Kategori: SÖZLÜK

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 16

    adınıanmak (veya anmamak) * birinden söz etmek (veya etmemek).
    adını bağışlamak * bir başkasından adınısöylemesini istemek.
    adını bozmak * andına uymamak, andına aykırıdavranmak.
    adınıkirletmek (veya lekelemek) * adının kötüye çıkmasına yol açmak.
    adınıkoymak * karşılığınıveya fiyatınıkararlaştırmak.
    adınıtaşımak * birinin adıyla anılmak, sahip olduğu adın sorumluluğunu yüklenmişolmak.
    adınıvermek * birinin adını bildirmek.
    * biri tarafından salık verildiğini söylemek.
    adıyla sanıyla * bilinen ün ve niteliğiyle.
    adî * Sıradan, hiçbir özelliği olmayan.
    * Aşağılık, bayağı, alçak.
    adî adım * Adımda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapılan bir tür yürüyüş.
    adî defter * Bir işletmenin veya ticarethanenin yaptığı işlemlerinin muhasebe kayıtlarının geçirildiği ticarî defter.
    adî kesir * Bayağıkesir.
    adî suçlu * Basit suçları işleyen kimse.
    adil * Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrılmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
    * Hakka uygun, haklı.
    adilâne * Adalete uygun olarak, hakça.
    adîleşme * Adîleşmek durumu.
    adîleşmek * Adî bir duruma girmek, bayağılaşmak.
    adîleştirme * Adîleştirmek işi.
    adîleştirmek * Adîleşmesine yol açmak.
    adîlik * Bayağılık, düşüklük, aşağılık.
    adisyon * (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.
    adlandırılma * Adlandırılmak işi.
    adlandırılmak * Ad vermek işi yapılmak.
    adlandırma * Adlandırmak işi.
    adlandırmak * Bir kimseyi veya bir şeyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
    * Ad koyma, ad vermeyi sağlamak, tesmiye etmek.
    adlanma * Adlanmak işi.
    adlanmak * Kendisine ad verilmek.
    * Kötü ün kazanmak.
    adlaşma * Adlaşmak durumu.
    adlaşmak * Ad durumuna gelmek.
    adlaştırma * Adlaştırmak işi.
    adlaştırmak * Ad durumuna getirmek.
    adlı * Adı olan.
    * Ünlü.
    adlıadıyla * herkesin bilip tanıdığı biçimde.
    adlısanlı * Ünlü.
    adlî * Adaletle ilgili.
    adlî makam * Adalet işlerinin görüldüğü ve sonuca bağlandığı kamuya ait yönetim yeri.
    adlî merci * Adaletle ilgili sorunların çözümü için başvurulan resmî daireler.
    adlî polis * Adliye içerisinde güvenliği sağlayıp adlî işlere yardımcı olan kolluk gücü.
    adlî sicil * Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadığının anlaşılması için konulmuşolan kayıt yöntemi.
    adlî tabip * Adlî tıpta görevli doktor.
    adlî tatil * Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arasında, kanunda yazılıdurumların dışında, hiçbir adlî işlemin
    yapılmadığı süre.
    adlî tıp * Tı bbın adalete yardım eden kolu; adaletin bu işle uğraşan kuruluşu.
    adlî yıl * Mahkemelerin bir yıl içindeki çalışma süresi.
    adlî zabıta * Bir suç sonrasısanığıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti.
    adliye * Hukuk ve adalet işlerini gören devlet kuruluşları.
    * Hukuk ve âdalet işlerinin görüldüğü resmî yapı.
    adliye encümeni * Adalet komisyonu.
    adliye mahkemesi * Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dışında kalan ve denetim mahkemesi
    olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri.
    adliye nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda adliye teşkilâtının bağlı olduğu en üst makam.
    adliye teşkilâtı * Yargı organlarıve bu organların birbirleriyle olan ilişkilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
    ve yürüten mekanizmanın bütünü.
    adliye vekâleti * Adalet bakanlığı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 15

    adese * Mercek.
    * Kovucuk.
    * Görüşderecesi, inceliği.
    adet * Sayı.
    * Herhangi bir sayıda olan (şey), tane.
    âdet * Bir kimsenin yapmaya alışmışolduğu şey, alışkı.
    * Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre.
    * Ay başı.
    âdet edinmek * bir şeyi alışkanlık ve huy durumuna getirmek.
    âdet görmek * (kadın) ay başı olmak.
    âdet olmak * öteden beri yapılır olmak.
    * bir şey gelenek durumuna gelmişolmak.
    âdet yerini bulsun diye * gerekli görüldüğü için değil, yalnız alışılmışolduğu için.
    âdeta * Bayağı, basbayağı, hemen hemen, sanki.
    * Bayağıyürüyüşle.
    adetçe * Sayı bakımından, sayıca.
    adetimürettep * Bkz. tam sayı.
    adezyon kuvveti * Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arasındaki çekişkuvveti.
    adı(veya ismi) gibi bilmek * çok iyi bilmek.
    adı batası(veya adı batasıca) * “yok olası” anlamında bir ilenme.
    adı batmak * (sevilmeyen bir şey veya kimse için) unutulmak, adıanılmaz olmak, artık sözü edilmemek.
    adı belirsiz * ünü olmayan, tanınmayan, kim ve ne olduğu bilinmeyen.
    adı bile okunmamak * birine hiç önem verilmemek.
    adıçıkmak * kötü bir ün kazanmak.
    * hakkı olmayan bir ün kazanma.
    adıçıkmışdokuza, inmez sekize * birinin bir kere adıçıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez.
    adıdeliye çıkmak * deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak.
    adıduyulmak * tanınmak, ünlenmek.
    adı geçmek * anılmak, söz konusu olmak, ismi geçmek.
    * adıyazılmak.
    adıkaldırılmak * anılmaz olmak, silinip gitmek.
    adıkalmak * bir kimse veya bir şey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnız adıdolaşmak.
    adıkarışmak * (kötü) bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek.
    adıkötüye çıkmak * ünü kötü olarak yayılmak.
    adı olmak * gereksiz, yersiz ünü olmak.
    adısanı * bir kimsenin kimliği.
    adıüstünde * adından belli olduğu gibi.
    adıvar * yaşamayan, yalnızca hayalde var olan.
    adıverilmek * ad takılmak.
    adıl * Zamir.
    adım * Yürümek için yapılan ayak atışlarının her biri.
    * Bir adımda alınan yol (bu uzunluk 75 cm sayılır).
    * Girişim, hamle.
    * Bir gösterge ucunun eşolarak ayrılmışyaylardan biri boyunca aldığı yol.
    * Ayakta temel duruştan, bir ayağın türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değiştirmesi.
    * Teknolojide iki dişli arasındaki aralık.
    adım adım * Ağır ağır, yavaşyavaş.
    adım adım gezmek * her yerini dolaşıp görmek.
    adım adım izlemek * arkasından izlemek.
    * gizlice takip etmek.
    adım atmak * yürümek için ayağınıöne doğru uzatıp basmak.
    * bir işe ilk kez girişmek.
    adım atmamak * gitmemek, uğramamak, aramamak.
    adım başı * Birbirine yakın yerlerde, sık sık.
    adımınıattırmamak * bir yere girmesine engel olmak.
    adımını geri almak * başladığı bir işten geri dönmek.
    adımlama * Adımlamak işi.
    adımlamak * Adımla ölçmek.
    * Bir yerde ileriye geriye doğru giderek dolaşmak.
    adımlarınıaçmak * yürürken hızlanmak.
    adımlarınıseyrekleştirmek * hızlıyürürken adımlarınıyavaşlatmak.
    adımlarınısıklaştırmak * daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlıyurümek, ivmek, acele etmek.
    adımlık * Adım uzunluğunda olan.
    * Bir yerin çok uzak olmadığını belirtmek için kullanılır.
    adımsayar * Yürüme sırasında gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacıyla ayağa
    takılan alet, pedometre.
    adına * o şeyin veya o kimsenin yerinde olarak, namına, onun hesabına.
    adınıağzına almamak * dargınlık, kırgınlık, kızgınlık gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek.
    adınıalmak * ad takılmak, ad verilmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 14

    adamsızlık * Adamsız olma durumu.
    a’dan z’ye kadar * baştan aşağı, bütünüyle.
    Adana kebabı * Kıymasına bolca acı biber katılarak hazırlanan şişköfte.
    adanma * Adanmak işi.
    adanmak * Adamak işine konu olmak.
    adap * Töre.
    * Yol yordam, yol yöntem.
    adap erkân * Yol yöntem.
    adaptasyon * Uyarlama.
    * Bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uyarlama.
    * Uyma.
    adapte * Uyarlanmış.
    adapte etmek * uyarlamak.
    adapte olmak * uymak.
    adaptör * Bir âletin çapları birbirinden farklı olan parçalarından birini ötekine geçirebilmek için yararlanılan bağlayıcı.
    adaş * Adlarıaynı olanlardan her biri.
    adaşlık * Adaşolma, aynıadıtaşıma durumu.
    adatepe * Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi
    yükselen, aşınımdan dolayı ortaya çıkmıştepe.
    adatma * Adatmak işini yaptırmak.
    adatmak * Adamak işini yaptırmak.
    adavet * Düşmanlık, yağılık.
    aday * Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya başkalarıtarafından ileri sürülen kimse.
    * Bir işiçin yetiştirilmekte olan kimse, namzet.
    aday adayı * Herhangi bir işi yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylık aşamasınıkazanmak amacıyla başvuran kimse.
    * Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayı olmak için, partisinde yapılan ön seçimlere adaylığını
    koyan kimse.
    aday göstermek * bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa.
    aday olmak * herhangi bir işe alınmak veya seçilmek için istekli olmak.
    adayavrusu * İki veya üç çifte kürekli küçük balıkçıteknesi.
    adaylığınıkoymak * bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek.
    adaylık * Herhangi bir iş, bir görev için kendini ileri sürme veya başkalarıtarafından ileri sürülme, namzetlik.
    * Bir görevde yetiştirilme.
    adcı * Adcılık öğretisiyle ilgili olan.
    * Bu öğretiye bağlıkimse.
    adcılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerçekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
    yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, isimcilik, nominalizm.
    addan türeme fiil * Bkz. isimden türeme fiil.
    addedilme * Addedilmek işi.
    addedilmek * Sayılmak.
    addetme * Addetmek işi.
    addetmek * Saymak.
    addolunma * Addolunmak işi veya durumu.
    addolunmak * Sayılmak.
    adedî * Adetçe, sayıca.
    adem * Yokluk, hiçlik, ölüm.
    * Osmanlıca sözlerle birleşerek “-siz, -lik” anlamında kullanılır.
    Âdem * Dinî inançlara göre ilk yaratılan insan ve ilk peygamber.
    * İnsan, insanoğlu, adam.
    * İnsanda bulunması gereken olumlu özelliklere sahip olan.
    Âdem baba * İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    * Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağlayan kimse.
    * Afyonkeş.
    Âdem elması * Gırtlak çıkıntısı.
    Âdem evlâdı * Bkz. âdemoğlu.
    Âdemci * Âdemcilik yanlısı olan kimse.
    Âdemcilik * XX. yüzyılın başında simgeciliğe karşı bir tepki olarak Rusya’da ortaya çıkan bir edebiyat akımı.
    ademimerkeziyet * Yerinden yönetim.
    ademimerkeziyetçi * Yerinden yönetimci.
    ademimerkeziyetçilik * Yerinden yönetimcilik.
    ademiyet * Yokluk.
    âdemiyet * İnsanlık.
    * Doğru dürüst insana yakışır durum, adamlık.
    âdemoğlu * İnsan denilen yaratıkların hepsi.
    âdemotu * Bkz. adamotu.
    adenit * Lenf düğümleri iltihabı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 10

    açıklamalı * Birtakım açıklamalarla anlaşılması, öğrenilmesi kolaylaştırılmış, izahlı.
    açıklanan * Açıklamalar sonunda ortaya çıkması beklenen kavram.
    açıklanma * Açıklanmak işi.
    açıklanmak * Açıklamak işi yapılmak, izah edilmek, ifşa edilmek.
    açıklar livası * İşi gücü olmayan, boşta kalan kimse.
    açıklar livası * işi gücü olmayan, boşta kalan kimse.
    açıklar livası olmak * iş bulamayarak işsiz ve kazançsız kalmak.
    açıklaşma * Açıklaşmak durumu almak.
    açıklaşmak * Açık duruma gelmek.
    * Rengi açılmak.
    açıklaştırma * Açıklaştırmak işi.
    açıklaştırmak * Açık duruma getirmek.
    * Rengini açtırmak.
    açıklatma * Açıklatmak işi.
    açıklatmak * Açıklamasını sağlamak.
    açıklayan * Açıklamalar sonucunda elde edilen kavram.
    açıklayıcı * Bir sorunu gerekli açıklığa kavuşturan.
    * Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açıklayan (kelime veya kelimeler): “Atatürk yeni Türkiye’nin
    kurucusu, daima saygı ile anılacaktır” cümlesindeki ‘yeni Türkiye’nin kurucusu’ sözü Atatürk adının açıklayıcısıdır.
    açıklayış * Açıklamak işi veya biçimi.
    açıklığa kavuşturmak * (bir konu veya sorunu) aydınlatmak, kapalılıktan kurtarmak, anlaşılır duruma getirmek.
    açıklık * Açık olma durumu.
    * Uzaklık, mesafe.
    * Örtüsüz, çıplak yer.
    * Boşve genişyer.
    * Bir yerin uzaklara kadar bakılabilecek ve bakanın içinde ferahlık doğuracak durumda olması.
    * Gerçeği olduğu gibi yansıtma durumu.
    * Bir söz veya yazıda maksadın açık olmasıözelliği, vuzuh.
    * Dürbün, fotoğraf makinesi gibi optik araçlarda ağız çapı, ışığın girebildiği delik.
    açıklık getirmek (veya kazandırmak) * (bir konu veya sorunu) anlaşılır duruma getirmek.
    açıklıkölçer * Bir mikroskobun açıklığınıölçmeye yarayan alet.
    açıkta bırakmak * işve görev vermemek, yersiz yurtsuz bırakmak veya birkaç kişiye birlikte sağlanan bir iyilikten birini
    yararlandırmamak.
    açıkta kalmak (veya olmak) * işve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kişinin birlikte eriştiği bir iyilikten
    yararlanamamak.
    açıktan * Bir yerin uzağından.
    * Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak.
    * Emek ve para harcamadan.
    açıktan (para) kazanmak * emek ve sermaye olmadan para kazanmak.
    açıktan açığa * Belirgin olarak, göz göre göre.
    açıktan kazanmak * emek ve sermaye koymadan kazanç sağlamak.
    açıktan para almak * bir işveya mal için, kararlaştırılmışücret veya değer dışında para almak.
    açıktan tayin * Derece ve belli bir sıra gözetilmeksizin yapılan atama.
    açılama * İleride, içlerinde en uygununun seçilebilmesi için, güç bir sahnenin çeşitli açılardan çekiminin yapılması.
    açılım * Açılma.
    * Bir yıldızla gök ekvatoru arasındaki uzaklık; kuzeye doğru olanıartı, güneye doğru olanıda eksi işaretiyle
    ölçülür.
    açılıp saçılmak * (kadın için) çok açık saçık giyinmeye başlamak.
    * (kadın için) eskisine göre ölçüsüz davranışlarda bulunmaya başlamak.
    açılış * Açılmak işi veya biçimi.
    * Yeni bir yapının, yerin veya yeni bir kuruluşun çalışmaya başlaması, küşat.
    açılışkonuşması * Herhangi bir toplantının açılmasısırasında yapılan ilk konuşma.
    açılıştöreni * Bir açılışıkutlamak için yapılan toplantı, resmiküşat.
    açılma * Açılmak işi.
    * Bir film çekiminde karanlıkta başlayıp gittikçe aydınlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama.
    * Bir grupta, sıraların jimnastik alıştırmaları için dağınık düzene girmesi.
    * Çatlama.
    açılmak * Açmak işi yapılmak veya açmak işine konu olmak.
    * (renk için) Koyuluğunu yitirmek.
    * Kendine gelmek, biraz iyileşmek, ferahlamak.
    * (gemi) Gitmek, uzaklaşmak.
    * Sıkılması, çekinmesi, tutukluğu kalmamak.
    * (kuruluşlar için) İlk kez veya yeniden işe başlamak.
    * İşini gereğinden veya götürebileceğinden geniştutmak.
    * Genişlemek, bollaşmak.
    * Delinmek, yırtılmak.
    * (sis, karanlık, duman için) Dağılmak, yoğunluğunu yitirmek.
    * Gereken güce ulaşmak.
    * Sırrını, üzüntüsünü, sorunlarını birine söylemek.
    * (pencere, kapı, yol için) Geçit vermek.
    * Ayrıntıya girmek.
    * (yüzerken) Kıyıdan uzaklaşmak.
    açım * Açma, açılış, küşat.
    açımlama * Açımlamak işi, teşrih, şerh.
    açımlamak * Bir sorunu veya konuyu ele alıp en ince noktalarına kadar gözden geçirerek anlatmak, şerh etmek, teşrih
    etmek.
    açımlanma * Açımlanmak işi.
    açımlanmak * Açımlamak işine konu olmak.
    açındırma * Açındırmak işi.
    açındırmak * Açınmasını sağlamak.
    * Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak.
    açınım * Açınmak işi, inkişaf.
    * Bir cismin yüzeylerinin açılıp bir düzlem üzerine yayılması.
    açınma * Açınmak işi.
    açınmak * Gelişmek.
    * (tohum, hastalık için) İçindeki yetenekler uyanarak amacına varmak, gelişmek, inkişaf etmek.
    açınsama * Açınsamak işi, istikşaf.
    açınsamak * Bir yerin özelliklerini ortaya çıkarmak için araştırma ve inceleme yapmak, istikşaf etmek.
    açı ortay * Bir açısal bölgeyi, ölçüleri birbirine eşit olan iki açısal bölgeye ayıran doğru.
    açı ortay düzlemi * İki düzlemli bir açıyı iki komşu ve eşit açıya bölen düzlem.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 9

    açık kapısiyaseti * Açık kapıpolitikası.
    açık konuşmak * gerçeği çekinmeden söylemek.
    açık kredi * Bankaların güvendikleri müşterilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para.
    açık liman * Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çıktıklarıliman.
    * Hava şartlarından kolayca etkilenen liman.
    açık maaşı * Görevinden alınan birine yasaca tanınan, belirli bir süre içinde ödenen aylık.
    açık mavi * Mavinin bir ton açığı.
    açık mektup * Zarfıyapıştırılmamışmektup.
    * Yazıldığı kimseye gönderilmeyip basın yoluyla açıklanan mektup.
    açık olmak * (o yerde) kendisi her zaman iyi karşılanmak.
    açık ordugâh * Kırda kurulan ordugâh.
    açık oturum * Güncel, siyasî, sosyal ve bilimsel konuların veya sorunların herkesin izleyebileceği bir biçimde açık olarak
    tartışıldığı toplantı.
    açık oy * Verenin adını gösteren ve konuşulan sorun üzerindeki düşüncesini belli edecek yolda verilen oy.
    açık öğretim * Ders konularıradyo ve televizyon gibi araçlarla yayımlanan veya posta ile ilgililere ulaştırılan öğretim
    yöntemi.
    açık önerme * İçerisinde değişken bulunan ve bu değişkenin alacağıdeğerle doğruluğu veya yanlışlığıkesinleşen önerme.
    açık pazar * Gümrük kaydı olmayan, her devletin malınıserbestçe satabileceği şehir veya ülke.
    açık pembe * Pembenin bir ton açığı.
    açık poliçe * Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe.
    açık rejim * Parlâmenter rejim.
    açık saçık * Göreneğe aykırıderecede çıplak veya örtüsüz.
    açık saçık konuşmak * cinsî konularla ilgili sözler söylemek.
    açık sarı * Sarının bir ton açığı.
    açık sayım * Bir seçim sonunda verilen oyların açık olarak sayılması, aleni tadat.
    açık seçik * Çok açık, çok belirgin.
    açık senet * Bkz. açık bono.
    açık söylemek * anlaşılmamışyönünü bırakmadan anlatmak veya çekinmeden söylemek.
    açık sözlü * Her şeyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen.
    açık sözlülük * Açık sözlü olma durumu.
    açık şehir * Düşman saldırısına karşısavunma önlemleri alınmamış, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu
    durumu önceden ilân edilmişolan şehir.
    açık taşıt * Üstü örtülmemiştaşıt (araba, otomobil vb.).
    açık teşekkür * Herhangi birine basın yoluyla edilen teşekkür.
    açık tohumlular * Tohumlarıkozalak pullarıüzerinde açık olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrıldığı iki büyük daldan biri.
    açık tribün * Açık havadaki spor müsabakalarında seyircilerin oturduğu ve üstü kapalı olmayan bölüm.
    açık tutmak * bir işyerinin çalışır durumunu sürdürmek.
    açık vermek * gelir, gideri karşılamamak.
    * gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak.
    açık yara * Kapanmamış, sürekli işleyen yara.
    açık yeşil * Yeşilin bir ton açığı.
    açık yürekle * özü sözü bir olarak, hiçbir şey saklamaksızın.
    açık yürekli * Düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimî, açık kalpli.
    açık yüreklilik * Açık yürekli olma durumu, samimiyet, açık kalplilik.
    açık zaman * Tutkalın yüzeye sürüldüğü an ile pres edilip, sıkılması gereken an arasında geçen süre.
    açıkağız * Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris).
    açıkça * Gizli bir yönü kalmaksızın, kolay anlaşılır bir biçimde.
    açıkçası * Doğrusu, açık olanı, anlaşılır biçimi, gizli kapaklı olmayan yanı.
    * Açık olarak.
    açıkçı * Borsada fiyat dalgalanmalarından yararlanarak açıktan para kazanan (kimse).
    açıkgöz * Uyanık davranarak çıkarınısağlayan, imkânlardan kurnazca yararlanmasını bilen.
    açıkgözlük * Açıkgözlülük.
    açıkgözlülük * Açıkgöz olanın durumu, açıkgöze yakışacak davranış.
    açıklama * Açıklamak işi, izah.
    açıklama cümlesi * Bir önceki cümleyle bağlantıkuran yani, demek ki, öyle ki gibi bağlayıcılarla başlayan, söz konusu duygu
    veya düşünceyi bütünleyen cümle.
    açıklama yapmak * herhangi bir konuyu aydınlığa kavuşturmak amacıyla konuşmak veya yazmak.
    açıklamak * Bir konuyla ilgili olarak gerekli bilgileri vermek, izah etmek.
    * Bir sorunla ilgili olarak aydınlatıcı bilgi vermek, tavzih etmek.
    * Bir sözün, bir yazının ne anlatmak istediğini belirtmek, yorumlamak.
    * Açıkça söylemek, ifşa etmek.
    * Belirtmek, göstermek, açığa vurmak, izhar etmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 8

    açar * Anahtar.
    * İştah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif.
    açelya * Bkz. açalya.
    açı * Birbirini kesen iki yüzeyin veya iki doğrunun oluşturduğu çıkıntı.
    * Birbirini kesen iki yüzey veya aynınoktadan çıkan iki yarım doğrunun oluşturduğu geometrik biçim,
    zaviye.
    * Görüş, bakım, yön.
    açıölçüm * Açıölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik.
    açıcı * Açmak işini yapan.
    açığa alınmak * görevine son verilmek.
    açığa alma * bir görevliyi geçici bir süre işten alma.
    açığa almak * görevine son vermek.
    açığa çıkarmak * işinden çıkarmak.
    açığa çıkmak * belli olmak, anlaşılmak.
    * işinden çıkarılmak.
    açığa vurmak * belli etmek, ortaya çıkarmak.
    * gizli bir durumu ortaya çıkarmak.
    açığıçıkmak * saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak.
    açığınıkapatmak * eksiğini tamamlamak.
    açık * Açılmış, kapalı olmayan, kapalıkarşıtı.
    * Engelsiz.
    * Örtüsüz, çıplak.
    * Boş.
    * Görevlisi olmayan, boş(iş, görev), münhal.
    * Aralığıçok.
    * İşler durumda olan.
    * Kolay anlaşılır, vazıh.
    * Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen.
    * Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen.
    * (renk için) Koyu olmayan.
    * (kitap, resim, film için) Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan.
    * Kapalı olmayan (hava, işyeri).
    * Belli bir yerin biraz uzağı.
    * Denizin kıyıdan uzakça olan yeri.
    * Doğru olarak, açıkça.
    * Bir ihtiyacın karşılanamamasıdurumu.
    açık açık * Saklamaksızın, gizli yer bırakmaksızın, içtenlikle.
    açık ağıl * Koyunların ve keçilerin barındırıldıklarıüstü açık, etrafıtaşduvar veya ölü çitlerle çevrili basit barınak.
    açık ağızlı * Aptal, sersem, ahmak.
    açık alınla * başarıve övünç ile.
    açık artırma * Bir malın satışında alıcılar arasında fiyat artırma yarışına dayanan satış.
    açık bilet * Yolculuklarda dönüştarihi kararlaştırılmamış, belirli bir dönem için geçerli, gidişdönüş bileti.
    açık bono * Para hanesi boş bırakılarak imza edilen bono.
    açık bono vermek * sınırsız yetki tanımak.
    açık bölge * Gümrük sınırlamalarının olmadığı bölge, serbest bölge, serbest mıntıka.
    açık celse * Açık duruşma.
    açık ciro * Senet veya çek arkasına kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapılan ciro.
    açık çek * Üzerine para miktarıyazılmamış, çek.
    açık deniz * Denizin, kara sularının dışında kalan bölümü.
    * Yakın karalarla çevrili olmayan deniz, engin.
    açık devre * İçinden sürekli akım geçmeyecek bir yalıtkanla kesilmişelektrik devresi.
    açık dolaşım sistemi * Genellikle bütün eklem bacaklılarda ve birçok yumuşakçada bulunan atardamar ve kan boşluğundan
    oluşmuşaçık bir dolaşım sistemi.
    açık duruşma * Mahkemede herkesin duruşmayıdinleyebileceği oturum.
    açık düşme * Yağlı güreşte pehlivanın kıç üstü düşerek yenilmişsayılması.
    açık eksiltme * Yaptırılacak bir işin veya satın alınacak bir malın ucuza sağlanması için işi yapacak veya malısatacak kişiler
    arasında fiyat düşürme yarışına dayanan işlem.
    açık elli * Cömert.
    açık ellilik * Cömertlik.
    açık fikirli * Olaylarıve özellikle yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayabilen, düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen
    (kimse).
    açık fikirlilik * Açık fikirli olma durumu.
    açık hava * Bulutsuz hava.
    * Bahçe, park gibi yapıdışı olan yer.
    açık hava sineması * Yazın veya iklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık, yanlarıkapalısinema.
    açık hava tiyatrosu * Yazın veya iklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık, yanlarıkapalıtiyatro.
    açık hece * Ünlü ile biten hece.
    açık hesap * Peşin para veya bono vermeden yapılan alışveriş.
    açık imza * Üzeri boş bırakılan bir kâğıdın altına, dolduracak olana güvenilerek atılan imza.
    açık işletme * Maden yatağınıörten verimsiz topraklar kaldırıldıktan sonra açık havada yapılan işletme.
    açık kahverengi * Kahverenginin bir veya birkaç ton açığı.
    açık kalp ameliyatı * Kalbin içi açılmadan önce dolaşım sun’î kalp denilen bir aygıta devredildikten sonra yapılan kalp ameliyatı.
    açık kalpli * Bkz. açık yürekli.
    açık kalplilik * Bkz. açık yüreklilik.
    açık kapamak * (bütçe) gider fazlasınıpara sağlayarak gidermek.
    açık kapı bırakmak * gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak.
    açık kapıpolitikası * Yabancımalları bir ülkeye serbestçe sokma politikası.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 7

    acıyıcı * Acıma duygusu olan (kimse).
    acıyış * Acımak işi veya biçimi.
    acibe * Hiç görülmemiş, alışılmamış, şaşılacak veya yadırganacak şey.
    acil * İvedi, ivedili.
    acil servis * (hastanelerde) Vakit yitirilmeden bakılması gereken hastaların ilk tedavilerinin yapıldığı yer.
    acil şifalar dilemek * hastanın kısa sürede iyileşmesi dileğinde bulunmak.
    acilen * Hemen, hiç zaman yitirmeden, tez elden, gecikmeden, ivedilikle.
    aciyo * Bkz. acyo.
    aciz * Gücü bir işe yetmez olanın durumu, güçsüzlük.
    * Beceriksizlik.
    * Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu.
    âciz * Gücü bir işe yetmez olan, güçsüz.
    * Beceriksiz.
    âciz kalmak * çok uğraşmaya rağmen o işi yapamamak.
    âcizane * Söz söyleyen kimsenin kendi yaptıklarınıabartmamak için kullandığı “acizlere yakışacak biçimde”
    anlamında bir nezaket sözü.
    âcizleri * Alçak gönüllülük göstermek için “ben” zamiri yerine kullanılan bir söz.
    âcizlik * Beceriksizlik, güçsüzlük.
    acube * Tuhaf kimse.
    acul * Tez canlı, içi tez, ivecen.
    * Hızlı, çabuk.
    acun * Dünya.
    acur * Bkz. ajur.
    acur * Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, sarımtırak, yeşil veya sarı, üzeri yeşil lekeli, irice bir çeşit hıyar
    (Cucumis flexuosus).
    acurlu * Bkz. ajurlu.
    acuze * Huysuz, çirkin, yaşlıkadın, cadıkarı.
    acyo * Herhangi bir paranın gerçek değeriyle sürüm değeri arasında veya bir ticaret senedinin üzerinde yazılı
    miktar ile indirimden sonraki tutarıarasında doğan fark.
    * Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alınan komisyon.
    * Senetli kredi işlemlerinde bankaların yaptıklarıtahsilât.
    acyocu * Borsa veya piyasada tahvil için çeşitli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse.
    acz içinde olmak * gücü yetmemek, becerememek.
    acze düşmek * çaresiz kalmak, elinden birşey gelmemek.
    * Yemek yeme ihtiyacı olan veya yemesi gereken, tok karşıtı.
    * Yiyecek bulamayan, yoksul kimse.
    * Gözü doymaz, haris.
    * Çok istekli, çok hevesli.
    * Karnıdoymamışolarak.
    -aç / -eç * İsimden isim ve sıfat yapma eki: bakr-aç, top-aç, kır-aç vb.
    * Fiilden sıfat yapma eki: gül-eç vb.
    * Fiilden isim yapma eki: tıka-ç, say-aç, sür-eç vb.
    aç acına * aç olarak, bir şey yemeden.
    aç açık kalmak * yoksulluk içinde, evsiz barksız kalmak.
    aç ayı oynamaz * kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin karşılığıesirgenmemelidir.
    aç bırakmak * yiyecek vermemek veya karnınıdoyurmasına engel olmak.
    aç bîilâç * Sürekli olarak aç ve bakımsız.
    * Sürekli olarak aç ve bakımsız.
    aç doymam, tok acıkmam sanır * aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, varlıklı insan ise var olanla yetinir gibi görünür.
    aç doyurmak * yoksulları beslemek.
    aç gezmektense tok ölmek yeğdir * yoksulluk ölümden de beterdir.
    aç göz * Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris.
    aç gözlü * Mala veya yiyecek içecek şeylere doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, camgöz.
    aç gözlü * karşıtı.
    aç gözlülük * Aç gözlü olma durumu veya aç gözlüye yakışacak davranış, doymazlık, tamahkârlık, tamah.
    aç gözlülük * karşıtı.
    aç gözlülük etmek * bir şeye karşıaşırı istek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlık etmek.
    aç gözünü, açarlar gözünü * “uğraşılarda uyanık bulunmak gerekir, yoksa umulmadık bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin”
    anlamında kullanılır.
    aç kalmak * karnınıdoyuramamak.
    * yoksulluğa düşmek.
    aç karnına * mide boşken henüz birşey yiyip içmemişken.
    aç kurt gibi (yemek, üşüşmek veya saldırmak) * büyük bir istekle.
    aç susuz kalmak * yoksulluktan yaşayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düşmek.
    aç tavuk kendini arpa ambarında sanır * insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri şeyler için olmayacak hayaller, düşler kurar.
    açacak * Açmaya yarayan araç.
    * Anahtar.
    açalya * Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki, açelya, azelya.
    açan * Açmak işini yapan.
    * Oynak kemiklerin arasındaki açıları genişletmeye yarayan kasların genel adı, büken karşıtı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 6

    acıyonca * Kızıl kantarongillerden, bataklık yerlerde yetişen, kötü kokulu ve çok acı olan yapraklarıhekimlikte
    kullanılan bir bitki (Menyanthes trifoliata).
    acıca * Oldukça acı.
    acıkılma * Acıkılmak işi veya durumu.
    acıkılmak * Acıkmak işine konu olmak.
    acıklı * Acındıracak, acıverecek nitelikte olan, dokunaklı, koygun.
    * Acı görmüş, yaslı, kederli.
    acıklıkomedi * Eğlendirici olmayıamaçlamayan, dramatik yönü ağır basan, duygusal bir oyun türü, trajikomik.
    acıkma * Acıkmak işi.
    acıkmak * Açlık duymak, yemek yeme ihtiyacıduymak.
    * Uzun süre bir şeyin yokluğunu çeken kimse, o şeyden ne kadar çok elde etse, yine kendisine yetmeyeceğini
    düşünür.
    acıktırma * Acıktırmak işi.
    acıktırmak * Açlık duymasına sebep olmak.
    * Aç bırakmak, yeterince doyurmamak.
    acılanma * Acılanmak işi.
    acılanmak * Tadıacı olmak, acılaşmak.
    * Acılıdurumda olmak, üzüntüye kapılmak, üzülmek.
    acılaşma * Acılaşmak işi.
    acılaşmak * Tadı bozulmak, acı olmak.
    * Dokunaklıduruma gelmek.
    * (konuşma) Kırıcı, sert bir durum almak.
    * Yemlerde genellikle yağasitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana
    gelmek.
    acılaştırma * Acılaştırmak işi.
    acılaştırmak * Acı bir duruma getirmek.
    acılı * Acıkatılmışolan.
    * Acısı olan, kederli.
    acılık * Acı olma durumu.
    * Dokunaklılık, kederlilik, yaslılık.
    acılılık * Acılı olma durumu.
    acıma * Acımak işi.
    * Başka bir kimsenin veya canlının mutsuzluğuna karşıduyulan üzüntü, merhamet.
    acımak * Tadıacıduruma gelmek, acılaşmak.
    * Acılı, ağrılı olmak.
    * Başkasının acısına ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak.
    * Başkasının uğradığı veya uğrayacağı kötü bir duruma üzülmek, merhamet etmek.
    * Bir şeyi vermeye kıyamamak veya verdiğine, elden çıkardığına üzülmek.
    acımasız * Acımaz, katıyürekli, merhametsiz.
    acımasızca * Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, zalimce, zalimane.
    acımasızlık * Acımaz olma durumu, merhametsizlik, zulüm.
    acımık * Buğday tarlalarında yetişen, tohumu zehirli, yabanî bir bitki, belemir.
    acımsı * Acıya yakın tadı olan, tadıaz acı olan, acımtırak.
    * Dokunaklı.
    acımtırak * Acımsı.
    acınacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek.
    acından ölmek * açlıktan ölmek.
    * çok acıkmak.
    acındırma * Acındırmak işi.
    acındırmak * Bir kimsenin acımasına yol açmak, merhamete getirmek.
    acınılacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek durumda bulunan.
    acınılma * Acınılmak işi.
    acınılmak * Acınmak işine konu olmak.
    acınma * Acınmak işi.
    acınmak * Acımak işine konu olmak.
    * Başkasının hesabına üzülmek, yazıklanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek.
    acırak * Az acı, acımtırak.
    acırga * Yaban turpu.
    acısıçıkmak * olumsuz, kötü sonucu ortaya çıkmak.
    acısı içine (veya yüreğine) çökmek (veya işlemek) * bir şeyin acısınıpek çok duymak.
    * olmadan olacağıdüşünerek çok üzülmek.
    acısına dayanamamak * bir kimse bir yakınının ölümünden büyük üzüntü duymak.
    acısınıalmak * acılığını gidermek.
    * sızıyıdindirmek.
    * kederini azaltmak.
    acısını bağrına basmak * şikâyet etmeden üzüntüye katlanmak.
    acısını çekmek * yapılan yanlış bir işin kötü sonucunu görmek.
    acısınıçıkarmak * (tat için) acılığınıyok etmek.
    * uğradığı maddî veya manevî zararıkarşılayacak bir işyapmak.
    * öç almak, intikam almak.
    acısını görmek * bir yakınının ölümünü görmek.
    acısız * Tadıacı olmayan.
    * Ağrı, sızıduyulmayan.
    * Üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz.
    acıtış * Acıtmak işi veya biçimi.
    acıtma * Acıtmak işi.
    acıtmak * Acılık vermek.
    * Ağrıve sızıduymasına sebep olmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 5

    acemi er * Askere yeni alınan ve eğitim dönemini henüz tamamlamamışer.
    acemi ocağı * Osmanlı ordusuna kapıkulu eri yetiştirmek için kurulan okul.
    acemi oğlanı * Yeniçeri ocağında yetiştirilmek üzere tutsaklardan veya devşirme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk.
    acemice * Toyca, beceriksizce.
    acemileşme * Acemileşmek durumu.
    acemileşmek * Beceriksizlik göstermek, bocalamak.
    acemilik * Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranış, toyluk.
    acemilik çekmek * henüz alışmadığı bir işte zorluk çekmek, bocalamak.
    acemilik etmek * düşüncesizce hareket etmek, acemice davranmak.
    acemkürdi * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam.
    acemleşme * Acemleşmek durumuna gelmek.
    acemleşmek * Kültür ve medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek almak.
    * Kendini İranlı gibi hissetmek veya İranlı gibi davranmak.
    acemleştirme * Acemleştirmek işi.
    acemleştirmek * Kültür veya medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek aldırmak, Acem kültürünü
    yaygınlaştırmak.
    acente * Bir kuruluşun malî veya ticarî işlerini kazanç karşılığında yürüten ticarethane.
    * Vapur ortaklığıveya banka şubesi.
    * Bir kurumun veya şubelerinin başında bulunan kimse.
    * Bir kuruluşa bağlı olmaksızın sözleşmeye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane
    veya işletmeyi ilgilendiren işlerde aracılık eden, bunları o işletme adına yapan kimse.
    acentelik * Acentenin yaptığı iş.
    * Acente kuruluşu.
    acep * Acaba.
    aceze * Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düşkünler.
    acı * Tat alma organında bazımaddelerin bıraktığıyakıcıdurum, tatlıkarşıtı.
    * Tadı bu nitelikte olan.
    * Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli.
    * Renk için, koyu.
    * Ağrı, sancı.
    * Dışarıdan gelen bir etki ile dışorganlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık,
    ıstırap.
    * Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç.
    * Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığıüzüntü, keder, elem.
    acıacı * Acı olarak, acıvererek, acıduyurarak, üzüntü içinde.
    * Dokunaklı, kırıcı, üzücü olarak, üzüntü içinde.
    acıağaç * Sedef otugillerden, sıcak ülkelerde yetişen, kabuğu ve odunu hekimlikte kullanılan küçük bir ağaç, kavasya
    (Quassia amara).
    acı badem * Gülgillerden bir meyve ağacı(Amygdalus amara).
    * Bu ağacın acımtırak, keskin kokulu meyvesi.
    acı badem kurabiyesi * İrmik ve şekerle yoğrularak üzerine acı badem konduktan sonra fırında pişirilen bir çeşit kurabiye.
    acı bakla * Baklagillerden, acı olan taneleri suda tatlılaştırılarak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis).
    acı bal * Deli bal.
    acı balık * Sazangillerden, Avrupa’da ve ülkemiz göllerinde yaşayan, 8-10 cm uzunluğunda bir balık, gördek (Rhodeus
    amarus).
    acıceviz * Genellikle Kuzey Amerika’da yetişen, güzel görünüşlü bir ceviz türü.
    acıçekmek (veya duymak) * ağrı, sızıduymak.
    * üzülmek, üzüntü içinde kalmak.
    acıçiğdem * Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, şerit yapraklıve açık renk çiçekli, tohumlarıromatizma tedavisinde
    kullanılan zehirli bir çiğdem türü, güz çiğdemi (Colchicum autumnale).
    acıelma * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acı gelmek * dokunaklı, kırıcı, üzücü gelmek.
    acı görmüş * kötü günler yaşamış.
    acıhıyar * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acıkarpuz * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acıkavak * Dağkavağıveya titrek kavak (Populus tremula).
    acıkavun * Bkz. eşek hıyarı.
    acıkök * Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acı bir toz.
    acıkuvvet * Sert, etkili, zorlu kuvvet.
    acımarul * Birleşikgillerden, tadıacı, dişli yapraklı, sürgününden çıkan sütü uyuşturucu ve yatıştırıcı olarak kullanılan
    iki yıllık bir bitki (Lactuca virosa).
    acımeyan * Bkz. dikenli meyan.
    acı ot * Kuzey Anadolu dağlarının ormanlarında yetişen, toprak altında bilek kalınlığında kökü bulunan çok yıllık
    ve otsu bir bitki (Tamus communis).
    acıpatlıcanıkırağıçalmaz * kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez.
    acısakız * Çam sakızı.
    acısöylemek * olumsuz bir davranışa karşı gerçeği olduğu gibi söylemek.
    acısöz * Kişinin onuruna dokunan gönlünü inciten söz.
    acısu * İçindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pınar suyu.
    acıtatlı * İyi kötü.
    acıvermek * üzüntüye sebep olmak, incitmek.
    acıyavşan * Tüylü dalak otu.
    acıyitimi * Sinir bozukluğu, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazının veya tamamının yok
    olması, analjezi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 4

    abuhava * İklim.
    abuk sabuk * Akla, mantığa uymayan, düşünmeden söylenen, saçma sapan (söz).
    abuk sabuk konuşmak * saçma sapan söz söylemek.
    abuk sabukluk * Ciddiyetsizlik, saçmalık.
    abuli * İstenç yitimi, irade kaybı.
    abullabut * Hantal, kaba ve anlayışsız (kimse).
    * Biçimsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyen (kimse).
    abullabutluk * Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu.
    abur cubur * Sırası, tadı, yararı gözetilmeksizin rastgele yenilen şeyler.
    * İşe yaramayan, boş.
    abus * Asık suratlı, somurtkan (kimse).
    * Somurtkan, çatık, asık (yüz).
    * Niteliği bilinmeyen, garip, acayip.
    Ac * Aktinyum’un kısaltması.
    acaba * Merak, kararsızlık veya kuşku anlatır.
    -acak / -ecek * Fiil çekim eki (gelecek zaman eki).
    * Fiilden isim ve sıfat yapma eki.
    Acar * GüneybatıKafkasya’nın Türkiye sınırına yakın bölgesinde yaşayan bir halk.
    acar * Atılgan, gözü pek, yiğit, kabadayı, yılmaz, kabına sığmaz.
    * Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik.
    * Yeni.
    Acara * Bkz. Acar.
    acarlaşma * Acarlaşmak işi.
    acarlaşmak * Acar duruma gelmek.
    acarlık * Acar olma durumu.
    acayibine gitmek * yadırgamak, tuhafına gitmek.
    acayip * Sağduyuya, göreneğe, olağana aykırı, şaşılacak, şaşmaya değer, garip, tuhaf, yadırganan, yabansı.
    * Şaşma anlatır.
    acayip olmak * yadırganacak bir duruma girmek.
    acayipleşme * Acayipleşmek durumu.
    acayipleşmek * Başkalaşmak, yadırganacak bir duruma girmek.
    acayipleştirme * Acayipleştirmek işi.
    acayipleştirmek * Acayip, yadırganacak bir duruma getirmek.
    acayiplik * Acayip olma durumu, yabansılık, gariplik, tuhaflık.
    accelerando * Parçanın çalınırken gittikçe hızlanacağınıanlatır.
    acele * Çabuk davranma zorunluluğu, ivedi, ivecenlik.
    * Vakit geçirmeden, tez olarak.
    acele acele * Çabuk çabuk, hızlı olarak, büyük bir çabuklukla.
    acele etmek * çabuk davranmak, ivmek.
    * telâşetmek, sabırsızlanmak.
    acele işe şeytan karışır * düşünüp taşınmadan, ivedi olarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğini anlatır.
    aceleci * Tez işgören, çabuk davranan, telâşlı, ivecen.
    acelecilik * Aceleci olma durumu, ivecenlik.
    aceleleştirme * Aceleleştirmek işi.
    aceleleştirmek * Çabuklaştırmak.
    aceleye gelmek * çabuk yapıldığı için gereken özen gösterilmemişolmak.
    aceleye getirmek * zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak veya bir işi üstünkörü yapmak.
    Acem * İranlı.
    * İran’a özgü.
    * İran ülkesi.
    acem * Türk müziğinde mi notasına yakın bir perde.
    Acem halayı * Güney Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu.
    Acem kılıcı gibi * hem birinden yana, hem ona karşı olabilen.
    Acem lâlesi * Taşkırangillerden, turuncu ve sarırenkte çiçekli, yıllık ve çok yıllık türleri olan, tohumla saksıda ve tarlada
    üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu.
    Acem pilâvı * Safran ve zencefil ile yapılan İran usulü bir pilâv çeşidi.
    acemaşiran * Klâsik Türk müziğinde kullanılan şet makamlarından biri.
    acemborusu * Canlı kırmızı çiçekler açan bir süs bitkisi (Bigonia radicams).
    acembuselik * Klâsik Türk müziğinde kullanılan birleşik bir makam.
    Acemce * Farsça.
    acemi * Bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen.
    * İşinde, mesleğinde ilerlememiş.
    * Bir yerin, bir şeyin yabancısı.
    * Saraya yeni alınmış cariyelere verilen ad.
    acemi ağası * Hareme yeni alınan cariyelerin ağası.
    acemi çaylak * Tecrübesiz, toy, beceriksiz.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 2

    abartmak * Bir şeyi olduğundan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalâğa etmek.
    abartmalı * Abartılmış, mübalâğalı.
    abartmasız * Abartılmamış, abartmadan, mübalâğasız.
    abasız * Abası olmayan, aba giymemişolan.
    abaşo * Alt, alttaki, aşağı.
    * Gemiyi baştan veya kıçtan halatla karaya bağlama.
    abat * Bayındır, mamur.
    * Şen, rahat.
    abat etmek * mamur etmek, rahata kavuşturmak, zenginleştirmek, gönendirmek.
    abat eylemek * abat etmek.
    abat olmak * mutlu olmak, rahata kavuşmak, gönenmek.
    abayısermek * bir yere teklifsizce yerleşmek.
    abayıyakmak * gönül vermek, tutulmak, âşık olmak.
    Abaza * Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan bir halk ve bu halka mensup olan kimse.
    Abazaca * Abazalar tarafından kullanılan dil.
    abazan * Karnıaç olan (kimse).
    * Uzun süre kadınsız kalan (erkek).
    abazan kalmak * uzun süre cinsel ilişkide bulunmamak, kadınsız kalmak.
    abazanlık * Abazan olma durumu.
    Abbas yolcu * yola çıkacak kimse.
    Abbasî * Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen, Bağdat merkez olmak üzere Ön Asya ve Kuzey Afrika’da 750-
    1258 tarihleri arasında hüküm süren sülâle.
    abd * Kul.
    * Köle.
    Abdal * Safevîler devrinde İran’da yaşayan Türk oymaklarından biri.
    * Anadolu’da yaşayan birtakım oymaklara verilen ad.
    abdal * Eskiden bazı gezgin dervişlere verilen ad.
    * Dilenci kılıklı, üstü başıperişan kimse.
    * Bkz. aptal.
    abdala malûm olur * bir şeyin olacağınıönceden sezen kimseler için şaka yollu söylenir.
    abdallık * Abdal olma durumu.
    abdest * Müslümanların, bazı ibadetleri yapabilmek için el, ağız, burun, yüz, kol, ayak yıkama ve başa, enseye ıslak el
    gezdirme, kulağıtemizleme biçiminde yaptıklarıarınma.
    * İdrar yapma ve kalın bağırsağı boşaltma.
    abdest almak * abdest yoluyla arınmak.
    * namaz kılmak için gerekli yıkama kurallarınıyerine getirmek.
    abdest bozmak * ayak yoluna gitmek.
    abdest bozulmak * yeniden abdest alma gereği ortaya çıkmak.
    abdest tazelemek * yeniden abdest almak.
    abdestbozan * Şeritgillerden, vücudu yassı, birbirine kenetlenmiş boğumları bulunan ve bazısı metrelerce boyda olan bir
    bağırsak asalağı, tenya, şerit.
    abdestbozan otu * Gülgillerden, siyah ve yeşil boya çıkarılan bir bitki (Poterium spinosum).
    abdesthane * Abdest bozacak yer, ayak yolu, tuvalet.
    abdesti gelmek (veya olmak) * abdest bozmaya ihtiyaç duymak.
    abdesti kaçmak * abdest bozma ihtiyacıvarken yok olmak.
    abdestinde namazında * dindar.
    abdestinden şüphesi olmamak * yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek.
    abdestini vermek * azarlamak.
    abdestli * Abdest almış bulunan veya abdesti bozulmamış olan.
    abdestlik * Abdest alınacak yer.
    * Abdest alınırken giyilen ve kolsuz hırkaya benzeyen bir tür giyecek.
    * Abdest almaya yarayan.
    abdestsiz * Abdest almamışveya abdesti bozulmuşolan.
    abdestsiz yere basmamak * din buyruklarına titizlikle uymak.
    abdiâciz * Alçak gönüllülük bildirmek üzere “ben” yerine kullanılır.
    abdülleziz * Akdeniz bölgesinde ve Afrika’da yetişen çok yıllık ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus).
    * Bu bitkinin yemiş gibi yenilen, tatlıve yağlı ürünü.
    abece * Bkz. alfabe.
    abece sırası * Bkz. alfabe sırası.
    abecesel * Bkz. alfabetik.
    aberasyon * Sapınç.
    abes * Akla ve gerçeğe aykırı.
    * Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş.
    abes bulmak * gereksiz, saçma saymak.
    abes kaçmak * uygunsuz düşmek.
    abesle uğraşmak (veya abesle iştigal etmek) * yersiz, yararsız şeylerle vakit öldürmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 3

    abeslik * Abes olma durumu.
    abıhayat * Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağlayan bir su, bengi su.
    abıhayat içmiş * yaşıçok ilerlemişolduğu hâlde genç görünen (kimse).
    abıkevser * Cennette bulunduğuna inanılan Kevser ırmağının adı.
    abıru * Yüz suyu.
    * Irz, namus, şeref, haysiyet.
    abide * Anıt.
    abideleşme * Anıtlaşma.
    abideleşmek * Anıtlaşmak.
    abideleştirme * Anıtlaştırmak işi.
    abideleştirmek * Anıtlaştırmak.
    abidemsi * Anıt benzeri.
    abidevî * Anıtla ilgili, anıtsal, anıta benzer, anıt gibi.
    abis * Okyanusların çok derin yeri ve daha özel olarak, güneş ışığının erişemediği kesim.
    abiye * Bayanların özel gecelerde giydiği şık giysi veya tuvalet.
    abla * Bir kimsenin kendinden büyük olan kız kardeşi.
    * Büyük kız kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kız veya kadın.
    * Genel ev veya randevu evi işletmecisi kadın, çaça, mama.
    ablak * Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).
    ablakça * Ablak gibi, ablak tarzında.
    ablaklık * Ablak olma durumu.
    ablalık * Abla olma durumu.
    ablalık etmek * abla gibi yakın ve koruyucu davranışta bulunmak.
    ablâtif * Çıkma durumu.
    ablatya * Uzunluğu 150, genişliği 4-10 kulaç olan bir balık ağı.
    abli * Yarım serenleri sağa, sola veya ortaya çevirmek için bunların ucuna bağlı bulunan donanım.
    abliyi kaçırmak (veya bırakmak) * şaşırmak, soğuk kanlılığınıyitirmek, ipin ucunu kaçırmak.
    abluka * Bir ülkenin veya bir yerin dışdünya ile olan her türlü bağlantısınıkuvvet kullanarak kesme, kuşatma, ihata.
    abluka altında tutmak * ablukayı devam ettirmek.
    abluka etmek * genellikle denizden kuşatmak.
    * etrafını çevirmek, bulunduğu yerden ayırmak.
    ablukaya almak * Bkz. abluka etmek.
    ablukayı kaldırmak * abluka kararından ve uygulamasından vazgeçmek.
    ablukayı yarmak * abluka bölgesini zor kullanarak yarıp geçmek.
    abone * Önceden ödemede bulunarak süreli yayınlara alıcı olma işi.
    * Peşin para ile bir şeye belli bir süre için alıcı olan kimse.
    * Bir yere gitmeyi alışkanlık hâline getirmek.
    abone etmek * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı sağlamak.
    abone olmak * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı önceden üstlenmek.
    abone yapmak * abone olmayı sağlamak..
    abonelik * Abone veya aboneler için kullanılabilecek kadar olan.
    abonman * Bir satıcıveya kamu kuruluşu ile alıcılar arasında yapılan anlaşma.
    aborda * Bir deniz teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rıhtıma yanınıvererek yanaşması.
    aborda etmek * (gemi için) yanlamasına yanaşmak.
    abra * Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş, demir, çivi gibi ağırlık, dara.
    * Bir değiştokuşta üste verilen şey.
    abrakadabra * Eski çağlarda bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan büyülü söz.
    * Sihirbazların sıkça kullandığı büyülü söz.
    abrama * Abramak işi, idare.
    abramak * (deniz taşıtları için) Yönetmek, idare etmek.
    abraş * Alaca benekli.
    * (bitki yapraklarında) Klorofil azlığından dolayıaçık renkte lekeleri olan.
    * Çilli, çopur yüzlü, açık renk gözlü, çapar.
    * Deseni ve atkısı bozuk halı.
    * Çarpık, eğri, düzgün olmayan.
    * Ters, kaba, görgüsüz.
    abril * Nisan, april.
    abstraksiyonizm * Bkz. soyutçuluk.
    abstre * Soyut, somut karşıtı, mücerret.
    abstre sayı * Bkz. soyut sayı.
    absürt * Saçma.
    absürt tiyatro * Bkz. saçma tiyatro.
    abu * Şaşma ve korku bildirir.