Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 56

    allak bullak etmek * karmakarışık bir duruma getirmek, düzeni bozmak.
    * (aklını, zihnini) düşünemez duruma getirmek.
    allak bullak olmak * çok karışık duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarışık olmak, düzeni bozulmak.
    * (akıl, zihin) şaşkına dönmek, karışmak, şaşırmak.
    allama * Allamak işi.
    allamak * “Süslemek, donatmak” anlamına gelen allamak pullamak deyiminde geçer.
    allâme * Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili.
    allâme kesilmek * her şeyi bilir görünmek.
    allâmelik * Allâme olma durumu.
    allâmelik taslamak * bilgisiz olduğu hâlde her şeyi bilir görünmek.
    allanma * Allanmak işi.
    allanmak * Süslenmek.
    allaşma * Allaşmak işi veya durumu.
    allaşmak * Al duruma gelmek.
    allegretto * Bir parçanın allegrodan biraz daha ağır çalınacağınıanlatır.
    allegro * Bir parçanın canlı, neşeli ve hızlıçalınacağınıanlatır.
    allem * Bir işi istediği duruma getirmek için “her türlü kurnazca çareye başvurmak” anlamıyla allem etmek kallem
    etmek deyiminde geçer.
    allı * Üzerinde al renk bulunan.
    allıpullu * Göz alıcırenkler ve şeylerle süslenmiş.
    allık * Al olma durumu.
    * Kadınların süs için yanaklarına sürdükleri al boya.
    alma * Almak işi.
    * Alıntı, iktibas.
    almaç * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz, alıcı, ahize, reseptör.
    almak * Bir şeyi veya kimseyi bulunduğu yerden ayırmak.
    * Bir şeyi elle veya başka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayırmak, kaldırmak.
    * Yanında bulundurmak.
    * Birlikte götürmek.
    * Satın almak.
    * Ele geçirmek, fethetmek.
    * İçine sığmak.
    * Kabul etmek.
    * Kendine ulaştırmak, iletilmek.
    * İçeri sızmak, içine çekmek.
    * (erkek, kadın için) … ile evlenmek.
    * Sürükleyip götürmek.
    * Kazanmak, elde etmek.
    * Zararlı, tehlikeli bir şeye uğramak.
    * Bürümek, sarmak, kaplamak.
    * Kısaltmak, eksiltmek.
    * Yolmak, koparmak.
    * Yerini değiştirmek, çekmek.
    * Temizlemek.
    * (duş, banyo için) Yapmak; yıkanmak.
    * (içeri) Götürmek.
    * Bir yeri savaşla ele geçirmek.
    * (tat veya koku için) Duymak.
    * Örtmek, koymak.
    * (süre için) Değiştirmek.
    * … gibi anlamak.
    * Başlamak.
    * Davranışveya makam değiştirmek.
    * (içecek veya sigara için) İçmek.
    * Yutmak; kullanmak.
    * (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek.
    * Çalmak.
    * Göreve, işe başlatmak.
    * Görevden, işten çekmek.
    * Kazanç sağlamak.
    * (ölüm sebebiyle) Ayrılmak.
    * Gidermek, yok etmek.
    * Soldurmak.
    * Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çıkarmak.
    * (motor) Çalışması için gerekli olan elektrik veya yakıttan yararlanır duruma gelmek.
    almamazlık * Kabul etmeme durumu.
    Alman * Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse.
    * Alman halkına, Almanya’ya özgü olan şey.
    Alman gümüşü * Çinko, bakır ve nikelden yapılan, gümüşü andırır bir alaşım, mayşor.
    Alman papatyası * Orta Avrupa’da yetişen bir papatya türü (Anfhemis mobilis).
    Alman usulü * Bir topluluk için yapılan harcamada giderlerin herkese eşit olarak bölüştürülmesi yöntemi.
    almanak * Yılın gün, hafta, ay gibi bölümlerinden başka, bayram, yıl dönümü gibi belli günleri ve birtakım astronomi,
    meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim.
    Almanca * Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İsviçre’nin bir bölümünde kullanılan
    dil.
    * Almanların kullandığı dil.
    * Bu dile özgü olan.
    Almancı * Almanya yanlısı olan (kimse).
    * Almanya’da çalışan Türk işçisi.
    Almancılık * Almancı gibi davranma.
    Almanlaşma * Almanlaşmak işi veya durumu.
    Almanlaşmak * Alman yaşayıştarzını benimsemek.
    Almanlaştırma * Almanlaştırmak işi.
    Almanlaştırmak * Almanlara özgü yaşayıştarzıkazandırmak.
    almaş * İki veya daha çok şeyin sıra ile değiştirilerek kullanılmasıveya kendiliğinden değişerek çalışması, keşikleme,
    münavebe.
    * Birinin doğru olmasıötekinin yanlışlığını gerektiren iki önermenin oluşturduğu sistem.
    almaşık * İki veya daha çok şeyin sıralanmalarında değişiklik olan.
    * Almaşlı olarak işleyen, mütenavip, alternatif.
    almaşık yapraklar * Sapın iki yanında karşılıklıdeğil de aralıklı olarak bir sağda, bir solda bitmişyapraklar.
    almaşıklık * Dönüşümlü ve düzenli sıralanma.
    almaşlı * Almaşniteliği olan.
    alnaç * Bir şeyin ön tarafı, ön yüzü.
    alnıaçık yüzü ak * çekinecek hiçbir durumu veya ayı bı olmayan.
    alnına kara sürmek * bir kimsenin haksız yere kötü tanınmasına yol açmak.
    alnında yazılmışolmak * bir olayın, kişinin başına gelmesini Allah’ın buyurmuşolduğuna inanmak.
    alnından öpmek * beğenmek, takdir etmek.
    alnınıkarışlamak * küçümseyerek meydan okumak.
    alnının akı ile * ayıplanacak bir duruma düşmeden, tertemiz, şerefiyle, başarı göstermişolarak.
    alnının kara yazısı * kötü kaderi, kötü talihi.
    alo * Telefon konuşmasında kullanılan seslenme sözü.
    alogami * Bir çiçek tepeciğinin başka bir çiçek tozu ile tozlanması.
    alotropi * Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakımdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 54

    Allah bir * yemin yerine kullanılır.
    Allah bir dediğinden başka sözüne inanılmaz * birinin çok yalancı olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah bir yastıkta kocatsın * yeni evlenenlere “bir arada yaşlanın” anlamında söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah büyüktür * günün birinde hakkınıalacağına, kendine yapılmışolan haksızlıkların düzeleceğine inanmak gerektiğini
    anlatır.
    Allah canınıalsın * ilenme sözü.
    Allah cezasınıvermesin (veya Allah cezasınıversin) * yarışaka, yarışaşma yollu, bazen de gerçek öfke ile söylenen ilenme sözü.
    Allah dağına göre kar verir * Tanrıherkese dayanabileceği ölçüde sıkıntıverir.
    Allah derim * pek bozuk bir işiçin sorulan “ne dersin?” sorusuna karşı”söyleyecek başka söz bulamıyorum” anlamında
    kullanılır.
    Allah dirlik düzenlik versin * Tanrıaile huzuru versin.
    Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz * alın yazısıne ise o olur.
    Allah dört gözden ayırmasın * “Tanrı, çocuğu yetim veya öksüz bırakmasın” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allah düşmanıma vermesin * anlatılan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir.
    Allah ecir sabır versin * başsağlığıdileği olarak söylenir.
    Allah eksik etmesin * Tanrıyokluğunu göstermesin.
    * birinin yaptığı bir hizmet anılırken onun için teşekkür yollu söylenir.
    Allah eksikliğini göstermesin * pek gerekli olan bir şeyin kusuru anlatılırken, böyle de olsa onun varlığına şükredildiğini anlatır.
    Allah emeklerini eline vermesin * Tanrıemeklerini boşa çıkarmasın.
    Allah esirgesin (veya saklasın) * Tanrıkorusun! Tanrıkötü durumla karşılaştırmasın!.
    Allah etmesin * olması istenilmeyen bir durumdan veya bir olaydan söz edilirken söylenir.
    Allah gecinden versin * “çok yaşayasın”‘ anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah göstermesin * Tanrıkötü bir durumla karşılaşmaktan korusun.
    Allah hakkı için * ant içmek veya ant vermek için kullanılır.
    Allah Halil İbrahim bereketi versin * Tanrıçok versin, bereket versin.
    Allah hayırlıetsin * genellikle bir olay başlangıcında “Tanrıuğurlu etsin” anlamında söylenir.
    Allah herkesin gönlüne göre versin * Tanrıherkesin dileğini yerine getirsin.
    Allah hoşnut olsun * bir kimsenin, kendisine iyiliği dokunan biri için kullandığı bir iyi dilek sözü.
    Allah için * gerçekten, doğrusu.
    Allah iki iyilikten birisini versin * (ağır hasta için) ya ölsün kurtulsun, ya iyi olsun.
    Allah iyiliğini (veya lâyığını) versin * hoşa gitmeyen bir davranışkarşısında hoşgörü ile söylenir.
    Allah kabul etsin * sevap sayılan bir işyapıldığında söylenir.
    Allah kahretsin * “Tanrıcezasınıversin” anlamında bir ilenme sözü.
    Allah kavuştursun * birinin yakını, bulunduğu yerden ayrılınca kalanlara kavuşma dileğinde bulunmak için söylenen söz.
    Allah kazadan belâdan saklasın * Tanrı’nın insanıtürlü kötülüklerden korumasıdileğiyle söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah kerim * Tanrı büyüktür, Tanrı’ya güvenmeli.
    Allah kısmet ederse * Tanrı izin verirse.
    Allah korusun (veya saklasın) * Tanrıtehlikeye, kötü duruma düşürmesin!.
    Allah kuru iftiradan saklasın * bir suçlama karşısında bunun sırf iftira olduğunu anlatmak için söylenir.
    Allah manda şifalığıversin * çok veya ağır yemek yiyenler için şaka yollu söylenir.
    Allah mübarek etsin * kutlu olsun.
    * onaylanmayan bir durumda alay yollu kullanılır.
    Allah müstahakınıversin * (gerçek veya alay anlamında) çıkışma anlatan bir söz.
    Allah ne verdiyse * yemek olarak evde ne varsa.
    Allah ömürler versin * saygı gösterilen bir kimseye selâm veya teşekkür olarak söylenir.
    Allah övmüşde yaratmış * çok güzel olanlar için söylenir.
    Allah rahatlık versin * genellikle yatmaya gidilirken söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah rahmet eylesin * ölüleri hayırla anmak için söylenir.
    Allah rızası için * dilencilerin para isterken söyledikleri yalvarma sözü.
    * ne olursun.
    * karşılık beklemeksizin.
    Allah sağgözü (veya eli) sol göze (veya ele) muhtaç etmesin * Tanrıkimseyi kimseye, en yakınlarına bile muhtaç etmesin.
    Allah selâmet versin * yola çıkanlara “Tanrıkazadan belâdan korusun” anlamında söylenen bir uğurlama sözü.
    * yolda güçlük içinde bulunanlara iyi dilek sözü olarak kullanılır.
    * uzaktaki tanıdıklar anılırken kullanılır.
    * birinden pek yana olmayan bir söz söyleneceği zaman onun adından önce getirilen girişsözü.
    * “keyfin bilir, gidersen git” anlamında kullanılır.
    Allah senden razı olsun * yapılan bir iyilik karşısında “Tanrıseninle birlik olsun, iyiliğini senden esirgemesin” anlamında teşekkür
    olarak kullanılır.
    Allah seni (veya sizi) inandırsın * doğru söylüyorum, Tanrıtanıktır.
    Allah son gürlüğü versin * Tanrı, yaşlılıkta sıkıntı göstermesin.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 55

    Allah sonunu hayır etsin * bir işin sonucu için kaygıduyulduğunda söylenen bir iyi dilek sözü.
    Allah taksimi * eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma, kul taksimi karşıtı.
    Allah taksimi * Eşitlik gözetilmeden yapılan paylaştırma kul taksimi karşıtı.
    Allah taksiratınıaffetsin * (ölüler için) Tanrıkusurlarını bağışlasın.
    Allah tamamına eriştirsin * herhangi bir işveya olayın iyi sonuçlanmasıdileğiyle söylenir.
    Allah tekrarına erdirsin * tekrar bu günleri görün.
    Allah utandırmasın * bir işe girişenlere söylenen başarıdileği.
    Allah var (veya Allah’ıvar) * doğrusunu söylemek gerekirse.
    Allah vere de * iyi dilek anlatır.
    Allah vergisi * Tanrıvergisi, yaradılıştan olan yetenek veya özellik.
    Allah vermesin * bir şeyin olmamasıdileğini anlatır.
    Allah versin * iyi bir şey ele geçirenlere memnunluk bildirmek için, bazen de takılma ve şaka için söylenir.
    * dilenciyi savmak için söylenir.
    Allah yapısı * İnsanlar tarafından değil de tabiatta olduğu gibi.
    Allah yarattıdememek * kıyasıya dövmek, çok hırpalamak.
    Allah yazdı ise bozsun * gerçekleşmesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanılır.
    Allah yürü ya kulum demiş * az zamanda çok para kazananlar veya işinde çok ilerleyenler için söylenir.
    Allah ziyade etsin * (kahve ve yemekten sonra) “Tanrıartırsın” anlamında kullanılan bir iyi dilek sözü.
    Allah’a (bin) şükür * “hamdolsun”, “bereket versin” gibi durumdan memnun olunduğunu anlatır.
    Allah’a bir can borcu var * Allah’a vereceği canından başka hiç kimseye bir borcu yok.
    Allah’a emanet * “Tanrıesirgesin” anlamında birini överken söylenir.
    Allah’a emanet olun * ayrılanın kalana söylediği bir esenleme sözü.
    Allaha ısmarladık * Ayrılanın kalan veya kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
    Allah’a yalvar * kendi kusuru yüzünden güç bir duruma düşüp yakınan kimseye “ben sana yardım edemem, benden bir şey
    umma” anlamında söylenir.
    Allah’ı(veya Allah’ını) seversen * “Allah aşkına” gibi, yerine göre ant verme, yalvarma için kullanılmakla birlikte, şaşma veya usanç gibi
    duygular da anlatır.
    Allah’ıçok, insanıaz bir yer * pek ıssız ve kuytu bir yer.
    Allah’ım! * şiddetli bir duygulanma anlatan ünlem.
    Allah’ın (veya Tanrı’nın) günü * (bıkkınlık duygusu ile) hemen hemen her gün.
    Allah’ın adamı * garip, saf, zavallı(kimse).
    Allah’ın belâsı * varlığıüzüntü veren.
    Allah’ın binasınıyıkmak * kendini veya başkasınıöldürmek.
    Allah’ın cezası * pek yaramaz, şirret.
    Allah’ın emri * kader.
    Allah’ın evi * cami, mescit.
    * insan gönlü.
    Allah’ın gazabı * çok sıkıntıveren şey.
    Allah’ın hikmeti * beklenmeyen, sebebi anlaşılmayan veya şaşılan şeyler için kullanılır.
    Allah’ın işine bak * (bir işin, bir olayın) beklenmedik, şaşılacak bir durum almasında kullanılır.
    Allah’ın kulu * insan, kimse, kişi.
    Allah’ından bulsun * ben kendisine bir şey yapmayacağım, yaptığı kötülüğün cezasınıTanrıversin.
    Allah’ınıseversen * istek, dilek ve yalvarma amacıyla kullanılır.
    allahlık * Kendisinden hiçbir işte yararlık umulmayan saf ve zararsız (kimse).
    allahsız * Tanrı’yıtanımayan, Tanrı’nın varlığına inanmayan, Tanrısız.
    * Acımasız, insafsız, vicdansız.
    allahsızlık * Tanrısızlık.
    Allah’tan * iyi ki.
    * yaradılıştan.
    Allah’tan kork! * “yapma, utan, yazıktır!”.
    Allah’tan korkmaz * can yakıcı, insafsız, acımasız.
    Allah’tan umut kesilmez * daha çok ağır hastalar için söylenilen “iyileşebilir” anlamında bir iyi dilek sözü.
    Allahüâlem * Tanrıdaha iyisini bilir anlamında kullanılır.
    Allahütealâ * Yüce Tanrı, ulu Allah.
    allak * Sözünde durmaz, dönek, aldatıcı.
    * Kendisine güvenilmesi doğru olmayan (kimse).
    allak bullak * Alt üst, karmakarışık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 57

    alp * Yiğit, kahraman.
    Alp eren * Derviş.
    * Mücahit.
    Alp yıldızı * Dağların çok yüksek yamaçlarında yetişen bir çiçek (Paradisia liliastrum).
    alpaka * Çifte parmaklılar takımının devegiller sınıfından, Güney Amerika’da yaşayan, uzun tüylü, memeli bir
    hayvan (Lama glama pacos).
    * Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş.
    alpaks * Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karışımı.
    alpinist * Dağcı.
    alpinizm * Dağcılık.
    alplık * Alp olma durumu, yiğitlik, kahramanlık.
    alşimi * Elementleri altına çevirmek isteyen bir işalanı, simya.
    alşimist * Alşimi ile uğraşan kimse, simyacı.
    alt * Bir şeyin yere bakan yanı, üst karşıtı.
    * Bir nesnenin tabanı.
    * Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü.
    * Bir şeyin yere yakın bölümü.
    * Birkaç şeyin içinden bize göre uzak olanı.
    * (birkaç şeyden) Yere yakın olan.
    * Alt kelimesi “… altında” biçiminde kullanıldığında “bir şeyin etkisinde” anlamını verir.
    * Alt bir isimle tamlama kelime oluşturduğunda a) önceki ismin kavramına etki veya yer anlamıkatar: Ayak
    altı. b) (sınıflamalarda) ikinci derecede olan.
    * (kaynatma veya pişirmede) Yanan ocak, ocak alevi.
    alt alta * Birbirinin altında olarak.
    alt alta üst üste * birbirleriyle itişir kalkışır durumda.
    alt bölüm * Yazılarda bölümlerin ayrıldığı parçalardan her biri, ayrım.
    alt cins * Bir cins içinden ayrılan ikinci derecede bir cins.
    alt çene * İnsan ve hayvanlarda yiyecekleri çiğnemeye yarayan, oynayabilen çene.
    alt çene oynamak * yemek, içmek.
    alt damak * Damaklardan altta olanı.
    alt deri * Üst derinin altında bulunan ikinci tabaka, hipoderm.
    * Bazı gövde ve yaprakların üst derilerinin altında bulunan, çoğu kez hücre zarlarıkalınlaşmışözel doku,
    hipoderm.
    alt diş * Alt çene üzerinde sıralanmışdişlerin biri.
    alt dudak * Dudaklardan altta bulunanı.
    * Böceklerin ağız sisteminde bulunan alt parça.
    alt etmek * üstünlük sağlamak, yenmek, sırtınıyere getirmek.
    alt familya * Bir familyanın içinden ayrılan ikinci derecede bir familya.
    alt geçit * Trafik akımınıkesmemek için bir yolun altından geçirilen yol.
    alt güverte * Gemilerde güvertelerden altta bulunanı.
    alt hava yuvarı * Dünyamızıkuşatan atmosferin 10 km kalınlığında olan alt katmanı.
    alt ırk * Aynıırk içinde yetiştirme amacına ve çevreye bağlıkalınarak değişme uğratılmışve bu yolla ırk içinde
    özellikle fizyolojik nitelikleri bakımından kalıtsal sapma gösteren hayvan topluluğu.
    alt karşıt * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tikel olumlu, öbürü tikel olumsuz, karşıkarşıya konmuşiki önermeden
    her biri: Bazı insanlar bilgindirler” ile “Bazı insanlar bilgin değildirler” gibi.
    alt kat * Bir yapının veya aracın katlarından altta bulunan bölümü.
    alt kurul * Belli bir konuyu ele almak amacıyla bir kurul içinden birkaç kişi seçilerek oluşturulan kurul.
    alt olmak * yenilmek.
    alt sınıf * Bir sınıf içinden ayrılan ikinci derecedeki sınıf.
    alt şube * Bir şube içinde kurulan ikinci derecedeki şube.
    alt tabaka * Tabakalardan altta bulunan.
    alt takım * Bir takım içinde kurulan ikinci derecedeki takım.
    alt tarafı(veya yanı) * geriye kalanı.
    * işin daha sonrası.
    * değeri, olup olacağı.
    alt tür * Bir tür içinde ayrılan ikinci derecedeki tür.
    alt üst * Çok karışık ve dağınık.
    alt üst böreği * Önce bir yüzü, sonra çevrilerek öbür yüzü kızartılarak pişirilen börek.
    alt üst etmek * alt yüzünü üst yüzüne getirmek.
    * çok karışık duruma getirmek, düzenini bozmak.
    * zarar vermek, yıkmak.
    * huzursuz etmek, rahatsızlık vermek.
    alt üst olmak * çok karışık duruma gelmek.
    * heyecanlanmak, üzülmek, tedirgin olmak, yıkılmak.
    * rahatsızlanmak.
    alt yanıçıkmaz sokak * sonu gelmeyen, sonuç alınamayan işler için söylenir.
    alt yapı * Bir yapı için gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik gibi tesisatların hepsi.
    * Toplumun ekonomik yapısını oluşturan ve insan bilincinden bağımsız olarak biçimlenen üretim
    ilişkilerinin hepsi, üst yapıkarşıtı.
    alt yazı * Gazete, dergi gibi yayınlarda çıkan resim ve fotoğraflarıaçıklayan yazı.
    * Yabancıdildeki bir filmin konuşmalarını çeviri olarak görüntünün altında veren yazı.
    alt yazılama * Alt yazılmak işi.
    alt yazılamak * Alt yazılarıhazırlamak ve gerçekleştirmek.
    alt yazılayıcı * Alt yazılamak işini yapan (kimse).
    alt yazılı * Alt yazısı bulunan (film, görüntü).
    Altayca * Altay Türkçesi.
    * Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin kendisinden türediği varsayılan ana dil.
    Altayist * Altayistik ile uğraşan kimse.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 52

    alıp vereceği olmamak * bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak.
    alıp verememek * anlaşamamak, çekememek, geçinememek.
    alıp vermek * yürek çarpıntısı geçirmek.
    alıp yürümek * az zamanda çok ilerlemek, yayılmak, çoğalmak, artmak.
    alır almaz * hemen, derhal.
    alırlık * Duygusal uyarımlarıalabilme yeteneği, idrak kabiliyeti.
    alış * Almak işi veya biçimi.
    alışfiyatı * Bir mal için alım karşılığıödenen para ve üretim gereçleri fiyatı.
    alışveriş * Alım satım işi.
    * İlişki, münasebet.
    alışverişyapmak * alım satım işini gerçekleştirmek.
    alışverişe çıkmak * alım satım işi için çarşıya gitmek.
    alışverişi kesmek * biriyle ilgisi kalmamak.
    alışık * Herhangi bir duruma alışmışolan.
    alışık olmak * alışkanlık durumuna gelmek.
    alışıklık * Alışık olma durumu.
    alışılma * Alışılmak işi.
    alışılmak * Bir şeye alışmışduruma gelinmek.
    alışılmamış * Nadir, bilinmeyen, az rastlanan.
    alışılmış * Her zamanki, mutat.
    alışkan * Alışkın.
    alışkanlığında olmak * iyice alışık bulunmak, huy hâline getirmek.
    alışkanlık * Bir şeye alışmışolma durumu, itiyat, huy.
    * Yakınlık, arkadaşlık, ünsiyet.
    * İç ve dışetkilerle davranışların tekrarlanması, hep aynı biçimde gerçekleşmesi sonucu beliren, şartlanmış
    davranış.
    alışkanlık edinmek * bir şeyi sürekli yapar olmak, itiyat edinmek.
    alışkanlıktan kopamamak * belli bir huydan vazgeçememek, alışıklığı bırakamamak.
    alışkı * Yapılmaya alışılmışdavranış.
    alışkın * Bir şeye veya bir şey yapmaya alışmışolan.
    alışkın olmak * iyice alışmak, hiç yabancılık çekmemek.
    alışkınlık * Alışkın olma durumu, alışkanlık.
    alışma * Alışmak işi.
    alışmak * Bir işi tekrarlayarak kolaylıkla yapabilmek.
    * Yadırgamaz duruma gelmek.
    * Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek.
    * Sürekli ister olmak.
    * Bağlanmak, ısınmak.
    * Etkisini yitirmek.
    * Evcilleşmek, ehlîleşmek.
    * Tutuşmak, yanmaya başlamak.
    alışmışkudurmuştan beterdir * alışılan bir şeyden kolayca vazgeçilmez.
    alıştırma * Alıştırmak işi.
    * Bir beceriyi, bilgiyi kazanmak için yapılan tekrar, temrin, egzersiz.
    * Vücudun biyolojik yönden gelişimini sağlayan çalışma, idman.
    alıştırmak * Alışmasına yol açmak.
    * Uyar duruma getirmek.
    Ali * Kişi adı olarak aşağıdaki deyimlerde geçer.
    âli * Yüce, yüksek.
    Ali Cengiz oyunu * “kurnazca ve haince düzen” anlamında kullanılır.
    Ali kıran başkesen * çok zorba.
    Ali kıran başkesen * zorba.
    âlicenap * Cömert.
    * Onurlu, şerefli.
    âlicenaplık * Âlicenap olma durumu.
    alifatik * Açık zincirli (organik madde).
    alil * Hastalıklı, sakat.
    alim * Bilen, bilici.
    âlim * Bilgin.
    alimallah * Allah “Allah bilir” anlamına gelen bu söz, söylenen bir sözün doğruluğuna inandırmak için kullanılır.
    âlimane * Âlime yakışan, âlimin yaptığı gibi.
    âlimlik * Bilginlik.
    alinazik * Közlenmişpatlıcan, sarımsaklıyoğurt ve kıyma ile yapılan bir çeşit yemek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * (bir kimse) birinden aldığınıötekine, ötekinden aldığın bir başkasına vererek işini yürütmek.
    Ali’nin külâhınıVeli’ye, Veli’nin külâhınıAli’ye giydirmek * birinden aldığınıöbürüne, bir başkasından aldığınıda ona vererek işini yürütmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 53

    aliterasyon * Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz başlarında ve ortalarında aynıünsüzün veya aynıhecelerin
    tekrarlanması.
    alivre * Ürün daha tarladayken, yetiştiği zaman teslim edilmek üzere, önceden pey verilerek yapılan (satış).
    * Dağıtım, dağıtma.
    alivre satış * Vadeli satış.
    aliyyülâlâ * En güzel, en iyi, mükemmel.
    alizarin * Kök boyası, kök kırmızısı.
    alize * Tropikal bölgelerdeki denizlerde bütün yıl süresince düzenli esen birtakım rüzgârlar.
    Alka Evli * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alkali * Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitin genel adı. Bu maddelerde, asitlerin kırmızıya
    çevirmişolduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardır.
    alkali metaller * Oksitlenmelerini sodyum, lityum, potasyum, rubidyum, sezyum elementlerinin sağladığımetaller.
    alkalik * Alkali ile ilgili olan veya içinde alkali bulunan, kalevî, antiasit.
    alkalimetre * Bkz. alkalölçer.
    alkaloit * Özellikleri ile alkalileri andıran organik madde.
    alkalölçer * Alkalilerin saflık derecesini belirtmeye yarayan cihaz, alkalimetre.
    alkarna * İstiridye, midye, tarak gibi kabuklu hayvanlarıavlamak için deniz dibini taramakta kullanılan, ağız kısmı
    demirden bir ağ.
    alkım * Gök kuşağı.
    alkış * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpma, alkışlama.
    alkışağası * Padişahıalkışlamakla görevli kimse.
    alkışalmak * çok beğenilmek.
    alkışkopmak * birdenbire güçlü bir biçimde el çırpılmak.
    alkıştoplamak * çok alkışlanmak.
    alkıştufanıkopmak * sürekli ve coşkun alkış başlamak.
    alkıştutmak * el çırparak veya topluca, yüksek sesle “yaşa”, “var ol” gibi sözler ile birini alkışlamak.
    * taraftar olmak belli bir görüşten yana olmak.
    alkışçı * Alkışlayan (kimse).
    * Şakşakçı, dalkavuk, yüze gülücü, yağcı.
    alkışçılık * Alkışçı olma durumu.
    alkışlama * Alkışlamak işi.
    alkışlamak * Bir şeyin beğenildiğini, onaylandığınıanlatmak için el çırpmak.
    * Beğenmek, takdir etmek.
    alkışlanma * Alkışlanmak işi.
    alkışlanmak * Alkışlamak işine konu olmak.
    alkil * Alkol kökü.
    alkol * Bira, şarap gibi sıvıların veya pancar, patates nişastasının şekere dönüştürülmesi sonucu ortaya çıkan glikoz
    çözeltilerin mayalaşmışözlerinin damıtılmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu, yanıcı, renksiz sıvı, C2H5OH, ispirto,
    etanol, etil alkol.
    * Her türlü alkollü içki.
    alkolik * Alkollü içkilere aşırıderecede düşkün olan (kimse).
    alkolizm * Alkollü içkilere hastalık derecesinde düşkün olma durumu.
    alkollü * Alkolden yapılmışveya içinde alkol bulunan.
    * İçkili.
    alkolölçer * Sıvılardaki alkol oranınıölçmeye yarayan cihaz.
    Allah * Kâinatta var olan her şeyin yaratıcısı, koruyucusu olduğuna ve tek olduğuna inanılan yüce ve üstün varlık,
    Yaradan, Tanrı, Rab, Mevlâ.
    * Allah adı bazı isim tamlamalarında tamlanan kelimeyi güçlendirir.
    * En büyük, en usta.
    Allah Allah! * şaşma veya can sıkıntısıanlatan bir ünlem.
    * Türk askerinin hücum narası.
    Allah (bin bir) bereket versin * bir kazanç karşısında durumundan hoşnut olmayı belirtir.
    Allah (seni) inandırsın * inanılmasıpek kolay olmayan bir şey anlatılırken yemin yerine söylenir.
    Allah (veya Allahım) * bir şey karşısında hayranlık veya yakarma bildirir.
    Allah acısınıunutturmasın * Tanrı bu acıyıunutturacak daha büyük bir acı göstermesin.
    Allah akıl fikir versin (veya Allah akıllar versin) * akılsızca bir davranışta bulunanlar için kullanılır.
    Allah aratmasın * yakınılacak bir durumda “Tanrıdaha kötüsünü göstermesin” anlamında kullanılır.
    Allah artırsın * (gerçek veya alay anlamında) Tanrıdaha çoğunu versin.
    Allah aşkına * birlikte söylendiği sözün anlamına göre ant vermek veya yalvarmak için “Allah’ınıseversen” anlamında,
    şaşma, usanç bildirir.
    Allah bağışlasın * (çocuğunu, sevdiğini) Tanrıkazadan, belâdan korusun, esirgesin.
    Allah bahtından güldürsün * (evlenecek kız için) mutluluk dileğini belirtir.
    Allah bana, ben de sana * şimdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanırsam öderim.
    Allah belâsınıversin * ilenme sözü.
    Allah beterinden saklasın (veya esirgesin) * Tanrıdaha kötü duruma düşürmesin.
    Allah bilir * belli değil.
    * bana öyle geliyor ki.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 51

    alıcıkılığına girmek * müşteri gibi davranmak.
    alıcıkuş * Atmaca.
    alıcıverici * Bağışladığını geri alan.
    alıcıyönetmeni * Alıcıyıdoğrudan doğruya çalıştıran ve yöneten, alıcı hareketlerini gerçekleştiren, görüntülerin filme
    alınmasınısağlayan kimse, kameraman.
    * Televizyon alıcısınıdoğrudan çalıştıran kimse, kameraman.
    alıç * Gülgillerden, kırlarda yetişen yabanî bir ağaç (Crataegus).
    * Bu ağacın mayhoşyemişi.
    alık * Akılsız, sersem, budala, ebleh.
    alık * Hayvan çulu.
    * Eskimişgiyecek.
    alık alık * Aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık alık bakmak * aptalca, şaşkın şaşkın.
    alık salık * Aptal.
    * Aptalca.
    alıklaşma * Alıklaşmak işi.
    alıklaşmak * Alık duruma gelmek, bir şey karşısında aptallaşıp şaşırmak, şaşkınlaşmak, aptallaşmak.
    alıklaştırma * Alıklaştırmak işi.
    alıklaştırmak * Alık duruma getirmek.
    alıklık * Alık olma durumu veya alıkça bir iş.
    alıkonulma * Alıkonulmak işi.
    alıkonulmak * Alıkoymak işine konu olmak, menedilmek, tatil edilmek.
    alıkoyma * Alıkoymak işi.
    alıkoymak * Bir süre için bir yerde tutmak.
    * Birini, yapmakta olduğu veya yapmak istediği işten geri tutmak.
    * Ayırıp saklamak.
    * Mahrum etmek.
    * Mani olmak, engel olmak.
    alım * Almak işi.
    * Gözü, gönlü çeken durum, cazibe.
    * Kurum, çalım, gurur.
    -alım / -elim * İstek kipinin çokluk 1. kişi eki: al-alım, gid-elim, başla-y-alım, bekle-y-elim vb.
    alım çalım * Gösteriş, çekici hareket.
    alım satım * Satın alma ve satma işi, alışveriş.
    alım satım bürosu * Alışverişişlerinin yapıldığıveya düzenlendiği şube, yer.
    alım satım ofisi * Alım satım bürosu.
    alımcı * Başkasının hesabına alacak toplayan veya kabul eden kimse.
    alımlı * Alımı olan, çekici, cazibeli.
    * Kurumlu, çalımlı, gururlu.
    alımlıçalımlı * Gösterişli, güzel.
    alımlılık * Alımlı olma durumu.
    alımsız * Alımı olmayan, cazibesiz.
    alımsızlık * Alımsız olma durumu.
    alın * Yüzün, kaşlarla saçlar arasındaki bölümü.
    * Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
    * (bazışeylerde) Ön, ön yüz.
    * Karşı.
    alın çatısı * İki kaşın arası, alnın ortası.
    alın damarıçatlamak * Bkz. ar damarıçatlamış.
    alın teri * Emek.
    alın teri dökmek * çok emek vermek, zahmetli bir işgörmek.
    alın teri ile kazanmak * hak ederek, çalışarak, emek vererek kazanmak.
    alın yazısı * Yazgı, talih, kader, mukadderat.
    alındı * Para veya başka bir şeyin teslim alındığını gösteren belge, makbuz.
    alındılı * Yerine gitmesini sağlamak için gönderenin ek bir ücret ödeyerek postaya alındıkarşılığında verilen
    (mektup, paket vb.).
    alıngan * Aşırıduygulu, çabuk gücenen, kırılan.
    alınganlık * Alıngan olma durumu.
    alınlık * Kadınların alınlarına taktıklarıaltın veya gümüşten süs eşyası.
    * Yapılarda cephe süsü.
    alınma * Alınmak işi.
    alınmak * Almak işi yapılmak.
    * Bir sözün, bir davranışın kendisine karşı olduğunu sanarak incinmek, kırılmak veya öfkelenmek.
    * Elde edilmek.
    * Uyarlanmak, adapte olunmak.
    alıntı * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından alınmışparça, aktarma, iktibas.
    * Başka bir dilden alınmışkelime.
    alıntılama * Alıntılamak işi.
    alıntılamak * Bir yazıya başka bir yazarın yazısından cümle veya cümleler almak, alıntıyapmak, aktarmak, iktibas etmek.
    alıp satmaz görünmek * ilgisiz görünmek veya davranmak.
    alıp sattığı olmamak * hiç ilgisi bulunmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 48

    alçaklaşmak * Bayağılaşmak.
    alçaklaştırma * Alçaklaştırmak durumu.
    alçaklaştırmak * Alçaklaşmasına sebep olmak.
    alçaklık * Alçak olma durumu.
    * Alçakça davranış, şenaat.
    alçalış * Aşağılaşma, bayağılaşma, mezellet.
    alçalma * Alçalmak işi, inme.
    * Toprağın çöküp oturması.
    * Kabarma alçalma olayında suların indiği dönem, cezir.
    * Düşkünlük, zül.
    alçalmak * Alçak duruma gelmek, yüksekten aşağıdoğru inmek.
    * (insan için) Değeri azalmak.
    alçaltı * Küçük düşürme, hor görme, zillet.
    alçaltıcı * Küçük düşürücü.
    alçaltış * Alçaltmak işi veya biçimi.
    alçaltma * Alçaltmak işi.
    alçaltmak * Alçak duruma getirmek.
    * Değerini azaltmak.
    alçarak * Az alçak.
    alçı * Alçıtaşının pişirilip toz durumuna getirilmesinden elde edilen madde.
    alçıkalıp * Bir şeyin üzerine alçıdökülerek alınan kalıp.
    alçıtaşı * Toprak içinde katman olarak bulunan ve pişirilip toz durumuna getirilerek alçıyapmaya yarayan hidratlı
    kalsiyum sülfat, jips.
    alçıcı * Alçıtaşınıçıkaran kimse.
    * Tavan ve duvarların alçı ile kaplanmasında çalışan işçi.
    alçılama * Alçılamak işi.
    alçılamak * Alçı ile sıvamak.
    * Alçıkarıştırmak.
    alçılanma * Alçılanmak işi.
    alçılanmak * Alçılamak işine konu olmak.
    alçılatma * Alçılatmak işi.
    alçılatmak * Alçı ile kapattırmak, sıvatmak.
    alçılı * İçinde alçı bulunan.
    * Alçı ile sarılmışolan.
    alçıpan * Tavan süslemelerinde kullanılan ve çeşitli desenleri olan alçıdan yapılmışkalıp.
    alçıya almak (veya koymak) * kırılan bir kemiği gereği gibi kaynaması için alçıya batırılmışsargı ile sarmak.
    aldanç * Çabuk ve kolay aldatılan kimse.
    aldangıç * Üzeri ot veya kumla örtülmüşçukur, tuzak.
    aldanış * Aldanmak işi veya biçimi, kanma.
    aldanma * Aldanmak işi.
    aldanmak * Görünüşe kapılarak yanlış bir yargıya varmak, yanılmak.
    * Bir hileye, bir yalana kanmak.
    * Düşkırıklığına uğramak.
    * Avunmak, oyalanmak.
    * (bitkiler için) Havanın birden ısınmasıyla zamansız açan çiçek, soğuk sebebiyle donmak.
    aldatıcı * Aldatma niteliği olan, yanıltıcı, kandırıcı.
    aldatılma * Aldatılmak işi.
    aldatılmak * Aldatmak işine konu olmak.
    aldatış * Aldatma işi veya biçimi.
    aldatma * Aldatmak işi.
    aldatmaca * Aldatmaya dayanan davranış, aldatıcı oyun.
    aldatmak * Beklenmedik bir davranışla yanıltmak.
    * Karşısındakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğinden, gereği gibi uyanık olmayışından yararlanarak onun
    zararına kazanç sağlamak.
    * Birine verilen sözü tutmamak, yalan söylemek.
    * Bir şeyin görünürdeki durumu, o şeyin niteliği bakımından yanlış bir kanıvermek.
    * Ayartmak, kötü yola sürüklemek, baştan çıkarmak, iğfal etmek.
    * (karıveya koca) Eşine sadakatsizlik etmek, ihanet etmek.
    * Oyalamak, avutmak.
    aldehit * Alkolleri oksitlendirme veya asitleri indirgeme yolu ile elde edilen uçucu bir sıvı.
    aldı * (halk edebiyatında) söylemeye başladı.
    aldığı abdest ürküttüğü kurbağaya değmemek * sağladığıyarar, verdiği zararıkarşılamamak.
    aldırış * Aldırmak işi veya biçimi.
    aldırışetmemek * önem vermemek, aldırmamak, ilgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak, umursamamak.
    aldırışsız * Aldırmaz, umursamayan.
    aldırma * Aldırmak işi.
    aldırmak * Almak işini yaptırmak.
    * Getirtmek.
    * Vücuttan herhangi bir parçayıveya organısağlık sebebiyle operasyonla çıkartmak.
    * Önem vermek, değer vermek (bu fiil, bu anlamı ile ancak olumsuz, soru veya şart biçimlerinde kullanılır).
    * Elindekini başkasına kaptırmak.
    * Sığdırmak.
    aldırmaz * Bir şeye önem vermeyen; umursamayan, kayıtsız, lâkayt.
    aldırmazlık * Aldırmaz olma durumu, tasasızlık, kayıtsızlık, lâkaydî.
    aldırtma * Aldırtmak işi.
    aldırtmak * Aldırmak işini başkasına yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 50

    Alevî * Alevîliğe bağlı(kimse).
    Alevîlik * Halife Ali yanlısı olma durumu.
    alevlendirme * Alevlendirmek işi.
    alevlendirmek * Alevlenmesini sağlamak, tutuşturmak.
    * Etkisini, şiddetini artırmak, çoğaltmak.
    alevlenme * Alevlenmek işi.
    alevlenmek * Alev çıkarmaya başlamak.
    * Zorlu, öfkeli veya heyecanlı bir durum almak.
    * Parlamak.
    alevli * Alevi olan, alevlenmiş.
    * Şiddetli, hararetli.
    aleyh * Karşı, karşıt, zıt.
    aleyhe dönmek * karşıdurum almak, karşıduruma geçmek.
    aleyhinde (veya aleyhine) söylemek (veya bulunmak) * çekiştirmek, yermek.
    aleyhinde olmak * birine karşı olumsuz duygu ve davranışiçinde bulunmak.
    aleyhine dönmek * destek vermekten vazgeçip karşıduruma geçmek.
    aleyhine olmak * bir iş, birinin zararına olmak, onun için iyi olmamak.
    aleyhtar * Karşı olan, karşıtçı.
    aleyhtarlık * Bir işe, harekete veya düşünceye karşı olma, karşıtçılık.
    aleyhte olmak * karşıdurum almak.
    aleykümselâm * Arapça selâmünaleyküm selâmlama sözüne verilen “esenlik, selâmet üzerinize olsun” anlamında karşılık.
    alfa * Yunan alfabesinin birinci harfi.
    alfa * Kuzey Afrika’da ve İspanya’da yetişen ve kâğıt, ip, halıyapımında kullanılan bir bitki.
    alfa ışınları * Radyoaktif maddelerin yaydıklarıüç ışından biri.
    alfabe * Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmiş belli sayıda harflerin bütününe verilen ad.
    * Bir dilin harflerini tanıtarak okuma öğrenmeyi sağlayan kitap.
    * Bir işin başlangıcı.
    alfabe dışı * Bir milletin alfabesinde bulunmayan harf, Türk alfabesinde bulunmayan x, w, q harfleri gibi.
    alfabe sırası * Harflerin alfabedeki belirli düzene göre dizilişi.
    * Eşitlik ilkesini sağlamak için uyulan düzen.
    alfabetik * Alfabe sırasına göre dizilmiş.
    alfabetik katalog * Eserleri yazarların soy adlarına veya adlarına göre sıraya sokan katalog.
    alfabetik sıralama * Bkz. alfabe sırası.
    alfaterapi * Alfa ışınlarının tedavide kullanılmasına verilen ad.
    alfenit * İçinde bakır, çinko, nikel bulunan ve çatal bıçak takımıyapmakta kullanılan gümüşlü bir alaşım.
    alg * Su yosunu.
    algarina * Ağır bir şeyi denizden çıkarmak veya denize indirmek işinde kullanılan büyük vinçli deniz teknesi.
    * Bazı gemilerin başveya kıç tarafından eğik olarak uzatılmış bulunan makaralı, kısa ve kalın dikme.
    algı * Kazanç, alacak.
    * Rüşvet.
    * Vergi.
    algı * Haşhaşsütünü toplamakta kullanılan kaşık.
    algı * Bir şeye dikkati yönelterek, o şeyin bilincine varma, idrak.
    algı bıçağı * Haşhaşkozasınıçizmeye yarayan alet.
    algılama * Algılamak işi, idrak etme.
    algılamak * Bir olayıveya bir nesnenin varlığınıduyum yolu ile yalın bir biçimde bilinç alanına almak, idrak etmek.
    algılanma * Algılanmak işi veya durumu.
    algılanmak * Algılamak işine konu olmak, idrak edilmek.
    algılatma * Algılatmak işi veya durumu.
    algılatmak * Algılamak işini birine yaptırmak, idrak ettirmek.
    algılayıcı * Algıyetkisi olan.
    algın * Cılız, zayıf, hastalıklı.
    * Birine gönül vermiş, tutkun, vurgun.
    algler * Su yosunları.
    algoritma * IX. yüzyılın başında yaşamışolan Türk matematikçilerinden Musaoğlu Harezmli Mehmed’e Arapların
    unvan olarak verdiği Elharezmî adından batıda yapılan bir terim. Orta Çağda ondalık sayısistemine göre yapılan ve
    son zamanlarda belirli herhangi bir kurala bağlı bulunan her türlü hesap işlemine verilen ad, Harezmli yolu.
    -alı/ -eli * “…-den beri” anlamında zarf-fiil eki: al-alı, gid-eli, görme-y-eli vb.
    alıal, moru mor * telâşveya yorgunluktan yüzü kıpkırmızıkesilmiş(olarak).
    * sağlıklı, canlıkanlı.
    alıcı * Satın almak isteyen kimse, müşteri.
    * Kendisine bir şey gönderilen kimse.
    * Bir elektrik akımınıalıp başka bir kuvvete çeviren cihaz.
    * Ahize, almaç.
    * Azrail.
    * Görüntüleri alan cihaz, kamera.
    alıcı bulmak * müşteri bulmak.
    alıcıçıkmak * müşteri bulunmak.
    * istemek, talip olmak.
    alıcı gözüyle bakmak * inceden inceye gözden geçirmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 44

    al benden de o kadar * ben de aynıdurumdayım veya ben de aynıdüşüncedeyim.
    al birini, vur ötekine (veya birine) * hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda.
    al elmaya taşatan çok olur * değerli kimselere sataşan çok olur.
    al giymedim ki alınayım * “bu işle hiçbir ilgim olmadığı için söylenen sözleri kendi üzerime almadım” anlamında kullanılır.
    al gülüm ver gülüm * iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları.
    * bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu.
    al kan * Doymuşalifatik hidrokarbonların genel adı, parajin.
    al kanlara boyanmak * yaralanmak, vurularak ölmek; şehit olmak.
    al karısı * Loğusalara musallat olarak onları boğduğu sanılan görüntü.
    al kiraz üstüne kar yağmış * düşünülmeyen, beklenilmeyen şeylerin de olabileceğini anlatır.
    al sana bir daha * yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için “işte” anlamında söylenir.
    al takke ver külâh * uzun bir çekişmeden sonra, çekişe çekişe.
    * aralarındaki senli benli ilişkiyi sürdürerek.
    ala * Karışık renkli, çok renkli, alaca.
    * Açık kestane renginde olan, elâ (göz).
    * Kekliğin boynundaki siyah halka.
    * Alabalığın kısaltılmışadı.
    âlâ * İyi, pek iyi.
    -ala- / -ele- * Fiilden sıklık (tekerrür) çatısıtüreten ek: çalk-ala-, şaş-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb.
    ala ala * Toplu olarak yapılan işlerde bağrışarak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer.
    ala alaya kalkmak * bağrışarak gürültü etmeye kalkmak.
    ala gün * Yazın güneş bulut arkasında kaldığında oluşan gölgeli durum.
    ala sulu * Yeni olgunlaşmaya başlamış(meyve).
    * İyi pişmemiş, suluca (yemek).
    ala tav * Az tavlı, yarıyaşyarıkuru olan (toprak).
    ala tavlı * Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı bulmamış(toprak).
    * İyice pişmemiş(yemek).
    Ala Yuntlu * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alabacak * Ayağısekili (at).
    * Ara bozucu, dönek, uğursuz (kimse).
    alabalık * Ala balıkgillerden, soğuk ve duru sularda yaşayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir
    tatlısu balığı(Trutta faris).
    alabalıkgiller * Omurgalıhayvanlardan, kemikli balıkların bir familyası.
    alabanda * Deniz teknelerinin iç yanları, borda karşıtı.
    alabanda ateş * Geminin bir yanında bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu.
    alabanda etmek * dümeni sağa veya sola, sonuna kadar çevirmek.
    alabanda iskele * Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.
    alabanda sancak * Dümeni sağyana doğru, sonuna kadar çevirme komutu.
    alabanda vermek * azarlamak, paylamak, haşlamak.
    alabandayıyemek * adamakıllıazarlanmak.
    alabaş * Turpgillerden, şalgama benzeyen bir bitki.
    alabildiğine * Sınırsız, uçsuz bucaksız.
    * Aşırıderecede, gereğinden çok.
    * Olanca hızı ile.
    alabora * Geminin devrilecek kadar yan yatması.
    * Bir serenin yatay durumdan düşey duruma getirilmesi.
    * Selâmlamak için filika küreklerinin yukarıya kaldırılması.
    * Balığıtoplamak için dalyan ağının yukarıya alınması.
    alabora olmak * tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek.
    * işler alt üst olmak.
    alabros * Fırça gibi dik kesilmiş(erkek saçı).
    alaca * Birkaç rengin karışımından oluşan renk.
    * İki veya daha çok renkli.
    * Birkaç renkli iplikten yapılmışdokuma.
    * Ağaçta ilk olgunlaşan meyve.
    * Keklik, bıldırcın gibi kuşlarıavlamak için kullanılan iki renkli bez.
    * Meyvelere, daha çok üzüme düşen ben.
    * Kötü huy.
    alaca aş * Aşure.
    alaca bulaca * Çok karışık renkli.
    alaca düşmek * (meyve) olgunlaşmaya başlamak.
    alaca karanlık * Güneşdoğmadan önce veya battıktan hemen sonraki aydınlık, yarıkaranlık.
    alacabalıkçıl * Balıkçılgiller familyasından, uzunluğu 50 cm, kül rengi, akla kara karışık, sazlıklarda yaşayan bir kuştürü
    (Ardeola ralloides).
    alacağı olmak * birinden alınacak parası olmak.
    * vakit darlığından bir öneriyi kibarca geri çevirmek.
    alacağı olsun! * “günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutma sözü.
    alacağım olsun da ala kargada olsun * alacaklı olmak iyi bir şeydir.
    alacağına şahin, vereceğine karga (veya kuzgun) * alırken kolaylık gösteren, verirken de güçlük çıkaran kimse.
    alacağına tutmak * bir şeyi vereceğe veya borca karşılık saymak.
    alacak * Bir hesap gereğince daha alınmamışolan para, mal veya başka şey, matlûp.
    * Para verilerek alınacak şey.
    alacak verecek * alışverişilişkisi.
    alacakarga * Saksağan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 42

    akşam yeli * Akşamlarıesen serin rüzgâr.
    Akşam Yıldızı * Venüs, Çulpan.
    akşama doğru * Gündüzün akşama yakın bir zamanında.
    akşama kadar * bütün gün, ara vermeden.
    akşama kalmak * (iş) gecikmek, bitmemek.
    akşama sabaha * Neredeyse, pek yakında, kısa bir zaman içinde.
    akşamcı * Akşamları içki içme alışkanlığında olan kimse.
    * Çalışmasıakşama rastlayan.
    * Çalışmalarınıdaha yoğun olarak akşam saatlerinde yapan.
    akşamcılık * Akşamcı olma durumu.
    akşamcılık etmek * akşamcılar içki içmek amacıyla bir araya gelmek.
    akşamdan * akşam olmak üzere iken, akşama doğru.
    akşamdan akşama * Her akşam üst üste.
    akşamdan kalmış(veya kalma) * geceki sarhoşluğun mahmurluğunu taşıyan.
    akşamdan kavur, sabaha savur * kazandığını günü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
    akşamdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun) * işişten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir.
    akşamı bulmak (veya akşamıetmek) * akşamlamak, günü bitirmek.
    akşamın işini sabaha (veya yarına) bırakma * bu gün yapılması gereken bir işi ertesi güne bırakmak sakıncalıdır.
    akşamki * Akşam olan, akşam yapılan.
    akşamlama * Akşamlamak durumu, işi.
    akşamlamak * Bütün günü bir yerde veya bir işte geçirerek akşama erişmek, akşamı bulmak.
    * Akşamı bir yerde geçirmek.
    * (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğmak.
    akşamlar (veya akşam şerifler) hayrolsun! * akşam vakti kullanılan esenleme sözü, iyi akşamlar!.
    akşamları * Akşam vakti.
    * Her akşam.
    akşamlatma * Akşamlatmak işi.
    akşamlatmak * Akşamıyaptırmak, akşamı buldurmak veya ettirmek.
    akşamleyin * Akşam saatlerinde, akşam olduğunda, akşam vakti.
    akşamlısabahlı * Her akşam ve her sabah.
    akşamlık * Akşama özgü olan, akşam için.
    akşamlık sabahlık * Nerede ise, kaçınılmaz sonuç pek yakın.
    akşamsefası * Gecesefası.
    akşamüstü * Güneşin battığısıralarda, akşama doğru, akşam yaklaşırken.
    akşamüzeri * Bkz. akşamüstü.
    akşın * Kıllarında ve gözlerinde, bazen de derisinde doğuştan boya maddesi bulunmadığı için her yanıak olan
    (hayvan veya insan) çapar, albino.
    akşınlık * Akşın olma durumu.
    aktar * Baharat, ev ilâçları, gereçleri satan kimse veya dükkân.
    * Anadolu’da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğıt, tütün vb. satan kimse veya dükkân.
    aktarıcı * Dam kiremitlerini aktarıp kırıklarıyenileyen kimse.
    * Voleybolda öbür oyuncuların vurması için topu, ağın üzerine yükselten oyuncu.
    * Görüntüyü bir bölgeden başka bir bölgeye ileten araç.
    aktarılma * Aktarılmak işi.
    aktarılmak * Aktarmak işine konu olmak.
    aktarım * Aktarma işi, nakil.
    aktarış * Aktarmak işi veya biçimi.
    aktariye * Aktarın sattığışeyler.
    aktarlık * Aktarın yaptığı iş.
    aktarma * Aktarmak işi.
    * Bir taşıttan başka bir taşıta geçme.
    * Sürülmemiştarlayı ilk veya ikinci kez sürme.
    * Alıntı, iktibas.
    * Bir oyuncunun topu kendi takımından bir başka oyuncuya göndermesi.
    * Arıları bir kovandan ötekine geçirme.
    * Bir hesaptan başka bir hesaba para havale etme, virman.
    aktarma etmek * aktarmak.
    aktarma yapmak * bir taşıttan ötekine geçmek.
    * bütçede bir bölümden başka bir bölüme ödenek geçirmek.
    aktarmacı * Aktarma işini yapan kimse.
    aktarmacılık * Aktarma işi, aktarma işiyle uğraşma.
    aktarmak * Bir yerden, bir kaptan başka bir yere veya kaba geçirmek.
    * Bir şeyin yolunu, yönünü değiştirmek.
    * Bir kitaptan veya bir yazıdan bir bölümü almak, iktibas etmek.
    * Bir dilden başka bir dile çevirmek, tercüme etmek.
    * Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kırık ve bozuk olanlarının yerlerine sağlamlarınıkoymak.
    * Sürülmemiştarlayı ilk ve ikinci kez sürmek.
    * İletmek; bildirmek.
    * Bir tekniğe göre biçimlendirmek, uyarlamak.
    * Bir kitabı, daha çok Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.
    aktarmalı * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektiren.
    aktarmasız * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektirmeyen.
    aktartma * Aktartmak işi yaptırmak.
    aktartmak * Aktarmak işi yaptırtmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 43

    aktavşan * Bir cins iri çöl sıçanı(Jaculus).
    aktif * Etkin, canlı, hareketli, çalışkan.
    * Etkili, etken.
    * Bir ticarethanenin, ortaklığın para ile değerlendirilebilen mal ve haklarının tümü.
    * Etken.
    aktif fiil * Etken fiil.
    aktif metot * Öğrencilerin, kişisel çalışmalarınıve işyapma yeteneklerini geliştirmeyi sağlayan bilimsel yöntem.
    aktif rol oynamak * etkili olmak.
    aktif taşıma * Bir maddenin hücre zarından enerji harcanarak hücre içine veya dışına taşınması.
    aktifleşme * Aktif duruma gelme.
    aktifleşmek * Canlı hareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek.
    aktifleştirme * Aktifleştirmek işi.
    aktifleştirmek * Aktifleşmesini sağlamak, aktif duruma getirmek.
    aktiflik * Etkinlik.
    aktinit * Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif
    elementlerinin ortak adı.
    aktinoloji * Güneş ışınlarının hem insan hem de bütün canlılar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı.
    aktinyum * Atom numarası89, atom ağırlığı227 olan, radyoaktif bir element.KısaltmasıAc.
    aktinyumlu * Özünde aktinyum bulunduran.
    aktivite * Etkinlik.
    aktivizm * Etkincilik.
    aktör * Erkek oyuncu.
    * Olduğundan başka türlü görünen kimse.
    aktöre * Ahlâk.
    aktörlük * Aktörün görevi, aktörün yaptığı iş.
    * Olduğundan başka türlü görünme, kendini başka türlü gösterme.
    aktris * Kadın oyuncu.
    aktüalite * Güncellik.
    * Günün olayıveya konusu.
    aktüalitesini kaybetmek * güncelliğini yitirmek.
    aktüalizm * Geçmişjeolojik olayların bugünkülere bakarak açıklanabileceğini ileri süren öğreti, edimselcilik.
    * Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi).
    aktüel * Güncel, şimdiki.
    * Edimsel.
    akur * Azgın, kızgın (hayvan).
    akustik * Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankı bilimi.
    * Kapalı bir yerde seslerin dağılım biçimi, ses dağılımı, yankılanım.
    akut * İlerlemiş, şiddetli, acil (hastalık).
    akuzatif * Yükleme durumu.
    akü * Akümülâtörün kısaltılmışadı.
    akümülâtör * Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz,
    akımtoplar.
    aküpunktür * Vücudun belirli noktalarına genellikle altın iğne batırarak yapılan Çin’de yayılmışolan tedavi.
    akva * Kuvvetli, sağlam.
    * Bir tür sırmalıve köstekli bıçak.
    akvam * Kavimler.
    akvarel * Sulu boya resim.
    akvaryum * Tatlıveya tuzlu su hayvanlarının, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiği cam su kabı.
    akvaryumcu * Akvaryum işiyle uğraşan kimse.
    akvaryumculuk * Akvaryumcunun mesleği.
    * Süs balığı beslemeciliği.
    akya balığı * Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balık, akbalık (Lichia amia).
    akyuvar * Kan ve lenf gibi vücut sıvılarında bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit.
    akzambak * Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiştirilen, çiçeği dişve yüz şişlerinin tedavisinde kullanılan bir bitki
    (Lilium candidum).
    Al * Alüminyum’un kısaltması.
    al * Aldatma, düzen, tuzak, hile.
    al * Kanın rengi, kızıl, kırmızı.
    * Bu renkte olan.
    * (at donu için) Dorunun açığı, kızıla çalan.
    * Yüze sürülen pembe düzgün, allık.
    al (veya alın) * işte.
    al (veya kanlı) gömlek gizlenemez * gizli tutulmasıelde olmayan şeyler için söylenir.
    -al- / -el- * İsimden fiil türeten ek.
    -al / -el * İsimden sıfat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el (<gözel), doğ-al, öz-el vb.
    al basmak * loğusa albastıhastalığına tutulmak.
    al bayrak (veya sancak) * Türk bayrağı.