aş | * Pişirilerek hazırlanan yemek. |
aşdamı | * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak. |
aşerme | * Aşermek durumu. |
aşermek | * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek. |
aşevi | * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta. * Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane. * Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan yer. * Tekkelerde yemek pişirilen yer. |
aşocağı | * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer. |
aştaşınca kepçeye paha olmaz | * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur. |
aşyermek | * Bkz. aşermek. |
aşağı | * Bir şeyin alt bölümü. * Bir yere göre daha alçak yerde bulunan. * Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri. * Niteliği düşük, kötü, adî. * Bayağı, adî. * Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az. * Aşağıya, yere doğru. |
aşağı(falan) yukarı | * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır. * bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır. |
aşağıalmak | * devirmek, yıkmak. |
aşağı bitkiler | * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler. |
aşağıdüşmek | * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak. |
aşağı görmek | * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek. |
aşağıkalır yeri (veya yanı) yok | * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan. |
aşağıkalmamak | * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak. |
aşağıkurtarmaz | * bundan daha ucuza olmaz. * daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez. |
aşağımahalle | * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi. * Genel ev. |
aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım | * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır. |
aşağıyukarı | * Tama yakın, yaklaşık olarak. |
aşağıyukarı(yürümek) | * bir baştan bir başa (yürümek). |
aşağıdan almak | * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak. |
aşağılama | * Aşağılamak işi. |
aşağılamak | * Değerinden düşük göstermek. * Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek. |
aşağılanma | * Aşağılanmak durumu. |
aşağılanmak | * Aşağıduruma düşürülmek. |
aşağılaşma | * Aşağıduruma düşme, mezellet. |
aşağılaşmak | * Aşağılık duruma düşmek. |
aşağılatma | * Aşağılatmak işi. |
aşağılatmak | * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek. |
aşağılıyukarılı | * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte. |
aşağılık | * Aşağı olma durumu, adilik. * Niteliği düşük, adî. |
aşağılık duygusu | * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi. |
aşağılık kompleksi | * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu. |
aşağısama | * Aşağısamak işi. |
aşağısamak | * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek. |
aşağısı | * Aşağıtaraftaki. |
aşama | * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye. * Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale. |
aşama sırası | * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi. * Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi. |
aşamalı | * Aşaması olan, kademeli. |
aşar | * Ondalık. * Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler. |
aşarî | * Ondalık. |
aşçı | * Yemek pişiren kimse, ahçı. * Yemek pişirip satan kimse. * Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta. |
aşçı baltası | * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta. |
aşçı başı | * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı. * Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse. |
aşçı başılık | * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi. |
aşçılık | * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi. * Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi. |
aşerat | * Onluklar. |
aşhane | * Aşevi. * Mutfak. |
aşı | * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın mikrobuyla hazırlanmışeriyik. * Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça. * Bu eriyiğin uygulanması. * Aşılı(kimse veya bitki). |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 94
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 95
aşı boyalı * Aşı boyasırenginde boyanmış. aşı boyası * İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almışgevrek kil.
* Koyuca kırmızı, kiremit rengi.aşıkâğıdı * Aşı olanlara verilen resmî belge. aşı olmak * aşıyapılmak. aşıtaşı * Taşdurumundaki aşı boyası. aşıvurmak * bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşıvermek, aşıyapmak. aşıcı * Aşıyapan kimse. aşıcılık * Aşıcının yaptığı iş. âşığa Bağdad sorulmaz * bir şeye çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydığınıanlatır. aşığıcuk oturmak * işi çok olumlu bir biçim almak. âşığıkesilmek * tutku hâline getirmek. âşığın gözü kördür * kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de
ilgilenmez.aşık * Baldır kemiği ile eklemleşerek bileğin belli başlı oynak merkezini oluşturan, ayak bileğinde bulunan küçük
kemiklerden biri.
* Yapıçatılarında, uzun mertek, aşırma.âşık * Bir kimseye veya bir şeye karşıaşırısevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
* Halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlıhalk şairi.
* Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
* Dalgın, kalender (kimse).
* Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.aşık atmak * yarışetmek, yarışmak. aşık atmak (veya aşık oynamak) * aşık kemiğiyle oyun oynamak. aşık kemiği * Aşık. âşık olmak * sevmek, tutulmak. âşıkane * Âşığa yaraşır biçimde (olan). âşıklık * Âşık olanın durumu. âşıklısı * çok seveni, düşkünü. âşıktaş * Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri. âşıktaşlık * Karşılıklısevişme, muaşaka. âşıktaşlık etmek * karşılıklısevişmek. aşılama * Aşılamak işi.
* Yeni aşılanmışağaç.
* Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma.
* Bu yolla elde edilmiş.
* Bitkilerin aşıyoluyla üretilmesi, ilkah.
* Aşılanmış(ağaç).aşılamak * Organizmada bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşıkoyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı
vücuda vermek, aşıyapmak.
* Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasınıanaç üzerine kaynaştırarak üretmek.
* Başkasına hastalık geçirmek.
* Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
* Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak.aşılanma * Aşılanmak işi. aşılanmak * Aşılamak işine konu olmak. aşılatma * Aşılatmak işi. aşılatmak * Aşılamak işini yaptırmak. aşılı * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmışolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmış(bitki).aşılma * Aşılmak durumu. aşılmak * Aşmak işine konu olmak. aşım * Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi. aşındırma * Aşındırmak işi. aşındırmak * Aşınmak işine uğratmak.
* Dokunduğu cisimleri eriterek aşınmasına yol açmak.
* (bir yere) Pek çok gidip gelmek.aşınım * Aşınmak işi.
* Erozyon.aşınma * Aşınmak işi.
* Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dışetmenlerle yıpratılıp, yerinden
koparılmalarıveya eritilmeleri, itikal, erozyon.aşınmak * Birbirine sürtünerek incelmek.
* Eskimek, yıpranmak.
* Çıkıntılarısilinmek, düzleşmek.aşıntı * Aşınmışyer. aşır * On sayısı.
* Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılındıktan sonra Kur’an’dan okunan on ayetlik bölüm.aşıramento * Çalma, aşırma. aşırı * Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın.
* Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
* Bir şeyin gereğinden çok olanı.
* Ötede, ötesinde.
* Gereğinden fazla, çok.aşırı bellem * Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmişolması. aşırı besi * Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme. aşırıdoyma * Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra
kadar erimişolarak kalmasıdurumu.aşırıduyu * Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir
duyarlık gösterme durumu.aşırıerime * Erime noktasından daha aşağı bir ısıderecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının
katılaşmamasıdurumu.aşırı gitmek * ölçüyü kaçırmak, usandırmak. aşırıtaşırı * Çok aşırı, fazla miktarda. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 96
aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı. aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi. aşırılık * Aşırı olma durumu. aşırılma * Aşırılmak işi. aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak. aşırıntı * Aşırılmışolan (şey). aşırma * Aşırmak işi.
* Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
* Aşırılmış.
* Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
* Küçük kazan, kova, bakraç.aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember. aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
* Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
* Çalıp götürmek.
* Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
* Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.aşırmasyon * Çalma, aşırma. aşırtı * Aşırma işi. aşırtma * Aşırtmak işi. aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
* Aşırmak.aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmamış(bitki).aşıt * Siper, kuytu yer.
* Aşılacak yer.
* Dağgeçidi.aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan. aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek. aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek. aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan. aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
* Bilinen, tanıdık olan.aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
* Tanışıklığı gösterir davranış.aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek. aşiret * Oymak. aşiyan * Kuşyuvası.
* Ev, oturulan yer, mesken.aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi. aşk etmek * hızla vurmak. aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez. aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
* Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
* Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek. aşka düşmek * âşık olmak. aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek. aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
* Benzerlerinden üstün.
* Çok, fazla.aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi. aşlama * Bkz. Aşılama. aşlamak * Bkz. Aşılamak. aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
* Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
* Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.aşma * Aşmak işi. aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
* (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
* (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
* Görünmeden kaçmak.aşna * Aşina. aşna fişne * Gizli dost.
* Gizli dostluk.aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.aştırma * Aştırmak işi. aştırmak * Aşmak işini yaptırmak. aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı. aşure ayı * Muharrem ayı. aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü. aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
* Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot. aşüftelik * Aşüfte olma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 97
At * Astatin’in kısaltması. at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
* Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.-at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb. at anası * Bkz. atlar anası. at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak. at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır. at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır. at cambazı * At alıp satan kimse.
* Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak. at çevirmek * geri döndürmek. at donu * Atın tüyünün rengi. at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın). at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
* Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam). at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak. at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
hippocastanum).
* Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası. at koşturacak kadar * pek geniş. at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak. at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan. at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer. at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük. at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz. at oynatmak * atla hüner göstermek.
* yarışmak.
* bildiği ve istediği gibi davranmak.at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü. at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok. ata * Baba.
* Dedelerden ve büyük babalardan her biri.ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak. atabek * Bkz. atabey. atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
yönetimi ile görevli vezir.atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak. ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik. ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal. atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
* Geveze, yalancı.atak * Atılım, akın.
* Saldırı, saldırış, hücum, hamle.atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak. ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et. atalet * Tembellik.
* İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.atalık * Ataya yakışır davranış, babalık. atama * Atamak işi, tayin. atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek. ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan. atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme. atanma yapmak * tayin etmek. atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek. ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik. atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
şiryan.atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 98
atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal. atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.ataş * Tutacak. ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı. ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
* Ataşenin görev yaptığıyer.Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist. Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
* Bu ilkeye bağlılık.atavik * Atacılıkla ilgili. atavizm * Atacılık. atbalığı * Su aygırı. atçı * Soy at yetiştiricisi. atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar. ate * Ateist. atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması. ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme. ateh getirmek * bunamak. ateist * Tanrıtanımaz. ateizm * Tanrıtanımazlık. atelye * Bkz. atölye. aterina * Gümüş balığı. ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
* Tutuşmuşolan cisim.
* Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
* Patlayıcısilâhların atılması.
* Vücut ısısı.
* Coşkunluk.
* Tehlike, felâket.
* Büyük üzüntü, acı.
* Kırmızı, alev renginde olan.
* Öfke, hırs, hınç.ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak. ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
* (ateşli silâh) patlamak.
* telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir. ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak. ateş balığı * Sardalye. ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek. ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca). ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı. ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak. ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens). ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez. ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak. ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi. ateşgibi * çok sıcak.
* zeki, çalışkan ve becerikli.
* kıpkırmızı.ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek. ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat. ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
* Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
* (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek. ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi. ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır. ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır. ateşpahası * Çok pahalı. ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
* Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
* Çok yaramaz (çocuk).ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
* çok öfkeli olmak.ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek. ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla. ateşvermek * tutuşturmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 99
ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
* çevresindekilere ağır sözler söylemek.ateş! * ateşetmek için verilen komut. ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
* Ateşle hüner gösteren oyuncu.ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
kimse.ateşçilik * Ateşçinin işi. ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek. ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen. ateşe tutmak * az ısıtmak.
* üzerine ateşli silâhla mermi atmak.ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
* bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
* aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
* bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak. ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir. ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak. ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak. ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak. ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak. ateşin * Ateşli, coşkun. ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak. ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
* derece ile ateşi ölçmek.
* acıyı, yanmayıazaltmak.ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke. ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
söylenir.ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak. ateşleme * Ateşlemek işi. ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
* Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
* Kışkırtmak, heveslendirmek.ateşlendirme * Ateşlendirmek işi. ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek. ateşlenme * Ateşlenmek işi. ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
* Vücut ısısıartmak.
* Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda. ateşletme * Ateşletmek işi. ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak. ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
* Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.ateşli * Ateşi olan.
* Coşkun, coşturucu, coşkulu.
* Cinsel istekleri güçlü olan.ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli. ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh. ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer. ateşlilik * Ateşli olma durumu. ateşperest * Ateşe tapan. ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum. atfen * Mal ederek, yükleyerek. atfetme * Atfetmek işi, isnat. atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
* Yöneltmek, çevirmek.atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası. atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır. atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
* Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.atıcılık * Atıcı olma durumu.
* Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
* Yalancılık, uydurmacılık.atıf * Yöneltme, çevirme.
* İlişkili bulma.atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
* Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık. atık * Atılmış, atılan. atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 91
askercilik * Askerci olma durumu.
* Bir tür çocuk oyunu.askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek. askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek. askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak. askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü. askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama. askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman. askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker. askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük. askerî rüştiye * Askerî ortaokul. askerîleşme * Askerîleşmek işi. askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak. askerîleştirme * Askerîleştirmek işi. askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak. askeriye * Askerlik. askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti. askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi. askerlik etmek * askerlik yapmak. askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi. askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak. askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması. askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
* Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
* Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
* Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
* Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
* Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
* Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
* Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
* Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
* Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
* İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
* Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
ödül.askıda bırakmak * sonuca vardırmamak. askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak. askılı * Askısı olan. askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
* Asılıp saklanacak sebze, meyve.
* Vestiyer.askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
* Karşıcinsi rahatsız eden kimse.askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
* oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
* bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek. askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak. asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar). askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad. asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde. Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak. aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
* Gürbüz ve yiğit adam.aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı. aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
* sağlığıyerinde.aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek. aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay. aslan sütü * Rakı. aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir. aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan. aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki. aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe. aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası. aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü. aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç. aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki. aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus). aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 84
arkalanma * Arkalanmak işi. arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak. arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan. arkalıç * Arkalık. arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
* Sırt dayamaya yarar yer.
* Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan. arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan. arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak. arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak. arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak. arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak. arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak. arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen. arkasısıra * arkasından. arkasısıra * Ardından, peşinden. arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
* Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
* desteğini sağlamak.arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak. arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
* (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır. arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak. arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda. arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
* birine çok ilgi duymak.arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak. arkasını(bir şeye) vermek * dönmek. arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek. arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek. arkasınıalmak * bir işi tamamlamak. arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek. arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek. arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek. arkasız * Arkalığı olmayan.
* Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde. arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek. arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek. arke * İlk ana madde. arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh. arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı. arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
organı.arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini. arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi. arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili. arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili. arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak. arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç. arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan. arlanma * Arlanmak işi. arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak. arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz. arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 85
arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur. arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
* Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.arma donatmak * armayıyerli yerine koymak. arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek. arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak. armada * Donanma. armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta. armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha. armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
* Ödül.
* Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
* Bağış, ihsan.armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek. armalı * Arması bulunan. armatör * Ticaret gemisi sahibi. armatörlük * Armatör olma durumu.
* Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
* Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
yerleştirilen demir parçası.
* Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum. armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra. armonik * Armoni ile ilgili olan.
* Armonika.armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
* Akordeon.armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler. armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası). armonyum * Taşınabilir küçük org. armudî * Armut biçiminde olan. armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın. armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer. armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
* Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
* Fazla bön.armut gibi * çok anlayışsız, bön. armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı. armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut. armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır. armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top. armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek. armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi. Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
* Bu halka özgü olan (şey).Arnavut bacası * Çatıpenceresi. Arnavut biberi * Acıkırmızı biber. Arnavut ciğeri * Ciğer tavası. Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım. Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil. Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak. Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek. Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu. Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak. Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
* Arnavut halkının bütünü.arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği. aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku. aromatik * Hoşkokulu, aromalı. arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
oluşturulan, sulamaya yarar araç.arp * Bkz. harp (II). arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
* Bu bitkinin taneleri.arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 86
arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir. arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü. arpa suyu * Bira. arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye. arpacı * Arpa alan ve satan kimse. arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek. arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
* Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
* Arpa biçiminde şehriye.arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan. arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi. arpağan * Yabanî arpa. arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
* Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
* Arpa konulan yer.
* Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
* Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
* Başmaklık.
* Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.arpalık etmek * arpalık yapmak. arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak. arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak. arpçı * Arp çalan kimse. arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması. arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer. arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
As.arsıulusal * Uluslar arası. arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
* Aç gözlü davranan (kimse).
* Kolayca üreyebilen (bitki).arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak. arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde. arsızlanma * Arsızlanmak işi. arsızlanmak * Arsızlık etmek. arsızlaşma * Arsızlaşmak işi. arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek. arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık. arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak. arslan * Aslan. arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır. arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke. arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı. arş * Askerlikte “yürü” komutu. arşe * Keman yayı.
* Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
doğru uzanmışdemir yay.arşetip * İlk örnek. arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök. arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü. arşınlama * Arşınlamak işi. arşınlamak * Arşınla ölçmek.
* Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar. arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan. arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
* Avusturya hanedanında prenses.arşiv * Belgelik. arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı. arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi. arşivleme * Arşivlemek işi. arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak. art * Arka, geri.
* Bir şeyin öbür yüzü.art arda * Birbirinin arkasından. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 87
art avurt * Avurdun arka bölümü. art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses. art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland. art damak * Damağın arka bölümü. art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce. art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak. art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir. art niyet * Art düşünce. art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk. art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker. art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik. art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi. art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni. artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
* Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket. artakalma * Artakalmak işi veya durumu. artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak. artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
kıta, dümdar.
* Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).artçılık * Artçının görevi. arter * Atardamar.
* Trafiği yoğun olan ana yol.arterit * Atardamar bozukluğu. artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu. artezyen kuyusu * Artezyen. artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
* Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı. artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot. artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
* Kalan veya artan bölüm.
* Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
* Daha çok, daha fazla.
* Bundan böyle, sonra, daha, yeter.artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
sahip olduğu ek değer.artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek. artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün. artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire. artıklama * Artıklamak işi. artıklamak * Yemekte artık bırakmak. artım * Artma, artış, çoğalma. artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan. artın * Katyon. artırılma * Artırılmak işi. artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek. artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
* Müzayedede artırma.artırma * Artırmak işi.
* Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
müzayede.artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
* Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
* Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
* Herhangi bir davranışta ileri gitmek.artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış. artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
* Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse). artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi. artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı. artistlik * Artistin görevi.
* Artist olma durumu.artma * Artmak işi. artmak * Büyük heybe. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 88
artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
* Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
* Değeri yükselmek, fazlalaşmak.artrit * Eklem romatizması. artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı. arttırma * Arttırmak işi. arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
* Yükseltmek.aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
Edebiyatınazım ölçüsü.arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça. Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
eden mezhep.arz * Sunma.
* (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.arz * En, genişlik. arz * Yer, yeryüzü. arz dairesi * Bkz. enlem dairesi. arz derecesi * Bkz. enlem. arz etmek * sunmak.
* saygı ile bildirmek.arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda. arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi. arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem. arzanî * Enine olan. arziyat * Yer bilimi, jeoloji. arzu * İstek, dilek.
* Heves.arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak. arzu etmek * yürekten istemek. arzuhâl * Dilekçe, istida. arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir. arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse. arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi. arzulama * Arzulamak işi. arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek. arzulu * İstekli, hevesli. arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak. As * Arsenik’in kısaltması. as * Kakım. as * İskambil kâğıtlarında birli.
* Bir işte başta gelen (kimse veya şey).as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar. as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri. as yön * Ara yön. asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
tür ağaç veya metalden değnek.
* Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.asabî * Sinirli.
* Sinirle ilgili, sinirsel.asabîleşme * Asabîleşmek işi. asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek. asabîlik * Asabî olma durumu. asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
* Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı. asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma. asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî. asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar). asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
parazit.
* Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.