Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 94

    * Pişirilerek hazırlanan yemek.
    aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak.
    aşerme * Aşermek durumu.
    aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.
    aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
    * Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
    * Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
    yer.
    * Tekkelerde yemek pişirilen yer.
    aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer.
    aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur.
    aşyermek * Bkz. aşermek.
    aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
    * Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
    * Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
    * Niteliği düşük, kötü, adî.
    * Bayağı, adî.
    * Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
    * Aşağıya, yere doğru.
    aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
    * bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.
    aşağıalmak * devirmek, yıkmak.
    aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler.
    aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak.
    aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek.
    aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan.
    aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak.
    aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
    * daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.
    aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
    * Genel ev.
    aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır.
    aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak.
    aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek).
    aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak.
    aşağılama * Aşağılamak işi.
    aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
    * Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.
    aşağılanma * Aşağılanmak durumu.
    aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek.
    aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet.
    aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek.
    aşağılatma * Aşağılatmak işi.
    aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek.
    aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte.
    aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
    * Niteliği düşük, adî.
    aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi.
    aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu.
    aşağısama * Aşağısamak işi.
    aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.
    aşağısı * Aşağıtaraftaki.
    aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
    * Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.
    aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
    * Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
    dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.
    aşamalı * Aşaması olan, kademeli.
    aşar * Ondalık.
    * Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.
    aşarî * Ondalık.
    aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
    * Yemek pişirip satan kimse.
    * Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.
    aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.
    aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
    * Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.
    aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi.
    aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
    * Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.
    aşerat * Onluklar.
    aşhane * Aşevi.
    * Mutfak.
    aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
    mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
    * Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
    parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
    * Bu eriyiğin uygulanması.
    * Aşılı(kimse veya bitki).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 95

    aşı boyalı * Aşı boyasırenginde boyanmış.
    aşı boyası * İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almışgevrek kil.
    * Koyuca kırmızı, kiremit rengi.
    aşıkâğıdı * Aşı olanlara verilen resmî belge.
    aşı olmak * aşıyapılmak.
    aşıtaşı * Taşdurumundaki aşı boyası.
    aşıvurmak * bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşıvermek, aşıyapmak.
    aşıcı * Aşıyapan kimse.
    aşıcılık * Aşıcının yaptığı iş.
    âşığa Bağdad sorulmaz * bir şeye çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydığınıanlatır.
    aşığıcuk oturmak * işi çok olumlu bir biçim almak.
    âşığıkesilmek * tutku hâline getirmek.
    âşığın gözü kördür * kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de
    ilgilenmez.
    aşık * Baldır kemiği ile eklemleşerek bileğin belli başlı oynak merkezini oluşturan, ayak bileğinde bulunan küçük
    kemiklerden biri.
    * Yapıçatılarında, uzun mertek, aşırma.
    âşık * Bir kimseye veya bir şeye karşıaşırısevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
    * Halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlıhalk şairi.
    * Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
    * Dalgın, kalender (kimse).
    * Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.
    aşık atmak * yarışetmek, yarışmak.
    aşık atmak (veya aşık oynamak) * aşık kemiğiyle oyun oynamak.
    aşık kemiği * Aşık.
    âşık olmak * sevmek, tutulmak.
    âşıkane * Âşığa yaraşır biçimde (olan).
    âşıklık * Âşık olanın durumu.
    âşıklısı * çok seveni, düşkünü.
    âşıktaş * Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri.
    âşıktaşlık * Karşılıklısevişme, muaşaka.
    âşıktaşlık etmek * karşılıklısevişmek.
    aşılama * Aşılamak işi.
    * Yeni aşılanmışağaç.
    * Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma.
    * Bu yolla elde edilmiş.
    * Bitkilerin aşıyoluyla üretilmesi, ilkah.
    * Aşılanmış(ağaç).
    aşılamak * Organizmada bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşıkoyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı
    vücuda vermek, aşıyapmak.
    * Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasınıanaç üzerine kaynaştırarak üretmek.
    * Başkasına hastalık geçirmek.
    * Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
    * Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak.
    aşılanma * Aşılanmak işi.
    aşılanmak * Aşılamak işine konu olmak.
    aşılatma * Aşılatmak işi.
    aşılatmak * Aşılamak işini yaptırmak.
    aşılı * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmış(bitki).
    aşılma * Aşılmak durumu.
    aşılmak * Aşmak işine konu olmak.
    aşım * Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi.
    aşındırma * Aşındırmak işi.
    aşındırmak * Aşınmak işine uğratmak.
    * Dokunduğu cisimleri eriterek aşınmasına yol açmak.
    * (bir yere) Pek çok gidip gelmek.
    aşınım * Aşınmak işi.
    * Erozyon.
    aşınma * Aşınmak işi.
    * Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dışetmenlerle yıpratılıp, yerinden
    koparılmalarıveya eritilmeleri, itikal, erozyon.
    aşınmak * Birbirine sürtünerek incelmek.
    * Eskimek, yıpranmak.
    * Çıkıntılarısilinmek, düzleşmek.
    aşıntı * Aşınmışyer.
    aşır * On sayısı.
    * Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılındıktan sonra Kur’an’dan okunan on ayetlik bölüm.
    aşıramento * Çalma, aşırma.
    aşırı * Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın.
    * Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
    * Bir şeyin gereğinden çok olanı.
    * Ötede, ötesinde.
    * Gereğinden fazla, çok.
    aşırı bellem * Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmişolması.
    aşırı besi * Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.
    aşırıdoyma * Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra
    kadar erimişolarak kalmasıdurumu.
    aşırıduyu * Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir
    duyarlık gösterme durumu.
    aşırıerime * Erime noktasından daha aşağı bir ısıderecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının
    katılaşmamasıdurumu.
    aşırı gitmek * ölçüyü kaçırmak, usandırmak.
    aşırıtaşırı * Çok aşırı, fazla miktarda.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 96

    aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı.
    aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi.
    aşırılık * Aşırı olma durumu.
    aşırılma * Aşırılmak işi.
    aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak.
    aşırıntı * Aşırılmışolan (şey).
    aşırma * Aşırmak işi.
    * Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
    benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
    * Aşırılmış.
    * Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
    * Küçük kazan, kova, bakraç.
    aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember.
    aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
    * Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.
    aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
    * Çalıp götürmek.
    * Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
    * Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.
    aşırmasyon * Çalma, aşırma.
    aşırtı * Aşırma işi.
    aşırtma * Aşırtmak işi.
    aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
    * Aşırmak.
    aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmamış(bitki).
    aşıt * Siper, kuytu yer.
    * Aşılacak yer.
    * Dağgeçidi.
    aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan.
    aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek.
    aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek.
    aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan.
    aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
    * Bilinen, tanıdık olan.
    aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
    * Tanışıklığı gösterir davranış.
    aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.
    aşiret * Oymak.
    aşiyan * Kuşyuvası.
    * Ev, oturulan yer, mesken.
    aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi.
    aşk etmek * hızla vurmak.
    aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez.
    aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
    * Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
    * Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.
    aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek.
    aşka düşmek * âşık olmak.
    aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek.
    aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
    * Benzerlerinden üstün.
    * Çok, fazla.
    aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi.
    aşlama * Bkz. Aşılama.
    aşlamak * Bkz. Aşılamak.
    aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
    * Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
    * Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.
    aşma * Aşmak işi.
    aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
    * (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
    * (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
    * Görünmeden kaçmak.
    aşna * Aşina.
    aşna fişne * Gizli dost.
    * Gizli dostluk.
    aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
    yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.
    aştırma * Aştırmak işi.
    aştırmak * Aşmak işini yaptırmak.
    aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı.
    aşure ayı * Muharrem ayı.
    aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü.
    aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
    * Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.
    aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot.
    aşüftelik * Aşüfte olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 97

    At * Astatin’in kısaltması.
    at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
    * Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.
    -at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb.
    at anası * Bkz. atlar anası.
    at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak.
    at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır.
    at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır.
    at cambazı * At alıp satan kimse.
    * Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.
    at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak.
    at çevirmek * geri döndürmek.
    at donu * Atın tüyünün rengi.
    at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın).
    at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
    * Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.
    at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam).
    at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak.
    at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
    hippocastanum).
    * Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.
    at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası.
    at koşturacak kadar * pek geniş.
    at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak.
    at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan.
    at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer.
    at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük.
    at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz.
    at oynatmak * atla hüner göstermek.
    * yarışmak.
    * bildiği ve istediği gibi davranmak.
    at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü.
    at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
    kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).
    at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok.
    ata * Baba.
    * Dedelerden ve büyük babalardan her biri.
    ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak.
    atabek * Bkz. atabey.
    atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
    yönetimi ile görevli vezir.
    atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
    ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.
    atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak.
    ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik.
    ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal.
    atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
    * Geveze, yalancı.
    atak * Atılım, akın.
    * Saldırı, saldırış, hücum, hamle.
    atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak.
    ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et.
    atalet * Tembellik.
    * İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.
    atalık * Ataya yakışır davranış, babalık.
    atama * Atamak işi, tayin.
    atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.
    ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan.
    atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme.
    atanma yapmak * tayin etmek.
    atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.
    ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik.
    atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
    şiryan.
    atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 98

    atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal.
    atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
    göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.
    ataş * Tutacak.
    ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı.
    ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
    * Ataşenin görev yaptığıyer.
    Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist.
    Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
    egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
    yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
    * Bu ilkeye bağlılık.
    atavik * Atacılıkla ilgili.
    atavizm * Atacılık.
    atbalığı * Su aygırı.
    atçı * Soy at yetiştiricisi.
    atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar.
    ate * Ateist.
    atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması.
    ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme.
    ateh getirmek * bunamak.
    ateist * Tanrıtanımaz.
    ateizm * Tanrıtanımazlık.
    atelye * Bkz. atölye.
    aterina * Gümüş balığı.
    ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
    * Tutuşmuşolan cisim.
    * Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
    * Patlayıcısilâhların atılması.
    * Vücut ısısı.
    * Coşkunluk.
    * Tehlike, felâket.
    * Büyük üzüntü, acı.
    * Kırmızı, alev renginde olan.
    * Öfke, hırs, hınç.
    ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak.
    ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
    * (ateşli silâh) patlamak.
    * telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.
    ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.
    ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
    ateş balığı * Sardalye.
    ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek.
    ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca).
    ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı.
    ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak.
    ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).
    ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez.
    ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak.
    ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
    atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.
    ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi.
    ateşgibi * çok sıcak.
    * zeki, çalışkan ve becerikli.
    * kıpkırmızı.
    ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek.
    ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat.
    ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
    * Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.
    ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
    * (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.
    ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek.
    ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi.
    ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır.
    ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır.
    ateşpahası * Çok pahalı.
    ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
    * Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
    * Çok yaramaz (çocuk).
    ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
    * çok öfkeli olmak.
    ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek.
    ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla.
    ateşvermek * tutuşturmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 99

    ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
    * çevresindekilere ağır sözler söylemek.
    ateş! * ateşetmek için verilen komut.
    ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
    * Ateşle hüner gösteren oyuncu.
    ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
    kimse.
    ateşçilik * Ateşçinin işi.
    ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek.
    ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen.
    ateşe tutmak * az ısıtmak.
    * üzerine ateşli silâhla mermi atmak.
    ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
    * bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
    * aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
    * bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.
    ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak.
    ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir.
    ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak.
    ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak.
    ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak.
    ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak.
    ateşin * Ateşli, coşkun.
    ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak.
    ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
    * derece ile ateşi ölçmek.
    * acıyı, yanmayıazaltmak.
    ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke.
    ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
    söylenir.
    ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak.
    ateşleme * Ateşlemek işi.
    ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
    * Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
    * Kışkırtmak, heveslendirmek.
    ateşlendirme * Ateşlendirmek işi.
    ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.
    ateşlenme * Ateşlenmek işi.
    ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
    * Vücut ısısıartmak.
    * Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.
    ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda.
    ateşletme * Ateşletmek işi.
    ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak.
    ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
    * Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.
    ateşli * Ateşi olan.
    * Coşkun, coşturucu, coşkulu.
    * Cinsel istekleri güçlü olan.
    ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli.
    ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh.
    ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer.
    ateşlilik * Ateşli olma durumu.
    ateşperest * Ateşe tapan.
    ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum.
    atfen * Mal ederek, yükleyerek.
    atfetme * Atfetmek işi, isnat.
    atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
    * Yöneltmek, çevirmek.
    atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası.
    atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır.
    atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
    * Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.
    atıcılık * Atıcı olma durumu.
    * Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
    * Yalancılık, uydurmacılık.
    atıf * Yöneltme, çevirme.
    * İlişkili bulma.
    atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
    * Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.
    atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık.
    atık * Atılmış, atılan.
    atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
    hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 91

    askercilik * Askerci olma durumu.
    * Bir tür çocuk oyunu.
    askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.
    askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek.
    askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak.
    askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü.
    askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama.
    askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.
    askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker.
    askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük.
    askerî rüştiye * Askerî ortaokul.
    askerîleşme * Askerîleşmek işi.
    askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak.
    askerîleştirme * Askerîleştirmek işi.
    askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak.
    askeriye * Askerlik.
    askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.
    askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi.
    askerlik etmek * askerlik yapmak.
    askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi.
    askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak.
    askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması.
    askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
    * Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
    * Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
    * Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
    * Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
    * Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
    * Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
    tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
    * Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
    * Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
    * Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
    * İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
    * Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
    ödül.
    askıda bırakmak * sonuca vardırmamak.
    askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.
    askılı * Askısı olan.
    askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
    * Asılıp saklanacak sebze, meyve.
    * Vestiyer.
    askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
    * Karşıcinsi rahatsız eden kimse.
    askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
    * oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
    * bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.
    askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.
    askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak.
    asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar).
    askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad.
    asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.
    Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak.
    aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
    çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
    * Gürbüz ve yiğit adam.
    aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı.
    aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
    * sağlığıyerinde.
    aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
    aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay.
    aslan sütü * Rakı.
    aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir.
    aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan.
    aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.
    aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe.
    aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası.
    aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü.
    aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç.
    aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki.
    aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus).
    aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 84

    arkalanma * Arkalanmak işi.
    arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak.
    arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan.
    arkalıç * Arkalık.
    arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
    * Sırt dayamaya yarar yer.
    * Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.
    arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan.
    arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan.
    arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak.
    arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.
    arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak.
    arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak.
    arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak.
    arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen.
    arkasısıra * arkasından.
    arkasısıra * Ardından, peşinden.
    arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
    * Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.
    arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
    * desteğini sağlamak.
    arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak.
    arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
    * (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
    arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır.
    arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak.
    arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda.
    arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
    * birine çok ilgi duymak.
    arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak.
    arkasını(bir şeye) vermek * dönmek.
    arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek.
    arkasınıalmak * bir işi tamamlamak.
    arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.
    arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek.
    arkasız * Arkalığı olmayan.
    * Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.
    arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde.
    arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek.
    arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
    arke * İlk ana madde.
    arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh.
    arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı.
    arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
    organı.
    arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.
    arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi.
    arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili.
    arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
    arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak.
    arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç.
    arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan.
    arlanma * Arlanmak işi.
    arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak.
    arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz.
    arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 85

    arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur.
    arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
    * Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.
    arma donatmak * armayıyerli yerine koymak.
    arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.
    arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak.
    armada * Donanma.
    armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta.
    armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
    armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
    * Ödül.
    * Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
    * Bağış, ihsan.
    armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
    armalı * Arması bulunan.
    armatör * Ticaret gemisi sahibi.
    armatörlük * Armatör olma durumu.
    * Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.
    armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
    * Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
    yerleştirilen demir parçası.
    * Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
    armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum.
    armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra.
    armonik * Armoni ile ilgili olan.
    * Armonika.
    armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
    * Akordeon.
    armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler.
    armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası).
    armonyum * Taşınabilir küçük org.
    armudî * Armut biçiminde olan.
    armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın.
    armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer.
    armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
    * Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
    * Fazla bön.
    armut gibi * çok anlayışsız, bön.
    armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı.
    armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.
    armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır.
    armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top.
    armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
    armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi.
    Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
    * Bu halka özgü olan (şey).
    Arnavut bacası * Çatıpenceresi.
    Arnavut biberi * Acıkırmızı biber.
    Arnavut ciğeri * Ciğer tavası.
    Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım.
    Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil.
    Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak.
    Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
    Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu.
    Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak.
    Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
    * Arnavut halkının bütünü.
    arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği.
    aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku.
    aromatik * Hoşkokulu, aromalı.
    arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
    oluşturulan, sulamaya yarar araç.
    arp * Bkz. harp (II).
    arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
    çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
    * Bu bitkinin taneleri.
    arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 86

    arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir.
    arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü.
    arpa suyu * Bira.
    arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye.
    arpacı * Arpa alan ve satan kimse.
    arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek.
    arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
    göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
    * Arpa biçiminde şehriye.
    arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
    arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
    arpağan * Yabanî arpa.
    arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
    * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
    arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
    * Arpa konulan yer.
    * Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
    * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
    * Başmaklık.
    * Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
    arpalık etmek * arpalık yapmak.
    arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
    arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak.
    arpçı * Arp çalan kimse.
    arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
    arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer.
    arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
    süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
    As.
    arsıulusal * Uluslar arası.
    arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
    * Aç gözlü davranan (kimse).
    * Kolayca üreyebilen (bitki).
    arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak.
    arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde.
    arsızlanma * Arsızlanmak işi.
    arsızlanmak * Arsızlık etmek.
    arsızlaşma * Arsızlaşmak işi.
    arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek.
    arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık.
    arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
    arslan * Aslan.
    arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır.
    arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke.
    arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı.
    arş * Askerlikte “yürü” komutu.
    arşe * Keman yayı.
    * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
    doğru uzanmışdemir yay.
    arşetip * İlk örnek.
    arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök.
    arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.
    arşınlama * Arşınlamak işi.
    arşınlamak * Arşınla ölçmek.
    * Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.
    arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar.
    arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
    arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
    * Avusturya hanedanında prenses.
    arşiv * Belgelik.
    arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı.
    arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi.
    arşivleme * Arşivlemek işi.
    arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
    art * Arka, geri.
    * Bir şeyin öbür yüzü.
    art arda * Birbirinin arkasından.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 87

    art avurt * Avurdun arka bölümü.
    art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses.
    art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
    art damak * Damağın arka bölümü.
    art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
    sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.
    art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce.
    art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak.
    art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir.
    art niyet * Art düşünce.
    art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk.
    art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
    art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
    art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
    art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
    artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
    * Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
    artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
    artakalma * Artakalmak işi veya durumu.
    artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
    artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
    kıta, dümdar.
    * Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).
    artçılık * Artçının görevi.
    arter * Atardamar.
    * Trafiği yoğun olan ana yol.
    arterit * Atardamar bozukluğu.
    artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu.
    artezyen kuyusu * Artezyen.
    artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
    * Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
    artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
    artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot.
    artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
    * Kalan veya artan bölüm.
    * Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
    * Daha çok, daha fazla.
    * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
    artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
    sahip olduğu ek değer.
    artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün.
    artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire.
    artıklama * Artıklamak işi.
    artıklamak * Yemekte artık bırakmak.
    artım * Artma, artış, çoğalma.
    artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan.
    artın * Katyon.
    artırılma * Artırılmak işi.
    artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
    artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
    * Müzayedede artırma.
    artırma * Artırmak işi.
    * Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
    müzayede.
    artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
    * Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
    * Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
    * Herhangi bir davranışta ileri gitmek.
    artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış.
    artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
    * Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.
    artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse).
    artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi.
    artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı.
    artistlik * Artistin görevi.
    * Artist olma durumu.
    artma * Artmak işi.
    artmak * Büyük heybe.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 88

    artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
    * Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
    * Değeri yükselmek, fazlalaşmak.
    artrit * Eklem romatizması.
    artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı.
    arttırma * Arttırmak işi.
    arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
    * Yükseltmek.
    aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
    Edebiyatınazım ölçüsü.
    arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
    Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
    eden mezhep.
    arz * Sunma.
    * (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.
    arz * En, genişlik.
    arz * Yer, yeryüzü.
    arz dairesi * Bkz. enlem dairesi.
    arz derecesi * Bkz. enlem.
    arz etmek * sunmak.
    * saygı ile bildirmek.
    arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda.
    arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.
    arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem.
    arzanî * Enine olan.
    arziyat * Yer bilimi, jeoloji.
    arzu * İstek, dilek.
    * Heves.
    arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak.
    arzu etmek * yürekten istemek.
    arzuhâl * Dilekçe, istida.
    arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
    arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
    arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi.
    arzulama * Arzulamak işi.
    arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek.
    arzulu * İstekli, hevesli.
    arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.
    As * Arsenik’in kısaltması.
    as * Kakım.
    as * İskambil kâğıtlarında birli.
    * Bir işte başta gelen (kimse veya şey).
    as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.
    as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri.
    as yön * Ara yön.
    asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
    tür ağaç veya metalden değnek.
    * Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.
    asabî * Sinirli.
    * Sinirle ilgili, sinirsel.
    asabîleşme * Asabîleşmek işi.
    asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.
    asabîlik * Asabî olma durumu.
    asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma.
    asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî.
    asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
    neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.
    asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar).
    asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
    parazit.
    * Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.
    asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
    savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.
    asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.