Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 31

    ahlâksızca * Ahlâksız biçimde veya tarzda.
    ahlâksızlık * Ahlâksız olma durumu.
    * Ahlâk kurallarına uymama, ahlâksızca davranış.
    ahlâksızlık etmek * ahlâksızca davranmak.
    ahlama * Ahlamak işi.
    ahlamak * İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak.
    ahlat * Gülgillerden, kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster).
    * Bu ağacın, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi.
    * Kaba adam, yol iz bilmez kimse.
    ahlât * Bir karışım içindeki parçalar, ögeler.
    * Beden yapısının temelini oluşturan ögeler.
    ahlâtıerbaa * Bedende bulunduğu var sayılan dört öge.
    ahlatın (veya armudun) iyisini (dağda) ayılar yer * kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılır.
    ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez * ahmağa gereğinden çok ilgi gösterirseniz sizi sık sık uğraştırır.
    ahmak * Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal.
    ahmak yerine koymak * bir kimseye aptalmış, anlamazmışgibi davranmak.
    ahmakça * Biraz ahmak.
    * (ahmak’ça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca.
    ahmakıslatan * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağmur, çisenti.
    ahmaklaşma * Ahmaklaşmak durumu.
    ahmaklaşmak * Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak.
    * Bir an için şaşalayıp bocalamak.
    ahmaklaştırma * Ahmaklaştırmak işi.
    ahmaklaştırmak * Ahmaklaşmasına sebep olmak, aptallaştırmak.
    ahmaklık * Zekâsıaz gelişmişolma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık.
    ahraz * Dilsiz, sağır ve dilsiz.
    ahret * Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağıve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür
    dünya.
    ahret adamı * Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse.
    ahret kardeşi * İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahrette de sürdüreceklerini düşünen kadınlara
    verilen ad.
    ahret suali * Gereksiz ve usandırıcısoru.
    ahret yolculuğu * Ölüm.
    ahreti (veya öbür dünyayı) boylamak * ölmek.
    ahretini yapmak (veya zenginleştirmek) * hayır işleri yaparak sevap kazanmak.
    ahretlik * Besleme kız.
    * Ahret kardeşi olan kadınlardan her biri.
    ahrette on parmağıyakasında olmak * kendisine karşısorumlu olan kimseden ahrette davacı olmak.
    ahşa * İnsanın veya hayvanın göğsü ve karnı içindeki organlar, bağırsak, ciğer gibi şeyler.
    ahşap * Ağaçtan, tahtadan yapılmış.
    ahtapot * Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığıtürü (Octopus).
    * Genellikle burun zarıüzerinde çıkan bir çeşit ur, polip.
    ahtapot gibi * sırnaşık, yapışkan kimse.
    * sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan.
    ahu * Ceylan, karaca.
    * Güzel, ince, zarif kadın.
    ahu gibi * çok güzel, çekici.
    ahu gözlü * Güzel gözleri olan.
    ahu parçası * Çok güzel, çekici.
    ahududu * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus).
    * Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızırenkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği.
    ahval * Durumlar, hâller, vaziyetler.
    * Davranışlar.
    * Olaylar.
    ahzetme * Ahzetmek işi.
    ahzetmek * Almak, kabul etmek.
    ahzüita * Alışveriş, alım satım, aksata.
    ahzükabz * Kendine mal etme.
    aidat * Ödenti.
    * Kesenek.
    aidiyet * Ait olma durumu, ilişkinlik.
    aile * Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum
    içindeki en küçük birlik.
    * Karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk.
    * Aynısoydan gelen kimseler zinciri.
    * Aralarında kandaşlık veya hısımlık bulunan kimselerin tümü.
    * Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü.
    * Eş, karı.
    * Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü.
    * Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu.
    aile adı * Soyadı.
    aile bahçesi * Ailelerin rahatlıkla gidebileceği, genellikle içkisiz yer.
    aile bütçesi * Kısa bir süre içinde bir işçinin veya işçi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değişmeleri belirlemek
    amacıyla yapılan istatistik çalışması.
    aile dostu * Ailece tanışılan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakın.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 32

    aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğlendikleri yer.
    aile hayatı * Aile bireylerinin bütün işlerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu.
    aile hukuku * Aileyi oluşturan kişilerin karşılıklıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı.
    aile meclisi * Aile makamının görevini yerine getiren kan veya soy hısımlarından en az üç kişiden oluşan heyet.
    aile ocağı * Ailenin kurduğu, yerleştiği, geliştirdiği ev.
    aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sınırlama, doğum kontrolu.
    aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğünü taşıyan kimse.
    aile saadeti * Genellikle karı, koca bazen de büyükler ve çocuklar arasındaki uyum, anlaşma, sevgi ve hoşgörü.
    ailece * Bütün aile birlikte.
    ailecek * Ailece.
    ailelik * Aile sayısının bütünü.
    ailesiz * Ailesi olmayan.
    ailevî * Aile ile ilgili.
    ait * İlgilendiren, ilişkin, ilişik, ilgili, için, -e düşen.
    ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düşmek.
    ajan * Bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimse, casus.
    * Bir kimsenin, bir ortaklığın veya bir devletin bazı işlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.
    ajanda * Unutulmaması için gerekli notlarıyazmaya yarayan takvimli defter, andaç.
    ajanlık * Ajan olma durumu.
    * Ajanın görevi.
    ajans * Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş.
    * Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
    * Bu işkollarının çalıştığı büro.
    ajitasyon * Ruhsal gerginliğin dışa vurması.
    ajur * Delikli örgü, gözenek.
    ajurlu * Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde işlenmiş bulunan, gözenekli.
    ak * Kar, süt gibi şeylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karşıtı.
    * Bu renkte olan.
    * Temiz namuslu.
    * Sıkıntısız, rahat.
    * Beyaz leke.
    * Bazışeylerde beyaz bölüm.
    -ak / -ek * İsimden isim türeten ek (küçültme eki): baş-ak, ben-ek vb.
    -ak / -ek * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb.
    -ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bıç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb.
    ak ağa * Saraylarda hizmet gören hadım ağalarının beyaz ırktan olanı.
    ak Arap * Arap sözcüğü “zenci” anlamına da geldiğinden asıl Arapların söz konusu olduğu anlatılmak istenirken
    kullanılır.
    ak basma * Ak su, perde, katarakt.
    ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek.
    ak benek * Gözün saydam tabakasında bir yara veya çı ban sonucunda oluşmuş, görmeyi derece derece azaltan beyaz
    benek.
    ak demir * Dövme demir.
    ak don kara don geçitte belli olur * Bkz. akıkarası geçitte belli olur.
    ak düşmek * (saç ve sakal) tek tük ağarmaya başlamak.
    ak gözlü * Gözlerinin rengi pek açık olan ve nazarının hemen değdiğine inanılan (kimse).
    ak gün ağartır, kara gün karartır * mutlu bir yaşayışkişiyi dinç kılar, mutsuz bir yaşayışise yıpratır.
    ak kan * Lenf.
    ak kan yangısı * Adenit.
    ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çıkabilir.
    ak köpek kara köpek geçit başında belli olur * kimin ne olduğu deney veya sınav sonunda anlaşılır.
    ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluşan beynin iç, omuriliğin dıştabakası.
    ak mıkara mıönüne düşünce görürsün * şimdiden boşuna düşünme, sonuç belli olduğu zaman anlarsın.
    ak pak * tertemiz.
    * saçısakalıağarmış.
    ak pak * Bembeyaz, temiz, parlak.
    ak pas * Lâhana, turp, şalgam, karnabahar gibi bitkilerin kök dışındaki bütün bölgelerine yerleşebilen, özellikle
    semiz otugillerde karşılaşılan yosunumsu mantar (Albugo candida).
    ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek.
    ak sülümen * Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen.
    ak yazılı * Bahtlı, şanslı.
    ak yel * Güneyden esen rüzgâr, lodos.
    ak yem * İzmarit, istavrit, uskumru gibi balıkların beyaz etinden yapılan ve oltada kullanılan yem.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 33

    ak yıldız * Çoban yıldızı.
    aka * Büyük kardeş, ağabey.
    akabe * Tehlikeli, sarp ve zor geçit.
    akabinde * Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından.
    akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karşısında bunun kaçınılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir.
    akaç * Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak
    için kullanılan boru, oluk veya başka araç.
    * Kanal, ark, su yolu.
    * Yer altısu oluğu.
    akaçlama * Akaçlamak işi, tefcir, drenaj.
    * Yer altısularınıtoplayan tesisat.
    akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
    * Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.
    akaçlatma * Akaçlatmak işi.
    akaçlatmak * Akaçlama işini yaptırmak.
    akademi * Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu.
    * Yüksek okul.
    * Çıplak modelden yapılmışinsan resmi.
    akademici * Kurallara bağlıresim ve heykel çalışmasıyapan kişi veya sanatçı.
    akademicilik * Resim veya heykel çalışmasında kurallara bağlılık.
    akademik * Akademi ile ilgili.
    * Bilimsel niteliği olan.
    akademisyen * Akademi üyesi.
    akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanılan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba).
    akait * Bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve tapınma kurallarının tümü veya bunlarıtoplayan kitap.
    akaju * Maun.
    * Maundan yapılmış.
    akak * Akarsu yatağı, yatak, mecra.
    * Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
    * (su için) İvinti yeri.
    * Eğimi, inişi fazla olan yer.
    akala * Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü.
    akamber * Özellikle amber balığının bağırsaklarından çıkarılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
    olan bir taş.
    * Sıcak üİkelerde yetişen bir ağaçtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.
    akamet * Kısırlık, verimsizlik.
    * Başarısızlık, sonuçsuzluk.
    akamete uğramak * başarısız, sonuçsuz kalmak.
    akan sular durmak * itiraza, söyleyeceği söze yer kalmamak.
    akan yıldız * Güneşsistemine bağlı, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanlarına girince ateş
    külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.
    akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk.
    akar amber * Asya ve Amerika’da yetişen, odunu ceviz ağacınınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağaç
    (Liquidambar orientalis).
    akarca * Kemik veremi.
    * Sürekli işleyen çı ban, fistül.
    * Küçük akarsu.
    * Kaplıca.
    akaret * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk.
    akarlar * Tıknaz yapılı, gövdeleri halkasız, başları göğüsle birleşik, ağız yapılarıısırıcı, sokucu veya emici
    örümceğimsiler takımı.
    akarsu * Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
    * Tek sıra elmastan veya inciden gerdanlık.
    * Kesintisi olmayan, aralıksız.
    akaryakıt * Benzin, gaz yağı, mazot gibi sıvıdurumunda olan yakacak.
    akaryakıt istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakıtların satıldığıyer.
    akasma * Düğün çiçeğigillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiştirilen sarılıcı bir bitki; yaban
    asması, Meryem ana asması(Clematis vitalba).
    akasya * Baklagillerden, sıcak iklimlerde birçok çeşitleri yetişen ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
    yararlanılan bir ağaç (Acacia).
    * Baklagillerden, yurdumuzda yetişen bir süs ve gölge ağacı, salkım ağacı(Robinia pseudoacacia).
    akbaba * Akbabagillerden, başıve boynu çıplak olan, dağlık yerlerde yaşayan, leşle beslenen, çok yüksekten uçarak
    keskin gözleriyle çok uzakları görebilen, iri ve yırtıcı bir kuş(Vultur monachus).
    * İhtiyar.
    akbabagiller * Gündüz yırtıcılarıalt takımının, kanatları genişve büyük olan, iyi uçan büyük kuşları içine alan bir
    familyası.
    akbakla * Kuru fasulye.
    akbalık * Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık (Leuciscus).
    * Akya balığı.
    akbalıkçıl * Leyleksilerden, bataklık, ırmak ve göl kıyılarında yaşayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
    alba).
    akbaş * Yazın kutup bölgelerinde yaşayan, kışın ılık kıyılara göçen, kısa ve ince gagalı, siyah bacaklıyabanî bir tür
    kuş, deniz kazı(Bemicla).
    akbuğday * Kurak iklime dayanıklı, beyaz kabuklu, ekmeklik buğday.
    akburçak * Baklagillerden, burçağa yakın bir bitki cinsi (Lathyrus sativus).
    akciğer * Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organının temeli olan, sağlısollu iki parçalı
    organ.
    akciğer göbeği * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkasında bronş, sinir ve damarların girip çıktığıyer.
    akciğer kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları; bronşçukların son bölümü.
    akciğer lopçuğu * Birçok akciğer keseciğinin birleşerek oluşturduğu parça.
    akciğer peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alışverişini sağlayan, hava borucuklarının sonunu oluşturan kesecik.
    akciğer zarı * Göğüs boşluğunun içini ve bu boşluğun içinde bulunan akciğerin dışınıkaplayan ince zar, plevra.
    akciğerliler * Karından bacaklıyumuşakçaların tek ciğerle soluk alan bir takımı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 26

    ağrıkesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldıran, dindiren (ilâç vb.), analjezik.
    ağrılarda göz ağrısı, her kişinin öz ağrısı * herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir.
    ağrılı * Ağrıyan, ağrısı olan.
    ağrıma * Ağrımak işi.
    * Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaştırdığı ağrıma asalaklarından ileri gelen hastalık.
    ağrıma asalakları * Omurgalılardan alyuvar asalağı olarak yaşayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğu.
    ağrımak * (vücudun bir yeri) Ağrılı olmak.
    ağrına gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek.
    ağrısıtutmak * (gebe kadın için) doğum sancıları başlamak.
    * (hasta bir organ) ağrımaya başlamak.
    ağrısız * Ağrısı olmayan.
    * Ağrıvermeden.
    * Dertsiz, tasasız.
    ağrısız başına kaş bastı bağlamak * kendine gereksiz yere işçıkarmak.
    ağrıtma * Ağrıtmak işi.
    ağrıtmak * Ağrımasına yol açmak.
    ağsı * Ağgörünüşünde olan, ağgibi örülmüşolan.
    ağu * Ağı.
    ağulamak * Ağulamak.
    ağustos * Yılın 31 gün süren sekizinci ayı.
    ağustos böceği * Eşkanatlılardan, erkeği yazın karnının altındaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çıkaran bir böcek,
    orak böceği (Cicada plebeja).
    ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarım ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
    kanatlılar familyası.
    ağyar * Başkaları, yabancılar, eller.
    ağza alınmaz (veya ağza alınmayacak) * söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür).
    ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek.
    ağza düşmek * dedikodu konusu olmak.
    ağza koyacak bir şey * yiyecek bir şey.
    ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan.
    ağzıaçık * Şaşkın, alık, bön.
    * Hayranlıkla, büyülenmişolarak.
    ağzıaçık (veya ağzı bir karışaçık) kalmak * çok şaşırmak, şaşakalmak.
    ağzıaçık ayran delisi (veya budalası) * yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran.
    * saf, bön.
    ağzı bir * Söz birliği etmiş.
    ağzı bozuk * Sövmeyi alışkanlık edinmişolan, küfürbaz.
    ağzı burnu yerinde * oldukça güzel, yakışıklı.
    ağzıçirişçanağına dönmek * ağzıkuruyup acılaşmak.
    ağzıdili bağlanmak * herhangi bir sebeple konuşamaz olmak.
    ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak.
    ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak.
    ağzıdolu dolu konuşmak * heyecanlısöz söylemek.
    ağzı gevşek * Sır saklamaz, sır tutmaz.
    ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alık, şaşkın.
    ağzıkalabalık * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuşan, boş boğaz.
    ağzıkara * Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
    * Bir yerde konuşulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).
    ağzıkenetli * Sır tutan, sır saklayan (kimse).
    ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at).
    * Sır saklayan.
    ağzıkulaklarına varmak * çok sevinmek.
    ağzıkulaklarında * çok sevinçli, mutlu.
    ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bıkmak.
    * içecek ihtiyacıduymak.
    ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karşıkullanılan bir ilenme.
    ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak * kolay konuşma yeteneği olmak.
    * inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.
    ağzı oynamak * bir şeyler yemek.
    * konuşmak.
    ağzıpek * Sır vermeyen, ketum.
    ağzıpis * Sövmeyi huy edinmişolan.
    ağzısıkı * Bkz. ağzıpek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 29

    ah çekmek * derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.
    ah etmek * acı ile içini çekmek.
    * ilenmek.
    ah vah etmek * pişmanlığını, üzüntüsünü dile getirmek.
    ah yerde kalmaz * “kötülük cezasız kalmaz” anlamında kullanılır.
    aha * İşte burada.
    ahacık * Dikkati çok yakın bir noktaya çekmek için kullanılır.
    ahali * Aralarında aynıyerde bulunmaktan başka hiçbir ortak nitelik düşünülmeksizin bir ülkede, şehirde veya
    semtte oturanların tamamı.
    * Bir yerde toplanan kalabalık, halk.
    ahar * Hattatların kâğıt cilâlamak için kullandıklarınişasta ve yumurta akından yapılan özel bir karışım.
    aharlama * Aharlamak işi.
    aharlamak * Ahar sürmek.
    aharlı * Aharı olan, üzerine ahar sürülmüşolan.
    ahbap * Kendisiyle yakın ilişki kurulup sevilen, sayılan kimse.
    * Seslenme sözü olarak da kullanılır.
    ahbap çavuşlar * her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir.
    ahbap çıkmak * önceden tanışmışolmak.
    ahbap kusuruna bakan ahbapsız kalır * “dostların ufak tefek kusurlarına bakmamak gerekir” anlamında kullanılır.
    ahbap olmak * arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakınlık kurmak.
    ahbapça * Dostça, içten, teklifsizce.
    ahbaplığa dökmek * yerli yersiz yakınlık göstermek.
    ahbaplık * Ahbap olma durumu, ünsiyet.
    ahbaplık etmek * arkadaşlık etmek, arkadaşça konuşmak.
    ahcar * Taşlar.
    ahçı * Aşçı.
    ahçı başı * Aşçı başı.
    ahçılık * Aşçılık.
    ahde vefa (etmek) * (devletler hukukunda) devletlerin, katıldıklarımilletler arasıantlaşmalara uyma zorunluluğunda olduklarını
    belirten kural.
    * sözünde durma.
    ahdetme * Ahdetmek işi.
    ahdetmek * Bir şeyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
    * Yemin etmek.
    ahdî * Antlaşmaya göre olan, antlaşma gereği olan.
    Ahdiatik * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan önceki kutsal kitaplar.
    Ahdicedit * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan sonraki kutsal kitaplar.
    ahengi bozulmak * dirliği, düzeni bozulmak.
    ahenk * Uyum.
    * Uyuşma, anlaşma.
    * Çalgılıeğlence.
    ahenk almak * uyumlu hâle gelmek.
    ahenk kaidesi * Bkz. ünlü uyumu.
    ahenk kurmak * uyuşma sağlamak, anlaşma sağlamak.
    ahenk sağlamak * düzene sokmak, birliği sağlamak.
    ahenk tahtası * Telli çalgılardan üzerine teller gerilmiş bulunan kapak tahtası.
    ahenk vermek * düzeni, uyumu sağlamak.
    ahenk yapmak * çalgılıeğlence düzenlemek.
    ahenkleştirme * Ahenkleştirmek işi.
    ahenkleştirmek * Ahenk sağlamak.
    ahenkli * Uyumlu, düzenli.
    * Eğlenceli.
    ahenklilik * Ahenkli olma durumu, uyumluluk.
    ahenksiz * Uyumsuz, düzensiz.
    * Eğlencesiz.
    ahenksizlik * Uyumsuzluk, düzensizlik.
    ahenktar * Ahenkli.
    aheste * Yavaş, ağır.
    aheste aheste * Yavaşyavaş, ağır ağır, usul usul.
    aheste beste * Yavaşyavaş, ağır ağır.
    ahfat * Torunlar, soy.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 23

    ağır kaçmak * gücendirici olmak.
    ağır kayba uğramak * maddî ve manevî büyük zarar görmek.
    ağır kayıp * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp.
    * Maddî zarar.
    ağır küre * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer.
    ağır ol! * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!.
    * acele etme, yavaşol!.
    ağır oturmak * uslu durmak.
    ağır para cezası * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası.
    ağır sanayi * Üretim araçlarıyapan sanayi.
    ağır satmak * nazlanmak, gönülsüz davranmak.
    ağır sıklet * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık.
    ağır söylemek * acı, dokunaklı, sözler söylemek.
    ağır söz * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz.
    ağır su * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine
    döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO).
    ağır top * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse.
    ağır uyku * Uyanılması güç, derin uyku.
    ağır vasıta * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç.
    ağır vasıta ehliyeti * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi.
    ağır yağ * Kalın yağ.
    ağırbaşlı * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî.
    ağırbaşlılık * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet.
    ağırca * Oldukça ağır.
    ağırdan * Ağır olarak.
    ağırdan almak * bir işi gereken süre içinde bitirmemek.
    * bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.
    ağırkanlı * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan
    kişilik tipi.
    * Bkz. ağır canlı.
    ağırkanlılık * Ağırkanlı olma durumu.
    ağırlama * Ağırlamak işi, ikram, izaz.
    * Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava.
    ağırlamak * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek.
    ağırlanma * Ağırlanmak işi.
    ağırlanmak * Ağırlamak işine konu olmak.
    ağırlaşma * Ağırlaşmak durumu.
    ağırlaşmak * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak.
    * (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
    * Yavaşlamak.
    * (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak.
    * Ağırbaşlı olmak.
    * (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
    * Güçleşmek, zorlaşmak.
    * (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.
    ağırlaştırma * Ağırlaştırmak işi.
    ağırlaştırmak * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak.
    ağırlatma * Ağırlatmak işi.
    ağırlatmak * Ağırlamak işini yaptırmak.
    ağırlığınca altın değmek * çok değerli olmak.
    ağırlığını(ortaya) koymak * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek.
    ağırlık * Ağır olma durumu.
    * Değerli olma durumu.
    * Ağırbaşlılık.
    * Tehlikeli olma durumu.
    * Sıkıntılı, bunaltıcıdurum.
    * Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri.
    * Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın.
    * Uyuşukluk ve gevşeklik durumu.
    * Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum.
    * Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke.
    * Takı.
    * Yük, külfet.
    * Sorumluluk.
    * Etki, yetki, baskı, güçlük.
    * Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak.
    * Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne.
    * Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer
    tanınması.
    ağırlık basmak (veya çökmek) * gevşeklik ve uyku gelmek.
    * (uykuda) sıkıntılıduruma girmek.
    * Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak.
    ağırlık merkezi * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet
    durumundaki bileşkenin uygulama noktası.
    * Bir işin en önemli bölümü.
    ağırlık olmak * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek.
    ağırlıklı * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan
    (değer).
    ağırsama * Ağırsamak hareketi.
    ağırsamak * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak.
    * Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
    * Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek.
    ağırşak * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya
    kemik parça.
    * Teker biçiminde yassınesne, kurs.
    ağırşaklanma * Ağırşaklanmak işi veya durumu.
    ağırşaklanmak * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak.
    ağış * Ağmak işi veya biçimi.
    * (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı.
    ağıt * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük
    felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.
    * Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama.
    ağıt yakmak (veya tutturmak) * ağıt söylemek, ağıt düzmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 25

    ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek.
    ağızlama * Ağızlamak işi.
    ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
    * Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
    * Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.
    ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek.
    ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu.
    ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak.
    ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan.
    ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
    * Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
    * Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
    * Kuyu bileziği.
    * Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
    * Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
    * (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
    * Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
    * Bir şeyin başladığıyer.
    * Huni.
    ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse.
    ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde.
    ağızsıl * Ağızla ilgili.
    ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü.
    ağızsız * Ağzı olmayan.
    * Yumuşak huylu, sessiz.
    ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan.
    ağlama * Ağlamak işi.
    ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
    * Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
    * Sızlanmak, yakınmak.
    * Bir duruma karşıüzüntü duymak.
    ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz.
    ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü.
    ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek.
    ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
    * Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.
    ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez.
    ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı.
    ağlanma * Ağlanmak işi.
    ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak.
    ağlantı * Hafif hafif ağlama.
    ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır.
    ağlaşma * Ağlaşmak işi.
    ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
    * Sızlanmak.
    ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek.
    ağlatı * Trajedi.
    ağlatıcı * Ağlamaya yol açan.
    ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi.
    ağlatma * Ağlatmak işi.
    ağlatmak * Ağlamasına yol açmak.
    ağlaya ağlaya * Ağlayarak.
    ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz.
    ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı.
    ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi.
    ağlı * Ağı bulunan.
    ağma * Ağmak işi.
    * Akan yıldız, şahap.
    ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
    * Yükselmek, yukarıçıkmak.
    ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi.
    ağnama * Ağnamak işi.
    ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak.
    ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse.
    ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar.
    ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı.
    ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç).
    ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi.
    ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 21

    ağaç sansarı * Sansargillerden, sırtıkoyu esmer, karnıdaha açık, iyi tırmanan, postu değerli bir memeli türü (Martes
    martes).
    ağaç yaşiken eğilir * çocuklar küçük yaşta kolay eğitilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez.
    ağaççık * Taflan gibi, dallarıdibinden başlayarak çatallanan küçük ağaç.
    ağaççılık * Ağaç yetiştirme işi.
    ağaçdelen * Yuva yapmak için ağaçları oyan böcek.
    ağaçkakan * Serçegillerden, ağaç kurtları ile geçinen bir kuş(Picus).
    ağaçkesen * Zar kanatlılardan, kurtçuklarıen çok gül fidanlarıüzerinde yaşayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
    böcek (Hylotoma).
    ağaçlama * Ağaçlamak işi.
    ağaçlamak * Ağaçlandırmak.
    ağaçlandırılma * Ağaçlandırılmak işi.
    ağaçlandırılmak * Ağaçlıduruma getirilmek.
    ağaçlandırma * Ağaçlandırmak işi.
    ağaçlandırmak * Bir yeri ağaçlıduruma getirmek.
    ağaçlanma * Ağaçlanmak işi.
    ağaçlanmak * Ağaçlıduruma gelmek.
    ağaçlaşma * Ağaçlaşmak durumu.
    * Bitki şekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
    tabiî desen.
    ağaçlaşmak * Ağaç durumuna gelmek.
    ağaçlı * Ağacı olan.
    ağaçlık * Ağaç öbeği.
    * Ağacı bol olan (yer).
    ağaçlıklı * Ağaçları bol olan (yer).
    ağaçsı * Ağaca benzeyen, ağacıandıran.
    ağaçsız * Ağacı olmayan.
    ağalanma * Ağalanmak işi.
    ağalanmak * Ağa tavrıtakınarak çalım yapmak.
    ağalık * Ağa olma durumu.
    * Kibar ve cömertçe davranış.
    -ağan / -eğen * Fiilden sıfat ve isim yapma eki: yat-ağan, gez-eğen, ol-ağan, dur-ağan, piş-eğen vb.
    ağanın alnıterlemezse ırgadın burnu kanamaz * işveren işçisi ile birlikte çalışmazsa işçi işe var gücüyle sarılmaz.
    ağanın eli tutulmaz * cömertliği, elinin açıklığı, tartışılmaz.
    ağarık * Aklaşmış, rengi solmuş.
    ağarma * Ağarmak işi.
    * Tan atma, şafak sökme.
    ağarmak * Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
    * Aydınlanmak.
    ağartı * Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
    * Süt, yoğurt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.
    ağartılma * Ağartılmak işi.
    ağartılmak * Temizlenmek, beyazlatılmak.
    ağartma * Ağartmak işi.
    * Kuyumculukta gümüşü temizleme işi.
    ağartmak * Ak duruma getirmek, beyazlatmak.
    ağbeneklilik * Arpa bitkisinde görülen mantar hastalığı(Pyrenophora).
    ağcı * Ağile balık tutarak geçinen kimse.
    ağcık * Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kın.
    ağcılık * Ağile balık tutma.
    ağda * Kaynatılarak çok koyu ve yapışkan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu şeker eriyiği.
    ağda yapmak * vücuttaki fazla tüyleri ağda ile almak, temizlemek.
    ağdacı * Şeker, tatlıve helva yapımında ağda hazırlayan işçi.
    * Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kıllarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.
    ağdalanma * Ağdalanmak işi.
    ağdalanmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalaşmaya başlamak.
    * Ağda bulaşmak.
    ağdalaşma * Ağdalaşmak durumu.
    ağdalaşmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalanmak.
    * (sohbet) Tam tadına varılır durum almak, koyulaşmak.
    ağdalaştırma * Ağdalaştırmak işi.
    ağdalaştırmak * Ağda durumuna getirmek.
    ağdalı * Ağdalanmış.
    * (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaşılması güç, dolambaçlıcümlelerden oluşan.
    * Karmaşık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 24

    ağıtçı * Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimse, sağucu.
    ağıtçılık * Ağıtçının işi veya mesleği.
    ağıtlama * Ölmüşleri anmak için düzenlenen törende okunan övgü.
    ağız * Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
    boşluk.
    * Bu boşluğun dudaklarıçevrelediği bölümü.
    * Kapların veya içi boşşeylerin açık yanı.
    * Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
    * Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açık yanı.
    * Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
    * Kesici aletlerin keskin yanı.
    * Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyişözelliği.
    * Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği.
    * Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
    * Bazen “kez” anlamına gelir.
    * Üslûp, ifade özelliği.
    * (tehlikeli şeyler için) Pek yakın yer.
    ağız * Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü.
    ağız açmak * söz söylemek, konuşmak.
    * azarlamak, paylamak.
    ağız açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak.
    ağız açtırmamak * çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak.
    ağız ağıza * ağzına kadar, tamamen.
    ağız ağıza vermek (veya konuşmak) * iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak.
    ağız alışkanlığı * Çok söylendiği için bir sözü sık sık kullanma durumu.
    ağız aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
    ağız birliği * Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma, söz birliği.
    ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynışekilde konuşmak, söz birliği etmek.
    ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek.
    ağız burun birbirine karışmak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
    * yüzde aşırıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumların izleri görünmek.
    ağız dalaşı * Ağız kavgası, karşılıklıatışma, bağrışma, dil dalaşı.
    ağız değişikliği * Yemeğin çeşidinde değişiklik.
    ağız değiştirmek * önce söylediğini başka türlü anlatmak.
    ağız dil vermemek * hiç konuşmamak, susmak.
    ağız dolusu * Ağzın alabileceği kadar.
    * (küfür için) Birbiri ardınca, birçok.
    ağız kâhyası * Birinin söyleyeceği sözlere karışan kimse.
    ağız kalabalığı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler.
    ağız kalabalığına getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak.
    * söz söyleme becerisine sahip olma.
    ağız kavafı * Karşısındakini kandırmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen.
    ağız kavgası * Karşılıklıağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, dil kavgası.
    ağız kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranışları, istekleri, sözleri.
    ağız kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacına göre değiştirmek.
    ağız nişanı * Yalnız sözle yapılan nişanlanma.
    ağız satmak * yüksekten atarak kendini övmek.
    ağız şakası * Sözle yapılan şaka.
    ağız tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlık.
    ağız tadıyla * huzurla, rahatlık içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak.
    ağız tamburasıçalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak.
    ağız tatsızlığı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk.
    ağız tıkamak * konuşma imkânıvermemek.
    ağız tüfeği * Mermileri şiddetle üflenerek fırlatılan bir çeşit tüfek taslağı.
    ağız tütünü * Keyif için ağızda çiğnenen bir tür tütün.
    ağız ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çıkan ünlü, ağızsıl ünlü.
    ağız yapmak * birini kandırma, yanıltma amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde
    konuşmak.
    ağız yaymak * açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak.
    ağız yer, yüz utanır * armağan alan, armağanıverenin isteğini yerine getirmeye çalışır.
    ağız yoklamak * Bkz. ağız aramak.
    ağızda dağılmak * (genellikle hamur işi için) iyi pişmişve lezzetli olmak.
    ağızda sakız gibi çiğnemek * bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak.
    ağızdan * Yazılı olmayarak, sözle, sözlü, şifahî.
    ağızdan ağıza * Herkes birbirine söyleyerek.
    ağızdan ağza dolaşmak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek.
    ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın * “insanın kendi yararıher şeyden önemlidir” anlamında kullanılır.
    ağızdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzından doldurulan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 20

    agucuk * Süt çocuğu.
    * Süt çocuğunu sevmek için söylenir.
    agulama * Agulamak işi.
    * Yeni doğmuş bebeklerin çıkardığıses.
    agulamak * (bebek) Agu agu diye ses çıkarmak.
    aguş * Kucak.
    * İplik, sicim, tel gibi ince şeylerden kafes biçiminde yapılmışörgü.
    * Örümcek gibi birtakım hayvanların salgılarıyla oluşturduklarıörgü.
    * Ülke yüzeyine yaygınlaştırılmışörgü, şebeke.
    * Tuzak.
    * Oyun alanını ortadan ikiye bölen iple yapılmışörgü.
    * Çaprazlama örgü ile yapılan ve kale direkleri arkasına gerilen örgü, file.
    * Donun veya pantolonun apışarasına gelen yeri, apışlık.
    ağatmak (veya bırakmak) * balık avlamak için denize ağsalmak.
    ağbenek * Açıklıkoyulu kahverengi ağgörünüşünde olan, arpa yapraklarına yerleşerek oldukça önemli zararlara yol
    açan asklımantar.
    * Bu mantarın ortaya çıkardığıekin hastalığı.
    ağçekmek * yakalanan balıklarıtoplamak için ağısudan çıkarmak.
    ağiğnesi * Ağın örülmesinde kullanılan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapılmışalet.
    ağipliği * Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapımında kullanılan iplik.
    ağkayığı * Balık ağlarınıtaşıyan kayık.
    ağkepçe * Balıkçılıkta kullanılan, ağdan örülerek yapılan uzun saplısepet.
    ağkurdu * En çok elma ve erik gibi yemişağaçlarına zarar veren bir kurt.
    ağkurşunu * Balık ağlarınısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeği biçiminde delikli kurşun madde.
    ağmantarlar * İnsan ve hayvanlarda hastalığa yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu.
    ağtabaka * Göz yuvarlarının iç yüzeyinde görme sinirinin yayılması ile beliren, ışığa duyarlı, ağımsı bölüm, retina.
    ağtonos * Gotik mimaride kullanılmış, ağbiçiminde parçalıtonos.
    ağtorba * 25 cm genişliğinde ve 50 cm uzunluğunda ağdan yapılmışkırmızıyosunların suya dalınarak avlamada
    kullanılan, bir ip ve kayıktaki makara yardımı ile suyun yüzeyine çıkıp inebilen bir torba.
    ağyatak * Hamak.
    ağa * Kırlık kesimde geniştoprakları olan, sözü geçen, varlıklıkimse.
    * Halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen san.
    * Büyük kardeş, ağabey.
    * Okur yazar olmayan yaşlıca kişilerin adlarıyla birlikte kullanılan san.
    * Osmanlıİmparatorluğunda bazıkuruluşların başında bulunanlara verilen resmî san.
    ağa borç eder, uşak harç * ağa para sıkıntısı içinde olup borç etse de, uşak, hâlden anlamaz ve bol harcamayısürdürür.
    ağa kapısı * Yeniçeri ağasının dairesi.
    ağa yamağı * Yeniçeri ağasına bağlıemir çavuşu.
    ağababa * Dede, ata.
    * Sanı”ağa” olan babaya çocuğunun seslenişi.
    * Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse).
    ağabey * Bir kimsenin kendinden yaşça büyük olan erkek kardeşi.
    * Kardeşolmayanlar arasında da genellikle yaşça büyük olanlara bir saygıseslenişi olarak kullanılır.
    ağabeylik * Ağabey olma durumu.
    ağabeylik etmek (veya yapmak) * Birini ağabey gibi korumak, gözetmek.
    ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur * çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler.
    ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz * davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısıyok.
    ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür * insan yapacağı işte başkalarına değil, kendine güvenmelidir.
    ağacıkurt, insanıdert yer * kurt ağacınasıl içten içe kemirirse dert de insanı içten içe yer bitirir.
    ağaç * Gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki.
    * Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dallarından yapılan.
    * Direk.
    ağaç arısı * Düzgün kanatlı, kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlısı.
    ağaç balı * Erik, kayısı gibi ağaçlardan sızan zamk.
    ağaç biti * Yarım kanatlılardan, bitkiler üzerinde yaşayan, sıçrayıcı bir böcek türü (Psylla).
    ağaç çileği * Ahududu.
    ağaç ebegümeci * Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere).
    ağaç kaplama * Konut duvarlarınıyalıtma ve güzelleştirme amacıyla ağaç veya ağaç ürünlerinden yararlanılarak yapılan
    kaplama.
    ağaç kavunu * Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, taç yapraklarımavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus
    medica).
    * Bu ağacın iri bir limon görünüşündeki buruşuk kabuklu yemişi.
    ağaç kurbağası * Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sırtıyaprak yeşili, ağaçlara tırmanan bir kurbağa türü (Hyla arborea).
    ağaç kurdu * Ağaçlarıkemirerek beslenen birtakım sinek kurtçuklarına verilen ad.
    ağaç küpesi * Hatmi.
    ağaç mantarı * Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad.
    ağaç minesi * Mine çiçeğigillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kırmızı, mor çiçekli bir ağaççık (Lantana).
    ağaç mobilya * Oturma, yemek yeme, çalışma, yatma vb. işlerin yapılmasında kolaylık ve rahatlık sağlayan, parçalarının
    büyük çoğunluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapılan, taşınabilir veya sabit olarak kullanılan eşya.
    ağaç nemi * Ağaçta bulunan su miktarının, aynıağacın mutlak kuru ağırlığına oranı.
    ağaç olmak * bir yerde ve ayakta çok beklemek.
    ağaç oyma * Oyma baskısanatlarından düz bir baskıtekniği.
    ağaç sakızı * Reçine.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 27

    ağzısulanmak * imrenmek.
    ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak.
    ağzıteneke kaplı(olmak) * çok sıcak veya çok acışeyleri kolaylıkla içebilen veya yiyebilenler için şaka yollu söylenir.
    ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır.
    ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde.
    * konuşmayan, derdini anlatamayan.
    ağzıvarmamak * söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek.
    ağzıyanmak * o şeyden büyük zarar görmek.
    ağzına (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlıdavranmak.
    ağzına (veya diline) sağlık * bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenir.
    ağzına (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çıkar göstererek susturmak.
    ağzına abdestle almak * o kişiyi anarken çok saygılıdavranmak.
    ağzına almak * söylemek.
    ağzına almamak * adınıağzına almamak.
    ağzına almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek.
    ağzına atmak * yemek için ağza koymak.
    ağzına bakakalmak * sözlerine hayran olmak.
    ağzına baktırmak * kendini zevk ile dinletmek.
    ağzına bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak.
    ağzına bir şey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir şey yememek.
    ağzına bir zeytin verir, altına (veya ardına) tulum tutar.
    * yaptığıküçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.
    ağzına burnuna bulaştırmak * bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak.
    ağzına düşmek * çok yaygın olarak bilinip konuşulmak.
    ağzına etmek * haddini bildirmek.
    ağzına geldiği gibi * önünü sonunu düşünmeden.
    ağzına geleni söylemek * nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcısözler söylemek.
    * çok ve düşüncesizce konuşmak.
    ağzına gem vurmak * susturmak, söyletmemek.
    ağzına kadar * boşyeri kalmayacak biçimde.
    ağzına kilit takmak (veya vurmak) * susturmak.
    ağzına koymamak * yememek veya içmemek.
    ağzına lâyık * bir yiyeceğin tadıanlatılırken “sen de yesen, beğenirsin” anlamı ile söylenir.
    ağzına sakız olmak * dedikodusuna konu olmak.
    ağzına sürmemek * bir şeyden hiç yememek.
    ağzına taşalmış * söze karışmayıp susanlar için kullanılır.
    ağzına tıkamak * susturmak, fazla konuşmasına engel olmak.
    ağzına tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek.
    * birine benzemek.
    ağzına verilmesini beklemek (veya istemek) * çalışmayıp, işlerinin başkalarıtarafından yapılmasını beklemek.
    ağzına vur, lokmasınıal * yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında bir atasözüdür.
    ağzına yakışmamak * söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak.
    ağzında bakla ıslanmamak * hiç sır saklamamak.
    ağzında bırakmak * Bkz. lâf ağzında kalmak.
    ağzında büyümek * sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak.
    ağzında gevelemek * açıkça söylememek.
    ağzında yaşkalmamak * bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak.
    ağzından * birisinden dinleyerek.
    * adına.
    ağzından baklayıçıkarmak * Bkz. baklayıağzından çıkarmak.
    ağzından bal akmak * çok tatlıkonuşmak.
    ağzından çıkanı(veya çıkan sözü) kulağıduymamak (işitmemek) * sözlerini tartmadan söylemek.
    ağzından çıkmak * bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek,söylemiş bulunmak.
    ağzından çıt çıkmamak * hiçbir şey söylememek.
    ağzından dirhemle çıkmak * çok az konuşmak.
    ağzından dökülmek * açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 22

    ağdalık * Pekmez yapmaktan başka işe yaramayan üzüm.
    ağdırma * Ağdırmak işi.
    ağdırmak * Ağmasına sebep olmak.
    * Aşağı inmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanıağır gelmek.
    ağı * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen
    madde, zehir.
    ağıağacı * Zakkum.
    ağıçiçeği * Zakkum.
    ağı gibi * acıveren, çok etkileyen.
    * çok sert, keskin.
    ağı otu * Baldıran.
    ağıl * Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği, çit veya duvarla çevrili yer.
    * Bazıyıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen genişve aydınlık teker, ayla, hale.
    * Bazı görüntülerdeki çok ışıklıcisimleri çevreleyen ışıklıteker.
    ağılama * Ağıverme, zehirleme.
    ağılamak * Ağıvermek, zehirlemek.
    * (bir şeye), Ağıkatmak.
    ağılandırma * Ağılandırmak işi.
    ağılandırmak * Ağılıduruma getirmek.
    ağılanma * Ağılanmak işi.
    ağılanmak * Bilmeden veya farkında olmadan zehirli bir şey yemek veya içmekle zehirlenmek.
    ağılaşma * Ağılaşmak durumu.
    ağılaşmak * Ağılıduruma gelmek.
    ağılda oğlak doğsa ovada otu biter * Tanrıher yarattığının rızkınıverir.
    ağılı * İçinde ağı bulunan, zehirli.
    ağılı böcek * Kın kanatlılardan, başka böcekleri yemesi bakımından yararlı bir böcek. (Carabus).
    ağıllanma * Ağıllanmak durumu.
    ağıllanmak * Toplanıp bir arada durmak.
    * Çevresinde ağıl denen hale oluşmak, halelenmek.
    ağım * Ayağın üstündeki tümsek yer.
    ağımlı * Üstü aşırıtümsek olan (ayak).
    ağına düşürmek * tuzağına düşürmek.
    ağınma * Ağınmak işi.
    ağınmak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak.
    ağır * Tartıda çok çeken, hafif karşıtı.
    * Davranışlarıyavaşolan.
    * Değeri çok olan, gösterişli.
    * Çapı, boyutları büyük.
    * Çetin, güç.
    * Tehlikeli, korkulu, vahim.
    * Sıkıntıveren, bunaltıcı.
    * Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı.
    * Yavaş.
    * Ağırbaşlı, ciddî.
    * (koku için) Keskin, boğucu.
    * (yiyecek için) Sindirimi güç.
    * Yoğun.
    * (uyku için) Uyanılması güç, derin.
    * Kısık, alçak.
    * Güç işiten, sağır.
    * Ağır siklet.
    ağır ağır * Acele etmeden.
    * Fazlasıyla.
    ağır aksak yürümek (veya gitmek) * pek yavaşolarak.
    ağır almak * bir işte yavaşdavranmak.
    ağır araç * Ağır vasıta.
    ağır ayak * Doğurmasıyakın (gebe kadın).
    ağır basmak * ağırlığıfazla gelmek.
    * bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.
    ağır basmak * gücü, etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak.
    * bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.
    ağır basmak * bir kimse kâbusa uğramak.
    ağır canlı * Çok yavaşişyapan, çevik olmayan.
    * Varlığısıkıntıveren sevimsiz.
    * Tembel.
    * Gebe (kadın).
    ağır canlılık * Hareketlerin yavaşolması, hımbıllık, tembelce davranış biçimi.
    ağır ceza * Ağır hapis ve beşyıldan yukarı olan hapis cezaları.
    ağır çekmek * tartıda ağır gelmek.
    ağır durmak * ciddî, ağırbaşlı, oturaklı, soğukkanlı hareket etmek.
    ağır elli * Bkz. eli ağır.
    ağır ellilik * Eli ağır olma durumu.
    ağır ezgi * Çok ağır, yavaşyavaş, ahenkli.
    ağır gelmek * gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
    * yapılması güç gelmek.
    ağır hapis cezası * 2-24 yıl veya ömür boyu hapis cezası.
    ağır hastalık * Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalık.
    ağır hidrojen * Döteryum.
    ağır iş * Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş.
    ağır işitmek (veya duymak) * kulakları iyi işitmemek, kulaklarıaz işitmek.