asalaklaşmak | * Asalak duruma gelmek. |
asalaklık | * Asalak olanın durumu. |
asalet | * Soyluluk. * Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karşıtı. * Yazıda veya sözde bayağısöz ve deyim bulunmamasıdurumu. |
asaleten | * Bir görevde temelli olarak, asıl olarak, vekâleten karşıtı. * Kendi adına hareket ederek. |
asaleten atama | * Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama. |
asamble | * Kurul. |
asansör | * İnsanlarıveya yükleri bir yapının bir katından ötekine veya yüksek yerlere çıkarıp indiren elektrikle işler araç. |
asansör boşluğu | * Binalarda asansörün işlemesi için bırakılan boşluk. |
asansörcü | * Asansörün bakım ve onarımınıyapan kimse. * Otel ve hastahane gibi büyük kuruluşlarda asansörün düzenli çalışmasınısağlayan kimse. |
asap | * Sinirler. |
asar | * Yapılar, eserler. |
asarıatika | * Eski yapılar, eski eserler. |
asayiş | * Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik. |
asayiş berkemal | * Güvenliğin yerinde olduğunu anlatır. |
asbaşkan | * İkinci başkan. |
asbest | * Tremolitin bozulmasından oluşan lifli, kırılmadan bükülebilen ve ateşte niteliği değişmeyen bir mineral, taş pamuğu, kaya lifi. |
asbest yünü | * Asbestin işlenerek yün biçimine sokulmuşu. |
aselbent | * Hekimlikte ve koku yapımında kullanılan, aselbent ağacının kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine. * Bu reçinenin elde edildiği ağaç (Styrax officinalis). |
asenkron | * Eşzamanlı olmayan, başlama ve bitme anları başka olan (olaylar); senkron, eşzaman karşıtı, yadın kurun. |
asepsi | * İlâç kullanmadan, yalnız ısıyardımı ile aygıt ve pansuman gereçleri gibi şeyleri mikropsuzlaştırma işi. |
aseptik | * Her türlü mikroptan arınmış. |
ases | * Gece bekçisi. * Osmanlıİmparatorluğunda yeniçeri ocağının kaldırılmasından önceki güvenlik görevlisi. |
asesbaşı | * Yeniçeri ocağındaki askerî görevinin yanısıra, başşehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanın çorbacı başısına verilen ad. |
asetat | * Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam. |
asetatlı | * Birleşimine asetat karıştırılmış. |
asetik | * Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taşıyan. |
asetik asit | * Sirkeye tadınıve özelliklerinden birçoğunu veren asit. |
asetilen | * Renksiz, sarımsak kokulu, güçlü ve beyaz bir ışık vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz. |
aseton | * Birçok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev alır, eter kokusunda bir sıvı. |
asfalt | * Siyah renkte şekilsiz bir cins bitüm. * Ana maddesi katran olan ve yolların kaplanmasında kullanılan karışım. * Asfaltlanmış. |
asfaltit | * Petrolün ayrışması ile oluşan ve çoklukta tortul kayaçların gözeneklerinde bulunan doğal bitüm. |
asfaltlama | * Asfaltlamak işi. |
asfaltlamak | * Asfaltla kaplamak. |
asfaltlanma | * Asfaltlanmak işi. |
asfaltlanmak | * Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak. |
asgarımüşterek | * Herkes tarafından kabul edilen nokta, üzerinde anlaşmaya varılan husus, uyuşulan konu, ortak payda. |
asgarî | * En az, en aşağı, en azından, en düşük. * Minimum. |
asgarî ücret | * İşçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi ihtiyaçlarını günün fiyatlarıüzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret. |
ashap | * Sahipler. * Hz. Muhammed’in meclislerinde ve konuşmalarında bulunanlar, sahabeler. |
ası | * Asmak işi. |
-ası/ -esi | * Fiilden sıfat yapan ek. |
asıda olmak (veya asıda kalmak) | * bir işe son verilmeyip öylece bırakılmışolmak veya kalmak. |
asık | * Somurtkan. * Asılı. |
asık suratlı | * Hoşnutsuzluğunu, kızgınlığınıyüzüne sert bir anlam vererek belirten” öfkeli görünüşlü yüzü olan. |
asıl | * Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı. * Kök, köken, kaynak. * Gerçeklik, esas, hakikat. * Soy, nesep. * Gerçek. * Bir şeyin temelini oluşturan, ana. * Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamışolan. * (a’sıl) Başlıca, başta gelen, gerçek olarak. |
asıl nüsha | * Bir yazma eserin veya belgenin kopyalarının dayandığıözgün biçimi. |
asıl sayılar | * Sıra veya üleştirme eki almamışyalın sayılar. |
asıl vurgu | * Kelimenin aslındaki vurgu. |
asılanma | * Asılanmak işi, intifa. |
asılanmak | * Bir şeyden yarar sağlamak, intifa etmek. |
Kategori: SÖZLÜK
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 89
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 90
asılı * Asılmışolan. asılış * Asılmak işi veya biçimi. asıllı * Bir kökene dayanan, kökenli. asılma * Asılmak işi. asılmak * Asmak işi yapılmak veya asmak işine konu olmak.
* Bir yere tutunup sarkmak.
* Tutup çekmek.
* Bir şey isterken karşısındakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ısrar etmek.
* Hızla eline almak.
* Boynuna ip geçirip sallandırılarak öldürülmek, idam edilmek.
* Karşıcinsin ilgisini çekmek için çarpıcıdavranışlarda bulunmak.
* Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.asılmışadam * Salepgillerden, çiçekleri asılmış bir insana benzeyen ve köklerinden salep çıkarılan bir bitki. asılsız * Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksız, köksüz (haber). asıltı * Çözünemeyen madde parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmışdurumu, süspansiyon.
* Böyle bir sıvıkarışımı, süspansiyon.asım * Asma işi. asım takım * Kadınların takındıklarısüs eşyası. asıntı * Bir işi hemen yapmayıp bekleterek geri bırakma, tehir, tavik.
* Birini tedirgin edecek kadar üzerine düşme.
* Sırnaşan, tebelleşolan kimse.asıntı olmak * tebelleşolmak, sırnaşmak. asıp kesmek * (genellikle iş başında bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak. asır * Yüzyıl.
* Çağ.asırlarca * Yüzlerce yıl. asırlık * Yüzyıllık. asi * Başkaldıran, isyan eden.
* Hayırsız, dik başlı.aside * Un, et ve bamya ile yapılan bir Arap yemeği. asidimetre * Asitölçer. asil * Soylu.
* Yüksek duygu ile yapılan.
* Bir görevde temelli olan, vekil karşıtı.asileşme * Asileşmek işi. asileşmek * Karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek. asilik * Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlık. asilik etmek * karşı gelmek, başkaldırmak. asillik * Asil olma durumu, asalet.
* Soylu olma durumu, soyluluk.asilzade * Soylu. asilzadelik * Soyluluk. asimetri * Simetrisi olmayan, bakışımsızlık. asimetrik * Simetrik olmayan, bakışımsız. asimilâsyon * Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme.
* Benzeşme.asimile * Bu söz “benzeşmek”, “kendine uydurmak” anlamında “asimile etmek” biçiminde kullanılır. asimptot * Bir eğriye giderek yaklaşan, ama sonuna kadar uzatılsa bile yaklaştığıhâlde eğriyi kesmeyen doğru;
sonuşmaz.asistan * Yardımcı.
* Araştırma görevlisi.asistanlık * Asistan, araştırma görevlisi olma durumu asistanın görevi. asit * Turnusolün mavi rengini kırmızıya çevirmek özelliğinde olan ve birleşimindeki hidrojenin yerine maden
alarak tuz oluşturan hidrojenli birleşik, hamız.asit alkol * Aynızamanda asit ve alkol gruplarını içeren birleşiklere verilen ad. asit borik * Bkz. borik asit. asit fenik * Bkz. fenol. asitölçer * Bir asidin özelliğini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre. ask * Bkz. asklı. askarit * Bağırsak solucanı. asker * Erden mareşale kadar orduda görevli bulunan herkes.
* Askerlik görevi veya ödevi.
* Ordunun yalnız er rütbesinde olan bölümü.
* Topluluk düzenine saygısı olan, disiplinli.
* Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüşmesini başaran.asker çıkarmak * (bir devlet) belli kanunlara bağlı olarak asker toplamak.
* kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme.asker gibi * disiplinli, düzgün. asker kaçağı * Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağından ayrılan veya oraya gitmekten kaçan kimse. asker ocağı * Askerlik ödevinin yapıldığıkışla, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad. asker olmak * askerlik ödevine başlamak. asker tayını * Erlere verilen azık. askerce * Askere yakışır biçimde. askerci * Asker yanlısı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 81
argaç * Dokuma tezgâhlarında enine atılan iplik, atkı. argaçlama * Argaçlamak işi. argaçlamak * Dokumada argaç atmak. argali * Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya’da yaşayan, büyük boynuzları olan yaban koyunu (Ovis ammon). argın * Yorgun, zayıf, bitkin.
* Beceriksiz.argınlık * Argın olma durumu. argıt * Geçit, boğaz, dağboğazı, derbent.
* Keklik tutmakta kullanılan, tahtadan kapanların yan taraflarına bağlanan ağaç parça.argo * Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynımeslek veya topluluktaki insanların kullandığıözel dil veya söz
dağarcığı.
* Serserilerin, külhan beylerinin kullandığısöz veya deyim.argolaşma * Argolaşmak özelliği gösterme. argolaşmak * Karşılıklıargo konuşmak.
* Söz argo durumuna gelmek.argon * Atom numarası18, atom ağırlığı39,9 olan, havada %1 oranında bulunan, rengi, kokusu ve tadı olmayan
bir element. KısaltmasıAr.argonot * Kafadan bacaklılardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğu olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan
(Argonauta argo).argüman * Bir çıkışkümesinin değişkenine verilen ad. arı * Temiz, münezzeh.
* Yabancışeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis.
* Günahsız.arı * Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica). arı bal alacak çiçeği bilir * işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir. arı beyi * Her kovanda bir tane bulunan ana arı. arı biti * Kör, kanatsız, kızılca renkli küçük sinek (Braula caeca). arıdalağı * Bal peteği. arı gibi * çok çalışkan. arı gibi sokmak * iğnelemek, acısöz söylemek. arıkil * Porselen yapmakta kullanılan bir çeşit ak ve gevrek kil, kaolin. ArıKovanı * Yengeç takım yıldızıyöresinde bir yıldız kümesi. arıkovanı * Arıların içinde bal yaptıklarıçeşitli maddelerden yapılmışyuva. arıkovanı gibi işlemek * (bir yerin) gireni çıkanıçok olmak. arıkuşu * Arıkuşugillerden, sırtısarı, karnımavimsi yeşil, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya’da az ağaçlıklı,
açık yerlerde yaşayan bir kuş(Merops apiaster).arıkuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. arısili * Tertemiz. arısütü * Genç işçi arının başındaki bezlerden salgıladığı azotu çok madde. arıcı * Bal almak için arıyetiştiren kimse. arıcılık * Bal almak için arıyetiştirme işi. arık * Ark.
* Fide veya fidan dikilen yer.arık * Eti, yağıerimişzayıf, cılız, kuru, sıska. arık çekmek * tıkanan, bozulan arklarıtemizleyip açmak. arık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek. arıkçı * Su yolu yapan kimse. arıklama * Arıklamak işi. arıklamak * Arık (II) duruma gelmek. arıklaşma * Arıklaşmak işi. arıklaşmak * Arık (II) olmak. arıklatma * Arıklatmak durumu. arıklatmak * Arık (II) duruma getirmek. arıklık * Zayıflık, sıskalık. arılama * Arılamak işi, tenzih. arılamak * Bir şeyde herhangi bir ayıp veya kusur bulunmadığını bildirmek, tenzih etmek. arılanma * Arılanmak durumu, arılaşma. arılanmak * Arılaşmak. arılar * Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaşayan, vücutları, özellikle karınlarıve arka ayaklarıkıllarla örtülü
zar kanatlılar familyası.arılaşma * Arılaşmak durumu, arıduruma gelme, özleşme. arılaşmak * Arıduruma gelmek, saflaşmak, özleşmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 82
arılaştırma * Arılaştırmak işi, özleştirme. arılaştırmak * Arıduruma getirmek, özleştirmek. arılık * Temizlik.
* Katışıksızlık.
* Günahsızlık.arılık * Kovanların konulduğu yer, kovanlık. arına dokunmak * utanç duymak. arındırma * Arındırmak işi. arındırmak * Arınmasını sağlamak. arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek * tehlikeli kişiyi kışkırtmak. arınış * Arınmak işi veya biçimi. arınma * Temizlenme.
* Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
* Sanat yoluyla duyguların arınması.arınmak * Temizlenmek.
* Katışıksız, arıduruma gelmek.
* Rahatlamak.arış * Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü. arış * Çözgü. arış * Araba oku. arıtıcı * Arıtma özelliği olan.
* Deterjan.arıtıcılık * Arıtma işi. arıtım * (petrol, yağvb. için) Arıtma işi, rafinaj. arıtım evi * Şeker, petrol gibi maddelerin arıtıldığıyer, tasfiyehane, rafineri. arıtış * Arıtmak işi veya biçimi. arıtma * Arıtmak işi. arıtma ünitesi * Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
su buharo gibi hidrokarbon bileşiği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstlarının tabiî gazdan ayrıldığı birim.arıtmak * Temizlemek.
* Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek.arız * Sonradan ortaya çıkan.
* Bulaşmış, musallat olmuş.arız olmak * bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak.
* sonradan ortaya çıkmak.arıza * Engebe.
* Aksama, aksaklık.
* Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna
konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı.arıza yapmak * Bozulmak, işlemez duruma gelmek. arızalanma * Arızalanmak işi. arızalanmak * Arıza, aksaklık göstermek. arızalı * Engebeli.
* (Araç vb. için) Aksayan, işlemeyen, bozulmuş.
* Yarım yamalak, idare edecek biçimde.arızasız * Engebesiz, düz.
* Aksamayan, bozulmadan işleyen.
* Huzurlu, rahat, mutlu.arızî * Sonradan olan, dıştan gelen.
* Geçici, eğreti.Ari * İran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu halkla ilgili, bu halka özgü.arî * Çıplak.
* Özgür, hür.Ari dil * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran grubuna verilen ad. aria * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği şarkı, arya. arif * Çok anlayışlıve sezgili (kimse), varışlı. arif olan anlasın (veya anlar) * herkesin anlayacağıkadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamınıkavrayanlar için söylenir. arifane * Arif olana yakışacak yolda, biçimde.
* Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı).arifane ile * ortaklaşa. arife * Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün. arife günü * Dinî bayramlardan önceki gün. arioso * Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağır başlıhava. Aristocu * Aristotelesçi. Aristoculuk * Aristotelesçilik. aristokrasi * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî yönetim biçimi.
* Soylular sınıfı.aristokrat * Aristokrasi yanlısı.
* Soylu.aristokratik * Aristokratlıkla ilgili. aristokratlık * Aristokrat olma durumu. Aristotelesçi * Aristotelesçilik yanlısı olan kimse. Aristotelesçilik * Yunan filozoflarından Aristoteles’in felsefesi, gezimcilik.
* Bu felsefeyi benimsemişolma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 83
aritmetik * Matematiğin, konusu sayılar, bunların özellikleri ve işlemler olan kolu.
* Bu bilimle ilgili.aritmetik dizi * Ardışık terimleri arasındaki ayrım değişmeyen dizi: 1,3,5,7,9… dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
denilen değişmez oranı2 sayısıdır.aritmetik işlem * Aritmetik yoluyla yapılan çözüm. aritmetik orta * Bir diziyi oluşturan sayıların toplamının, dizinin terim sayısına bölünmesiyle elde edilen sayı. aritmetiksel * Aritmetik ile ilgili. aritmi * Kalp atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik. aritmik * Ritimli olmayan, düzensiz. ariya * Sancağı, yelkeni veya sereni direkten aşağıalma. ariyet * Eğreti, ödünç.
* Belli bir taşınır malın kullanılmasının geri verilmek şartıyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.ariyeten * Eğreti olarak, ödünç olarak. ariz amik * Enine boyuna, her yönü ile. ariza * Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe. arjantin * Büyük bira bardağı. Arjantinli * Arjantin halkından olan. ark * İçinden su akıtmak için toprağıkazarak yapılan açık oluk, arık, hark, cetvel, kanal. arka * Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı.
* Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi.
* Geri kalan bölüm.
* Art, peş.
* Otururken sırtın dayandığıyer.
* (insan için) Vücut, beden.
* Arkada olan, arkada bulunan.
* Koruyucu, kayırıcı, iltimasçı, piston.
* Geçmiş, geride kalmışzaman.arka (veya sırt) çevirmek * eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı gibi davranmak. arka arka * Geriye doğru. arka arkaya * Hemen birbirinin arkasından, art arda. arka arkaya vermek * birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak. arka ayak * Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri. arka bulmak * bir koruyucu, kayırıcı bulmak. arka çıkmak * bir kimseyi başkalarına karşıkorumak, kayırmak. arka kapıdan çıkmak * okuldan başarısızlıkla ayrılmak. arka müziği * Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısıra etkiyi artırmak için hafifçe çalınan müzik. arka olmak * maddî, manevî yönden destek olmak. arka plânda * Geride.
* Önemsiz.arka sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki sokak. arka teker * Araçların arka düzeninde yer alan tekerlek. arka vermek * desteklemek, dayamak. arka yüz * Bir şeyin arkada kalan yüzü. arkaç * Ağıl.
* Dağsırtlarında davarların yatırıldığıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.arkada bırakmak * birinden daha ileri gitmek. arkada bırakmak * bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak.
* zaman bakımından geçmişte bırakmak.
* (ölen kimseye göre) dünyada bırakmak.arkada kalanlar (veya arkadakiler) * bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğinde geride bıraktığıyakınları. arkada kalmak * geriden gelmek, geride kalmak.
* değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.arkadan arkaya * Gizli gizli, el altından, gizlice, belli etmeden. arkadan söylemek * kendisi bulunmadığı bir yerde kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak. arkadan vurmak * bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek. arkadaş * Bir işte birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
* Birbirlerine karşısevgi ve anlayışgösteren kimselerden her biri.arkadaş canlısı * arkadaşlığa değer veren, arkadaşlarına çok düşkün olan kimse. arkadaşdeğil, arka taşı * zarar veren arkadaşlar için söylenir. arkadaşolmak * bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak. arkadaşça * Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça. arkadaşlık * Arkadaşolma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ünsiyet. arkadaşlık etmek * bir işte birlikte bulunmak; huyu ve düşünceleri birbirine uymak.
* bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.arkaik * Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
* Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.arkaizm * Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüşolan eski söz ve deyim.
* Kullanıldığıçağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapının özelliği.arkalama * Arkalamak işi, yardım, müzaheret. arkalamak * Arkasına almak, yüklenmek.
* Bir kimseye güven vererek yardım etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 74
anut * İnatçı, ayak direyici. anüri * İdrarınıyapamama şeklinde ağır bir böbrek rahatsızlığı belirtisi. anüs * Sindirim kanalının doğru bağırsak denilen son bölümündeki çıkışdeliği, makat, şerç. anüs yüzgeci * Balıklarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç. anyon * Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin. anzarot * Sıcak ülkelerde yetişen bodur bir ağaç (Sarcocolla).
* Bu ağacın yara tedavisinde kullanılan reçinesi.
* Rakı.aort * Kalbin sol karıncığından çıkan ve vücuda kırmızıkan dağıtan büyük atardamar. apacı * Çok acı. apaçık * Çok açık, çok belirgin. apaçıklık * Apaçık olma durumu.
* Bir şeyin, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın aydınlık, açık bir biçimde görünmesi.apak * Çok ak. apala * Abla. apalak * (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri. apandis * Kör bağırsağın ince bir parmak gibi olan son bölümü. apandisit * Apandisin iltihaplanması. apansız * Hiç beklenmedik bir sırada, pek ansızın. apansızın * Birdenbire, çok anî olarak. apar topar * Telâşve acele ile, yaka paça. aparey * Çeşitli parçalardan meydana gelen alet, cihaz. aparkat * Boksta bükük kolla aşağıdan yukarıya doğru atılan yumruk. aparma * Aparmak işi. aparmak * Almak, alıp götürmek.
* Gizlice almak, alıp kaçmak, çalmak.apart otel * Müşterilerin kendi yeme ve içme ihtiyacınıkarşılayabilmek için gerekli malzemeler ile donatılmış bağımsız
apartman veya villâ tipinde inşa edilmişancak otel gibi işletilen konaklama tesisi.apartman * Birkaç katlıve her katında bir veya birkaç daire bulunan yapı. apaş * Külhan beyi, kabadayı, hayta. apatit * Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat. apaydın * Çok aydınlık. apaydınlık * Apaydın olma durumu. apayrı * Büsbütün ayrı, bambaşka. apaz * Avuç.
* Bir avuç dolusu.apaz * Çok az. apazlama * Apazlamak işi.
* Pupa ile orsa arasında geminin omurgasına 450 açı ile esen (rüzgâr).
* Böyle esen bir rüzgârla.apazlamak * Avuçlamak.
* Yelken rüzgârla dolup şişmek.
* (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek.apel * Anonim ortaklıklarda sermaye artırımı için yapılan ödeme çağrısı. aperitif * İştahıaçmak için yemekten önce içilen içki, açar. apış * Butların iç tarafı, iki bacak arası. apışarası * İki bacağın arasında kalan yer. apışak * Bacaklarınıaçarak yürüyen, ayrık bacaklı.
* Bacaklarıaça aça yürüme.apışık * Yorgun, güçsüz, şaşkın.
* Kuyruğunu apışarasına alarak yılgın yılgın giden (hayvan).apışıp kalmak * şaşırmak. apışlık * Ağ. apışma * Apışmak işi. apışmak * Hayvan yorgunluktan bacaklarını birbirinden ayırarak çöküvermek.
* Oturmak, bacaklarıayırarak çömelmek.
* Ne yapacağınıkestirememek, şaşırmak.apıştırma * Apıştırmak işi. apıştırmak * Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bırakmamak.
* Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalmasını sağlamak.apiko * Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması.
* Hazır, tetik.
* Derli toplu, süslü, şık.aplik * Duvar şamdanı, duvar lâmbası. aplikasyon * Uygulama.
* Bir kumaşüzerine başka bir kumaşparçasınıveya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapılan süs.
* Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazıklarla belirtme.aplike * Düz veya desenli bir kumaştan kesilmişmotiflerin bir başka kumaşa işlenmişdurumu. apokaliptik * Anlaşılmaz, kapalı, karanlık (söz veya yazı). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 75
apokrif * Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı. apolet * Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaların omuzlarına takılan işaretli parça, omuzluk.
* Giysilerin omuzlarına süs olarak takılan parça.apoletleri sökülmek * bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak. aport * Avın veya kendisine gösterilen şeyin üzerine atılıp getirmesi için köpeğe verilen buyruk. aposteriori * Deney sonucu ortaya çıkan (bilgi), sonsal. apoşi * Çember biçiminde, telden yapılma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ. apotr * Yardımcı, koruyucu, havari. appassionato * Bir parçanın coşkunca çalınacağınıanlatır. apraksi * Bkz. işlev yitimi. apre * Kumaşveya derinin cilâlanması, perdahlanması.
* Dokumacılıkta, boyacılıkta cilâ olarak kullanılan madde.apreci * Apre yapan kimse. apreleme * Aprelemek işi. aprelemek * Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak. apreli * Apresi olan. apresiz * Apresi yapılmamış, perdahlanmamışveya cilâlanmamış. april * Nisan ayı, abril. apriori * Hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, önsel. apse * İrin birikimi, çı ban. apse yapmak * bir doku içinde iltihap oluşmak. apseleşme * Apseleşmek durumu. apseleşmek * Yara irin bağlamak, apse yapmak. apsent * Pelinle kokulandırılmışsert bir içki. apsis * Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
* Bir noktanın uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı, koordinat.aptal * Zekâsıpek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak.
* Küçümseme belirten seslenme; azarlama.aptal aptal * Aptal gibi, aptalca, aval aval. aptal olmak * aptal durumda bulunmak. aptal yerine koymak (veya koyulmak) * anlamaz, bilmez sanmak (sanılmak). aptalca * Biraz aptal.
* (apta’lca) Aptala yaraşır nitelikte, aptal gibi, ahmakça.aptalcasına * Aptala yakışır biçimde, aptal gibi. aptallaşma * Aptallaşmak işi veya durumu. aptallaşmak * Zekâsını işletemez olmak, alıklaşmak, ahmaklaşmak. aptallaştırma * Aptallaştırmak işi veya durumu. aptallaştırmak * Aptallaşmasına sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaştırmak. aptallığa vurmak * bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek. aptallık * Aptal olma durumu veya aptalca iş. aptallık etmek * aptalca davranmak veya aptalca işgörmek. apteriks * Bkz. kivi. aptes * Bkz. abdest. aptesbozan * Bkz. abdestbozan. aptesbozan otu * Bkz. abdestbozan otu. apteshane * Bkz. abdesthane. aptesli * Bkz. abdestli. apteslik * Bkz. abdestlik. aptessiz * Bkz. abdestsiz. apukurya * Et kesimi yortusu. apul apul * Tombul çocukların bacaklarınıaçarak salına salına yürüyüşlerini anlatır. Ar * Argon’un kısaltması. ar * Tarım alanları için yüz metre kare değerinde yüzey ölçü birimi. ar * Utanma, utanç duyma. -ar- / -er- * Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çık-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle
yapılmışisimler de vardır: keser, açar “anahtar”, çıkar “menfaat” vb. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 76
-ar- / -er- * İsimden geçişsiz fiil türeten ek. -ar- / -er- * İsimden geçişli fiil türeten ek: baş-ar-mak, suv-ar-mak vb. -ar- / -er- * Fiilden ettirgen çatıtüreten ek: çık-ar-mak, gid-er-mek vb. ar belâsı * namus ve onuru için başkasısöz eder korkusu. ar damarıçatlamış * utanç duyulacak şeyleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz. ar etmek * utanmak. ar namus tertemiz * utanması olmayan. ar ve hayâ perdesi yırtılmak * utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek. ar yılıdeğil, kâr yılı * birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarına baktığı anlatılırken söylenir. ara * İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe.
* İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla.
* Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi.
* Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi.
* Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt.
* Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları.
* Aralık.
* Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında oyunculara verilen on beşdakikalık dinlenme
süresi, haftayım.
* (basketbol ve voleybol için) Takımların oyun sırasında aldıkları birer dakikalık dinlenme ve talimat alma
süresi, mola.ara açmak * dostluğu bozmak, anlaşmazlığa yol açmak. ara başlık * Esas bölümün alt başlıklarınıanlatmak için kullanılır. ara bono * Arada ödenen olağan dışı bono. ara bozucu * Ara bozan (kimse), fesatçı, fitçi, münafık, müfsit. ara bozuculuk * Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafıklık, fesat. ara bulma * Anlaşmazlık durumunda bulunan kimseleri uzlaştırma işi. ara bulmak * anlaşamayanlarıuzlaştırmak. ara bulucu * Uzlaştıran kimse, uzlaştırıcı. ara buluculuk * Uzlaştırıcılık. ara buluculuk etmek * ara bulmada yardımcı olmak. ara cümle * Birleşik veya yalın cümlelerde anlamı biraz daha açıklamak için araya giren iki virgül veya iki kısa çizgi
içinde verilen cümle.ara deniz * Okyanuslardan dar ve az derin boğazlarla ayrılan, karaların arasına sokulmuşdeniz. ara kapı * İki yapıveya oda arasında, kolayca geçmek için açılan kapı. ara kararı * Bir davanın bakılmasınıkolaylaştırmak için yargıdan önce, arada önlem niteliğinde verilen karar. ara kazanç * Malı bütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç. ara kesit * Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladıklarıve kesiştikleri yer. ara konakçı * Asalağın, gelişme evreleri sırasında beslenip barındığıkonakçılardan her biri. ara mal * Üretimde gerekli malıelde etmek için kullanılan yarı işlenmişmal. ara nağme * Şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kıtasıarasına, başına, sonuna da gelebilen,
sözsüz çalınan parça.
* Sık sık söylenen söz veya açılan sorun.ara nağmesi * Bkz. ara nağme. ara seçim * Genel seçimler dışında yapılan ara dönem seçimleri. ara sıcak * Soğuk ve sıcak yemek servisi arasında ikram edilen hafif sıcak yiyecekler. ara sınavı * Üniversite ve yüksek okullarda yarıyıl içinde yapılan sınav. ara sıra * Seyrek olarak, zaman zaman. ara sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki yol. ara söz * Doğrudan doğruya konuşulan veya yazılan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat. ara tümce * Bkz. ara cümle. ara vermek * yeniden başlamak için, bir işi bir süre bırakmak, durmak. ara yerde * arasında, arada. ara yön * Dört ana yönden ikisi arasında olan yönlerden her biri. araba * Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı.
* Araba ile taşınmışveya taşınacak miktar.araba araba * Arabalar dolusu, birçok arabalarla. araba devrilince yol gösteren çok olur * işişten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur. araba falakası * Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanında bulunan uçlarına koşum kayışları bağlanan ağaç bölüm. araba kullanmak * araba sürmek. araba mezarlığı * Kullanılmaz hâle gelmişveya eski arabaların bırakıldığıyer. araba vapuru * Arabalıvapur. arabacı * Arabayısüren kimse.
* Araba yapan veya satan kimse.arabacılık * Araba sürme işi.
* Araba yapma veya satma işi.arabalı * Arabası olan.
* Araba vapuru. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 77
arabalıvapur * Arabaya taşıyan vapur, vapur, araba vapuru. arabalık * Araba konulan yer, garaj.
* Araba dolduracak miktar.araban * Klâsik Türk müziğinde bir makam. arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer * çocuklar, büyüklerin yaşayışına uyarlar. arabanın tekerine taşkoymak * güçlük çıkarmak. arabankürdî * Klâsik Türk müziğinde az kullanılmış birleşik bir makam. arabasınıdüze çıkarmak * karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür hâle getirmek. arabaşı * Pişmişve dondurulmuşhamur yanında yenen tavuklu veya hindili çorba. arabesk * Arap üslûbunda olan (şey).
* Girişik bezeme.arabeskçi * Arabesk müzik sanatçısı. arabeskleşme * Arabesk durumuna gelme. arabeskleşmek * Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek. Arabî * Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
* Arapça.Arabist * Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse. Arabistan defnesi * Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen, kabuklarıhekimlikte kullanılan bir
ağaççık (Daphne gnidium).Arabistik * Arap dili ve kültürü araştırmaları. arabizasyon * Araplaştırma. arabozan * İki kişinin arasındaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı, münafık, müzevir. arabozanlık * İki kişinin arasındaki dostluk veya geçimi bozma işi, münafıklık, müzevirlik. aracı * Uzlaştıran, anlaşma sağlayan kimse.
* Üretici ile tüketici arasında alım satım konusunda bağlantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
mutavassıt.aracıkoymak * bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek. aracılığıyla * Aracı olarak, bağlantıkurarak, vasıtasıyla, yoluyla. aracılık * Aracının gördüğü iş, tavassut, vasıta. aracılık etmek * bir işin çözümünde araya girerek yardım etmek, tavassut etmek. araç * Bir işyapmakta veya sonuçlandırmakta, gücünden yararlanılan nesne.
* Kişiler veya nesneler arasında bağlantısağlayan şey, vasıta.
* Bir şeye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanılan kimse veya şey.
* Taşıt.
* Bir sonuca ulaşmak için kullanılan şey.araççılık * Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantık ve ahlâk biçimlerinin yalnızca hayatın değişik şartlarına uyma
araçları olduğunu savunan dünya görüşü, enstrümantalizm.araçlı * Araçla yapılan veya olan, vasıtalı, bilvasıta. araçlıjimnastik * Bkz. aletli jimnastik. araçsız * Araç kullanılmadan, doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilâvasıta. araçsızlık * Araçsız olma durumu. arada bir * seyrek olarak. arada çıkarmak * başka işler arasında bir işi de yapıvermek. arada kalmak * iki tarafıuzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek. arada kaynamak * karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek. aradan * o zamandan bu zamana dek. aradan çekilmek * ilişiğini kesmek. aradan çıkarmak * birçok işten birini yapıp bitirivermek. aradan kaldırmak * işyapma imkânınıyok etmek. Araf * Cennet ile cehennem arasında bir yer. Arafat * Mekke’nin doğusunda, hacıların, kurban bayramının arife günü toplandıklarıtepe. Arafatta soyulmuşhacıya dönmek * her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak. aragonit * Beyaz, yeşil, mavimsi gri renkte billûrlaşmış bir tür kalsiyum karbonat. arak * Ter.
* Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı.-arak / -erek * Fiillerden zarf yapan ek. araka * İri taneli bezelye. arakçı * Araklayan, çalan, hırsız. arakçılık * Hırsızlık. arakıye * Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapılmışince külâh.
* Bir tür küçük zurna.araklama * Araklamak işi, çalma, aşırma. araklamak * Çalmak, aşırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 78
aralama * Aralamak işi. aralamak * İki şey arasında açıklık oluşturmak, yarıaçmak.
* Aralıklıduruma getirmek, seyrekleştirmek.
* Bitkilerin fazla dal ve çubuklarınıkesmek, seyrekleştirmek.aralanma * Aralanmak işi. aralanmak * Biraz açılmak, aralık olmak.
* Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrılmak.
* Seyrelmek.araları iyi * dostlukları düzenli. aralarında dağlar kadar fark olmak * aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak. aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek) * iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek. aralarından su sızmamak * birbirleriyle çok yakın, sıkıfıkıarkadaşlık kurmak. aralarınıaçmak * iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak. aralarını bozmak * iki kişi arasındaki ilişkiyi bozmak. aralarını bulmak * birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak. aralatma * Aralatmak işi. aralatmak * Aralık duruma getirtmek, biraz açtırmak. aralık * İki şey arasındaki açıklık, mesafe.
* Sıra, vakit.
* Uygun, elverişli durum, fırsat.
* Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor.
* Yılın 31 gün süren son ayı, ilk kânun.
* Ayakyolu.
* Yarıaçık, tam kapanmamış.
* Bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık.
* Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık.
* Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk.
* (basımcılıkta) Harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas.
* Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre.aralık etmek * aralamak, yarıaçmak. aralık oyunu * Tiyatroda iki perde arasında yapılan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun. aralık vermek * yeniden başlamak için bir işi kısa süre ile bırakmak.
* harfler arasında veya satırlar arasında boşluk bırakmak.aralıklı * Birbirine bitişik olmayan, aralarında açıklık bulunan.
* Dizgide kelimeler, harfler veya satırlar arasında açıklığı olan, espaslı.
* Kesik kesik.aralıksız * Birbirine bitişik olan, aralarında açıklık bulunmayan.
* Sürekli, aralık vermeden.aralıkta * Öbür şeyler arasında. arama * Aramak işi, taharri.
* Saklanan sanığın ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve
eşyasında yapılan araştırma işlemi.arama emri * Yapılacak araştırma işlemi için yetkili organdan alınan buyruk. arama kararı * Arama yapılabilmesi için hâkim tarafından verilmişkarar. arama tarama * Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silâh, esrar gibi yasak şeyler araması.
* Denizdeki mayınlarıtoplama veya yok etme işlemi.arama yapmak * birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, taharri etmek. aramak * Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak.
* Bir yöntem bulmaya çalışmak.
* Araştırmak, yoklamak.
* Ziyarete, hatır sormaya gitmek.
* Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
* Önem verip istemek.
* Şart koşulmak.aramak taramak (veya arayıp taramak) * dikkatle aramak, çok aramak. aramakla bulunmaz * çok değerli, ancak rastlantı ile ele geçer. Aramca * Bkz. Aramîce. Aramîce * Samî dillerinin batılehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanılmış bulunan ölü bir dil. aranılma * Aranılmak işi veya durumu. aranılmak * Aramak işine konu olmak.
* Söz konusu olmak.aranje * Bu söz “düzenlemek” anlamında “aranje etmek” biçiminde kullanılır. aranjman * Düzenleme. aranjör * Düzenleyici. aranma * Aranmak işi. aranmak * Aramak işine konu olmak.
* İsteklisi bulunmak.
* Eksikliği duyulmak.
* Kendi üstünü aramak veya ortalıkta kendi kendine bir şeyler aramak.
* Şart koşulmak.
* Olumsuz, kötü davranışlarda bulunarak cezayı gerektirmek.arantı * Aranılan çözüm. Arap * Orta Doğu ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan (kimse).
* Arap halkına özgü olan şey.
* (küçük a ile) Zenci, fellâh.
* Koyu esmer veya kara.arap * Negatif fotoğraf. Arap gibi olmak * simsiyah olmak, kararmak. Arap olayım * (şaka yollu) söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için kullanılır. Arap rakamları * Bugün kullandığımız sayıları gösteren rakamlar. Arap sabunu * Potasla yapılan, yumuşak, esmer bir sabun. arap saçı gibi * karmakarışık. arap saçına dönmek * işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek. Arap tavşanı * Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus). Arap uyandı(veya Arabın gözü açıldı) * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır. Arap zamkı * Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkıarabî. Arapça * Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanılan dil.
* Bu dile özgü olan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 79
Arapçalaştırma * Arapçalaştırmak işi. Arapçalaştırmak * Arapçaya çevirmek.
* Arap dili özelliği kazandırmak.Araplaşma * Araplaşmak durumu. Araplaşmak * Arap olmak, Araplığı benimsemek. Araplaştırma * Araplaştırmak işi. Araplaştırmak * Arap kimliğini kazandırmak. Araplık * Arap olma durumu. Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karışık durum. Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yaprakları olan uzadıkça aşağıdoğru sarkan bir tür süs bitkisi. ararot * Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlıkamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması
yapmaya yarayan un.ararot kamışı * Maranta. Arasat * Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer. arası(veya araları) açılmak (açık olmak veya bozulmak) * arkadaşlıklarısarsılmak, arkadaşlık bağlarıkopmak, birbirine darılmak. arası geçmeden * vakit geçmeden, sıcağısıcağına. arasıhoş(veya iyi) olmamak * o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak. arası olmamak * geçinememek. arasısoğumak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek. arasına (veya aralarına) karışmak * büyüyüp yetişmek. arasız * Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira. arasta * Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm. araşit * Yer fıstığı. araştırı * Araştırma. araştırıcı * Araştıran, inceleyen, araştırman, araştırmacı(kimse).
* Meraklı, mütecessis.araştırıcılık * Araştırıcının yaptığı iş. araştırılma * Araştırılmak işi. araştırılmak * Araştırma yapılmak, gözden, geçirilmek. araştırma * Araştırmak işi, taharri.
* Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma.araştırma filmi * Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film. araştırma görevlisi * Yüksek öğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca
verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.araştırmacı * Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman. araştırmacılık * Araştırmacı olma durumu. araştırmak * Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
* Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak.
* Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.araştırman * Araştırıcı. aratış * Aratmak işi veya biçimi. aratma * Aratmak işi. aratmak * Aramak işini bir başkasına yaptırmak.
* Arzu ettirmek, istetmek.aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak. araya almak * bir çevreye kabul etmek. araya girmek * iki kişinin arasındaki bir işe karışmak.
* iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak.
* bir işyapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak. araya koymak * bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak. araya soğukluk girmek * dostluk bağı gevşemek. araya vermek * yararsız bir işe harcamak. arayıaçmak * aradaki uzaklık artmak. arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak. arayıyapmak * aralarıaçılmışiki kişiyi barıştırmak.
* arasıaçılmışkimse ile barışmak.arayıcı * Bir şeyi aramayı işedinen kimse.
* Arama işiyle görevlendirilmişkimse.
* İstenilen yıldızıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüşalanı geniş
olan küçük teleskop.arayıcıfişeği * Bir tür donanma fişeği. arayıp da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak. arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 80
arayıp sormak * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek. arayış * Aramak işi veya biçimi. araz * Belirtiler.
* Hastalık belirtileri, semptom.
* İlinek.arazbar * Türk müziğinde bir birleşik makam. arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleşik makam. arazi * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak. arazi açma * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme. araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak. arbalet * Kundaklı, tetikli yay. arbede * Gürültülü kavga, patırtı. arbitraj * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi. arboretum * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm. arda * İşaret olarak yere dikilen çubuk.
* Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem.
* Ardıl.ardak * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç. ardaklanma * Ardaklanma işi, durumu. ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak. ardıarasıkesilmemek * aralıksız olarak gelmek. ardıardına * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız. ardıkesilmek * arkası gelmemek, tükenmek. ardısıra * Peşinden, arkasından. ardıç * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan
bir ağaççık (Juniperus).ardıç kuşu * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş
türü (Turdus pilaris).ardıç otu * Ardıç ağacının küçük bitkisi. ardıç rakısı * Cin. ardıl * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef.
* Bir çıkarımda varılan sonuç.ardıl görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü. ardılma * Ardılma işi. ardılmak * Birisinin sırtına asılmak.
* Musallat olmak, asılmak, takılmak.
* Sataşmak, çatmak.ardın ardın * Geri geri, ardısıra. ardına (veya arkasına) düşmek * arkasından gitmek, peşini bırakmamak. ardına kadar açık * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık. ardınca * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra. ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır. ardından (veya arkasından) atlıkovalamak * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir. ardından sapan taşıyetişmez * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır. ardınıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak. ardını bırakmamak * Bkz. peşini bırakmamak. ardınıkesmek * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak. ardışık * Birbiri ardından gelen, mütevali. ardışık görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü. ardışık olgular * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular. ardışık sayılar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar. ardışıklık * Ardışık olma durumu. ardiye * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
* Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.ardiyeci * Ardiye işleten kimse.
* Ardiyeye bakan kimse.arduaz * Kayağan taş, kayrak. arefe * Bkz. arife. arefe günü * Bkz. arife günü. arena * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan.
* Siyasî çekişmelerin geçtiği yer.areometre * Sıvıölçer.