ahlâksızca | * Ahlâksız biçimde veya tarzda. |
ahlâksızlık | * Ahlâksız olma durumu. * Ahlâk kurallarına uymama, ahlâksızca davranış. |
ahlâksızlık etmek | * ahlâksızca davranmak. |
ahlama | * Ahlamak işi. |
ahlamak | * İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak. |
ahlat | * Gülgillerden, kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster). * Bu ağacın, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi. * Kaba adam, yol iz bilmez kimse. |
ahlât | * Bir karışım içindeki parçalar, ögeler. * Beden yapısının temelini oluşturan ögeler. |
ahlâtıerbaa | * Bedende bulunduğu var sayılan dört öge. |
ahlatın (veya armudun) iyisini (dağda) ayılar yer | * kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılır. |
ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez | * ahmağa gereğinden çok ilgi gösterirseniz sizi sık sık uğraştırır. |
ahmak | * Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal. |
ahmak yerine koymak | * bir kimseye aptalmış, anlamazmışgibi davranmak. |
ahmakça | * Biraz ahmak. * (ahmak’ça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca. |
ahmakıslatan | * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağmur, çisenti. |
ahmaklaşma | * Ahmaklaşmak durumu. |
ahmaklaşmak | * Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak. * Bir an için şaşalayıp bocalamak. |
ahmaklaştırma | * Ahmaklaştırmak işi. |
ahmaklaştırmak | * Ahmaklaşmasına sebep olmak, aptallaştırmak. |
ahmaklık | * Zekâsıaz gelişmişolma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık. |
ahraz | * Dilsiz, sağır ve dilsiz. |
ahret | * Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağıve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür dünya. |
ahret adamı | * Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse. |
ahret kardeşi | * İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahrette de sürdüreceklerini düşünen kadınlara verilen ad. |
ahret suali | * Gereksiz ve usandırıcısoru. |
ahret yolculuğu | * Ölüm. |
ahreti (veya öbür dünyayı) boylamak | * ölmek. |
ahretini yapmak (veya zenginleştirmek) | * hayır işleri yaparak sevap kazanmak. |
ahretlik | * Besleme kız. * Ahret kardeşi olan kadınlardan her biri. |
ahrette on parmağıyakasında olmak | * kendisine karşısorumlu olan kimseden ahrette davacı olmak. |
ahşa | * İnsanın veya hayvanın göğsü ve karnı içindeki organlar, bağırsak, ciğer gibi şeyler. |
ahşap | * Ağaçtan, tahtadan yapılmış. |
ahtapot | * Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığıtürü (Octopus). * Genellikle burun zarıüzerinde çıkan bir çeşit ur, polip. |
ahtapot gibi | * sırnaşık, yapışkan kimse. * sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan. |
ahu | * Ceylan, karaca. * Güzel, ince, zarif kadın. |
ahu gibi | * çok güzel, çekici. |
ahu gözlü | * Güzel gözleri olan. |
ahu parçası | * Çok güzel, çekici. |
ahududu | * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus). * Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızırenkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği. |
ahval | * Durumlar, hâller, vaziyetler. * Davranışlar. * Olaylar. |
ahzetme | * Ahzetmek işi. |
ahzetmek | * Almak, kabul etmek. |
ahzüita | * Alışveriş, alım satım, aksata. |
ahzükabz | * Kendine mal etme. |
aidat | * Ödenti. * Kesenek. |
aidiyet | * Ait olma durumu, ilişkinlik. |
aile | * Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik. * Karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk. * Aynısoydan gelen kimseler zinciri. * Aralarında kandaşlık veya hısımlık bulunan kimselerin tümü. * Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü. * Eş, karı. * Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü. * Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu. |
aile adı | * Soyadı. |
aile bahçesi | * Ailelerin rahatlıkla gidebileceği, genellikle içkisiz yer. |
aile bütçesi | * Kısa bir süre içinde bir işçinin veya işçi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değişmeleri belirlemek amacıyla yapılan istatistik çalışması. |
aile dostu | * Ailece tanışılan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakın. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 31
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 32
aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğlendikleri yer. aile hayatı * Aile bireylerinin bütün işlerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu. aile hukuku * Aileyi oluşturan kişilerin karşılıklıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı. aile meclisi * Aile makamının görevini yerine getiren kan veya soy hısımlarından en az üç kişiden oluşan heyet. aile ocağı * Ailenin kurduğu, yerleştiği, geliştirdiği ev. aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sınırlama, doğum kontrolu. aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğünü taşıyan kimse. aile saadeti * Genellikle karı, koca bazen de büyükler ve çocuklar arasındaki uyum, anlaşma, sevgi ve hoşgörü. ailece * Bütün aile birlikte. ailecek * Ailece. ailelik * Aile sayısının bütünü. ailesiz * Ailesi olmayan. ailevî * Aile ile ilgili. ait * İlgilendiren, ilişkin, ilişik, ilgili, için, -e düşen. ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düşmek. ajan * Bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimse, casus.
* Bir kimsenin, bir ortaklığın veya bir devletin bazı işlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.ajanda * Unutulmaması için gerekli notlarıyazmaya yarayan takvimli defter, andaç. ajanlık * Ajan olma durumu.
* Ajanın görevi.ajans * Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş.
* Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
* Bu işkollarının çalıştığı büro.ajitasyon * Ruhsal gerginliğin dışa vurması. ajur * Delikli örgü, gözenek. ajurlu * Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde işlenmiş bulunan, gözenekli. ak * Kar, süt gibi şeylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karşıtı.
* Bu renkte olan.
* Temiz namuslu.
* Sıkıntısız, rahat.
* Beyaz leke.
* Bazışeylerde beyaz bölüm.-ak / -ek * İsimden isim türeten ek (küçültme eki): baş-ak, ben-ek vb. -ak / -ek * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb. -ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bıç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb. ak ağa * Saraylarda hizmet gören hadım ağalarının beyaz ırktan olanı. ak Arap * Arap sözcüğü “zenci” anlamına da geldiğinden asıl Arapların söz konusu olduğu anlatılmak istenirken
kullanılır.ak basma * Ak su, perde, katarakt. ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek. ak benek * Gözün saydam tabakasında bir yara veya çı ban sonucunda oluşmuş, görmeyi derece derece azaltan beyaz
benek.ak demir * Dövme demir. ak don kara don geçitte belli olur * Bkz. akıkarası geçitte belli olur. ak düşmek * (saç ve sakal) tek tük ağarmaya başlamak. ak gözlü * Gözlerinin rengi pek açık olan ve nazarının hemen değdiğine inanılan (kimse). ak gün ağartır, kara gün karartır * mutlu bir yaşayışkişiyi dinç kılar, mutsuz bir yaşayışise yıpratır. ak kan * Lenf. ak kan yangısı * Adenit. ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çıkabilir. ak köpek kara köpek geçit başında belli olur * kimin ne olduğu deney veya sınav sonunda anlaşılır. ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluşan beynin iç, omuriliğin dıştabakası. ak mıkara mıönüne düşünce görürsün * şimdiden boşuna düşünme, sonuç belli olduğu zaman anlarsın. ak pak * tertemiz.
* saçısakalıağarmış.ak pak * Bembeyaz, temiz, parlak. ak pas * Lâhana, turp, şalgam, karnabahar gibi bitkilerin kök dışındaki bütün bölgelerine yerleşebilen, özellikle
semiz otugillerde karşılaşılan yosunumsu mantar (Albugo candida).ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. ak sülümen * Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen. ak yazılı * Bahtlı, şanslı. ak yel * Güneyden esen rüzgâr, lodos. ak yem * İzmarit, istavrit, uskumru gibi balıkların beyaz etinden yapılan ve oltada kullanılan yem. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 33
ak yıldız * Çoban yıldızı. aka * Büyük kardeş, ağabey. akabe * Tehlikeli, sarp ve zor geçit. akabinde * Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından. akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karşısında bunun kaçınılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir. akaç * Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak
için kullanılan boru, oluk veya başka araç.
* Kanal, ark, su yolu.
* Yer altısu oluğu.akaçlama * Akaçlamak işi, tefcir, drenaj.
* Yer altısularınıtoplayan tesisat.akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
* Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.akaçlatma * Akaçlatmak işi. akaçlatmak * Akaçlama işini yaptırmak. akademi * Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu.
* Yüksek okul.
* Çıplak modelden yapılmışinsan resmi.akademici * Kurallara bağlıresim ve heykel çalışmasıyapan kişi veya sanatçı. akademicilik * Resim veya heykel çalışmasında kurallara bağlılık. akademik * Akademi ile ilgili.
* Bilimsel niteliği olan.akademisyen * Akademi üyesi. akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanılan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba). akait * Bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve tapınma kurallarının tümü veya bunlarıtoplayan kitap. akaju * Maun.
* Maundan yapılmış.akak * Akarsu yatağı, yatak, mecra.
* Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
* (su için) İvinti yeri.
* Eğimi, inişi fazla olan yer.akala * Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü. akamber * Özellikle amber balığının bağırsaklarından çıkarılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
olan bir taş.
* Sıcak üİkelerde yetişen bir ağaçtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.akamet * Kısırlık, verimsizlik.
* Başarısızlık, sonuçsuzluk.akamete uğramak * başarısız, sonuçsuz kalmak. akan sular durmak * itiraza, söyleyeceği söze yer kalmamak. akan yıldız * Güneşsistemine bağlı, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanlarına girince ateş
külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk. akar amber * Asya ve Amerika’da yetişen, odunu ceviz ağacınınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağaç
(Liquidambar orientalis).akarca * Kemik veremi.
* Sürekli işleyen çı ban, fistül.
* Küçük akarsu.
* Kaplıca.akaret * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk. akarlar * Tıknaz yapılı, gövdeleri halkasız, başları göğüsle birleşik, ağız yapılarıısırıcı, sokucu veya emici
örümceğimsiler takımı.akarsu * Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
* Tek sıra elmastan veya inciden gerdanlık.
* Kesintisi olmayan, aralıksız.akaryakıt * Benzin, gaz yağı, mazot gibi sıvıdurumunda olan yakacak. akaryakıt istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakıtların satıldığıyer. akasma * Düğün çiçeğigillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiştirilen sarılıcı bir bitki; yaban
asması, Meryem ana asması(Clematis vitalba).akasya * Baklagillerden, sıcak iklimlerde birçok çeşitleri yetişen ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
yararlanılan bir ağaç (Acacia).
* Baklagillerden, yurdumuzda yetişen bir süs ve gölge ağacı, salkım ağacı(Robinia pseudoacacia).akbaba * Akbabagillerden, başıve boynu çıplak olan, dağlık yerlerde yaşayan, leşle beslenen, çok yüksekten uçarak
keskin gözleriyle çok uzakları görebilen, iri ve yırtıcı bir kuş(Vultur monachus).
* İhtiyar.akbabagiller * Gündüz yırtıcılarıalt takımının, kanatları genişve büyük olan, iyi uçan büyük kuşları içine alan bir
familyası.akbakla * Kuru fasulye. akbalık * Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık (Leuciscus).
* Akya balığı.akbalıkçıl * Leyleksilerden, bataklık, ırmak ve göl kıyılarında yaşayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
alba).akbaş * Yazın kutup bölgelerinde yaşayan, kışın ılık kıyılara göçen, kısa ve ince gagalı, siyah bacaklıyabanî bir tür
kuş, deniz kazı(Bemicla).akbuğday * Kurak iklime dayanıklı, beyaz kabuklu, ekmeklik buğday. akburçak * Baklagillerden, burçağa yakın bir bitki cinsi (Lathyrus sativus). akciğer * Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organının temeli olan, sağlısollu iki parçalı
organ.akciğer göbeği * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkasında bronş, sinir ve damarların girip çıktığıyer. akciğer kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları; bronşçukların son bölümü. akciğer lopçuğu * Birçok akciğer keseciğinin birleşerek oluşturduğu parça. akciğer peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alışverişini sağlayan, hava borucuklarının sonunu oluşturan kesecik. akciğer zarı * Göğüs boşluğunun içini ve bu boşluğun içinde bulunan akciğerin dışınıkaplayan ince zar, plevra. akciğerliler * Karından bacaklıyumuşakçaların tek ciğerle soluk alan bir takımı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 26
ağrıkesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldıran, dindiren (ilâç vb.), analjezik. ağrılarda göz ağrısı, her kişinin öz ağrısı * herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir. ağrılı * Ağrıyan, ağrısı olan. ağrıma * Ağrımak işi.
* Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaştırdığı ağrıma asalaklarından ileri gelen hastalık.ağrıma asalakları * Omurgalılardan alyuvar asalağı olarak yaşayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğu. ağrımak * (vücudun bir yeri) Ağrılı olmak. ağrına gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek. ağrısıtutmak * (gebe kadın için) doğum sancıları başlamak.
* (hasta bir organ) ağrımaya başlamak.ağrısız * Ağrısı olmayan.
* Ağrıvermeden.
* Dertsiz, tasasız.ağrısız başına kaş bastı bağlamak * kendine gereksiz yere işçıkarmak. ağrıtma * Ağrıtmak işi. ağrıtmak * Ağrımasına yol açmak. ağsı * Ağgörünüşünde olan, ağgibi örülmüşolan. ağu * Ağı. ağulamak * Ağulamak. ağustos * Yılın 31 gün süren sekizinci ayı. ağustos böceği * Eşkanatlılardan, erkeği yazın karnının altındaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çıkaran bir böcek,
orak böceği (Cicada plebeja).ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarım ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
kanatlılar familyası.ağyar * Başkaları, yabancılar, eller. ağza alınmaz (veya ağza alınmayacak) * söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür). ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek. ağza düşmek * dedikodu konusu olmak. ağza koyacak bir şey * yiyecek bir şey. ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan. ağzıaçık * Şaşkın, alık, bön.
* Hayranlıkla, büyülenmişolarak.ağzıaçık (veya ağzı bir karışaçık) kalmak * çok şaşırmak, şaşakalmak. ağzıaçık ayran delisi (veya budalası) * yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran.
* saf, bön.ağzı bir * Söz birliği etmiş. ağzı bozuk * Sövmeyi alışkanlık edinmişolan, küfürbaz. ağzı burnu yerinde * oldukça güzel, yakışıklı. ağzıçirişçanağına dönmek * ağzıkuruyup acılaşmak. ağzıdili bağlanmak * herhangi bir sebeple konuşamaz olmak. ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak. ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak. ağzıdolu dolu konuşmak * heyecanlısöz söylemek. ağzı gevşek * Sır saklamaz, sır tutmaz. ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alık, şaşkın. ağzıkalabalık * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuşan, boş boğaz. ağzıkara * Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
* Bir yerde konuşulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).ağzıkenetli * Sır tutan, sır saklayan (kimse). ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at).
* Sır saklayan.ağzıkulaklarına varmak * çok sevinmek. ağzıkulaklarında * çok sevinçli, mutlu. ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bıkmak.
* içecek ihtiyacıduymak.ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karşıkullanılan bir ilenme. ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak * kolay konuşma yeteneği olmak.
* inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.ağzı oynamak * bir şeyler yemek.
* konuşmak.ağzıpek * Sır vermeyen, ketum. ağzıpis * Sövmeyi huy edinmişolan. ağzısıkı * Bkz. ağzıpek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 29
ah çekmek * derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek. ah etmek * acı ile içini çekmek.
* ilenmek.ah vah etmek * pişmanlığını, üzüntüsünü dile getirmek. ah yerde kalmaz * “kötülük cezasız kalmaz” anlamında kullanılır. aha * İşte burada. ahacık * Dikkati çok yakın bir noktaya çekmek için kullanılır. ahali * Aralarında aynıyerde bulunmaktan başka hiçbir ortak nitelik düşünülmeksizin bir ülkede, şehirde veya
semtte oturanların tamamı.
* Bir yerde toplanan kalabalık, halk.ahar * Hattatların kâğıt cilâlamak için kullandıklarınişasta ve yumurta akından yapılan özel bir karışım. aharlama * Aharlamak işi. aharlamak * Ahar sürmek. aharlı * Aharı olan, üzerine ahar sürülmüşolan. ahbap * Kendisiyle yakın ilişki kurulup sevilen, sayılan kimse.
* Seslenme sözü olarak da kullanılır.ahbap çavuşlar * her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir. ahbap çıkmak * önceden tanışmışolmak. ahbap kusuruna bakan ahbapsız kalır * “dostların ufak tefek kusurlarına bakmamak gerekir” anlamında kullanılır. ahbap olmak * arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakınlık kurmak. ahbapça * Dostça, içten, teklifsizce. ahbaplığa dökmek * yerli yersiz yakınlık göstermek. ahbaplık * Ahbap olma durumu, ünsiyet. ahbaplık etmek * arkadaşlık etmek, arkadaşça konuşmak. ahcar * Taşlar. ahçı * Aşçı. ahçı başı * Aşçı başı. ahçılık * Aşçılık. ahde vefa (etmek) * (devletler hukukunda) devletlerin, katıldıklarımilletler arasıantlaşmalara uyma zorunluluğunda olduklarını
belirten kural.
* sözünde durma.ahdetme * Ahdetmek işi. ahdetmek * Bir şeyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
* Yemin etmek.ahdî * Antlaşmaya göre olan, antlaşma gereği olan. Ahdiatik * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan önceki kutsal kitaplar. Ahdicedit * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan sonraki kutsal kitaplar. ahengi bozulmak * dirliği, düzeni bozulmak. ahenk * Uyum.
* Uyuşma, anlaşma.
* Çalgılıeğlence.ahenk almak * uyumlu hâle gelmek. ahenk kaidesi * Bkz. ünlü uyumu. ahenk kurmak * uyuşma sağlamak, anlaşma sağlamak. ahenk sağlamak * düzene sokmak, birliği sağlamak. ahenk tahtası * Telli çalgılardan üzerine teller gerilmiş bulunan kapak tahtası. ahenk vermek * düzeni, uyumu sağlamak. ahenk yapmak * çalgılıeğlence düzenlemek. ahenkleştirme * Ahenkleştirmek işi. ahenkleştirmek * Ahenk sağlamak. ahenkli * Uyumlu, düzenli.
* Eğlenceli.ahenklilik * Ahenkli olma durumu, uyumluluk. ahenksiz * Uyumsuz, düzensiz.
* Eğlencesiz.ahenksizlik * Uyumsuzluk, düzensizlik. ahenktar * Ahenkli. aheste * Yavaş, ağır. aheste aheste * Yavaşyavaş, ağır ağır, usul usul. aheste beste * Yavaşyavaş, ağır ağır. ahfat * Torunlar, soy. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 23
ağır kaçmak * gücendirici olmak. ağır kayba uğramak * maddî ve manevî büyük zarar görmek. ağır kayıp * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp.
* Maddî zarar.ağır küre * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer. ağır ol! * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!.
* acele etme, yavaşol!.ağır oturmak * uslu durmak. ağır para cezası * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası. ağır sanayi * Üretim araçlarıyapan sanayi. ağır satmak * nazlanmak, gönülsüz davranmak. ağır sıklet * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık. ağır söylemek * acı, dokunaklı, sözler söylemek. ağır söz * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz. ağır su * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine
döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO).ağır top * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse. ağır uyku * Uyanılması güç, derin uyku. ağır vasıta * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç. ağır vasıta ehliyeti * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi. ağır yağ * Kalın yağ. ağırbaşlı * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî. ağırbaşlılık * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet. ağırca * Oldukça ağır. ağırdan * Ağır olarak. ağırdan almak * bir işi gereken süre içinde bitirmemek.
* bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.ağırkanlı * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan
kişilik tipi.
* Bkz. ağır canlı.ağırkanlılık * Ağırkanlı olma durumu. ağırlama * Ağırlamak işi, ikram, izaz.
* Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava.ağırlamak * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek. ağırlanma * Ağırlanmak işi. ağırlanmak * Ağırlamak işine konu olmak. ağırlaşma * Ağırlaşmak durumu. ağırlaşmak * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak.
* (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
* Yavaşlamak.
* (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak.
* Ağırbaşlı olmak.
* (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
* Güçleşmek, zorlaşmak.
* (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.ağırlaştırma * Ağırlaştırmak işi. ağırlaştırmak * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak. ağırlatma * Ağırlatmak işi. ağırlatmak * Ağırlamak işini yaptırmak. ağırlığınca altın değmek * çok değerli olmak. ağırlığını(ortaya) koymak * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek. ağırlık * Ağır olma durumu.
* Değerli olma durumu.
* Ağırbaşlılık.
* Tehlikeli olma durumu.
* Sıkıntılı, bunaltıcıdurum.
* Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri.
* Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın.
* Uyuşukluk ve gevşeklik durumu.
* Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum.
* Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke.
* Takı.
* Yük, külfet.
* Sorumluluk.
* Etki, yetki, baskı, güçlük.
* Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak.
* Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne.
* Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer
tanınması.ağırlık basmak (veya çökmek) * gevşeklik ve uyku gelmek.
* (uykuda) sıkıntılıduruma girmek.
* Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak.ağırlık merkezi * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet
durumundaki bileşkenin uygulama noktası.
* Bir işin en önemli bölümü.ağırlık olmak * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek. ağırlıklı * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan
(değer).ağırsama * Ağırsamak hareketi. ağırsamak * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak.
* Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
* Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek.ağırşak * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya
kemik parça.
* Teker biçiminde yassınesne, kurs.ağırşaklanma * Ağırşaklanmak işi veya durumu. ağırşaklanmak * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak. ağış * Ağmak işi veya biçimi.
* (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı.ağıt * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük
felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.
* Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama.ağıt yakmak (veya tutturmak) * ağıt söylemek, ağıt düzmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 25
ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek. ağızlama * Ağızlamak işi. ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
* Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
* Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek. ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu. ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak. ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan. ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
* Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
* Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
* Kuyu bileziği.
* Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
* Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
* (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
* Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
* Bir şeyin başladığıyer.
* Huni.ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse. ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde. ağızsıl * Ağızla ilgili. ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü. ağızsız * Ağzı olmayan.
* Yumuşak huylu, sessiz.ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan. ağlama * Ağlamak işi. ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
* Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
* Sızlanmak, yakınmak.
* Bir duruma karşıüzüntü duymak.ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz. ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü. ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek. ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
* Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez. ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı. ağlanma * Ağlanmak işi. ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak. ağlantı * Hafif hafif ağlama. ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır. ağlaşma * Ağlaşmak işi. ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
* Sızlanmak.ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek. ağlatı * Trajedi. ağlatıcı * Ağlamaya yol açan. ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi. ağlatma * Ağlatmak işi. ağlatmak * Ağlamasına yol açmak. ağlaya ağlaya * Ağlayarak. ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz. ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı. ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi. ağlı * Ağı bulunan. ağma * Ağmak işi.
* Akan yıldız, şahap.ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
* Yükselmek, yukarıçıkmak.ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi. ağnama * Ağnamak işi. ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse. ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar. ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı. ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç). ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi. ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 21
ağaç sansarı * Sansargillerden, sırtıkoyu esmer, karnıdaha açık, iyi tırmanan, postu değerli bir memeli türü (Martes
martes).ağaç yaşiken eğilir * çocuklar küçük yaşta kolay eğitilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez. ağaççık * Taflan gibi, dallarıdibinden başlayarak çatallanan küçük ağaç. ağaççılık * Ağaç yetiştirme işi. ağaçdelen * Yuva yapmak için ağaçları oyan böcek. ağaçkakan * Serçegillerden, ağaç kurtları ile geçinen bir kuş(Picus). ağaçkesen * Zar kanatlılardan, kurtçuklarıen çok gül fidanlarıüzerinde yaşayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
böcek (Hylotoma).ağaçlama * Ağaçlamak işi. ağaçlamak * Ağaçlandırmak. ağaçlandırılma * Ağaçlandırılmak işi. ağaçlandırılmak * Ağaçlıduruma getirilmek. ağaçlandırma * Ağaçlandırmak işi. ağaçlandırmak * Bir yeri ağaçlıduruma getirmek. ağaçlanma * Ağaçlanmak işi. ağaçlanmak * Ağaçlıduruma gelmek. ağaçlaşma * Ağaçlaşmak durumu.
* Bitki şekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
tabiî desen.ağaçlaşmak * Ağaç durumuna gelmek. ağaçlı * Ağacı olan. ağaçlık * Ağaç öbeği.
* Ağacı bol olan (yer).ağaçlıklı * Ağaçları bol olan (yer). ağaçsı * Ağaca benzeyen, ağacıandıran. ağaçsız * Ağacı olmayan. ağalanma * Ağalanmak işi. ağalanmak * Ağa tavrıtakınarak çalım yapmak. ağalık * Ağa olma durumu.
* Kibar ve cömertçe davranış.-ağan / -eğen * Fiilden sıfat ve isim yapma eki: yat-ağan, gez-eğen, ol-ağan, dur-ağan, piş-eğen vb. ağanın alnıterlemezse ırgadın burnu kanamaz * işveren işçisi ile birlikte çalışmazsa işçi işe var gücüyle sarılmaz. ağanın eli tutulmaz * cömertliği, elinin açıklığı, tartışılmaz. ağarık * Aklaşmış, rengi solmuş. ağarma * Ağarmak işi.
* Tan atma, şafak sökme.ağarmak * Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
* Aydınlanmak.ağartı * Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
* Süt, yoğurt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.ağartılma * Ağartılmak işi. ağartılmak * Temizlenmek, beyazlatılmak. ağartma * Ağartmak işi.
* Kuyumculukta gümüşü temizleme işi.ağartmak * Ak duruma getirmek, beyazlatmak. ağbeneklilik * Arpa bitkisinde görülen mantar hastalığı(Pyrenophora). ağcı * Ağile balık tutarak geçinen kimse. ağcık * Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kın. ağcılık * Ağile balık tutma. ağda * Kaynatılarak çok koyu ve yapışkan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu şeker eriyiği. ağda yapmak * vücuttaki fazla tüyleri ağda ile almak, temizlemek. ağdacı * Şeker, tatlıve helva yapımında ağda hazırlayan işçi.
* Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kıllarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.ağdalanma * Ağdalanmak işi. ağdalanmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalaşmaya başlamak.
* Ağda bulaşmak.ağdalaşma * Ağdalaşmak durumu. ağdalaşmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalanmak.
* (sohbet) Tam tadına varılır durum almak, koyulaşmak.ağdalaştırma * Ağdalaştırmak işi. ağdalaştırmak * Ağda durumuna getirmek. ağdalı * Ağdalanmış.
* (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaşılması güç, dolambaçlıcümlelerden oluşan.
* Karmaşık. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 24
ağıtçı * Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimse, sağucu. ağıtçılık * Ağıtçının işi veya mesleği. ağıtlama * Ölmüşleri anmak için düzenlenen törende okunan övgü. ağız * Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
boşluk.
* Bu boşluğun dudaklarıçevrelediği bölümü.
* Kapların veya içi boşşeylerin açık yanı.
* Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
* Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açık yanı.
* Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
* Kesici aletlerin keskin yanı.
* Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyişözelliği.
* Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği.
* Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
* Bazen “kez” anlamına gelir.
* Üslûp, ifade özelliği.
* (tehlikeli şeyler için) Pek yakın yer.ağız * Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü. ağız açmak * söz söylemek, konuşmak.
* azarlamak, paylamak.ağız açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak. ağız açtırmamak * çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak. ağız ağıza * ağzına kadar, tamamen. ağız ağıza vermek (veya konuşmak) * iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak. ağız alışkanlığı * Çok söylendiği için bir sözü sık sık kullanma durumu. ağız aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak. ağız birliği * Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma, söz birliği. ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynışekilde konuşmak, söz birliği etmek. ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek. ağız burun birbirine karışmak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
* yüzde aşırıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumların izleri görünmek.ağız dalaşı * Ağız kavgası, karşılıklıatışma, bağrışma, dil dalaşı. ağız değişikliği * Yemeğin çeşidinde değişiklik. ağız değiştirmek * önce söylediğini başka türlü anlatmak. ağız dil vermemek * hiç konuşmamak, susmak. ağız dolusu * Ağzın alabileceği kadar.
* (küfür için) Birbiri ardınca, birçok.ağız kâhyası * Birinin söyleyeceği sözlere karışan kimse. ağız kalabalığı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler. ağız kalabalığına getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak.
* söz söyleme becerisine sahip olma.ağız kavafı * Karşısındakini kandırmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen. ağız kavgası * Karşılıklıağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, dil kavgası. ağız kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranışları, istekleri, sözleri. ağız kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacına göre değiştirmek. ağız nişanı * Yalnız sözle yapılan nişanlanma. ağız satmak * yüksekten atarak kendini övmek. ağız şakası * Sözle yapılan şaka. ağız tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlık. ağız tadıyla * huzurla, rahatlık içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak. ağız tamburasıçalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak. ağız tatsızlığı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk. ağız tıkamak * konuşma imkânıvermemek. ağız tüfeği * Mermileri şiddetle üflenerek fırlatılan bir çeşit tüfek taslağı. ağız tütünü * Keyif için ağızda çiğnenen bir tür tütün. ağız ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çıkan ünlü, ağızsıl ünlü. ağız yapmak * birini kandırma, yanıltma amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde
konuşmak.ağız yaymak * açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak. ağız yer, yüz utanır * armağan alan, armağanıverenin isteğini yerine getirmeye çalışır. ağız yoklamak * Bkz. ağız aramak. ağızda dağılmak * (genellikle hamur işi için) iyi pişmişve lezzetli olmak. ağızda sakız gibi çiğnemek * bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak. ağızdan * Yazılı olmayarak, sözle, sözlü, şifahî. ağızdan ağıza * Herkes birbirine söyleyerek. ağızdan ağza dolaşmak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek. ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın * “insanın kendi yararıher şeyden önemlidir” anlamında kullanılır. ağızdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzından doldurulan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 20
agucuk * Süt çocuğu.
* Süt çocuğunu sevmek için söylenir.agulama * Agulamak işi.
* Yeni doğmuş bebeklerin çıkardığıses.agulamak * (bebek) Agu agu diye ses çıkarmak. aguş * Kucak. ağ * İplik, sicim, tel gibi ince şeylerden kafes biçiminde yapılmışörgü.
* Örümcek gibi birtakım hayvanların salgılarıyla oluşturduklarıörgü.
* Ülke yüzeyine yaygınlaştırılmışörgü, şebeke.
* Tuzak.
* Oyun alanını ortadan ikiye bölen iple yapılmışörgü.
* Çaprazlama örgü ile yapılan ve kale direkleri arkasına gerilen örgü, file.ağ * Donun veya pantolonun apışarasına gelen yeri, apışlık. ağatmak (veya bırakmak) * balık avlamak için denize ağsalmak. ağbenek * Açıklıkoyulu kahverengi ağgörünüşünde olan, arpa yapraklarına yerleşerek oldukça önemli zararlara yol
açan asklımantar.
* Bu mantarın ortaya çıkardığıekin hastalığı.ağçekmek * yakalanan balıklarıtoplamak için ağısudan çıkarmak. ağiğnesi * Ağın örülmesinde kullanılan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapılmışalet. ağipliği * Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapımında kullanılan iplik. ağkayığı * Balık ağlarınıtaşıyan kayık. ağkepçe * Balıkçılıkta kullanılan, ağdan örülerek yapılan uzun saplısepet. ağkurdu * En çok elma ve erik gibi yemişağaçlarına zarar veren bir kurt. ağkurşunu * Balık ağlarınısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeği biçiminde delikli kurşun madde. ağmantarlar * İnsan ve hayvanlarda hastalığa yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu. ağtabaka * Göz yuvarlarının iç yüzeyinde görme sinirinin yayılması ile beliren, ışığa duyarlı, ağımsı bölüm, retina. ağtonos * Gotik mimaride kullanılmış, ağbiçiminde parçalıtonos. ağtorba * 25 cm genişliğinde ve 50 cm uzunluğunda ağdan yapılmışkırmızıyosunların suya dalınarak avlamada
kullanılan, bir ip ve kayıktaki makara yardımı ile suyun yüzeyine çıkıp inebilen bir torba.ağyatak * Hamak. ağa * Kırlık kesimde geniştoprakları olan, sözü geçen, varlıklıkimse.
* Halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen san.
* Büyük kardeş, ağabey.
* Okur yazar olmayan yaşlıca kişilerin adlarıyla birlikte kullanılan san.
* Osmanlıİmparatorluğunda bazıkuruluşların başında bulunanlara verilen resmî san.ağa borç eder, uşak harç * ağa para sıkıntısı içinde olup borç etse de, uşak, hâlden anlamaz ve bol harcamayısürdürür. ağa kapısı * Yeniçeri ağasının dairesi. ağa yamağı * Yeniçeri ağasına bağlıemir çavuşu. ağababa * Dede, ata.
* Sanı”ağa” olan babaya çocuğunun seslenişi.
* Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse).ağabey * Bir kimsenin kendinden yaşça büyük olan erkek kardeşi.
* Kardeşolmayanlar arasında da genellikle yaşça büyük olanlara bir saygıseslenişi olarak kullanılır.ağabeylik * Ağabey olma durumu. ağabeylik etmek (veya yapmak) * Birini ağabey gibi korumak, gözetmek. ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur * çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler. ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz * davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısıyok. ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür * insan yapacağı işte başkalarına değil, kendine güvenmelidir. ağacıkurt, insanıdert yer * kurt ağacınasıl içten içe kemirirse dert de insanı içten içe yer bitirir. ağaç * Gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki.
* Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dallarından yapılan.
* Direk.ağaç arısı * Düzgün kanatlı, kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlısı. ağaç balı * Erik, kayısı gibi ağaçlardan sızan zamk. ağaç biti * Yarım kanatlılardan, bitkiler üzerinde yaşayan, sıçrayıcı bir böcek türü (Psylla). ağaç çileği * Ahududu. ağaç ebegümeci * Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere). ağaç kaplama * Konut duvarlarınıyalıtma ve güzelleştirme amacıyla ağaç veya ağaç ürünlerinden yararlanılarak yapılan
kaplama.ağaç kavunu * Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, taç yapraklarımavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus
medica).
* Bu ağacın iri bir limon görünüşündeki buruşuk kabuklu yemişi.ağaç kurbağası * Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sırtıyaprak yeşili, ağaçlara tırmanan bir kurbağa türü (Hyla arborea). ağaç kurdu * Ağaçlarıkemirerek beslenen birtakım sinek kurtçuklarına verilen ad. ağaç küpesi * Hatmi. ağaç mantarı * Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad. ağaç minesi * Mine çiçeğigillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kırmızı, mor çiçekli bir ağaççık (Lantana). ağaç mobilya * Oturma, yemek yeme, çalışma, yatma vb. işlerin yapılmasında kolaylık ve rahatlık sağlayan, parçalarının
büyük çoğunluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapılan, taşınabilir veya sabit olarak kullanılan eşya.ağaç nemi * Ağaçta bulunan su miktarının, aynıağacın mutlak kuru ağırlığına oranı. ağaç olmak * bir yerde ve ayakta çok beklemek. ağaç oyma * Oyma baskısanatlarından düz bir baskıtekniği. ağaç sakızı * Reçine. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 27
ağzısulanmak * imrenmek. ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak. ağzıteneke kaplı(olmak) * çok sıcak veya çok acışeyleri kolaylıkla içebilen veya yiyebilenler için şaka yollu söylenir. ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır. ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde.
* konuşmayan, derdini anlatamayan.ağzıvarmamak * söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek. ağzıyanmak * o şeyden büyük zarar görmek. ağzına (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlıdavranmak. ağzına (veya diline) sağlık * bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenir. ağzına (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çıkar göstererek susturmak. ağzına abdestle almak * o kişiyi anarken çok saygılıdavranmak. ağzına almak * söylemek. ağzına almamak * adınıağzına almamak. ağzına almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek. ağzına atmak * yemek için ağza koymak. ağzına bakakalmak * sözlerine hayran olmak. ağzına baktırmak * kendini zevk ile dinletmek. ağzına bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak. ağzına bir şey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir şey yememek.
ağzına bir zeytin verir, altına (veya ardına) tulum tutar.
* yaptığıküçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.ağzına burnuna bulaştırmak * bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak. ağzına düşmek * çok yaygın olarak bilinip konuşulmak. ağzına etmek * haddini bildirmek. ağzına geldiği gibi * önünü sonunu düşünmeden. ağzına geleni söylemek * nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcısözler söylemek.
* çok ve düşüncesizce konuşmak.ağzına gem vurmak * susturmak, söyletmemek. ağzına kadar * boşyeri kalmayacak biçimde. ağzına kilit takmak (veya vurmak) * susturmak. ağzına koymamak * yememek veya içmemek. ağzına lâyık * bir yiyeceğin tadıanlatılırken “sen de yesen, beğenirsin” anlamı ile söylenir. ağzına sakız olmak * dedikodusuna konu olmak. ağzına sürmemek * bir şeyden hiç yememek. ağzına taşalmış * söze karışmayıp susanlar için kullanılır. ağzına tıkamak * susturmak, fazla konuşmasına engel olmak. ağzına tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek.
* birine benzemek.ağzına verilmesini beklemek (veya istemek) * çalışmayıp, işlerinin başkalarıtarafından yapılmasını beklemek. ağzına vur, lokmasınıal * yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında bir atasözüdür. ağzına yakışmamak * söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak. ağzında bakla ıslanmamak * hiç sır saklamamak. ağzında bırakmak * Bkz. lâf ağzında kalmak. ağzında büyümek * sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak. ağzında gevelemek * açıkça söylememek. ağzında yaşkalmamak * bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak. ağzından * birisinden dinleyerek.
* adına.ağzından baklayıçıkarmak * Bkz. baklayıağzından çıkarmak. ağzından bal akmak * çok tatlıkonuşmak. ağzından çıkanı(veya çıkan sözü) kulağıduymamak (işitmemek) * sözlerini tartmadan söylemek. ağzından çıkmak * bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek,söylemiş bulunmak. ağzından çıt çıkmamak * hiçbir şey söylememek. ağzından dirhemle çıkmak * çok az konuşmak. ağzından dökülmek * açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 22
ağdalık * Pekmez yapmaktan başka işe yaramayan üzüm. ağdırma * Ağdırmak işi. ağdırmak * Ağmasına sebep olmak.
* Aşağı inmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanıağır gelmek.ağı * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen
madde, zehir.ağıağacı * Zakkum. ağıçiçeği * Zakkum. ağı gibi * acıveren, çok etkileyen.
* çok sert, keskin.ağı otu * Baldıran. ağıl * Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği, çit veya duvarla çevrili yer.
* Bazıyıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen genişve aydınlık teker, ayla, hale.
* Bazı görüntülerdeki çok ışıklıcisimleri çevreleyen ışıklıteker.ağılama * Ağıverme, zehirleme. ağılamak * Ağıvermek, zehirlemek.
* (bir şeye), Ağıkatmak.ağılandırma * Ağılandırmak işi. ağılandırmak * Ağılıduruma getirmek. ağılanma * Ağılanmak işi. ağılanmak * Bilmeden veya farkında olmadan zehirli bir şey yemek veya içmekle zehirlenmek. ağılaşma * Ağılaşmak durumu. ağılaşmak * Ağılıduruma gelmek. ağılda oğlak doğsa ovada otu biter * Tanrıher yarattığının rızkınıverir. ağılı * İçinde ağı bulunan, zehirli. ağılı böcek * Kın kanatlılardan, başka böcekleri yemesi bakımından yararlı bir böcek. (Carabus). ağıllanma * Ağıllanmak durumu. ağıllanmak * Toplanıp bir arada durmak.
* Çevresinde ağıl denen hale oluşmak, halelenmek.ağım * Ayağın üstündeki tümsek yer. ağımlı * Üstü aşırıtümsek olan (ayak). ağına düşürmek * tuzağına düşürmek. ağınma * Ağınmak işi. ağınmak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. ağır * Tartıda çok çeken, hafif karşıtı.
* Davranışlarıyavaşolan.
* Değeri çok olan, gösterişli.
* Çapı, boyutları büyük.
* Çetin, güç.
* Tehlikeli, korkulu, vahim.
* Sıkıntıveren, bunaltıcı.
* Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı.
* Yavaş.
* Ağırbaşlı, ciddî.
* (koku için) Keskin, boğucu.
* (yiyecek için) Sindirimi güç.
* Yoğun.
* (uyku için) Uyanılması güç, derin.
* Kısık, alçak.
* Güç işiten, sağır.
* Ağır siklet.ağır ağır * Acele etmeden.
* Fazlasıyla.ağır aksak yürümek (veya gitmek) * pek yavaşolarak. ağır almak * bir işte yavaşdavranmak. ağır araç * Ağır vasıta. ağır ayak * Doğurmasıyakın (gebe kadın). ağır basmak * ağırlığıfazla gelmek.
* bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.ağır basmak * gücü, etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak.
* bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.ağır basmak * bir kimse kâbusa uğramak. ağır canlı * Çok yavaşişyapan, çevik olmayan.
* Varlığısıkıntıveren sevimsiz.
* Tembel.
* Gebe (kadın).ağır canlılık * Hareketlerin yavaşolması, hımbıllık, tembelce davranış biçimi. ağır ceza * Ağır hapis ve beşyıldan yukarı olan hapis cezaları. ağır çekmek * tartıda ağır gelmek. ağır durmak * ciddî, ağırbaşlı, oturaklı, soğukkanlı hareket etmek. ağır elli * Bkz. eli ağır. ağır ellilik * Eli ağır olma durumu. ağır ezgi * Çok ağır, yavaşyavaş, ahenkli. ağır gelmek * gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
* yapılması güç gelmek.ağır hapis cezası * 2-24 yıl veya ömür boyu hapis cezası. ağır hastalık * Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalık. ağır hidrojen * Döteryum. ağır iş * Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş. ağır işitmek (veya duymak) * kulakları iyi işitmemek, kulaklarıaz işitmek.