ahlâksızca | * Ahlâksız biçimde veya tarzda. |
ahlâksızlık | * Ahlâksız olma durumu. * Ahlâk kurallarına uymama, ahlâksızca davranış. |
ahlâksızlık etmek | * ahlâksızca davranmak. |
ahlama | * Ahlamak işi. |
ahlamak | * İç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çıkarmak. |
ahlat | * Gülgillerden, kendi kendine yetişen, üzerine armut aşılanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster). * Bu ağacın, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştıktan sonra yenilebilen yemişi. * Kaba adam, yol iz bilmez kimse. |
ahlât | * Bir karışım içindeki parçalar, ögeler. * Beden yapısının temelini oluşturan ögeler. |
ahlâtıerbaa | * Bedende bulunduğu var sayılan dört öge. |
ahlatın (veya armudun) iyisini (dağda) ayılar yer | * kendilerine yakışmayan güzel bir şeyi eline geçirenler için kullanılır. |
ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez | * ahmağa gereğinden çok ilgi gösterirseniz sizi sık sık uğraştırır. |
ahmak | * Aklını gereği gibi kullanamayan, bön, budala, aptal. |
ahmak yerine koymak | * bir kimseye aptalmış, anlamazmışgibi davranmak. |
ahmakça | * Biraz ahmak. * (ahmak’ça) Ahmağa yakışır nitelikte, aptalca. |
ahmakıslatan | * Yavaşyavaşve ince ince yağan yağmur, çisenti. |
ahmaklaşma | * Ahmaklaşmak durumu. |
ahmaklaşmak | * Ahmak duruma gelmek, aptallaşmak. * Bir an için şaşalayıp bocalamak. |
ahmaklaştırma | * Ahmaklaştırmak işi. |
ahmaklaştırmak | * Ahmaklaşmasına sebep olmak, aptallaştırmak. |
ahmaklık | * Zekâsıaz gelişmişolma durumu, budalalık, anlayışsızlık, akılsızlık. |
ahraz | * Dilsiz, sağır ve dilsiz. |
ahret | * Dinî inanışa göre, insanın öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağıve Tanrı’ya hesap vereceği yer, öbür dünya. |
ahret adamı | * Dünya işlerinden el çekip sürekli ibadetle uğraşan kimse. |
ahret kardeşi | * İnanç ve ibadette birbirinden ayrılmayan ve bu ilişkiyi ahrette de sürdüreceklerini düşünen kadınlara verilen ad. |
ahret suali | * Gereksiz ve usandırıcısoru. |
ahret yolculuğu | * Ölüm. |
ahreti (veya öbür dünyayı) boylamak | * ölmek. |
ahretini yapmak (veya zenginleştirmek) | * hayır işleri yaparak sevap kazanmak. |
ahretlik | * Besleme kız. * Ahret kardeşi olan kadınlardan her biri. |
ahrette on parmağıyakasında olmak | * kendisine karşısorumlu olan kimseden ahrette davacı olmak. |
ahşa | * İnsanın veya hayvanın göğsü ve karnı içindeki organlar, bağırsak, ciğer gibi şeyler. |
ahşap | * Ağaçtan, tahtadan yapılmış. |
ahtapot | * Kafadan bacaklılardan, dokunaçlı bir mürekkep balığıtürü (Octopus). * Genellikle burun zarıüzerinde çıkan bir çeşit ur, polip. |
ahtapot gibi | * sırnaşık, yapışkan kimse. * sömürmek amacıyla birçok işe, konuya el atan, yayılan. |
ahu | * Ceylan, karaca. * Güzel, ince, zarif kadın. |
ahu gibi | * çok güzel, çekici. |
ahu gözlü | * Güzel gözleri olan. |
ahu parçası | * Çok güzel, çekici. |
ahududu | * Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus). * Bu bitkinin duta benzeyen, kırmızırenkli, sulu ve kokulu yemişi, ağaç çileği. |
ahval | * Durumlar, hâller, vaziyetler. * Davranışlar. * Olaylar. |
ahzetme | * Ahzetmek işi. |
ahzetmek | * Almak, kabul etmek. |
ahzüita | * Alışveriş, alım satım, aksata. |
ahzükabz | * Kendine mal etme. |
aidat | * Ödenti. * Kesenek. |
aidiyet | * Ait olma durumu, ilişkinlik. |
aile | * Evlilik ve kan bağına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeşler arasındaki ilişkilerin oluşturduğu toplum içindeki en küçük birlik. * Karı, koca ve çocuklardan oluşan topluluk. * Aynısoydan gelen kimseler zinciri. * Aralarında kandaşlık veya hısımlık bulunan kimselerin tümü. * Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü. * Eş, karı. * Aynı gaye üzerinde anlaşan ve birlikte çalışan kimselerin bütünü. * Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğu. |
aile adı | * Soyadı. |
aile bahçesi | * Ailelerin rahatlıkla gidebileceği, genellikle içkisiz yer. |
aile bütçesi | * Kısa bir süre içinde bir işçinin veya işçi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değişmeleri belirlemek amacıyla yapılan istatistik çalışması. |
aile dostu | * Ailece tanışılan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakın. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 31
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 32
aile gazinosu * Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğlendikleri yer. aile hayatı * Aile bireylerinin bütün işlerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu. aile hukuku * Aileyi oluşturan kişilerin karşılıklıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı. aile meclisi * Aile makamının görevini yerine getiren kan veya soy hısımlarından en az üç kişiden oluşan heyet. aile ocağı * Ailenin kurduğu, yerleştiği, geliştirdiği ev. aile plânlaması * Ailede çocuk edinmeyi sınırlama, doğum kontrolu. aile reisi * Kanunlara göre aile yükümlülüğünü taşıyan kimse. aile saadeti * Genellikle karı, koca bazen de büyükler ve çocuklar arasındaki uyum, anlaşma, sevgi ve hoşgörü. ailece * Bütün aile birlikte. ailecek * Ailece. ailelik * Aile sayısının bütünü. ailesiz * Ailesi olmayan. ailevî * Aile ile ilgili. ait * İlgilendiren, ilişkin, ilişik, ilgili, için, -e düşen. ait olmak * ilgilendirmek, birinin olmak, birine düşmek. ajan * Bir devlet veya kuruluşun gizli amaçları için çalışan kimse, casus.
* Bir kimsenin, bir ortaklığın veya bir devletin bazı işlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.ajanda * Unutulmaması için gerekli notlarıyazmaya yarayan takvimli defter, andaç. ajanlık * Ajan olma durumu.
* Ajanın görevi.ajans * Haber toplama ve yayma işiyle uğraşan kuruluş.
* Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
* Bu işkollarının çalıştığı büro.ajitasyon * Ruhsal gerginliğin dışa vurması. ajur * Delikli örgü, gözenek. ajurlu * Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde işlenmiş bulunan, gözenekli. ak * Kar, süt gibi şeylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karşıtı.
* Bu renkte olan.
* Temiz namuslu.
* Sıkıntısız, rahat.
* Beyaz leke.
* Bazışeylerde beyaz bölüm.-ak / -ek * İsimden isim türeten ek (küçültme eki): baş-ak, ben-ek vb. -ak / -ek * Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb. -ak / -ek * Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bıç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb. ak ağa * Saraylarda hizmet gören hadım ağalarının beyaz ırktan olanı. ak Arap * Arap sözcüğü “zenci” anlamına da geldiğinden asıl Arapların söz konusu olduğu anlatılmak istenirken
kullanılır.ak basma * Ak su, perde, katarakt. ak basmak * Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek. ak benek * Gözün saydam tabakasında bir yara veya çı ban sonucunda oluşmuş, görmeyi derece derece azaltan beyaz
benek.ak demir * Dövme demir. ak don kara don geçitte belli olur * Bkz. akıkarası geçitte belli olur. ak düşmek * (saç ve sakal) tek tük ağarmaya başlamak. ak gözlü * Gözlerinin rengi pek açık olan ve nazarının hemen değdiğine inanılan (kimse). ak gün ağartır, kara gün karartır * mutlu bir yaşayışkişiyi dinç kılar, mutsuz bir yaşayışise yıpratır. ak kan * Lenf. ak kan yangısı * Adenit. ak koyunun kara kuzusu da olur * iyi bir aileden kötü bir çocuk da çıkabilir. ak köpek kara köpek geçit başında belli olur * kimin ne olduğu deney veya sınav sonunda anlaşılır. ak madde * Demet durumundaki sinir liflerinden oluşan beynin iç, omuriliğin dıştabakası. ak mıkara mıönüne düşünce görürsün * şimdiden boşuna düşünme, sonuç belli olduğu zaman anlarsın. ak pak * tertemiz.
* saçısakalıağarmış.ak pak * Bembeyaz, temiz, parlak. ak pas * Lâhana, turp, şalgam, karnabahar gibi bitkilerin kök dışındaki bütün bölgelerine yerleşebilen, özellikle
semiz otugillerde karşılaşılan yosunumsu mantar (Albugo candida).ak sakaldan yok sakala gelmek * çok yaşlanıp iyice kuvvetten düşmek. ak sülümen * Cıva ile klorun birleşimi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen. ak yazılı * Bahtlı, şanslı. ak yel * Güneyden esen rüzgâr, lodos. ak yem * İzmarit, istavrit, uskumru gibi balıkların beyaz etinden yapılan ve oltada kullanılan yem. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 33
ak yıldız * Çoban yıldızı. aka * Büyük kardeş, ağabey. akabe * Tehlikeli, sarp ve zor geçit. akabinde * Arkasından, hemen arkadan, ardından, hemen ardından. akacak kan damarda durmaz * herhangi bir zarar karşısında bunun kaçınılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir. akaç * Bir yerde birikip kalan sıvıları, bir işlem sonunda geriye kalan artıkları, gereksiz nesneleri dışarıya akıtmak
için kullanılan boru, oluk veya başka araç.
* Kanal, ark, su yolu.
* Yer altısu oluğu.akaçlama * Akaçlamak işi, tefcir, drenaj.
* Yer altısularınıtoplayan tesisat.akaçlamak * Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
* Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.akaçlatma * Akaçlatmak işi. akaçlatmak * Akaçlama işini yaptırmak. akademi * Bilginler, yazarlar, sanatçılar kurulu.
* Yüksek okul.
* Çıplak modelden yapılmışinsan resmi.akademici * Kurallara bağlıresim ve heykel çalışmasıyapan kişi veya sanatçı. akademicilik * Resim veya heykel çalışmasında kurallara bağlılık. akademik * Akademi ile ilgili.
* Bilimsel niteliği olan.akademisyen * Akademi üyesi. akağaç * Gürgengillerin, kerestesinden yararlanılan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba). akait * Bir dinin öğrenilmesi gereken inançlarının ve tapınma kurallarının tümü veya bunlarıtoplayan kitap. akaju * Maun.
* Maundan yapılmış.akak * Akarsu yatağı, yatak, mecra.
* Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
* (su için) İvinti yeri.
* Eğimi, inişi fazla olan yer.akala * Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü. akamber * Özellikle amber balığının bağırsaklarından çıkarılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
olan bir taş.
* Sıcak üİkelerde yetişen bir ağaçtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.akamet * Kısırlık, verimsizlik.
* Başarısızlık, sonuçsuzluk.akamete uğramak * başarısız, sonuçsuz kalmak. akan sular durmak * itiraza, söyleyeceği söze yer kalmamak. akan yıldız * Güneşsistemine bağlı, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanlarına girince ateş
külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.akar * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk. akar amber * Asya ve Amerika’da yetişen, odunu ceviz ağacınınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağaç
(Liquidambar orientalis).akarca * Kemik veremi.
* Sürekli işleyen çı ban, fistül.
* Küçük akarsu.
* Kaplıca.akaret * Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk. akarlar * Tıknaz yapılı, gövdeleri halkasız, başları göğüsle birleşik, ağız yapılarıısırıcı, sokucu veya emici
örümceğimsiler takımı.akarsu * Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
* Tek sıra elmastan veya inciden gerdanlık.
* Kesintisi olmayan, aralıksız.akaryakıt * Benzin, gaz yağı, mazot gibi sıvıdurumunda olan yakacak. akaryakıt istasyonu * Benzin, gaz, motorin gibi yakıtların satıldığıyer. akasma * Düğün çiçeğigillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiştirilen sarılıcı bir bitki; yaban
asması, Meryem ana asması(Clematis vitalba).akasya * Baklagillerden, sıcak iklimlerde birçok çeşitleri yetişen ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
yararlanılan bir ağaç (Acacia).
* Baklagillerden, yurdumuzda yetişen bir süs ve gölge ağacı, salkım ağacı(Robinia pseudoacacia).akbaba * Akbabagillerden, başıve boynu çıplak olan, dağlık yerlerde yaşayan, leşle beslenen, çok yüksekten uçarak
keskin gözleriyle çok uzakları görebilen, iri ve yırtıcı bir kuş(Vultur monachus).
* İhtiyar.akbabagiller * Gündüz yırtıcılarıalt takımının, kanatları genişve büyük olan, iyi uçan büyük kuşları içine alan bir
familyası.akbakla * Kuru fasulye. akbalık * Sazangillerden, eti kılçıklı, yumurtası ile tarama yapılan bir balık (Leuciscus).
* Akya balığı.akbalıkçıl * Leyleksilerden, bataklık, ırmak ve göl kıyılarında yaşayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
alba).akbaş * Yazın kutup bölgelerinde yaşayan, kışın ılık kıyılara göçen, kısa ve ince gagalı, siyah bacaklıyabanî bir tür
kuş, deniz kazı(Bemicla).akbuğday * Kurak iklime dayanıklı, beyaz kabuklu, ekmeklik buğday. akburçak * Baklagillerden, burçağa yakın bir bitki cinsi (Lathyrus sativus). akciğer * Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organının temeli olan, sağlısollu iki parçalı
organ.akciğer göbeği * Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkasında bronş, sinir ve damarların girip çıktığıyer. akciğer kesecikleri * Akciğer lopçuğunun parçaları; bronşçukların son bölümü. akciğer lopçuğu * Birçok akciğer keseciğinin birleşerek oluşturduğu parça. akciğer peteği * Akciğerlerde solunumda gaz alışverişini sağlayan, hava borucuklarının sonunu oluşturan kesecik. akciğer zarı * Göğüs boşluğunun içini ve bu boşluğun içinde bulunan akciğerin dışınıkaplayan ince zar, plevra. akciğerliler * Karından bacaklıyumuşakçaların tek ciğerle soluk alan bir takımı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 21
ağaç sansarı * Sansargillerden, sırtıkoyu esmer, karnıdaha açık, iyi tırmanan, postu değerli bir memeli türü (Martes
martes).ağaç yaşiken eğilir * çocuklar küçük yaşta kolay eğitilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez. ağaççık * Taflan gibi, dallarıdibinden başlayarak çatallanan küçük ağaç. ağaççılık * Ağaç yetiştirme işi. ağaçdelen * Yuva yapmak için ağaçları oyan böcek. ağaçkakan * Serçegillerden, ağaç kurtları ile geçinen bir kuş(Picus). ağaçkesen * Zar kanatlılardan, kurtçuklarıen çok gül fidanlarıüzerinde yaşayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
böcek (Hylotoma).ağaçlama * Ağaçlamak işi. ağaçlamak * Ağaçlandırmak. ağaçlandırılma * Ağaçlandırılmak işi. ağaçlandırılmak * Ağaçlıduruma getirilmek. ağaçlandırma * Ağaçlandırmak işi. ağaçlandırmak * Bir yeri ağaçlıduruma getirmek. ağaçlanma * Ağaçlanmak işi. ağaçlanmak * Ağaçlıduruma gelmek. ağaçlaşma * Ağaçlaşmak durumu.
* Bitki şekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
tabiî desen.ağaçlaşmak * Ağaç durumuna gelmek. ağaçlı * Ağacı olan. ağaçlık * Ağaç öbeği.
* Ağacı bol olan (yer).ağaçlıklı * Ağaçları bol olan (yer). ağaçsı * Ağaca benzeyen, ağacıandıran. ağaçsız * Ağacı olmayan. ağalanma * Ağalanmak işi. ağalanmak * Ağa tavrıtakınarak çalım yapmak. ağalık * Ağa olma durumu.
* Kibar ve cömertçe davranış.-ağan / -eğen * Fiilden sıfat ve isim yapma eki: yat-ağan, gez-eğen, ol-ağan, dur-ağan, piş-eğen vb. ağanın alnıterlemezse ırgadın burnu kanamaz * işveren işçisi ile birlikte çalışmazsa işçi işe var gücüyle sarılmaz. ağanın eli tutulmaz * cömertliği, elinin açıklığı, tartışılmaz. ağarık * Aklaşmış, rengi solmuş. ağarma * Ağarmak işi.
* Tan atma, şafak sökme.ağarmak * Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
* Aydınlanmak.ağartı * Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
* Süt, yoğurt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.ağartılma * Ağartılmak işi. ağartılmak * Temizlenmek, beyazlatılmak. ağartma * Ağartmak işi.
* Kuyumculukta gümüşü temizleme işi.ağartmak * Ak duruma getirmek, beyazlatmak. ağbeneklilik * Arpa bitkisinde görülen mantar hastalığı(Pyrenophora). ağcı * Ağile balık tutarak geçinen kimse. ağcık * Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kın. ağcılık * Ağile balık tutma. ağda * Kaynatılarak çok koyu ve yapışkan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu şeker eriyiği. ağda yapmak * vücuttaki fazla tüyleri ağda ile almak, temizlemek. ağdacı * Şeker, tatlıve helva yapımında ağda hazırlayan işçi.
* Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kıllarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.ağdalanma * Ağdalanmak işi. ağdalanmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalaşmaya başlamak.
* Ağda bulaşmak.ağdalaşma * Ağdalaşmak durumu. ağdalaşmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalanmak.
* (sohbet) Tam tadına varılır durum almak, koyulaşmak.ağdalaştırma * Ağdalaştırmak işi. ağdalaştırmak * Ağda durumuna getirmek. ağdalı * Ağdalanmış.
* (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaşılması güç, dolambaçlıcümlelerden oluşan.
* Karmaşık. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 24
ağıtçı * Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimse, sağucu. ağıtçılık * Ağıtçının işi veya mesleği. ağıtlama * Ölmüşleri anmak için düzenlenen törende okunan övgü. ağız * Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
boşluk.
* Bu boşluğun dudaklarıçevrelediği bölümü.
* Kapların veya içi boşşeylerin açık yanı.
* Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
* Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açık yanı.
* Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
* Kesici aletlerin keskin yanı.
* Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyişözelliği.
* Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği.
* Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
* Bazen “kez” anlamına gelir.
* Üslûp, ifade özelliği.
* (tehlikeli şeyler için) Pek yakın yer.ağız * Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü. ağız açmak * söz söylemek, konuşmak.
* azarlamak, paylamak.ağız açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak. ağız açtırmamak * çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak. ağız ağıza * ağzına kadar, tamamen. ağız ağıza vermek (veya konuşmak) * iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak. ağız alışkanlığı * Çok söylendiği için bir sözü sık sık kullanma durumu. ağız aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak. ağız birliği * Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma, söz birliği. ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynışekilde konuşmak, söz birliği etmek. ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek. ağız burun birbirine karışmak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
* yüzde aşırıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumların izleri görünmek.ağız dalaşı * Ağız kavgası, karşılıklıatışma, bağrışma, dil dalaşı. ağız değişikliği * Yemeğin çeşidinde değişiklik. ağız değiştirmek * önce söylediğini başka türlü anlatmak. ağız dil vermemek * hiç konuşmamak, susmak. ağız dolusu * Ağzın alabileceği kadar.
* (küfür için) Birbiri ardınca, birçok.ağız kâhyası * Birinin söyleyeceği sözlere karışan kimse. ağız kalabalığı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler. ağız kalabalığına getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak.
* söz söyleme becerisine sahip olma.ağız kavafı * Karşısındakini kandırmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen. ağız kavgası * Karşılıklıağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, dil kavgası. ağız kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranışları, istekleri, sözleri. ağız kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacına göre değiştirmek. ağız nişanı * Yalnız sözle yapılan nişanlanma. ağız satmak * yüksekten atarak kendini övmek. ağız şakası * Sözle yapılan şaka. ağız tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlık. ağız tadıyla * huzurla, rahatlık içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak. ağız tamburasıçalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak. ağız tatsızlığı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk. ağız tıkamak * konuşma imkânıvermemek. ağız tüfeği * Mermileri şiddetle üflenerek fırlatılan bir çeşit tüfek taslağı. ağız tütünü * Keyif için ağızda çiğnenen bir tür tütün. ağız ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çıkan ünlü, ağızsıl ünlü. ağız yapmak * birini kandırma, yanıltma amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde
konuşmak.ağız yaymak * açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak. ağız yer, yüz utanır * armağan alan, armağanıverenin isteğini yerine getirmeye çalışır. ağız yoklamak * Bkz. ağız aramak. ağızda dağılmak * (genellikle hamur işi için) iyi pişmişve lezzetli olmak. ağızda sakız gibi çiğnemek * bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak. ağızdan * Yazılı olmayarak, sözle, sözlü, şifahî. ağızdan ağıza * Herkes birbirine söyleyerek. ağızdan ağza dolaşmak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek. ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın * “insanın kendi yararıher şeyden önemlidir” anlamında kullanılır. ağızdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzından doldurulan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 20
agucuk * Süt çocuğu.
* Süt çocuğunu sevmek için söylenir.agulama * Agulamak işi.
* Yeni doğmuş bebeklerin çıkardığıses.agulamak * (bebek) Agu agu diye ses çıkarmak. aguş * Kucak. ağ * İplik, sicim, tel gibi ince şeylerden kafes biçiminde yapılmışörgü.
* Örümcek gibi birtakım hayvanların salgılarıyla oluşturduklarıörgü.
* Ülke yüzeyine yaygınlaştırılmışörgü, şebeke.
* Tuzak.
* Oyun alanını ortadan ikiye bölen iple yapılmışörgü.
* Çaprazlama örgü ile yapılan ve kale direkleri arkasına gerilen örgü, file.ağ * Donun veya pantolonun apışarasına gelen yeri, apışlık. ağatmak (veya bırakmak) * balık avlamak için denize ağsalmak. ağbenek * Açıklıkoyulu kahverengi ağgörünüşünde olan, arpa yapraklarına yerleşerek oldukça önemli zararlara yol
açan asklımantar.
* Bu mantarın ortaya çıkardığıekin hastalığı.ağçekmek * yakalanan balıklarıtoplamak için ağısudan çıkarmak. ağiğnesi * Ağın örülmesinde kullanılan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapılmışalet. ağipliği * Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapımında kullanılan iplik. ağkayığı * Balık ağlarınıtaşıyan kayık. ağkepçe * Balıkçılıkta kullanılan, ağdan örülerek yapılan uzun saplısepet. ağkurdu * En çok elma ve erik gibi yemişağaçlarına zarar veren bir kurt. ağkurşunu * Balık ağlarınısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeği biçiminde delikli kurşun madde. ağmantarlar * İnsan ve hayvanlarda hastalığa yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu. ağtabaka * Göz yuvarlarının iç yüzeyinde görme sinirinin yayılması ile beliren, ışığa duyarlı, ağımsı bölüm, retina. ağtonos * Gotik mimaride kullanılmış, ağbiçiminde parçalıtonos. ağtorba * 25 cm genişliğinde ve 50 cm uzunluğunda ağdan yapılmışkırmızıyosunların suya dalınarak avlamada
kullanılan, bir ip ve kayıktaki makara yardımı ile suyun yüzeyine çıkıp inebilen bir torba.ağyatak * Hamak. ağa * Kırlık kesimde geniştoprakları olan, sözü geçen, varlıklıkimse.
* Halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen san.
* Büyük kardeş, ağabey.
* Okur yazar olmayan yaşlıca kişilerin adlarıyla birlikte kullanılan san.
* Osmanlıİmparatorluğunda bazıkuruluşların başında bulunanlara verilen resmî san.ağa borç eder, uşak harç * ağa para sıkıntısı içinde olup borç etse de, uşak, hâlden anlamaz ve bol harcamayısürdürür. ağa kapısı * Yeniçeri ağasının dairesi. ağa yamağı * Yeniçeri ağasına bağlıemir çavuşu. ağababa * Dede, ata.
* Sanı”ağa” olan babaya çocuğunun seslenişi.
* Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse).ağabey * Bir kimsenin kendinden yaşça büyük olan erkek kardeşi.
* Kardeşolmayanlar arasında da genellikle yaşça büyük olanlara bir saygıseslenişi olarak kullanılır.ağabeylik * Ağabey olma durumu. ağabeylik etmek (veya yapmak) * Birini ağabey gibi korumak, gözetmek. ağaca çıkan keçinin dala bakan oğlağı olur * çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler. ağaca çıksa pabucu yerde kalmaz * davranışlarına engel olacak hiçbir takıntısıyok. ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür * insan yapacağı işte başkalarına değil, kendine güvenmelidir. ağacıkurt, insanıdert yer * kurt ağacınasıl içten içe kemirirse dert de insanı içten içe yer bitirir. ağaç * Gövdesi odun veya kereste olmaya elverişli bulunan ve uzun yıllar yaşayabilen bitki.
* Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dallarından yapılan.
* Direk.ağaç arısı * Düzgün kanatlı, kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlısı. ağaç balı * Erik, kayısı gibi ağaçlardan sızan zamk. ağaç biti * Yarım kanatlılardan, bitkiler üzerinde yaşayan, sıçrayıcı bir böcek türü (Psylla). ağaç çileği * Ahududu. ağaç ebegümeci * Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere). ağaç kaplama * Konut duvarlarınıyalıtma ve güzelleştirme amacıyla ağaç veya ağaç ürünlerinden yararlanılarak yapılan
kaplama.ağaç kavunu * Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, taç yapraklarımavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus
medica).
* Bu ağacın iri bir limon görünüşündeki buruşuk kabuklu yemişi.ağaç kurbağası * Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sırtıyaprak yeşili, ağaçlara tırmanan bir kurbağa türü (Hyla arborea). ağaç kurdu * Ağaçlarıkemirerek beslenen birtakım sinek kurtçuklarına verilen ad. ağaç küpesi * Hatmi. ağaç mantarı * Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad. ağaç minesi * Mine çiçeğigillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiştirilen, kırmızı, mor çiçekli bir ağaççık (Lantana). ağaç mobilya * Oturma, yemek yeme, çalışma, yatma vb. işlerin yapılmasında kolaylık ve rahatlık sağlayan, parçalarının
büyük çoğunluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapılan, taşınabilir veya sabit olarak kullanılan eşya.ağaç nemi * Ağaçta bulunan su miktarının, aynıağacın mutlak kuru ağırlığına oranı. ağaç olmak * bir yerde ve ayakta çok beklemek. ağaç oyma * Oyma baskısanatlarından düz bir baskıtekniği. ağaç sakızı * Reçine. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 27
ağzısulanmak * imrenmek. ağzısüt kokmak * çok genç ve toy olmak. ağzıteneke kaplı(olmak) * çok sıcak veya çok acışeyleri kolaylıkla içebilen veya yiyebilenler için şaka yollu söylenir. ağzıtorba değil ki büzesin * herkesin dedikodu yapmasının önüne geçilemeyeceğini anlatır. ağzıvar, dili yok * pek sessiz, kendi hâlinde.
* konuşmayan, derdini anlatamayan.ağzıvarmamak * söylemeye, açıklamaya gönlü elvermemek. ağzıyanmak * o şeyden büyük zarar görmek. ağzına (veya diline) kira istemek * söylemesi beklenen şeyi söylemekte nazlıdavranmak. ağzına (veya diline) sağlık * bir sözü yerinde söyleyen kişilere söylenir. ağzına (veya önüne) bir kemik atmak * birini küçük bir çıkar göstererek susturmak. ağzına abdestle almak * o kişiyi anarken çok saygılıdavranmak. ağzına almak * söylemek. ağzına almamak * adınıağzına almamak. ağzına almamak * söz konusu etmemek, anmamak, söylememek. ağzına atmak * yemek için ağza koymak. ağzına bakakalmak * sözlerine hayran olmak. ağzına baktırmak * kendini zevk ile dinletmek. ağzına bir parmak bal çalmak * birini tatlısözlerle veya çeşitli hediyelerle bir süre için kandırmak, oyalamak. ağzına bir şey (veya bir çöp) koymamak * hiçbir şey yememek.
ağzına bir zeytin verir, altına (veya ardına) tulum tutar.
* yaptığıküçük iyiliklere karşılık büyük çıkar bekler.ağzına burnuna bulaştırmak * bir işi beceremeyip berbat etmek, bozmak. ağzına düşmek * çok yaygın olarak bilinip konuşulmak. ağzına etmek * haddini bildirmek. ağzına geldiği gibi * önünü sonunu düşünmeden. ağzına geleni söylemek * nezaket dışına çıkarak ağır ve kırıcısözler söylemek.
* çok ve düşüncesizce konuşmak.ağzına gem vurmak * susturmak, söyletmemek. ağzına kadar * boşyeri kalmayacak biçimde. ağzına kilit takmak (veya vurmak) * susturmak. ağzına koymamak * yememek veya içmemek. ağzına lâyık * bir yiyeceğin tadıanlatılırken “sen de yesen, beğenirsin” anlamı ile söylenir. ağzına sakız olmak * dedikodusuna konu olmak. ağzına sürmemek * bir şeyden hiç yememek. ağzına taşalmış * söze karışmayıp susanlar için kullanılır. ağzına tıkamak * susturmak, fazla konuşmasına engel olmak. ağzına tükürmek * birini küçültmek üzere küfür olarak kullanılan uygunsuz sözler sarf etmek.
* birine benzemek.ağzına verilmesini beklemek (veya istemek) * çalışmayıp, işlerinin başkalarıtarafından yapılmasını beklemek. ağzına vur, lokmasınıal * yumuşak huylu kimseye her istenileni kolaylıkla yaptırabilme anlamında bir atasözüdür. ağzına yakışmamak * söylemesi ayıp kaçmak, uygun düşmemek, yakışık almamak. ağzında bakla ıslanmamak * hiç sır saklamamak. ağzında bırakmak * Bkz. lâf ağzında kalmak. ağzında büyümek * sevmediğinden veya içi almadığından yutamamak. ağzında gevelemek * açıkça söylememek. ağzında yaşkalmamak * bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak. ağzından * birisinden dinleyerek.
* adına.ağzından baklayıçıkarmak * Bkz. baklayıağzından çıkarmak. ağzından bal akmak * çok tatlıkonuşmak. ağzından çıkanı(veya çıkan sözü) kulağıduymamak (işitmemek) * sözlerini tartmadan söylemek. ağzından çıkmak * bir sözü istemeden, farkına varmadan söylemek,söylemiş bulunmak. ağzından çıt çıkmamak * hiçbir şey söylememek. ağzından dirhemle çıkmak * çok az konuşmak. ağzından dökülmek * açıkça söylemekten çekindiği şey, konuşmasından belli olmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 22
ağdalık * Pekmez yapmaktan başka işe yaramayan üzüm. ağdırma * Ağdırmak işi. ağdırmak * Ağmasına sebep olmak.
* Aşağı inmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanıağır gelmek.ağı * Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarına göre canlıyıöldürebilen
madde, zehir.ağıağacı * Zakkum. ağıçiçeği * Zakkum. ağı gibi * acıveren, çok etkileyen.
* çok sert, keskin.ağı otu * Baldıran. ağıl * Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği, çit veya duvarla çevrili yer.
* Bazıyıldızların, özellikle ayın çevresinde görülen genişve aydınlık teker, ayla, hale.
* Bazı görüntülerdeki çok ışıklıcisimleri çevreleyen ışıklıteker.ağılama * Ağıverme, zehirleme. ağılamak * Ağıvermek, zehirlemek.
* (bir şeye), Ağıkatmak.ağılandırma * Ağılandırmak işi. ağılandırmak * Ağılıduruma getirmek. ağılanma * Ağılanmak işi. ağılanmak * Bilmeden veya farkında olmadan zehirli bir şey yemek veya içmekle zehirlenmek. ağılaşma * Ağılaşmak durumu. ağılaşmak * Ağılıduruma gelmek. ağılda oğlak doğsa ovada otu biter * Tanrıher yarattığının rızkınıverir. ağılı * İçinde ağı bulunan, zehirli. ağılı böcek * Kın kanatlılardan, başka böcekleri yemesi bakımından yararlı bir böcek. (Carabus). ağıllanma * Ağıllanmak durumu. ağıllanmak * Toplanıp bir arada durmak.
* Çevresinde ağıl denen hale oluşmak, halelenmek.ağım * Ayağın üstündeki tümsek yer. ağımlı * Üstü aşırıtümsek olan (ayak). ağına düşürmek * tuzağına düşürmek. ağınma * Ağınmak işi. ağınmak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. ağır * Tartıda çok çeken, hafif karşıtı.
* Davranışlarıyavaşolan.
* Değeri çok olan, gösterişli.
* Çapı, boyutları büyük.
* Çetin, güç.
* Tehlikeli, korkulu, vahim.
* Sıkıntıveren, bunaltıcı.
* Dokunaklı, insanın gücüne giden, kırıcı.
* Yavaş.
* Ağırbaşlı, ciddî.
* (koku için) Keskin, boğucu.
* (yiyecek için) Sindirimi güç.
* Yoğun.
* (uyku için) Uyanılması güç, derin.
* Kısık, alçak.
* Güç işiten, sağır.
* Ağır siklet.ağır ağır * Acele etmeden.
* Fazlasıyla.ağır aksak yürümek (veya gitmek) * pek yavaşolarak. ağır almak * bir işte yavaşdavranmak. ağır araç * Ağır vasıta. ağır ayak * Doğurmasıyakın (gebe kadın). ağır basmak * ağırlığıfazla gelmek.
* bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.ağır basmak * gücü, etkisi veya özelliği daha üstün ve belirgin olmak.
* bir işte gücü ve etkisi üstün gelmek.ağır basmak * bir kimse kâbusa uğramak. ağır canlı * Çok yavaşişyapan, çevik olmayan.
* Varlığısıkıntıveren sevimsiz.
* Tembel.
* Gebe (kadın).ağır canlılık * Hareketlerin yavaşolması, hımbıllık, tembelce davranış biçimi. ağır ceza * Ağır hapis ve beşyıldan yukarı olan hapis cezaları. ağır çekmek * tartıda ağır gelmek. ağır durmak * ciddî, ağırbaşlı, oturaklı, soğukkanlı hareket etmek. ağır elli * Bkz. eli ağır. ağır ellilik * Eli ağır olma durumu. ağır ezgi * Çok ağır, yavaşyavaş, ahenkli. ağır gelmek * gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
* yapılması güç gelmek.ağır hapis cezası * 2-24 yıl veya ömür boyu hapis cezası. ağır hastalık * Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalık. ağır hidrojen * Döteryum. ağır iş * Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş. ağır işitmek (veya duymak) * kulakları iyi işitmemek, kulaklarıaz işitmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 30
Ahfeş’in keçisi gibi başınısallamak * söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak. ahıçıkmak * yaptığı ilenme etkisini göstermek. ahıtutmak * birinin ilenmeleri gerçekleşmek. ahıyerde kalmamak * yaptığı ilenme er geç etkisini göstermek. ahım şahım * Beğenilecek, değer verilecek bir şey değil. ahım şahım bir şey değil * beğenilecek, değer verilecek bir şey değil. ahır * Evcil büyük başhayvanların barındığıkapalıyer, hayvan damı. ahıra çekmek * bir sürüyü ahıra kapamak, bir hayvanıahıra bağlamak. ahıra çevirmek * bir yeri pis, bakımsız, dağınık, harap duruma getirmek. ahırlama * Ahırlamak işi. ahırlamak * (hayvan) Ahırda uzun süre kalıp hamlaşmak. Ahıska Türkleri * Gürcistan’ın Türkiye sınırlarına yakın bölgelerinde yaşamışolan, ancak 2. Dünya Savaşısonlarında
Sovyetler Birliğinin değişik bölgelerine sürülen Türkler.Ahi * Ahilik ocağından olan kimse. ahi * Cömert, eli açık. Ahilik * Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu’da yüksek bir gelişim gösteren esnaf, zanaatçı, çiftçi gibi bütün
çalışma kollarını içine alan ocak.ahilik * Eli açık olma durumu, cömertlik. ahir * Son, sonraki, ahır.
* Sonra, en sonra, sonunda.ahir vakit * İnsan ömrünün son yılları. ahir zaman * Son zaman.
* (halk inanışına göre) Dünyanın son günleri, kıyametin kopmak üzere bulunduğu günler veya yıllar.ahir zaman peygamberi * Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanılan Hz. Muhammed. ahiren * Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakınlarda. ahiret * Bkz. ahret. ahiretlik * Bkz. ahretlik. ahit * Kendi kendine söz vererek bir işi üzerine alma, ant.
* Antlaşma.
* Devir, zaman.ahitleşme * Ahitleşmek işi. ahitleşmek * Antlaşmak. ahitname * Antlaşma belgesi, antlaşma, anlaşma. ahiz * Alma.
* Kabul etme.ahize * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren âlet, alıcı, reseptör. ahkâm * Yargılar, hükümler. ahkâm çıkarmak * kendi düşüncelerine dayanarak birtakım yargılara varmak. ahkâm kesmek * çekinmeden kesin yargılarda bulunmak, bilir bilmez konuşmak. ahkâm yürütmek * (bir sözden) kendi anlayışına göre sonuçlar çıkarmak. ahlâf * Birinin yerine geçenler, halefler, kuşaklar, eslâf karşıtı. ahlâk * Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulunduklarıdavranış biçimleri ve kuralları.
* Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranışkurallarınıtespit eden ve inceleyen
bilim.
* İyi nitelikler, güzel huylar.ahlâk bilimi * Yarar, iyi, kötü gibi sorunları inceleyen, törelere dayanan bir davranışyasası geliştiren, neyin uğrunda
savaşılmaya değer, neyin hayata anlam kazandırdığı, hangi davranışın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları
kendine konu edinen bilim, etik.ahlâk dışı * Töre dışı. ahlâk dışıcılık * Ahlâk bilimine aykırıdavranma. ahlâk yasası * Ahlâk işlerini belirleyen, kendine uyulmasıahlâk açısından gerekli olan genel ve geçer kural. ahlâk zabıtası * Büyük şehir halkının sosyal ve sağlık durumunu koruyan, şehir düzeni için çalışan teşkilât. ahlâkça * Ahlâk anlayışına göre, ahlâk değerlerine bağlılıkla. ahlâkçı * Ahlâk konularını inceleyen filozof veya bu konularla uğraşan kimse.
* Her şeyi ahlâk açısından değerlendiren kimse.ahlâkçılık * Ahlâkı bir araç değil, bir amaç sayan öğreti, törecilik, moralizm. ahlâken * Ahlâka uygunlukla. ahlâkıyat * Ahlâk bilimi. ahlâkî * Ahlâka uygun, ahlâkla ilgili. ahlâkî vazife * Kanunun zorlaması olmaksızın, doğru bilindiği için yapılması gereken işler. ahlâklı * Ahlâk kurallarına bağlı, bunlara uygun davranan (kimse). ahlâklılık * Bir insanın veya bir insan grubunun iyi ve kötü açısından davranış biçimi ve ahlâkî düşünüşü.
* Ahlâk kuralları, yasaları ile uyum içinde olma.ahlâksız * Ahlâk kurallarına uymayan.
* Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 28
ağzından düşmemek (veya düşürmemek) * her zaman sözünü etmek. ağzından girip burnundan çıkmak * türlü yollara başvurarak birini bir şeye razıetmek, kandırmak. ağzından hayır çıkmazsa bari şer söyleme * “lehte konuşmuyorsun, bari aleyhte de konuşma” anlamında kullanılır. ağzından kaçırmak * istemediği hâlde boş bulunup söyleyivermek. ağzından kapmak * birinin bildiği şeyleri, ustalıklıkonuşmalarla ona sezdirmeden öğrenmek.
* birinin konuşmasınıkeserek kendi söze başlamak.ağzından lâkırdı(veya lâf) almak (veya çekmek) * karşısındakini konuşturarak birtakım gizli şeyleri öğrenmek. ağzından lokmasınıalmak * birinin hakkı olan şeyi ondan almak. ağzından yel alsın * ağzınıhayra aç. ağzını(veya çenesini) tutmak * boş boğazlık etmemek.
* kötü söz söylememe.
* bir konuda arzu edilmeyen düşüncelerin açığa çıkmasını bir şekilde önlemek.ağzınıaçacağına gözünü aç * dikkatsiz kişileri uyarmak için “dikkatli ol uyanık ol!” anlamında kullanılır. ağzınıaçıp gözünü yummak * öfke ile, sonunu düşünmeden ağzına gelen bütün ağır sözleri söylemek. ağzınıaçmak * konuşmaya başlamak.
* ağır sözler söylemeye başlamak.
* alık alık bakmak.ağzınıaçmamak * hiçbir söz söylememek, ses çıkarmamak. ağzınıaramak (veya yoklamak) * Bkz. ağız aramak. ağzını bıçak açmamak * üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak. ağzını bozmak * kaba sözler söylemek, küfretmek. ağzını burnunu çarşamba çanağına (veya pazarına) çevirmek * kırıp parçalamak, dövmek. ağzını burnunu dağıtmak * birinin yüzüne şiddetle tokat, yumruk indirmek. ağzınıdilini bağlamak * birini konuşamaz duruma getirmek. ağzınıhavaya (veya poyraza) açmak * umduğunu elde edememek. ağzınıhayra aç! * kötü ihtimaller söz konusu edildiğinde gerçekleşmemesi dileği ile söylenir. ağzınıhayra açmak * Bkz. ağzınıhayra aç!. ağzınıkapamak * kendisine çıkar sağlayarak bir kimseyi susturmak. ağzınıkapamak (veya kilitlemek) * susmak, bir şey söylemek istememek. ağzınıkiraya vermek * kendini de ilgilendiren bir konuda düşüncesini söylememek. ağzınıkoklamak * niyetini ve durumunu öğrenmek. ağzınıkullanmak (veya satmak) * birinin söylediklerini kendi düşüncesi gibi göstermeye çalışmak. ağzınımühürlemek * konuşmamak, susmak. ağzınıöpeyim (veya seveyim) * sevindirici bir söz söyleyene “ne güzel söyledin” anlamında kullanılır. ağzınısıkı(veya pek) tutmak * sır vermemek. ağzınıtıkamak * sözünü kesmek susturmak. ağzınıtoplamak * söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek. ağzınıyoklamak * birinin bir şey hakkında bildiğini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalışmak. ağzının içi yangın yerine dönmek * ağzının tadı bozulmak, tat alma duyusunu yitirmek. ağzının içine baktırmak * sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek. ağzının içine girmek * çok yanaşmak, iyice sokulmak.
* hayranlıkla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.ağzının kaşığı(kalı bıveya lokması) olmamak * bir şey bir kimsenin uğraşabileceği konulardan olmamak.
* bir şey, bir kimsenin sözünü edemeyeceği kadar değerli olmak.ağzının kokusunu çekmek * bir kimsenin çekilmez davranışlarına katlanmak. ağzının mührü ile * oruçlu olarak. ağzının payını(veya ölçüsünü) vermek * verilen karşılıkla bir kimseyi söylediğine veya yaptığına pişman etmek. ağzının perhizi yok * ağzına geleni söyler. ağzının suyu akmak * çok beğenip istemek, imrenmek. ağzının tadı bozulmak (veya kaçmak) * bir kimsenin kurulu düzeni dirliği bozulmak. ağzının tadınıalmak * o şeyin acıtecrübesini geçirmiş bulunmak. ağzının tadını bilmek * güzel yemeklerden anlamak.
* her şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.ağzının tadını bilmek * güzel yemeklerden anlamak.
* her şeyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.ağzının tadınıkaçırmak * bir kimsenin kurulu düzenini bozmak; neşesini, keyfini bozmak.
ağzıyla kuştutsa…
* ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalık gösterse.ah * Sesin tonuna göre pişmanlık, öfke, özlem, beğenme, sevgi gibi duygular anlatır.
* (a:h) Ağrı, acıduyulduğunda söylenir.
* (â:h) İlenme, beddua.ah alan onmaz * “kötülük ettiği için beddua alan iflâh olmaz” anlamında kullanılır. ah almak * birinin ilenmesini üstüne çekmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 26
ağrıkesen * Ağrıduyusunu ortadan kaldıran, dindiren (ilâç vb.), analjezik. ağrılarda göz ağrısı, her kişinin öz ağrısı * herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir. ağrılı * Ağrıyan, ağrısı olan. ağrıma * Ağrımak işi.
* Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaştırdığı ağrıma asalaklarından ileri gelen hastalık.ağrıma asalakları * Omurgalılardan alyuvar asalağı olarak yaşayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğu. ağrımak * (vücudun bir yeri) Ağrılı olmak. ağrına gitmek * onuruna dokunmak veya gücüne gitmek. ağrısıtutmak * (gebe kadın için) doğum sancıları başlamak.
* (hasta bir organ) ağrımaya başlamak.ağrısız * Ağrısı olmayan.
* Ağrıvermeden.
* Dertsiz, tasasız.ağrısız başına kaş bastı bağlamak * kendine gereksiz yere işçıkarmak. ağrıtma * Ağrıtmak işi. ağrıtmak * Ağrımasına yol açmak. ağsı * Ağgörünüşünde olan, ağgibi örülmüşolan. ağu * Ağı. ağulamak * Ağulamak. ağustos * Yılın 31 gün süren sekizinci ayı. ağustos böceği * Eşkanatlılardan, erkeği yazın karnının altındaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çıkaran bir böcek,
orak böceği (Cicada plebeja).ağustos böcekleri * Genç sürgünlerden öz su emerek tarım ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
kanatlılar familyası.ağyar * Başkaları, yabancılar, eller. ağza alınmaz (veya ağza alınmayacak) * söylenmesi ayıp, çirkin (söz, küfür). ağza almamak * anmamak, sözünü etmemek. ağza düşmek * dedikodu konusu olmak. ağza koyacak bir şey * yiyecek bir şey. ağza tat, boğaza feryat * (yiyecek için) miktarıçok az olan. ağzıaçık * Şaşkın, alık, bön.
* Hayranlıkla, büyülenmişolarak.ağzıaçık (veya ağzı bir karışaçık) kalmak * çok şaşırmak, şaşakalmak. ağzıaçık ayran delisi (veya budalası) * yeni gördüğü her şeye şaşkınlıkla bakan, şaşıran.
* saf, bön.ağzı bir * Söz birliği etmiş. ağzı bozuk * Sövmeyi alışkanlık edinmişolan, küfürbaz. ağzı burnu yerinde * oldukça güzel, yakışıklı. ağzıçirişçanağına dönmek * ağzıkuruyup acılaşmak. ağzıdili bağlanmak * herhangi bir sebeple konuşamaz olmak. ağzıdili kurumak * herhangi bir sebeple tükürük az olmak. ağzıdili tutulmak * beklenmedik bir durum karşısında heyecanlanmak, hayranlık duymak. ağzıdolu dolu konuşmak * heyecanlısöz söylemek. ağzı gevşek * Sır saklamaz, sır tutmaz. ağzıhavada * çevresindekilerden habersiz, alık, şaşkın. ağzıkalabalık * Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuşan, boş boğaz. ağzıkara * Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağızlı.
* Bir yerde konuşulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).ağzıkenetli * Sır tutan, sır saklayan (kimse). ağzıkilitli * Dudakları beyaz (at).
* Sır saklayan.ağzıkulaklarına varmak * çok sevinmek. ağzıkulaklarında * çok sevinçli, mutlu. ağzıkurumak * bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bıkmak.
* içecek ihtiyacıduymak.ağzıkurusun * felâket dileğinde bulunanlara karşıkullanılan bir ilenme. ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak * kolay konuşma yeteneği olmak.
* inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.ağzı oynamak * bir şeyler yemek.
* konuşmak.ağzıpek * Sır vermeyen, ketum. ağzıpis * Sövmeyi huy edinmişolan. ağzısıkı * Bkz. ağzıpek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 29
ah çekmek * derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek. ah etmek * acı ile içini çekmek.
* ilenmek.ah vah etmek * pişmanlığını, üzüntüsünü dile getirmek. ah yerde kalmaz * “kötülük cezasız kalmaz” anlamında kullanılır. aha * İşte burada. ahacık * Dikkati çok yakın bir noktaya çekmek için kullanılır. ahali * Aralarında aynıyerde bulunmaktan başka hiçbir ortak nitelik düşünülmeksizin bir ülkede, şehirde veya
semtte oturanların tamamı.
* Bir yerde toplanan kalabalık, halk.ahar * Hattatların kâğıt cilâlamak için kullandıklarınişasta ve yumurta akından yapılan özel bir karışım. aharlama * Aharlamak işi. aharlamak * Ahar sürmek. aharlı * Aharı olan, üzerine ahar sürülmüşolan. ahbap * Kendisiyle yakın ilişki kurulup sevilen, sayılan kimse.
* Seslenme sözü olarak da kullanılır.ahbap çavuşlar * her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağlı olan arkadaşlar için söylenir. ahbap çıkmak * önceden tanışmışolmak. ahbap kusuruna bakan ahbapsız kalır * “dostların ufak tefek kusurlarına bakmamak gerekir” anlamında kullanılır. ahbap olmak * arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakınlık kurmak. ahbapça * Dostça, içten, teklifsizce. ahbaplığa dökmek * yerli yersiz yakınlık göstermek. ahbaplık * Ahbap olma durumu, ünsiyet. ahbaplık etmek * arkadaşlık etmek, arkadaşça konuşmak. ahcar * Taşlar. ahçı * Aşçı. ahçı başı * Aşçı başı. ahçılık * Aşçılık. ahde vefa (etmek) * (devletler hukukunda) devletlerin, katıldıklarımilletler arasıantlaşmalara uyma zorunluluğunda olduklarını
belirten kural.
* sözünde durma.ahdetme * Ahdetmek işi. ahdetmek * Bir şeyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
* Yemin etmek.ahdî * Antlaşmaya göre olan, antlaşma gereği olan. Ahdiatik * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan önceki kutsal kitaplar. Ahdicedit * (Hristiyanlara göre İbranilerde) İsa’dan sonraki kutsal kitaplar. ahengi bozulmak * dirliği, düzeni bozulmak. ahenk * Uyum.
* Uyuşma, anlaşma.
* Çalgılıeğlence.ahenk almak * uyumlu hâle gelmek. ahenk kaidesi * Bkz. ünlü uyumu. ahenk kurmak * uyuşma sağlamak, anlaşma sağlamak. ahenk sağlamak * düzene sokmak, birliği sağlamak. ahenk tahtası * Telli çalgılardan üzerine teller gerilmiş bulunan kapak tahtası. ahenk vermek * düzeni, uyumu sağlamak. ahenk yapmak * çalgılıeğlence düzenlemek. ahenkleştirme * Ahenkleştirmek işi. ahenkleştirmek * Ahenk sağlamak. ahenkli * Uyumlu, düzenli.
* Eğlenceli.ahenklilik * Ahenkli olma durumu, uyumluluk. ahenksiz * Uyumsuz, düzensiz.
* Eğlencesiz.ahenksizlik * Uyumsuzluk, düzensizlik. ahenktar * Ahenkli. aheste * Yavaş, ağır. aheste aheste * Yavaşyavaş, ağır ağır, usul usul. aheste beste * Yavaşyavaş, ağır ağır. ahfat * Torunlar, soy.