedekli dizelere verilen ad.
* Yarım arşın veya 30,5 cm uzunluğundaki ölçü birimi, kadem.
* 30,4 cm değerinde İngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut.
* (buzdolabıölçülerinde) İngiliz ölçüsü fut’un kübü alınarak hesaplanan değer.
* Bir doğrunun başka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta.
* Aşağıdüzeyde, sıradan, bayağı.ayak atmak * girmek.
* ilk kez gitmek.ayak atmamak * bir yere hiç gitmemek, uğramamak. ayak ayak üstüne atmak * otururken bir bacağınıötekinin üstüne almak. ayak bağı * Bir yere veya bir işe gidilmesine engel olan şey. ayak basmak * bir yere varmak, ulaşmak.
* girmek, gelmek, uğramak.
* (bir yere veya mesleğe) girmek, bağlanmak.ayak basmamak * bir yere hiç uğramamak. ayak bileği * Baldır kemikleriyle tarak kemikleri arasında bulunan ve yedi kemikten oluşan ayağın arka bölümü. ayak çekmek * kandırmaya çalışmak, avutmak. ayak değiştirmek * talim yürüyüşünde kısa bir adım atmak yolu ile adımlarını başkalarınınkine uydurmak. ayak diremek * bir düşünceyi, bir davranışısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan şaşmamak. ayak divanı * Olağanüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padişahın katılmasıyla bir konuyu görüşmek ve karara
bağlamak için yapılan toplantı, ayakta toplanan meclis.
* Ayakta yapılan sohbet.ayak işi * Birtakım getir götür işleri. ayak izi * Herhangi bir zemin üzerinde ayağın bıraktığı iz. ayak keseri * Ayakta durarak ağaç yontmaya elverişli uzun saplıkeser. ayak kirası * Bir haber veya eşya getirene emeğine karşılık verilen para, ayak teri. ayak makinesi * Ayak yardımı ile işletilen makine. ayak oyunu * Hile. ayak satıcısı * Gezgin satıcı. ayak sürümek * verilen bir işi ağırdan almak.
* gönderilen yere isteği ile gitmemek.ayak takımı * Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayısıyla toplum içinde aşağıdurumda olan kişiler. ayak tarağı * Bkz. tarak. ayak tedavisi * Ayakta oluşan bir hastalığın veya rahatsızlığın tedavisi.
* Ayakta tedavi.ayak teri * Ayak parmaklarıarasından çıkan pis kokulu salgı.
* Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası.ayak topu * Futbol. ayak tutmak * mani yarışmalarında karşısındakine uyması gereken uyağıvermek. ayak ucu * Yatanın veya yatılan bir yerin ayak uzatılan yönü, yeri.
* Ayak parmak uçlarının oluşturduğu dar dayanak yüzeyi.ayak uydurmak * yürüyüşte adım atışını başkalarınınkine uydurmak.
* kendi gidişve davranışını başkasınınkine benzetmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 107
ayak vermek * âşık atışmalarında dinleyicilerden biri uyak belirtmek. ayak yalın * Yalın ayak. ayak yapmak * birini aldatmak, kandırmak için dalavere çevirmek. ayakaltı * Gelip geçenlerin çok olduğu yer. ayakaltına almak * hakir görülmek, gözden çıkarılmak. ayakaltında bırakmak * ezilmesine, yok olmasına göz yummak, korumamak. ayakaltında dolaşmak * bir işe yaramadığıhâlde herkesin işine engel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak. ayakbastı * Bir yere dışarıdan gelen insan ve eşyadan alınan vergi, toprakbastı. ayakçak * Merdiven, merdiven basamağı.
* Dokuma tezgâhıayaklığı.
* Çocukların, cambazların ayaklarına takıp yürüdükleri çifte sırık.ayakçı * Ayak işlerinde kullanılan kimse.
* Bir işsüresince tutulan hizmetçi.
* Gezici satıcı, çerçi.ayakçın * Dokuma tezgâhlarında atkı ipliklerini hareket ettirmek için ayakla basılan tahta ayaklık. ayakkabı * Özellikle sokakta ayağıkorumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanıklımaddelerden yapılan ayak
giyeceği, pabuç.ayakkabıvurmak * (ayakkabı) ayağızedelemek, ayağırahatsız etmek. ayakkabıcı * Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu.
* Ayakkabısatılan yer.ayakkabıcılık * Ayakkabıcının işi, pabuççuluk. ayakkabılarını çevirmek * konuk ayakkabılarını gidişyönüne doğru düzgün biçimde sıralamak.
* bazıdavranışlarla konuğu gitmeye zorlamak.ayakkabılık * Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı.
* Ayakkabıyapmaya elverişli olan (deri, kösele gibi şeyler).ayaklama * Ayaklamak işi. ayaklamak * Ayakla ölçmek. ayaklandırma * Ayaklandırmak işi. ayaklandırmak * Ayaklanmak işini yaptırmak. ayaklanma * Ayaklanmak işi.
* Birçok kimsenin cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmesi, başkaldırma, isyan, kıyam.ayaklanmak * (çocuk için) Yürümeye başlamak.
* (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek.
* Ayağa kalkıp gitmeye davranmak.
* (birçok kimse) Cebir ve şiddet kullanarak devlet güçlerine karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.
* Uyanmak, uyanıp kalkmak.ayaklar altına almak * önem verilmesi gereken şeyleri hiçe saymak, çiğnemek. ayaklar baş, başlar ayak olmak * değersiz kimseler başa geçip, değerli kimseler ise en geride bırakılmak. ayaklarıdolaşmak * yürürken ayakları birbirine takılmak. ayakları geri geri gitmek * bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek. ayaklarıyere değmemek * çok sevinmek. ayaklarına (veya ayağına) kara su (veya sular) inmek * uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak. ayaklarınısürümek * güçlükle yürümek, ayağınısürümek. ayaklarınıyerden kesmek * bir taşıta binerek yürümekten kurtulmak. ayaklarının (veya ayağının) ucuna basmak * çok yavaş, sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek. ayaklı * Ayağı olan.
* Bir destekle yere dayanan.
* Ayakla işletilen.ayaklıcanavar * Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk. ayaklıkoşma * Halk şiirinde müstezat tarzında söylenen deyiş. ayaklıkütüphane * Pek çok konuda bilgisi olan, çok şey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse. ayaklımani * Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü. ayaklık * Ayakla işletilen makinelerde ayağın bastığıyer, pedal.
* Ayak basacak yer.
* Ayakçak.
* Taban.ayaksız * Ayağı olmayan. ayaksızlar * Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sınıfının en ilkel yapılıtürlerini içine alan bir takım. ayakta * Ayağa kalkmışdurumda.
* Telâşlı, heyecanlı.ayakta kalmak * oturacak yer bulamamak.
* yıkılmamak, çökmemek.
* değerini yitirmemek, önemini korumak.ayakta tedavi * hastanın yatağa yatırılması gerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapılan tedavi. ayakta tutmak * oturtmak gerekirken oturtmamak.
* bozulmasına, yıkılmasına, çökmesine engel olmak.
* bir kuruluşun yaşamasını sağlamak.ayakta tutmak * o şeyin sürekliliğini sağlamak. ayakta uyumak * aşırıdalgın, şaşkın veya yorgun olmak. ayaktan * (kesim hayvanları için) canlı olarak. ayaktaş * Arkadaş, yoldaş; hempa. ayakucu * Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiği doğrultudaki alt yön. ayaküstü * Oturmadan, ayakta durarak; kısa sürede.
* Acele olarak.
* Hazır yemek, festfut. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 108
ayaküzeri * Ayaküstü. ayakyolu * İnsanın besin artıklarıyla idrarını boşalttığıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memişhane, kenef, tuvalet. ayal * Karı, eş. ayan * Belli, açık. âyan * İleri gelenler.
* Senato üyeleri.ayan beyan * Besbelli, apaçık, açık seçik. ayan olmak * belli olmak, bilinir olmak. ayandon * 18 Ocak’ta başlayan bir fırtına. ayar * Bir aygıtın gereken işi yapabilmesi durumu.
* Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
* Altın, gümüşgibi madenlerden yapılmışşeylerin saflık derecesi.
* Bir işveya bir davranışta gereken ölçü.
* Değer derecesi.ayar etmek * (bir aygıtın) çalışmasınıdüzeltmek, düzenli işler duruma getirmek. ayarcı * Esnafın kullandığıölçü aletlerini denetleyen görevli. ayarı bozuk * Belli bir ayarı olmayan.
* Ahlâk, karakter veya aklıyerinde olmayan.ayarlama * Ayarlamak işi. ayarlamak * Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak.
* Bir aygıtı belli bir işyapabilecek duruma getirmek.
* İşleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanında bitirecek biçimde düzenlemek.
* Kandırmak.ayarlanma * Ayarlanmak işi. ayarlanmak * Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek. ayarlatma * Ayarlatmak işi. ayarlatmak * Ayar ettirmek. ayarlı * (saat ve makine için) Ayarlanmış, doğru çalışmasısağlanmış, düzeltilmiş, düzenli, doğru.
* (altın ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı olan.ayarlıpense * Vida, cıvata ve musluk aksamınısıkıştırmak amacıyla kullanılan, ağız açıklığı ayarlanabilen özel alet. ayarsız * Ayarıyapılmamış, ayarı bozuk, düzensiz.
* Davranışlarıölçüsüz.
* (altın ve gümüşiçin) Belli bir ayarı olmayan.ayarsızlık * Ayarsız olma durumu.
* Ölçüsüzlük, düzensizlik.ayartı * Baştan çıkarma. ayartıcı * Baştan çıkaran, doğru yoldan saptıran, ayartan. ayartıcılık * Ayartıcının yaptığı iş. ayartılma * Ayartılmak işi. ayartılmak * Ayartmak işine konu olmak. ayartma * Ayartmak işi. ayartmak * Baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak.
* Kandırmak.
* Birini, çalıştığıyerden ayırıp başkasının yanında çalışmaya kandırmak.ayaz * Duru, sakin havada çıkan kuru soğuk.
* (hava ve gece için) Soğuk.ayaz kesmek * uzun süre soğukta kalıp üşümek. ayaz paşa kol geziyor * dışarıda çok soğuk var. ayaz vurmak * (sebze ve meyveler için) donmak. ayaza çekmek * kışın kuru soğuk artmak. ayazda kalmak * soğukta kalmak.
* boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.ayazlama * Ayazlamak işi. ayazlamak * (hava) Ayaza çevirmek.
* Ayazda kalıp üşümek.
* Boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.ayazlandırılma * Ayazlandırılmak durumu. ayazlandırılmak * Ayazlanmasısağlanmak. ayazlandırılmışrakı * Halk inanışına göre sıtma tedavisinde kullanılmak üzere rakının açılarak balkonda veya dışarıda bekletilmiş
hâli.ayazlandırma * Ayazlandırmak durumu. ayazlandırmak * Ayazlanmasını sağlamak. ayazlanma * Ayazlanmak işi. ayazlanmak * Ayazda bırakılıp soğumak. ayazlatma * Ayazlatmak işi. ayazlatmak * Soğukta bekletmek.
* Ayazda soğutmak.ayazlık * Evlerde serinlemek için kullanılan önü açık yer, tahtaboş, balkon, taraça. ayazma * Rumların kutsal saydıklarıkaynak veya pınar. aybaşı * Ayın ilk günü, ay dönümü.
* Ayın ilk günü.aybaşı olmak * (kadının) ayda bir döl yatağından kan gelmek, âdet görmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 109
aybeay * Aydan aya, ay ay olarak. ayça * Ayın ilk günlerinde aldığıyay biçimi, hilâl.
* Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapılmışay yıldızlısüs, alem.ayçiçeği * Birleşikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiştirilen bir bitki, gün çiçeği, günebakan;
gündöndü (Helianthus annuus).
* Bu bitkinin yağçıkarılan tohumu.ayçiçeği yağı * Ay çiçeğinden çıkarılan yağ. ayçöreği * İçine tarçın, ceviz konularak ay biçiminde yapılmışçörek. ayda yılda bir * çok seyrek olarak. aydemir * Yüzü yay biçiminde bir çeşit keser. aydın * Işık alan, ışıklı, aydınlık.
* Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver.
* Kolayca anlaşılacak kadar açık (söz veya yazı), vazıh.aydınger * Parlak yüzeyli, saydam, mimarlıkta çizim için kullanılan özel bir kâğıt. aydınlanma * Aydınlanmak işi.
* Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür.
* Bir yüzeyin, karşısına konulan eşit ışık kaynaklarının sayısı ile orantılı olarak aydınlık görünmesi.aydınlanmak * Aydınlık olmak.
* Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.aydınlatıcı * Aydınlık verici.
* Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren.aydınlatılma * Aydınlatılmak işi. aydınlatılmak * Aydınlatmak işine konu olmak. aydınlatma * Aydınlatmak işi.
* Sahnelerin ışıklandırılması işi.aydınlatmak * Karanlığı giderip görünür duruma getirmek.
* Bir sorun üzerine bilgi vermek.aydınlık * Bir yeri aydınlatan güç, ışık.
* Işık alan.
* Kolay anlaşılacak derecede açık olan, vazıh.
* Kötülükten uzak, temiz, saf.
* Bir yapının ortasına gelen oda ve öbür bölümlerin ışık alması için, damın ortasından zemine kadar açılan
boşluk.aydınlıkölçer * Aydınlıklarıölçmeye yarayan aygıt, lüksmetre. ayet * Kur’an surelerini oluşturan cümlelerden her biri. aygın * Bitkin. aygın baygın * Güçsüz, çok yorgun, bitkin.
* Duyguda ölçüyü kaçırmış.
* Kendinden geçercesine âşık, vurgun.aygır * Damızlık erkek at. aygır deposu * Aygırların bakıldığı büyük ahır. aygır gibi * iri yarıcüsseli, güçlü (kimse). aygıt * Birçok parçadan yapılmışalet, cihaz.
* Vücutta belirli bir görevin sağlanmasına yarayan organların hepsi, cihaz.
* Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluşturulan ve bazı belli deneylerin yapılmasına yarayan takım.ay-gün takvimi * Güneşin görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim. ay-gün yılı * Hem ay evreleri değişimi hem de güneşin gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alınarak düzenlenmiş
olan takvim yılı.ayı * Memelilerin et obur takımından, beşparmaklı, tabanlarına basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü
bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos).
* Kaba saba.ayı balığı * Fok. ayı gibi * iri yarı.
* kaba, anlayışsız (kimse).ayı gördüm, yıldıza itibarım (veya minnetim) yok * bir şeyin en iyisine alıştıktan sonra ondan aşağı olanlar beni doyuramaz. ayı görmeden bayram etme * bir işgerçekleşmeden ona oldu gözüyle bakılıp sevinilmemelidir. ayı gülü * İki çenekliler sınıfının düğün çiçeğigiller familyasından bir şakayık türü (Peconia corollina). ayıüzümü * Fundagillerden, küçük taneli yemişler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi). ayıyavrusu ile oynuyor * iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakasıyapmasıveya gücünü onda denemesi karşısında
ayıplama yollu söylenir.ayıyürüyüşü * Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme. ayı bacağı * Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi. ayı bınıyüzüne vurmak * birinin kusurunu yüzüne söylemek. ayı boğan * İri yarı, kaba ve anlayışsız (kimse). ayıcı * Ayı oynatmayı işedinen kimse.
* Sert, kaba ve hoyrat (kimse).ayıcılık * Ayıcının işi, mesleği. ayı giller * Memeli et oburlardan, ayıları içine alan bir familya. ayık * Sarhoşluğu veya baygınlığı geçmişolan.
* Sarhoşluğu geçmiş bir biçimde.
* Anlayışlı, uyanık.ayıkla pirincin taşını! * bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılır. ayıklama * Ayıklamak işi. ayıklamak * Bir şeyin içinden, işe yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayırıp çıkarmak,
temizlemek.
* Bir görevde gereksiz görülenleri işinden ayırmak.ayıklanma * Ayıklanmak işi.
* Yaşayan varlıklarda ortamın şartlarına en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması, uyamayanların
yok olması, ıstıfa.ayıklanmak * Ayıklamak işine konu olmak. ayıklatma * Ayıklatmak işi. ayıklatmak * Ayıklamak işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 110
ayıklık * Ayık olma durumu. ayıkmak * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek. ayıkulağı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula). ayılık * Kabalık, kaba davranış. ayılık etmek * kaba davranmak. ayılıp bayılmak * birini kendinden geçercesine sevmek.
* aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek.ayılma * Ayılmak işi. ayılmak * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
* aklı başına gelip gerçeği görmek.ayıltı * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk. ayıltma * Ayıltmak işi. ayıltmak * Ayılmasını sağlamak. -ayım / -eyim * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb. ayın * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf. ayın on dördü * Dolunay. ayın on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadın veya kız). ayınga * Kaçak tütün, tütün. ayıngacı * Tütün kaçakçısı. ayıngacılık * Tütün kaçakçılığı. ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir. ayınlarıçatlatmak * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak. ayıp * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.
* Kusur, eksiklik.
* Utanç veren.ayıp etmek (veya yapmak) * yakışıksızca davranmak. ayıp yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler. ayıplama * Ayıplamak işi, takbih. ayıplamak * Kınamak, takbih etmek. ayıplanma * Ayıplanmak işi. ayıplanmak * Ayıplamak işine konu olmak. ayıplı * Ayı bı, kusuru olan. ayıpsız * Ayı bı, kusuru olmayan. ayıptır söylemesi * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için
kullanılır.
* övünmek gibi olmasın ama.ayıraç * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar. ayıran * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan. ayırıcı * Ayırma özelliği veya gücü olan. ayırım * Ayırmak işi. ayırım yapmak * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek. ayırım yaratmak * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak. ayırımlama * Ayırım yapmak işi. ayırımlamak * Ayırım yapmak. ayırma * Ayırmak işi. ayırmaç * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika. ayırmak * Bölmek.
* Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
* Bir yeri bir engelle bölmek.
* Birbirinden uzaklaştırmak.
* Nitelik değişikliğini anlamak.
* Seçmek.
* İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak.
* Farklıdavranmak, fark gözetmek.
* (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek.ayırt edilmek * Ayırt etmek işine konu olmak. ayırt etmek * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek. ayırtı * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans. ayırtma * Ayırtmak işi. ayırtmak * Ayırmak işini yaptırmak. ayırtman * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına
katılan görevli, mümeyyiz.ayırtmanlık * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik. ayıt * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m
boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus).ayıya kaval çalmak * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 96
aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı. aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi. aşırılık * Aşırı olma durumu. aşırılma * Aşırılmak işi. aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak. aşırıntı * Aşırılmışolan (şey). aşırma * Aşırmak işi.
* Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
* Aşırılmış.
* Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
* Küçük kazan, kova, bakraç.aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember. aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
* Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
* Çalıp götürmek.
* Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
* Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.aşırmasyon * Çalma, aşırma. aşırtı * Aşırma işi. aşırtma * Aşırtmak işi. aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
* Aşırmak.aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmamış(bitki).aşıt * Siper, kuytu yer.
* Aşılacak yer.
* Dağgeçidi.aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan. aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek. aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek. aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan. aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
* Bilinen, tanıdık olan.aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
* Tanışıklığı gösterir davranış.aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek. aşiret * Oymak. aşiyan * Kuşyuvası.
* Ev, oturulan yer, mesken.aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi. aşk etmek * hızla vurmak. aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez. aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
* Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
* Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek. aşka düşmek * âşık olmak. aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek. aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
* Benzerlerinden üstün.
* Çok, fazla.aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi. aşlama * Bkz. Aşılama. aşlamak * Bkz. Aşılamak. aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
* Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
* Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.aşma * Aşmak işi. aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
* (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
* (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
* Görünmeden kaçmak.aşna * Aşina. aşna fişne * Gizli dost.
* Gizli dostluk.aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.aştırma * Aştırmak işi. aştırmak * Aşmak işini yaptırmak. aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı. aşure ayı * Muharrem ayı. aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü. aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
* Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot. aşüftelik * Aşüfte olma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 97
At * Astatin’in kısaltması. at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
* Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.-at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb. at anası * Bkz. atlar anası. at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak. at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır. at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır. at cambazı * At alıp satan kimse.
* Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak. at çevirmek * geri döndürmek. at donu * Atın tüyünün rengi. at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın). at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
* Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam). at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak. at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
hippocastanum).
* Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası. at koşturacak kadar * pek geniş. at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak. at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan. at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer. at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük. at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz. at oynatmak * atla hüner göstermek.
* yarışmak.
* bildiği ve istediği gibi davranmak.at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü. at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok. ata * Baba.
* Dedelerden ve büyük babalardan her biri.ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak. atabek * Bkz. atabey. atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
yönetimi ile görevli vezir.atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak. ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik. ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal. atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
* Geveze, yalancı.atak * Atılım, akın.
* Saldırı, saldırış, hücum, hamle.atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak. ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et. atalet * Tembellik.
* İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.atalık * Ataya yakışır davranış, babalık. atama * Atamak işi, tayin. atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek. ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan. atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme. atanma yapmak * tayin etmek. atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek. ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik. atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
şiryan.atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 98
atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal. atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.ataş * Tutacak. ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı. ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
* Ataşenin görev yaptığıyer.Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist. Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
* Bu ilkeye bağlılık.atavik * Atacılıkla ilgili. atavizm * Atacılık. atbalığı * Su aygırı. atçı * Soy at yetiştiricisi. atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar. ate * Ateist. atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması. ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme. ateh getirmek * bunamak. ateist * Tanrıtanımaz. ateizm * Tanrıtanımazlık. atelye * Bkz. atölye. aterina * Gümüş balığı. ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
* Tutuşmuşolan cisim.
* Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
* Patlayıcısilâhların atılması.
* Vücut ısısı.
* Coşkunluk.
* Tehlike, felâket.
* Büyük üzüntü, acı.
* Kırmızı, alev renginde olan.
* Öfke, hırs, hınç.ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak. ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
* (ateşli silâh) patlamak.
* telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir. ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak. ateş balığı * Sardalye. ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek. ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca). ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı. ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak. ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens). ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez. ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak. ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi. ateşgibi * çok sıcak.
* zeki, çalışkan ve becerikli.
* kıpkırmızı.ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek. ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat. ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
* Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
* (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek. ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi. ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır. ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır. ateşpahası * Çok pahalı. ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
* Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
* Çok yaramaz (çocuk).ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
* çok öfkeli olmak.ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek. ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla. ateşvermek * tutuşturmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 99
ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
* çevresindekilere ağır sözler söylemek.ateş! * ateşetmek için verilen komut. ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
* Ateşle hüner gösteren oyuncu.ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
kimse.ateşçilik * Ateşçinin işi. ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek. ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen. ateşe tutmak * az ısıtmak.
* üzerine ateşli silâhla mermi atmak.ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
* bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
* aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
* bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak. ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir. ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak. ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak. ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak. ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak. ateşin * Ateşli, coşkun. ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak. ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
* derece ile ateşi ölçmek.
* acıyı, yanmayıazaltmak.ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke. ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
söylenir.ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak. ateşleme * Ateşlemek işi. ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
* Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
* Kışkırtmak, heveslendirmek.ateşlendirme * Ateşlendirmek işi. ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek. ateşlenme * Ateşlenmek işi. ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
* Vücut ısısıartmak.
* Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda. ateşletme * Ateşletmek işi. ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak. ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
* Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.ateşli * Ateşi olan.
* Coşkun, coşturucu, coşkulu.
* Cinsel istekleri güçlü olan.ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli. ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh. ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer. ateşlilik * Ateşli olma durumu. ateşperest * Ateşe tapan. ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum. atfen * Mal ederek, yükleyerek. atfetme * Atfetmek işi, isnat. atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
* Yöneltmek, çevirmek.atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası. atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır. atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
* Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.atıcılık * Atıcı olma durumu.
* Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
* Yalancılık, uydurmacılık.atıf * Yöneltme, çevirme.
* İlişkili bulma.atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
* Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık. atık * Atılmış, atılan. atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 100
atık su * Evlerde, işyerlerinde kullanımdan dolayıkirlenen ve bina dışına sevkedilen pis su. atıl * Tembel.
* İşsiz, aylak.
* Etkisiz, işe yaramaz.
* Bkz. süreduran.atılgan * Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
* Girişken.atılganlık * Atılgan olma durumu. atılım * İleri atılma, atılma işi.
* Hızla ilerleme, hamle, savlet.
* Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.
* Sayıkazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum.atılımcı * Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci. atılış * Atılmak işi veya biçimi, atılma. atılma * Atılmak işi. atılmak * Atmak işine konu olmak.
* Saldırmak, hücum etmek.
* Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak.
* Bir işe girişmek, başlamak.
* Patlamak.atım * Atmak işi.
* Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık.atımcı * Pamuğu, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç. atımcılık * Atımcının işi, hallaçlık. atımlık * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı.
* Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.atın ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağınıanlatır. atınısağlam kazığa bağlamak * eşeğini sağlam kazığa bağlamak. atıp (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak.
* abartmalıkonuşmak.atış * Atmak işi veya biçimi.
* Bir silâhın mermisini amaca ulaştırmak için gereken işve bilgi.
* (kalp, nabız için) Vuruş, çarpış.atışyeri * Silâh atma alıştırmalarıyapılan yer, poligon. atışma * Atışmak işi.
* Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.atışmak * Ağız kavgasıetmek.
* Kendisine dargın olan bir kimseye barışıkmışgibi söz söylemek.
* Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düşürmek amacıyla karşılıklıdeyişsöylemek.atıştırma * Atıştırmak işi. atıştırma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer. atıştırmak * Acele olarak yemek veya içmek.
* (yağmur veya kar) Serpiştirmek.atıştırmalık * Atıştırmaya yarayan. ati * Gelecek. atik * Çabuk davranan, çevik. atik * Eski, eski zamanla ilgili. atik tetik * Çabuk hareket edebilen, çevik. atiklik * Çabukluk, çeviklik. atkı * Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü.
* Bazıkadın ayakkabılarında ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
* Büyük yaba.
* Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eşik.
* Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atılan iplik, argaç.atkı iplik * Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği. atkılama * Atkılamak işi. atkılamak * Dokuma tezgâhlarında mekikle atkıatmak, argaçlamak. atkılı * Atkısı olan. atkuyruğu * Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan bir
bitki (Equisetum arvense).
* Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıklarısaç biçimi.atkuyruğugiller * Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası. atla arpayıdövüştürmek (veya dalaştırmak) * fesat karıştırmak, ara bozanlık etmek. atladı geçti Genç Osman! * bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığınıanlatır. atlama * Atlamak işi.
* Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
veya belli bir yükseklikten aşırma.
* Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.atlama beygiri * Yüksekliği 1.70’e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı. atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse. atlama taşı * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç. atlama taşıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak. atlamak * Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak.
* Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
* Binmek.
* (basında) Haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek.
* Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi işlerde bazı bölümleri bırakıp geçmek.
* Sınıfı okumadan geçmek.
* Yanılmak, aldanmak.
* Çıkmak, inmek.atlambaç * Çocukların atlama oyunu. atlandırma * Atlandırmak işi. atlandırmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek. atlangıç * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlama taşı. atlanılma * Atlanılmak işi. atlanılmak * Atlanmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 101
atlanma * Atlanmak işi. atlanmak * Ata binmek veya at edinmek. atlanmak * Atlamak işi yapılmak. atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın. atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir. atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür. atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş. atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
* Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs. atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller. atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi. atlatılma * Atlatılmak işi. atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak. atlatma * Atlatmak işi. atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
* Kötü bir durumu geçiştirmek.
* Savmak.
* Savsaklamak.
* Aldatmak.
* (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.atlaya zıplaya * atlayarak.
* istekle, isteyerek.atlet * Atletizmle uğraşan kimse. atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı. atletik * Atletleri ilgilendiren.
* Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
başına yapılan vücut çalışmaları.atlı * Atı olan.
* Ata binmişkimse, süvari.
* Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis). atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek. atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı. atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
eğlence aracı.atma * Atmak işi. atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız. atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
* Sapan.atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
* Bir şeyi yere doğru bırakmak.
* (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
* Koymak.
* Yerleştirmek, bir kenara koymak.
* Uzatmak.
* Bir yerden başka bir yere taşımak.
* (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
* (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
* (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
* (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
* Örtmek.
* (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
* Sözle sataşmak.
* Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
* İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
* Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
* Çıkarmak, dışarıya vermek.
* Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
* Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
* İçki içmek.
* Bilmeden, kestirerek söylemek.
* Yalan veya abartmalısöz söylemek.
* Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
* (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
* (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
* Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
* Değerini eksiltmek.
* (renk için) Solmak.
* Söylemek.
* Göndermek, yollamak.
* Haykırmak, bağırmak.
* Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
* Götürmek, sahiplenmek.atmasyon * Uydurma, palavra. atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse). atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu. atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma. atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
* Hava yuvarı.
* İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
* Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç. atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî. atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada. atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
parçacık.
* (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı. atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba. atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ. atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
elektron yüklü merkez bölümü.atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji. atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı. atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen. atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika. atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı. atomal * Atomlarla ilgili olan. atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
* Atomla ilgili.atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti.