Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 54

    Allah bir * yemin yerine kullanılır.
    Allah bir dediğinden başka sözüne inanılmaz * birinin çok yalancı olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah bir yastıkta kocatsın * yeni evlenenlere “bir arada yaşlanın” anlamında söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah büyüktür * günün birinde hakkınıalacağına, kendine yapılmışolan haksızlıkların düzeleceğine inanmak gerektiğini
    anlatır.
    Allah canınıalsın * ilenme sözü.
    Allah cezasınıvermesin (veya Allah cezasınıversin) * yarışaka, yarışaşma yollu, bazen de gerçek öfke ile söylenen ilenme sözü.
    Allah dağına göre kar verir * Tanrıherkese dayanabileceği ölçüde sıkıntıverir.
    Allah derim * pek bozuk bir işiçin sorulan “ne dersin?” sorusuna karşı”söyleyecek başka söz bulamıyorum” anlamında
    kullanılır.
    Allah dirlik düzenlik versin * Tanrıaile huzuru versin.
    Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz * alın yazısıne ise o olur.
    Allah dört gözden ayırmasın * “Tanrı, çocuğu yetim veya öksüz bırakmasın” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allah düşmanıma vermesin * anlatılan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir.
    Allah ecir sabır versin * başsağlığıdileği olarak söylenir.
    Allah eksik etmesin * Tanrıyokluğunu göstermesin.
    * birinin yaptığı bir hizmet anılırken onun için teşekkür yollu söylenir.
    Allah eksikliğini göstermesin * pek gerekli olan bir şeyin kusuru anlatılırken, böyle de olsa onun varlığına şükredildiğini anlatır.
    Allah emeklerini eline vermesin * Tanrıemeklerini boşa çıkarmasın.
    Allah esirgesin (veya saklasın) * Tanrıkorusun! Tanrıkötü durumla karşılaştırmasın!.
    Allah etmesin * olması istenilmeyen bir durumdan veya bir olaydan söz edilirken söylenir.
    Allah gecinden versin * “çok yaşayasın”‘ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah göstermesin * Tanrıkötü bir durumla karşılaşmaktan korusun.
    Allah hakkı için * ant içmek veya ant vermek için kullanılır.
    Allah Halil İbrahim bereketi versin * Tanrıçok versin, bereket versin.
    Allah hayırlıetsin * genellikle bir olay başlangıcında “Tanrıuğurlu etsin” anlamında söylenir.
    Allah herkesin gönlüne göre versin * Tanrıherkesin dileğini yerine getirsin.
    Allah hoşnut olsun * bir kimsenin, kendisine iyiliği dokunan biri için kullandığı bir iyi dilek sözü.
    Allah için * gerçekten, doğrusu.
    Allah iki iyilikten birisini versin * (ağır hasta için) ya ölsün kurtulsun, ya iyi olsun.
    Allah iyiliğini (veya lâyığını) versin * hoşa gitmeyen bir davranışkarşısında hoşgörü ile söylenir.
    Allah kabul etsin * sevap sayılan bir işyapıldığında söylenir.
    Allah kahretsin * “Tanrıcezasınıversin” anlamında bir ilenme sözü.
    Allah kavuştursun * birinin yakını, bulunduğu yerden ayrılınca kalanlara kavuşma dileğinde bulunmak için söylenen söz.
    Allah kazadan belâdan saklasın * Tanrı’nın insanıtürlü kötülüklerden korumasıdileğiyle söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah kerim * Tanrı büyüktür, Tanrı’ya güvenmeli.
    Allah kısmet ederse * Tanrı izin verirse.
    Allah korusun (veya saklasın) * Tanrıtehlikeye, kötü duruma düşürmesin!.
    Allah kuru iftiradan saklasın * bir suçlama karşısında bunun sırf iftira olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah manda şifalığıversin * çok veya ağır yemek yiyenler için şaka yollu söylenir.
    Allah mübarek etsin * kutlu olsun.
    * onaylanmayan bir durumda alay yollu kullanılır.
    Allah müstahakınıversin * (gerçek veya alay anlamında) çıkışma anlatan bir söz.
    Allah ne verdiyse * yemek olarak evde ne varsa.
    Allah ömürler versin * saygı gösterilen bir kimseye selâm veya teşekkür olarak söylenir.
    Allah övmüşde yaratmış * çok güzel olanlar için söylenir.
    Allah rahatlık versin * genellikle yatmaya gidilirken söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah rahmet eylesin * ölüleri hayırla anmak için söylenir.
    Allah rızası için * dilencilerin para isterken söyledikleri yalvarma sözü.
    * ne olursun.
    * karşılık beklemeksizin.
    Allah sağgözü (veya eli) sol göze (veya ele) muhtaç etmesin * Tanrıkimseyi kimseye, en yakınlarına bile muhtaç etmesin.
    Allah selâmet versin * yola çıkanlara “Tanrıkazadan belâdan korusun” anlamında söylenen bir uğurlama sözü.
    * yolda güçlük içinde bulunanlara iyi dilek sözü olarak kullanılır.
    * uzaktaki tanıdıklar anılırken kullanılır.
    * birinden pek yana olmayan bir söz söyleneceği zaman onun adından önce getirilen girişsözü.
    * “keyfin bilir, gidersen git” anlamında kullanılır.
    Allah senden razı olsun * yapılan bir iyilik karşısında “Tanrıseninle birlik olsun, iyiliğini senden esirgemesin” anlamında teşekkür
    olarak kullanılır.
    Allah seni (veya sizi) inandırsın * doğru söylüyorum, Tanrıtanıktır.
    Allah son gürlüğü versin * Tanrı, yaşlılıkta sıkıntı göstermesin.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 55

    Allah sonunu hayır etsin * bir işin sonucu için kaygıduyulduğunda söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah taksimi * eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma, kul taksimi karşıtı.
    Allah taksimi * Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma kul taksimi karşıtı.
    Allah taksiratınıaffetsin * (ölüler için) Tanrıkusurlarını bağışlasın.
    Allah tamamına eriştirsin * herhangi bir işveya olayın iyi sonuçlanmasıdileğiyle söylenir.
    Allah tekrarına erdirsin * tekrar bu günleri görün.
    Allah utandırmasın * bir işe girişenlere söylenen başarıdileği.
    Allah var (veya Allah’ıvar) * doğrusunu söylemek gerekirse.
    Allah vere de * iyi dilek anlatır.
    Allah vergisi * Tanrıvergisi, yaradılıştan olan yetenek veya özellik.
    Allah vermesin * bir şeyin olmamasıdileğini anlatır.
    Allah versin * iyi bir şey ele geçirenlere memnunluk bildirmek için, bazen de takılma ve şaka için söylenir.
    * dilenciyi savmak için söylenir.
    Allah yapısı * İnsanlar tarafından değil de tabiatta olduğu gibi.
    Allah yarattıdememek * kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.
    Allah yazdı ise bozsun * gerçekleşmesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanılır.
    Allah yürü ya kulum demiş * az zamanda çok para kazananlar veya işinde çok ilerleyenler için söylenir.
    Allah ziyade etsin * (kahve ve yemekten sonra) “Tanrıartırsın” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah’a (bin) şükür * “hamdolsun”, “bereket versin” gibi durumdan memnun olunduğunu anlatır.
    Allah’a bir can borcu var * Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye bir borcu yok.
    Allah’a emanet * “Tanrıesirgesin” anlamında birini överken söylenir.
    Allah’a emanet olun * ayrılanın kalana söylediği bir esenleme sözü.
    Allaha ısmarladık * Ayrılanın kalan veya kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
    Allah’a yalvar * kendi kusuru yüzünden güç bir duruma düşüp yakınan kimseye “ben sana yardım edemem, benden bir şey
    umma” anlamında söylenir.
    Allah’ı(veya Allah’ını) seversen * “Allah aşkına” gibi, yerine göre ant verme, yalvarma için kullanılmakla birlikte, şaşma veya usanç gibi
    duygular da anlatır.
    Allah’ıçok, insanıaz bir yer * pek ıssız ve kuytu bir yer.
    Allah’ım! * şiddetli bir duygulanma anlatan ünlem.
    Allah’ın (veya Tanrı’nın) günü * (bıkkınlık duygusu ile) hemen hemen her gün.
    Allah’ın adamı * garip, saf, zavallı(kimse).
    Allah’ın belâsı * varlığıüzüntü veren.
    Allah’ın binasınıyıkmak * kendini veya başkasınıöldürmek.
    Allah’ın cezası * pek yaramaz, şirret.
    Allah’ın emri * kader.
    Allah’ın evi * cami, mescit.
    * insan gönlü.
    Allah’ın gazabı * çok sıkıntıveren şey.
    Allah’ın hikmeti * beklenmeyen, sebebi anlaşılmayan veya şaşılan şeyler için kullanılır.
    Allah’ın işine bak * (bir işin, bir olayın) beklenmedik, şaşılacak bir durum almasında kullanılır.
    Allah’ın kulu * insan, kimse, kişi.
    Allah’ından bulsun * ben kendisine bir şey yapmayacağım, yaptığı kötülüğün cezasınıTanrıversin.
    Allah’ınıseversen * istek, dilek ve yalvarma amacıyla kullanılır.
    allahlık * Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız (kimse).
    allahsız * Tanrı’yıtanımayan, Tanrı’nın varlığına inanmayan, Tanrısız.
    * Acımasız, insafsız, vicdansız.
    allahsızlık * Tanrısızlık.
    Allah’tan * iyi ki.
    * yaradılıştan.
    Allah’tan kork! * “yapma, utan, yazıktır!”.
    Allah’tan korkmaz * can yakıcı, insafsız, acımasız.
    Allah’tan umut kesilmez * daha çok ağır hastalar için söylenilen “iyileşebilir” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allahüâlem * Tanrıdaha iyisini bilir anlamında kullanılır.
    Allahütealâ * Yüce Tanrı, ulu Allah.
    allak * Sözünde durmaz, dönek, aldatıcı.
    * Kendisine güvenilmesi doğru olmayan (kimse).
    allak bullak * Alt üst, karmakarışık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 57

    alp * Yiğit, kahraman.
    Alp eren * Derviş.
    * Mücahit.
    Alp yıldızı * Dağların çok yüksek yamaçlarında yetişen bir çiçek (Paradisia liliastrum).
    alpaka * Çifte parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika’da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir
    hayvan (Lama glama pacos).
    * Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş.
    alpaks * Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karışımı.
    alpinist * Dağcı.
    alpinizm * Dağcılık.
    alplık * Alp olma durumu, yiğitlik, kahramanlık.
    alşimi * Elementleri altına çevirmek isteyen bir işalanı, simya.
    alşimist * Alşimi ile uğraşan kimse, simyacı.
    alt * Bir şeyin yere bakan yanı, üst karşıtı.
    * Bir nesnenin tabanı.
    * Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü.
    * Bir şeyin yere yakın bölümü.
    * Birkaç şeyin içinden bize göre uzak olanı.
    * (birkaç şeyden) Yere yakın olan.
    * Alt kelimesi “… altında” biçiminde kullanıldığında “bir şeyin etkisinde” anlamını verir.
    * Alt bir isimle tamlama kelime oluşturduğunda a) önceki ismin kavramına etki veya yer anlamıkatar: Ayak
    altı. b) (sınıflamalarda) ikinci derecede olan.
    * (kaynatma veya pişirmede) Yanan ocak, ocak alevi.
    alt alta * Birbirinin altında olarak.
    alt alta üst üste * birbirleriyle itişir kalkışır durumda.
    alt bölüm * Yazılarda bölümlerin ayrıldığı parçalardan her biri, ayrım.
    alt cins * Bir cins içinden ayrılan ikinci derecede bir cins.
    alt çene * İnsan ve hayvanlarda yiyecekleri çiğnemeye yarayan, oynayabilen çene.
    alt çene oynamak * yemek, içmek.
    alt damak * Damaklardan altta olanı.
    alt deri * Üst derinin altında bulunan ikinci tabaka, hipoderm.
    * Bazı gövde ve yaprakların üst derilerinin altında bulunan, çoğu kez hücre zarlarıkalınlaşmışözel doku,
    hipoderm.
    alt diş * Alt çene üzerinde sıralanmışdişlerin biri.
    alt dudak * Dudaklardan altta bulunanı.
    * Böceklerin ağız sisteminde bulunan alt parça.
    alt etmek * üstünlük sağlamak, yenmek, sırtınıyere getirmek.
    alt familya * Bir familyanın içinden ayrılan ikinci derecede bir familya.
    alt geçit * Trafik akımınıkesmemek için bir yolun altından geçirilen yol.
    alt güverte * Gemilerde güvertelerden altta bulunanı.
    alt hava yuvarı * Dünyamızıkuşatan atmosferin 10 km kalınlığında olan alt katmanı.
    alt ırk * Aynıırk içinde yetiştirme amacına ve çevreye bağlıkalınarak değişme uğratılmışve bu yolla ırk içinde
    özellikle fizyolojik nitelikleri bakımından kalıtsal sapma gösteren hayvan topluluğu.
    alt karşıt * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tikel olumlu, öbürü tikel olumsuz, karşıkarşıya konmuşiki önermeden
    her biri: Bazı insanlar bilgindirler” ile “Bazı insanlar bilgin değildirler” gibi.
    alt kat * Bir yapının veya aracın katlarından altta bulunan bölümü.
    alt kurul * Belli bir konuyu ele almak amacıyla bir kurul içinden birkaç kişi seçilerek oluşturulan kurul.
    alt olmak * yenilmek.
    alt sınıf * Bir sınıf içinden ayrılan ikinci derecedeki sınıf.
    alt şube * Bir şube içinde kurulan ikinci derecedeki şube.
    alt tabaka * Tabakalardan altta bulunan.
    alt takım * Bir takım içinde kurulan ikinci derecedeki takım.
    alt tarafı(veya yanı) * geriye kalanı.
    * işin daha sonrası.
    * değeri, olup olacağı.
    alt tür * Bir tür içinde ayrılan ikinci derecedeki tür.
    alt üst * Çok karışık ve dağınık.
    alt üst böreği * Önce bir yüzü, sonra çevrilerek öbür yüzü kızartılarak pişirilen börek.
    alt üst etmek * alt yüzünü üst yüzüne getirmek.
    * çok karışık duruma getirmek, düzenini bozmak.
    * zarar vermek, yıkmak.
    * huzursuz etmek, rahatsızlık vermek.
    alt üst olmak * çok karışık duruma gelmek.
    * heyecanlanmak, üzülmek, tedirgin olmak, yıkılmak.
    * rahatsızlanmak.
    alt yanıçıkmaz sokak * sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir.
    alt yapı * Bir yapı için gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik gibi tesisatların hepsi.
    * Toplumun ekonomik yapısını oluşturan ve insan bilincinden bağımsız olarak biçimlenen üretim
    ilişkilerinin hepsi, üst yapıkarşıtı.
    alt yazı * Gazete, dergi gibi yayınlarda çıkan resim ve fotoğraflarıaçıklayan yazı.
    * Yabancıdildeki bir filmin konuşmalarını çeviri olarak görüntünün altında veren yazı.
    alt yazılama * Alt yazılmak işi.
    alt yazılamak * Alt yazılarıhazırlamak ve gerçekleştirmek.
    alt yazılayıcı * Alt yazılamak işini yapan (kimse).
    alt yazılı * Alt yazısı bulunan (film, görüntü).
    Altayca * Altay Türkçesi.
    * Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin kendisinden türediği varsayılan ana dil.
    Altayist * Altayistik ile uğraşan kimse.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 56

    allak bullak etmek * karmakarışık bir duruma getirmek, düzeni bozmak.
    * (aklını, zihnini) düşünemez duruma getirmek.
    allak bullak olmak * çok karışık duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarışık olmak, düzeni bozulmak.
    * (akıl, zihin) şaşkına dönmek, karışmak, şaşırmak.
    allama * Allamak işi.
    allamak * “Süslemek, donatmak” anlamına gelen allamak pullamak deyiminde geçer.
    allâme * Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili.
    allâme kesilmek * her şeyi bilir görünmek.
    allâmelik * Allâme olma durumu.
    allâmelik taslamak * bilgisiz olduğu hâlde her şeyi bilir görünmek.
    allanma * Allanmak işi.
    allanmak * Süslenmek.
    allaşma * Allaşmak işi veya durumu.
    allaşmak * Al duruma gelmek.
    allegretto * Bir parçanın allegrodan biraz daha ağır çalınacağınıanlatır.
    allegro * Bir parçanın canlı, neşeli ve hızlıçalınacağınıanlatır.
    allem * Bir işi istediği duruma getirmek için “her türlü kurnazca çareye başvurmak” anlamıyla allem etmek kallem
    etmek deyiminde geçer.
    allı * Üzerinde al renk bulunan.
    allıpullu * Göz alıcırenkler ve şeylerle süslenmiş.
    allık * Al olma durumu.
    * Kadınların süs için yanaklarına sürdükleri al boya.
    alma * Almak işi.
    * Alıntı, iktibas.
    almaç * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz, alıcı, ahize, reseptör.
    almak * Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak.
    * Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak.
    * Yanında bulundurmak.
    * Birlikte götürmek.
    * Satın almak.
    * Ele geçirmek, fethetmek.
    * İçine sığmak.
    * Kabul etmek.
    * Kendine ulaştırmak, iletilmek.
    * İçeri sızmak, içine çekmek.
    * (erkek, kadın için) … ile evlenmek.
    * Sürükleyip götürmek.
    * Kazanmak, elde etmek.
    * Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak.
    * Bürümek, sarmak, kaplamak.
    * Kısaltmak, eksiltmek.
    * Yolmak, koparmak.
    * Yerini değiştirmek, çekmek.
    * Temizlemek.
    * (duş, banyo için) Yapmak; yıkanmak.
    * (içeri) Götürmek.
    * Bir yeri savaşla ele geçirmek.
    * (tat veya koku için) Duymak.
    * Örtmek, koymak.
    * (süre için) Değiştirmek.
    * … gibi anlamak.
    * Başlamak.
    * Davranışveya makam değiştirmek.
    * (içecek veya sigara için) İçmek.
    * Yutmak; kullanmak.
    * (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek.
    * Çalmak.
    * Göreve, işe başlatmak.
    * Görevden, işten çekmek.
    * Kazanç sağlamak.
    * (ölüm sebebiyle) Ayrılmak.
    * Gidermek, yok etmek.
    * Soldurmak.
    * Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çıkarmak.
    * (motor) Çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır duruma gelmek.
    almamazlık * Kabul etmeme durumu.
    Alman * Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse.
    * Alman halkına, Almanya’ya özgü olan şey.
    Alman gümüşü * Çinko, bakır ve nikelden yapılan, gümüşü andırır bir alaşım, mayşor.
    Alman papatyası * Orta Avrupa’da yetişen bir papatya türü (Anfhemis mobilis).
    Alman usulü * Bir topluluk için yapılan harcamada giderlerin herkese eşit olarak bölüştürülmesi yöntemi.
    almanak * Yılın gün, hafta, ay gibi bölümlerinden başka, bayram, yıl dönümü gibi belli günleri ve birtakım astronomi,
    meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim.
    Almanca * Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İsviçre’nin bir bölümünde kullanılan
    dil.
    * Almanların kullandığı dil.
    * Bu dile özgü olan.
    Almancı * Almanya yanlısı olan (kimse).
    * Almanya’da çalışan Türk işçisi.
    Almancılık * Almancı gibi davranma.
    Almanlaşma * Almanlaşmak işi veya durumu.
    Almanlaşmak * Alman yaşayıştarzını benimsemek.
    Almanlaştırma * Almanlaştırmak işi.
    Almanlaştırmak * Almanlara özgü yaşayıştarzıkazandırmak.
    almaş * İki veya daha çok şeyin sıra ile değiştirilerek kullanılmasıveya kendiliğinden değişerek çalışması, keşikleme,
    münavebe.
    * Birinin doğru olmasıötekinin yanlışlığını gerektiren iki önermenin oluşturduğu sistem.
    almaşık * İki veya daha çok şeyin sıralanmalarında değişiklik olan.
    * Almaşlı olarak işleyen, mütenavip, alternatif.
    almaşık yapraklar * Sapın iki yanında karşılıklıdeğil de aralıklı olarak bir sağda, bir solda bitmişyapraklar.
    almaşıklık * Dönüşümlü ve düzenli sıralanma.
    almaşlı * Almaşniteliği olan.
    alnaç * Bir şeyin ön tarafı, ön yüzü.
    alnıaçık yüzü ak * çekinecek hiçbir durumu veya ayı bı olmayan.
    alnına kara sürmek * bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak.
    alnında yazılmışolmak * bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah’ın buyurmuşolduğuna inanmak.
    alnından öpmek * beğenmek, takdir etmek.
    alnınıkarışlamak * küçümseyerek meydan okumak.
    alnının akı ile * ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermişolarak.
    alnının kara yazısı * kötü kaderi, kötü talihi.
    alo * Telefon konuşmasında kullanılan seslenme sözü.
    alogami * Bir çiçek tepeciğinin başka bir çiçek tozu ile tozlanması.
    alotropi * Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakımdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 52

    alıp vereceği olmamak * bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak.
    alıp verememek * anlaşamamak, çekememek, geçinememek.
    alıp vermek * yürek çarpıntısı geçirmek.
    alıp yürümek * az zamanda çok ilerlemek, yayılmak, çoğalmak, artmak.
    alır almaz * hemen, derhal.
    alırlık * Duygusal uyarımlarıalabilme yeteneği, idrak kabiliyeti.
    alış * Almak işi veya biçimi.
    alışfiyatı * Bir mal için alım karşılığıödenen para ve üretim gereçleri fiyatı.
    alışveriş * Alım satım işi.
    * İlişki, münasebet.
    alışverişyapmak * alım satım işini gerçekleştirmek.
    alışverişe çıkmak * alım satım işi için çarşıya gitmek.
    alışverişi kesmek * biriyle ilgisi kalmamak.
    alışık * Herhangi bir duruma alışmışolan.
    alışık olmak * alışkanlık durumuna gelmek.
    alışıklık * Alışık olma durumu.
    alışılma * Alışılmak işi.
    alışılmak * Bir şeye alışmışduruma gelinmek.
    alışılmamış * Nadir, bilinmeyen, az rastlanan.
    alışılmış * Her zamanki, mutat.
    alışkan * Alışkın.
    alışkanlığında olmak * iyice alışık bulunmak, huy hâline getirmek.
    alışkanlık * Bir şeye alışmışolma durumu, itiyat, huy.
    * Yakınlık, arkadaşlık, ünsiyet.
    * İç ve dışetkilerle davranışların tekrarlanması, hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren, şartlanmış
    davranış.
    alışkanlık edinmek * bir şeyi sürekli yapar olmak, itiyat edinmek.
    alışkanlıktan kopamamak * belli bir huydan vazgeçememek, alışıklığı bırakamamak.
    alışkı * Yapılmaya alışılmışdavranış.
    alışkın * Bir şeye veya bir şey yapmaya alışmışolan.
    alışkın olmak * iyice alışmak, hiç yabancılık çekmemek.
    alışkınlık * Alışkın olma durumu, alışkanlık.
    alışma * Alışmak işi.
    alışmak * Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek.
    * Yadırgamaz duruma gelmek.
    * Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek.
    * Sürekli ister olmak.
    * Bağlanmak, ısınmak.
    * Etkisini yitirmek.
    * Evcilleşmek, ehlîleşmek.
    * Tutuşmak, yanmaya başlamak.
    alışmışkudurmuştan beterdir * alışılan bir şeyden kolayca vazgeçilmez.
    alıştırma * Alıştırmak işi.
    * Bir beceriyi, bilgiyi kazanmak için yapılan tekrar, temrin, egzersiz.
    * Vücudun biyolojik yönden gelişimini sağlayan çalışma, idman.
    alıştırmak * Alışmasına yol açmak.
    * Uyar duruma getirmek.
    Ali * Kişi adı olarak aşağıdaki deyimlerde geçer.
    âli * Yüce, yüksek.
    Ali Cengiz oyunu * “kurnazca ve haince düzen” anlamında kullanılır.
    Ali kıran başkesen * çok zorba.
    Ali kıran başkesen * zorba.
    âlicenap * Cömert.
    * Onurlu, şerefli.
    âlicenaplık * Âlicenap olma durumu.
    alifatik * Açık zincirli (organik madde).
    alil * Hastalıklı, sakat.
    alim * Bilen, bilici.
    âlim * Bilgin.
    alimallah * Allah “Allah bilir” anlamına gelen bu söz, söylenen bir sözün doğruluğuna inandırmak için kullanılır.
    âlimane * Âlime yakışan, âlimin yaptığı gibi.
    âlimlik * Bilginlik.
    alinazik * Közlenmişpatlıcan, sarımsaklıyoğurt ve kıyma ile yapılan bir çeşit yemek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * (bir kimse) birinden aldığınıötekine, ötekinden aldığın bir başkasına vererek işini yürütmek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * birinden aldığınıöbürüne, bir başkasından aldığınıda ona vererek işini yürütmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 53

    aliterasyon * Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynıünsüzün veya aynıhecelerin
    tekrarlanması.
    alivre * Ürün daha tarladayken, yetiştiği zaman teslim edilmek üzere, önceden pey verilerek yapılan (satış).
    * Dağıtım, dağıtma.
    alivre satış * Vadeli satış.
    aliyyülâlâ * En güzel, en iyi, mükemmel.
    alizarin * Kök boyası, kök kırmızısı.
    alize * Tropikal bölgelerdeki denizlerde bütün yıl süresince düzenli esen birtakım rüzgârlar.
    Alka Evli * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alkali * Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitin genel adı. Bu maddelerde, asitlerin kırmızıya
    çevirmişolduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardır.
    alkali metaller * Oksitlenmelerini sodyum, lityum, potasyum, rubidyum, sezyum elementlerinin sağladığımetaller.
    alkalik * Alkali ile ilgili olan veya içinde alkali bulunan, kalevî, antiasit.
    alkalimetre * Bkz. alkalölçer.
    alkaloit * Özellikleri ile alkalileri andıran organik madde.
    alkalölçer * Alkalilerin saflık derecesini belirtmeye yarayan cihaz, alkalimetre.
    alkarna * İstiridye, midye, tarak gibi kabuklu hayvanlarıavlamak için deniz dibini taramakta kullanılan, ağız kısmı
    demirden bir ağ.
    alkım * Gök kuşağı.
    alkış * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpma, alkışlama.
    alkışağası * Padişahıalkışlamakla görevli kimse.
    alkışalmak * çok beğenilmek.
    alkışkopmak * birdenbire güçlü bir biçimde el çırpılmak.
    alkıştoplamak * çok alkışlanmak.
    alkıştufanıkopmak * sürekli ve coşkun alkış başlamak.
    alkıştutmak * el çırparak veya topluca, yüksek sesle “yaşa”, “var ol” gibi sözler ile birini alkışlamak.
    * taraftar olmak belli bir görüşten yana olmak.
    alkışçı * Alkışlayan (kimse).
    * Şakşakçı, dalkavuk, yüze gülücü, yağcı.
    alkışçılık * Alkışçı olma durumu.
    alkışlama * Alkışlamak işi.
    alkışlamak * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpmak.
    * Beğenmek, takdir etmek.
    alkışlanma * Alkışlanmak işi.
    alkışlanmak * Alkışlamak işine konu olmak.
    alkil * Alkol kökü.
    alkol * Bira, şarap gibi sıvıların veya pancar, patates nişastasının şekere dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan glikoz
    çözeltilerin mayalaşmışözlerinin damıtılmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu, yanıcı, renksiz sıvı, C2H5OH, ispirto,
    etanol, etil alkol.
    * Her türlü alkollü içki.
    alkolik * Alkollü içkilere aşırıderecede düşkün olan (kimse).
    alkolizm * Alkollü içkilere hastalık derecesinde düşkün olma durumu.
    alkollü * Alkolden yapılmışveya içinde alkol bulunan.
    * İçkili.
    alkolölçer * Sıvılardaki alkol oranınıölçmeye yarayan cihaz.
    Allah * Kâinatta var olan her şeyin yaratıcısı, koruyucusu olduğuna ve tek olduğuna inanılan yüce ve üstün varlık,
    Yaradan, Tanrı, Rab, Mevlâ.
    * Allah adı bazı isim tamlamalarında tamlanan kelimeyi güçlendirir.
    * En büyük, en usta.
    Allah Allah! * şaşma veya can sıkıntısıanlatan bir ünlem.
    * Türk askerinin hücum narası.
    Allah (bin bir) bereket versin * bir kazanç karşısında durumundan hoşnut olmayı belirtir.
    Allah (seni) inandırsın * inanılmasıpek kolay olmayan bir şey anlatılırken yemin yerine söylenir.
    Allah (veya Allahım) * bir şey karşısında hayranlık veya yakarma bildirir.
    Allah acısınıunutturmasın * Tanrı bu acıyıunutturacak daha büyük bir acı göstermesin.
    Allah akıl fikir versin (veya Allah akıllar versin) * akılsızca bir davranışta bulunanlar için kullanılır.
    Allah aratmasın * yakınılacak bir durumda “Tanrıdaha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır.
    Allah artırsın * (gerçek veya alay anlamında) Tanrıdaha çoğunu versin.
    Allah aşkına * birlikte söylendiği sözün anlamına göre ant vermek veya yalvarmak için “Allah’ınıseversen” anlamında,
    şaşma, usanç bildirir.
    Allah bağışlasın * (çocuğunu, sevdiğini) Tanrıkazadan, belâdan korusun, esirgesin.
    Allah bahtından güldürsün * (evlenecek kız için) mutluluk dileğini belirtir.
    Allah bana, ben de sana * şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim.
    Allah belâsınıversin * ilenme sözü.
    Allah beterinden saklasın (veya esirgesin) * Tanrıdaha kötü duruma düşürmesin.
    Allah bilir * belli değil.
    * bana öyle geliyor ki.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 51

    alıcıkılığına girmek * müşteri gibi davranmak.
    alıcıkuş * Atmaca.
    alıcıverici * Bağışladığını geri alan.
    alıcıyönetmeni * Alıcıyıdoğrudan doğruya çalıştıran ve yöneten, alıcı hareketlerini gerçekleştiren, görüntülerin filme
    alınmasınısağlayan kimse, kameraman.
    * Televizyon alıcısınıdoğrudan çalıştıran kimse, kameraman.
    alıç * Gülgillerden, kırlarda yetişen yabanî bir ağaç (Crataegus).
    * Bu ağacın mayhoşyemişi.
    alık * Akılsız, sersem, budala, ebleh.
    alık * Hayvan çulu.
    * Eskimişgiyecek.
    alık alık * Aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık alık bakmak * aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık salık * Aptal.
    * Aptalca.
    alıklaşma * Alıklaşmak işi.
    alıklaşmak * Alık duruma gelmek, bir şey karşısında aptallaşıp şaşırmak, şaşkınlaşmak, aptallaşmak.
    alıklaştırma * Alıklaştırmak işi.
    alıklaştırmak * Alık duruma getirmek.
    alıklık * Alık olma durumu veya alıkça bir iş.
    alıkonulma * Alıkonulmak işi.
    alıkonulmak * Alıkoymak işine konu olmak, menedilmek, tatil edilmek.
    alıkoyma * Alıkoymak işi.
    alıkoymak * Bir süre için bir yerde tutmak.
    * Birini, yapmakta olduğu veya yapmak istediği işten geri tutmak.
    * Ayırıp saklamak.
    * Mahrum etmek.
    * Mani olmak, engel olmak.
    alım * Almak işi.
    * Gözü, gönlü çeken durum, cazibe.
    * Kurum, çalım, gurur.
    -alım / -elim * İstek kipinin çokluk 1. kişi eki: al-alım, gid-elim, başla-y-alım, bekle-y-elim vb.
    alım çalım * Gösteriş, çekici hareket.
    alım satım * Satın alma ve satma işi, alışveriş.
    alım satım bürosu * Alışverişişlerinin yapıldığıveya düzenlendiği şube, yer.
    alım satım ofisi * Alım satım bürosu.
    alımcı * Başkasının hesabına alacak toplayan veya kabul eden kimse.
    alımlı * Alımı olan, çekici, cazibeli.
    * Kurumlu, çalımlı, gururlu.
    alımlıçalımlı * Gösterişli, güzel.
    alımlılık * Alımlı olma durumu.
    alımsız * Alımı olmayan, cazibesiz.
    alımsızlık * Alımsız olma durumu.
    alın * Yüzün, kaşlarla saçlar arasındaki bölümü.
    * Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
    * (bazışeylerde) Ön, ön yüz.
    * Karşı.
    alın çatısı * İki kaşın arası, alnın ortası.
    alın damarıçatlamak * Bkz. ar damarıçatlamış.
    alın teri * Emek.
    alın teri dökmek * çok emek vermek, zahmetli bir işgörmek.
    alın teri ile kazanmak * hak ederek, çalışarak, emek vererek kazanmak.
    alın yazısı * Yazgı, talih, kader, mukadderat.
    alındı * Para veya başka bir şeyin teslim alındığını gösteren belge, makbuz.
    alındılı * Yerine gitmesini sağlamak için gönderenin ek bir ücret ödeyerek postaya alındıkarşılığında verilen
    (mektup, paket vb.).
    alıngan * Aşırıduygulu, çabuk gücenen, kırılan.
    alınganlık * Alıngan olma durumu.
    alınlık * Kadınların alınlarına taktıklarıaltın veya gümüşten süs eşyası.
    * Yapılarda cephe süsü.
    alınma * Alınmak işi.
    alınmak * Almak işi yapılmak.
    * Bir sözün, bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak incinmek, kırılmak veya öfkelenmek.
    * Elde edilmek.
    * Uyarlanmak, adapte olunmak.
    alıntı * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından alınmışparça, aktarma, iktibas.
    * Başka bir dilden alınmışkelime.
    alıntılama * Alıntılamak işi.
    alıntılamak * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından cümle veya cümleler almak, alıntıyapmak, aktarmak, iktibas etmek.
    alıp satmaz görünmek * ilgisiz görünmek veya davranmak.
    alıp sattığı olmamak * hiç ilgisi bulunmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 46

    alalamak * Beneklerle, çizgilerle veya renklerle bezeyerek bir şeyi bulunduğu çevreye uydurmak, maskelemek, kamufle
    etmek.
    alamana * Balık avlamakta veya yük taşımakta kullanılan büyük kayık.
    alamana ağı * Kıyılardan uzak sularda avlanmak için iki alamana kayığıtarafından kullanılan, uzunluğu 200 ile 250,
    genişliği 7 ile 25 kulaç olan büyük ağ.
    alâmet * Belirti, işaret, iz, nişan.
    * Büyüklük, irilik bakımından şaşılacak durumda olan şey.
    alâmetifarika * Bazıticaret eşyasıüzerine konulan, o eşyayıüreten veya satanıtanıtan resim, harf gibi özel işaret, marka.
    * Ayırıcınitelik, ayırıcıözellik.
    alâmetifarikalı * Alâmetifarikası olan.
    alâminüt * Çarçabuk, anında, hemen, şipşak.
    alâminüt yemek * Kolayca hazırlanıp tüketilebilen yemek.
    alan * Düz, açık ve genişyer, meydan, saha.
    * Orman içinde düz ve ağaçsız yer, düzlük, kayran.
    * Bir konu veya çalışma çevresi.
    * Yüz ölçümü.
    * İçinde birtakım kuvvet çizgilerinin yayılmış bulunduğu var sayılan uzay parçası.
    * Eski Roma’da açık hava gösterisi yapılan genişyer.
    * Bir alıcımerceğinin net bir görüntü sağlayabildiği derinlik ve genişliğin bütünü.
    * Yarışmaların, karşılaşmaların ve oyunların yapıldığıyer, saha.
    alan hızı * Hareket eden bir cismi, duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı alan.
    alan korkusu * Bazıkişilerin alan, park, sokak gibi yerlerde duyduklarıürkeklik hastalığı, agorafobi.
    alan talan * Karmakarışık, allak bullak, darmadağınık.
    alan talan etmek * allak bullak etmek, dağıtmak, alt üst etmek, yağma etmek.
    alan talan olmak * her biri bir yana dağılmak.
    alan topu * Tenis.
    alarga * Açıktan geç, yaklaşma.
    * Açık deniz, engin.
    * Uzaktan, açıktan.
    alarga durmak * uzak durmak, karışmak istememek, ilgisiz davranmak.
    alarga etmek * açık denize çıkmak, engine açılmak.
    * geri çekilmek, uzaklaşmak.
    alargada durmak * uzakta durmak.
    alargadan seyretmek * Uzaktan bakmak.
    alârm * Bir tehlike olduğunda bunu herkesin haber alması için verilen işaret.
    alârma geçmek * beliren tehlikeye karşıdirenebilecek, dayanabilecek duruma gelmek.
    alaşağıetmek * birini, yetkilerini elinden alıp yerinden uzaklaştırmak, atmak, kovmak.
    * kapıp yere vurmak.
    alaşağıvur yukarı * çekişe çekişe (pazarlık).
    alaşım * İki veya daha çok metalden, bazıdurumlarda metallerle, C, P, Te gibi elementlerden oluşan metal
    görünümünde katıveya sıvıkarışım.
    alaşımlama * Alaşımlamak işi.
    alaşımlamak * Çözen metale, alaşım elementlerini eriterek katmak.
    alaten * Cüzamlı, abraş.
    alaturka * Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatına uygun, alafranga karşıtı.
    * Bu töre ve hayatı benimsemiş(kimse).
    * Alaturka saat.
    * Düzensiz, yöntemsiz.
    alaturka müzik * Türk müziği.
    alaturka saat * Güneşin batışında 12’yi gösterecek biçimde ayarlanmışsaat, ezanî saat.
    alaturka tuvalet * Tuvalet ihtiyacını gidermek amacıyla çömelme usulüne göre yapılan tuvalet.
    alaturkacı * Alaturka bilen, alaturka eser veren kimse.
    * Türk müziğinden yana olan.
    * Bu tür müziği seslendiren veya çalan, söyleyen.
    alaturkacılık * Alaturkacı olma durumu.
    alaturkalaşma * Alaturkalaşmak durumu.
    alaturkalaşmak * Alaturka olmak.
    alaturkalaştırma * Alaturkalaştırmak işi.
    alaturkalaştırmak * Alaturkalaşmasını sağlamak.
    alaturkalık * Alaturka olma durumu.
    alavandalı * Bkz. andavallı.
    alavere * Bir şeyin elden ele geçmesi.
    * Bir şeyi elden ele vererek aktarma.
    * Vapurlarda bu biçimde taşıma işi için bordalarda kurulan basamaklı iskele.
    * Kargaşalık.
    alavere dalavere yapmak (veya çevirmek) * hileli, düzenli bir işyapmak, yalanla dolanla işgörmek.
    alavere tulumbası * Emme basma tulumbası.
    alavereci * Piyasada fiyatıdüşünce yükselir umuduyla mal alan ve fiyat yükselince malısatan toptancı, vurguncu,
    spekülâtör.
    alay * Herhangi bir törende veya gösteride yer alan topluluk.
    * Çok kalabalık.
    * Bütünü, hepsi.
    * Genel olarak üç tabur (süvarilerde dört veya beş bölük) ve bunlara bağlı birliklerden oluşan asker
    topluluğu.
    * Çok miktarda, fazla sayıda.
    alay * Ses tonu, söz, davranışgibi yollarla biriyle, bir şeyle eğlenme; onu küçümseme.
    alay alay * Kalabalık olarak, pek çok.
    alay beyi * Albay rütbesinde jandarma alay komutanı.
    alay etmek * bir kimsenin, bir şeyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğlence konusu
    yapmak.
    alay geçmek * alay etmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 47

    alay gibi gelmek * inanılacak gibi olmamak.
    alay malay * hep birden, birlikte.
    alaya almak * alay etmek, eğlenmek.
    alaya bozmak * alay niteliği vermek.
    alaya çıkmak * askerî bir okulda başarı gösteremeyerek kıtaya gönderilmek.
    alaybozan * Bir çeşit fitilli tüfek.
    alaycı * Alay etme huyu olan, müstehzi.
    * Alay eden, küçümseyen, küçümseyerek eğlenen.
    alaycılık * Alay etmeyi huy edinmişolma durumu.
    alayında olmak * işi önem vermeyerek yapmak, işi şaka konusu yapmak.
    âlâyıvâlâ ile * bütün gösterişi ile.
    alâyiş * Gösteriş, göz kamaştırma.
    alâyişli * Gösterişli.
    alaylı * Erlikten yetişmişsubay.
    * Gerekli okul eğitimini görmeden kendini yetiştirmişolan (kimse), mektepli karşıtı.
    * Gösterişli, görkemli, debdebeli.
    alaylı * Alay edici, küçümseyici, müstehzi.
    alaysı * Alaya benzer, ciddî olmayan.
    alaz * Alev, yalaz.
    alaz alaz * Alev alev.
    alaza * Dökülen tohumlarla ertesi yıl kendiliğinden çıkan tahıl, soğan vb.
    alazlama * Alazlamak işi.
    * Vücutta kızıllık veya kızıl lekeler belirmesi durumu.
    alazlamak * Bir şeyin yüzünü alevden geçirmek, aleve tutmak.
    * Sızlatmak, yakmak, acıvermek.
    alazlanma * Alazlanmak işi.
    alazlanmak * Alazlamak işine konu olmak.
    * İnsan derisi için, üstünde kızıllık veya kızıl lekeler belirmek.
    albasma * Albastı.
    albastı * Doğum sırasında temizliğe dikkat edilmemesi yüzünden loğusanın tutulduğu ateşli hastalık, loğusa
    humması, albasma.
    albatr * Kaymak taşı, su mermeri.
    albatros * Fırtına kuşugillerden, 1 m uzunluğunda, Atlantik Okyanusu’nda yaşayan iri bir kuştürü (Diomedea
    exulans).
    albay * Rütbesi yarbay ile tuğgeneral arasında bulunan ve asıl görevi alay komutanlığı olan üstsubay, miralay.
    albaylık * Albay rütbesi veya albayın görevi.
    albeni * Alım, çekicilik, cazibe.
    albeni vermek * çekiciliğini artırmak, ilgi toplamak, hoşve güzel göstermek.
    albenili * Alımlı, çekici, cazibeli.
    albenisi olmak * çekiciliği bulunmak.
    albinos * Akşın.
    albüm * Resim, fotoğraf, pul gibi şeyleri dizip saklamaya yarayan bir tür defter.
    * Herhangi bir konu ile ilgili kısa açıklamalar verilerek resimler basılmışolan kitap.
    * Bir sanatçının eserlerinin bir bölümünün yer aldığıkaset, uzunçalar, tekerçalar.
    albümin * Bitkilerin, hayvanların doku ve sıvılarında bulunan, birleşimi karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt
    olan, suda eriyen, beyaza yakın renkte, yapışkan madde.
    albümin işeme * Birçok hastalıklarda, özellikle böbrek hastalıklarında idrarda albümin bulunmasıdurumu, ak tutma.
    albüminli * İçinde albümin bulunan.
    alçacık * Çok alçak.
    alçacık dağları ben yarattım demek * çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek.
    alçak * Yerden uzaklığı az olan, yüksek karşıtı.
    * Aşağı, yüksek olmayan (yer).
    * (boy için) Kısa.
    * Bile bile en kötü, en ahlâksızca davranışlarda bulunan, aşağılık, soysuz, namert, rezil hain.
    alçak basınç * Barometrede 760 mm altında bulunan, kötü havaya işaret olan hava durumu.
    alçak gerilim * Düşük voltajlıelektrik hattı.
    * Değeri ve gücü az olan elektrik potansiyeli.
    alçak gönüllü * (makam, para vb. durumlarda) Aşağı olanlarıkendisiyle eşit tutan veya kendi değerini olduğundan aşağı
    gösteren (kimse), mütevazı.
    alçak gönüllülük * Alçak gönüllü olma durumu.
    alçak kabartma * Heykel sanatında, yüzeyden çıkıntısıaz olan kabartma.
    alçak kavuşum * Kavuşumda gezegenin güneşle yer arasında bulunması.
    alçak ses * Hafif ses.
    * Kalın ses.
    alçak yaylak * Devamlı oturma bölgesinde, normal tahıl ziraatıyapılan alanların bitişiğinde genellikle deniz seviyesinden
    900-1200 metre yükseklikteki yaylak.
    alçakça * Oldukça alçak.
    * Alçak, aşağılık kimselere yaraşırcasına.
    alçaklaşma * Bayağılaşmak durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 49

    alegori * Bir görüntü, bir yaşantıveya bir davranışın daha iyi kavranmasını sağlamak için göz önünde canlandırıp
    dile getirme.
    alegorik * Alegori ile ilgili.
    aleksi * Okuma yitimi.
    alelâcayip * Acayip üstü çok acayip, tuhaf, garip, bambaşka.
    alelâcele * Çok acele ederek, çarçabuk, ivedilikle.
    alelâde * Her zaman görülen, olağan.
    * Bayağı, sıradan.
    alelâdelik * Alelâde olma durumu.
    alelhesap * Hesaba sayarak.
    alelhusus * Hele, özellikle, en çok.
    alelıtlak * Genel olarak.
    alelumum * Genel olarak, genellikle.
    alelusul * (yöntem gereği, yöntem üzere) Yol yordam gereğince, kurala uygun bir biçimde.
    alem * Bayrak.
    * Minare, kubbe, sancak direği gibi yüksek şeylerin tepesinde bulunan, madenden yapılmışay yıldız veya lâle
    biçiminde süs.
    âlem * Yeryüzü ve gökyüzündeki nesnelerin oluşturduğu bütün, evren.
    * Dünya, cihan.
    * Aynıkonu ile ilgili kimseler veya bu kimselerin uğraşlarının bütünü.
    * Hayvan veya bitkilerin bütünü.
    * Durum ve şartlar.
    * Herkes, başkaları.
    * Ortam, çevre.
    * Eğlence.
    * Kendine özgü birçok niteliği bulunan şey veya farklıdavranışiçinde bulunan kimse.
    * Duygu, düşünce, düşgücü.
    alem olmak * sembol olmak.
    âlem yapmak * sazlısözlü eğlenmek.
    alemci * Camilerin kubbelerine, minarelerine alem yapan veya takan kimse.
    alemdar * Bayrağıveya sancağıtaşıyan, bayraktar, sancaktar.
    * Önder.
    âleme dalmak * çevre ile ilgisini kesip iç dünyasına kapanmak.
    * eğlenceye, zevkusefaya kapılmak.
    âlemi var mı? * yakışık alır mı, uygun olur mu?.
    âlemin ağzıtorba değil ki büzesin * Bkz. elin ağzıtorba değil ki büzesin.
    âlemşümul * Dünya ölçüsünde, evrensel, üniversel.
    alenen * Açıktan açığa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde, gizlemeden, açıkça.
    alengirli * Gösterişli, yakışıklı.
    alenî * Açık, ortada, meydanda, herkesin içinde yapılan.
    alenîleşme * Alenîleşmek işi veya durumu.
    alenîleşmek * Herkesçe bilinir duruma gelmek.
    aleniyet * Açık olma durumu, açıklık.
    alerji * Bazıcanlıların birtakım yiyeceklere, ilâçlara, toz, koku gibi nesnelere karşıhastalık derecesinde gösterdikleri
    aşırıtepki.
    * Bir kimseye veya bir şeye karşı olumsuz yönde duyulan aşırıduyarlık.
    alerjik * Alerji ile ilgili olan.
    * Herhangi bir maddeye veya kimseye karşı olumsuz duyguları olan, alerjisi bulunan.
    alessabah * Sabah erkenden.
    alesta * Harekete hazır, tetikte.
    alesta beklemek * hazır durumda beklemek.
    alesta durmak * tetikte beklemek.
    alesta tutmak * hemen kullanılabilecek durumda bulundurmak.
    alet * Bir el işini veya mekanik bir işi gerçekleştirmek için özel olarak yapılmışnesne.
    * Bir sanatıyapmaya, uygulamaya yarayan özel araç, aygıt.
    * Bir makineyi oluşturan ve işlemesine yardım eden parçalardan her biri.
    * Hoşgörülmeyen bir işe yardımcıveya aracı olmayıkabul eden kimse, maşa.
    alet edevat * Bu el işini veya mekanik bir işi gerçekleştirmek için kullanılan araçlar.
    alet etmek * bir işte birini uygun olmayan bir biçimde kullanmak.
    alet olmak * bilerek bir çıkar karşılığıveya bilmeyerek kötü bir işte aracılık etmek, vasıta olmak.
    aletli * Aleti olan veya aletle yapılan.
    aletli jimnastik * Birtakım aletler kullanılarak yapılan jimnastik.
    alev * Yanan maddelerin veya gazların türlü biçimlerde uzanan ışıklıdili, yalım, yalaz, alaz.
    * Ateş, sıcaklık, kıvılcım.
    * Aşk ateşi.
    * Mızrak uçlarına takılan küçük bayrak, flâma.
    alev alev * Alevli olarak.
    * Vücut ısısıherhangi bir sebeple artmışve bu sebeple kızarmışolarak.
    alev almak * tutuşmak, yanmaya başlamak.
    * coşmak, heyecanlanmak, heyecana gelmek, telâşlanmak, öfkelenmek.
    alev bacayı(veya saçağı) sarmak * ateş bacayısarmak.
    alev gibi parlamak * canlı, ışıl ışıl olmak.
    alev kırmızısı * Alev rengi.
    alev lâmbası * Gaz veya benzinle çalışan, ucundan bir alev püskürterek yanan ve kurşun boru işlerinde kullanılan bir araç.
    alev makinesi * Düşman üzerine alevli sıvılar püskürten taşınabilir alet.
    alev saçağısarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir duruma gelmek, ateş bacayısarmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 48

    alçaklaşmak * Bayağılaşmak.
    alçaklaştırma * Alçaklaştırmak durumu.
    alçaklaştırmak * Alçaklaşmasına sebep olmak.
    alçaklık * Alçak olma durumu.
    * Alçakça davranış, şenaat.
    alçalış * Aşağılaşma, bayağılaşma, mezellet.
    alçalma * Alçalmak işi, inme.
    * Toprağın çöküp oturması.
    * Kabarma alçalma olayında suların indiği dönem, cezir.
    * Düşkünlük, zül.
    alçalmak * Alçak duruma gelmek, yüksekten aşağıdoğru inmek.
    * (insan için) Değeri azalmak.
    alçaltı * Küçük düşürme, hor görme, zillet.
    alçaltıcı * Küçük düşürücü.
    alçaltış * Alçaltmak işi veya biçimi.
    alçaltma * Alçaltmak işi.
    alçaltmak * Alçak duruma getirmek.
    * Değerini azaltmak.
    alçarak * Az alçak.
    alçı * Alçıtaşının pişirilip toz durumuna getirilmesinden elde edilen madde.
    alçıkalıp * Bir şeyin üzerine alçıdökülerek alınan kalıp.
    alçıtaşı * Toprak içinde katman olarak bulunan ve pişirilip toz durumuna getirilerek alçıyapmaya yarayan hidratlı
    kalsiyum sülfat, jips.
    alçıcı * Alçıtaşınıçıkaran kimse.
    * Tavan ve duvarların alçı ile kaplanmasında çalışan işçi.
    alçılama * Alçılamak işi.
    alçılamak * Alçı ile sıvamak.
    * Alçıkarıştırmak.
    alçılanma * Alçılanmak işi.
    alçılanmak * Alçılamak işine konu olmak.
    alçılatma * Alçılatmak işi.
    alçılatmak * Alçı ile kapattırmak, sıvatmak.
    alçılı * İçinde alçı bulunan.
    * Alçı ile sarılmışolan.
    alçıpan * Tavan süslemelerinde kullanılan ve çeşitli desenleri olan alçıdan yapılmışkalıp.
    alçıya almak (veya koymak) * kırılan bir kemiği gereği gibi kaynaması için alçıya batırılmışsargı ile sarmak.
    aldanç * Çabuk ve kolay aldatılan kimse.
    aldangıç * Üzeri ot veya kumla örtülmüşçukur, tuzak.
    aldanış * Aldanmak işi veya biçimi, kanma.
    aldanma * Aldanmak işi.
    aldanmak * Görünüşe kapılarak yanlış bir yargıya varmak, yanılmak.
    * Bir hileye, bir yalana kanmak.
    * Düşkırıklığına uğramak.
    * Avunmak, oyalanmak.
    * (bitkiler için) Havanın birden ısınmasıyla zamansız açan çiçek, soğuk sebebiyle donmak.
    aldatıcı * Aldatma niteliği olan, yanıltıcı, kandırıcı.
    aldatılma * Aldatılmak işi.
    aldatılmak * Aldatmak işine konu olmak.
    aldatış * Aldatma işi veya biçimi.
    aldatma * Aldatmak işi.
    aldatmaca * Aldatmaya dayanan davranış, aldatıcı oyun.
    aldatmak * Beklenmedik bir davranışla yanıltmak.
    * Karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden, gereği gibi uyanık olmayışından yararlanarak onun
    zararına kazanç sağlamak.
    * Birine verilen sözü tutmamak, yalan söylemek.
    * Bir şeyin görünürdeki durumu, o şeyin niteliği bakımından yanlış bir kanıvermek.
    * Ayartmak, kötü yola sürüklemek, baştan çıkarmak, iğfal etmek.
    * (karıveya koca) Eşine sadakatsizlik etmek, ihanet etmek.
    * Oyalamak, avutmak.
    aldehit * Alkolleri oksitlendirme veya asitleri indirgeme yolu ile elde edilen uçucu bir sıvı.
    aldı * (halk edebiyatında) söylemeye başladı.
    aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek * sağladığıyarar, verdiği zararıkarşılamamak.
    aldırış * Aldırmak işi veya biçimi.
    aldırışetmemek * önem vermemek, aldırmamak, ilgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak, umursamamak.
    aldırışsız * Aldırmaz, umursamayan.
    aldırma * Aldırmak işi.
    aldırmak * Almak işini yaptırmak.
    * Getirtmek.
    * Vücuttan herhangi bir parçayıveya organısağlık sebebiyle operasyonla çıkartmak.
    * Önem vermek, değer vermek (bu fiil, bu anlamı ile ancak olumsuz, soru veya şart biçimlerinde kullanılır).
    * Elindekini başkasına kaptırmak.
    * Sığdırmak.
    aldırmaz * Bir şeye önem vermeyen; umursamayan, kayıtsız, lâkayt.
    aldırmazlık * Aldırmaz olma durumu, tasasızlık, kayıtsızlık, lâkaydî.
    aldırtma * Aldırtmak işi.
    aldırtmak * Aldırmak işini başkasına yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 50

    Alevî * Alevîliğe bağlı(kimse).
    Alevîlik * Halife Ali yanlısı olma durumu.
    alevlendirme * Alevlendirmek işi.
    alevlendirmek * Alevlenmesini sağlamak, tutuşturmak.
    * Etkisini, şiddetini artırmak, çoğaltmak.
    alevlenme * Alevlenmek işi.
    alevlenmek * Alev çıkarmaya başlamak.
    * Zorlu, öfkeli veya heyecanlı bir durum almak.
    * Parlamak.
    alevli * Alevi olan, alevlenmiş.
    * Şiddetli, hararetli.
    aleyh * Karşı, karşıt, zıt.
    aleyhe dönmek * karşıdurum almak, karşıduruma geçmek.
    aleyhinde (veya aleyhine) söylemek (veya bulunmak) * çekiştirmek, yermek.
    aleyhinde olmak * birine karşı olumsuz duygu ve davranışiçinde bulunmak.
    aleyhine dönmek * destek vermekten vazgeçip karşıduruma geçmek.
    aleyhine olmak * bir iş, birinin zararına olmak, onun için iyi olmamak.
    aleyhtar * Karşı olan, karşıtçı.
    aleyhtarlık * Bir işe, harekete veya düşünceye karşı olma, karşıtçılık.
    aleyhte olmak * karşıdurum almak.
    aleykümselâm * Arapça selâmünaleyküm selâmlama sözüne verilen “esenlik, selâmet üzerinize olsun” anlamında karşılık.
    alfa * Yunan alfabesinin birinci harfi.
    alfa * Kuzey Afrika’da ve İspanya’da yetişen ve kâğıt, ip, halıyapımında kullanılan bir bitki.
    alfa ışınları * Radyoaktif maddelerin yaydıklarıüç ışından biri.
    alfabe * Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harflerin bütününe verilen ad.
    * Bir dilin harflerini tanıtarak okuma öğrenmeyi sağlayan kitap.
    * Bir işin başlangıcı.
    alfabe dışı * Bir milletin alfabesinde bulunmayan harf, Türk alfabesinde bulunmayan x, w, q harfleri gibi.
    alfabe sırası * Harflerin alfabedeki belirli düzene göre dizilişi.
    * Eşitlik ilkesini sağlamak için uyulan düzen.
    alfabetik * Alfabe sırasına göre dizilmiş.
    alfabetik katalog * Eserleri yazarların soy adlarına veya adlarına göre sıraya sokan katalog.
    alfabetik sıralama * Bkz. alfabe sırası.
    alfaterapi * Alfa ışınlarının tedavide kullanılmasına verilen ad.
    alfenit * İçinde bakır, çinko, nikel bulunan ve çatal bıçak takımıyapmakta kullanılan gümüşlü bir alaşım.
    alg * Su yosunu.
    algarina * Ağır bir şeyi denizden çıkarmak veya denize indirmek işinde kullanılan büyük vinçli deniz teknesi.
    * Bazı gemilerin başveya kıç tarafından eğik olarak uzatılmış bulunan makaralı, kısa ve kalın dikme.
    algı * Kazanç, alacak.
    * Rüşvet.
    * Vergi.
    algı * Haşhaşsütünü toplamakta kullanılan kaşık.
    algı * Bir şeye dikkati yönelterek, o şeyin bilincine varma, idrak.
    algı bıçağı * Haşhaşkozasınıçizmeye yarayan alet.
    algılama * Algılamak işi, idrak etme.
    algılamak * Bir olayıveya bir nesnenin varlığınıduyum yolu ile yalın bir biçimde bilinç alanına almak, idrak etmek.
    algılanma * Algılanmak işi veya durumu.
    algılanmak * Algılamak işine konu olmak, idrak edilmek.
    algılatma * Algılatmak işi veya durumu.
    algılatmak * Algılamak işini birine yaptırmak, idrak ettirmek.
    algılayıcı * Algıyetkisi olan.
    algın * Cılız, zayıf, hastalıklı.
    * Birine gönül vermiş, tutkun, vurgun.
    algler * Su yosunları.
    algoritma * IX. yüzyılın başında yaşamışolan Türk matematikçilerinden Musaoğlu Harezmli Mehmed’e Arapların
    unvan olarak verdiği Elharezmî adından batıda yapılan bir terim. Orta Çağda ondalık sayısistemine göre yapılan ve
    son zamanlarda belirli herhangi bir kurala bağlı bulunan her türlü hesap işlemine verilen ad, Harezmli yolu.
    -alı/ -eli * “…-den beri” anlamında zarf-fiil eki: al-alı, gid-eli, görme-y-eli vb.
    alıal, moru mor * telâşveya yorgunluktan yüzü kıpkırmızıkesilmiş(olarak).
    * sağlıklı, canlıkanlı.
    alıcı * Satın almak isteyen kimse, müşteri.
    * Kendisine bir şey gönderilen kimse.
    * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz.
    * Ahize, almaç.
    * Azrail.
    * Görüntüleri alan cihaz, kamera.
    alıcı bulmak * müşteri bulmak.
    alıcıçıkmak * müşteri bulunmak.
    * istemek, talip olmak.
    alıcı gözüyle bakmak * inceden inceye gözden geçirmek.