Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 101

    atlanma * Atlanmak işi.
    atlanmak * Ata binmek veya at edinmek.
    atlanmak * Atlamak işi yapılmak.
    atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın.
    atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir.
    atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür.
    atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş.
    atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
    vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
    * Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.
    atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs.
    atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller.
    atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi.
    atlatılma * Atlatılmak işi.
    atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak.
    atlatma * Atlatmak işi.
    atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
    * Kötü bir durumu geçiştirmek.
    * Savmak.
    * Savsaklamak.
    * Aldatmak.
    * (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.
    atlaya zıplaya * atlayarak.
    * istekle, isteyerek.
    atlet * Atletizmle uğraşan kimse.
    atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı.
    atletik * Atletleri ilgilendiren.
    * Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.
    atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
    başına yapılan vücut çalışmaları.
    atlı * Atı olan.
    * Ata binmişkimse, süvari.
    * Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.
    atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis).
    atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek.
    atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı.
    atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
    eğlence aracı.
    atma * Atmak işi.
    atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız.
    atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
    * Sapan.
    atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
    * Bir şeyi yere doğru bırakmak.
    * (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
    * Koymak.
    * Yerleştirmek, bir kenara koymak.
    * Uzatmak.
    * Bir yerden başka bir yere taşımak.
    * (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
    * (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
    * (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
    * (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
    * Örtmek.
    * (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
    * Sözle sataşmak.
    * Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
    * İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
    * Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
    * Çıkarmak, dışarıya vermek.
    * Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
    * Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
    * İçki içmek.
    * Bilmeden, kestirerek söylemek.
    * Yalan veya abartmalısöz söylemek.
    * Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
    * (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
    * (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
    * Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
    * Değerini eksiltmek.
    * (renk için) Solmak.
    * Söylemek.
    * Göndermek, yollamak.
    * Haykırmak, bağırmak.
    * Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
    * Götürmek, sahiplenmek.
    atmasyon * Uydurma, palavra.
    atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse).
    atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu.
    atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.
    atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
    * Hava yuvarı.
    * İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
    * Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
    sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).
    atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç.
    atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî.
    atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada.
    atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
    parçacık.
    * (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.
    atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı.
    atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba.
    atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ.
    atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
    elektron yüklü merkez bölümü.
    atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji.
    atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı.
    atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen.
    atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.
    atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı.
    atomal * Atomlarla ilgili olan.
    atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
    * Atomla ilgili.
    atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 102

    atomik * Atomla ilgili olan.
    atonal * Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlıkalmadan oluşturulan (beste).
    atölye * Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığıyer, işlik.
    atölye resmi * Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim.
    atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapılan, müşterileri oyalayıcı, eğlendirici, ilgi çekici gösteri.
    atropin * Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir ilâç.
    atsan atılmaz, satsan satılmaz * işe yaramadığıveya sıkıntıverdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenir.
    attan inip eşeğe binmek * bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak.
    attar * Bkz. aktar.
    attığıtırnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılır.
    attırma * Attırmak işi.
    attırmak * Atmak işini yaptırmak.
    Au * Altın’ın kısaltması.
    aut * Top oyunlarında topun karşıtakım oyuncularının vuruşuyla oyun alanının veya kale çizgisinin arkasına
    geçmesi.
    av * Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama işi.
    * Bir hayvanın bir başka hayvanıyemek için yakalaması.
    * Bu yollarla yakalanan hayvan.
    * Tuzağa düşürülen, kendisinden yararlanılan kimse.
    -av / -ev * Fiilden isim türeten ek: sına-v, gör-ev, öd-ev, işle-v, türe-v vb.
    av avlanmış, tav tavlanmış * olan olmuş, işişten geçmiş, artık yapacak bir şey yok.
    av dönemi * Av hayvanlarının avlanmasıveya bu amaçla kullanılan av araçlarının kullanılmasının serbest olduğu yılın
    belirli bölümü.
    av köpeği * Tazı, kopoy, zağar gibi ava yardımcılık etmeye alıştırılmışköpek.
    av kuşu * Avlanılan kuş.
    av mevsimi * Av dönemi.
    av yasağı * Yılın av dönemi dışında kalan zamanda konulan yasak.
    ava çıkmak * avlanmak için gitmek.
    avadancı * Eski Osmanlısarayında bir sınıf hademe.
    avadanlık * Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı.
    aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanların ödememesi hâlinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet
    bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.
    aval * Saflığısersemlik derecesine varan (kimse).
    aval aval * Aptal bir biçimde, aptal aptal.
    avam * Halkın aşağıtabakası.
    * Halk.
    avanak * Kolaylıkla kandırılabilen veya aldatılabilen, aptal, bön.
    avanakça * Avanak gibi, avanağa uygun düşen biçimde.
    avanaklık * Avanak olma durumu, avanakça davranış.
    avanaklık etmek * aptallık etmek, avanak gibi davranmak.
    avangart * Öncü.
    avans * Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik, peşinat.
    avans almak * öndelik almak.
    avans çekmek * öndelik çekmek.
    avans vermek * öndelik vermek.
    avanta * Bir kimsenin, emek vermeden sağladığıkazanç.
    avantacı * Çıkarcı, beleşçi, bedavacı.
    avantacılık * Çıkarcılık, beleşçilik, bedavacılık.
    avantadan * bedavadan, beleşten.
    avantaj * Üstünlük sağlayan şey, yarar, kâr.
    avantajlı * Yarar sağlayan, yararlı(durum veya şey).
    avantajsız * Yarar sağlamayan, yararsız.
    avantür * Serüven, macera.
    avantüriyer * Serüvene atılan, maceracı.
    Avar * Kuzeydoğu Kafkasya’da Dağıstan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan halk.
    * III. – VI. yüzyıllar arasında Moğolistan’da VI. – IX. yüzyıllar arasında Orta Avrupa’da yaşamışhalk.
    avara * Bir geminin başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
    * Kıyıya dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut.
    avara * İşe yaramaz, kötü.
    * Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 103

    avara kasnak işlemek (veya dönmek) * hiçbir işe yaramadan boşuna.
    avaraya almak * o bölümün çalışmasınıdurdurmak.
    Avarca * Avarların kullandığıdil.
    avare * İşsiz, işsiz güçsüz, başı boş, başı boşluk, aylak.
    avare dolaşmak * işsiz, işsiz güçsüz, başı boş, aylak dolaşmak.
    avare etmek * bir kimseyi işinden alıkoymak.
    avare olmak * işsiz güçsüz dolaşmak.
    avareleşme * Avareleşmek durumu.
    avareleşmek * Aylaklık etmek.
    avarelik * İşsizlik, başı boşluk, aylaklık.
    avarız * Kazalar, belâlar.
    * Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
    * Osmanlılarda önceleri yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak halktan toplanan vergi.
    avarya * Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
    * Çeşitli sebeplerle dayanıklılığınıve esnekliğini kaybetmişyapağıve yün.
    avaz * Yüksek ses, nara.
    avaz avaz (bağırmak) * var gücüyle bağırmak.
    avazıçıktığıkadar * çok yüksek sesle.
    avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
    * Avcılara özgü olan.
    * Başka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
    * Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çıkaran, tanıtan kimse.
    avcıeri * Piyade mangasında her ere verilen ad.
    avcıhattı * Savaşta düşmana doğru dağılarak ön safta ilerleyen asker topluluğu.
    avcı otu * Düğün çiçeğigillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis).
    avcıuçağı * Düşman uçaklarınıdüşürmek için kullanılan uçak.
    avcılık * Avcı olma durumu veya işi.
    avcılık etmek * avlanma ile uğraşmak.
    avcu kaşınmak * halk inanışına göre eline bir yerden para geçeceği anlaşılmak.
    avcuna saymak * peşin olarak ödemek.
    avcunu yalamak * umduğunu ele geçirememek.
    avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir şeyi) çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek.
    avcunun içinde tutmak * ona istediğini yaptıracak güçte olmak.
    avcunun içine almak * bir kimseyi baskıve etkisi altına almak.
    avdet * Dönüş, geri gelme.
    avdet etmek * dönmek, geri gelmek.
    avdetî * (genellikle Musevîler için) İslâm dinine dönmüşolan.
    avene * Yardakçılar.
    averaj * Ortalama.
    * Sayıfarkı.
    avgın * Duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalısu yolu.
    avisto * Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve “görüldüğünde” anlamına gelen bir terim.
    avize * Tavana asılan, şamdanlı, lâmbalı, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı.
    avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika’dan dünyanın her yanına yayılmışolan, avize biçiminde sarkık, iri ve beyaz
    çiçekli bir süs ağacı(Yucca glosiosa).
    avlak * Avıçok olan yer, av yeri.
    avlama * Avlamak işi.
    * Voleybolda karşı oyuncuların boş bıraktığıve yetişemeyeceği yere topu yavaşça indirip sayıalma.
    avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
    * Tuzağa düşürmek, kurnazlıkla kandırmak.
    avlanma * Avlanmak işi.
    avlanmak * Avlamak işine konu olmak.
    * Ava gitmek, ava çıkmak, av için dolaşmak.
    avlatma * Avlatmak işini yaptırma.
    avlatmak * Avlanmak işini yaptırmak.
    avlu * Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan.
    avokado * Amerikan armudu (Persea americana).
    avrat * Kadın.
    * Karı, eş.
    avrat pazarı * Cariyelerin satıldığıpazar.
    * Kadınların öteberi sattıklarıpazar yeri.
    avret * Ut yeri.
    Avrupa kayını * Avrupa’da yetişen bir kayın türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 92

    aslanpençesi * Gülgillerden, sarı, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
    * Şirpençe.
    aslen * Kök veya soy bakımından.
    aslıastarı * iç yüzü, gerçek şekli.
    aslıastarı * Esası, doğruluğu, geçerliliği.
    aslıastarı(veya aslıaslı) olmamak * yalan, asılsız olmak.
    aslıçıkmak * gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak.
    aslıfaslıyok * yalan, uydurma.
    aslınesli * Soyu sopu.
    aslık * Kısır olan (kadın veya dişi hayvan).
    aslî * Temel olarak alınan, esas olan.
    aslî düşünce * Ana fikir.
    aslî maaş * Devlet dairelerinde çalışan memurlara verilen aylığın, yükselmeye temel olan her aşaması.
    aslî nüsha * Bir yazının çoğaltılmasına örneklik eden ilk nüsha.
    asliye * Temel, esas.
    asma * Asmak işi.
    * Asılmış, asılı.
    asma * Asmagillerden, dallarıçardak üzerine yayılan bitkilere genel olarak verilen ad.
    * Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).
    asma bahçe * Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapılmış bahçe.
    asma bıyığı * Asma dallarının çevresine tutunmasına yarayan yeşil uzantılar, sülük.
    asma biti * Eşkanatlılardan, asmalara zarar veren, sarımsırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix).
    asma kabağı * Kabakgillerden sürüngen veya sarılgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
    * Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanılan ürünü.
    asma kat * Yapılarda genellikle tabanla birinci kat arasına yapılan, basık tavanlı, altı boşkat.
    asma kilit * Kilitlenecek şeyin üstündeki halkalara geçirilip kapatılacak biçimde yapılmışkilit.
    asma köprü * İki başındaki ayaklardan başka dayanağı olmayan, çoğunlukla uzun ve yüksek köprü.
    asma merdiven * Yukarıucundan bir yere asılarak kullanılan ip merdiven.
    asma yaprağı * Zeytinyağlıve etli dolma yapmakta kullanılan körpe asma yaprağı.
    asmagiller * İki çeneklilerden, belli başlıtürü asma olan bitki familyası.
    asmak * Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak.
    * Üzerine takınmak, kuşanmak.
    * Bir kimseyi boğazından ip geçirip sarkıtarak öldürmek, idam etmek.
    * Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir işi özürsüz yapmamak.
    asmalı * Asması olan.
    asmalık * Asma için ayrılmışyer veya toprak.
    asmolen * Pişmiştoprak, cüruf ve beton karışımından yapılan kiriş, putrel nervürler arasına konulan delikli tuğla.
    asonans * Yarım kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
    hiç dikkate almadan tekrarlama şeklinde uyak.
    asorti * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan.
    asortik * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan.
    asosyal * Sosyal olmayan.
    asparagas * Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber.
    aspidistra * Zambakgillerden, genellikle saksıda yetiştirilen, yapraklarıdoğrudan doğruya topraktan çıkan bir süs bitkisi.
    aspiratör * Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dışarıatan cihaz, emmeç.
    aspirin * Ağrıkesici ve ateşdüşürücü olarak kullanılan beyaz renkli, ekşimtırak ilâç.
    aspur * Yalancısafran.
    asrısaadet * Hz. Muhammed’in yaşadığızaman.
    asrî * Modern, çağcıl.
    asrîleşme * Çağcıllaşma, çağdaşlaşma.
    asrîleşmek * Çağcıllaşmak, çağdaşlaşmak.
    asrîlik * Çağcıllık.
    assai * Birlikte kullanıldığıterimin anlamına aşırılık kazandırır: Adagio assai çok yavaş, çok ağır.
    assolist * Bir müzik programında daha çok en son olarak sahneye çıkan, alanında tanınmışve çok ünlü olan sanatçı.
    ast * Alt.
    * Birinin buyruğu altında olan görevli, madun.
    * (birine göre) Rütbe veya kıdemce küçük olan asker.
    astar * Giyecek, perde, çanta, ayakkabı gibi şeylerde, kumaşın veya derinin iç tarafına geçirilen ince kat.
    * Sıva veya boyadan önce vurulan kat.
    * Gemicilikte bir şeyi sağlamlaştırmak için kullanılan bez, halat, ağaç vb.
    astar boyası * Boyacılıkta asıl boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanın dayanıklılığınıartırmak için
    kullanılan boya.
    * Üzerine resim yapılacak bezin veya duvarın yağlı boyayıemmesi için, resim yapılmadan önce sürülen boya.
    astar kaplama * Kontratablalarda kör ağacın biçim değiştirmesini önlemek amacıyla iki yüzüne yapıştırılan kaplama katı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 93

    astar sürmek (veya vurmak, çekmek) * astar boyası ile boyamak.
    astarıyüzünden pahalı olmak * bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak.
    astarlama * Astarlamak işi.
    astarlamak * Astar geçirmek.
    * Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek.
    astarlanma * Astarlanmak işi.
    astarlanmak * Astar geçirilmek.
    astarlatma * Astarlatmak işi.
    astarlatmak * Astar yaptırmak veya geçirtmek.
    astarlı * Astar geçirilmiş, astarlanmış.
    astarlızarf * İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmişzarf.
    astarlık * Astar olmaya elverişli (kumaşvb.).
    astarya * Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre.
    astasım * Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısıdurumunda olan bir ek tasım.
    astat * Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanısonucu elde edilen yapay element.
    KısaltmasıAt.
    astatin * Astat.
    asteğmen * Orduda en küçük rütbeli subay.
    asteğmenlik * Asteğmen rütbesi veya asteğmenin görevi.
    astığı astık, kestiği kestik * acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır.
    astım * Bronşların daralmasından ileri gelen nefes darlığı.
    astımlı * Astımı olan, astım hastalığına tutulmuşolan.
    astırma * Astırmak işi.
    astırmak * Asmak işini yaptırmak.
    astigmat * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz).
    astigmatizm * Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu.
    astragan * Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu.
    * Bu posttan yapılmışolan.
    astrofizik * Gök fiziği.
    astrolog * Yıldız falıyla uğraşan kimse, müneccim.
    astroloji * Yıldız falcılığı, müneccimlik.
    astronom * Astronomi bilgini, gök bilimci.
    astronomi * Gök bilimi, felekiyat.
    astronomik * Gök bilimiyle ilgili olan.
    * Aşırıçok yüksek.
    astronomik fiyat * Çok yüksek fiyat.
    astronomik rakam * İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam.
    astronot * Uzay adamı.
    astronotluk * Uzay adamı olma durumu veya uzay adamının görevi.
    astropikal * Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan.
    astsubay * SilâhlıKuvvetler yasasına göre astsubay okullarında yetişerek SilâhlıKuvvetlere katılan astsubay çavuştan
    astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker.
    astsubay başçavuş * Astsubaylığın beşinci basamağı.
    astsubay çavuş * Astsubaylığın ilk basamağı.
    astsubay kıdemli başçavuş * Astsubaylığın altıncıve son basamağı.
    astsubay kıdemli çavuş * Astsubaylığın ikinci basamağı.
    astsubay kıdemli üstçavuş * Astsubaylığın dördüncü basamağı.
    astsubay üstçavuş * Astsubaylığın üçüncü basamağı.
    astsubaylık * Astsubay olma durumu veya astsubayın görevi.
    asude * Sessiz, rahat, sakin.
    asudelik * Huzur içinde olma, mutluluk.
    asuman * Gök, gökyüzü.
    Asurca * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya’da kullanılmışolan ölü bir dil.
    Asyalı * Asya’da yaşayan kimse.
    * Asya’ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).
    Asyalılık * Asyalı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 94

    * Pişirilerek hazırlanan yemek.
    aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak.
    aşerme * Aşermek durumu.
    aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.
    aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
    * Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
    * Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
    yer.
    * Tekkelerde yemek pişirilen yer.
    aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer.
    aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur.
    aşyermek * Bkz. aşermek.
    aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
    * Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
    * Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
    * Niteliği düşük, kötü, adî.
    * Bayağı, adî.
    * Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
    * Aşağıya, yere doğru.
    aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
    * bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.
    aşağıalmak * devirmek, yıkmak.
    aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler.
    aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak.
    aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek.
    aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan.
    aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak.
    aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
    * daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.
    aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
    * Genel ev.
    aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır.
    aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak.
    aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek).
    aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak.
    aşağılama * Aşağılamak işi.
    aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
    * Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.
    aşağılanma * Aşağılanmak durumu.
    aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek.
    aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet.
    aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek.
    aşağılatma * Aşağılatmak işi.
    aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek.
    aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte.
    aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
    * Niteliği düşük, adî.
    aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi.
    aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu.
    aşağısama * Aşağısamak işi.
    aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.
    aşağısı * Aşağıtaraftaki.
    aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
    * Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.
    aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
    * Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
    dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.
    aşamalı * Aşaması olan, kademeli.
    aşar * Ondalık.
    * Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.
    aşarî * Ondalık.
    aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
    * Yemek pişirip satan kimse.
    * Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.
    aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.
    aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
    * Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.
    aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi.
    aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
    * Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.
    aşerat * Onluklar.
    aşhane * Aşevi.
    * Mutfak.
    aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
    mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
    * Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
    parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
    * Bu eriyiğin uygulanması.
    * Aşılı(kimse veya bitki).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 91

    askercilik * Askerci olma durumu.
    * Bir tür çocuk oyunu.
    askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.
    askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek.
    askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak.
    askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü.
    askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama.
    askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.
    askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker.
    askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük.
    askerî rüştiye * Askerî ortaokul.
    askerîleşme * Askerîleşmek işi.
    askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak.
    askerîleştirme * Askerîleştirmek işi.
    askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak.
    askeriye * Askerlik.
    askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.
    askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi.
    askerlik etmek * askerlik yapmak.
    askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi.
    askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak.
    askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması.
    askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
    * Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
    * Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
    * Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
    * Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
    * Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
    * Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
    tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
    * Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
    * Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
    * Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
    * İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
    * Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
    ödül.
    askıda bırakmak * sonuca vardırmamak.
    askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.
    askılı * Askısı olan.
    askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
    * Asılıp saklanacak sebze, meyve.
    * Vestiyer.
    askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
    * Karşıcinsi rahatsız eden kimse.
    askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
    * oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
    * bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.
    askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.
    askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak.
    asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar).
    askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad.
    asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.
    Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak.
    aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
    çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
    * Gürbüz ve yiğit adam.
    aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı.
    aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
    * sağlığıyerinde.
    aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
    aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay.
    aslan sütü * Rakı.
    aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir.
    aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan.
    aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.
    aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe.
    aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası.
    aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü.
    aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç.
    aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki.
    aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus).
    aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 84

    arkalanma * Arkalanmak işi.
    arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak.
    arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan.
    arkalıç * Arkalık.
    arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
    * Sırt dayamaya yarar yer.
    * Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.
    arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan.
    arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan.
    arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak.
    arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.
    arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak.
    arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak.
    arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak.
    arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen.
    arkasısıra * arkasından.
    arkasısıra * Ardından, peşinden.
    arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
    * Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.
    arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
    * desteğini sağlamak.
    arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak.
    arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
    * (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
    arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır.
    arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak.
    arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda.
    arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
    * birine çok ilgi duymak.
    arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak.
    arkasını(bir şeye) vermek * dönmek.
    arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek.
    arkasınıalmak * bir işi tamamlamak.
    arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.
    arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek.
    arkasız * Arkalığı olmayan.
    * Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.
    arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde.
    arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek.
    arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
    arke * İlk ana madde.
    arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh.
    arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı.
    arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
    organı.
    arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.
    arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi.
    arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili.
    arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
    arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak.
    arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç.
    arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan.
    arlanma * Arlanmak işi.
    arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak.
    arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz.
    arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 85

    arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur.
    arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
    * Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.
    arma donatmak * armayıyerli yerine koymak.
    arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.
    arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak.
    armada * Donanma.
    armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta.
    armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
    armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
    * Ödül.
    * Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
    * Bağış, ihsan.
    armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
    armalı * Arması bulunan.
    armatör * Ticaret gemisi sahibi.
    armatörlük * Armatör olma durumu.
    * Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.
    armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
    * Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
    yerleştirilen demir parçası.
    * Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
    armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum.
    armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra.
    armonik * Armoni ile ilgili olan.
    * Armonika.
    armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
    * Akordeon.
    armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler.
    armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası).
    armonyum * Taşınabilir küçük org.
    armudî * Armut biçiminde olan.
    armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın.
    armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer.
    armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
    * Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
    * Fazla bön.
    armut gibi * çok anlayışsız, bön.
    armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı.
    armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.
    armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır.
    armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top.
    armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
    armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi.
    Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
    * Bu halka özgü olan (şey).
    Arnavut bacası * Çatıpenceresi.
    Arnavut biberi * Acıkırmızı biber.
    Arnavut ciğeri * Ciğer tavası.
    Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım.
    Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil.
    Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak.
    Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
    Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu.
    Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak.
    Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
    * Arnavut halkının bütünü.
    arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği.
    aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku.
    aromatik * Hoşkokulu, aromalı.
    arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
    oluşturulan, sulamaya yarar araç.
    arp * Bkz. harp (II).
    arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
    çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
    * Bu bitkinin taneleri.
    arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 86

    arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir.
    arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü.
    arpa suyu * Bira.
    arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye.
    arpacı * Arpa alan ve satan kimse.
    arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek.
    arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
    göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
    * Arpa biçiminde şehriye.
    arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
    arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
    arpağan * Yabanî arpa.
    arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
    * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
    arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
    * Arpa konulan yer.
    * Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
    * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
    * Başmaklık.
    * Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
    arpalık etmek * arpalık yapmak.
    arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
    arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak.
    arpçı * Arp çalan kimse.
    arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
    arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer.
    arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
    süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
    As.
    arsıulusal * Uluslar arası.
    arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
    * Aç gözlü davranan (kimse).
    * Kolayca üreyebilen (bitki).
    arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak.
    arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde.
    arsızlanma * Arsızlanmak işi.
    arsızlanmak * Arsızlık etmek.
    arsızlaşma * Arsızlaşmak işi.
    arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek.
    arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık.
    arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
    arslan * Aslan.
    arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır.
    arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke.
    arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı.
    arş * Askerlikte “yürü” komutu.
    arşe * Keman yayı.
    * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
    doğru uzanmışdemir yay.
    arşetip * İlk örnek.
    arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök.
    arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.
    arşınlama * Arşınlamak işi.
    arşınlamak * Arşınla ölçmek.
    * Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.
    arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar.
    arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
    arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
    * Avusturya hanedanında prenses.
    arşiv * Belgelik.
    arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı.
    arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi.
    arşivleme * Arşivlemek işi.
    arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
    art * Arka, geri.
    * Bir şeyin öbür yüzü.
    art arda * Birbirinin arkasından.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 87

    art avurt * Avurdun arka bölümü.
    art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses.
    art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
    art damak * Damağın arka bölümü.
    art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
    sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.
    art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce.
    art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak.
    art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir.
    art niyet * Art düşünce.
    art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk.
    art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
    art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
    art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
    art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
    artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
    * Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
    artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
    artakalma * Artakalmak işi veya durumu.
    artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
    artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
    kıta, dümdar.
    * Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).
    artçılık * Artçının görevi.
    arter * Atardamar.
    * Trafiği yoğun olan ana yol.
    arterit * Atardamar bozukluğu.
    artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu.
    artezyen kuyusu * Artezyen.
    artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
    * Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
    artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
    artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot.
    artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
    * Kalan veya artan bölüm.
    * Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
    * Daha çok, daha fazla.
    * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
    artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
    sahip olduğu ek değer.
    artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün.
    artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire.
    artıklama * Artıklamak işi.
    artıklamak * Yemekte artık bırakmak.
    artım * Artma, artış, çoğalma.
    artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan.
    artın * Katyon.
    artırılma * Artırılmak işi.
    artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
    artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
    * Müzayedede artırma.
    artırma * Artırmak işi.
    * Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
    müzayede.
    artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
    * Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
    * Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
    * Herhangi bir davranışta ileri gitmek.
    artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış.
    artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
    * Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.
    artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse).
    artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi.
    artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı.
    artistlik * Artistin görevi.
    * Artist olma durumu.
    artma * Artmak işi.
    artmak * Büyük heybe.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 88

    artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
    * Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
    * Değeri yükselmek, fazlalaşmak.
    artrit * Eklem romatizması.
    artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı.
    arttırma * Arttırmak işi.
    arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
    * Yükseltmek.
    aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
    Edebiyatınazım ölçüsü.
    arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
    Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
    eden mezhep.
    arz * Sunma.
    * (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.
    arz * En, genişlik.
    arz * Yer, yeryüzü.
    arz dairesi * Bkz. enlem dairesi.
    arz derecesi * Bkz. enlem.
    arz etmek * sunmak.
    * saygı ile bildirmek.
    arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda.
    arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.
    arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem.
    arzanî * Enine olan.
    arziyat * Yer bilimi, jeoloji.
    arzu * İstek, dilek.
    * Heves.
    arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak.
    arzu etmek * yürekten istemek.
    arzuhâl * Dilekçe, istida.
    arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
    arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
    arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi.
    arzulama * Arzulamak işi.
    arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek.
    arzulu * İstekli, hevesli.
    arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.
    As * Arsenik’in kısaltması.
    as * Kakım.
    as * İskambil kâğıtlarında birli.
    * Bir işte başta gelen (kimse veya şey).
    as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.
    as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri.
    as yön * Ara yön.
    asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
    tür ağaç veya metalden değnek.
    * Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.
    asabî * Sinirli.
    * Sinirle ilgili, sinirsel.
    asabîleşme * Asabîleşmek işi.
    asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.
    asabîlik * Asabî olma durumu.
    asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma.
    asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî.
    asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
    neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.
    asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar).
    asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
    parazit.
    * Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.
    asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
    savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.
    asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.