abuhava | * İklim. |
abuk sabuk | * Akla, mantığa uymayan, düşünmeden söylenen, saçma sapan (söz). |
abuk sabuk konuşmak | * saçma sapan söz söylemek. |
abuk sabukluk | * Ciddiyetsizlik, saçmalık. |
abuli | * İstenç yitimi, irade kaybı. |
abullabut | * Hantal, kaba ve anlayışsız (kimse). * Biçimsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyen (kimse). |
abullabutluk | * Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu. |
abur cubur | * Sırası, tadı, yararı gözetilmeksizin rastgele yenilen şeyler. * İşe yaramayan, boş. |
abus | * Asık suratlı, somurtkan (kimse). * Somurtkan, çatık, asık (yüz). * Niteliği bilinmeyen, garip, acayip. |
Ac | * Aktinyum’un kısaltması. |
acaba | * Merak, kararsızlık veya kuşku anlatır. |
-acak / -ecek | * Fiil çekim eki (gelecek zaman eki). * Fiilden isim ve sıfat yapma eki. |
Acar | * GüneybatıKafkasya’nın Türkiye sınırına yakın bölgesinde yaşayan bir halk. |
acar | * Atılgan, gözü pek, yiğit, kabadayı, yılmaz, kabına sığmaz. * Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik. * Yeni. |
Acara | * Bkz. Acar. |
acarlaşma | * Acarlaşmak işi. |
acarlaşmak | * Acar duruma gelmek. |
acarlık | * Acar olma durumu. |
acayibine gitmek | * yadırgamak, tuhafına gitmek. |
acayip | * Sağduyuya, göreneğe, olağana aykırı, şaşılacak, şaşmaya değer, garip, tuhaf, yadırganan, yabansı. * Şaşma anlatır. |
acayip olmak | * yadırganacak bir duruma girmek. |
acayipleşme | * Acayipleşmek durumu. |
acayipleşmek | * Başkalaşmak, yadırganacak bir duruma girmek. |
acayipleştirme | * Acayipleştirmek işi. |
acayipleştirmek | * Acayip, yadırganacak bir duruma getirmek. |
acayiplik | * Acayip olma durumu, yabansılık, gariplik, tuhaflık. |
accelerando | * Parçanın çalınırken gittikçe hızlanacağınıanlatır. |
acele | * Çabuk davranma zorunluluğu, ivedi, ivecenlik. * Vakit geçirmeden, tez olarak. |
acele acele | * Çabuk çabuk, hızlı olarak, büyük bir çabuklukla. |
acele etmek | * çabuk davranmak, ivmek. * telâşetmek, sabırsızlanmak. |
acele işe şeytan karışır | * düşünüp taşınmadan, ivedi olarak yapılan işten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğini anlatır. |
aceleci | * Tez işgören, çabuk davranan, telâşlı, ivecen. |
acelecilik | * Aceleci olma durumu, ivecenlik. |
aceleleştirme | * Aceleleştirmek işi. |
aceleleştirmek | * Çabuklaştırmak. |
aceleye gelmek | * çabuk yapıldığı için gereken özen gösterilmemişolmak. |
aceleye getirmek | * zaman darlığından yararlanarak birini aldatmak veya bir işi üstünkörü yapmak. |
Acem | * İranlı. * İran’a özgü. * İran ülkesi. |
acem | * Türk müziğinde mi notasına yakın bir perde. |
Acem halayı | * Güney Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu. |
Acem kılıcı gibi | * hem birinden yana, hem ona karşı olabilen. |
Acem lâlesi | * Taşkırangillerden, turuncu ve sarırenkte çiçekli, yıllık ve çok yıllık türleri olan, tohumla saksıda ve tarlada üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu. |
Acem pilâvı | * Safran ve zencefil ile yapılan İran usulü bir pilâv çeşidi. |
acemaşiran | * Klâsik Türk müziğinde kullanılan şet makamlarından biri. |
acemborusu | * Canlı kırmızı çiçekler açan bir süs bitkisi (Bigonia radicams). |
acembuselik | * Klâsik Türk müziğinde kullanılan birleşik bir makam. |
Acemce | * Farsça. |
acemi | * Bir işin yabancısı olan, eli işe alışmamış, bir işi beceremeyen. * İşinde, mesleğinde ilerlememiş. * Bir yerin, bir şeyin yabancısı. * Saraya yeni alınmış cariyelere verilen ad. |
acemi ağası | * Hareme yeni alınan cariyelerin ağası. |
acemi çaylak | * Tecrübesiz, toy, beceriksiz. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 4
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 5
acemi er * Askere yeni alınan ve eğitim dönemini henüz tamamlamamışer. acemi ocağı * Osmanlı ordusuna kapıkulu eri yetiştirmek için kurulan okul. acemi oğlanı * Yeniçeri ocağında yetiştirilmek üzere tutsaklardan veya devşirme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk. acemice * Toyca, beceriksizce. acemileşme * Acemileşmek durumu. acemileşmek * Beceriksizlik göstermek, bocalamak. acemilik * Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranış, toyluk. acemilik çekmek * henüz alışmadığı bir işte zorluk çekmek, bocalamak. acemilik etmek * düşüncesizce hareket etmek, acemice davranmak. acemkürdi * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam. acemleşme * Acemleşmek durumuna gelmek. acemleşmek * Kültür ve medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek almak.
* Kendini İranlı gibi hissetmek veya İranlı gibi davranmak.acemleştirme * Acemleştirmek işi. acemleştirmek * Kültür veya medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek aldırmak, Acem kültürünü
yaygınlaştırmak.acente * Bir kuruluşun malî veya ticarî işlerini kazanç karşılığında yürüten ticarethane.
* Vapur ortaklığıveya banka şubesi.
* Bir kurumun veya şubelerinin başında bulunan kimse.
* Bir kuruluşa bağlı olmaksızın sözleşmeye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane
veya işletmeyi ilgilendiren işlerde aracılık eden, bunları o işletme adına yapan kimse.acentelik * Acentenin yaptığı iş.
* Acente kuruluşu.acep * Acaba. aceze * Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düşkünler. acı * Tat alma organında bazımaddelerin bıraktığıyakıcıdurum, tatlıkarşıtı.
* Tadı bu nitelikte olan.
* Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli.
* Renk için, koyu.
* Ağrı, sancı.
* Dışarıdan gelen bir etki ile dışorganlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık,
ıstırap.
* Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç.
* Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığıüzüntü, keder, elem.acıacı * Acı olarak, acıvererek, acıduyurarak, üzüntü içinde.
* Dokunaklı, kırıcı, üzücü olarak, üzüntü içinde.acıağaç * Sedef otugillerden, sıcak ülkelerde yetişen, kabuğu ve odunu hekimlikte kullanılan küçük bir ağaç, kavasya
(Quassia amara).acı badem * Gülgillerden bir meyve ağacı(Amygdalus amara).
* Bu ağacın acımtırak, keskin kokulu meyvesi.acı badem kurabiyesi * İrmik ve şekerle yoğrularak üzerine acı badem konduktan sonra fırında pişirilen bir çeşit kurabiye. acı bakla * Baklagillerden, acı olan taneleri suda tatlılaştırılarak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis). acı bal * Deli bal. acı balık * Sazangillerden, Avrupa’da ve ülkemiz göllerinde yaşayan, 8-10 cm uzunluğunda bir balık, gördek (Rhodeus
amarus).acıceviz * Genellikle Kuzey Amerika’da yetişen, güzel görünüşlü bir ceviz türü. acıçekmek (veya duymak) * ağrı, sızıduymak.
* üzülmek, üzüntü içinde kalmak.acıçiğdem * Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, şerit yapraklıve açık renk çiçekli, tohumlarıromatizma tedavisinde
kullanılan zehirli bir çiğdem türü, güz çiğdemi (Colchicum autumnale).acıelma * Bkz. ebucehil karpuzu. acı gelmek * dokunaklı, kırıcı, üzücü gelmek. acı görmüş * kötü günler yaşamış. acıhıyar * Bkz. ebucehil karpuzu. acıkarpuz * Bkz. ebucehil karpuzu. acıkavak * Dağkavağıveya titrek kavak (Populus tremula). acıkavun * Bkz. eşek hıyarı. acıkök * Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acı bir toz. acıkuvvet * Sert, etkili, zorlu kuvvet. acımarul * Birleşikgillerden, tadıacı, dişli yapraklı, sürgününden çıkan sütü uyuşturucu ve yatıştırıcı olarak kullanılan
iki yıllık bir bitki (Lactuca virosa).acımeyan * Bkz. dikenli meyan. acı ot * Kuzey Anadolu dağlarının ormanlarında yetişen, toprak altında bilek kalınlığında kökü bulunan çok yıllık
ve otsu bir bitki (Tamus communis).acıpatlıcanıkırağıçalmaz * kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez. acısakız * Çam sakızı. acısöylemek * olumsuz bir davranışa karşı gerçeği olduğu gibi söylemek. acısöz * Kişinin onuruna dokunan gönlünü inciten söz. acısu * İçindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pınar suyu. acıtatlı * İyi kötü. acıvermek * üzüntüye sebep olmak, incitmek. acıyavşan * Tüylü dalak otu. acıyitimi * Sinir bozukluğu, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazının veya tamamının yok
olması, analjezi. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 6
acıyonca * Kızıl kantarongillerden, bataklık yerlerde yetişen, kötü kokulu ve çok acı olan yapraklarıhekimlikte
kullanılan bir bitki (Menyanthes trifoliata).acıca * Oldukça acı. acıkılma * Acıkılmak işi veya durumu. acıkılmak * Acıkmak işine konu olmak. acıklı * Acındıracak, acıverecek nitelikte olan, dokunaklı, koygun.
* Acı görmüş, yaslı, kederli.acıklıkomedi * Eğlendirici olmayıamaçlamayan, dramatik yönü ağır basan, duygusal bir oyun türü, trajikomik. acıkma * Acıkmak işi. acıkmak * Açlık duymak, yemek yeme ihtiyacıduymak.
* Uzun süre bir şeyin yokluğunu çeken kimse, o şeyden ne kadar çok elde etse, yine kendisine yetmeyeceğini
düşünür.acıktırma * Acıktırmak işi. acıktırmak * Açlık duymasına sebep olmak.
* Aç bırakmak, yeterince doyurmamak.acılanma * Acılanmak işi. acılanmak * Tadıacı olmak, acılaşmak.
* Acılıdurumda olmak, üzüntüye kapılmak, üzülmek.acılaşma * Acılaşmak işi. acılaşmak * Tadı bozulmak, acı olmak.
* Dokunaklıduruma gelmek.
* (konuşma) Kırıcı, sert bir durum almak.
* Yemlerde genellikle yağasitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana
gelmek.acılaştırma * Acılaştırmak işi. acılaştırmak * Acı bir duruma getirmek. acılı * Acıkatılmışolan.
* Acısı olan, kederli.acılık * Acı olma durumu.
* Dokunaklılık, kederlilik, yaslılık.acılılık * Acılı olma durumu. acıma * Acımak işi.
* Başka bir kimsenin veya canlının mutsuzluğuna karşıduyulan üzüntü, merhamet.acımak * Tadıacıduruma gelmek, acılaşmak.
* Acılı, ağrılı olmak.
* Başkasının acısına ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak.
* Başkasının uğradığı veya uğrayacağı kötü bir duruma üzülmek, merhamet etmek.
* Bir şeyi vermeye kıyamamak veya verdiğine, elden çıkardığına üzülmek.acımasız * Acımaz, katıyürekli, merhametsiz. acımasızca * Acımasız olarak, acımasız bir biçimde, zalimce, zalimane. acımasızlık * Acımaz olma durumu, merhametsizlik, zulüm. acımık * Buğday tarlalarında yetişen, tohumu zehirli, yabanî bir bitki, belemir. acımsı * Acıya yakın tadı olan, tadıaz acı olan, acımtırak.
* Dokunaklı.acımtırak * Acımsı. acınacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek. acından ölmek * açlıktan ölmek.
* çok acıkmak.acındırma * Acındırmak işi. acındırmak * Bir kimsenin acımasına yol açmak, merhamete getirmek. acınılacak * Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek durumda bulunan. acınılma * Acınılmak işi. acınılmak * Acınmak işine konu olmak. acınma * Acınmak işi. acınmak * Acımak işine konu olmak.
* Başkasının hesabına üzülmek, yazıklanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek.acırak * Az acı, acımtırak. acırga * Yaban turpu. acısıçıkmak * olumsuz, kötü sonucu ortaya çıkmak. acısı içine (veya yüreğine) çökmek (veya işlemek) * bir şeyin acısınıpek çok duymak.
* olmadan olacağıdüşünerek çok üzülmek.acısına dayanamamak * bir kimse bir yakınının ölümünden büyük üzüntü duymak. acısınıalmak * acılığını gidermek.
* sızıyıdindirmek.
* kederini azaltmak.acısını bağrına basmak * şikâyet etmeden üzüntüye katlanmak. acısını çekmek * yapılan yanlış bir işin kötü sonucunu görmek. acısınıçıkarmak * (tat için) acılığınıyok etmek.
* uğradığı maddî veya manevî zararıkarşılayacak bir işyapmak.
* öç almak, intikam almak.acısını görmek * bir yakınının ölümünü görmek. acısız * Tadıacı olmayan.
* Ağrı, sızıduyulmayan.
* Üzüntü, sıkıntı olmayan, kedersiz.acıtış * Acıtmak işi veya biçimi. acıtma * Acıtmak işi. acıtmak * Acılık vermek.
* Ağrıve sızıduymasına sebep olmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 7
acıyıcı * Acıma duygusu olan (kimse). acıyış * Acımak işi veya biçimi. acibe * Hiç görülmemiş, alışılmamış, şaşılacak veya yadırganacak şey. acil * İvedi, ivedili. acil servis * (hastanelerde) Vakit yitirilmeden bakılması gereken hastaların ilk tedavilerinin yapıldığı yer. acil şifalar dilemek * hastanın kısa sürede iyileşmesi dileğinde bulunmak. acilen * Hemen, hiç zaman yitirmeden, tez elden, gecikmeden, ivedilikle. aciyo * Bkz. acyo. aciz * Gücü bir işe yetmez olanın durumu, güçsüzlük.
* Beceriksizlik.
* Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu.âciz * Gücü bir işe yetmez olan, güçsüz.
* Beceriksiz.âciz kalmak * çok uğraşmaya rağmen o işi yapamamak. âcizane * Söz söyleyen kimsenin kendi yaptıklarınıabartmamak için kullandığı “acizlere yakışacak biçimde”
anlamında bir nezaket sözü.âcizleri * Alçak gönüllülük göstermek için “ben” zamiri yerine kullanılan bir söz. âcizlik * Beceriksizlik, güçsüzlük. acube * Tuhaf kimse. acul * Tez canlı, içi tez, ivecen.
* Hızlı, çabuk.acun * Dünya. acur * Bkz. ajur. acur * Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, sarımtırak, yeşil veya sarı, üzeri yeşil lekeli, irice bir çeşit hıyar
(Cucumis flexuosus).acurlu * Bkz. ajurlu. acuze * Huysuz, çirkin, yaşlıkadın, cadıkarı. acyo * Herhangi bir paranın gerçek değeriyle sürüm değeri arasında veya bir ticaret senedinin üzerinde yazılı
miktar ile indirimden sonraki tutarıarasında doğan fark.
* Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alınan komisyon.
* Senetli kredi işlemlerinde bankaların yaptıklarıtahsilât.acyocu * Borsa veya piyasada tahvil için çeşitli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse. acz içinde olmak * gücü yetmemek, becerememek. acze düşmek * çaresiz kalmak, elinden birşey gelmemek. aç * Yemek yeme ihtiyacı olan veya yemesi gereken, tok karşıtı.
* Yiyecek bulamayan, yoksul kimse.
* Gözü doymaz, haris.
* Çok istekli, çok hevesli.
* Karnıdoymamışolarak.-aç / -eç * İsimden isim ve sıfat yapma eki: bakr-aç, top-aç, kır-aç vb.
* Fiilden sıfat yapma eki: gül-eç vb.
* Fiilden isim yapma eki: tıka-ç, say-aç, sür-eç vb.aç acına * aç olarak, bir şey yemeden. aç açık kalmak * yoksulluk içinde, evsiz barksız kalmak. aç ayı oynamaz * kendisinden iş beklenilen kimseden emeğinin karşılığıesirgenmemelidir. aç bırakmak * yiyecek vermemek veya karnınıdoyurmasına engel olmak. aç bîilâç * Sürekli olarak aç ve bakımsız.
* Sürekli olarak aç ve bakımsız.aç doymam, tok acıkmam sanır * aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, varlıklı insan ise var olanla yetinir gibi görünür. aç doyurmak * yoksulları beslemek. aç gezmektense tok ölmek yeğdir * yoksulluk ölümden de beterdir. aç göz * Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris. aç gözlü * Mala veya yiyecek içecek şeylere doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, camgöz. aç gözlü * karşıtı. aç gözlülük * Aç gözlü olma durumu veya aç gözlüye yakışacak davranış, doymazlık, tamahkârlık, tamah. aç gözlülük * karşıtı. aç gözlülük etmek * bir şeye karşıaşırı istek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlık etmek. aç gözünü, açarlar gözünü * “uğraşılarda uyanık bulunmak gerekir, yoksa umulmadık bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin”
anlamında kullanılır.aç kalmak * karnınıdoyuramamak.
* yoksulluğa düşmek.aç karnına * mide boşken henüz birşey yiyip içmemişken. aç kurt gibi (yemek, üşüşmek veya saldırmak) * büyük bir istekle. aç susuz kalmak * yoksulluktan yaşayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düşmek. aç tavuk kendini arpa ambarında sanır * insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri şeyler için olmayacak hayaller, düşler kurar. açacak * Açmaya yarayan araç.
* Anahtar.açalya * Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki, açelya, azelya. açan * Açmak işini yapan.
* Oynak kemiklerin arasındaki açıları genişletmeye yarayan kasların genel adı, büken karşıtı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 8
açar * Anahtar.
* İştah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif.açelya * Bkz. açalya. açı * Birbirini kesen iki yüzeyin veya iki doğrunun oluşturduğu çıkıntı.
* Birbirini kesen iki yüzey veya aynınoktadan çıkan iki yarım doğrunun oluşturduğu geometrik biçim,
zaviye.
* Görüş, bakım, yön.açıölçüm * Açıölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik. açıcı * Açmak işini yapan. açığa alınmak * görevine son verilmek. açığa alma * bir görevliyi geçici bir süre işten alma. açığa almak * görevine son vermek. açığa çıkarmak * işinden çıkarmak. açığa çıkmak * belli olmak, anlaşılmak.
* işinden çıkarılmak.açığa vurmak * belli etmek, ortaya çıkarmak.
* gizli bir durumu ortaya çıkarmak.açığıçıkmak * saklamakla görevli bulunduğu paranın veya malın eksik olduğu anlaşılmak. açığınıkapatmak * eksiğini tamamlamak. açık * Açılmış, kapalı olmayan, kapalıkarşıtı.
* Engelsiz.
* Örtüsüz, çıplak.
* Boş.
* Görevlisi olmayan, boş(iş, görev), münhal.
* Aralığıçok.
* İşler durumda olan.
* Kolay anlaşılır, vazıh.
* Gizliliği olmayan, olduğu gibi görünen.
* Her türlü düşünceyi hoşgörüyle karşılayabilen, etkisinde kalabilen.
* (renk için) Koyu olmayan.
* (kitap, resim, film için) Sevişme sahnelerini bütün çıplaklığıyla anlatan.
* Kapalı olmayan (hava, işyeri).
* Belli bir yerin biraz uzağı.
* Denizin kıyıdan uzakça olan yeri.
* Doğru olarak, açıkça.
* Bir ihtiyacın karşılanamamasıdurumu.açık açık * Saklamaksızın, gizli yer bırakmaksızın, içtenlikle. açık ağıl * Koyunların ve keçilerin barındırıldıklarıüstü açık, etrafıtaşduvar veya ölü çitlerle çevrili basit barınak. açık ağızlı * Aptal, sersem, ahmak. açık alınla * başarıve övünç ile. açık artırma * Bir malın satışında alıcılar arasında fiyat artırma yarışına dayanan satış. açık bilet * Yolculuklarda dönüştarihi kararlaştırılmamış, belirli bir dönem için geçerli, gidişdönüş bileti. açık bono * Para hanesi boş bırakılarak imza edilen bono. açık bono vermek * sınırsız yetki tanımak. açık bölge * Gümrük sınırlamalarının olmadığı bölge, serbest bölge, serbest mıntıka. açık celse * Açık duruşma. açık ciro * Senet veya çek arkasına kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapılan ciro. açık çek * Üzerine para miktarıyazılmamış, çek. açık deniz * Denizin, kara sularının dışında kalan bölümü.
* Yakın karalarla çevrili olmayan deniz, engin.açık devre * İçinden sürekli akım geçmeyecek bir yalıtkanla kesilmişelektrik devresi. açık dolaşım sistemi * Genellikle bütün eklem bacaklılarda ve birçok yumuşakçada bulunan atardamar ve kan boşluğundan
oluşmuşaçık bir dolaşım sistemi.açık duruşma * Mahkemede herkesin duruşmayıdinleyebileceği oturum. açık düşme * Yağlı güreşte pehlivanın kıç üstü düşerek yenilmişsayılması. açık eksiltme * Yaptırılacak bir işin veya satın alınacak bir malın ucuza sağlanması için işi yapacak veya malısatacak kişiler
arasında fiyat düşürme yarışına dayanan işlem.açık elli * Cömert. açık ellilik * Cömertlik. açık fikirli * Olaylarıve özellikle yenilikleri iyi anlayıp gereği gibi karşılayabilen, düşündüğünü olduğu gibi söyleyebilen
(kimse).açık fikirlilik * Açık fikirli olma durumu. açık hava * Bulutsuz hava.
* Bahçe, park gibi yapıdışı olan yer.açık hava sineması * Yazın veya iklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık, yanlarıkapalısinema. açık hava tiyatrosu * Yazın veya iklimi elverişli yerlerde sürekli olarak çalışan, üstü açık, yanlarıkapalıtiyatro. açık hece * Ünlü ile biten hece. açık hesap * Peşin para veya bono vermeden yapılan alışveriş. açık imza * Üzeri boş bırakılan bir kâğıdın altına, dolduracak olana güvenilerek atılan imza. açık işletme * Maden yatağınıörten verimsiz topraklar kaldırıldıktan sonra açık havada yapılan işletme. açık kahverengi * Kahverenginin bir veya birkaç ton açığı. açık kalp ameliyatı * Kalbin içi açılmadan önce dolaşım sun’î kalp denilen bir aygıta devredildikten sonra yapılan kalp ameliyatı. açık kalpli * Bkz. açık yürekli. açık kalplilik * Bkz. açık yüreklilik. açık kapamak * (bütçe) gider fazlasınıpara sağlayarak gidermek. açık kapı bırakmak * gereğinde, bir konuya yeniden dönebilme imkânı bırakmak, kesip atmamak. açık kapıpolitikası * Yabancımalları bir ülkeye serbestçe sokma politikası. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 9
açık kapısiyaseti * Açık kapıpolitikası. açık konuşmak * gerçeği çekinmeden söylemek. açık kredi * Bankaların güvendikleri müşterilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para. açık liman * Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çıktıklarıliman.
* Hava şartlarından kolayca etkilenen liman.açık maaşı * Görevinden alınan birine yasaca tanınan, belirli bir süre içinde ödenen aylık. açık mavi * Mavinin bir ton açığı. açık mektup * Zarfıyapıştırılmamışmektup.
* Yazıldığı kimseye gönderilmeyip basın yoluyla açıklanan mektup.açık olmak * (o yerde) kendisi her zaman iyi karşılanmak. açık ordugâh * Kırda kurulan ordugâh. açık oturum * Güncel, siyasî, sosyal ve bilimsel konuların veya sorunların herkesin izleyebileceği bir biçimde açık olarak
tartışıldığı toplantı.açık oy * Verenin adını gösteren ve konuşulan sorun üzerindeki düşüncesini belli edecek yolda verilen oy. açık öğretim * Ders konularıradyo ve televizyon gibi araçlarla yayımlanan veya posta ile ilgililere ulaştırılan öğretim
yöntemi.açık önerme * İçerisinde değişken bulunan ve bu değişkenin alacağıdeğerle doğruluğu veya yanlışlığıkesinleşen önerme. açık pazar * Gümrük kaydı olmayan, her devletin malınıserbestçe satabileceği şehir veya ülke. açık pembe * Pembenin bir ton açığı. açık poliçe * Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe. açık rejim * Parlâmenter rejim. açık saçık * Göreneğe aykırıderecede çıplak veya örtüsüz. açık saçık konuşmak * cinsî konularla ilgili sözler söylemek. açık sarı * Sarının bir ton açığı. açık sayım * Bir seçim sonunda verilen oyların açık olarak sayılması, aleni tadat. açık seçik * Çok açık, çok belirgin. açık senet * Bkz. açık bono. açık söylemek * anlaşılmamışyönünü bırakmadan anlatmak veya çekinmeden söylemek. açık sözlü * Her şeyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen. açık sözlülük * Açık sözlü olma durumu. açık şehir * Düşman saldırısına karşısavunma önlemleri alınmamış, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu
durumu önceden ilân edilmişolan şehir.açık taşıt * Üstü örtülmemiştaşıt (araba, otomobil vb.). açık teşekkür * Herhangi birine basın yoluyla edilen teşekkür. açık tohumlular * Tohumlarıkozalak pullarıüzerinde açık olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrıldığı iki büyük daldan biri. açık tribün * Açık havadaki spor müsabakalarında seyircilerin oturduğu ve üstü kapalı olmayan bölüm. açık tutmak * bir işyerinin çalışır durumunu sürdürmek. açık vermek * gelir, gideri karşılamamak.
* gizlenmek istenen bir olayı, bir düşünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açıklamak.açık yara * Kapanmamış, sürekli işleyen yara. açık yeşil * Yeşilin bir ton açığı. açık yürekle * özü sözü bir olarak, hiçbir şey saklamaksızın. açık yürekli * Düşündüğünü olduğu gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimî, açık kalpli. açık yüreklilik * Açık yürekli olma durumu, samimiyet, açık kalplilik. açık zaman * Tutkalın yüzeye sürüldüğü an ile pres edilip, sıkılması gereken an arasında geçen süre. açıkağız * Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris). açıkça * Gizli bir yönü kalmaksızın, kolay anlaşılır bir biçimde. açıkçası * Doğrusu, açık olanı, anlaşılır biçimi, gizli kapaklı olmayan yanı.
* Açık olarak.açıkçı * Borsada fiyat dalgalanmalarından yararlanarak açıktan para kazanan (kimse). açıkgöz * Uyanık davranarak çıkarınısağlayan, imkânlardan kurnazca yararlanmasını bilen. açıkgözlük * Açıkgözlülük. açıkgözlülük * Açıkgöz olanın durumu, açıkgöze yakışacak davranış. açıklama * Açıklamak işi, izah. açıklama cümlesi * Bir önceki cümleyle bağlantıkuran yani, demek ki, öyle ki gibi bağlayıcılarla başlayan, söz konusu duygu
veya düşünceyi bütünleyen cümle.açıklama yapmak * herhangi bir konuyu aydınlığa kavuşturmak amacıyla konuşmak veya yazmak. açıklamak * Bir konuyla ilgili olarak gerekli bilgileri vermek, izah etmek.
* Bir sorunla ilgili olarak aydınlatıcı bilgi vermek, tavzih etmek.
* Bir sözün, bir yazının ne anlatmak istediğini belirtmek, yorumlamak.
* Açıkça söylemek, ifşa etmek.
* Belirtmek, göstermek, açığa vurmak, izhar etmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 10
açıklamalı * Birtakım açıklamalarla anlaşılması, öğrenilmesi kolaylaştırılmış, izahlı. açıklanan * Açıklamalar sonunda ortaya çıkması beklenen kavram. açıklanma * Açıklanmak işi. açıklanmak * Açıklamak işi yapılmak, izah edilmek, ifşa edilmek. açıklar livası * İşi gücü olmayan, boşta kalan kimse. açıklar livası * işi gücü olmayan, boşta kalan kimse. açıklar livası olmak * iş bulamayarak işsiz ve kazançsız kalmak. açıklaşma * Açıklaşmak durumu almak. açıklaşmak * Açık duruma gelmek.
* Rengi açılmak.açıklaştırma * Açıklaştırmak işi. açıklaştırmak * Açık duruma getirmek.
* Rengini açtırmak.açıklatma * Açıklatmak işi. açıklatmak * Açıklamasını sağlamak. açıklayan * Açıklamalar sonucunda elde edilen kavram. açıklayıcı * Bir sorunu gerekli açıklığa kavuşturan.
* Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açıklayan (kelime veya kelimeler): “Atatürk yeni Türkiye’nin
kurucusu, daima saygı ile anılacaktır” cümlesindeki ‘yeni Türkiye’nin kurucusu’ sözü Atatürk adının açıklayıcısıdır.açıklayış * Açıklamak işi veya biçimi. açıklığa kavuşturmak * (bir konu veya sorunu) aydınlatmak, kapalılıktan kurtarmak, anlaşılır duruma getirmek. açıklık * Açık olma durumu.
* Uzaklık, mesafe.
* Örtüsüz, çıplak yer.
* Boşve genişyer.
* Bir yerin uzaklara kadar bakılabilecek ve bakanın içinde ferahlık doğuracak durumda olması.
* Gerçeği olduğu gibi yansıtma durumu.
* Bir söz veya yazıda maksadın açık olmasıözelliği, vuzuh.
* Dürbün, fotoğraf makinesi gibi optik araçlarda ağız çapı, ışığın girebildiği delik.açıklık getirmek (veya kazandırmak) * (bir konu veya sorunu) anlaşılır duruma getirmek. açıklıkölçer * Bir mikroskobun açıklığınıölçmeye yarayan alet. açıkta bırakmak * işve görev vermemek, yersiz yurtsuz bırakmak veya birkaç kişiye birlikte sağlanan bir iyilikten birini
yararlandırmamak.açıkta kalmak (veya olmak) * işve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kişinin birlikte eriştiği bir iyilikten
yararlanamamak.açıktan * Bir yerin uzağından.
* Sıra ve aşama gözetilmeden, dışarıdan atayarak.
* Emek ve para harcamadan.açıktan (para) kazanmak * emek ve sermaye olmadan para kazanmak. açıktan açığa * Belirgin olarak, göz göre göre. açıktan kazanmak * emek ve sermaye koymadan kazanç sağlamak. açıktan para almak * bir işveya mal için, kararlaştırılmışücret veya değer dışında para almak. açıktan tayin * Derece ve belli bir sıra gözetilmeksizin yapılan atama. açılama * İleride, içlerinde en uygununun seçilebilmesi için, güç bir sahnenin çeşitli açılardan çekiminin yapılması. açılım * Açılma.
* Bir yıldızla gök ekvatoru arasındaki uzaklık; kuzeye doğru olanıartı, güneye doğru olanıda eksi işaretiyle
ölçülür.açılıp saçılmak * (kadın için) çok açık saçık giyinmeye başlamak.
* (kadın için) eskisine göre ölçüsüz davranışlarda bulunmaya başlamak.açılış * Açılmak işi veya biçimi.
* Yeni bir yapının, yerin veya yeni bir kuruluşun çalışmaya başlaması, küşat.açılışkonuşması * Herhangi bir toplantının açılmasısırasında yapılan ilk konuşma. açılıştöreni * Bir açılışıkutlamak için yapılan toplantı, resmiküşat. açılma * Açılmak işi.
* Bir film çekiminde karanlıkta başlayıp gittikçe aydınlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama.
* Bir grupta, sıraların jimnastik alıştırmaları için dağınık düzene girmesi.
* Çatlama.açılmak * Açmak işi yapılmak veya açmak işine konu olmak.
* (renk için) Koyuluğunu yitirmek.
* Kendine gelmek, biraz iyileşmek, ferahlamak.
* (gemi) Gitmek, uzaklaşmak.
* Sıkılması, çekinmesi, tutukluğu kalmamak.
* (kuruluşlar için) İlk kez veya yeniden işe başlamak.
* İşini gereğinden veya götürebileceğinden geniştutmak.
* Genişlemek, bollaşmak.
* Delinmek, yırtılmak.
* (sis, karanlık, duman için) Dağılmak, yoğunluğunu yitirmek.
* Gereken güce ulaşmak.
* Sırrını, üzüntüsünü, sorunlarını birine söylemek.
* (pencere, kapı, yol için) Geçit vermek.
* Ayrıntıya girmek.
* (yüzerken) Kıyıdan uzaklaşmak.açım * Açma, açılış, küşat. açımlama * Açımlamak işi, teşrih, şerh. açımlamak * Bir sorunu veya konuyu ele alıp en ince noktalarına kadar gözden geçirerek anlatmak, şerh etmek, teşrih
etmek.açımlanma * Açımlanmak işi. açımlanmak * Açımlamak işine konu olmak. açındırma * Açındırmak işi. açındırmak * Açınmasını sağlamak.
* Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak.açınım * Açınmak işi, inkişaf.
* Bir cismin yüzeylerinin açılıp bir düzlem üzerine yayılması.açınma * Açınmak işi. açınmak * Gelişmek.
* (tohum, hastalık için) İçindeki yetenekler uyanarak amacına varmak, gelişmek, inkişaf etmek.açınsama * Açınsamak işi, istikşaf. açınsamak * Bir yerin özelliklerini ortaya çıkarmak için araştırma ve inceleme yapmak, istikşaf etmek. açı ortay * Bir açısal bölgeyi, ölçüleri birbirine eşit olan iki açısal bölgeye ayıran doğru. açı ortay düzlemi * İki düzlemli bir açıyı iki komşu ve eşit açıya bölen düzlem. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 2
abartmak * Bir şeyi olduğundan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalâğa etmek. abartmalı * Abartılmış, mübalâğalı. abartmasız * Abartılmamış, abartmadan, mübalâğasız. abasız * Abası olmayan, aba giymemişolan. abaşo * Alt, alttaki, aşağı.
* Gemiyi baştan veya kıçtan halatla karaya bağlama.abat * Bayındır, mamur.
* Şen, rahat.abat etmek * mamur etmek, rahata kavuşturmak, zenginleştirmek, gönendirmek. abat eylemek * abat etmek. abat olmak * mutlu olmak, rahata kavuşmak, gönenmek. abayısermek * bir yere teklifsizce yerleşmek. abayıyakmak * gönül vermek, tutulmak, âşık olmak. Abaza * Kuzeybatı Kafkasya’da yaşayan bir halk ve bu halka mensup olan kimse. Abazaca * Abazalar tarafından kullanılan dil. abazan * Karnıaç olan (kimse).
* Uzun süre kadınsız kalan (erkek).abazan kalmak * uzun süre cinsel ilişkide bulunmamak, kadınsız kalmak. abazanlık * Abazan olma durumu. Abbas yolcu * yola çıkacak kimse. Abbasî * Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen, Bağdat merkez olmak üzere Ön Asya ve Kuzey Afrika’da 750-
1258 tarihleri arasında hüküm süren sülâle.abd * Kul.
* Köle.Abdal * Safevîler devrinde İran’da yaşayan Türk oymaklarından biri.
* Anadolu’da yaşayan birtakım oymaklara verilen ad.abdal * Eskiden bazı gezgin dervişlere verilen ad.
* Dilenci kılıklı, üstü başıperişan kimse.
* Bkz. aptal.abdala malûm olur * bir şeyin olacağınıönceden sezen kimseler için şaka yollu söylenir. abdallık * Abdal olma durumu. abdest * Müslümanların, bazı ibadetleri yapabilmek için el, ağız, burun, yüz, kol, ayak yıkama ve başa, enseye ıslak el
gezdirme, kulağıtemizleme biçiminde yaptıklarıarınma.
* İdrar yapma ve kalın bağırsağı boşaltma.abdest almak * abdest yoluyla arınmak.
* namaz kılmak için gerekli yıkama kurallarınıyerine getirmek.abdest bozmak * ayak yoluna gitmek. abdest bozulmak * yeniden abdest alma gereği ortaya çıkmak. abdest tazelemek * yeniden abdest almak. abdestbozan * Şeritgillerden, vücudu yassı, birbirine kenetlenmiş boğumları bulunan ve bazısı metrelerce boyda olan bir
bağırsak asalağı, tenya, şerit.abdestbozan otu * Gülgillerden, siyah ve yeşil boya çıkarılan bir bitki (Poterium spinosum). abdesthane * Abdest bozacak yer, ayak yolu, tuvalet. abdesti gelmek (veya olmak) * abdest bozmaya ihtiyaç duymak. abdesti kaçmak * abdest bozma ihtiyacıvarken yok olmak. abdestinde namazında * dindar. abdestinden şüphesi olmamak * yaptığı işte kusuru olmadığını kesin olarak bilmek. abdestini vermek * azarlamak. abdestli * Abdest almış bulunan veya abdesti bozulmamış olan. abdestlik * Abdest alınacak yer.
* Abdest alınırken giyilen ve kolsuz hırkaya benzeyen bir tür giyecek.
* Abdest almaya yarayan.abdestsiz * Abdest almamışveya abdesti bozulmuşolan. abdestsiz yere basmamak * din buyruklarına titizlikle uymak. abdiâciz * Alçak gönüllülük bildirmek üzere “ben” yerine kullanılır. abdülleziz * Akdeniz bölgesinde ve Afrika’da yetişen çok yıllık ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus).
* Bu bitkinin yemiş gibi yenilen, tatlıve yağlı ürünü.abece * Bkz. alfabe. abece sırası * Bkz. alfabe sırası. abecesel * Bkz. alfabetik. aberasyon * Sapınç. abes * Akla ve gerçeğe aykırı.
* Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş.abes bulmak * gereksiz, saçma saymak. abes kaçmak * uygunsuz düşmek. abesle uğraşmak (veya abesle iştigal etmek) * yersiz, yararsız şeylerle vakit öldürmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 1
a * Seslenme bildirir. a * (a:) Şaşma, hatırlama, sevinme, acıma, üzülme, kızma gibi duyguları güçlendirir, cümlenin başında veya
sonunda kullanılır.a / e * Çekimli fiilin sonuna gelerek anlamıpekiştirir. -a- / -e- * İsimden fiil türeten ek. -a / -e * Yönelme durumu eki: dağa, eve, yola, öne. Ünlü ile biten isimlerden sonra araya y sesi girer. -a / -e * Fiilden zarf türeten ek: yaza yaza, gide gide, koşa koşa, düşe kalka, güle oynaya. Ünlü ile biten fiillerden
sonra araya y sesi girer: yaşaya yaşaya, bekleye bekleye, okuya okuya, yürüye yürüye. Bu ek göre, kala, geçe, sapa
örneklerinde kalıplaşmıştır.a, A * Türk alfabesinin birinci harfi, ses bilimi bakımından kalın ünlülerin düz ve geniş olanını gösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde lâ sesini bildirir.ab * Su. aba * Yünden, dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş.
* Bu kumaştan yapılmışyakasız ve uzun üstlük.
* Bu kumaştan yapılmış olan.
* Eskiden dervişlerin giydiği abadan yapılmış, önü açık hırka.
* Abla.
* Anne.aba altından değnek (sopa) göstermek * yumuşak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak. aba gibi * (kumaşiçin) kaba ve kalın. aba güreşi * Aba giyilerek ve bele kuşak bağlanarak yapılan bir tür güreş. aba vakti yaba, yaba vakti aba * kişi, ihtiyaçlarınıvaktinden önce ve ucuz olduğu zaman karşılamalıdır. abacı * Aba yapan veya satan kimse.
* Abadan giyecek yapan veya satan kimse.
* Bedavacı, asalak.abacıkebeci, ara yerde sen neci? * “anlamadığın bu işe ne karışıyorsun?” anlamında kullanılan bir söz. abacılık * Aba yapma veya satma işi.
* Abadan giyecek yapma veya satma işi.abadî * Kalınca ve açık saman renginde, yarımat bir yazı kâğıdı türü. abajur * Işığı bir yere toplamak, doğrudan doğruya gözlere vurmasını önlemek için kullanılan lâmba siperi.
* Genellikle üzeri siperli masa lâmbasıveya ayaklı lâmba.abajurcu * Abajur yapan veya satan kimse. abajurculuk * Abajurcunun işi veya mesleği. abajurlu * Abajuru olan. abaküs * Sayı boncuğu, çörkü. abalı * Abası olan, aba giymişolan. abandırma * Abandırmak işi. abandırmak * Bir kimsenin bir yere abanmasını sağlamak.
* Bir hayvanıyere çöktürmek.abandone * Dövüşemeyecek duruma gelen (boksör). abandone etmek * dövüşemeyecek duruma getirmek. abandone olmak * dövüşemeyecek duruma gelmek. abanî * Sarımtırak dallınakışlarla işlenmiş bir tür beyaz, ipek kumaş.
* Bu kumaştan yapılmış.abanma * Abanmak işi. abanmak * Eğilerek bir şeyin, bir kimsenin üzerine kapanmak.
* Bir yere veya bir kimseye yaslanmak, dayanmak.
* Bir şeyin veya bir kimsenin üzerine çöküp çullanmak.
* Birine yük olarak onun sırtından geçinmeye bakmak.abanoz * Abanozgillerin ağır, sert ve siyah renkli tahtası. abanoz gibi * çok sert. abanoz kesilmek * sertleşerek dayanıklılığı artmak.
* kirden matlaşmak, rengini kaybetmek.abanozgiller * İki çeneklilerden, sıcak ülkelerde yetişen ve kerestesine abanoz denilen bir bitki familyası. abanozlaşma * Abanozlaşmak durumu alma. abanozlaşmak * Ağaç ve benzeri maddeler uzun süre suda kalarak kararmak.
* (insan) uzun süre güneşte kalarak kararmak, yanmak.abartı * Abartma, mübalâğa. abartıcı * Bir şeyi olduğundan büyük veya çok gösterme huyunda olan (kimse), abartmacı, mübalâğacı. abartıcılık * Abartıcı olma durumu, abartmacılık, mübalâğacılık. abartılı * Olduğundan fazla gösterilen, mübalâğalı. abartılma * Abartılmak işi. abartılmak * Abartmak işine konu olmak, mübalâğa edilmek. abartısız * Olduğundan fazla gösterilmeyen, mübalâğasız. abartış * Abartmak işi veya biçimi. abartma * Abartmak işi, mübalâğa. abartmacı * Abartıcı, mübalâğacı. abartmacılık * Abartıcılık, mübalâğacılık.