Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 38

    aklı başında olmamak * iyi düşünebilir durumda olmamak.
    aklı başından bir karışyukarı(veya yukarıda) * düşünmeden aklına geleni yapan.
    aklı başından gitmek * çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağınışaşırmak.
    aklı başka yerde olmak * başka şeyler düşünmek.
    aklı bir yerde olmak * düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek.
    aklı bokuna karışmak * korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek.
    aklıçıkmak * titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.
    aklıdağılmak * düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak.
    aklıdurmak * düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak.
    aklıermek * anlayabilmek.
    * akılca olgunlaşmak.
    aklıevvel * Akıllı geçinen.
    aklıfikri bir şeyde olmak * bütün düşündüğü bir konuda yoğunlaşmak.
    aklı gitmek * şaşırmak, korkmak.
    * çok beğenmek, bayılmak.
    aklıkalmak * beğenilen bir şeyi düşünmekten kendini alamamak.
    aklıkaralı * Akıve karası olan, beyazlısiyahlı.
    aklıkarışmak * ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak.
    aklıkesmek * bir şeyin olabileceğine inanmak.
    aklıkesmemek * sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek.
    aklısıra * aklınca, sandığına göre, düşünüşüne göre, umduğuna göre.
    aklısıra * Aklınca.
    aklısonradan gelmek * verdiği kararın yanlışolduğunu anlayıp vazgeçmek.
    aklıtakılmak * zihni bir şeyle uğraşmak.
    aklıtam ayar * aklıyerinde.
    aklıyatmak * anlamaya başlamak, olacağına inanmak, tatmin olmak.
    aklızıvanadan çıkmak * delirmek, aklını oynatmak.
    aklıevvel * Densiz, münasebetsiz, sağduyu sahibi olmayan.
    * Kendisini en akıllısanan.
    aklık * Ak olma durumu.
    * Kadınların makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sıvı, düzgün.
    aklıma gelen başıma geldi * olmasından korktuğum şey oldu.
    aklımda! * lâdes oyununa katılanlardan biri ötekine bir şey verirken karşıdakinin “unutmadım” anlamında söylediği
    söz.
    aklına birşey gelmek * şüphelenmek.
    aklına düşmek * hatırlamak.
    * kafasında bir düşünce doğmak.
    aklına esmek * daha önce düşünmemişolduğu şeyi birden yapmaya karar vermek.
    aklına geleni söylemek * rastgele konuşmak.
    aklına geleni yapmak * her istediğini düşünmeden yapmak istemek.
    aklına gelmek * hatırlamak, anımsamak.
    * bir şeyi yapmayıdüşünmek, tasarlamak.
    aklına getirmek * hatırlatmak.
    * düşünmek.
    aklına koymak * bir şey yapmaya kesin olarak karar vermek.
    * kararlaştırmak, çok istemek.
    aklına koymak * bir kimse birine, bir şey telkin etmek.
    aklına sığdırmak * bir şeyin olabileceğine inanmak, aklıalmak.
    aklına sığmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
    * olabileceğine inanmamak.
    aklına şaşayım (veya şaşarım) * adı geçen kimsenin akılsızca bir davranışta bulunduğunu anlatır.
    aklına takmak (veya aklınıtakmak) * sürekli olarak bir şeyi düşünmek, bir düşünceye saplanıp kalmak.
    aklına turp sıkayım * birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek.
    aklına tükürmek * birinin düşüncesini beğenmemek, kınamak.
    aklına uymak * birinin uygun olmayan görüşüne göre işyapmak, davranmak.
    aklına vurmak * birden düşünüvermek.
    aklına yelken etmek * düşüncesizce davranmak veya aklına geleni hemen yapmak.
    aklınca * (küçümseme yollu) Düşüncesine göre, aklısıra.
    aklında kalmak * unutmamak.
    * hatırlamak.
    aklında olsun! * unutma!.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 39

    aklında tutmak * öğrenmek, bellemek.
    * unutmamak.
    aklından çıkarmamak * devamlıhatırlamak, hiç unutmamak.
    aklından çıkmak * unutmak.
    aklından geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak.
    aklından geçmek * düşünmek.
    aklından tutmak * bir şey düşünmek.
    aklından zoru olmak * arada bir durum ve şartların gerektirdiği gibi davranmamak.
    aklını(bir şeyle) bozmak * bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak.
    aklını başına almak (veya toplamak, devşirmek) * akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak.
    aklını başından almak * düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak.
    aklını başka yere vermek * konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak.
    aklınıçalmak * ilgisini aşırıderecede çekmek.
    aklını çelmek * niyetinden, kararından caydırmak.
    * ayartmak, baştan çıkarmak.
    aklınıkaçırmak * delirmek.
    * gereksiz, yersiz işyapmak.
    aklını oynatmak * çıldırmak.
    * akıl dışı işler yapmak.
    aklınıpeynir ekmekle yemek * şaşkınca ve akılsızca işler yapmak.
    aklınışaşırmak * yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düşünmek.
    aklınıtakmak * sürekli olarak aklı bir şeyle uğraşmak.
    aklının köşesinden geçmemek * hiçbir zaman düşünmemek.
    aklının terazisi bozulmak * akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek.
    aklınla bin yaşa * akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir.
    aklıselim * Sağduyu.
    aklî * Akılla ilgili, akla dayanan.
    akliyat * Akıl yolu ile kazanılan bilgiler.
    akliye * Akıl hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Akıl hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    * Akılcılık, usçuluk, rasyonalizm.
    akliyeci * Akıl hastalıklarıuzmanı.
    akma * Akmak işi.
    * Reçine, çam sakızı, akındırık.
    akma hançer * Ortası oluklu hançer.
    akma sınırı * Malzemenin belirli bir gerilme uygulanmasıyla sınırlıve kalıcıdeformasyona uğramasıveya belirlenen
    toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.
    akmak * (sıvımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden başka bir yere doğru gitmek.
    * (bu gibi maddeler) Aşağıya, yere düşmek.
    * (sıvı bir madde için) Bir yerden çıkmak.
    * (bir kap veya bir yer) İçindeki veya üstündeki sıvıyısızdırmak.
    * Çabucak savuşmak; ortadan kaybolmak.
    * Art arda ve toplu olarak gitmek.
    * (kumaşiçin) Yıpranıp iplikleri erimeye başlamak.
    * (zaman için) Çabuk geçmek.
    * (boya için) Birbirine karışmak.
    * Karışmak, katılmak.
    * Sürüp gitmek.
    akmantar * Tadı güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris).
    akmasa da damlar * çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağlar.
    akmaz * Durgun su, gölet.
    akompanyatör * Bir parça çalındığızaman ses veya bir âletle ona katılan kimse, eşlik eden.
    akonitin * Boğan otundan çıkarılan ve hekimlikte kullanılan zehirli bir madde.
    akont * Bir borca karşılık, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapılan kısmî ödeme.
    akordeon * Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalınan körüklü, elde taşınabilir
    bir çalgı.
    * Kumaşlarda makine ile yapılmışkırma.
    akordeoncu * Akordeon çalan kimse.
    akordiyon * Bkz. akordeon.
    akordiyoncu * Bkz. akordeoncu.
    akordu bozuk * Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz.
    akort * Bir çalgıyıdoğru ses vermesi için ayarlama.
    * Armoniyi sağlayan seslerin birleşmesi.
    akort etmek * çalgıların seslerini ayarlamak, düzenlemek.
    akort yapmak * çalgıların tellerini, ses veren araçlarınıayarlamak.
    akortçu * Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayımeslek edinmişkimse.
    akortlama * Akortlamak işi.
    akortlanma * Akortlanmak işi.
    akortlanmak * Akortlanmak işi yapılmak.
    akortlatma * Akortlatmak işi.
    akortlatmak * Akortlamak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 40

    akortlu * Akordu olan, akort edilmiş.
    akortsuz * Akordu olmayan, akort edilmemiş.
    * Birbirini tutmayan, uyumsuz.
    akortsuzlaştırmak * Radyoda bir ayar frekansında sapma meydana getirmek.
    akortsuzluk * Ses düzensizliği veya ayarsızlığı.
    * Radyoda gerçek ayar frekansı ile doğru değeri arasındaki sapma.
    akraba * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım.
    * Oluşma yönünden aynıkaynağa dayanan şeyler.
    * Biri, diğerinin sonucu olan şeyler.
    akraba çıkmak * önceden tanışmadan veya bilmeden konuşarak akraba olduklarınıanlamak.
    akraba diller * Aynıana dilden gelen diller.
    akraba olmak * evlilik yoluyla yakınlık kurmak.
    akrabalık * Akraba olma durumu.
    akran * Yaşça denk, yaşıt, boydaş, öğür.
    akranlık * Akran olma durumu, yaşıtlık.
    akreditif * Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka
    bankada veya aracısında açtırılan kredi.
    * Kredi mektubu.
    Akrep * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarasında yer alan burç. Zodyak.
    akrep * Akreplerden, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehirli bir iğnesi olan böcek
    (Scorpio).
    * Saatin iki ibresinden küçüğü.
    akrep gibi * her fırsatta sözleriyle başkalarını incitme veya onlara kötülük etme durumunda olan.
    akrepler * Örümceğimsilerin, örneği akrep olan takımı.
    akrobasi * Cambazlık, akrobatlık.
    akrobat * Cambaz.
    akrobatlık * Cambazlık.
    akromatik * Beyaz ışığıçözümlemeden geçiren, renksemez.
    * Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).
    akromatik iğiplik * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyalarıyla pek boyanamayan iğbiçimindeki
    oluşum.
    akromatin * Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış, kromatin ile boyanmamışolan kromozomları
    oluşturan bölüm.
    akromatopsi * Bkz. renk körlüğü.
    akromegali * Genel gelişme bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kısımlarındaki kemiklerin kalınlaşması,
    büyümesi veya uzaması.
    akropol * Eski Yunan şehirlerinde, en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale.
    akrostiş * Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak biçimde düzenlenmiş
    manzume, muvaşşah, tevşih.
    aks * Dingil.
    aksak * Aksayan, hafifçe topallayan.
    * İyi gitmeyen, iyi işlemeyen.
    * Türk müziğinde oldukça kıvrak bir usul.
    * Eski Yunan ve Lâtin şiir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kısa olacak yerde uzun olan dize.
    aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz * eksik araçlarla sağlıklı işyapılmaz.
    aksakal * Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
    * Ermiş, evliya.
    aksaklık * Aksak olma durumu.
    aksam * Kısımlar.
    aksama * Aksamak işi.
    aksamak * Hafif topallamak.
    * (bir iş) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.
    aksan * Bir ülkenin insanlarına veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
    * Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.
    aksanı bozuk * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen.
    aksata * “alma ve verme” Alışveriş.
    aksatış * Aksatmak işi veya biçimi.
    aksatma * Aksatmak işi.
    aksatmak * Aksamasına yol açmak, bir işi gereği gibi yürütmemek.
    aksayış * Aksamak işi veya biçimi.
    akse * Hastalık nöbeti, kriz.
    aksedir * Kaplamasımobilyacılıkta kullanılan, açık kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist).
    akselerograf * İvmeyazar.
    akselerometre * İvmeölçer.
    akseptans * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
    * Poliçelerin üzerine “kabulümdür” biçiminde yazılarak altı imzalanan açıklama.
    aksesuar * Bir aletin, bir makinenin işlevine katılmayan, ancak kendine özgü ayrı bir yararı bulunan alet, araç veya
    nesne.
    * Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereği kullandığı
    çeşitli eşya.
    * Kadın giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı, çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eşya.
    aksesuarcı * Aksesuarıhazırlayan kimse.
    * Aksesuar kullanmasınıseven.
    aksetme * Aksetmek işi.
    aksetmek * (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankıvermek.
    * (ışık) Bir yere vurmak.
    * (bir ışık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansılanmak.
    * Ulaşmak, yayılmak, duyulmak.
    * Evirmek, tersine çevirmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 31

    ahlâksızca * Ahlâksız biçimde veya tarzda.
    ahlâksızlık * Ahlâksız olma durumu.
    * Ahlâk kurallarına uymama, ahlâksızca davranış.
    ahlâksızlık etmek * ahlâksızca davranmak.
    ahlama * Ahlamak işi.
    ahlamak * İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak.
    ahlat * Gülgillerden, kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster).
    * Bu ağacın, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi.
    * Kaba adam, yol iz bilmez kimse.
    ahlât * Bir karışım içindeki parçalar, ögeler.
    * Beden yapısının temelini oluşturan ögeler.
    ahlâtıerbaa * Bedende bulunduğu var sayılan dört öge.
    ahlatın (veya armudun) iyisini (dağda) ayılar yer * kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılır.
    ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez * ahmağa gereğinden çok ilgi gösterirseniz sizi sık sık uğraştırır.
    ahmak * Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal.
    ahmak yerine koymak * bir kimseye aptalmış, anlamazmışgibi davranmak.
    ahmakça * Biraz ahmak.
    * (ahmak’ça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca.
    ahmakıslatan * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağmur, çisenti.
    ahmaklaşma * Ahmaklaşmak durumu.
    ahmaklaşmak * Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak.
    * Bir an için şaşalayıp bocalamak.
    ahmaklaştırma * Ahmaklaştırmak işi.
    ahmaklaştırmak * Ahmaklaşmasına sebep olmak, aptallaştırmak.
    ahmaklık * Zekâsıaz gelişmişolma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık.
    ahraz * Dilsiz, sağır ve dilsiz.
    ahret * Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağıve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür
    dünya.
    ahret adamı * Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse.
    ahret kardeşi * İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahrette de sürdüreceklerini düşünen kadınlara
    verilen ad.
    ahret suali * Gereksiz ve usandırıcısoru.
    ahret yolculuğu * Ölüm.
    ahreti (veya öbür dünyayı) boylamak * ölmek.
    ahretini yapmak (veya zenginleştirmek) * hayır işleri yaparak sevap kazanmak.
    ahretlik * Besleme kız.
    * Ahret kardeşi olan kadınlardan her biri.
    ahrette on parmağıyakasında olmak * kendisine karşısorumlu olan kimseden ahrette davacı olmak.
    ahşa * İnsanın veya hayvanın göğsü ve karnı içindeki organlar, bağırsak, ciğer gibi şeyler.
    ahşap * Ağaçtan, tahtadan yapılmış.
    ahtapot * Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığıtürü (Octopus).
    * Genellikle burun zarıüzerinde çıkan bir çeşit ur, polip.
    ahtapot gibi * sırnaşık, yapışkan kimse.
    * sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan.
    ahu * Ceylan, karaca.
    * Güzel, ince, zarif kadın.
    ahu gibi * çok güzel, çekici.
    ahu gözlü * Güzel gözleri olan.
    ahu parçası * Çok güzel, çekici.
    ahududu * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus).
    * Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızırenkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği.
    ahval * Durumlar, hâller, vaziyetler.
    * Davranışlar.
    * Olaylar.
    ahzetme * Ahzetmek işi.
    ahzetmek * Almak, kabul etmek.
    ahzüita * Alışveriş, alım satım, aksata.
    ahzükabz * Kendine mal etme.
    aidat * Ödenti.
    * Kesenek.
    aidiyet * Ait olma durumu, ilişkinlik.
    aile * Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum
    içindeki en küçük birlik.
    * Karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk.
    * Aynısoydan gelen kimseler zinciri.
    * Aralarında kandaşlık veya hısımlık bulunan kimselerin tümü.
    * Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü.
    * Eş, karı.
    * Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü.
    * Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu.
    aile adı * Soyadı.
    aile bahçesi * Ailelerin rahatlıkla gidebileceği, genellikle içkisiz yer.
    aile bütçesi * Kısa bir süre içinde bir işçinin veya işçi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değişmeleri belirlemek
    amacıyla yapılan istatistik çalışması.
    aile dostu * Ailece tanışılan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakın.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 32

    aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğlendikleri yer.
    aile hayatı * Aile bireylerinin bütün işlerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu.
    aile hukuku * Aileyi oluşturan kişilerin karşılıklıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı.
    aile meclisi * Aile makamının görevini yerine getiren kan veya soy hısımlarından en az üç kişiden oluşan heyet.
    aile ocağı * Ailenin kurduğu, yerleştiği, geliştirdiği ev.
    aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sınırlama, doğum kontrolu.
    aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğünü taşıyan kimse.
    aile saadeti * Genellikle karı, koca bazen de büyükler ve çocuklar arasındaki uyum, anlaşma, sevgi ve hoşgörü.
    ailece * Bütün aile birlikte.
    ailecek * Ailece.
    ailelik * Aile sayısının bütünü.
    ailesiz * Ailesi olmayan.
    ailevî * Aile ile ilgili.
    ait * İlgilendiren, ilişkin, ilişik, ilgili, için, -e düşen.
    ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düşmek.
    ajan * Bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimse, casus.
    * Bir kimsenin, bir ortaklığın veya bir devletin bazı işlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.
    ajanda * Unutulmaması için gerekli notlarıyazmaya yarayan takvimli defter, andaç.
    ajanlık * Ajan olma durumu.
    * Ajanın görevi.
    ajans * Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş.
    * Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
    * Bu işkollarının çalıştığı büro.
    ajitasyon * Ruhsal gerginliğin dışa vurması.
    ajur * Delikli örgü, gözenek.
    ajurlu * Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde işlenmiş bulunan, gözenekli.
    ak * Kar, süt gibi şeylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karşıtı.
    * Bu renkte olan.
    * Temiz namuslu.
    * Sıkıntısız, rahat.
    * Beyaz leke.
    * Bazışeylerde beyaz bölüm.
    -ak / -ek * İsimden isim türeten ek (küçültme eki): baş-ak, ben-ek vb.
    -ak / -ek * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb.
    -ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bıç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb.
    ak ağa * Saraylarda hizmet gören hadım ağalarının beyaz ırktan olanı.
    ak Arap * Arap sözcüğü “zenci” anlamına da geldiğinden asıl Arapların söz konusu olduğu anlatılmak istenirken
    kullanılır.
    ak basma * Ak su, perde, katarakt.
    ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek.
    ak benek * Gözün saydam tabakasında bir yara veya çı ban sonucunda oluşmuş, görmeyi derece derece azaltan beyaz
    benek.
    ak demir * Dövme demir.
    ak don kara don geçitte belli olur * Bkz. akıkarası geçitte belli olur.
    ak düşmek * (saç ve sakal) tek tük ağarmaya başlamak.
    ak gözlü * Gözlerinin rengi pek açık olan ve nazarının hemen değdiğine inanılan (kimse).
    ak gün ağartır, kara gün karartır * mutlu bir yaşayışkişiyi dinç kılar, mutsuz bir yaşayışise yıpratır.
    ak kan * Lenf.
    ak kan yangısı * Adenit.
    ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çıkabilir.
    ak köpek kara köpek geçit başında belli olur * kimin ne olduğu deney veya sınav sonunda anlaşılır.
    ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluşan beynin iç, omuriliğin dıştabakası.
    ak mıkara mıönüne düşünce görürsün * şimdiden boşuna düşünme, sonuç belli olduğu zaman anlarsın.
    ak pak * tertemiz.
    * saçısakalıağarmış.
    ak pak * Bembeyaz, temiz, parlak.
    ak pas * Lâhana, turp, şalgam, karnabahar gibi bitkilerin kök dışındaki bütün bölgelerine yerleşebilen, özellikle
    semiz otugillerde karşılaşılan yosunumsu mantar (Albugo candida).
    ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek.
    ak sülümen * Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen.
    ak yazılı * Bahtlı, şanslı.
    ak yel * Güneyden esen rüzgâr, lodos.
    ak yem * İzmarit, istavrit, uskumru gibi balıkların beyaz etinden yapılan ve oltada kullanılan yem.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 33

    ak yıldız * Çoban yıldızı.
    aka * Büyük kardeş, ağabey.
    akabe * Tehlikeli, sarp ve zor geçit.
    akabinde * Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından.
    akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karşısında bunun kaçınılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir.
    akaç * Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak
    için kullanılan boru, oluk veya başka araç.
    * Kanal, ark, su yolu.
    * Yer altısu oluğu.
    akaçlama * Akaçlamak işi, tefcir, drenaj.
    * Yer altısularınıtoplayan tesisat.
    akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
    * Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.
    akaçlatma * Akaçlatmak işi.
    akaçlatmak * Akaçlama işini yaptırmak.
    akademi * Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu.
    * Yüksek okul.
    * Çıplak modelden yapılmışinsan resmi.
    akademici * Kurallara bağlıresim ve heykel çalışmasıyapan kişi veya sanatçı.
    akademicilik * Resim veya heykel çalışmasında kurallara bağlılık.
    akademik * Akademi ile ilgili.
    * Bilimsel niteliği olan.
    akademisyen * Akademi üyesi.
    akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanılan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba).
    akait * Bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve tapınma kurallarının tümü veya bunlarıtoplayan kitap.
    akaju * Maun.
    * Maundan yapılmış.
    akak * Akarsu yatağı, yatak, mecra.
    * Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
    * (su için) İvinti yeri.
    * Eğimi, inişi fazla olan yer.
    akala * Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü.
    akamber * Özellikle amber balığının bağırsaklarından çıkarılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
    olan bir taş.
    * Sıcak üİkelerde yetişen bir ağaçtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.
    akamet * Kısırlık, verimsizlik.
    * Başarısızlık, sonuçsuzluk.
    akamete uğramak * başarısız, sonuçsuz kalmak.
    akan sular durmak * itiraza, söyleyeceği söze yer kalmamak.
    akan yıldız * Güneşsistemine bağlı, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanlarına girince ateş
    külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.
    akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk.
    akar amber * Asya ve Amerika’da yetişen, odunu ceviz ağacınınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağaç
    (Liquidambar orientalis).
    akarca * Kemik veremi.
    * Sürekli işleyen çı ban, fistül.
    * Küçük akarsu.
    * Kaplıca.
    akaret * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk.
    akarlar * Tıknaz yapılı, gövdeleri halkasız, başları göğüsle birleşik, ağız yapılarıısırıcı, sokucu veya emici
    örümceğimsiler takımı.
    akarsu * Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
    * Tek sıra elmastan veya inciden gerdanlık.
    * Kesintisi olmayan, aralıksız.
    akaryakıt * Benzin, gaz yağı, mazot gibi sıvıdurumunda olan yakacak.
    akaryakıt istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakıtların satıldığıyer.
    akasma * Düğün çiçeğigillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiştirilen sarılıcı bir bitki; yaban
    asması, Meryem ana asması(Clematis vitalba).
    akasya * Baklagillerden, sıcak iklimlerde birçok çeşitleri yetişen ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
    yararlanılan bir ağaç (Acacia).
    * Baklagillerden, yurdumuzda yetişen bir süs ve gölge ağacı, salkım ağacı(Robinia pseudoacacia).
    akbaba * Akbabagillerden, başıve boynu çıplak olan, dağlık yerlerde yaşayan, leşle beslenen, çok yüksekten uçarak
    keskin gözleriyle çok uzakları görebilen, iri ve yırtıcı bir kuş(Vultur monachus).
    * İhtiyar.
    akbabagiller * Gündüz yırtıcılarıalt takımının, kanatları genişve büyük olan, iyi uçan büyük kuşları içine alan bir
    familyası.
    akbakla * Kuru fasulye.
    akbalık * Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık (Leuciscus).
    * Akya balığı.
    akbalıkçıl * Leyleksilerden, bataklık, ırmak ve göl kıyılarında yaşayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
    alba).
    akbaş * Yazın kutup bölgelerinde yaşayan, kışın ılık kıyılara göçen, kısa ve ince gagalı, siyah bacaklıyabanî bir tür
    kuş, deniz kazı(Bemicla).
    akbuğday * Kurak iklime dayanıklı, beyaz kabuklu, ekmeklik buğday.
    akburçak * Baklagillerden, burçağa yakın bir bitki cinsi (Lathyrus sativus).
    akciğer * Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organının temeli olan, sağlısollu iki parçalı
    organ.
    akciğer göbeği * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkasında bronş, sinir ve damarların girip çıktığıyer.
    akciğer kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları; bronşçukların son bölümü.
    akciğer lopçuğu * Birçok akciğer keseciğinin birleşerek oluşturduğu parça.
    akciğer peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alışverişini sağlayan, hava borucuklarının sonunu oluşturan kesecik.
    akciğer zarı * Göğüs boşluğunun içini ve bu boşluğun içinde bulunan akciğerin dışınıkaplayan ince zar, plevra.
    akciğerliler * Karından bacaklıyumuşakçaların tek ciğerle soluk alan bir takımı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 34

    akça * Oldukça beyaz, beyazca.
    akça * Bkz. akçe.
    akça armudu * İnce kabuklu, sarı, etli ve sulu bir tür armut.
    akça pakça * Beyaz tenli, güzel (kadın).
    akça yel * Güneydoğudan esen yel, keşişleme.
    akçaağaç * Akçaağaçgillerden süs ağacı olarak da dikilen tahtasıhafif ve sağlam bir ağaç, isfendan (Acer).
    akçaağaçgiller * İki çeneklilerden, örneği akçaağaç olan bir bitki familyası.
    akçakavak * Akkavak.
    akçalı * Paraya bağlı, parayla ilgili, malî.
    akçe * Küçük gümüşpara.
    * Her tür madenî para.
    akçıl * Rengini atmış, ağarmış, içinde ak renk bulunan.
    akçıllanma * Akçıllanmak işi.
    akçıllanmak * Akçıl duruma gelmek, rengini atmak veya atmışgibi olmak.
    akçıllaşma * Akçıllaşmak işi veya durumu.
    akçıllaşmak * Akçıl duruma gelmişolmak.
    akçıllık * Akçıl olanın durumu.
    akçöpleme * Zambakgillerden, yapraklarının uzun, genişolması, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla bahçe çiçekleri arasına
    giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).
    akdarı * Buğdaygillerden, bir yıllık veya daha uzun yaşayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum).
    akdedilme * Akdedilmek durumu.
    akdedilmek * Akdetmek işi yapılmak.
    Akdeniz humması * Malta humması.
    Akdeniz mavisi * Parlak ve canlı görünümde mavi rengin bir türü.
    akdetme * Akdetmek işi.
    akdetmek * (mukavele, muahede, ittifak gibi karşılıklı bağlanma anlamıtaşıyan Arapça sözlerle) Yapmak.
    akdiken * Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan bir bitki cinsi, güvem eriği, geyik dikeni (Rhamnus
    cathartica).
    akdoğan * Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur.
    akdut * Beyaz renkte olan dut.
    akemi * İki elemanlımermer yapıştırıcısı.
    akgünlük * Tütsü olarak yakılan bir tür ağaç sakızı.
    akhardal * Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılan hardal türlerinden biri (Sinapis alba).
    akı * Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayılan güç çizgileri,
    seyelân.
    akıak karasıkara * beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı.
    akıkarası geçitte belli olur * bir iddiadaki doğruluğun ancak deney veya sınav sonunda belli olacağınıanlatmak için söylenir.
    akı bet * (bir işveya durum için) Son, sonuç.
    * Sonunda, eninde sonunda.
    akı betine uğramak * birinin içinde bulunduğu kötü duruma düşmek.
    akıcı * Akma özelliği olan.
    * Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açık (anlatım), selis.
    akıcıünsüz * Ciğerlerden gelen havanın, ağız boşluğundaki yarıkapalı bir engele çarpmasıyla oluşan bol sesli ünsüz (r, l,
    ğ, y).
    akıcılık * Akıcı olma durumu.
    * Söz, yazıve anlatımın akıcı olma özelliği, selâset.
    akıcılık ölçeği * Bir sıvının belli sıcaklıktaki akıcılığınıölçmekte kullanılan alet.
    akıl * Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us.
    * Hafıza, bellek.
    * Öğüt, salık verilen yol.
    * Düşünce, kanı.
    akıl akıl, gel çengele takıl * bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumu.
    akıl akıldan üstündür * bir kimsenin aklına gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklına gelebilir.
    akıl almak * danışmak, görüşalmak.
    akıl almamak * inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek.
    akıl almaz * inanılacak gibi olmayan, inanılmaz.
    akıl danışmak * bir konuda birinin görüşünü sormak.
    akıl defteri * Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığıküçük defter, not defteri, muhtıra defteri, ajanda.
    akıl dışı * Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
    * Us dışı, gayriaklî, irrasyonel.
    akıl dışıcılık * Akıl dışıdavranma yanlısı görüş, us dışıcılık, irrasyonalizm.
    akıl dişi * Yirmi yaşsıralarında altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çıkan azıdişi, yirmi yaşdişi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 27

    ağzısulanmak * imrenmek.
    ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak.
    ağzıteneke kaplı(olmak) * çok sıcak veya çok acışeyleri kolaylıkla içebilen veya yiyebilenler için şaka yollu söylenir.
    ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır.
    ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde.
    * konuşmayan, derdini anlatamayan.
    ağzıvarmamak * söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek.
    ağzıyanmak * o şeyden büyük zarar görmek.
    ağzına (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlıdavranmak.
    ağzına (veya diline) sağlık * bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenir.
    ağzına (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çıkar göstererek susturmak.
    ağzına abdestle almak * o kişiyi anarken çok saygılıdavranmak.
    ağzına almak * söylemek.
    ağzına almamak * adınıağzına almamak.
    ağzına almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek.
    ağzına atmak * yemek için ağza koymak.
    ağzına bakakalmak * sözlerine hayran olmak.
    ağzına baktırmak * kendini zevk ile dinletmek.
    ağzına bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak.
    ağzına bir şey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir şey yememek.
    ağzına bir zeytin verir, altına (veya ardına) tulum tutar.
    * yaptığıküçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.
    ağzına burnuna bulaştırmak * bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak.
    ağzına düşmek * çok yaygın olarak bilinip konuşulmak.
    ağzına etmek * haddini bildirmek.
    ağzına geldiği gibi * önünü sonunu düşünmeden.
    ağzına geleni söylemek * nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcısözler söylemek.
    * çok ve düşüncesizce konuşmak.
    ağzına gem vurmak * susturmak, söyletmemek.
    ağzına kadar * boşyeri kalmayacak biçimde.
    ağzına kilit takmak (veya vurmak) * susturmak.
    ağzına koymamak * yememek veya içmemek.
    ağzına lâyık * bir yiyeceğin tadıanlatılırken “sen de yesen, beğenirsin” anlamı ile söylenir.
    ağzına sakız olmak * dedikodusuna konu olmak.
    ağzına sürmemek * bir şeyden hiç yememek.
    ağzına taşalmış * söze karışmayıp susanlar için kullanılır.
    ağzına tıkamak * susturmak, fazla konuşmasına engel olmak.
    ağzına tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek.
    * birine benzemek.
    ağzına verilmesini beklemek (veya istemek) * çalışmayıp, işlerinin başkalarıtarafından yapılmasını beklemek.
    ağzına vur, lokmasınıal * yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında bir atasözüdür.
    ağzına yakışmamak * söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak.
    ağzında bakla ıslanmamak * hiç sır saklamamak.
    ağzında bırakmak * Bkz. lâf ağzında kalmak.
    ağzında büyümek * sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak.
    ağzında gevelemek * açıkça söylememek.
    ağzında yaşkalmamak * bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak.
    ağzından * birisinden dinleyerek.
    * adına.
    ağzından baklayıçıkarmak * Bkz. baklayıağzından çıkarmak.
    ağzından bal akmak * çok tatlıkonuşmak.
    ağzından çıkanı(veya çıkan sözü) kulağıduymamak (işitmemek) * sözlerini tartmadan söylemek.
    ağzından çıkmak * bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek,söylemiş bulunmak.
    ağzından çıt çıkmamak * hiçbir şey söylememek.
    ağzından dirhemle çıkmak * çok az konuşmak.
    ağzından dökülmek * açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 26

    ağrıkesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldıran, dindiren (ilâç vb.), analjezik.
    ağrılarda göz ağrısı, her kişinin öz ağrısı * herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir.
    ağrılı * Ağrıyan, ağrısı olan.
    ağrıma * Ağrımak işi.
    * Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaştırdığı ağrıma asalaklarından ileri gelen hastalık.
    ağrıma asalakları * Omurgalılardan alyuvar asalağı olarak yaşayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğu.
    ağrımak * (vücudun bir yeri) Ağrılı olmak.
    ağrına gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek.
    ağrısıtutmak * (gebe kadın için) doğum sancıları başlamak.
    * (hasta bir organ) ağrımaya başlamak.
    ağrısız * Ağrısı olmayan.
    * Ağrıvermeden.
    * Dertsiz, tasasız.
    ağrısız başına kaş bastı bağlamak * kendine gereksiz yere işçıkarmak.
    ağrıtma * Ağrıtmak işi.
    ağrıtmak * Ağrımasına yol açmak.
    ağsı * Ağgörünüşünde olan, ağgibi örülmüşolan.
    ağu * Ağı.
    ağulamak * Ağulamak.
    ağustos * Yılın 31 gün süren sekizinci ayı.
    ağustos böceği * Eşkanatlılardan, erkeği yazın karnının altındaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çıkaran bir böcek,
    orak böceği (Cicada plebeja).
    ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarım ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
    kanatlılar familyası.
    ağyar * Başkaları, yabancılar, eller.
    ağza alınmaz (veya ağza alınmayacak) * söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür).
    ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek.
    ağza düşmek * dedikodu konusu olmak.
    ağza koyacak bir şey * yiyecek bir şey.
    ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan.
    ağzıaçık * Şaşkın, alık, bön.
    * Hayranlıkla, büyülenmişolarak.
    ağzıaçık (veya ağzı bir karışaçık) kalmak * çok şaşırmak, şaşakalmak.
    ağzıaçık ayran delisi (veya budalası) * yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran.
    * saf, bön.
    ağzı bir * Söz birliği etmiş.
    ağzı bozuk * Sövmeyi alışkanlık edinmişolan, küfürbaz.
    ağzı burnu yerinde * oldukça güzel, yakışıklı.
    ağzıçirişçanağına dönmek * ağzıkuruyup acılaşmak.
    ağzıdili bağlanmak * herhangi bir sebeple konuşamaz olmak.
    ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak.
    ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak.
    ağzıdolu dolu konuşmak * heyecanlısöz söylemek.
    ağzı gevşek * Sır saklamaz, sır tutmaz.
    ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alık, şaşkın.
    ağzıkalabalık * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuşan, boş boğaz.
    ağzıkara * Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
    * Bir yerde konuşulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).
    ağzıkenetli * Sır tutan, sır saklayan (kimse).
    ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at).
    * Sır saklayan.
    ağzıkulaklarına varmak * çok sevinmek.
    ağzıkulaklarında * çok sevinçli, mutlu.
    ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bıkmak.
    * içecek ihtiyacıduymak.
    ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karşıkullanılan bir ilenme.
    ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak * kolay konuşma yeteneği olmak.
    * inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.
    ağzı oynamak * bir şeyler yemek.
    * konuşmak.
    ağzıpek * Sır vermeyen, ketum.
    ağzıpis * Sövmeyi huy edinmişolan.
    ağzısıkı * Bkz. ağzıpek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 25

    ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek.
    ağızlama * Ağızlamak işi.
    ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
    * Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
    * Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.
    ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek.
    ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu.
    ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak.
    ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan.
    ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
    * Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
    * Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
    * Kuyu bileziği.
    * Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
    * Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
    * (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
    * Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
    * Bir şeyin başladığıyer.
    * Huni.
    ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse.
    ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde.
    ağızsıl * Ağızla ilgili.
    ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü.
    ağızsız * Ağzı olmayan.
    * Yumuşak huylu, sessiz.
    ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan.
    ağlama * Ağlamak işi.
    ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
    * Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
    * Sızlanmak, yakınmak.
    * Bir duruma karşıüzüntü duymak.
    ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz.
    ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü.
    ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek.
    ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
    * Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.
    ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez.
    ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı.
    ağlanma * Ağlanmak işi.
    ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak.
    ağlantı * Hafif hafif ağlama.
    ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır.
    ağlaşma * Ağlaşmak işi.
    ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
    * Sızlanmak.
    ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek.
    ağlatı * Trajedi.
    ağlatıcı * Ağlamaya yol açan.
    ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi.
    ağlatma * Ağlatmak işi.
    ağlatmak * Ağlamasına yol açmak.
    ağlaya ağlaya * Ağlayarak.
    ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz.
    ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı.
    ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi.
    ağlı * Ağı bulunan.
    ağma * Ağmak işi.
    * Akan yıldız, şahap.
    ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
    * Yükselmek, yukarıçıkmak.
    ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi.
    ağnama * Ağnamak işi.
    ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak.
    ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse.
    ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar.
    ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı.
    ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç).
    ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi.
    ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 24

    ağıtçı * Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimse, sağucu.
    ağıtçılık * Ağıtçının işi veya mesleği.
    ağıtlama * Ölmüşleri anmak için düzenlenen törende okunan övgü.
    ağız * Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
    boşluk.
    * Bu boşluğun dudaklarıçevrelediği bölümü.
    * Kapların veya içi boşşeylerin açık yanı.
    * Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
    * Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açık yanı.
    * Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
    * Kesici aletlerin keskin yanı.
    * Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyişözelliği.
    * Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği.
    * Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
    * Bazen “kez” anlamına gelir.
    * Üslûp, ifade özelliği.
    * (tehlikeli şeyler için) Pek yakın yer.
    ağız * Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü.
    ağız açmak * söz söylemek, konuşmak.
    * azarlamak, paylamak.
    ağız açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak.
    ağız açtırmamak * çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak.
    ağız ağıza * ağzına kadar, tamamen.
    ağız ağıza vermek (veya konuşmak) * iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak.
    ağız alışkanlığı * Çok söylendiği için bir sözü sık sık kullanma durumu.
    ağız aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
    ağız birliği * Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma, söz birliği.
    ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynışekilde konuşmak, söz birliği etmek.
    ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek.
    ağız burun birbirine karışmak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
    * yüzde aşırıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumların izleri görünmek.
    ağız dalaşı * Ağız kavgası, karşılıklıatışma, bağrışma, dil dalaşı.
    ağız değişikliği * Yemeğin çeşidinde değişiklik.
    ağız değiştirmek * önce söylediğini başka türlü anlatmak.
    ağız dil vermemek * hiç konuşmamak, susmak.
    ağız dolusu * Ağzın alabileceği kadar.
    * (küfür için) Birbiri ardınca, birçok.
    ağız kâhyası * Birinin söyleyeceği sözlere karışan kimse.
    ağız kalabalığı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler.
    ağız kalabalığına getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak.
    * söz söyleme becerisine sahip olma.
    ağız kavafı * Karşısındakini kandırmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen.
    ağız kavgası * Karşılıklıağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, dil kavgası.
    ağız kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranışları, istekleri, sözleri.
    ağız kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacına göre değiştirmek.
    ağız nişanı * Yalnız sözle yapılan nişanlanma.
    ağız satmak * yüksekten atarak kendini övmek.
    ağız şakası * Sözle yapılan şaka.
    ağız tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlık.
    ağız tadıyla * huzurla, rahatlık içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak.
    ağız tamburasıçalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak.
    ağız tatsızlığı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk.
    ağız tıkamak * konuşma imkânıvermemek.
    ağız tüfeği * Mermileri şiddetle üflenerek fırlatılan bir çeşit tüfek taslağı.
    ağız tütünü * Keyif için ağızda çiğnenen bir tür tütün.
    ağız ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çıkan ünlü, ağızsıl ünlü.
    ağız yapmak * birini kandırma, yanıltma amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde
    konuşmak.
    ağız yaymak * açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak.
    ağız yer, yüz utanır * armağan alan, armağanıverenin isteğini yerine getirmeye çalışır.
    ağız yoklamak * Bkz. ağız aramak.
    ağızda dağılmak * (genellikle hamur işi için) iyi pişmişve lezzetli olmak.
    ağızda sakız gibi çiğnemek * bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak.
    ağızdan * Yazılı olmayarak, sözle, sözlü, şifahî.
    ağızdan ağıza * Herkes birbirine söyleyerek.
    ağızdan ağza dolaşmak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek.
    ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın * “insanın kendi yararıher şeyden önemlidir” anlamında kullanılır.
    ağızdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzından doldurulan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 23

    ağır kaçmak * gücendirici olmak.
    ağır kayba uğramak * maddî ve manevî büyük zarar görmek.
    ağır kayıp * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp.
    * Maddî zarar.
    ağır küre * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer.
    ağır ol! * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!.
    * acele etme, yavaşol!.
    ağır oturmak * uslu durmak.
    ağır para cezası * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası.
    ağır sanayi * Üretim araçlarıyapan sanayi.
    ağır satmak * nazlanmak, gönülsüz davranmak.
    ağır sıklet * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık.
    ağır söylemek * acı, dokunaklı, sözler söylemek.
    ağır söz * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz.
    ağır su * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine
    döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO).
    ağır top * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse.
    ağır uyku * Uyanılması güç, derin uyku.
    ağır vasıta * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç.
    ağır vasıta ehliyeti * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi.
    ağır yağ * Kalın yağ.
    ağırbaşlı * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî.
    ağırbaşlılık * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet.
    ağırca * Oldukça ağır.
    ağırdan * Ağır olarak.
    ağırdan almak * bir işi gereken süre içinde bitirmemek.
    * bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.
    ağırkanlı * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan
    kişilik tipi.
    * Bkz. ağır canlı.
    ağırkanlılık * Ağırkanlı olma durumu.
    ağırlama * Ağırlamak işi, ikram, izaz.
    * Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava.
    ağırlamak * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek.
    ağırlanma * Ağırlanmak işi.
    ağırlanmak * Ağırlamak işine konu olmak.
    ağırlaşma * Ağırlaşmak durumu.
    ağırlaşmak * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak.
    * (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
    * Yavaşlamak.
    * (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak.
    * Ağırbaşlı olmak.
    * (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
    * Güçleşmek, zorlaşmak.
    * (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.
    ağırlaştırma * Ağırlaştırmak işi.
    ağırlaştırmak * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak.
    ağırlatma * Ağırlatmak işi.
    ağırlatmak * Ağırlamak işini yaptırmak.
    ağırlığınca altın değmek * çok değerli olmak.
    ağırlığını(ortaya) koymak * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek.
    ağırlık * Ağır olma durumu.
    * Değerli olma durumu.
    * Ağırbaşlılık.
    * Tehlikeli olma durumu.
    * Sıkıntılı, bunaltıcıdurum.
    * Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri.
    * Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın.
    * Uyuşukluk ve gevşeklik durumu.
    * Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum.
    * Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke.
    * Takı.
    * Yük, külfet.
    * Sorumluluk.
    * Etki, yetki, baskı, güçlük.
    * Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak.
    * Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne.
    * Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer
    tanınması.
    ağırlık basmak (veya çökmek) * gevşeklik ve uyku gelmek.
    * (uykuda) sıkıntılıduruma girmek.
    * Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak.
    ağırlık merkezi * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet
    durumundaki bileşkenin uygulama noktası.
    * Bir işin en önemli bölümü.
    ağırlık olmak * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek.
    ağırlıklı * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan
    (değer).
    ağırsama * Ağırsamak hareketi.
    ağırsamak * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak.
    * Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
    * Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek.
    ağırşak * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya
    kemik parça.
    * Teker biçiminde yassınesne, kurs.
    ağırşaklanma * Ağırşaklanmak işi veya durumu.
    ağırşaklanmak * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak.
    ağış * Ağmak işi veya biçimi.
    * (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı.
    ağıt * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük
    felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.
    * Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama.
    ağıt yakmak (veya tutturmak) * ağıt söylemek, ağıt düzmek.