Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 62

    amerikan * Pamuktan düz dokuma, kaput bezi. Amerikan bezi biçiminde de kullanılır.
    Amerikan bar * Lokanta, otel veya evlerde içki için ayrılmışköşe.
    Amerikan bezi * Bkz. amerikan.
    Amerikan salatası * Rus salatası.
    Amerikanca * Amerika Birlişik Devletlerinde kullanılan İngilizce.
    Amerikanist * Amerikan tarihi ve kültürü ile uğraşan bilimci.
    Amerikanvarî * Amerikalıya yakışan biçimde, Amerikalı gibi.
    amerikyum * Atom numarası95, yapay olarak elde edilen aktinitlerden bir element. KısaltmasıAm.
    ametal * Metal olmayan elementler.
    ametist * Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.
    amfi * Amfiteatr kelimesinin kısaltılmışı.
    amfibi * İki yaşayışlı.
    * Hem karada hem de suda hareket eden (taşıt), yüzergezer.
    amfibi harekât * Kara ve deniz araçlarıyla yapılan manevra.
    amfibol * Piroksenlere yakın siyah, esmer, yeşil renkli bir silikat grubu.
    amfibyumlar * Kurbağa ve semenderleri içine alan iki yaşayışlı omurgalılar sınıfı.
    amfiteatr * Dinleyicilerin oturduğu, sıralarıarkaya doğru basamaklı olarak yükselen salon.
    * Yunan ve Roma’da açık hava tiyatrosu.
    * Toprak parçası.
    amfizem * Vücut organlarından bir bölümünün hava ile şişmesi.
    amfor * İki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnı geniştesti.
    amfora * Bkz. amfor.
    amigo * Çoğunlukla spor yarışmalarında seyircileri coşturan kimse.
    amigoluk * Amigonun yaptığı iş.
    amil * Yapan, etken, etmen, sebep, faktör.
    amilâz * Nişastayıparçalayarak şekere çeviren bir enzim.
    amin * Amonyaktaki hidrojen yerine, tek değerli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluşan ürünlerin genel adı.
    âmin * “Allah kabul etsin” anlamında, duaların arasında ve sonunda kullanılır.
    aminoasit * Bir amino grubu ile bir karboksil grubu taşıyan, proteinlerin temel taşı olan organik bileşik.
    amip * Amipler takımından, vücudunun biçim değiştirmesiyle oluşan geçici kollar veya ayaklar üzerinde sürünerek
    yer değiştiren, tatlıve tuzlu sularda yaşayan bir hücreli canlı(Amoibe).
    amipler * Bir hücreli hayvanların kök bacaklılar sınıfına giren bir takımı.
    amipli * İçinde amip bulunan.
    * Amiplerin yol açtığı.
    amir * Buyuran, emreden, üst.
    * Bir işte emir verme yetkisi olan kimse.
    amiral * Deniz kuvvetlerinde, ordudaki general rütbesine eşit rütbedeki subay.
    amirallik * Amiral olma durumu.
    * Amiralin makamı.
    amirane * Amir gibi, amire yakışan biçimde.
    amirce * Amire yakışır biçimde, amir gibi.
    amiriita * Bkz. ita amiri.
    amirlik * Amir olma durumu.
    amit * Amonyağın hidrojeni yerine bir asit kökünün geçmesiyle oluşan birleşiklerin sınıf adı.
    amitoz * Amip, akyuvar ve bazı bakterilerde hücre bölünmesi yoluyla olan çoğalma.
    amiyane * Kibarca olmayan, bayağı.
    * Sıradan.
    amiyane tabiriyle * halk ağzı ile, halk deyişiyle.
    amma * Bkz. Ama.
    * Yanına getirildiği kelimenin anlamına aşırılık katarak şaşma veya hayranlık anlatır.
    amma velâkin * Ancak, bununla beraber.
    ammada yaptın ha! * söylenen bir söze pek inanılmadığınıve şaşıldığınıanlatır.
    amme * Halkın bütünü, kamu.
    amme davası * Kamu davası.
    amme efkârı * Kamuoyu.
    amme hukuku * Kamu hukuku.
    amme idaresi * Kamu yönetimi.
    amme menfaati * Kamu yararı.
    amnezi * Hafıza kaybı, bellek yitimi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 58

    Altayistik * Altay grubuna giren Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Korelilerin dil, edebiyat, kültür ve tarihleriyle
    uğraşan bilim dalı.
    alternatif * Seçilebilecek bir başka yol, yöntem; seçenek.
    * Almaşık.
    * Dalgalı(akım).
    alternatör * Dalgalıelektrik akımıveren üreteç.
    altes * Prens ve prenseslere verilen şeref unvanı.
    * Bu unvanıtaşıyan kimse.
    altı * Beşten sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 6, Vl.
    * Beşten bir artık.
    altıalay üstü kalay * içi dışı gibi özenilmişolmayan şeyler için söylenir.
    AltıKardeş * Kuzey kutup yönünde, Büyük Ayı’nın karşısında bulunan takım yıldız.
    altıkarış beberuhi * kısa boylu olanlar için alay yollu söylenir.
    altıkaval üstü şişhane * Bkz. altıkaval üstü şişhane.
    altıkaval, üstü şişhane * (giyim için) altı, üstüne uymaz.
    altı okka etmek * birini kollarından ve bacaklarından tutup yukarıkaldırarak sallamak veya götürmek.
    altıyaşolmak * işe birtakım oyunlar karışmak, böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak.
    altıyol * Altıyolun birleştiği yer.
    altıdan yemek * hastahanelerde hiç perhizi olmayan hastalara verilen tam yemek.
    altı gen * Altıkenarlıçokgen, müseddes.
    altık * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tümel olumlu, biri tikel olumlu; biri tümel olumsuz, biri tikel olumsuz iki
    önerme arasındaki bağlantıdurumu, mütedahil: “Kimi insanlar fanidir” önermesi “Bütün insanlar fanidir”
    önermesinin altığı olur.
    altılı * Altıparçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden altıtane bulunan.
    * İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde altı işareti bulunan kâğıt veya pul.
    * Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşan nazım biçimi.
    altılık * Altısı bir arada, altıtaneden oluşmuş, altıtane alabilen.
    altın * Atom sayısı79, atom ağırlığı196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz
    element, kısaltmasıAu.
    * Altından yapılmış.
    * Altından yapılmışsikke.
    * Niteliği iyi olan, üstün nitelikte olan, değerli.
    altın adıpul oldu, kız adıdul oldu * uygunsuz davranışlarıyüzünden temiz tanınan kişiliği lekelendi.
    altın adını bakır etmek * kötü işler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak.
    altın anahtar her kapıyıaçar * para olunca her güçlük yenilebilir.
    altın babası * Çok zengin, parasıçok olan kimse.
    altın beşik * Bir elleriyle kendi bileklerini kavrayan iki kişinin, öteki elleriyle karşılıklı olarak birbirlerinin bileklerini
    tutmaları.
    altın bilezik * Altından yapılmışkola takılan ve pek çok türü olan süs eşyası.
    * Para getiren sanat veya meslek.
    altın çağ * En parlak ve mutlu çağ.
    altın eli bıçak kesmez * varlıklıveya değerli kişilerin elini kimse bükemez.
    altın gibi * altına benzeyen, sarı.
    altın kaplama * Herhangi bir metal altın suyuna batırılarak ince bir altın tabaka ile sarılarak altına benzetilmek.
    altın keseği * Yerden temiz külçe durumunda çıkan altın.
    altın kesmek * çok para kazanır olmak.
    altın kökü * Güney Amerika’da yetişen, kusturucu niteliği olan bir kök, ipeka (Cephaelis ipeca cuanha).
    altın küpü * Altın para biriktiren; parasıçok olan.
    altın leğene kan kusmak * varlık içinde hastalık veya sıkıntıçekerek yaşamak.
    altın saat * İzlenme oranının en çok olduğu vakit, prime time.
    altın sarısı * Altın rengini andıran.
    altın suyu * Bir kısım konsantre nitrik asit ile üç veya dört kısım konsantre hidroklorik asitten oluşmuş, özellikle plâtin
    ve altın gibi metalleri çözmekte kullanılan bir karışım.
    altın topu * güzel ve tombul olan kucak çocukları için bir benzetme sözü olarak kullanılır.
    altın tutsa, toprak olur (veya altına yapışsa elinde bakır kesilir) * giriştiği işlerde büyük talihsizliklere uğrayan kimsenin durumunu anlatır.
    altın yağmurcun * Bir tür kuş, yağmur kuşu.
    altın yıl * Eşlerin birlikte ulaştıkları50. evlilik yılı.
    altın yumurtlayan tavuk * mesleği, sanatı, parası olan, gelirli kimse.
    * turist.
    altın yürekli olmak * çok iyi niyetli olmak, yumuşak huylu görünmek.
    altına etmek (veya kaçırmak) * yatağına veya donuna abdest etmek.
    altınbaş * Daha çok Ege bölgesinde yetişen, yuvarlak, kalınca kabuklu güzel bir kavun türü.
    altıncı * Altısayısının sıra sıfatı, sırada beşinciden sonra gelen.
    altıncıduygu * Ön sezi.
    altıncıhis * Bkz. altıncıduygu.
    altında kalmak * ezilmek.
    altında kalmamak * karşılığınıvermek, gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 59

    altından Çapanoğlu çıkmak * girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak.
    altından çapanoğlu çıkmak * bir işte başa dert olacak bir durumla, bir sorunla karşılaşmak.
    altından girip üstünden çıkmak * malı, parayıdüşüncesizce harcayıp tüketmek.
    altından kalkamamak * bir işi başaramamak, becerememek, üstesinden gelememek.
    * kendini savunamamak.
    altından kalkmak * bir güçlüğü yenmek, başarmak.
    altınıçizmek * (bir sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek; vurgulamak.
    altınııslatmak * yatağına veya donuna küçük abdestini etmek.
    altınıüstüne getirmek * söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek.
    * bir şey bulmak için aramadık yer bırakmamak.
    altınlaşma * Altınlaşmak işi veya durumu.
    altınlaşmak * Altın durumu veya görünümü almak.
    altınoluk * İşlemeli kadın şalvarı.
    * Altın sırma veya kılaptanla işlenmişçizgili ipek kumaşve bu cins kumaşların üstünde bulunan sırma
    işlemeli yollar.
    * Sarıkların üstüne sarılan sırma şerit.
    altıntop * Turunçgillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir meyve ağacı, greyfrut (Citrus decumana).
    * Bu ağacın kanarya sarısırenginde, tadıacımsımeyvesi, kız memesi, greyfrut.
    altıntop * İki çeneklilerden, uzun, dikenli ve kürecikler hâlinde sapları olan bir kaktüs türü (Trollius ranunculoides).
    altıparmak * Ellerinde veya ayaklarında altışar parmağı olan (kimse).
    * İri bir tür palamut balığı.
    * Ayrırenkte altıyolu olan kumaş.
    * Bu kumaştan yapılan gelin giysisi.
    altıpatlar * Altıtane fişek alan toplu tabanca, revolver.
    altışar * Altısayısının üleştirme biçimi; her birine altı, her seferinde altısı bir arada olan.
    altız * Bir doğumda dünyaya gelen altı(kardeş).
    altimetre * Yükseklikölçer.
    altlama * Altlamak işi.
    altlamak * Özel diye alınan bir şeye, genel bir kavramın altında yer vermek.
    altlı * Altı olan.
    altlıüstlü * Altıve üstü birlikte.
    * Alt ve üst katta olmak üzere, birlikte.
    altlık * Tabak veya bardak altı.
    * Hayvanların altına yayılan ot veya saman.
    * Arabaya koşulan atların yollarıkirletmemesi için kuyruğunun altına yerleştirilen torba.
    altmış * Elli dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 60, LX.
    * Altıkere on, elli dokuzdan bir artık.
    altmışaltı * Altmışaltısayıalmakla kazanılan bir çeşit iskambil oyunu.
    altmışaltıya bağlamak * temelli olmayan bir çözümle durumu kurtarmışgörünmek.
    altmışdörtlük * Bir notanın altmışdörtte biri değerinde olan nota.
    altmışar * Altmışsıfatının üleştirme biçimi, her birine altmış, her defasında altmışı bir arada olan.
    altmışıncı * Altmışsıfatının sıra bildiren biçimi, sırada elli dokuzuncudan sonra gelen.
    altmışlık * İçinde altmıştane bulunan.
    * Altmışyaşında olan veya görünen.
    alto * Kemanla viyolonsel arası büyük keman, viyola.
    * Kontralto.
    altta kalanın canıçıksın * “herkes başının çaresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa olsun” anlamında kullanılır.
    altta kalmak * herhangi bir çatışmada, çekişmede yenilmek.
    altta yok üstte yok * yoksul, fakir.
    alttan (veya aşağıdan) almak * sert konuşan birine karşıyumuşak, olumlu davranmak.
    alttan alta * gizlice, el altından.
    alttan güreşmek * gizli gizli yenme yollarınıkollamak.
    altunî * Altın renginde olan.
    alüfte * İffetsiz, oynak, cilveli (kadın).
    alüftelik * Alüfte olma durumu.
    alümin * Suda çözünmeyen, 20500 C de eriyen, beyaz bir toz olan alüminyum oksit (Al2O3).
    alümina * Bkz. alümin.
    alüminyum * Atom numarası13, atom ağırlığı26,98 olan, gümüşparlaklığında, beyaz, 6600 C de eriyen hafif bir
    element. KısaltmasıAl.
    * Alüminyumdan yapılmış.
    alüminyum taşı * Boksit.
    alüvyon * Akarsuların taşıyıp yığdıkları balçık, kil gibi çok ince taneli şeylerin kum ve çakılla karışmasıyla oluşan yığın,
    lığ.
    alveol * Torba biçiminde küçük boşluk veya genişlemişkısım.
    alvere tulumbası * Emme basma tulumba.
    alyans * Nişan yüzüğü.
    alyon * Para babası.
    alyuvar * Kana al rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücre, eritrosit.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 60

    Am * Amerikyum’un kısaltması.
    am * Dişilik organı, ferç.
    -am / -em * Fiilden isim türeten ek: tut-am, dön-em vb.
    ama * Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarar, amma.
    * Uyarma veya şartlı bir ifade niteliğinde olan bir cümleyi, başka bir cümleye bağlamaya yarar.
    * Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağlar.
    * Bir yargıyıveya bir buyruğu pekiştirmek için de kullanılır.
    * Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilir.
    âmâ * Görmez, kör.
    ama ne * ne hoş.
    * şaşılacak niteliği olan.
    amabile * Bir parçanın sevimli ve cana yakın çalınacağınıanlatır.
    amaç * Erişilmek istenilen sonuç, maksat.
    * Gaye.
    * Hedef.
    amaç dışı * Gaye dışı, hedeflenen amacın dışında.
    amaç edinmek * bir amaca ulaşma isteğinde bulunmak.
    amaç gütmek * bir amacı gerçekleştirmeye çalışmak.
    amaçlama * Amaçlamak işi, hedef alma, istihdaf.
    amaçlamak * Bir amaca ulaşmayı istemek, istihdaf etmek.
    amaçlanma * Amaçlanmak işi.
    amaçlanmak * Amaçlamak işine konu olmak.
    amaçlı * Amacı olan, gayeli.
    * Bir amaca yönelik.
    amaçlılık * Amaçlı olma durumu.
    amaçsız * Amacı olmayan, gayesiz.
    amaçsızlık * Amaçsız olma durumu.
    amade * (bir işi) Yapmaya hazır.
    -amak * Fiilden isim türeten ek: bas-amak, tutamak, kaç-amak vb.
    amal * İşler, işlemler.
    âmâlık * Âmâ olma durumu.
    amalierbaa * Matematikte dört işlem terimine verilen ad.
    aman * Yardım istendiğini anlatır.
    * Bir suçun bağışlanmasının istenildiğini anlatır.
    * Rica anlatır.
    * Usanç ve öfke anlatır.
    * Dikkat uyandırmak için kullanılır.
    * Çok beğenmeyi anlatır: Aman ne güzel şey! Bu anlamda kullanıldığında buna da edatıda getirilebilir.
    * Şaşma anlatır.
    aman Allah (Allahım) * şaşma, beğenme veya beğenmeme, korku gibi duyguları belirtmek için kullanılır.
    aman bulmak * kurtulmak.
    aman dedirtmek (veya amana getirmek) * karşıkoyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, zor durumda bırakmak.
    aman derim! * sakın ha, böyle bir işyapayım deme.
    aman dilemek * önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasınıdilemek.
    aman vermek * canını bağışlamak, öldürmemek.
    aman vermemek * rahat bırakmamak, göz açtırmamak.
    * acımayıp öldürmek.
    aman zaman * Karşısındakini yumuşatmak için söylenen sözleri anlatır.
    amana gelmek * önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.
    amanın * Korkma ve şaşma sözü.
    amanname * İslâm devletlerinde düşmana güvenlik içinde olduğunu bildirmek üzere verilen belge.
    amansız * Aman vermez, hiç acımayan, cana kıyıcı.
    amansız hastalık * Kanser.
    amansızca * Öldürücü bir durumda, acımasız olarak.
    * Hoşgörüsüz olarak.
    amasımamasıyok! * hiçbir özrün geçerli olamayacağınıanlatır.
    amasıvar * herkesin bilmediği sakıncasıveya kusurlarıvar.
    Amasya’nın bardağı, biri olmazsa biri daha * ele geçirilmeyen veya kaçan bir şeye üzülmek boştur, çünkü her zaman benzeri sağlanabilir.
    amatör * Bir işi para kazanmak için değil, yalnız zevki için yapan kimse, hevesli, profesyonel karşıtı.
    amatörlük * Amatör olma durumu.
    amazon * (eski çağların Amazonlarına benzetilerek) Erkek gibi, savaşsaflarında yer alan kadın.
    * Ata binen kadın.
    ambalâj * Eşyayısarmaya yarayan mukavva, kâğıt, tahta, plâstik madde gibi malzeme.
    ambalâj yapmak * (bir şeyi) bu gibi maddelerle paketlemek, sandıklamak.
    ambalâjcı * Ambalâj yapan kimse.
    ambalâjcılık * Ambalâjcı olma durumu veya işi.
    ambalâjlama * Ambalâjlamak işi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 54

    Allah bir * yemin yerine kullanılır.
    Allah bir dediğinden başka sözüne inanılmaz * birinin çok yalancı olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah bir yastıkta kocatsın * yeni evlenenlere “bir arada yaşlanın” anlamında söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah büyüktür * günün birinde hakkınıalacağına, kendine yapılmışolan haksızlıkların düzeleceğine inanmak gerektiğini
    anlatır.
    Allah canınıalsın * ilenme sözü.
    Allah cezasınıvermesin (veya Allah cezasınıversin) * yarışaka, yarışaşma yollu, bazen de gerçek öfke ile söylenen ilenme sözü.
    Allah dağına göre kar verir * Tanrıherkese dayanabileceği ölçüde sıkıntıverir.
    Allah derim * pek bozuk bir işiçin sorulan “ne dersin?” sorusuna karşı”söyleyecek başka söz bulamıyorum” anlamında
    kullanılır.
    Allah dirlik düzenlik versin * Tanrıaile huzuru versin.
    Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz * alın yazısıne ise o olur.
    Allah dört gözden ayırmasın * “Tanrı, çocuğu yetim veya öksüz bırakmasın” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allah düşmanıma vermesin * anlatılan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir.
    Allah ecir sabır versin * başsağlığıdileği olarak söylenir.
    Allah eksik etmesin * Tanrıyokluğunu göstermesin.
    * birinin yaptığı bir hizmet anılırken onun için teşekkür yollu söylenir.
    Allah eksikliğini göstermesin * pek gerekli olan bir şeyin kusuru anlatılırken, böyle de olsa onun varlığına şükredildiğini anlatır.
    Allah emeklerini eline vermesin * Tanrıemeklerini boşa çıkarmasın.
    Allah esirgesin (veya saklasın) * Tanrıkorusun! Tanrıkötü durumla karşılaştırmasın!.
    Allah etmesin * olması istenilmeyen bir durumdan veya bir olaydan söz edilirken söylenir.
    Allah gecinden versin * “çok yaşayasın”‘ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah göstermesin * Tanrıkötü bir durumla karşılaşmaktan korusun.
    Allah hakkı için * ant içmek veya ant vermek için kullanılır.
    Allah Halil İbrahim bereketi versin * Tanrıçok versin, bereket versin.
    Allah hayırlıetsin * genellikle bir olay başlangıcında “Tanrıuğurlu etsin” anlamında söylenir.
    Allah herkesin gönlüne göre versin * Tanrıherkesin dileğini yerine getirsin.
    Allah hoşnut olsun * bir kimsenin, kendisine iyiliği dokunan biri için kullandığı bir iyi dilek sözü.
    Allah için * gerçekten, doğrusu.
    Allah iki iyilikten birisini versin * (ağır hasta için) ya ölsün kurtulsun, ya iyi olsun.
    Allah iyiliğini (veya lâyığını) versin * hoşa gitmeyen bir davranışkarşısında hoşgörü ile söylenir.
    Allah kabul etsin * sevap sayılan bir işyapıldığında söylenir.
    Allah kahretsin * “Tanrıcezasınıversin” anlamında bir ilenme sözü.
    Allah kavuştursun * birinin yakını, bulunduğu yerden ayrılınca kalanlara kavuşma dileğinde bulunmak için söylenen söz.
    Allah kazadan belâdan saklasın * Tanrı’nın insanıtürlü kötülüklerden korumasıdileğiyle söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah kerim * Tanrı büyüktür, Tanrı’ya güvenmeli.
    Allah kısmet ederse * Tanrı izin verirse.
    Allah korusun (veya saklasın) * Tanrıtehlikeye, kötü duruma düşürmesin!.
    Allah kuru iftiradan saklasın * bir suçlama karşısında bunun sırf iftira olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah manda şifalığıversin * çok veya ağır yemek yiyenler için şaka yollu söylenir.
    Allah mübarek etsin * kutlu olsun.
    * onaylanmayan bir durumda alay yollu kullanılır.
    Allah müstahakınıversin * (gerçek veya alay anlamında) çıkışma anlatan bir söz.
    Allah ne verdiyse * yemek olarak evde ne varsa.
    Allah ömürler versin * saygı gösterilen bir kimseye selâm veya teşekkür olarak söylenir.
    Allah övmüşde yaratmış * çok güzel olanlar için söylenir.
    Allah rahatlık versin * genellikle yatmaya gidilirken söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah rahmet eylesin * ölüleri hayırla anmak için söylenir.
    Allah rızası için * dilencilerin para isterken söyledikleri yalvarma sözü.
    * ne olursun.
    * karşılık beklemeksizin.
    Allah sağgözü (veya eli) sol göze (veya ele) muhtaç etmesin * Tanrıkimseyi kimseye, en yakınlarına bile muhtaç etmesin.
    Allah selâmet versin * yola çıkanlara “Tanrıkazadan belâdan korusun” anlamında söylenen bir uğurlama sözü.
    * yolda güçlük içinde bulunanlara iyi dilek sözü olarak kullanılır.
    * uzaktaki tanıdıklar anılırken kullanılır.
    * birinden pek yana olmayan bir söz söyleneceği zaman onun adından önce getirilen girişsözü.
    * “keyfin bilir, gidersen git” anlamında kullanılır.
    Allah senden razı olsun * yapılan bir iyilik karşısında “Tanrıseninle birlik olsun, iyiliğini senden esirgemesin” anlamında teşekkür
    olarak kullanılır.
    Allah seni (veya sizi) inandırsın * doğru söylüyorum, Tanrıtanıktır.
    Allah son gürlüğü versin * Tanrı, yaşlılıkta sıkıntı göstermesin.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 55

    Allah sonunu hayır etsin * bir işin sonucu için kaygıduyulduğunda söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah taksimi * eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma, kul taksimi karşıtı.
    Allah taksimi * Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma kul taksimi karşıtı.
    Allah taksiratınıaffetsin * (ölüler için) Tanrıkusurlarını bağışlasın.
    Allah tamamına eriştirsin * herhangi bir işveya olayın iyi sonuçlanmasıdileğiyle söylenir.
    Allah tekrarına erdirsin * tekrar bu günleri görün.
    Allah utandırmasın * bir işe girişenlere söylenen başarıdileği.
    Allah var (veya Allah’ıvar) * doğrusunu söylemek gerekirse.
    Allah vere de * iyi dilek anlatır.
    Allah vergisi * Tanrıvergisi, yaradılıştan olan yetenek veya özellik.
    Allah vermesin * bir şeyin olmamasıdileğini anlatır.
    Allah versin * iyi bir şey ele geçirenlere memnunluk bildirmek için, bazen de takılma ve şaka için söylenir.
    * dilenciyi savmak için söylenir.
    Allah yapısı * İnsanlar tarafından değil de tabiatta olduğu gibi.
    Allah yarattıdememek * kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.
    Allah yazdı ise bozsun * gerçekleşmesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanılır.
    Allah yürü ya kulum demiş * az zamanda çok para kazananlar veya işinde çok ilerleyenler için söylenir.
    Allah ziyade etsin * (kahve ve yemekten sonra) “Tanrıartırsın” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah’a (bin) şükür * “hamdolsun”, “bereket versin” gibi durumdan memnun olunduğunu anlatır.
    Allah’a bir can borcu var * Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye bir borcu yok.
    Allah’a emanet * “Tanrıesirgesin” anlamında birini överken söylenir.
    Allah’a emanet olun * ayrılanın kalana söylediği bir esenleme sözü.
    Allaha ısmarladık * Ayrılanın kalan veya kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
    Allah’a yalvar * kendi kusuru yüzünden güç bir duruma düşüp yakınan kimseye “ben sana yardım edemem, benden bir şey
    umma” anlamında söylenir.
    Allah’ı(veya Allah’ını) seversen * “Allah aşkına” gibi, yerine göre ant verme, yalvarma için kullanılmakla birlikte, şaşma veya usanç gibi
    duygular da anlatır.
    Allah’ıçok, insanıaz bir yer * pek ıssız ve kuytu bir yer.
    Allah’ım! * şiddetli bir duygulanma anlatan ünlem.
    Allah’ın (veya Tanrı’nın) günü * (bıkkınlık duygusu ile) hemen hemen her gün.
    Allah’ın adamı * garip, saf, zavallı(kimse).
    Allah’ın belâsı * varlığıüzüntü veren.
    Allah’ın binasınıyıkmak * kendini veya başkasınıöldürmek.
    Allah’ın cezası * pek yaramaz, şirret.
    Allah’ın emri * kader.
    Allah’ın evi * cami, mescit.
    * insan gönlü.
    Allah’ın gazabı * çok sıkıntıveren şey.
    Allah’ın hikmeti * beklenmeyen, sebebi anlaşılmayan veya şaşılan şeyler için kullanılır.
    Allah’ın işine bak * (bir işin, bir olayın) beklenmedik, şaşılacak bir durum almasında kullanılır.
    Allah’ın kulu * insan, kimse, kişi.
    Allah’ından bulsun * ben kendisine bir şey yapmayacağım, yaptığı kötülüğün cezasınıTanrıversin.
    Allah’ınıseversen * istek, dilek ve yalvarma amacıyla kullanılır.
    allahlık * Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız (kimse).
    allahsız * Tanrı’yıtanımayan, Tanrı’nın varlığına inanmayan, Tanrısız.
    * Acımasız, insafsız, vicdansız.
    allahsızlık * Tanrısızlık.
    Allah’tan * iyi ki.
    * yaradılıştan.
    Allah’tan kork! * “yapma, utan, yazıktır!”.
    Allah’tan korkmaz * can yakıcı, insafsız, acımasız.
    Allah’tan umut kesilmez * daha çok ağır hastalar için söylenilen “iyileşebilir” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allahüâlem * Tanrıdaha iyisini bilir anlamında kullanılır.
    Allahütealâ * Yüce Tanrı, ulu Allah.
    allak * Sözünde durmaz, dönek, aldatıcı.
    * Kendisine güvenilmesi doğru olmayan (kimse).
    allak bullak * Alt üst, karmakarışık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 56

    allak bullak etmek * karmakarışık bir duruma getirmek, düzeni bozmak.
    * (aklını, zihnini) düşünemez duruma getirmek.
    allak bullak olmak * çok karışık duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarışık olmak, düzeni bozulmak.
    * (akıl, zihin) şaşkına dönmek, karışmak, şaşırmak.
    allama * Allamak işi.
    allamak * “Süslemek, donatmak” anlamına gelen allamak pullamak deyiminde geçer.
    allâme * Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili.
    allâme kesilmek * her şeyi bilir görünmek.
    allâmelik * Allâme olma durumu.
    allâmelik taslamak * bilgisiz olduğu hâlde her şeyi bilir görünmek.
    allanma * Allanmak işi.
    allanmak * Süslenmek.
    allaşma * Allaşmak işi veya durumu.
    allaşmak * Al duruma gelmek.
    allegretto * Bir parçanın allegrodan biraz daha ağır çalınacağınıanlatır.
    allegro * Bir parçanın canlı, neşeli ve hızlıçalınacağınıanlatır.
    allem * Bir işi istediği duruma getirmek için “her türlü kurnazca çareye başvurmak” anlamıyla allem etmek kallem
    etmek deyiminde geçer.
    allı * Üzerinde al renk bulunan.
    allıpullu * Göz alıcırenkler ve şeylerle süslenmiş.
    allık * Al olma durumu.
    * Kadınların süs için yanaklarına sürdükleri al boya.
    alma * Almak işi.
    * Alıntı, iktibas.
    almaç * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz, alıcı, ahize, reseptör.
    almak * Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak.
    * Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak.
    * Yanında bulundurmak.
    * Birlikte götürmek.
    * Satın almak.
    * Ele geçirmek, fethetmek.
    * İçine sığmak.
    * Kabul etmek.
    * Kendine ulaştırmak, iletilmek.
    * İçeri sızmak, içine çekmek.
    * (erkek, kadın için) … ile evlenmek.
    * Sürükleyip götürmek.
    * Kazanmak, elde etmek.
    * Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak.
    * Bürümek, sarmak, kaplamak.
    * Kısaltmak, eksiltmek.
    * Yolmak, koparmak.
    * Yerini değiştirmek, çekmek.
    * Temizlemek.
    * (duş, banyo için) Yapmak; yıkanmak.
    * (içeri) Götürmek.
    * Bir yeri savaşla ele geçirmek.
    * (tat veya koku için) Duymak.
    * Örtmek, koymak.
    * (süre için) Değiştirmek.
    * … gibi anlamak.
    * Başlamak.
    * Davranışveya makam değiştirmek.
    * (içecek veya sigara için) İçmek.
    * Yutmak; kullanmak.
    * (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek.
    * Çalmak.
    * Göreve, işe başlatmak.
    * Görevden, işten çekmek.
    * Kazanç sağlamak.
    * (ölüm sebebiyle) Ayrılmak.
    * Gidermek, yok etmek.
    * Soldurmak.
    * Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çıkarmak.
    * (motor) Çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır duruma gelmek.
    almamazlık * Kabul etmeme durumu.
    Alman * Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse.
    * Alman halkına, Almanya’ya özgü olan şey.
    Alman gümüşü * Çinko, bakır ve nikelden yapılan, gümüşü andırır bir alaşım, mayşor.
    Alman papatyası * Orta Avrupa’da yetişen bir papatya türü (Anfhemis mobilis).
    Alman usulü * Bir topluluk için yapılan harcamada giderlerin herkese eşit olarak bölüştürülmesi yöntemi.
    almanak * Yılın gün, hafta, ay gibi bölümlerinden başka, bayram, yıl dönümü gibi belli günleri ve birtakım astronomi,
    meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim.
    Almanca * Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İsviçre’nin bir bölümünde kullanılan
    dil.
    * Almanların kullandığı dil.
    * Bu dile özgü olan.
    Almancı * Almanya yanlısı olan (kimse).
    * Almanya’da çalışan Türk işçisi.
    Almancılık * Almancı gibi davranma.
    Almanlaşma * Almanlaşmak işi veya durumu.
    Almanlaşmak * Alman yaşayıştarzını benimsemek.
    Almanlaştırma * Almanlaştırmak işi.
    Almanlaştırmak * Almanlara özgü yaşayıştarzıkazandırmak.
    almaş * İki veya daha çok şeyin sıra ile değiştirilerek kullanılmasıveya kendiliğinden değişerek çalışması, keşikleme,
    münavebe.
    * Birinin doğru olmasıötekinin yanlışlığını gerektiren iki önermenin oluşturduğu sistem.
    almaşık * İki veya daha çok şeyin sıralanmalarında değişiklik olan.
    * Almaşlı olarak işleyen, mütenavip, alternatif.
    almaşık yapraklar * Sapın iki yanında karşılıklıdeğil de aralıklı olarak bir sağda, bir solda bitmişyapraklar.
    almaşıklık * Dönüşümlü ve düzenli sıralanma.
    almaşlı * Almaşniteliği olan.
    alnaç * Bir şeyin ön tarafı, ön yüzü.
    alnıaçık yüzü ak * çekinecek hiçbir durumu veya ayı bı olmayan.
    alnına kara sürmek * bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak.
    alnında yazılmışolmak * bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah’ın buyurmuşolduğuna inanmak.
    alnından öpmek * beğenmek, takdir etmek.
    alnınıkarışlamak * küçümseyerek meydan okumak.
    alnının akı ile * ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermişolarak.
    alnının kara yazısı * kötü kaderi, kötü talihi.
    alo * Telefon konuşmasında kullanılan seslenme sözü.
    alogami * Bir çiçek tepeciğinin başka bir çiçek tozu ile tozlanması.
    alotropi * Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakımdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 57

    alp * Yiğit, kahraman.
    Alp eren * Derviş.
    * Mücahit.
    Alp yıldızı * Dağların çok yüksek yamaçlarında yetişen bir çiçek (Paradisia liliastrum).
    alpaka * Çifte parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika’da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir
    hayvan (Lama glama pacos).
    * Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş.
    alpaks * Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karışımı.
    alpinist * Dağcı.
    alpinizm * Dağcılık.
    alplık * Alp olma durumu, yiğitlik, kahramanlık.
    alşimi * Elementleri altına çevirmek isteyen bir işalanı, simya.
    alşimist * Alşimi ile uğraşan kimse, simyacı.
    alt * Bir şeyin yere bakan yanı, üst karşıtı.
    * Bir nesnenin tabanı.
    * Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü.
    * Bir şeyin yere yakın bölümü.
    * Birkaç şeyin içinden bize göre uzak olanı.
    * (birkaç şeyden) Yere yakın olan.
    * Alt kelimesi “… altında” biçiminde kullanıldığında “bir şeyin etkisinde” anlamını verir.
    * Alt bir isimle tamlama kelime oluşturduğunda a) önceki ismin kavramına etki veya yer anlamıkatar: Ayak
    altı. b) (sınıflamalarda) ikinci derecede olan.
    * (kaynatma veya pişirmede) Yanan ocak, ocak alevi.
    alt alta * Birbirinin altında olarak.
    alt alta üst üste * birbirleriyle itişir kalkışır durumda.
    alt bölüm * Yazılarda bölümlerin ayrıldığı parçalardan her biri, ayrım.
    alt cins * Bir cins içinden ayrılan ikinci derecede bir cins.
    alt çene * İnsan ve hayvanlarda yiyecekleri çiğnemeye yarayan, oynayabilen çene.
    alt çene oynamak * yemek, içmek.
    alt damak * Damaklardan altta olanı.
    alt deri * Üst derinin altında bulunan ikinci tabaka, hipoderm.
    * Bazı gövde ve yaprakların üst derilerinin altında bulunan, çoğu kez hücre zarlarıkalınlaşmışözel doku,
    hipoderm.
    alt diş * Alt çene üzerinde sıralanmışdişlerin biri.
    alt dudak * Dudaklardan altta bulunanı.
    * Böceklerin ağız sisteminde bulunan alt parça.
    alt etmek * üstünlük sağlamak, yenmek, sırtınıyere getirmek.
    alt familya * Bir familyanın içinden ayrılan ikinci derecede bir familya.
    alt geçit * Trafik akımınıkesmemek için bir yolun altından geçirilen yol.
    alt güverte * Gemilerde güvertelerden altta bulunanı.
    alt hava yuvarı * Dünyamızıkuşatan atmosferin 10 km kalınlığında olan alt katmanı.
    alt ırk * Aynıırk içinde yetiştirme amacına ve çevreye bağlıkalınarak değişme uğratılmışve bu yolla ırk içinde
    özellikle fizyolojik nitelikleri bakımından kalıtsal sapma gösteren hayvan topluluğu.
    alt karşıt * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tikel olumlu, öbürü tikel olumsuz, karşıkarşıya konmuşiki önermeden
    her biri: Bazı insanlar bilgindirler” ile “Bazı insanlar bilgin değildirler” gibi.
    alt kat * Bir yapının veya aracın katlarından altta bulunan bölümü.
    alt kurul * Belli bir konuyu ele almak amacıyla bir kurul içinden birkaç kişi seçilerek oluşturulan kurul.
    alt olmak * yenilmek.
    alt sınıf * Bir sınıf içinden ayrılan ikinci derecedeki sınıf.
    alt şube * Bir şube içinde kurulan ikinci derecedeki şube.
    alt tabaka * Tabakalardan altta bulunan.
    alt takım * Bir takım içinde kurulan ikinci derecedeki takım.
    alt tarafı(veya yanı) * geriye kalanı.
    * işin daha sonrası.
    * değeri, olup olacağı.
    alt tür * Bir tür içinde ayrılan ikinci derecedeki tür.
    alt üst * Çok karışık ve dağınık.
    alt üst böreği * Önce bir yüzü, sonra çevrilerek öbür yüzü kızartılarak pişirilen börek.
    alt üst etmek * alt yüzünü üst yüzüne getirmek.
    * çok karışık duruma getirmek, düzenini bozmak.
    * zarar vermek, yıkmak.
    * huzursuz etmek, rahatsızlık vermek.
    alt üst olmak * çok karışık duruma gelmek.
    * heyecanlanmak, üzülmek, tedirgin olmak, yıkılmak.
    * rahatsızlanmak.
    alt yanıçıkmaz sokak * sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir.
    alt yapı * Bir yapı için gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik gibi tesisatların hepsi.
    * Toplumun ekonomik yapısını oluşturan ve insan bilincinden bağımsız olarak biçimlenen üretim
    ilişkilerinin hepsi, üst yapıkarşıtı.
    alt yazı * Gazete, dergi gibi yayınlarda çıkan resim ve fotoğraflarıaçıklayan yazı.
    * Yabancıdildeki bir filmin konuşmalarını çeviri olarak görüntünün altında veren yazı.
    alt yazılama * Alt yazılmak işi.
    alt yazılamak * Alt yazılarıhazırlamak ve gerçekleştirmek.
    alt yazılayıcı * Alt yazılamak işini yapan (kimse).
    alt yazılı * Alt yazısı bulunan (film, görüntü).
    Altayca * Altay Türkçesi.
    * Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin kendisinden türediği varsayılan ana dil.
    Altayist * Altayistik ile uğraşan kimse.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 52

    alıp vereceği olmamak * bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak.
    alıp verememek * anlaşamamak, çekememek, geçinememek.
    alıp vermek * yürek çarpıntısı geçirmek.
    alıp yürümek * az zamanda çok ilerlemek, yayılmak, çoğalmak, artmak.
    alır almaz * hemen, derhal.
    alırlık * Duygusal uyarımlarıalabilme yeteneği, idrak kabiliyeti.
    alış * Almak işi veya biçimi.
    alışfiyatı * Bir mal için alım karşılığıödenen para ve üretim gereçleri fiyatı.
    alışveriş * Alım satım işi.
    * İlişki, münasebet.
    alışverişyapmak * alım satım işini gerçekleştirmek.
    alışverişe çıkmak * alım satım işi için çarşıya gitmek.
    alışverişi kesmek * biriyle ilgisi kalmamak.
    alışık * Herhangi bir duruma alışmışolan.
    alışık olmak * alışkanlık durumuna gelmek.
    alışıklık * Alışık olma durumu.
    alışılma * Alışılmak işi.
    alışılmak * Bir şeye alışmışduruma gelinmek.
    alışılmamış * Nadir, bilinmeyen, az rastlanan.
    alışılmış * Her zamanki, mutat.
    alışkan * Alışkın.
    alışkanlığında olmak * iyice alışık bulunmak, huy hâline getirmek.
    alışkanlık * Bir şeye alışmışolma durumu, itiyat, huy.
    * Yakınlık, arkadaşlık, ünsiyet.
    * İç ve dışetkilerle davranışların tekrarlanması, hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren, şartlanmış
    davranış.
    alışkanlık edinmek * bir şeyi sürekli yapar olmak, itiyat edinmek.
    alışkanlıktan kopamamak * belli bir huydan vazgeçememek, alışıklığı bırakamamak.
    alışkı * Yapılmaya alışılmışdavranış.
    alışkın * Bir şeye veya bir şey yapmaya alışmışolan.
    alışkın olmak * iyice alışmak, hiç yabancılık çekmemek.
    alışkınlık * Alışkın olma durumu, alışkanlık.
    alışma * Alışmak işi.
    alışmak * Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek.
    * Yadırgamaz duruma gelmek.
    * Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek.
    * Sürekli ister olmak.
    * Bağlanmak, ısınmak.
    * Etkisini yitirmek.
    * Evcilleşmek, ehlîleşmek.
    * Tutuşmak, yanmaya başlamak.
    alışmışkudurmuştan beterdir * alışılan bir şeyden kolayca vazgeçilmez.
    alıştırma * Alıştırmak işi.
    * Bir beceriyi, bilgiyi kazanmak için yapılan tekrar, temrin, egzersiz.
    * Vücudun biyolojik yönden gelişimini sağlayan çalışma, idman.
    alıştırmak * Alışmasına yol açmak.
    * Uyar duruma getirmek.
    Ali * Kişi adı olarak aşağıdaki deyimlerde geçer.
    âli * Yüce, yüksek.
    Ali Cengiz oyunu * “kurnazca ve haince düzen” anlamında kullanılır.
    Ali kıran başkesen * çok zorba.
    Ali kıran başkesen * zorba.
    âlicenap * Cömert.
    * Onurlu, şerefli.
    âlicenaplık * Âlicenap olma durumu.
    alifatik * Açık zincirli (organik madde).
    alil * Hastalıklı, sakat.
    alim * Bilen, bilici.
    âlim * Bilgin.
    alimallah * Allah “Allah bilir” anlamına gelen bu söz, söylenen bir sözün doğruluğuna inandırmak için kullanılır.
    âlimane * Âlime yakışan, âlimin yaptığı gibi.
    âlimlik * Bilginlik.
    alinazik * Közlenmişpatlıcan, sarımsaklıyoğurt ve kıyma ile yapılan bir çeşit yemek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * (bir kimse) birinden aldığınıötekine, ötekinden aldığın bir başkasına vererek işini yürütmek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * birinden aldığınıöbürüne, bir başkasından aldığınıda ona vererek işini yürütmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 53

    aliterasyon * Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynıünsüzün veya aynıhecelerin
    tekrarlanması.
    alivre * Ürün daha tarladayken, yetiştiği zaman teslim edilmek üzere, önceden pey verilerek yapılan (satış).
    * Dağıtım, dağıtma.
    alivre satış * Vadeli satış.
    aliyyülâlâ * En güzel, en iyi, mükemmel.
    alizarin * Kök boyası, kök kırmızısı.
    alize * Tropikal bölgelerdeki denizlerde bütün yıl süresince düzenli esen birtakım rüzgârlar.
    Alka Evli * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alkali * Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitin genel adı. Bu maddelerde, asitlerin kırmızıya
    çevirmişolduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardır.
    alkali metaller * Oksitlenmelerini sodyum, lityum, potasyum, rubidyum, sezyum elementlerinin sağladığımetaller.
    alkalik * Alkali ile ilgili olan veya içinde alkali bulunan, kalevî, antiasit.
    alkalimetre * Bkz. alkalölçer.
    alkaloit * Özellikleri ile alkalileri andıran organik madde.
    alkalölçer * Alkalilerin saflık derecesini belirtmeye yarayan cihaz, alkalimetre.
    alkarna * İstiridye, midye, tarak gibi kabuklu hayvanlarıavlamak için deniz dibini taramakta kullanılan, ağız kısmı
    demirden bir ağ.
    alkım * Gök kuşağı.
    alkış * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpma, alkışlama.
    alkışağası * Padişahıalkışlamakla görevli kimse.
    alkışalmak * çok beğenilmek.
    alkışkopmak * birdenbire güçlü bir biçimde el çırpılmak.
    alkıştoplamak * çok alkışlanmak.
    alkıştufanıkopmak * sürekli ve coşkun alkış başlamak.
    alkıştutmak * el çırparak veya topluca, yüksek sesle “yaşa”, “var ol” gibi sözler ile birini alkışlamak.
    * taraftar olmak belli bir görüşten yana olmak.
    alkışçı * Alkışlayan (kimse).
    * Şakşakçı, dalkavuk, yüze gülücü, yağcı.
    alkışçılık * Alkışçı olma durumu.
    alkışlama * Alkışlamak işi.
    alkışlamak * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpmak.
    * Beğenmek, takdir etmek.
    alkışlanma * Alkışlanmak işi.
    alkışlanmak * Alkışlamak işine konu olmak.
    alkil * Alkol kökü.
    alkol * Bira, şarap gibi sıvıların veya pancar, patates nişastasının şekere dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan glikoz
    çözeltilerin mayalaşmışözlerinin damıtılmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu, yanıcı, renksiz sıvı, C2H5OH, ispirto,
    etanol, etil alkol.
    * Her türlü alkollü içki.
    alkolik * Alkollü içkilere aşırıderecede düşkün olan (kimse).
    alkolizm * Alkollü içkilere hastalık derecesinde düşkün olma durumu.
    alkollü * Alkolden yapılmışveya içinde alkol bulunan.
    * İçkili.
    alkolölçer * Sıvılardaki alkol oranınıölçmeye yarayan cihaz.
    Allah * Kâinatta var olan her şeyin yaratıcısı, koruyucusu olduğuna ve tek olduğuna inanılan yüce ve üstün varlık,
    Yaradan, Tanrı, Rab, Mevlâ.
    * Allah adı bazı isim tamlamalarında tamlanan kelimeyi güçlendirir.
    * En büyük, en usta.
    Allah Allah! * şaşma veya can sıkıntısıanlatan bir ünlem.
    * Türk askerinin hücum narası.
    Allah (bin bir) bereket versin * bir kazanç karşısında durumundan hoşnut olmayı belirtir.
    Allah (seni) inandırsın * inanılmasıpek kolay olmayan bir şey anlatılırken yemin yerine söylenir.
    Allah (veya Allahım) * bir şey karşısında hayranlık veya yakarma bildirir.
    Allah acısınıunutturmasın * Tanrı bu acıyıunutturacak daha büyük bir acı göstermesin.
    Allah akıl fikir versin (veya Allah akıllar versin) * akılsızca bir davranışta bulunanlar için kullanılır.
    Allah aratmasın * yakınılacak bir durumda “Tanrıdaha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır.
    Allah artırsın * (gerçek veya alay anlamında) Tanrıdaha çoğunu versin.
    Allah aşkına * birlikte söylendiği sözün anlamına göre ant vermek veya yalvarmak için “Allah’ınıseversen” anlamında,
    şaşma, usanç bildirir.
    Allah bağışlasın * (çocuğunu, sevdiğini) Tanrıkazadan, belâdan korusun, esirgesin.
    Allah bahtından güldürsün * (evlenecek kız için) mutluluk dileğini belirtir.
    Allah bana, ben de sana * şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim.
    Allah belâsınıversin * ilenme sözü.
    Allah beterinden saklasın (veya esirgesin) * Tanrıdaha kötü duruma düşürmesin.
    Allah bilir * belli değil.
    * bana öyle geliyor ki.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 51

    alıcıkılığına girmek * müşteri gibi davranmak.
    alıcıkuş * Atmaca.
    alıcıverici * Bağışladığını geri alan.
    alıcıyönetmeni * Alıcıyıdoğrudan doğruya çalıştıran ve yöneten, alıcı hareketlerini gerçekleştiren, görüntülerin filme
    alınmasınısağlayan kimse, kameraman.
    * Televizyon alıcısınıdoğrudan çalıştıran kimse, kameraman.
    alıç * Gülgillerden, kırlarda yetişen yabanî bir ağaç (Crataegus).
    * Bu ağacın mayhoşyemişi.
    alık * Akılsız, sersem, budala, ebleh.
    alık * Hayvan çulu.
    * Eskimişgiyecek.
    alık alık * Aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık alık bakmak * aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık salık * Aptal.
    * Aptalca.
    alıklaşma * Alıklaşmak işi.
    alıklaşmak * Alık duruma gelmek, bir şey karşısında aptallaşıp şaşırmak, şaşkınlaşmak, aptallaşmak.
    alıklaştırma * Alıklaştırmak işi.
    alıklaştırmak * Alık duruma getirmek.
    alıklık * Alık olma durumu veya alıkça bir iş.
    alıkonulma * Alıkonulmak işi.
    alıkonulmak * Alıkoymak işine konu olmak, menedilmek, tatil edilmek.
    alıkoyma * Alıkoymak işi.
    alıkoymak * Bir süre için bir yerde tutmak.
    * Birini, yapmakta olduğu veya yapmak istediği işten geri tutmak.
    * Ayırıp saklamak.
    * Mahrum etmek.
    * Mani olmak, engel olmak.
    alım * Almak işi.
    * Gözü, gönlü çeken durum, cazibe.
    * Kurum, çalım, gurur.
    -alım / -elim * İstek kipinin çokluk 1. kişi eki: al-alım, gid-elim, başla-y-alım, bekle-y-elim vb.
    alım çalım * Gösteriş, çekici hareket.
    alım satım * Satın alma ve satma işi, alışveriş.
    alım satım bürosu * Alışverişişlerinin yapıldığıveya düzenlendiği şube, yer.
    alım satım ofisi * Alım satım bürosu.
    alımcı * Başkasının hesabına alacak toplayan veya kabul eden kimse.
    alımlı * Alımı olan, çekici, cazibeli.
    * Kurumlu, çalımlı, gururlu.
    alımlıçalımlı * Gösterişli, güzel.
    alımlılık * Alımlı olma durumu.
    alımsız * Alımı olmayan, cazibesiz.
    alımsızlık * Alımsız olma durumu.
    alın * Yüzün, kaşlarla saçlar arasındaki bölümü.
    * Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
    * (bazışeylerde) Ön, ön yüz.
    * Karşı.
    alın çatısı * İki kaşın arası, alnın ortası.
    alın damarıçatlamak * Bkz. ar damarıçatlamış.
    alın teri * Emek.
    alın teri dökmek * çok emek vermek, zahmetli bir işgörmek.
    alın teri ile kazanmak * hak ederek, çalışarak, emek vererek kazanmak.
    alın yazısı * Yazgı, talih, kader, mukadderat.
    alındı * Para veya başka bir şeyin teslim alındığını gösteren belge, makbuz.
    alındılı * Yerine gitmesini sağlamak için gönderenin ek bir ücret ödeyerek postaya alındıkarşılığında verilen
    (mektup, paket vb.).
    alıngan * Aşırıduygulu, çabuk gücenen, kırılan.
    alınganlık * Alıngan olma durumu.
    alınlık * Kadınların alınlarına taktıklarıaltın veya gümüşten süs eşyası.
    * Yapılarda cephe süsü.
    alınma * Alınmak işi.
    alınmak * Almak işi yapılmak.
    * Bir sözün, bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak incinmek, kırılmak veya öfkelenmek.
    * Elde edilmek.
    * Uyarlanmak, adapte olunmak.
    alıntı * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından alınmışparça, aktarma, iktibas.
    * Başka bir dilden alınmışkelime.
    alıntılama * Alıntılamak işi.
    alıntılamak * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından cümle veya cümleler almak, alıntıyapmak, aktarmak, iktibas etmek.
    alıp satmaz görünmek * ilgisiz görünmek veya davranmak.
    alıp sattığı olmamak * hiç ilgisi bulunmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 47

    alay gibi gelmek * inanılacak gibi olmamak.
    alay malay * hep birden, birlikte.
    alaya almak * alay etmek, eğlenmek.
    alaya bozmak * alay niteliği vermek.
    alaya çıkmak * askerî bir okulda başarı gösteremeyerek kıtaya gönderilmek.
    alaybozan * Bir çeşit fitilli tüfek.
    alaycı * Alay etme huyu olan, müstehzi.
    * Alay eden, küçümseyen, küçümseyerek eğlenen.
    alaycılık * Alay etmeyi huy edinmişolma durumu.
    alayında olmak * işi önem vermeyerek yapmak, işi şaka konusu yapmak.
    âlâyıvâlâ ile * bütün gösterişi ile.
    alâyiş * Gösteriş, göz kamaştırma.
    alâyişli * Gösterişli.
    alaylı * Erlikten yetişmişsubay.
    * Gerekli okul eğitimini görmeden kendini yetiştirmişolan (kimse), mektepli karşıtı.
    * Gösterişli, görkemli, debdebeli.
    alaylı * Alay edici, küçümseyici, müstehzi.
    alaysı * Alaya benzer, ciddî olmayan.
    alaz * Alev, yalaz.
    alaz alaz * Alev alev.
    alaza * Dökülen tohumlarla ertesi yıl kendiliğinden çıkan tahıl, soğan vb.
    alazlama * Alazlamak işi.
    * Vücutta kızıllık veya kızıl lekeler belirmesi durumu.
    alazlamak * Bir şeyin yüzünü alevden geçirmek, aleve tutmak.
    * Sızlatmak, yakmak, acıvermek.
    alazlanma * Alazlanmak işi.
    alazlanmak * Alazlamak işine konu olmak.
    * İnsan derisi için, üstünde kızıllık veya kızıl lekeler belirmek.
    albasma * Albastı.
    albastı * Doğum sırasında temizliğe dikkat edilmemesi yüzünden loğusanın tutulduğu ateşli hastalık, loğusa
    humması, albasma.
    albatr * Kaymak taşı, su mermeri.
    albatros * Fırtına kuşugillerden, 1 m uzunluğunda, Atlantik Okyanusu’nda yaşayan iri bir kuştürü (Diomedea
    exulans).
    albay * Rütbesi yarbay ile tuğgeneral arasında bulunan ve asıl görevi alay komutanlığı olan üstsubay, miralay.
    albaylık * Albay rütbesi veya albayın görevi.
    albeni * Alım, çekicilik, cazibe.
    albeni vermek * çekiciliğini artırmak, ilgi toplamak, hoşve güzel göstermek.
    albenili * Alımlı, çekici, cazibeli.
    albenisi olmak * çekiciliği bulunmak.
    albinos * Akşın.
    albüm * Resim, fotoğraf, pul gibi şeyleri dizip saklamaya yarayan bir tür defter.
    * Herhangi bir konu ile ilgili kısa açıklamalar verilerek resimler basılmışolan kitap.
    * Bir sanatçının eserlerinin bir bölümünün yer aldığıkaset, uzunçalar, tekerçalar.
    albümin * Bitkilerin, hayvanların doku ve sıvılarında bulunan, birleşimi karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt
    olan, suda eriyen, beyaza yakın renkte, yapışkan madde.
    albümin işeme * Birçok hastalıklarda, özellikle böbrek hastalıklarında idrarda albümin bulunmasıdurumu, ak tutma.
    albüminli * İçinde albümin bulunan.
    alçacık * Çok alçak.
    alçacık dağları ben yarattım demek * çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek.
    alçak * Yerden uzaklığı az olan, yüksek karşıtı.
    * Aşağı, yüksek olmayan (yer).
    * (boy için) Kısa.
    * Bile bile en kötü, en ahlâksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil hain.
    alçak basınç * Barometrede 760 mm altında bulunan, kötü havaya işaret olan hava durumu.
    alçak gerilim * Düşük voltajlıelektrik hattı.
    * Değeri ve gücü az olan elektrik potansiyeli.
    alçak gönüllü * (makam, para vb. durumlarda) Aşağı olanlarıkendisiyle eşit tutan veya kendi değerini olduğundan aşağı
    gösteren (kimse), mütevazı.
    alçak gönüllülük * Alçak gönüllü olma durumu.
    alçak kabartma * Heykel sanatında, yüzeyden çıkıntısıaz olan kabartma.
    alçak kavuşum * Kavuşumda gezegenin güneşle yer arasında bulunması.
    alçak ses * Hafif ses.
    * Kalın ses.
    alçak yaylak * Devamlı oturma bölgesinde, normal tahıl ziraatıyapılan alanların bitişiğinde genellikle deniz seviyesinden
    900-1200 metre yükseklikteki yaylak.
    alçakça * Oldukça alçak.
    * Alçak, aşağılık kimselere yaraşırcasına.
    alçaklaşma * Bayağılaşmak durumu.