Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 70

    anlam kayması * Yeni bir anlam vermek üzere kelimelerin gerçek anlamlarından kayarak kalıplaşmaları.
    anlam kötüleşmesi * Anlamı iyi ve olumlu olan bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması.
    anlam vermek * kendince bir yargıya varmak, yorumlamak.
    anlama * Anlamak işi, vukuf.
    * Bir olay veya önermenin daha önce bilinen bir kanunun veya formülün sonucu olduğunu görme.
    anlamak * Bir şeyin ne demek olduğunu, neye işaret ettiğini kavramak; yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek
    sonuç niteliğinde başka bir bilgi edinmek.
    * Sorup öğrenmek.
    * Doğru ve yerinde bulmak.
    * Birinin duygularını, isteklerini, düşüncelerini sezebilmek.
    * Bir şey üzerinde bilgisi bulunmak.
    * (olumsuz veya soru biçiminde) İyilik görmek, yararlanmak.
    * Sahip olmayı istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek.
    anlamamak * hoşlanmamak, ilgilenmemek.
    anlamamazlık * Anlamazlık.
    anlamazlık * Bir şeyi anlamamış, kavrayamamışgibi davranmak.
    anlamazlıktan gelmek * bir şeyi anladığıhâlde anlamamış, farkına varmamışgibi davranmak.
    anlamdaş * Eşanlamlı, müradif, müteradif, sinonim.
    anlamdaşlık * Eşanlamlılık.
    anlamına gelmek (veya manaya gelmek) * (bir anlam) bildirmek.
    anlamlandırma * Anlamlandırmak işi.
    anlamlandırmak * Anlamınıaçıklamak; anlam vermek, anlam kazandırmak.
    anlamlı * Anlamı olan, bir şey demek isteyen, düşündürücü, manalı, manidar.
    anlamlıanlamlı * Anlamlı olarak.
    anlamlılık * Anlamlı olma durumu.
    anlamsal * Anlamla ilgili, semantik.
    anlamsız * Anlamı olmayan, önemli bir şey anlatmayan, manasız.
    anlamsızlaşma * Anlamsızlaşmak durumu.
    anlamsızlaşmak * Anlamsız duruma gelmek.
    anlamsızlaştırma * Anlamsızlaştırmak durumu.
    anlamsızlaştırmak * Anlamsız duruma getirmek.
    anlamsızlık * Anlamsız olma durumu, manasızlık.
    anlarsın ya! * açıklanmaması gereken bir olayıdolaylıyoldan anlatmak için kullanılır.
    anlaşık * Aralarında anlaşma bulunan taraflardan, kimselerden biri.
    anlaşılan * anlaşıldığına göre, galiba.
    anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi * işin iç yüzü, gerçeği öğrenildi.
    anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi * Bkz. anlaşıldıVehbi’nin kerrakesi.
    anlaşılma * Anlaşılmak işi.
    anlaşılmak * Anlamak işine konu olmak, belli olmak, ortaya çıkmak.
    anlaşılmaz * Anlaşılması güç olan, bir anlam verilemeyen, karışık, muğlâk.
    anlaşma * Anlaşmak işi, uyuşma, itilâf.
    * Devletler arasısiyasî, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapılan uzlaşma ve bu uzlaşmanın tespit edildiği
    belge, uyuşma, itilâf, antant.
    anlaşma yapmak * anlaşma belgesi düzenleyip imzalamak.
    anlaşmak * Düşünce, duygu, amaç bakımından birleşmek.
    anlaşmalı * Anlaşmaya dayanan.
    anlaşmaya varmak * bir konuda birisiyle anlaşmak.
    anlaşmazlık * İki veya daha çok tarafın karşılaşan düşünce ve amaçlarıarasında ayrılık, uyuşmazlık, ihtilâf.
    anlaşmazlık çıkmak * bir konuda uyuşmazlık söz konusu olmak.
    anlaştırma * Anlaştırmak işi.
    anlaştırmak * Anlaşmayı, uzlaşmayı, uyuşmayı sağlamak.
    anlata anlata bitirememek * bir şeyden çok söz etmek, övmek.
    anlatı * Hikâye etme, tahkiye.
    anlatıcı * Hikâye, fıkra gibi şeyleri anlatan kimse.
    anlatılma * Anlatılmak işi.
    anlatılmak * Anlatmak işine konu olmak.
    anlatım * Anlatmak işi.
    * Bir duyguyu, bir düşünceyi, bir konuyu söz veya yazı ile bildirme, ifade.
    anlatım bilimi * Üslûp yöntemlerini inceleyen edebî araştırma, inceleme, stilistik.
    anlatım tonu * Anlatımda mantık ve düşünce özelliğine göre oluşan ton.
    anlatımcı * Yalnızca hikâye etmeye ağırlık veren (eser).
    * Eserlerinde hikâye etmeye, tahkiyeye ağırlık veren (yazar).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 68

    angajman * Yüklenme, üstlenme, bağlantı, taahhüt.
    angajmanlı * Bağlantısı, taahhüdü olan.
    angajmansız * Bağlantısı, taahhüdü olmayan.
    angajmansızlık * Angajmanı olmama durumu.
    angarya * Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırılan iş.
    * Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptığızorunlu ücretsiz hizmeti.
    * Savaşdurumundaki bir devletin, kendi sularındaki yabancı bir devletin ticaret gemilerine el koyarak
    bunlardan yararlanması.
    * Olağanüstü durumlarda veya sıkıyönetimde devletin vatandaşlara ait taşıtlara el koyması.
    * Usandırıcı, bıktırıcı, zorla yapılan iş.
    angarya çekmek * bir işi isteksizce, hatır için yapmaya mecbur olmak.
    angaryacı * Başkasına ücretsiz işyaptıran kimse.
    angaryaya koşmak * birini zorunlu olmadığıhâlde bir işte çalışmaya zorlamak.
    angıç * Harman zamanıfazla sap yüklemek için öküz ve at arabalarının iki tarafına takılan parmaklık.
    angın * Ünlü, anılmış, meşhur.
    Anglikan * İngiliz kilisesine bağlı olan (kimse).
    Anglikanizm * İngiliz kilisesinin tuttuğu inanç yolu.
    Anglofil * İngiliz yanlısı.
    Anglosakson * V. ve VI. yüzyılda Büyük Britanya’yıele geçiren Cermen ırkından oymaklara verilen ad.
    * Ana dili İngilizce olan kimse.
    * İngilizlere has olan.
    Angolalı * Angola’da yaşayan (kimse).
    angström * Metrenin on milyarda biri değerine eşit olan ışık dalgalarınıölçme birimi. KısaltmasıA.
    angudî * Angut kuşunun renginde.
    angut * Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleştirilebilen bir yaban kuşu (Casarca ferruginea).
    * Ahmak, kaba saba.
    anha minha * Aşağıyukarı.
    anhidrit * Genellikle kaya tuzu ve alçıtaşıyla birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat.
    anı * Hatıra.
    * Yaşanmışolayların anlatıldığıyazıtürü, hatıra.
    anık * Hazır.
    anıklama * Anıklamak işi.
    anıklamak * Hazırlamak.
    anıklaşma * Anıklaşmak işi.
    anıklaşmak * Hazır olma durumu.
    anıklık * Hazırlık.
    anılaşma * Anılaşmak işi, anıdurumuna girme.
    anılaşmak * Anıniteliği kazanmak.
    anılma * Anılmak işi.
    anılmak * Anmak işine konu olmak, hatırlamak.
    anımsama * Hatırlama.
    anımsamak * Hatırlamak.
    anımsanma * Hatırlanma.
    anımsanmak * Hatırlanmak.
    anımsatma * Hatırlatma.
    anımsatmak * Hatırlatmak.
    anırış * Anırma işi veya biçimi.
    anırma * Anırmak işi.
    anırmak * (eşek) Bağırmak.
    anırtı * Eşeğin anırırken çıkardığıses.
    anırtma * Anırtmak işi.
    anırtmak * Anırmasını sağlamak.
    anıştırma * Anıştırmak işi.
    * Bir yazıda veya şiirde bilinen bir olayı, bir atasözünü anlatma veya çağrıştırma sanatı, telmih.
    anıştırmak * Bir şeyi açıkça söylemeyip üstü kapalıanlatmak, dolaylıanlatmak, ima etmek ihsas etmek.
    anıt * Önemli bir olayıveya büyük bir kişinin gelecek kuşaklarca tarih boyunca anılması için yapılan, göze
    çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı, abide.
    * Önemi ve değeri çok olan eser.
    anıt mezar * Görkemli, anıtsal mezar.
    Anıtkabir * Atatürk’ün mezarı.
    * (küçük a ile) Tarih değeri olan kişilerin mezarı olarak yapılan anıt değerindeki yapı.
    anıtlaşma * Anıtlaşmak işi.
    anıtlaşmak * Anıt durumuna gelmek, anıt değeri kazanmak.
    * Saygıve sevgi ile anılır duruma gelmek, abideleşmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 67

    anasır * Unsurlar, ögeler.
    anasız * Anası olmayan.
    anasızlık * Anasız olma durumu.
    anason * Maydanozgillerden, kokulu tohumu hamur işlerinde ve rakıyapımında kullanılan, yurdumuzda ekimi
    yapılan bitki (Pimpinella anisum).
    anatomi * İnsan, hayvan ve bitkilerin yapısınıve organlarının birbiriyle olan ilgilerini inceleyen bilim, teşrih.
    * Beden yapısı, gövde yapısı.
    * Bir şeyin oluşumunda göze çarpan özel yapı.
    anatomici * Anatomi uzmanı.
    * Anatomi dersi veren öğretim üyesi.
    anatomik * Anatomi ile ilgili.
    * İnsan vücudunun anatomisi ile ilgili.
    anatomist * Anatomiyle uğraşan bilimci.
    anavaşya * Göçücü balıkların Akdeniz’den Karadeniz’e çıkması, katavaşya.
    anayasa * Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargılama güçlerinin nasıl kullanılacağını gösteren,
    yurttaşların kamu haklarını bildiren temel yasa, kanunuesasî, teşkilâtıesasiye kanunu.
    anayasacı * Anayasayısavunan, anayasadan yana olan.
    * Anayasa konusunda yetkili olan, anayasa okutan (kimse).
    anayasal * Anayasa ile ilgili.
    anbean * Dakikadan dakikaya, her an, gittikçe.
    anca * Ancak.
    anca beraber, kanca beraber * bir işte iki veya daha çok kimsenin, o işkötü de gitse, birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır.
    ancak * “Yalnız, sadece” gibi sınırlama anlatır.
    * “Olsa olsa”, “en çok”, “daha çok”, “güçlükle” gibi, bir şeyin daha çoğunun, ilerisinin olmadığını gösterir.
    * “Lâkin”, “ama”, “yalnız” gibi bir düşünceye karşıt ikinci bir düşünceyi anlatır.
    * En erken.
    ançüez * Genellikle hamsi, bazen de çaça, sardalye veya tirsi balıklarından yapılan tuzlu ve yağlıezme.
    andaç * Ajanda.
    * (çoğul durumunda) Anılar, hatırat.
    * Anı, yadigâr.
    andante * Yarıyavaş, adagio ile andantino arası.
    andantino * Andante’den daha canlı, daha hızlı.
    andaval * Ahmak, aptal, beceriksiz, saşkın, bön.
    andavallı * Bön ve görgüsüz, beceriksiz (kimse).
    andemi * Belli bir bölgede sık sık görülen hastalık.
    andemik * Belli bir bölgede sık sık görülen.
    andezit * Plâjiyoklâzlı bir yanardağkültesi.
    andık * Sırtlan.
    andırış * Andırmak işi veya biçimi, analoji.
    * İki şey arasında bazınoktalardaki uygunluk, benzerlik durumu, temsil.
    andırışma * Andırışmak işi, analoji.
    * İltibas.
    andırışmak * (bir şey) Başka bir şeyi andırmak.
    andırma * Andırmak işi.
    andırmak * Anmak işini yaptırmak.
    * Benzer yanları bulunmak, çağrıştırmak.
    andız * Yapraklarıdikenli olan bir çeşit ardıç.
    * Servi ağacı.
    * Kırlarda yetişen yabanî bir otun kökü.
    andız otu * Birleşikgillerden, nemli yerlerde yetişen, sarıçiçekli, acıve kokulu bir ot (İnula).
    andoskop * Bkz. endoskop.
    andoskopi * Bkz. endoskopi.
    andropoz * Erkeklerde yaşdönümü.
    anekdot * Kısa veya özlü anlatımı olan güldürücü hikâye, fıkra.
    anele * Gemilerde türlü işlerde kullanılan bir tür demir halka.
    anemi * Kansızlık.
    anemik * Kansız.
    anemometre * Yelölçer.
    anemon * Dağlâlesi.
    aneroit * Cıva yerine bir maden kutu kullanmak temeline dayanan kadranlı barometre.
    anestezi * Uyuşturucu bir ilâçla vücudun bütününde veya belirli bir bölgesinde duyuların yok olması, duyum yitimi.
    anestezist * Anestezi uzmanı.
    anesteziyoloji * Duyum yitimi bilimi.
    anevrizma * Bir atardamarın bir noktasında oluşan ur biçimindeki gevşeme şişkinliği.
    angaje * Sözle veya yazılı olarak bağlanan.
    angaje etmek * birini söz veya yazı ile bağlamak, taahhüt etmek.
    angaje olmak * sözle veya yazılı olarak bir şeye bağlanmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 64

    ana deniz * Kıtaları birbirinden ayıran engin deniz, okyanus, umman.
    ana deniz bilimi * Oşinografi.
    ana dil * Başka diller veya lehçeler türetmişolan dil.
    ana dili * İnsanın çocukken anasından, evindekilerden ve soyca bağlı olduğu topluluktan öğrendiği dil.
    ana direk * Gemilerde, ekleme direklerde dipteki temel parça.
    ana doğrusu * Dönen silindirin yan yüzünü oluşturan dikdörtgenin bir kenarı.
    * Dönen koninin yan yüzünü oluşturan dik üçgenin hipotenüsüne verilen ad.
    ana duvar * Bir yapının, dört bir yönünü çevreleyen kalın dışduvar.
    ana düşünce * Temel fikir.
    ana fikir * Belirli bir konuda bir yazının temeli olan düşünce.
    ana gibi yâr olmaz, Bağdad gibi diyar olmaz * insanlar içinde bize ana kadar candan bağlıdost yoktur.
    ana kadın * Bir ailede veya bir toplulukta en çok sayılan kadın.
    ana kapı * Bir yapının süslü, büyük ön kapısı.
    ana kara * Yeryüzündeki beş büyük kara parçasından her biri, kıta.
    ana kent * Bir ülkenin veya bir bölgenin çevresindeki yerleşim yerlerine ekonomik ve toplumsal yönlerden egemen
    olan ve genellikle ülkenin başka ülkelerle olan her türlü ilişkilerinin sağlandığıen önemli kenti, metropol, büyük şehir.
    * Bir ülkede büyük kentlerden herhangi biri, metropol, büyük şehir.
    ana kızına taht kurar, kız bahtıkocadan arar (veya ana kızına taht kurmuş, baht kuramamış) * kocası iyi olmayan bir kadın, kendi ne kadar zengin olursa olsun, mutlu olamaz.
    ana kitap * Bir bilim alanında yazılmıştemel kitap.
    ana kök * Tohumun çimlenmesinden sonra kökçüğün toprağa dalarak gelişmesi sonucu oluşan ilk kök.
    ana kraliçe * Kralın annesi.
    * Arı beyi.
    ana kubbe * Camilerde ayaklar veya ana duvar üzerindeki kasnağa oturtulmuşkubbe.
    ana kucağı * Ananın sevgi ve sevecenlikle dolu çevresi.
    ana kuyu * bir ocakta ana çıkışve havalandırmada kullanılan kuyu.
    ana kuzusu * Pek küçük kucak çocuğu.
    * Sıkıntıya, güç işlere alışmamış, nazlı büyütülmüşçocuk veya genç.
    ana mektebi * Bkz. anaokulu.
    ana motif * Bir sanat eserinde sık sık tekrarlanarak ona özellik kazandıran motif, laytmotif.
    ana muhalefet * İktidarın dışında sayıca en üstün olan parti.
    ana ortaklık * Birçok ortaklığın pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altında tutan sermaye yatırım
    ortaklığı, holding.
    ana rahmine düşmek * döl yatağında cenin oluşmak.
    ana saat * Bir gözlem evi veya kurumda, saatler içinde en doğru giden ve öbür saatlerin ayarlanmasında kullanılan
    saat.
    ana sanlı * Soyadınıana yönünden alan.
    ana sav * İleri sürülerek savunulan düşüncelerin en belli başlı olanı.
    ana sayaç * Belirli bir yerleşim birimine veya bir şehre verilen toplam gazın ölçülmesi amacıyla, ana dağıtım boru hattı
    başlangıcına tesis edilen sayaç sistemi.
    ana sınıfı * Genellikle beşyaşını bitirmişçocukları ilkokul öğrenimine hazırlayan sınıf.
    ana sözleşme * Taraflar arası düzenlenen ilk ve temel sözleşme.
    ana şehir * Ana kent.
    ana toplardamar * Kirli kanıkalbin sağkulakçığına boşaltan iki büyük toplardamardan her biri.
    ana vatan * Ana yurt.
    * Bir şeyin ilk kez yetiştigi, göründüğü yer.
    ana yapı * Bir yapı bütünü içinde yükseklik ve biçim bakımından göze çarpan, önemli bölüm.
    ana yarısı * Teyze.
    ana yol * Küçük yolların kendisine açıldığı büyük yol.
    * Cadde.
    ana yön * Kuzey, güney, doğu ve batıyönlerinden her biri.
    ana yurt * İlk yurt edinilen yer, ana vatan.
    ana yüreği * Annelik duygusu, ana sevecenliği.
    anabolizma * Özümleme.
    anaca * Ana olarak.
    anacık * Küçük anne.
    * Sevimli, sempatik anne.
    anacıl * Anasına düşkün (çocuk).
    anaç * Yavru yetiştirecek duruma gelmişolan hayvan veya yemişverecek durumdaki ağaç.
    * İri, kart.
    * Kurnaz, deneyli, bilgili, başına buyruk.
    anaçlaşma * Anaçlaşmak işi.
    anaçlaşmak * Anaç duruma gelmek.
    anaçlık * Anaç olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 65

    anadan (yeni) doğmuşa dönmek (veya anadan yeni doğmuşgibi olmak) * dertsiz, tasasız, sağlıklı bir duruma gelmek.
    anadan doğma * çırılçıplak.
    * doğuştan olan.
    anadan görme * annesinde gördüğü gibi.
    * geleneksel.
    Anadolu * Ön Asya’nın bir parçası olarak Türkiye’nin Asya kıtasında bulunan toprağına verilen ad.
    Anadolulu * Anadolu halkından olan (kimse).
    anadut * Ekin veya ot demetlerini arabaya yüklemeye veya harmanıaktarmaya yarayan, uzun saplıaraç, dirgen, yaba.
    anaerki * Soyda temel olarak anayıalan ve ailede çocuklarıana klânına mal eden ilkel bir toplum düzeni,
    maderşahîlik.
    anaerkil * Anaerki temeline dayanan, maderşahî, matriarkal.
    anaerkillik * Kadının üstünlüğüne dayalıtoplumsal örgütlenme düzeni.
    * Ananın egemen olduğu aile hayatı.
    anaerobik * Oksijensiz yerde yaşayabilen, yetişebilen.
    anafor * Bir engelle karşılaşan su veya hava akıntısının dönerek ve çukurlaşarak yaptığıçevrinti, ters akıntıların
    oluşturduğu dönme, eğrim, çevri, burgaç, girdap.
    * Karmakarışık, sinirli, güç durum.
    * Yolsuz veya emeksiz elde edilen şey.
    anafora kaptırmak * emeksiz, karşılıksız olarak başkasının yararlanmasına imkân vermek.
    anaforcu * Yolsuz veya emeksiz kazanç peşinde olan (kimse).
    anaforculuk * Anaforcu olma durumu.
    anafordan * yolsuz veya emeksiz olarak.
    anaforlama * Anaforlamak işi.
    anaforlamak * Yolsuz veya emeksiz olarak kazanç elde etmek.
    anaforlu * Akıntılı, cereyanlı.
    anagram * Bir kelimedeki harflerin yerini değiştirerek elde edilen kelime.
    anahtar * Bir kilidi açıp kapamak için kullanılan araç, açar, açkı.
    * Bir şeyin zembereğini kurmak için kullanılan araç, kurgu.
    * Şifre yazmak ve çözmek için kararlaştırılmışolan yol.
    * İstenilen yere veya aygıta, isteğe göre elektrik akımının geçmesini sağlamak için kullanılan düzen,
    komütatör.
    * Somunlarıveya vidalarıçevirerek sıkıştırıp gevşetmek için kullanılan çelik saplıaraç.
    * Notaların müzik merdivenindeki yükseklik derecelerini göstermek ve buna göre okunmasını sağlamak için
    portenin başına konulan işaret.
    * Konserve kutularının kapağınıkeserek açmaya yarayan alet, açacak.
    * Vesile, araç, vasıta.
    anahtar ağızlığı * Mobilya kapaklarının ve çekmecelerin yüzlerine açılan anahtar deliklerinin üzerine çivilenen paslanmaz
    çelik veya dökümden yapılmışortasıanahtara uygun, delikli metal ve plâstik gereç.
    anahtar bitkiler * Mera üzerinde çok bulunan ve bunların doğru bir şekilde otlatılmaları ile tüm meranın doğru bir şekilde
    otlanmışolacağıkabul edilen bitki türleri.
    anahtar kelime * Bir kompozisyonda kullanılan temanın ifade edildiği başlıca kelimelerden biri.
    anahtar taşı * (yapıcılıkta) Kemerlerin en üstündeki taş, kilit taşı.
    anahtar uydurmak * bir kilidi açmak için kendi anahtarından başka bir anahtar kullanmak.
    anahtar vermek * (tulûat tiyatrosunda) komiğe nükte yapma kolaylığıvermek.
    anahtarcı * Anahtar yapan, satan veya onaran kimse.
    * Kapı, kasa gibi yerlere anahtar uydurarak hırsızlık yapan kimse.
    anahtarcılık * Anahtarcının yaptığı iş.
    anahtarı beline takmak * evde yönetimi ele almak.
    anahtarlık * Anahtarların kaybolmasınıönlemek, kolayca kullanılmasını sağlamak için takıldığımaden, deri ve
    benzerinden yapılan halka veya kılıf.
    -anak / -enek * Fiil köklerinden isim türeten ek.
    anakonda * Boğagillerden tropikal Güney Amerika’da yaşayan, avınısararak ve sıkarak öldüren yılan (Eunectes
    murinus).
    anakronik * Çağı geçmiş, çağa uymaz, eskimiş.
    anakronizm * Tarihe aykırılık.
    * Çağa uymama.
    analaştırma * Analaştırmak işi.
    analaştırmak * Annedeki özellikleri kazandırmak.
    analı * Anası olan.
    analıkuzu kınalıkuzu * Bkz. analı.
    analıkuzu, kınalıkuzu * annesi sağolan çocukların mutluluğunu anlatır.
    analık * Ana olanın durumu.
    * Ana duygusu.
    * Ana yerini tutan veya ana kadar yakınlık gösteren kadın.
    * Üvey ana.
    * Anaca davranış.
    analık etmek * analık görevini yapmak veya ana gibi yakınlık göstermek.
    analıkızlı * Salça, tuz, su, bulgur ve kıymanın yoğrularak küçük köfteler hâline getirilmesi ve bu malzemenin et suyu ve
    nohut ile pişirilmesiyle hazırlanan yemek.
    analist * Tahlil, analiz yapan kimse, çözümleyici.
    analitik * Çözümlemeli.
    analiz * Çözümleme, tahlil.
    analiz etmek * Çözümlemek, tahlil etmek.
    analizci * Analizle uğraşan veya analiz yapan kimse.
    analizör * Analiz yapan cihaz, aygıt veya organ.
    analjezi * Ağrıyıdindirme, acıduyumunu yok etme, acıyitimi.
    analjezik * Bkz. ağrıkesen.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 66

    analoji * Benzeşim, benzeşme.
    * Andırış, andırışma.
    * Örnekseme.
    analojik * Analoji ile ilgili, benzeşmeye dayanan.
    anam avradım olsun * birini kesin olarak inandırmak için söylenen çok kaba bir ant.
    anam babam * teklifsiz bir seslenme.
    anam! * Kadın erkek, büyük küçük herkese karşıkullanılan teklifsiz bir seslenmek.
    * Sese verilen tona göre şaşma, beğenme, acı, üzüntü gibi duygular anlatır.
    anamal * Sermaye, kapital.
    * Bir ticaret işinin kurulması, yürütülmesi için gereken anapara ve paraya çevrilebilir malların bütünü,
    sermaye.
    anamal birikimi * Anamalcının elde ettiği artık değerin bir bölümünü kendi kullanırken büyük bölümünü anamalına
    ekleyerek onu büyütmesi.
    anamalcı * Üretim araçlarınıözel mülkiyetinde bulunduran, anamal sahibi, sermayedar, kapitalist.
    * Anamalcılık düzenini benimsemiş.
    anamalcılık * Anamala dayanan ve kâr amacı güden üretim düzeni, kapitalizm.
    anan yahşi, baban yahşi * birini, bir işe razıetmek için gereğinden çok överek yumuşatmak amacı güdüldüğünü başkasına anlatırken
    kullanılır.
    ananas * Ananasgillerden, sıcak ülkelerde yetişen bir ağaç (Ananas sativus).
    * Bu ağacın tadı, kokusu çok beğenilen meyvesi.
    ananasgiller * Bir çeneklilerden, sıcak ülkelerde yetişen ve örneği ananas olan bitki familyası.
    an’ane * Gelenek.
    an’aneci * Ananeye bağlı olan, gelenekçi.
    an’anecilik * Gelenekçilik.
    an’anesiz * Geleneğe sahip bulunmayan.
    ananet * Erkekte cinsel güçsüzlük, puluçluk.
    an’anevi * Geleneğe dayanan, geleneksel.
    ananın ak sütü gibi (helâl olsun) * anamın sütü bana nasıl helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun.
    ananın örekesi * saçma bir söze karşıverilen karşılık.
    anaokulu * Öğrenim çağına henüz gelmemişiki ile altıyaşarasındaki çocukları okul düzenine hazırlayan eğitim
    kuruluşu.
    anapara * İşletilen paranın faiz katılmamış bütünü.
    anarşi * Siyasî ve idarî kurumlardaki çözülme sonucu olarak devlet denetiminin kalmamasıdurumu, başsızlık.
    * Kargaşa, başı boşluk.
    anarşik * Anarşi niteliğinde olan.
    anarşist * Anarşi ile ilgili olan.
    * Anarşizm yanlısı olan kimse.
    anarşistleşme * Anarşistleşmek işi veya durumu.
    anarşistleşmek * Anarşist özelliği taşımak.
    anarşistlik * Anarşist olma durumu, işi.
    anarşizm * Tarihî şartlar ne olursa olsun devletin ortadan kaldırılmasına çalışan öğreti.
    anartri * Dil tutukluğu.
    anasıağlamak * çok sıkıntıçekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek.
    anasıdanası * soyu sopu, bütün aile.
    anasıkılıklı * görüş, davranış, huy vb. bakımından anasına benzeyen.
    anasıturp (veya sarımsak), babasışalgam (veya soğan) * ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğu.
    anasıyerinde * bir gencin anasıkadar yaşlı(kadın).
    anasıl * Kökten, asıl olarak, esaslı bir biçimde.
    anasına avradına sövmek * birinin anasınıve karısınıamaçlayarak çirkin söz söylemek.
    anasına bak, kızınıal, kenarına bak, bezini al * bir kızın karakterini öğrenmek isteyenler, anasının hâlini göz önüne alırlarsa aldanmamışolurlar.
    anasından doğduğuna pişman * çok tembel, üşengeç.
    * canından bezmiş.
    anasından doğduğuna pişman etmek * çok eziyet etmek, çok üzmek, bezdirmek.
    anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek * bir işi yaparken çok sıkıntıçekmek.
    anasından emdiği sütü burnundan getirmek
    anasınıağlatmak * bir kimseye çok eziyet etmek, çok sıkıntıçektirmek.
    anasını bellemek * bir kimseye en büyük kötülüğü yapmak.
    anasınıeşek kovalasın! * sözü edilen kimse veya işiçin bıkkınlık, dikkate almama ve umursamama anlatır.
    anasınısat! (veya satayım) * önem verme, aldırma, umursama, bunun için gam yeme (yemem)!.
    anasının gözü * çok kurnaz, çok açık göz, dalavereci, hinoğluhin.
    anasının ipini satmış(veya pazara çıkarmış) * ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).
    anasının kızı * anasının huylarıkendisinde de görülen kız.
    anasının körpe kuzusu * pek küçük kucak çocuğu.
    anasının nikâhını istemek * bir şeye değerinden çok para istemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 62

    amerikan * Pamuktan düz dokuma, kaput bezi. Amerikan bezi biçiminde de kullanılır.
    Amerikan bar * Lokanta, otel veya evlerde içki için ayrılmışköşe.
    Amerikan bezi * Bkz. amerikan.
    Amerikan salatası * Rus salatası.
    Amerikanca * Amerika Birlişik Devletlerinde kullanılan İngilizce.
    Amerikanist * Amerikan tarihi ve kültürü ile uğraşan bilimci.
    Amerikanvarî * Amerikalıya yakışan biçimde, Amerikalı gibi.
    amerikyum * Atom numarası95, yapay olarak elde edilen aktinitlerden bir element. KısaltmasıAm.
    ametal * Metal olmayan elementler.
    ametist * Süs taşı olarak kullanılan mor renkte bir tür kuvars.
    amfi * Amfiteatr kelimesinin kısaltılmışı.
    amfibi * İki yaşayışlı.
    * Hem karada hem de suda hareket eden (taşıt), yüzergezer.
    amfibi harekât * Kara ve deniz araçlarıyla yapılan manevra.
    amfibol * Piroksenlere yakın siyah, esmer, yeşil renkli bir silikat grubu.
    amfibyumlar * Kurbağa ve semenderleri içine alan iki yaşayışlı omurgalılar sınıfı.
    amfiteatr * Dinleyicilerin oturduğu, sıralarıarkaya doğru basamaklı olarak yükselen salon.
    * Yunan ve Roma’da açık hava tiyatrosu.
    * Toprak parçası.
    amfizem * Vücut organlarından bir bölümünün hava ile şişmesi.
    amfor * İki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnı geniştesti.
    amfora * Bkz. amfor.
    amigo * Çoğunlukla spor yarışmalarında seyircileri coşturan kimse.
    amigoluk * Amigonun yaptığı iş.
    amil * Yapan, etken, etmen, sebep, faktör.
    amilâz * Nişastayıparçalayarak şekere çeviren bir enzim.
    amin * Amonyaktaki hidrojen yerine, tek değerli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluşan ürünlerin genel adı.
    âmin * “Allah kabul etsin” anlamında, duaların arasında ve sonunda kullanılır.
    aminoasit * Bir amino grubu ile bir karboksil grubu taşıyan, proteinlerin temel taşı olan organik bileşik.
    amip * Amipler takımından, vücudunun biçim değiştirmesiyle oluşan geçici kollar veya ayaklar üzerinde sürünerek
    yer değiştiren, tatlıve tuzlu sularda yaşayan bir hücreli canlı(Amoibe).
    amipler * Bir hücreli hayvanların kök bacaklılar sınıfına giren bir takımı.
    amipli * İçinde amip bulunan.
    * Amiplerin yol açtığı.
    amir * Buyuran, emreden, üst.
    * Bir işte emir verme yetkisi olan kimse.
    amiral * Deniz kuvvetlerinde, ordudaki general rütbesine eşit rütbedeki subay.
    amirallik * Amiral olma durumu.
    * Amiralin makamı.
    amirane * Amir gibi, amire yakışan biçimde.
    amirce * Amire yakışır biçimde, amir gibi.
    amiriita * Bkz. ita amiri.
    amirlik * Amir olma durumu.
    amit * Amonyağın hidrojeni yerine bir asit kökünün geçmesiyle oluşan birleşiklerin sınıf adı.
    amitoz * Amip, akyuvar ve bazı bakterilerde hücre bölünmesi yoluyla olan çoğalma.
    amiyane * Kibarca olmayan, bayağı.
    * Sıradan.
    amiyane tabiriyle * halk ağzı ile, halk deyişiyle.
    amma * Bkz. Ama.
    * Yanına getirildiği kelimenin anlamına aşırılık katarak şaşma veya hayranlık anlatır.
    amma velâkin * Ancak, bununla beraber.
    ammada yaptın ha! * söylenen bir söze pek inanılmadığınıve şaşıldığınıanlatır.
    amme * Halkın bütünü, kamu.
    amme davası * Kamu davası.
    amme efkârı * Kamuoyu.
    amme hukuku * Kamu hukuku.
    amme idaresi * Kamu yönetimi.
    amme menfaati * Kamu yararı.
    amnezi * Hafıza kaybı, bellek yitimi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 63

    amnios * Döl kesesi.
    amnios suyu * Döl kesesini dolduran ve cenini içinde bulunduran sıvı, çağnak.
    amonyak * Azot ve hidrojen birleşimi olan, keskin kokulu bir gaz (NH3).
    * İçinde bu gazın eritilmiş bulunduğu su, nışadır ruhu.
    amonyaklama * Amonyaklamak işi.
    amonyaklamak * Bazıyemlerin amonyak veya bir amonyum bileşiği ile karıştırmak veya doyurmak.
    amonyum * Amonyaklıtuzlarda maden rolü oynayan bir birleşim kökü (NH4).
    amonyum karbonat * Hamur kabartmada maya olarak kullanılan karbonik asidin amonyum tuzu, nışadır kaymağı.
    amonyum sülfat * Sanayide sentez yolu ile elde edilen amonyum nötr sülfat, azotlu gübrelerin en çok kullanılanıdır.
    amor * Bir çeşit kumaş.
    amoralizm * Ahlâk dışıcılık, töre dışıcılık.
    amorf * Biçimsiz.
    amorti * Birden ödenerek faizinin işlemesine son verilen tahvil.
    * Piyangoda ödenen para kadar ödenen karşılık.
    amorti etmek * bir girişimde yatırılan parayızamanla yeniden kazanmak.
    amortisman * Taşınmaz malların aşınmalarına karşılık olarak, yıllık kârdan ayrılan belirli pay.
    * Faizin işlemesine son vermek için bir tahvilin birden ödenmesi.
    amortisör * Motorlu araçlarda sarsıntı, sallantı gibi hareketleri en aza indiren, yayların gereksiz hareketlerini gidermeye
    yarayan düzen.
    * Bu düzeni kuran öge, cihaz, yumuşatmalık.
    amper * Elektrik akımında şiddet birimi. KısaltmasıA.
    amper saat * Bir amper şiddetinde akım geçiren bir iletkenden bir saat içinde geçen elektrik miktarı.
    ampermetre * Amperölçer.
    amperölçer * Bir elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan aygıt, akımölçer.
    ampir * Napoleon döneminde Fransa’da ve Avrupa’da yayılmışolan yapı, mobilya, giyim vb. üslûbu.
    ampirik * Bir kurama değil de yalnızca deneye, gözleme dayanan.
    ampirist * Deneyci.
    ampirizm * Deneycilik.
    amplifikatör * Alçak veya yüksek frekanslıakımların gerilimini, şiddetini veya gücünü artırmaya yarayan araç, yükselteç.
    ampul * İçinde, elektrik akımı ile akkor durumuna gelerek ışık verebilen bir iletkeni bulunan, havası boşaltılmış cam
    şişe.
    * İçinde çoğu kez zerk edilecek, sıvıdurumda ilâç bulunan küçük veya büyük cam tüp.
    ampütasyon * Bir organıkesip çıkarma.
    * Herhangi bir bütünden bir parça kesme veya koparma.
    amuda kalkmak * iki eli üstüne dayanarak bacaklarınıhavada dikey tutmak.
    amudî * Dikey, dikine, dik.
    amudufıkarî * Omurga kemiği, bel kemiği.
    amut * Dikme, dik durumda.
    amyant * Kolayca bükülen ve ateşe dayanan liflerden oluşmuş, bir tür ak asbest.
    an * Zamanın bölünemeyecek kadar kısa bir parçası, lâhza.
    an * İki tarla arasındaki sınır.
    an * Zihin.
    -an / -en * İsimden isim türeten ek: oğul-an > oğlan, kız-an, kök-en vb.
    -an / -en * Fiilden sıfat türeten ek.
    ana * Çocuğu olan kadın, anne.
    * Yavrusu olan dişi hayvan.
    * Dince aziz tanınan bazıkadınlara verilen saygıunvanı.
    * Yaşlıkadınlara saygılı bir seslenme sözü olarak kullanılır.
    * Velinimet.
    * Alacağın veya borcun, faizin dışında olan bölümü.
    * Temel, asıl, esas.
    * Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sıfat olarak geldiğinde, o çizginin, belirli bir kural altında
    hareket ederek bir yüzey oluşturmaya yaradığınıanlatır.
    ana arı * Arı beyi.
    ana avrat düz (veya dümdüz) gitmek * sövmek, küfretmek.
    ana baba * Ana ile babanın oluşturduğu birlik.
    ana baba bir * aynıana ve babadan olan (kardeşler).
    ana baba eline bakmak * ana ve babanın verdiği para ile geçinmek.
    ana baba günü * Çok kalabalık.
    * Sıkıntılıkalabalık, telâşlı, tehlikeli zaman, yer veya durum.
    ana baba yavrusu * nazlı büyütülmüşçocuk.
    ana bilim dalı * Üniversite veya fakültelerde bölümlerin alt bilim veya uzmanlık dalları.
    ana bir, baba ayrı * anaları bir, babalarıayrı olan (kardeşler).
    ana cadde * Şehirde ara sokakların açıldığı genişyol.
    ana çizgi * Belli bir kurala göre yürütülerek bir biçimin oluşmasına yarayan çizgi.
    ana dal * Ağaç, ağaççık veya çalılarda gövdeden ilk çıkan ve bitkinin çatısını oluşturan dal.
    ana defter * Ticarî bir kuruluşun, aylık ve bilânço hesaplarını gösteren defter, büyük defter, defterikebir.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 61

    ambalâjlamak * Ambalâj yapmak.
    ambale etmek * Birini düşünemez duruma getirmek, çok yormak.
    * Otomobili fazla gaz vermekten çalışmaz hâle sokmak.
    ambale olmak * Çok yorulup işgöremez, düşünemez duruma gelmek.
    ambar * Genellikle tahıl saklanan yer.
    * Yiyecek ve bazıeşyanın saklandığıyer.
    * Geminin yük koymaya ayrılmışyeri.
    * Eşya taşıma işleri yapan kurum veya ortaklık.
    * Kum, çakıl gibi yapımalzemesini ölçmekte kullanılan ve her yanıçoğunlukla 75 cm olan küp ölçek.
    * Genellikle tahılın çok üretildiği yer, bölge.
    ambarcı * Ambara bakan görevli, ambar memuru.
    ambarcılık * Ambarcının gördüğü iş.
    ambarda kurutma * Kapalı bir yerde, güçlü bir vantilâtör kullanılarak sağlanan hava akımı ile yeşil ve sulu yemlerin kurutulması.
    ambargo * Bir devletin, gemilerin kendi limanlarından ayrılmasınıyasaklama buyruğu.
    * Bir malın serbest sürümünü engellemek için konulan yasak.
    ambargo koymak * gemilerin limanlardan hareketini yasaklamak.
    * bir malın serbest sürümünü engellemek.
    * bir mala el koymak, müsadere etmek.
    * siyasî, ekonomik, sosyal alanlarda caydırma amacıyla yaptırım uygulamak.
    ambargoyu kaldırmak * ambargo ile ilgili yasaklamayıkaldırmak.
    ambarlama * Ambar durumuna gelmek.
    ambarlamak * Ambar işi yapmak.
    amber * Amber balığından çıkarılan güzel kokulu, kül renginde bir madde.
    * Güzel kokulu bazımaddelerin ortak adı.
    amber ağacı * Baklagillerden bir cins mimoza (Geum urbonum).
    amber balığı * Balinagillerden, boyu 25 m’ye kadar çıkan, başı büyük, dişli, çok yırtıcı bir balık, ada balığı(Catodon
    macrocephalus).
    amber çiçeği * Amber ağacının toparlak, fındık büyüklüğünde, altın sarısırenginde güzel kokulu çiçeği.
    amberbaris * Sarıçalı.
    amberbu * Hindistan’da, İran’da yetişen, pişince güzel bir koku veren, iri ve uzun taneli bir tür pirinç.
    amblem * Soyut bir şeyin, bir kavramın sembolü olan varlık veya eşya, belirtke.
    amboli * Atardamarda kanın pıhtılaşmasıveya yağparçacıklarının oluşmasısonucunda meydana gelen tıkanma.
    ambülâns * Hasta arabası, cankurtaran (arabası), cankurtaran.
    amca * Babanın erkek kardeşi.
    * Yaşlıerkeklere saygı için kullanılan seslenme.
    amcalık * Amca olma durumu.
    amcalık etmek * birine amca gibi yakınlık göstermek.
    amcamla dayım, hepsinden aldım payım * yakınlarından beklediği ilgi ve yardımı görmeyen bir kimsenin artık yeni bir dilekte bulunmaya niyetli
    olmadığınıanlatmak için söylenir.
    amcazade * Amcanın oğlu veya kızı.
    amel * Yapılan iş, edim, fiil.
    * Bir kimsenin dinin buyruklarınıyerine getirmek için yaptıkları.
    * Sürgün, ötürük, ishal.
    amele * İşçi, emekçi.
    amele taburu * Genellikle yol yapım işlerinde görevli amelelerden oluşan birlik.
    amelelik * Amele olma durumu.
    amelî * İşe dayanan, işüstünde, tatbikî, pratik.
    * İş bakımından, işçe.
    * Elverişli, kolay, uygun, kestirme.
    * Hareketle ilgili olan, yalnız düşünce alanında kalmayıp işe dönüşen uygulamalı, tatbikî.
    amelimanda * İşyapamaz durumda olan.
    ameliyat * Operatörün, hasta üzerinde kesme ve dikme yoluyla yaptığımüdahale, operasyon.
    * ç. İşler, faaliyetler.
    ameliyat geçirmek * ameliyat edilmişolmak.
    ameliyat masası * Üzerinde ameliyat yapılan özel donanımlımasa.
    ameliyathane * Hastaların ameliyat edildiği yer.
    ameliyatlı * Ameliyat edilmiş.
    ameliye * Yapılan iş, işlem.
    amenajman * Devlete ve kişilere ait ormanların, önceden hazırlanıp kabul edilmişesaslara uygun olarak işletilmesi.
    * Tabiî kaynakların işletilmesi.
    amenna * İnandık anlamı ile “öyledir”, “doğru”, “diyecek yok” gibi tasdik etme anlatır.
    Amentü * Kur’an surelerinden birinin adı.
    Amerika armudu * Defnegillerden, Amerika’da yetişen bir ağaç (Persea gratissima).
    * Bu ağacın armuda benzer yemişi.
    Amerika bademi * Aselbent ve zamk gibi maddeler veren bir sıcak iklim ağacı(Styrax americana).
    Amerika elması * Antep fıstığı gillerden, Amerika’da yetişen bir ağaç, bilader ağacı(Anacardium occidentale).
    * Bu ağacın badem biçiminde çekirdekli, armuda benzer yemişi.
    Amerika tavşanı * Kemiricilerden, arka ayaklarıçok uzun, küçük bir memeli kürk hayvanı(Eriomys chincilla).
    Amerika üzümü * Şekerci boyası.
    Amerikalı * Amerika Birleşik Devletleri halkından olan kimse.
    Amerikalılaşma * Amerikalılaşmak işi veya durumu.
    Amerikalılaşmak * Amerikalıların yaşayıştarzını benimsemek.
    Amerikan * Amerika Birleşik Devletleri halkından olan kimse.
    * Amerika’ya özgü, Amerika ile ilgili olan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 59

    altından Çapanoğlu çıkmak * girişilen işte başa dert olacak bir durumla karşılaşmak.
    altından çapanoğlu çıkmak * bir işte başa dert olacak bir durumla, bir sorunla karşılaşmak.
    altından girip üstünden çıkmak * malı, parayıdüşüncesizce harcayıp tüketmek.
    altından kalkamamak * bir işi başaramamak, becerememek, üstesinden gelememek.
    * kendini savunamamak.
    altından kalkmak * bir güçlüğü yenmek, başarmak.
    altınıçizmek * (bir sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek; vurgulamak.
    altınııslatmak * yatağına veya donuna küçük abdestini etmek.
    altınıüstüne getirmek * söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düşürmek, karmakarışık etmek.
    * bir şey bulmak için aramadık yer bırakmamak.
    altınlaşma * Altınlaşmak işi veya durumu.
    altınlaşmak * Altın durumu veya görünümü almak.
    altınoluk * İşlemeli kadın şalvarı.
    * Altın sırma veya kılaptanla işlenmişçizgili ipek kumaşve bu cins kumaşların üstünde bulunan sırma
    işlemeli yollar.
    * Sarıkların üstüne sarılan sırma şerit.
    altıntop * Turunçgillerden, sıcak bölgelerde yetişen bir meyve ağacı, greyfrut (Citrus decumana).
    * Bu ağacın kanarya sarısırenginde, tadıacımsımeyvesi, kız memesi, greyfrut.
    altıntop * İki çeneklilerden, uzun, dikenli ve kürecikler hâlinde sapları olan bir kaktüs türü (Trollius ranunculoides).
    altıparmak * Ellerinde veya ayaklarında altışar parmağı olan (kimse).
    * İri bir tür palamut balığı.
    * Ayrırenkte altıyolu olan kumaş.
    * Bu kumaştan yapılan gelin giysisi.
    altıpatlar * Altıtane fişek alan toplu tabanca, revolver.
    altışar * Altısayısının üleştirme biçimi; her birine altı, her seferinde altısı bir arada olan.
    altız * Bir doğumda dünyaya gelen altı(kardeş).
    altimetre * Yükseklikölçer.
    altlama * Altlamak işi.
    altlamak * Özel diye alınan bir şeye, genel bir kavramın altında yer vermek.
    altlı * Altı olan.
    altlıüstlü * Altıve üstü birlikte.
    * Alt ve üst katta olmak üzere, birlikte.
    altlık * Tabak veya bardak altı.
    * Hayvanların altına yayılan ot veya saman.
    * Arabaya koşulan atların yollarıkirletmemesi için kuyruğunun altına yerleştirilen torba.
    altmış * Elli dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 60, LX.
    * Altıkere on, elli dokuzdan bir artık.
    altmışaltı * Altmışaltısayıalmakla kazanılan bir çeşit iskambil oyunu.
    altmışaltıya bağlamak * temelli olmayan bir çözümle durumu kurtarmışgörünmek.
    altmışdörtlük * Bir notanın altmışdörtte biri değerinde olan nota.
    altmışar * Altmışsıfatının üleştirme biçimi, her birine altmış, her defasında altmışı bir arada olan.
    altmışıncı * Altmışsıfatının sıra bildiren biçimi, sırada elli dokuzuncudan sonra gelen.
    altmışlık * İçinde altmıştane bulunan.
    * Altmışyaşında olan veya görünen.
    alto * Kemanla viyolonsel arası büyük keman, viyola.
    * Kontralto.
    altta kalanın canıçıksın * “herkes başının çaresine baksın, gücü yetmeyen ne olursa olsun” anlamında kullanılır.
    altta kalmak * herhangi bir çatışmada, çekişmede yenilmek.
    altta yok üstte yok * yoksul, fakir.
    alttan (veya aşağıdan) almak * sert konuşan birine karşıyumuşak, olumlu davranmak.
    alttan alta * gizlice, el altından.
    alttan güreşmek * gizli gizli yenme yollarınıkollamak.
    altunî * Altın renginde olan.
    alüfte * İffetsiz, oynak, cilveli (kadın).
    alüftelik * Alüfte olma durumu.
    alümin * Suda çözünmeyen, 20500 C de eriyen, beyaz bir toz olan alüminyum oksit (Al2O3).
    alümina * Bkz. alümin.
    alüminyum * Atom numarası13, atom ağırlığı26,98 olan, gümüşparlaklığında, beyaz, 6600 C de eriyen hafif bir
    element. KısaltmasıAl.
    * Alüminyumdan yapılmış.
    alüminyum taşı * Boksit.
    alüvyon * Akarsuların taşıyıp yığdıkları balçık, kil gibi çok ince taneli şeylerin kum ve çakılla karışmasıyla oluşan yığın,
    lığ.
    alveol * Torba biçiminde küçük boşluk veya genişlemişkısım.
    alvere tulumbası * Emme basma tulumba.
    alyans * Nişan yüzüğü.
    alyon * Para babası.
    alyuvar * Kana al rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücre, eritrosit.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 58

    Altayistik * Altay grubuna giren Türk, Moğol, Mançu-Tunguz, Japon ve Korelilerin dil, edebiyat, kültür ve tarihleriyle
    uğraşan bilim dalı.
    alternatif * Seçilebilecek bir başka yol, yöntem; seçenek.
    * Almaşık.
    * Dalgalı(akım).
    alternatör * Dalgalıelektrik akımıveren üreteç.
    altes * Prens ve prenseslere verilen şeref unvanı.
    * Bu unvanıtaşıyan kimse.
    altı * Beşten sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 6, Vl.
    * Beşten bir artık.
    altıalay üstü kalay * içi dışı gibi özenilmişolmayan şeyler için söylenir.
    AltıKardeş * Kuzey kutup yönünde, Büyük Ayı’nın karşısında bulunan takım yıldız.
    altıkarış beberuhi * kısa boylu olanlar için alay yollu söylenir.
    altıkaval üstü şişhane * Bkz. altıkaval üstü şişhane.
    altıkaval, üstü şişhane * (giyim için) altı, üstüne uymaz.
    altı okka etmek * birini kollarından ve bacaklarından tutup yukarıkaldırarak sallamak veya götürmek.
    altıyaşolmak * işe birtakım oyunlar karışmak, böyle bir işe girişmekte sakıncalar bulunduğu anlaşılmak.
    altıyol * Altıyolun birleştiği yer.
    altıdan yemek * hastahanelerde hiç perhizi olmayan hastalara verilen tam yemek.
    altı gen * Altıkenarlıçokgen, müseddes.
    altık * Konusu ile yüklemi aynı olan, biri tümel olumlu, biri tikel olumlu; biri tümel olumsuz, biri tikel olumsuz iki
    önerme arasındaki bağlantıdurumu, mütedahil: “Kimi insanlar fanidir” önermesi “Bütün insanlar fanidir”
    önermesinin altığı olur.
    altılı * Altıparçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden altıtane bulunan.
    * İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde altı işareti bulunan kâğıt veya pul.
    * Divan edebiyatında her bendi altımısradan oluşan nazım biçimi.
    altılık * Altısı bir arada, altıtaneden oluşmuş, altıtane alabilen.
    altın * Atom sayısı79, atom ağırlığı196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay işlenen, yüksek değerli, paslanmaz
    element, kısaltmasıAu.
    * Altından yapılmış.
    * Altından yapılmışsikke.
    * Niteliği iyi olan, üstün nitelikte olan, değerli.
    altın adıpul oldu, kız adıdul oldu * uygunsuz davranışlarıyüzünden temiz tanınan kişiliği lekelendi.
    altın adını bakır etmek * kötü işler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak.
    altın anahtar her kapıyıaçar * para olunca her güçlük yenilebilir.
    altın babası * Çok zengin, parasıçok olan kimse.
    altın beşik * Bir elleriyle kendi bileklerini kavrayan iki kişinin, öteki elleriyle karşılıklı olarak birbirlerinin bileklerini
    tutmaları.
    altın bilezik * Altından yapılmışkola takılan ve pek çok türü olan süs eşyası.
    * Para getiren sanat veya meslek.
    altın çağ * En parlak ve mutlu çağ.
    altın eli bıçak kesmez * varlıklıveya değerli kişilerin elini kimse bükemez.
    altın gibi * altına benzeyen, sarı.
    altın kaplama * Herhangi bir metal altın suyuna batırılarak ince bir altın tabaka ile sarılarak altına benzetilmek.
    altın keseği * Yerden temiz külçe durumunda çıkan altın.
    altın kesmek * çok para kazanır olmak.
    altın kökü * Güney Amerika’da yetişen, kusturucu niteliği olan bir kök, ipeka (Cephaelis ipeca cuanha).
    altın küpü * Altın para biriktiren; parasıçok olan.
    altın leğene kan kusmak * varlık içinde hastalık veya sıkıntıçekerek yaşamak.
    altın saat * İzlenme oranının en çok olduğu vakit, prime time.
    altın sarısı * Altın rengini andıran.
    altın suyu * Bir kısım konsantre nitrik asit ile üç veya dört kısım konsantre hidroklorik asitten oluşmuş, özellikle plâtin
    ve altın gibi metalleri çözmekte kullanılan bir karışım.
    altın topu * güzel ve tombul olan kucak çocukları için bir benzetme sözü olarak kullanılır.
    altın tutsa, toprak olur (veya altına yapışsa elinde bakır kesilir) * giriştiği işlerde büyük talihsizliklere uğrayan kimsenin durumunu anlatır.
    altın yağmurcun * Bir tür kuş, yağmur kuşu.
    altın yıl * Eşlerin birlikte ulaştıkları50. evlilik yılı.
    altın yumurtlayan tavuk * mesleği, sanatı, parası olan, gelirli kimse.
    * turist.
    altın yürekli olmak * çok iyi niyetli olmak, yumuşak huylu görünmek.
    altına etmek (veya kaçırmak) * yatağına veya donuna abdest etmek.
    altınbaş * Daha çok Ege bölgesinde yetişen, yuvarlak, kalınca kabuklu güzel bir kavun türü.
    altıncı * Altısayısının sıra sıfatı, sırada beşinciden sonra gelen.
    altıncıduygu * Ön sezi.
    altıncıhis * Bkz. altıncıduygu.
    altında kalmak * ezilmek.
    altında kalmamak * karşılığınıvermek, gördüğü iyilik veya kötülüğü karşılıksız bırakmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 60

    Am * Amerikyum’un kısaltması.
    am * Dişilik organı, ferç.
    -am / -em * Fiilden isim türeten ek: tut-am, dön-em vb.
    ama * Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarar, amma.
    * Uyarma veya şartlı bir ifade niteliğinde olan bir cümleyi, başka bir cümleye bağlamaya yarar.
    * Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağlar.
    * Bir yargıyıveya bir buyruğu pekiştirmek için de kullanılır.
    * Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilir.
    âmâ * Görmez, kör.
    ama ne * ne hoş.
    * şaşılacak niteliği olan.
    amabile * Bir parçanın sevimli ve cana yakın çalınacağınıanlatır.
    amaç * Erişilmek istenilen sonuç, maksat.
    * Gaye.
    * Hedef.
    amaç dışı * Gaye dışı, hedeflenen amacın dışında.
    amaç edinmek * bir amaca ulaşma isteğinde bulunmak.
    amaç gütmek * bir amacı gerçekleştirmeye çalışmak.
    amaçlama * Amaçlamak işi, hedef alma, istihdaf.
    amaçlamak * Bir amaca ulaşmayı istemek, istihdaf etmek.
    amaçlanma * Amaçlanmak işi.
    amaçlanmak * Amaçlamak işine konu olmak.
    amaçlı * Amacı olan, gayeli.
    * Bir amaca yönelik.
    amaçlılık * Amaçlı olma durumu.
    amaçsız * Amacı olmayan, gayesiz.
    amaçsızlık * Amaçsız olma durumu.
    amade * (bir işi) Yapmaya hazır.
    -amak * Fiilden isim türeten ek: bas-amak, tutamak, kaç-amak vb.
    amal * İşler, işlemler.
    âmâlık * Âmâ olma durumu.
    amalierbaa * Matematikte dört işlem terimine verilen ad.
    aman * Yardım istendiğini anlatır.
    * Bir suçun bağışlanmasının istenildiğini anlatır.
    * Rica anlatır.
    * Usanç ve öfke anlatır.
    * Dikkat uyandırmak için kullanılır.
    * Çok beğenmeyi anlatır: Aman ne güzel şey! Bu anlamda kullanıldığında buna da edatıda getirilebilir.
    * Şaşma anlatır.
    aman Allah (Allahım) * şaşma, beğenme veya beğenmeme, korku gibi duyguları belirtmek için kullanılır.
    aman bulmak * kurtulmak.
    aman dedirtmek (veya amana getirmek) * karşıkoyan birini boyun eğmek zorunda bırakmak, zor durumda bırakmak.
    aman derim! * sakın ha, böyle bir işyapayım deme.
    aman dilemek * önce direnirken zor karşısında boyun eğip canının bağışlanmasınıdilemek.
    aman vermek * canını bağışlamak, öldürmemek.
    aman vermemek * rahat bırakmamak, göz açtırmamak.
    * acımayıp öldürmek.
    aman zaman * Karşısındakini yumuşatmak için söylenen sözleri anlatır.
    amana gelmek * önce direnirken zor karşısında boyun eğmek.
    amanın * Korkma ve şaşma sözü.
    amanname * İslâm devletlerinde düşmana güvenlik içinde olduğunu bildirmek üzere verilen belge.
    amansız * Aman vermez, hiç acımayan, cana kıyıcı.
    amansız hastalık * Kanser.
    amansızca * Öldürücü bir durumda, acımasız olarak.
    * Hoşgörüsüz olarak.
    amasımamasıyok! * hiçbir özrün geçerli olamayacağınıanlatır.
    amasıvar * herkesin bilmediği sakıncasıveya kusurlarıvar.
    Amasya’nın bardağı, biri olmazsa biri daha * ele geçirilmeyen veya kaçan bir şeye üzülmek boştur, çünkü her zaman benzeri sağlanabilir.
    amatör * Bir işi para kazanmak için değil, yalnız zevki için yapan kimse, hevesli, profesyonel karşıtı.
    amatörlük * Amatör olma durumu.
    amazon * (eski çağların Amazonlarına benzetilerek) Erkek gibi, savaşsaflarında yer alan kadın.
    * Ata binen kadın.
    ambalâj * Eşyayısarmaya yarayan mukavva, kâğıt, tahta, plâstik madde gibi malzeme.
    ambalâj yapmak * (bir şeyi) bu gibi maddelerle paketlemek, sandıklamak.
    ambalâjcı * Ambalâj yapan kimse.
    ambalâjcılık * Ambalâjcı olma durumu veya işi.
    ambalâjlama * Ambalâjlamak işi.