argaç | * Dokuma tezgâhlarında enine atılan iplik, atkı. |
argaçlama | * Argaçlamak işi. |
argaçlamak | * Dokumada argaç atmak. |
argali | * Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya’da yaşayan, büyük boynuzları olan yaban koyunu (Ovis ammon). |
argın | * Yorgun, zayıf, bitkin. * Beceriksiz. |
argınlık | * Argın olma durumu. |
argıt | * Geçit, boğaz, dağboğazı, derbent. * Keklik tutmakta kullanılan, tahtadan kapanların yan taraflarına bağlanan ağaç parça. |
argo | * Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynımeslek veya topluluktaki insanların kullandığıözel dil veya söz dağarcığı. * Serserilerin, külhan beylerinin kullandığısöz veya deyim. |
argolaşma | * Argolaşmak özelliği gösterme. |
argolaşmak | * Karşılıklıargo konuşmak. * Söz argo durumuna gelmek. |
argon | * Atom numarası18, atom ağırlığı39,9 olan, havada %1 oranında bulunan, rengi, kokusu ve tadı olmayan bir element. KısaltmasıAr. |
argonot | * Kafadan bacaklılardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğu olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan (Argonauta argo). |
argüman | * Bir çıkışkümesinin değişkenine verilen ad. |
arı | * Temiz, münezzeh. * Yabancışeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis. * Günahsız. |
arı | * Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica). |
arı bal alacak çiçeği bilir | * işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir. |
arı beyi | * Her kovanda bir tane bulunan ana arı. |
arı biti | * Kör, kanatsız, kızılca renkli küçük sinek (Braula caeca). |
arıdalağı | * Bal peteği. |
arı gibi | * çok çalışkan. |
arı gibi sokmak | * iğnelemek, acısöz söylemek. |
arıkil | * Porselen yapmakta kullanılan bir çeşit ak ve gevrek kil, kaolin. |
ArıKovanı | * Yengeç takım yıldızıyöresinde bir yıldız kümesi. |
arıkovanı | * Arıların içinde bal yaptıklarıçeşitli maddelerden yapılmışyuva. |
arıkovanı gibi işlemek | * (bir yerin) gireni çıkanıçok olmak. |
arıkuşu | * Arıkuşugillerden, sırtısarı, karnımavimsi yeşil, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya’da az ağaçlıklı, açık yerlerde yaşayan bir kuş(Merops apiaster). |
arıkuşugiller | * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. |
arısili | * Tertemiz. |
arısütü | * Genç işçi arının başındaki bezlerden salgıladığı azotu çok madde. |
arıcı | * Bal almak için arıyetiştiren kimse. |
arıcılık | * Bal almak için arıyetiştirme işi. |
arık | * Ark. * Fide veya fidan dikilen yer. |
arık | * Eti, yağıerimişzayıf, cılız, kuru, sıska. |
arık çekmek | * tıkanan, bozulan arklarıtemizleyip açmak. |
arık emek | * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek. |
arıkçı | * Su yolu yapan kimse. |
arıklama | * Arıklamak işi. |
arıklamak | * Arık (II) duruma gelmek. |
arıklaşma | * Arıklaşmak işi. |
arıklaşmak | * Arık (II) olmak. |
arıklatma | * Arıklatmak durumu. |
arıklatmak | * Arık (II) duruma getirmek. |
arıklık | * Zayıflık, sıskalık. |
arılama | * Arılamak işi, tenzih. |
arılamak | * Bir şeyde herhangi bir ayıp veya kusur bulunmadığını bildirmek, tenzih etmek. |
arılanma | * Arılanmak durumu, arılaşma. |
arılanmak | * Arılaşmak. |
arılar | * Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaşayan, vücutları, özellikle karınlarıve arka ayaklarıkıllarla örtülü zar kanatlılar familyası. |
arılaşma | * Arılaşmak durumu, arıduruma gelme, özleşme. |
arılaşmak | * Arıduruma gelmek, saflaşmak, özleşmek. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 81
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 82
arılaştırma * Arılaştırmak işi, özleştirme. arılaştırmak * Arıduruma getirmek, özleştirmek. arılık * Temizlik.
* Katışıksızlık.
* Günahsızlık.arılık * Kovanların konulduğu yer, kovanlık. arına dokunmak * utanç duymak. arındırma * Arındırmak işi. arındırmak * Arınmasını sağlamak. arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek * tehlikeli kişiyi kışkırtmak. arınış * Arınmak işi veya biçimi. arınma * Temizlenme.
* Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
* Sanat yoluyla duyguların arınması.arınmak * Temizlenmek.
* Katışıksız, arıduruma gelmek.
* Rahatlamak.arış * Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü. arış * Çözgü. arış * Araba oku. arıtıcı * Arıtma özelliği olan.
* Deterjan.arıtıcılık * Arıtma işi. arıtım * (petrol, yağvb. için) Arıtma işi, rafinaj. arıtım evi * Şeker, petrol gibi maddelerin arıtıldığıyer, tasfiyehane, rafineri. arıtış * Arıtmak işi veya biçimi. arıtma * Arıtmak işi. arıtma ünitesi * Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
su buharo gibi hidrokarbon bileşiği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstlarının tabiî gazdan ayrıldığı birim.arıtmak * Temizlemek.
* Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek.arız * Sonradan ortaya çıkan.
* Bulaşmış, musallat olmuş.arız olmak * bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak.
* sonradan ortaya çıkmak.arıza * Engebe.
* Aksama, aksaklık.
* Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna
konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı.arıza yapmak * Bozulmak, işlemez duruma gelmek. arızalanma * Arızalanmak işi. arızalanmak * Arıza, aksaklık göstermek. arızalı * Engebeli.
* (Araç vb. için) Aksayan, işlemeyen, bozulmuş.
* Yarım yamalak, idare edecek biçimde.arızasız * Engebesiz, düz.
* Aksamayan, bozulmadan işleyen.
* Huzurlu, rahat, mutlu.arızî * Sonradan olan, dıştan gelen.
* Geçici, eğreti.Ari * İran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu halkla ilgili, bu halka özgü.arî * Çıplak.
* Özgür, hür.Ari dil * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran grubuna verilen ad. aria * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği şarkı, arya. arif * Çok anlayışlıve sezgili (kimse), varışlı. arif olan anlasın (veya anlar) * herkesin anlayacağıkadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamınıkavrayanlar için söylenir. arifane * Arif olana yakışacak yolda, biçimde.
* Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı).arifane ile * ortaklaşa. arife * Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün. arife günü * Dinî bayramlardan önceki gün. arioso * Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağır başlıhava. Aristocu * Aristotelesçi. Aristoculuk * Aristotelesçilik. aristokrasi * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî yönetim biçimi.
* Soylular sınıfı.aristokrat * Aristokrasi yanlısı.
* Soylu.aristokratik * Aristokratlıkla ilgili. aristokratlık * Aristokrat olma durumu. Aristotelesçi * Aristotelesçilik yanlısı olan kimse. Aristotelesçilik * Yunan filozoflarından Aristoteles’in felsefesi, gezimcilik.
* Bu felsefeyi benimsemişolma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 83
aritmetik * Matematiğin, konusu sayılar, bunların özellikleri ve işlemler olan kolu.
* Bu bilimle ilgili.aritmetik dizi * Ardışık terimleri arasındaki ayrım değişmeyen dizi: 1,3,5,7,9… dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
denilen değişmez oranı2 sayısıdır.aritmetik işlem * Aritmetik yoluyla yapılan çözüm. aritmetik orta * Bir diziyi oluşturan sayıların toplamının, dizinin terim sayısına bölünmesiyle elde edilen sayı. aritmetiksel * Aritmetik ile ilgili. aritmi * Kalp atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik. aritmik * Ritimli olmayan, düzensiz. ariya * Sancağı, yelkeni veya sereni direkten aşağıalma. ariyet * Eğreti, ödünç.
* Belli bir taşınır malın kullanılmasının geri verilmek şartıyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.ariyeten * Eğreti olarak, ödünç olarak. ariz amik * Enine boyuna, her yönü ile. ariza * Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe. arjantin * Büyük bira bardağı. Arjantinli * Arjantin halkından olan. ark * İçinden su akıtmak için toprağıkazarak yapılan açık oluk, arık, hark, cetvel, kanal. arka * Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı.
* Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi.
* Geri kalan bölüm.
* Art, peş.
* Otururken sırtın dayandığıyer.
* (insan için) Vücut, beden.
* Arkada olan, arkada bulunan.
* Koruyucu, kayırıcı, iltimasçı, piston.
* Geçmiş, geride kalmışzaman.arka (veya sırt) çevirmek * eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı gibi davranmak. arka arka * Geriye doğru. arka arkaya * Hemen birbirinin arkasından, art arda. arka arkaya vermek * birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak. arka ayak * Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri. arka bulmak * bir koruyucu, kayırıcı bulmak. arka çıkmak * bir kimseyi başkalarına karşıkorumak, kayırmak. arka kapıdan çıkmak * okuldan başarısızlıkla ayrılmak. arka müziği * Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısıra etkiyi artırmak için hafifçe çalınan müzik. arka olmak * maddî, manevî yönden destek olmak. arka plânda * Geride.
* Önemsiz.arka sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki sokak. arka teker * Araçların arka düzeninde yer alan tekerlek. arka vermek * desteklemek, dayamak. arka yüz * Bir şeyin arkada kalan yüzü. arkaç * Ağıl.
* Dağsırtlarında davarların yatırıldığıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.arkada bırakmak * birinden daha ileri gitmek. arkada bırakmak * bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak.
* zaman bakımından geçmişte bırakmak.
* (ölen kimseye göre) dünyada bırakmak.arkada kalanlar (veya arkadakiler) * bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğinde geride bıraktığıyakınları. arkada kalmak * geriden gelmek, geride kalmak.
* değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.arkadan arkaya * Gizli gizli, el altından, gizlice, belli etmeden. arkadan söylemek * kendisi bulunmadığı bir yerde kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak. arkadan vurmak * bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek. arkadaş * Bir işte birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
* Birbirlerine karşısevgi ve anlayışgösteren kimselerden her biri.arkadaş canlısı * arkadaşlığa değer veren, arkadaşlarına çok düşkün olan kimse. arkadaşdeğil, arka taşı * zarar veren arkadaşlar için söylenir. arkadaşolmak * bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak. arkadaşça * Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça. arkadaşlık * Arkadaşolma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ünsiyet. arkadaşlık etmek * bir işte birlikte bulunmak; huyu ve düşünceleri birbirine uymak.
* bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.arkaik * Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
* Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.arkaizm * Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüşolan eski söz ve deyim.
* Kullanıldığıçağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapının özelliği.arkalama * Arkalamak işi, yardım, müzaheret. arkalamak * Arkasına almak, yüklenmek.
* Bir kimseye güven vererek yardım etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 74
anut * İnatçı, ayak direyici. anüri * İdrarınıyapamama şeklinde ağır bir böbrek rahatsızlığı belirtisi. anüs * Sindirim kanalının doğru bağırsak denilen son bölümündeki çıkışdeliği, makat, şerç. anüs yüzgeci * Balıklarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç. anyon * Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin. anzarot * Sıcak ülkelerde yetişen bodur bir ağaç (Sarcocolla).
* Bu ağacın yara tedavisinde kullanılan reçinesi.
* Rakı.aort * Kalbin sol karıncığından çıkan ve vücuda kırmızıkan dağıtan büyük atardamar. apacı * Çok acı. apaçık * Çok açık, çok belirgin. apaçıklık * Apaçık olma durumu.
* Bir şeyin, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın aydınlık, açık bir biçimde görünmesi.apak * Çok ak. apala * Abla. apalak * (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri. apandis * Kör bağırsağın ince bir parmak gibi olan son bölümü. apandisit * Apandisin iltihaplanması. apansız * Hiç beklenmedik bir sırada, pek ansızın. apansızın * Birdenbire, çok anî olarak. apar topar * Telâşve acele ile, yaka paça. aparey * Çeşitli parçalardan meydana gelen alet, cihaz. aparkat * Boksta bükük kolla aşağıdan yukarıya doğru atılan yumruk. aparma * Aparmak işi. aparmak * Almak, alıp götürmek.
* Gizlice almak, alıp kaçmak, çalmak.apart otel * Müşterilerin kendi yeme ve içme ihtiyacınıkarşılayabilmek için gerekli malzemeler ile donatılmış bağımsız
apartman veya villâ tipinde inşa edilmişancak otel gibi işletilen konaklama tesisi.apartman * Birkaç katlıve her katında bir veya birkaç daire bulunan yapı. apaş * Külhan beyi, kabadayı, hayta. apatit * Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat. apaydın * Çok aydınlık. apaydınlık * Apaydın olma durumu. apayrı * Büsbütün ayrı, bambaşka. apaz * Avuç.
* Bir avuç dolusu.apaz * Çok az. apazlama * Apazlamak işi.
* Pupa ile orsa arasında geminin omurgasına 450 açı ile esen (rüzgâr).
* Böyle esen bir rüzgârla.apazlamak * Avuçlamak.
* Yelken rüzgârla dolup şişmek.
* (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek.apel * Anonim ortaklıklarda sermaye artırımı için yapılan ödeme çağrısı. aperitif * İştahıaçmak için yemekten önce içilen içki, açar. apış * Butların iç tarafı, iki bacak arası. apışarası * İki bacağın arasında kalan yer. apışak * Bacaklarınıaçarak yürüyen, ayrık bacaklı.
* Bacaklarıaça aça yürüme.apışık * Yorgun, güçsüz, şaşkın.
* Kuyruğunu apışarasına alarak yılgın yılgın giden (hayvan).apışıp kalmak * şaşırmak. apışlık * Ağ. apışma * Apışmak işi. apışmak * Hayvan yorgunluktan bacaklarını birbirinden ayırarak çöküvermek.
* Oturmak, bacaklarıayırarak çömelmek.
* Ne yapacağınıkestirememek, şaşırmak.apıştırma * Apıştırmak işi. apıştırmak * Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bırakmamak.
* Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalmasını sağlamak.apiko * Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması.
* Hazır, tetik.
* Derli toplu, süslü, şık.aplik * Duvar şamdanı, duvar lâmbası. aplikasyon * Uygulama.
* Bir kumaşüzerine başka bir kumaşparçasınıveya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapılan süs.
* Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazıklarla belirtme.aplike * Düz veya desenli bir kumaştan kesilmişmotiflerin bir başka kumaşa işlenmişdurumu. apokaliptik * Anlaşılmaz, kapalı, karanlık (söz veya yazı). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 75
apokrif * Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı. apolet * Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaların omuzlarına takılan işaretli parça, omuzluk.
* Giysilerin omuzlarına süs olarak takılan parça.apoletleri sökülmek * bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak. aport * Avın veya kendisine gösterilen şeyin üzerine atılıp getirmesi için köpeğe verilen buyruk. aposteriori * Deney sonucu ortaya çıkan (bilgi), sonsal. apoşi * Çember biçiminde, telden yapılma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ. apotr * Yardımcı, koruyucu, havari. appassionato * Bir parçanın coşkunca çalınacağınıanlatır. apraksi * Bkz. işlev yitimi. apre * Kumaşveya derinin cilâlanması, perdahlanması.
* Dokumacılıkta, boyacılıkta cilâ olarak kullanılan madde.apreci * Apre yapan kimse. apreleme * Aprelemek işi. aprelemek * Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak. apreli * Apresi olan. apresiz * Apresi yapılmamış, perdahlanmamışveya cilâlanmamış. april * Nisan ayı, abril. apriori * Hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, önsel. apse * İrin birikimi, çı ban. apse yapmak * bir doku içinde iltihap oluşmak. apseleşme * Apseleşmek durumu. apseleşmek * Yara irin bağlamak, apse yapmak. apsent * Pelinle kokulandırılmışsert bir içki. apsis * Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
* Bir noktanın uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı, koordinat.aptal * Zekâsıpek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak.
* Küçümseme belirten seslenme; azarlama.aptal aptal * Aptal gibi, aptalca, aval aval. aptal olmak * aptal durumda bulunmak. aptal yerine koymak (veya koyulmak) * anlamaz, bilmez sanmak (sanılmak). aptalca * Biraz aptal.
* (apta’lca) Aptala yaraşır nitelikte, aptal gibi, ahmakça.aptalcasına * Aptala yakışır biçimde, aptal gibi. aptallaşma * Aptallaşmak işi veya durumu. aptallaşmak * Zekâsını işletemez olmak, alıklaşmak, ahmaklaşmak. aptallaştırma * Aptallaştırmak işi veya durumu. aptallaştırmak * Aptallaşmasına sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaştırmak. aptallığa vurmak * bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek. aptallık * Aptal olma durumu veya aptalca iş. aptallık etmek * aptalca davranmak veya aptalca işgörmek. apteriks * Bkz. kivi. aptes * Bkz. abdest. aptesbozan * Bkz. abdestbozan. aptesbozan otu * Bkz. abdestbozan otu. apteshane * Bkz. abdesthane. aptesli * Bkz. abdestli. apteslik * Bkz. abdestlik. aptessiz * Bkz. abdestsiz. apukurya * Et kesimi yortusu. apul apul * Tombul çocukların bacaklarınıaçarak salına salına yürüyüşlerini anlatır. Ar * Argon’un kısaltması. ar * Tarım alanları için yüz metre kare değerinde yüzey ölçü birimi. ar * Utanma, utanç duyma. -ar- / -er- * Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çık-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle
yapılmışisimler de vardır: keser, açar “anahtar”, çıkar “menfaat” vb. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 76
-ar- / -er- * İsimden geçişsiz fiil türeten ek. -ar- / -er- * İsimden geçişli fiil türeten ek: baş-ar-mak, suv-ar-mak vb. -ar- / -er- * Fiilden ettirgen çatıtüreten ek: çık-ar-mak, gid-er-mek vb. ar belâsı * namus ve onuru için başkasısöz eder korkusu. ar damarıçatlamış * utanç duyulacak şeyleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz. ar etmek * utanmak. ar namus tertemiz * utanması olmayan. ar ve hayâ perdesi yırtılmak * utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek. ar yılıdeğil, kâr yılı * birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarına baktığı anlatılırken söylenir. ara * İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe.
* İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla.
* Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi.
* Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi.
* Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt.
* Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları.
* Aralık.
* Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında oyunculara verilen on beşdakikalık dinlenme
süresi, haftayım.
* (basketbol ve voleybol için) Takımların oyun sırasında aldıkları birer dakikalık dinlenme ve talimat alma
süresi, mola.ara açmak * dostluğu bozmak, anlaşmazlığa yol açmak. ara başlık * Esas bölümün alt başlıklarınıanlatmak için kullanılır. ara bono * Arada ödenen olağan dışı bono. ara bozucu * Ara bozan (kimse), fesatçı, fitçi, münafık, müfsit. ara bozuculuk * Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafıklık, fesat. ara bulma * Anlaşmazlık durumunda bulunan kimseleri uzlaştırma işi. ara bulmak * anlaşamayanlarıuzlaştırmak. ara bulucu * Uzlaştıran kimse, uzlaştırıcı. ara buluculuk * Uzlaştırıcılık. ara buluculuk etmek * ara bulmada yardımcı olmak. ara cümle * Birleşik veya yalın cümlelerde anlamı biraz daha açıklamak için araya giren iki virgül veya iki kısa çizgi
içinde verilen cümle.ara deniz * Okyanuslardan dar ve az derin boğazlarla ayrılan, karaların arasına sokulmuşdeniz. ara kapı * İki yapıveya oda arasında, kolayca geçmek için açılan kapı. ara kararı * Bir davanın bakılmasınıkolaylaştırmak için yargıdan önce, arada önlem niteliğinde verilen karar. ara kazanç * Malı bütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç. ara kesit * Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladıklarıve kesiştikleri yer. ara konakçı * Asalağın, gelişme evreleri sırasında beslenip barındığıkonakçılardan her biri. ara mal * Üretimde gerekli malıelde etmek için kullanılan yarı işlenmişmal. ara nağme * Şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kıtasıarasına, başına, sonuna da gelebilen,
sözsüz çalınan parça.
* Sık sık söylenen söz veya açılan sorun.ara nağmesi * Bkz. ara nağme. ara seçim * Genel seçimler dışında yapılan ara dönem seçimleri. ara sıcak * Soğuk ve sıcak yemek servisi arasında ikram edilen hafif sıcak yiyecekler. ara sınavı * Üniversite ve yüksek okullarda yarıyıl içinde yapılan sınav. ara sıra * Seyrek olarak, zaman zaman. ara sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki yol. ara söz * Doğrudan doğruya konuşulan veya yazılan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat. ara tümce * Bkz. ara cümle. ara vermek * yeniden başlamak için, bir işi bir süre bırakmak, durmak. ara yerde * arasında, arada. ara yön * Dört ana yönden ikisi arasında olan yönlerden her biri. araba * Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı.
* Araba ile taşınmışveya taşınacak miktar.araba araba * Arabalar dolusu, birçok arabalarla. araba devrilince yol gösteren çok olur * işişten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur. araba falakası * Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanında bulunan uçlarına koşum kayışları bağlanan ağaç bölüm. araba kullanmak * araba sürmek. araba mezarlığı * Kullanılmaz hâle gelmişveya eski arabaların bırakıldığıyer. araba vapuru * Arabalıvapur. arabacı * Arabayısüren kimse.
* Araba yapan veya satan kimse.arabacılık * Araba sürme işi.
* Araba yapma veya satma işi.arabalı * Arabası olan.
* Araba vapuru. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 77
arabalıvapur * Arabaya taşıyan vapur, vapur, araba vapuru. arabalık * Araba konulan yer, garaj.
* Araba dolduracak miktar.araban * Klâsik Türk müziğinde bir makam. arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer * çocuklar, büyüklerin yaşayışına uyarlar. arabanın tekerine taşkoymak * güçlük çıkarmak. arabankürdî * Klâsik Türk müziğinde az kullanılmış birleşik bir makam. arabasınıdüze çıkarmak * karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür hâle getirmek. arabaşı * Pişmişve dondurulmuşhamur yanında yenen tavuklu veya hindili çorba. arabesk * Arap üslûbunda olan (şey).
* Girişik bezeme.arabeskçi * Arabesk müzik sanatçısı. arabeskleşme * Arabesk durumuna gelme. arabeskleşmek * Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek. Arabî * Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
* Arapça.Arabist * Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse. Arabistan defnesi * Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen, kabuklarıhekimlikte kullanılan bir
ağaççık (Daphne gnidium).Arabistik * Arap dili ve kültürü araştırmaları. arabizasyon * Araplaştırma. arabozan * İki kişinin arasındaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı, münafık, müzevir. arabozanlık * İki kişinin arasındaki dostluk veya geçimi bozma işi, münafıklık, müzevirlik. aracı * Uzlaştıran, anlaşma sağlayan kimse.
* Üretici ile tüketici arasında alım satım konusunda bağlantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
mutavassıt.aracıkoymak * bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek. aracılığıyla * Aracı olarak, bağlantıkurarak, vasıtasıyla, yoluyla. aracılık * Aracının gördüğü iş, tavassut, vasıta. aracılık etmek * bir işin çözümünde araya girerek yardım etmek, tavassut etmek. araç * Bir işyapmakta veya sonuçlandırmakta, gücünden yararlanılan nesne.
* Kişiler veya nesneler arasında bağlantısağlayan şey, vasıta.
* Bir şeye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanılan kimse veya şey.
* Taşıt.
* Bir sonuca ulaşmak için kullanılan şey.araççılık * Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantık ve ahlâk biçimlerinin yalnızca hayatın değişik şartlarına uyma
araçları olduğunu savunan dünya görüşü, enstrümantalizm.araçlı * Araçla yapılan veya olan, vasıtalı, bilvasıta. araçlıjimnastik * Bkz. aletli jimnastik. araçsız * Araç kullanılmadan, doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilâvasıta. araçsızlık * Araçsız olma durumu. arada bir * seyrek olarak. arada çıkarmak * başka işler arasında bir işi de yapıvermek. arada kalmak * iki tarafıuzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek. arada kaynamak * karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek. aradan * o zamandan bu zamana dek. aradan çekilmek * ilişiğini kesmek. aradan çıkarmak * birçok işten birini yapıp bitirivermek. aradan kaldırmak * işyapma imkânınıyok etmek. Araf * Cennet ile cehennem arasında bir yer. Arafat * Mekke’nin doğusunda, hacıların, kurban bayramının arife günü toplandıklarıtepe. Arafatta soyulmuşhacıya dönmek * her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak. aragonit * Beyaz, yeşil, mavimsi gri renkte billûrlaşmış bir tür kalsiyum karbonat. arak * Ter.
* Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı.-arak / -erek * Fiillerden zarf yapan ek. araka * İri taneli bezelye. arakçı * Araklayan, çalan, hırsız. arakçılık * Hırsızlık. arakıye * Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapılmışince külâh.
* Bir tür küçük zurna.araklama * Araklamak işi, çalma, aşırma. araklamak * Çalmak, aşırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 78
aralama * Aralamak işi. aralamak * İki şey arasında açıklık oluşturmak, yarıaçmak.
* Aralıklıduruma getirmek, seyrekleştirmek.
* Bitkilerin fazla dal ve çubuklarınıkesmek, seyrekleştirmek.aralanma * Aralanmak işi. aralanmak * Biraz açılmak, aralık olmak.
* Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrılmak.
* Seyrelmek.araları iyi * dostlukları düzenli. aralarında dağlar kadar fark olmak * aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak. aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek) * iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek. aralarından su sızmamak * birbirleriyle çok yakın, sıkıfıkıarkadaşlık kurmak. aralarınıaçmak * iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak. aralarını bozmak * iki kişi arasındaki ilişkiyi bozmak. aralarını bulmak * birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak. aralatma * Aralatmak işi. aralatmak * Aralık duruma getirtmek, biraz açtırmak. aralık * İki şey arasındaki açıklık, mesafe.
* Sıra, vakit.
* Uygun, elverişli durum, fırsat.
* Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor.
* Yılın 31 gün süren son ayı, ilk kânun.
* Ayakyolu.
* Yarıaçık, tam kapanmamış.
* Bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık.
* Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık.
* Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk.
* (basımcılıkta) Harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas.
* Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre.aralık etmek * aralamak, yarıaçmak. aralık oyunu * Tiyatroda iki perde arasında yapılan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun. aralık vermek * yeniden başlamak için bir işi kısa süre ile bırakmak.
* harfler arasında veya satırlar arasında boşluk bırakmak.aralıklı * Birbirine bitişik olmayan, aralarında açıklık bulunan.
* Dizgide kelimeler, harfler veya satırlar arasında açıklığı olan, espaslı.
* Kesik kesik.aralıksız * Birbirine bitişik olan, aralarında açıklık bulunmayan.
* Sürekli, aralık vermeden.aralıkta * Öbür şeyler arasında. arama * Aramak işi, taharri.
* Saklanan sanığın ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve
eşyasında yapılan araştırma işlemi.arama emri * Yapılacak araştırma işlemi için yetkili organdan alınan buyruk. arama kararı * Arama yapılabilmesi için hâkim tarafından verilmişkarar. arama tarama * Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silâh, esrar gibi yasak şeyler araması.
* Denizdeki mayınlarıtoplama veya yok etme işlemi.arama yapmak * birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, taharri etmek. aramak * Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak.
* Bir yöntem bulmaya çalışmak.
* Araştırmak, yoklamak.
* Ziyarete, hatır sormaya gitmek.
* Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
* Önem verip istemek.
* Şart koşulmak.aramak taramak (veya arayıp taramak) * dikkatle aramak, çok aramak. aramakla bulunmaz * çok değerli, ancak rastlantı ile ele geçer. Aramca * Bkz. Aramîce. Aramîce * Samî dillerinin batılehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanılmış bulunan ölü bir dil. aranılma * Aranılmak işi veya durumu. aranılmak * Aramak işine konu olmak.
* Söz konusu olmak.aranje * Bu söz “düzenlemek” anlamında “aranje etmek” biçiminde kullanılır. aranjman * Düzenleme. aranjör * Düzenleyici. aranma * Aranmak işi. aranmak * Aramak işine konu olmak.
* İsteklisi bulunmak.
* Eksikliği duyulmak.
* Kendi üstünü aramak veya ortalıkta kendi kendine bir şeyler aramak.
* Şart koşulmak.
* Olumsuz, kötü davranışlarda bulunarak cezayı gerektirmek.arantı * Aranılan çözüm. Arap * Orta Doğu ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan (kimse).
* Arap halkına özgü olan şey.
* (küçük a ile) Zenci, fellâh.
* Koyu esmer veya kara.arap * Negatif fotoğraf. Arap gibi olmak * simsiyah olmak, kararmak. Arap olayım * (şaka yollu) söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için kullanılır. Arap rakamları * Bugün kullandığımız sayıları gösteren rakamlar. Arap sabunu * Potasla yapılan, yumuşak, esmer bir sabun. arap saçı gibi * karmakarışık. arap saçına dönmek * işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek. Arap tavşanı * Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus). Arap uyandı(veya Arabın gözü açıldı) * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır. Arap zamkı * Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkıarabî. Arapça * Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanılan dil.
* Bu dile özgü olan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 71
anlatımcılık * Bkz. ekspresyonizm. anlatımlı * Düşünce ve duyguyu güçlü ve canlı bir biçimde anlatan. anlatış * Anlatmak işi veya biçimi, takrir. anlatma * Anlatmak işi. anlatmak * Bir konu üzerinde açıklamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek.
* İnandırmak, belirtmek.
* Söylemek, nakletmek.anlattırma * Anlattırmak işi. anlattırmak * Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açıklama yaptırmak. anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az * anlayışlıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayışsız kimselere ne söylense yararsızdır. anlayıp dinlemek * (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak. anlayış * Anlamak işi veya biçimi, telâkki, zihniyet.
* Anlama yeteneği, feraset, izan, zekâ.
* Hoşgörme, hâlden anlama.
* Ayırıcı bir nitelik olmak bakımından görüş, zihniyet.anlayışgöstermek * istenilen veya söylenilen bir şeyi hoşgörüyle karşılamak. anlayışlı * Anlayışı olan, ferasetli, izanlı, zeki.
* Hoşgörülü.anlayışlılık * Anlayışlı olma durumu. anlayışsız * Anlayışıkıt olan, kafasız, kavrayışsız, vurdumduymaz, kalın kafalı, izansız, ferasetsiz, gabi.
* Hoşgörüsüz.anlayışsızlık * Anlayışkıtlığı, kafasızlık, kalın kafalılık, vurdumduymazlık, izansızlık, gabavet.
* Hoşgörüsüzlük.anlışanlı * Güzel, gösterişli, ünlü. anlık * Kısa süren, bir an içinde olan.
* Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargılama, müdrike,
entelekt.anlıkçılık * Duyu ve irade karşısında anlığın üstünlüğünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm. anma * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etme.
* Ölmüş bir insanıhatırlamak için yapılan tören, ihtifal.anma töreni * Bir kişiyi veya bir olayıhatırlamak için yapılan tören. anmak * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düşünmek, zikretmek, hatırlamak.
* Bir sözü ağzına almak.
* Bir armağanla gönlünü almak.
* Adlandırmak.anmalık * Anılmak için verilen şey, hatıra, yadigâr, bergüzar. anne * Çocuğunu dünyaya getiren kadın. anne olmak * (kadın) çocuk sahibi olmak. anneanne * Annenin annesi. annelik * Anne olma niteliği veya durumu. annelik etmek * annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakınlık göstermek. anofel * Sıtma mikrobunu aşılayan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis). anomali * Sapaklık, aykırılık. anonim * Adısanı bilinmeyen.
* Yaratıcısının adı bilinmeyen (eser).anonim ortaklık * Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağın sorumluluğu sermayedeki payıyla sınırlı bulunan ortaklık,
anonim şirket.anonim şirket * En az beşkişinin kurduğu, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağın sorumluluğu sermayedeki hissesi
ile sınırlı ortaklık, anonim ortaklık.anons * Duyuru, duyurma. anons etmek * sözle veya yazıyla bir durumu, bir haberi halka bildirmek. anonsör * Bkz. sunucu. anorak * Başlıklı, su geçirmeyen spor ceket. anorganik * İnorganik. anormal * Genel olan örneğe, alışılmışa ve kurala aykırı olan; düzgün olmayan, gayritabiî.
* Dengesi bozuk, deli.anormalleşme * Anormalleşmek işi. anormalleşmek * Anormal duruma gelmek. anormallik * Anormal olma durumu. anot * Bir elektrolitte elektrik akımının gelip bağlandığıve içeri girdiği uç, artıuç. ansefal * Kafatası içindeki beyin ve yardımcı organların hepsi. ansefalit * Beynin irinsiz iltihaplıhastalığı. ansıma * Bkz. anımsama. ansımak * Bkz. anımsamak. ansız * Anlayışsız, akılsız.
* Birdenbire, habersiz.ansızın * Hiç hatıra gelmedik bir sırada, birdenbire, anî olarak, anîden. ansiklopedi * Bütün bilim, sanat dallarınıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik. ansiklopedici * Ansiklopedi hazırlayan veya satan (kimse). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 72
ansiklopedicilik * Ansiklopedicinin yaptığı iş.
* Değişik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama işi.ansiklopedik * Ansiklopedi ile ilgili.
* Her konuda biraz bilgi sahibi olan.ansiklopedik sözlük * Alfabetik sıraya göre kelimelerin karşılıklarını geniş bir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü. ant * Tanrı’yıveya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayıdoğrulama, yemin.
* Kendi kendine söz verme.ant içmek (veya etmek) * bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek. ant kardeşi * Bkz. kan kardeşi. ant verdirmek * bir şeyi yapması için bir kimseye ant içirmek. ant vermek * “Allah aşkına, “çocuklarının başı için” gibi sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak. antagonizma * Tezat. antant * Anlaşma, uyuşma, mutabakat, itilâf. antant kalmak * anlaşmak, uzlaşmak. antarktik * Güney kutupla ilgili, güney kutup yakınında olan. antarktik kara * Güney kutuptaki kara bölgesi. anten * Boşlukta yayılan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaların transmisyon hatları içerisinde
yayılmasınısağlayan cihaz.
* Duyarga.
* Olta şamandırasının alt ve üst kısmında bulunan ince uçlar.anten yükselteci * Anten ile alıcıarasında yer alarak elektromanyetik dalgaların genliğini yükselten cihaz. antenli * Anteni olan. antenli balık * Göğüs yüzgeçleri saplı, iskeleti kemikleşmiş, sırt yüzgeçleri uzamışkemikli balık türü. Antep baklavası * Antep yöresinde yapılan özel bir tatlıtürü. Antep fıstığı * Antep fıstığı gillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetişen, yanlışolarak Şam
fıstığıda denilen bir ağaç (Pistacia vera).
* Bu ağacın, ince ve sert kabuklu, yağlıyemişi.Antep fıstığı giller * Ayrıtaç yapraklılardan, tipik örneği Antep fıstığı ağacı olan bir familya. Antep işi * Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çıkarılmışve kafes şeklini almışkumaşüzerine aynırenk iplikle
verevine sarılarak yapılan bir çeşit el işlemesi.anterit * İnce bağırsak iltihabı. anterograf * Bağırsak kasılmalarınıölçmeye yarayan alet. anterosel * İnce bağırsak fıtığı. anterostomi * Bağırsak düğümlenmesinin kesilip alınması. antet * Kâğıt veya zarf üstüne basılmışad ve adres, başlık. antetli * Başlıklı. antetsiz * Başlıksız. antialerjik * Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanılan ilâçların özelliği. antiasit * Alkalik, kalevî. antibiyotik * Bitkilerde, özellikle küf mantarlarında bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karşıkullanılan,
penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı.antibiyotik tedavisi * Bir veya birçok antibiyotiğin durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanılarak yapılan tedavi. antidemokratik * Demokrasiye aykırı olan. antidot * Bkz. panzehir. antiemperyalist * Emperyalizme karşı olan. antiemperyalizm * Emperyalizme karşıtutum, davranışveya öğreti. antifriz * Bir sıvıya katıldığında o sıvının donma derecesini düşürerek donmasınıönleyen madde. antihijyenik * Sağlık kurallarına aykırı olma. antijen * İçerisine girdiği organizma aracılığıyla antikor oluşumunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein
yapısında madde.antik * İlk Çağdaki uygarlıklarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlıkları ile ilgili olan. antik çağ * Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının gelişip yayıldığıçağ.
* Bu çağa özgü olan.antika * Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değeri olan eski eşya.
* Genele, olağana, geleneğe aykırı, acayip, tuhaf.
* Mendil, örtü, yatak çarşafı gibi bezlerin kenarlarına paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanların
ikisi, üçü bir arada tire ile sarılarak yapılan dişdişsüs, sıçan dişi, ajur.
* Antik.antika mobilya * En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değişiklik yapılmamışve belli bir ekole
göre isimlendirilen mobilya.antikacı * Antika eşya veya eser satan veya toplayan kimse. antikacılık * Antika eşya veya eserlerle uğraşma işi. antikalık * Antika olma durumu.
* Tuhaflık.antikapitalist * Kapitalist rejime karşı olan kimse. antikapitalizm * Kapitalizme karşı olma. antikasını bilmek * en iyisini bilmek. antikatot * Basıncıazaltılmış bir elektrik boşalma tüpünde, katot ışınlarınıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal
yaprak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 73
antikite * Tarihte İlk Çağ, antik devir. antikomünist * Komünizme karşı. antikomünizm * Komünizm aleyhtarlığı. antikor * Hastalık etkenlerini zararsız duruma getirmek için vücudun çıkardığımadde. antilop * Antiloplardan, sıcak ülkelerde yaşayan, çok hızlıkoşan, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus).
* Bu hayvanın derisinden yapılmış.antiloplar * Gevişgetiren memeli hayvanların bir familyası. antimon * Atom numarası51, atom ağırlığı121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altında işlenemeyen,
çoğunlukla basım harfleri alaşımında kullanılan, mavimtırak beyaz renkte bir element. KısaltmasıSb.antinomi * Çatışkı. antipati * Sevimsizlik, soğukluk.
* Karşıt duygu.antipatik * Antipati uyandıran, sevimsiz, soğuk. antipatik bulmak * sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak. antipropaganda * Karşıpropaganda. antisemit * Yahudilik aleyhtarlığı. antisemitist * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını isteyen
görüşe bağlı olan (kimse).antisemitizm * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını
isteyenlerin görüşü veya tutumu.antisepsi * Mikropları ilâçla öldürme yolları. antiseptik * Antisepsi yapmak için kullanılan veya antisepsi özelliği olan (madde). antisiklon * Yüksek basınçlıatmosfer kütlesi; havanın sarmal biçimli hareketi için kullanılır. antitez * Karşısav. antitoksik * Antitoksin. antitoksin * İçine giren toksinleri zararsız hâle getirmek için vücudun çıkardığımadde. antlaşma * İki veya daha çok devletin saldırmazlık, savaşta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve
belgede belirtilen durum, muahede, pakt.antlaşmak * Antlaşma yapmak, ahitleşmek. antlı * Ant içmişveya ant içirilmiş. antoloji * Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmışseçme parçalardan oluşan kitap, seçki, güldeste. antrakt * Ara. antrasit * Güçlükle tutuşan, koku, duman çıkarmadan, büyük bir ısıvererek yanan bir tür taşkömürü. antre * Bir yapıda girip geçilen yer, methal.
* Başlangıç yemeği.antrenman * Bir spor dalında yapılan alıştırma veya hazırlık çalışması, idman, egzersiz. antrenman yapmak * spor amacıyla çalışmak, alıştırma yapmak. antrenmanlı * İdmanlı. antrenmansız * Antrenmanı olmayan, idmansız. antrenör * Bir spor dalında sporcuyu eğiten, yetiştiren ve çalıştıran kişi, çalıştırıcı. antrenörlük * Antrenörün işi veya mesleği, çalıştırıcılık. antrepo * Gümrüklere gelmişticarî eşyanın konulduğu, korunduğu yer, ardiye. antrepocu * Antrepo işleten kimse.
* Antrepoya bakan kimse.antrepoculuk * Antrepocunun yaptığı iş. antrkot * Sığırın iki kürek arasından ve pirzolalık yerinden çıkartılan kemiğinden sıyrılmışet dilimi. antrok * Triyas devri katmanlarında bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin saplarını oluşturan kalsiyum
karbonat birleşimli fosil.antropoit * Bkz. insansı. antropoitler * Bkz. insansılar. antropolog * İnsan bilimi uzmanı. antropoloji * İnsanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan
bilimi.antropolojik * İnsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel. antropomorfizm * İnsan biçimcilik. antroponim * Kişi adlarını inceleyen bilim dalı. antroposantrizm * İnsanıtabiatın merkezi sayan, bütün öbür yaratıkların insan için yaratılmışolduklarınısöyleyen dinî nitelikli
öğreti, insaniçincilik.antropozoik * İnsanın belirmesi ve yayılmasınıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer. antropozoik devir * Antropozoik. antrparantez * Söz arasında, sırası gelmişken, istitrat. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 69
anıtlaştırılma * Anıtlaştırılmak durumu. anıtlaştırılmak * Anıtlaştırmak durumuna getirmek. anıtlaştırma * Anıtlaştırmak işi. anıtlaştırmak * Anıt durumuna getirmek, abideleştirmek. anıtsal * Anıt niteliğinde olan, anıta benzeyen, abidevî.
* Büyüklüğü, görünüşü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli.anıtsı * Anıta benzer. anız * Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap.
* Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla.anız biçmek * anızıve tarla kenarındaki otları biçmek. anız bozmak * anızıalt üst etmek için toprağıyüzden sürmek. anızlık * Anızısökülmemiştarla. anî * Bir anda oluveren, apansız.
* Ansızın, birdenbire.anî akın * Bir anda gerçekleştirilen hücum. anî hız * Bir andaki hız. anîde * Hemencecik, bir anda, birden. anîden * Ansızın, birdenbire. anif * Sert, kaba. anilin * Benzenden türeyen bir amin. anilin boyalar * Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğrafçılıkta, basım işlerinde, boya sanayiinde kullanılan organik boya
cevheri.animasyon * Canlandırma. animato * Bir parçanın canlıçalınacağınıanlatır. animizm * Canlıcılık. anjin * Boğaz mukozasının şişmesi, boğak, yutak iltihabı, hunnak, farenjit. anjiyo * Anjiyografinin kısaltması. anjiyo olmak * anjiyografi çektirmek veya yaptırmak. anjiyografi * Damar içine x ışınlarını geçirmeyen bir madde şırınga edildikten sonra damarların filminin alınması. anjiyoloji * Dolaşım organlarını inceleyen anatomi bölümü. Anka * Masallarda adı geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Zümrüdüanka. Ankara keçisi * Uzun, kıvırcık ve ipek gibi yumuşak kılları olan ve Ankara yöresinde yetiştirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi. Ankara kedisi * Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetişen kedi ırkı. ankastre * Bir oyuğa, yuvaya yerleştirilmiş(tesisat). ankesörlü telefon * Kutulu telefon. anket * Soruşturma, sormaca. anket yapmak * bir konuda soruşturma, araştırma yapmak. anketçi * Soruşturmacı. anketçilik * Soruşturmacılık. anketör * Anket yapan uzman. ankiloz * Oynar eklemlerde oynaklığın kalmamasıyla eklemin işlemez duruma gelmesi, eklem kaynaşması. anladımsa arap olayım * hiçbir şey anlamadım. anlak * Zekâ. anlaklı * Zeki. anlam * Bir kelimeden, bir sözden, bir davranışveya olgudan anlaşılanşey; bunların hatırlattığıdüşünce veya nesne,
mana, fehva.
* Bir önermenin, bir tasarının, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey.anlam aykırılığı * Karşıt anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi. anlam bayağılaşması * Anlam kötüleşmesi. anlam bilimi * Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı, semantik. anlam bilimsel * Anlam bilimi ile ilgili, semantik. anlam çıkarmak * bir cümlede veya bir metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak veya bulup çıkarmak.
* yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir
anlam vermek.anlam daralması * Genişkavramları olan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir
anlamdan özel bir anlama geçiş.anlam değişmesi * Anlamın daralması, genişlemesi, kaymasıveya bayağılaşması. anlam genişlemesi * Dar bir anlamda kullanılan bazıkelimelerdeki anlamın ilgili kavramlara yayılması. anlam iyileşmesi * Kötü ve olumsuz bir anlamı olan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması.
* Bkz. isimden türeme fiil.