Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 76

    -ar- / -er- * İsimden geçişsiz fiil türeten ek.
    -ar- / -er- * İsimden geçişli fiil türeten ek: baş-ar-mak, suv-ar-mak vb.
    -ar- / -er- * Fiilden ettirgen çatıtüreten ek: çık-ar-mak, gid-er-mek vb.
    ar belâsı * namus ve onuru için başkasısöz eder korkusu.
    ar damarıçatlamış * utanç duyulacak şeyleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz.
    ar etmek * utanmak.
    ar namus tertemiz * utanması olmayan.
    ar ve hayâ perdesi yırtılmak * utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek.
    ar yılıdeğil, kâr yılı * birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarına baktığı anlatılırken söylenir.
    ara * İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe.
    * İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla.
    * Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi.
    * Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi.
    * Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt.
    * Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları.
    * Aralık.
    * Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında oyunculara verilen on beşdakikalık dinlenme
    süresi, haftayım.
    * (basketbol ve voleybol için) Takımların oyun sırasında aldıkları birer dakikalık dinlenme ve talimat alma
    süresi, mola.
    ara açmak * dostluğu bozmak, anlaşmazlığa yol açmak.
    ara başlık * Esas bölümün alt başlıklarınıanlatmak için kullanılır.
    ara bono * Arada ödenen olağan dışı bono.
    ara bozucu * Ara bozan (kimse), fesatçı, fitçi, münafık, müfsit.
    ara bozuculuk * Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafıklık, fesat.
    ara bulma * Anlaşmazlık durumunda bulunan kimseleri uzlaştırma işi.
    ara bulmak * anlaşamayanlarıuzlaştırmak.
    ara bulucu * Uzlaştıran kimse, uzlaştırıcı.
    ara buluculuk * Uzlaştırıcılık.
    ara buluculuk etmek * ara bulmada yardımcı olmak.
    ara cümle * Birleşik veya yalın cümlelerde anlamı biraz daha açıklamak için araya giren iki virgül veya iki kısa çizgi
    içinde verilen cümle.
    ara deniz * Okyanuslardan dar ve az derin boğazlarla ayrılan, karaların arasına sokulmuşdeniz.
    ara kapı * İki yapıveya oda arasında, kolayca geçmek için açılan kapı.
    ara kararı * Bir davanın bakılmasınıkolaylaştırmak için yargıdan önce, arada önlem niteliğinde verilen karar.
    ara kazanç * Malı bütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç.
    ara kesit * Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladıklarıve kesiştikleri yer.
    ara konakçı * Asalağın, gelişme evreleri sırasında beslenip barındığıkonakçılardan her biri.
    ara mal * Üretimde gerekli malıelde etmek için kullanılan yarı işlenmişmal.
    ara nağme * Şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kıtasıarasına, başına, sonuna da gelebilen,
    sözsüz çalınan parça.
    * Sık sık söylenen söz veya açılan sorun.
    ara nağmesi * Bkz. ara nağme.
    ara seçim * Genel seçimler dışında yapılan ara dönem seçimleri.
    ara sıcak * Soğuk ve sıcak yemek servisi arasında ikram edilen hafif sıcak yiyecekler.
    ara sınavı * Üniversite ve yüksek okullarda yarıyıl içinde yapılan sınav.
    ara sıra * Seyrek olarak, zaman zaman.
    ara sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki yol.
    ara söz * Doğrudan doğruya konuşulan veya yazılan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat.
    ara tümce * Bkz. ara cümle.
    ara vermek * yeniden başlamak için, bir işi bir süre bırakmak, durmak.
    ara yerde * arasında, arada.
    ara yön * Dört ana yönden ikisi arasında olan yönlerden her biri.
    araba * Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı.
    * Araba ile taşınmışveya taşınacak miktar.
    araba araba * Arabalar dolusu, birçok arabalarla.
    araba devrilince yol gösteren çok olur * işişten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur.
    araba falakası * Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanında bulunan uçlarına koşum kayışları bağlanan ağaç bölüm.
    araba kullanmak * araba sürmek.
    araba mezarlığı * Kullanılmaz hâle gelmişveya eski arabaların bırakıldığıyer.
    araba vapuru * Arabalıvapur.
    arabacı * Arabayısüren kimse.
    * Araba yapan veya satan kimse.
    arabacılık * Araba sürme işi.
    * Araba yapma veya satma işi.
    arabalı * Arabası olan.
    * Araba vapuru.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 77

    arabalıvapur * Arabaya taşıyan vapur, vapur, araba vapuru.
    arabalık * Araba konulan yer, garaj.
    * Araba dolduracak miktar.
    araban * Klâsik Türk müziğinde bir makam.
    arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer * çocuklar, büyüklerin yaşayışına uyarlar.
    arabanın tekerine taşkoymak * güçlük çıkarmak.
    arabankürdî * Klâsik Türk müziğinde az kullanılmış birleşik bir makam.
    arabasınıdüze çıkarmak * karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür hâle getirmek.
    arabaşı * Pişmişve dondurulmuşhamur yanında yenen tavuklu veya hindili çorba.
    arabesk * Arap üslûbunda olan (şey).
    * Girişik bezeme.
    arabeskçi * Arabesk müzik sanatçısı.
    arabeskleşme * Arabesk durumuna gelme.
    arabeskleşmek * Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek.
    Arabî * Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
    * Arapça.
    Arabist * Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse.
    Arabistan defnesi * Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen, kabuklarıhekimlikte kullanılan bir
    ağaççık (Daphne gnidium).
    Arabistik * Arap dili ve kültürü araştırmaları.
    arabizasyon * Araplaştırma.
    arabozan * İki kişinin arasındaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı, münafık, müzevir.
    arabozanlık * İki kişinin arasındaki dostluk veya geçimi bozma işi, münafıklık, müzevirlik.
    aracı * Uzlaştıran, anlaşma sağlayan kimse.
    * Üretici ile tüketici arasında alım satım konusunda bağlantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
    mutavassıt.
    aracıkoymak * bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek.
    aracılığıyla * Aracı olarak, bağlantıkurarak, vasıtasıyla, yoluyla.
    aracılık * Aracının gördüğü iş, tavassut, vasıta.
    aracılık etmek * bir işin çözümünde araya girerek yardım etmek, tavassut etmek.
    araç * Bir işyapmakta veya sonuçlandırmakta, gücünden yararlanılan nesne.
    * Kişiler veya nesneler arasında bağlantısağlayan şey, vasıta.
    * Bir şeye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanılan kimse veya şey.
    * Taşıt.
    * Bir sonuca ulaşmak için kullanılan şey.
    araççılık * Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantık ve ahlâk biçimlerinin yalnızca hayatın değişik şartlarına uyma
    araçları olduğunu savunan dünya görüşü, enstrümantalizm.
    araçlı * Araçla yapılan veya olan, vasıtalı, bilvasıta.
    araçlıjimnastik * Bkz. aletli jimnastik.
    araçsız * Araç kullanılmadan, doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilâvasıta.
    araçsızlık * Araçsız olma durumu.
    arada bir * seyrek olarak.
    arada çıkarmak * başka işler arasında bir işi de yapıvermek.
    arada kalmak * iki tarafıuzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek.
    arada kaynamak * karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek.
    aradan * o zamandan bu zamana dek.
    aradan çekilmek * ilişiğini kesmek.
    aradan çıkarmak * birçok işten birini yapıp bitirivermek.
    aradan kaldırmak * işyapma imkânınıyok etmek.
    Araf * Cennet ile cehennem arasında bir yer.
    Arafat * Mekke’nin doğusunda, hacıların, kurban bayramının arife günü toplandıklarıtepe.
    Arafatta soyulmuşhacıya dönmek * her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak.
    aragonit * Beyaz, yeşil, mavimsi gri renkte billûrlaşmış bir tür kalsiyum karbonat.
    arak * Ter.
    * Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı.
    -arak / -erek * Fiillerden zarf yapan ek.
    araka * İri taneli bezelye.
    arakçı * Araklayan, çalan, hırsız.
    arakçılık * Hırsızlık.
    arakıye * Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapılmışince külâh.
    * Bir tür küçük zurna.
    araklama * Araklamak işi, çalma, aşırma.
    araklamak * Çalmak, aşırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 78

    aralama * Aralamak işi.
    aralamak * İki şey arasında açıklık oluşturmak, yarıaçmak.
    * Aralıklıduruma getirmek, seyrekleştirmek.
    * Bitkilerin fazla dal ve çubuklarınıkesmek, seyrekleştirmek.
    aralanma * Aralanmak işi.
    aralanmak * Biraz açılmak, aralık olmak.
    * Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrılmak.
    * Seyrelmek.
    araları iyi * dostlukları düzenli.
    aralarında dağlar kadar fark olmak * aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak.
    aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek) * iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek.
    aralarından su sızmamak * birbirleriyle çok yakın, sıkıfıkıarkadaşlık kurmak.
    aralarınıaçmak * iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak.
    aralarını bozmak * iki kişi arasındaki ilişkiyi bozmak.
    aralarını bulmak * birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak.
    aralatma * Aralatmak işi.
    aralatmak * Aralık duruma getirtmek, biraz açtırmak.
    aralık * İki şey arasındaki açıklık, mesafe.
    * Sıra, vakit.
    * Uygun, elverişli durum, fırsat.
    * Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor.
    * Yılın 31 gün süren son ayı, ilk kânun.
    * Ayakyolu.
    * Yarıaçık, tam kapanmamış.
    * Bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık.
    * Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık.
    * Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk.
    * (basımcılıkta) Harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas.
    * Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre.
    aralık etmek * aralamak, yarıaçmak.
    aralık oyunu * Tiyatroda iki perde arasında yapılan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun.
    aralık vermek * yeniden başlamak için bir işi kısa süre ile bırakmak.
    * harfler arasında veya satırlar arasında boşluk bırakmak.
    aralıklı * Birbirine bitişik olmayan, aralarında açıklık bulunan.
    * Dizgide kelimeler, harfler veya satırlar arasında açıklığı olan, espaslı.
    * Kesik kesik.
    aralıksız * Birbirine bitişik olan, aralarında açıklık bulunmayan.
    * Sürekli, aralık vermeden.
    aralıkta * Öbür şeyler arasında.
    arama * Aramak işi, taharri.
    * Saklanan sanığın ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve
    eşyasında yapılan araştırma işlemi.
    arama emri * Yapılacak araştırma işlemi için yetkili organdan alınan buyruk.
    arama kararı * Arama yapılabilmesi için hâkim tarafından verilmişkarar.
    arama tarama * Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silâh, esrar gibi yasak şeyler araması.
    * Denizdeki mayınlarıtoplama veya yok etme işlemi.
    arama yapmak * birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, taharri etmek.
    aramak * Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak.
    * Bir yöntem bulmaya çalışmak.
    * Araştırmak, yoklamak.
    * Ziyarete, hatır sormaya gitmek.
    * Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
    * Önem verip istemek.
    * Şart koşulmak.
    aramak taramak (veya arayıp taramak) * dikkatle aramak, çok aramak.
    aramakla bulunmaz * çok değerli, ancak rastlantı ile ele geçer.
    Aramca * Bkz. Aramîce.
    Aramîce * Samî dillerinin batılehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanılmış bulunan ölü bir dil.
    aranılma * Aranılmak işi veya durumu.
    aranılmak * Aramak işine konu olmak.
    * Söz konusu olmak.
    aranje * Bu söz “düzenlemek” anlamında “aranje etmek” biçiminde kullanılır.
    aranjman * Düzenleme.
    aranjör * Düzenleyici.
    aranma * Aranmak işi.
    aranmak * Aramak işine konu olmak.
    * İsteklisi bulunmak.
    * Eksikliği duyulmak.
    * Kendi üstünü aramak veya ortalıkta kendi kendine bir şeyler aramak.
    * Şart koşulmak.
    * Olumsuz, kötü davranışlarda bulunarak cezayı gerektirmek.
    arantı * Aranılan çözüm.
    Arap * Orta Doğu ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan (kimse).
    * Arap halkına özgü olan şey.
    * (küçük a ile) Zenci, fellâh.
    * Koyu esmer veya kara.
    arap * Negatif fotoğraf.
    Arap gibi olmak * simsiyah olmak, kararmak.
    Arap olayım * (şaka yollu) söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için kullanılır.
    Arap rakamları * Bugün kullandığımız sayıları gösteren rakamlar.
    Arap sabunu * Potasla yapılan, yumuşak, esmer bir sabun.
    arap saçı gibi * karmakarışık.
    arap saçına dönmek * işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.
    Arap tavşanı * Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus).
    Arap uyandı(veya Arabın gözü açıldı) * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır.
    Arap zamkı * Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkıarabî.
    Arapça * Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanılan dil.
    * Bu dile özgü olan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 79

    Arapçalaştırma * Arapçalaştırmak işi.
    Arapçalaştırmak * Arapçaya çevirmek.
    * Arap dili özelliği kazandırmak.
    Araplaşma * Araplaşmak durumu.
    Araplaşmak * Arap olmak, Araplığı benimsemek.
    Araplaştırma * Araplaştırmak işi.
    Araplaştırmak * Arap kimliğini kazandırmak.
    Araplık * Arap olma durumu.
    Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karışık durum.
    Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yaprakları olan uzadıkça aşağıdoğru sarkan bir tür süs bitkisi.
    ararot * Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlıkamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması
    yapmaya yarayan un.
    ararot kamışı * Maranta.
    Arasat * Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer.
    arası(veya araları) açılmak (açık olmak veya bozulmak) * arkadaşlıklarısarsılmak, arkadaşlık bağlarıkopmak, birbirine darılmak.
    arası geçmeden * vakit geçmeden, sıcağısıcağına.
    arasıhoş(veya iyi) olmamak * o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak.
    arası olmamak * geçinememek.
    arasısoğumak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek.
    arasına (veya aralarına) karışmak * büyüyüp yetişmek.
    arasız * Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira.
    arasta * Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm.
    araşit * Yer fıstığı.
    araştırı * Araştırma.
    araştırıcı * Araştıran, inceleyen, araştırman, araştırmacı(kimse).
    * Meraklı, mütecessis.
    araştırıcılık * Araştırıcının yaptığı iş.
    araştırılma * Araştırılmak işi.
    araştırılmak * Araştırma yapılmak, gözden, geçirilmek.
    araştırma * Araştırmak işi, taharri.
    * Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma.
    araştırma filmi * Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film.
    araştırma görevlisi * Yüksek öğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca
    verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.
    araştırmacı * Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman.
    araştırmacılık * Araştırmacı olma durumu.
    araştırmak * Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
    * Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak.
    * Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.
    araştırman * Araştırıcı.
    aratış * Aratmak işi veya biçimi.
    aratma * Aratmak işi.
    aratmak * Aramak işini bir başkasına yaptırmak.
    * Arzu ettirmek, istetmek.
    aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak.
    araya almak * bir çevreye kabul etmek.
    araya girmek * iki kişinin arasındaki bir işe karışmak.
    * iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak.
    * bir işyapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.
    araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak.
    araya koymak * bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak.
    araya soğukluk girmek * dostluk bağı gevşemek.
    araya vermek * yararsız bir işe harcamak.
    arayıaçmak * aradaki uzaklık artmak.
    arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak.
    arayıyapmak * aralarıaçılmışiki kişiyi barıştırmak.
    * arasıaçılmışkimse ile barışmak.
    arayıcı * Bir şeyi aramayı işedinen kimse.
    * Arama işiyle görevlendirilmişkimse.
    * İstenilen yıldızıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüşalanı geniş
    olan küçük teleskop.
    arayıcıfişeği * Bir tür donanma fişeği.
    arayıp da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak.
    arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 80

    arayıp sormak * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek.
    arayış * Aramak işi veya biçimi.
    araz * Belirtiler.
    * Hastalık belirtileri, semptom.
    * İlinek.
    arazbar * Türk müziğinde bir birleşik makam.
    arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleşik makam.
    arazi * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak.
    arazi açma * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme.
    araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak.
    arbalet * Kundaklı, tetikli yay.
    arbede * Gürültülü kavga, patırtı.
    arbitraj * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi.
    arboretum * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm.
    arda * İşaret olarak yere dikilen çubuk.
    * Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem.
    * Ardıl.
    ardak * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç.
    ardaklanma * Ardaklanma işi, durumu.
    ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak.
    ardıarasıkesilmemek * aralıksız olarak gelmek.
    ardıardına * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız.
    ardıkesilmek * arkası gelmemek, tükenmek.
    ardısıra * Peşinden, arkasından.
    ardıç * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan
    bir ağaççık (Juniperus).
    ardıç kuşu * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş
    türü (Turdus pilaris).
    ardıç otu * Ardıç ağacının küçük bitkisi.
    ardıç rakısı * Cin.
    ardıl * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef.
    * Bir çıkarımda varılan sonuç.
    ardıl görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü.
    ardılma * Ardılma işi.
    ardılmak * Birisinin sırtına asılmak.
    * Musallat olmak, asılmak, takılmak.
    * Sataşmak, çatmak.
    ardın ardın * Geri geri, ardısıra.
    ardına (veya arkasına) düşmek * arkasından gitmek, peşini bırakmamak.
    ardına kadar açık * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık.
    ardınca * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra.
    ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır.
    ardından (veya arkasından) atlıkovalamak * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir.
    ardından sapan taşıyetişmez * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır.
    ardınıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak.
    ardını bırakmamak * Bkz. peşini bırakmamak.
    ardınıkesmek * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.
    ardışık * Birbiri ardından gelen, mütevali.
    ardışık görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü.
    ardışık olgular * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular.
    ardışık sayılar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar.
    ardışıklık * Ardışık olma durumu.
    ardiye * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
    * Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.
    ardiyeci * Ardiye işleten kimse.
    * Ardiyeye bakan kimse.
    arduaz * Kayağan taş, kayrak.
    arefe * Bkz. arife.
    arefe günü * Bkz. arife günü.
    arena * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan.
    * Siyasî çekişmelerin geçtiği yer.
    areometre * Sıvıölçer.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 81

    argaç * Dokuma tezgâhlarında enine atılan iplik, atkı.
    argaçlama * Argaçlamak işi.
    argaçlamak * Dokumada argaç atmak.
    argali * Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya’da yaşayan, büyük boynuzları olan yaban koyunu (Ovis ammon).
    argın * Yorgun, zayıf, bitkin.
    * Beceriksiz.
    argınlık * Argın olma durumu.
    argıt * Geçit, boğaz, dağboğazı, derbent.
    * Keklik tutmakta kullanılan, tahtadan kapanların yan taraflarına bağlanan ağaç parça.
    argo * Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynımeslek veya topluluktaki insanların kullandığıözel dil veya söz
    dağarcığı.
    * Serserilerin, külhan beylerinin kullandığısöz veya deyim.
    argolaşma * Argolaşmak özelliği gösterme.
    argolaşmak * Karşılıklıargo konuşmak.
    * Söz argo durumuna gelmek.
    argon * Atom numarası18, atom ağırlığı39,9 olan, havada %1 oranında bulunan, rengi, kokusu ve tadı olmayan
    bir element. KısaltmasıAr.
    argonot * Kafadan bacaklılardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğu olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan
    (Argonauta argo).
    argüman * Bir çıkışkümesinin değişkenine verilen ad.
    arı * Temiz, münezzeh.
    * Yabancışeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis.
    * Günahsız.
    arı * Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica).
    arı bal alacak çiçeği bilir * işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir.
    arı beyi * Her kovanda bir tane bulunan ana arı.
    arı biti * Kör, kanatsız, kızılca renkli küçük sinek (Braula caeca).
    arıdalağı * Bal peteği.
    arı gibi * çok çalışkan.
    arı gibi sokmak * iğnelemek, acısöz söylemek.
    arıkil * Porselen yapmakta kullanılan bir çeşit ak ve gevrek kil, kaolin.
    ArıKovanı * Yengeç takım yıldızıyöresinde bir yıldız kümesi.
    arıkovanı * Arıların içinde bal yaptıklarıçeşitli maddelerden yapılmışyuva.
    arıkovanı gibi işlemek * (bir yerin) gireni çıkanıçok olmak.
    arıkuşu * Arıkuşugillerden, sırtısarı, karnımavimsi yeşil, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya’da az ağaçlıklı,
    açık yerlerde yaşayan bir kuş(Merops apiaster).
    arıkuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya.
    arısili * Tertemiz.
    arısütü * Genç işçi arının başındaki bezlerden salgıladığı azotu çok madde.
    arıcı * Bal almak için arıyetiştiren kimse.
    arıcılık * Bal almak için arıyetiştirme işi.
    arık * Ark.
    * Fide veya fidan dikilen yer.
    arık * Eti, yağıerimişzayıf, cılız, kuru, sıska.
    arık çekmek * tıkanan, bozulan arklarıtemizleyip açmak.
    arık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    arıkçı * Su yolu yapan kimse.
    arıklama * Arıklamak işi.
    arıklamak * Arık (II) duruma gelmek.
    arıklaşma * Arıklaşmak işi.
    arıklaşmak * Arık (II) olmak.
    arıklatma * Arıklatmak durumu.
    arıklatmak * Arık (II) duruma getirmek.
    arıklık * Zayıflık, sıskalık.
    arılama * Arılamak işi, tenzih.
    arılamak * Bir şeyde herhangi bir ayıp veya kusur bulunmadığını bildirmek, tenzih etmek.
    arılanma * Arılanmak durumu, arılaşma.
    arılanmak * Arılaşmak.
    arılar * Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaşayan, vücutları, özellikle karınlarıve arka ayaklarıkıllarla örtülü
    zar kanatlılar familyası.
    arılaşma * Arılaşmak durumu, arıduruma gelme, özleşme.
    arılaşmak * Arıduruma gelmek, saflaşmak, özleşmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 82

    arılaştırma * Arılaştırmak işi, özleştirme.
    arılaştırmak * Arıduruma getirmek, özleştirmek.
    arılık * Temizlik.
    * Katışıksızlık.
    * Günahsızlık.
    arılık * Kovanların konulduğu yer, kovanlık.
    arına dokunmak * utanç duymak.
    arındırma * Arındırmak işi.
    arındırmak * Arınmasını sağlamak.
    arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek * tehlikeli kişiyi kışkırtmak.
    arınış * Arınmak işi veya biçimi.
    arınma * Temizlenme.
    * Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
    * Sanat yoluyla duyguların arınması.
    arınmak * Temizlenmek.
    * Katışıksız, arıduruma gelmek.
    * Rahatlamak.
    arış * Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü.
    arış * Çözgü.
    arış * Araba oku.
    arıtıcı * Arıtma özelliği olan.
    * Deterjan.
    arıtıcılık * Arıtma işi.
    arıtım * (petrol, yağvb. için) Arıtma işi, rafinaj.
    arıtım evi * Şeker, petrol gibi maddelerin arıtıldığıyer, tasfiyehane, rafineri.
    arıtış * Arıtmak işi veya biçimi.
    arıtma * Arıtmak işi.
    arıtma ünitesi * Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
    su buharo gibi hidrokarbon bileşiği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstlarının tabiî gazdan ayrıldığı birim.
    arıtmak * Temizlemek.
    * Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek.
    arız * Sonradan ortaya çıkan.
    * Bulaşmış, musallat olmuş.
    arız olmak * bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak.
    * sonradan ortaya çıkmak.
    arıza * Engebe.
    * Aksama, aksaklık.
    * Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna
    konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı.
    arıza yapmak * Bozulmak, işlemez duruma gelmek.
    arızalanma * Arızalanmak işi.
    arızalanmak * Arıza, aksaklık göstermek.
    arızalı * Engebeli.
    * (Araç vb. için) Aksayan, işlemeyen, bozulmuş.
    * Yarım yamalak, idare edecek biçimde.
    arızasız * Engebesiz, düz.
    * Aksamayan, bozulmadan işleyen.
    * Huzurlu, rahat, mutlu.
    arızî * Sonradan olan, dıştan gelen.
    * Geçici, eğreti.
    Ari * İran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse.
    * Bu halkla ilgili, bu halka özgü.
    arî * Çıplak.
    * Özgür, hür.
    Ari dil * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran grubuna verilen ad.
    aria * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği şarkı, arya.
    arif * Çok anlayışlıve sezgili (kimse), varışlı.
    arif olan anlasın (veya anlar) * herkesin anlayacağıkadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamınıkavrayanlar için söylenir.
    arifane * Arif olana yakışacak yolda, biçimde.
    * Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı).
    arifane ile * ortaklaşa.
    arife * Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün.
    arife günü * Dinî bayramlardan önceki gün.
    arioso * Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağır başlıhava.
    Aristocu * Aristotelesçi.
    Aristoculuk * Aristotelesçilik.
    aristokrasi * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî yönetim biçimi.
    * Soylular sınıfı.
    aristokrat * Aristokrasi yanlısı.
    * Soylu.
    aristokratik * Aristokratlıkla ilgili.
    aristokratlık * Aristokrat olma durumu.
    Aristotelesçi * Aristotelesçilik yanlısı olan kimse.
    Aristotelesçilik * Yunan filozoflarından Aristoteles’in felsefesi, gezimcilik.
    * Bu felsefeyi benimsemişolma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 83

    aritmetik * Matematiğin, konusu sayılar, bunların özellikleri ve işlemler olan kolu.
    * Bu bilimle ilgili.
    aritmetik dizi * Ardışık terimleri arasındaki ayrım değişmeyen dizi: 1,3,5,7,9… dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
    denilen değişmez oranı2 sayısıdır.
    aritmetik işlem * Aritmetik yoluyla yapılan çözüm.
    aritmetik orta * Bir diziyi oluşturan sayıların toplamının, dizinin terim sayısına bölünmesiyle elde edilen sayı.
    aritmetiksel * Aritmetik ile ilgili.
    aritmi * Kalp atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik.
    aritmik * Ritimli olmayan, düzensiz.
    ariya * Sancağı, yelkeni veya sereni direkten aşağıalma.
    ariyet * Eğreti, ödünç.
    * Belli bir taşınır malın kullanılmasının geri verilmek şartıyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.
    ariyeten * Eğreti olarak, ödünç olarak.
    ariz amik * Enine boyuna, her yönü ile.
    ariza * Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe.
    arjantin * Büyük bira bardağı.
    Arjantinli * Arjantin halkından olan.
    ark * İçinden su akıtmak için toprağıkazarak yapılan açık oluk, arık, hark, cetvel, kanal.
    arka * Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı.
    * Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi.
    * Geri kalan bölüm.
    * Art, peş.
    * Otururken sırtın dayandığıyer.
    * (insan için) Vücut, beden.
    * Arkada olan, arkada bulunan.
    * Koruyucu, kayırıcı, iltimasçı, piston.
    * Geçmiş, geride kalmışzaman.
    arka (veya sırt) çevirmek * eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı gibi davranmak.
    arka arka * Geriye doğru.
    arka arkaya * Hemen birbirinin arkasından, art arda.
    arka arkaya vermek * birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak.
    arka ayak * Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri.
    arka bulmak * bir koruyucu, kayırıcı bulmak.
    arka çıkmak * bir kimseyi başkalarına karşıkorumak, kayırmak.
    arka kapıdan çıkmak * okuldan başarısızlıkla ayrılmak.
    arka müziği * Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısıra etkiyi artırmak için hafifçe çalınan müzik.
    arka olmak * maddî, manevî yönden destek olmak.
    arka plânda * Geride.
    * Önemsiz.
    arka sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki sokak.
    arka teker * Araçların arka düzeninde yer alan tekerlek.
    arka vermek * desteklemek, dayamak.
    arka yüz * Bir şeyin arkada kalan yüzü.
    arkaç * Ağıl.
    * Dağsırtlarında davarların yatırıldığıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.
    arkada bırakmak * birinden daha ileri gitmek.
    arkada bırakmak * bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak.
    * zaman bakımından geçmişte bırakmak.
    * (ölen kimseye göre) dünyada bırakmak.
    arkada kalanlar (veya arkadakiler) * bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğinde geride bıraktığıyakınları.
    arkada kalmak * geriden gelmek, geride kalmak.
    * değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.
    arkadan arkaya * Gizli gizli, el altından, gizlice, belli etmeden.
    arkadan söylemek * kendisi bulunmadığı bir yerde kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak.
    arkadan vurmak * bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.
    arkadaş * Bir işte birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
    * Birbirlerine karşısevgi ve anlayışgösteren kimselerden her biri.
    arkadaş canlısı * arkadaşlığa değer veren, arkadaşlarına çok düşkün olan kimse.
    arkadaşdeğil, arka taşı * zarar veren arkadaşlar için söylenir.
    arkadaşolmak * bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak.
    arkadaşça * Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça.
    arkadaşlık * Arkadaşolma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ünsiyet.
    arkadaşlık etmek * bir işte birlikte bulunmak; huyu ve düşünceleri birbirine uymak.
    * bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.
    arkaik * Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
    * Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.
    arkaizm * Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüşolan eski söz ve deyim.
    * Kullanıldığıçağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapının özelliği.
    arkalama * Arkalamak işi, yardım, müzaheret.
    arkalamak * Arkasına almak, yüklenmek.
    * Bir kimseye güven vererek yardım etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 71

    anlatımcılık * Bkz. ekspresyonizm.
    anlatımlı * Düşünce ve duyguyu güçlü ve canlı bir biçimde anlatan.
    anlatış * Anlatmak işi veya biçimi, takrir.
    anlatma * Anlatmak işi.
    anlatmak * Bir konu üzerinde açıklamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek.
    * İnandırmak, belirtmek.
    * Söylemek, nakletmek.
    anlattırma * Anlattırmak işi.
    anlattırmak * Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açıklama yaptırmak.
    anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az * anlayışlıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayışsız kimselere ne söylense yararsızdır.
    anlayıp dinlemek * (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak.
    anlayış * Anlamak işi veya biçimi, telâkki, zihniyet.
    * Anlama yeteneği, feraset, izan, zekâ.
    * Hoşgörme, hâlden anlama.
    * Ayırıcı bir nitelik olmak bakımından görüş, zihniyet.
    anlayışgöstermek * istenilen veya söylenilen bir şeyi hoşgörüyle karşılamak.
    anlayışlı * Anlayışı olan, ferasetli, izanlı, zeki.
    * Hoşgörülü.
    anlayışlılık * Anlayışlı olma durumu.
    anlayışsız * Anlayışıkıt olan, kafasız, kavrayışsız, vurdumduymaz, kalın kafalı, izansız, ferasetsiz, gabi.
    * Hoşgörüsüz.
    anlayışsızlık * Anlayışkıtlığı, kafasızlık, kalın kafalılık, vurdumduymazlık, izansızlık, gabavet.
    * Hoşgörüsüzlük.
    anlışanlı * Güzel, gösterişli, ünlü.
    anlık * Kısa süren, bir an içinde olan.
    * Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargılama, müdrike,
    entelekt.
    anlıkçılık * Duyu ve irade karşısında anlığın üstünlüğünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm.
    anma * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etme.
    * Ölmüş bir insanıhatırlamak için yapılan tören, ihtifal.
    anma töreni * Bir kişiyi veya bir olayıhatırlamak için yapılan tören.
    anmak * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düşünmek, zikretmek, hatırlamak.
    * Bir sözü ağzına almak.
    * Bir armağanla gönlünü almak.
    * Adlandırmak.
    anmalık * Anılmak için verilen şey, hatıra, yadigâr, bergüzar.
    anne * Çocuğunu dünyaya getiren kadın.
    anne olmak * (kadın) çocuk sahibi olmak.
    anneanne * Annenin annesi.
    annelik * Anne olma niteliği veya durumu.
    annelik etmek * annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakınlık göstermek.
    anofel * Sıtma mikrobunu aşılayan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis).
    anomali * Sapaklık, aykırılık.
    anonim * Adısanı bilinmeyen.
    * Yaratıcısının adı bilinmeyen (eser).
    anonim ortaklık * Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağın sorumluluğu sermayedeki payıyla sınırlı bulunan ortaklık,
    anonim şirket.
    anonim şirket * En az beşkişinin kurduğu, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağın sorumluluğu sermayedeki hissesi
    ile sınırlı ortaklık, anonim ortaklık.
    anons * Duyuru, duyurma.
    anons etmek * sözle veya yazıyla bir durumu, bir haberi halka bildirmek.
    anonsör * Bkz. sunucu.
    anorak * Başlıklı, su geçirmeyen spor ceket.
    anorganik * İnorganik.
    anormal * Genel olan örneğe, alışılmışa ve kurala aykırı olan; düzgün olmayan, gayritabiî.
    * Dengesi bozuk, deli.
    anormalleşme * Anormalleşmek işi.
    anormalleşmek * Anormal duruma gelmek.
    anormallik * Anormal olma durumu.
    anot * Bir elektrolitte elektrik akımının gelip bağlandığıve içeri girdiği uç, artıuç.
    ansefal * Kafatası içindeki beyin ve yardımcı organların hepsi.
    ansefalit * Beynin irinsiz iltihaplıhastalığı.
    ansıma * Bkz. anımsama.
    ansımak * Bkz. anımsamak.
    ansız * Anlayışsız, akılsız.
    * Birdenbire, habersiz.
    ansızın * Hiç hatıra gelmedik bir sırada, birdenbire, anî olarak, anîden.
    ansiklopedi * Bütün bilim, sanat dallarınıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik.
    ansiklopedici * Ansiklopedi hazırlayan veya satan (kimse).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 72

    ansiklopedicilik * Ansiklopedicinin yaptığı iş.
    * Değişik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama işi.
    ansiklopedik * Ansiklopedi ile ilgili.
    * Her konuda biraz bilgi sahibi olan.
    ansiklopedik sözlük * Alfabetik sıraya göre kelimelerin karşılıklarını geniş bir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü.
    ant * Tanrı’yıveya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayıdoğrulama, yemin.
    * Kendi kendine söz verme.
    ant içmek (veya etmek) * bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek.
    ant kardeşi * Bkz. kan kardeşi.
    ant verdirmek * bir şeyi yapması için bir kimseye ant içirmek.
    ant vermek * “Allah aşkına, “çocuklarının başı için” gibi sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak.
    antagonizma * Tezat.
    antant * Anlaşma, uyuşma, mutabakat, itilâf.
    antant kalmak * anlaşmak, uzlaşmak.
    antarktik * Güney kutupla ilgili, güney kutup yakınında olan.
    antarktik kara * Güney kutuptaki kara bölgesi.
    anten * Boşlukta yayılan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaların transmisyon hatları içerisinde
    yayılmasınısağlayan cihaz.
    * Duyarga.
    * Olta şamandırasının alt ve üst kısmında bulunan ince uçlar.
    anten yükselteci * Anten ile alıcıarasında yer alarak elektromanyetik dalgaların genliğini yükselten cihaz.
    antenli * Anteni olan.
    antenli balık * Göğüs yüzgeçleri saplı, iskeleti kemikleşmiş, sırt yüzgeçleri uzamışkemikli balık türü.
    Antep baklavası * Antep yöresinde yapılan özel bir tatlıtürü.
    Antep fıstığı * Antep fıstığı gillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetişen, yanlışolarak Şam
    fıstığıda denilen bir ağaç (Pistacia vera).
    * Bu ağacın, ince ve sert kabuklu, yağlıyemişi.
    Antep fıstığı giller * Ayrıtaç yapraklılardan, tipik örneği Antep fıstığı ağacı olan bir familya.
    Antep işi * Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çıkarılmışve kafes şeklini almışkumaşüzerine aynırenk iplikle
    verevine sarılarak yapılan bir çeşit el işlemesi.
    anterit * İnce bağırsak iltihabı.
    anterograf * Bağırsak kasılmalarınıölçmeye yarayan alet.
    anterosel * İnce bağırsak fıtığı.
    anterostomi * Bağırsak düğümlenmesinin kesilip alınması.
    antet * Kâğıt veya zarf üstüne basılmışad ve adres, başlık.
    antetli * Başlıklı.
    antetsiz * Başlıksız.
    antialerjik * Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanılan ilâçların özelliği.
    antiasit * Alkalik, kalevî.
    antibiyotik * Bitkilerde, özellikle küf mantarlarında bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karşıkullanılan,
    penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı.
    antibiyotik tedavisi * Bir veya birçok antibiyotiğin durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanılarak yapılan tedavi.
    antidemokratik * Demokrasiye aykırı olan.
    antidot * Bkz. panzehir.
    antiemperyalist * Emperyalizme karşı olan.
    antiemperyalizm * Emperyalizme karşıtutum, davranışveya öğreti.
    antifriz * Bir sıvıya katıldığında o sıvının donma derecesini düşürerek donmasınıönleyen madde.
    antihijyenik * Sağlık kurallarına aykırı olma.
    antijen * İçerisine girdiği organizma aracılığıyla antikor oluşumunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein
    yapısında madde.
    antik * İlk Çağdaki uygarlıklarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlıkları ile ilgili olan.
    antik çağ * Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının gelişip yayıldığıçağ.
    * Bu çağa özgü olan.
    antika * Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değeri olan eski eşya.
    * Genele, olağana, geleneğe aykırı, acayip, tuhaf.
    * Mendil, örtü, yatak çarşafı gibi bezlerin kenarlarına paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanların
    ikisi, üçü bir arada tire ile sarılarak yapılan dişdişsüs, sıçan dişi, ajur.
    * Antik.
    antika mobilya * En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değişiklik yapılmamışve belli bir ekole
    göre isimlendirilen mobilya.
    antikacı * Antika eşya veya eser satan veya toplayan kimse.
    antikacılık * Antika eşya veya eserlerle uğraşma işi.
    antikalık * Antika olma durumu.
    * Tuhaflık.
    antikapitalist * Kapitalist rejime karşı olan kimse.
    antikapitalizm * Kapitalizme karşı olma.
    antikasını bilmek * en iyisini bilmek.
    antikatot * Basıncıazaltılmış bir elektrik boşalma tüpünde, katot ışınlarınıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal
    yaprak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 73

    antikite * Tarihte İlk Çağ, antik devir.
    antikomünist * Komünizme karşı.
    antikomünizm * Komünizm aleyhtarlığı.
    antikor * Hastalık etkenlerini zararsız duruma getirmek için vücudun çıkardığımadde.
    antilop * Antiloplardan, sıcak ülkelerde yaşayan, çok hızlıkoşan, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus).
    * Bu hayvanın derisinden yapılmış.
    antiloplar * Gevişgetiren memeli hayvanların bir familyası.
    antimon * Atom numarası51, atom ağırlığı121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altında işlenemeyen,
    çoğunlukla basım harfleri alaşımında kullanılan, mavimtırak beyaz renkte bir element. KısaltmasıSb.
    antinomi * Çatışkı.
    antipati * Sevimsizlik, soğukluk.
    * Karşıt duygu.
    antipatik * Antipati uyandıran, sevimsiz, soğuk.
    antipatik bulmak * sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak.
    antipropaganda * Karşıpropaganda.
    antisemit * Yahudilik aleyhtarlığı.
    antisemitist * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını isteyen
    görüşe bağlı olan (kimse).
    antisemitizm * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını
    isteyenlerin görüşü veya tutumu.
    antisepsi * Mikropları ilâçla öldürme yolları.
    antiseptik * Antisepsi yapmak için kullanılan veya antisepsi özelliği olan (madde).
    antisiklon * Yüksek basınçlıatmosfer kütlesi; havanın sarmal biçimli hareketi için kullanılır.
    antitez * Karşısav.
    antitoksik * Antitoksin.
    antitoksin * İçine giren toksinleri zararsız hâle getirmek için vücudun çıkardığımadde.
    antlaşma * İki veya daha çok devletin saldırmazlık, savaşta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve
    belgede belirtilen durum, muahede, pakt.
    antlaşmak * Antlaşma yapmak, ahitleşmek.
    antlı * Ant içmişveya ant içirilmiş.
    antoloji * Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmışseçme parçalardan oluşan kitap, seçki, güldeste.
    antrakt * Ara.
    antrasit * Güçlükle tutuşan, koku, duman çıkarmadan, büyük bir ısıvererek yanan bir tür taşkömürü.
    antre * Bir yapıda girip geçilen yer, methal.
    * Başlangıç yemeği.
    antrenman * Bir spor dalında yapılan alıştırma veya hazırlık çalışması, idman, egzersiz.
    antrenman yapmak * spor amacıyla çalışmak, alıştırma yapmak.
    antrenmanlı * İdmanlı.
    antrenmansız * Antrenmanı olmayan, idmansız.
    antrenör * Bir spor dalında sporcuyu eğiten, yetiştiren ve çalıştıran kişi, çalıştırıcı.
    antrenörlük * Antrenörün işi veya mesleği, çalıştırıcılık.
    antrepo * Gümrüklere gelmişticarî eşyanın konulduğu, korunduğu yer, ardiye.
    antrepocu * Antrepo işleten kimse.
    * Antrepoya bakan kimse.
    antrepoculuk * Antrepocunun yaptığı iş.
    antrkot * Sığırın iki kürek arasından ve pirzolalık yerinden çıkartılan kemiğinden sıyrılmışet dilimi.
    antrok * Triyas devri katmanlarında bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin saplarını oluşturan kalsiyum
    karbonat birleşimli fosil.
    antropoit * Bkz. insansı.
    antropoitler * Bkz. insansılar.
    antropolog * İnsan bilimi uzmanı.
    antropoloji * İnsanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan
    bilimi.
    antropolojik * İnsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel.
    antropomorfizm * İnsan biçimcilik.
    antroponim * Kişi adlarını inceleyen bilim dalı.
    antroposantrizm * İnsanıtabiatın merkezi sayan, bütün öbür yaratıkların insan için yaratılmışolduklarınısöyleyen dinî nitelikli
    öğreti, insaniçincilik.
    antropozoik * İnsanın belirmesi ve yayılmasınıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer.
    antropozoik devir * Antropozoik.
    antrparantez * Söz arasında, sırası gelmişken, istitrat.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 69

    anıtlaştırılma * Anıtlaştırılmak durumu.
    anıtlaştırılmak * Anıtlaştırmak durumuna getirmek.
    anıtlaştırma * Anıtlaştırmak işi.
    anıtlaştırmak * Anıt durumuna getirmek, abideleştirmek.
    anıtsal * Anıt niteliğinde olan, anıta benzeyen, abidevî.
    * Büyüklüğü, görünüşü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli.
    anıtsı * Anıta benzer.
    anız * Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap.
    * Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla.
    anız biçmek * anızıve tarla kenarındaki otları biçmek.
    anız bozmak * anızıalt üst etmek için toprağıyüzden sürmek.
    anızlık * Anızısökülmemiştarla.
    anî * Bir anda oluveren, apansız.
    * Ansızın, birdenbire.
    anî akın * Bir anda gerçekleştirilen hücum.
    anî hız * Bir andaki hız.
    anîde * Hemencecik, bir anda, birden.
    anîden * Ansızın, birdenbire.
    anif * Sert, kaba.
    anilin * Benzenden türeyen bir amin.
    anilin boyalar * Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğrafçılıkta, basım işlerinde, boya sanayiinde kullanılan organik boya
    cevheri.
    animasyon * Canlandırma.
    animato * Bir parçanın canlıçalınacağınıanlatır.
    animizm * Canlıcılık.
    anjin * Boğaz mukozasının şişmesi, boğak, yutak iltihabı, hunnak, farenjit.
    anjiyo * Anjiyografinin kısaltması.
    anjiyo olmak * anjiyografi çektirmek veya yaptırmak.
    anjiyografi * Damar içine x ışınlarını geçirmeyen bir madde şırınga edildikten sonra damarların filminin alınması.
    anjiyoloji * Dolaşım organlarını inceleyen anatomi bölümü.
    Anka * Masallarda adı geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Zümrüdüanka.
    Ankara keçisi * Uzun, kıvırcık ve ipek gibi yumuşak kılları olan ve Ankara yöresinde yetiştirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi.
    Ankara kedisi * Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetişen kedi ırkı.
    ankastre * Bir oyuğa, yuvaya yerleştirilmiş(tesisat).
    ankesörlü telefon * Kutulu telefon.
    anket * Soruşturma, sormaca.
    anket yapmak * bir konuda soruşturma, araştırma yapmak.
    anketçi * Soruşturmacı.
    anketçilik * Soruşturmacılık.
    anketör * Anket yapan uzman.
    ankiloz * Oynar eklemlerde oynaklığın kalmamasıyla eklemin işlemez duruma gelmesi, eklem kaynaşması.
    anladımsa arap olayım * hiçbir şey anlamadım.
    anlak * Zekâ.
    anlaklı * Zeki.
    anlam * Bir kelimeden, bir sözden, bir davranışveya olgudan anlaşılanşey; bunların hatırlattığıdüşünce veya nesne,
    mana, fehva.
    * Bir önermenin, bir tasarının, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey.
    anlam aykırılığı * Karşıt anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi.
    anlam bayağılaşması * Anlam kötüleşmesi.
    anlam bilimi * Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı, semantik.
    anlam bilimsel * Anlam bilimi ile ilgili, semantik.
    anlam çıkarmak * bir cümlede veya bir metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak veya bulup çıkarmak.
    * yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir
    anlam vermek.
    anlam daralması * Genişkavramları olan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir
    anlamdan özel bir anlama geçiş.
    anlam değişmesi * Anlamın daralması, genişlemesi, kaymasıveya bayağılaşması.
    anlam genişlemesi * Dar bir anlamda kullanılan bazıkelimelerdeki anlamın ilgili kavramlara yayılması.
    anlam iyileşmesi * Kötü ve olumsuz bir anlamı olan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması.
    * Bkz. isimden türeme fiil.