-ar- / -er- | * İsimden geçişsiz fiil türeten ek. |
-ar- / -er- | * İsimden geçişli fiil türeten ek: baş-ar-mak, suv-ar-mak vb. |
-ar- / -er- | * Fiilden ettirgen çatıtüreten ek: çık-ar-mak, gid-er-mek vb. |
ar belâsı | * namus ve onuru için başkasısöz eder korkusu. |
ar damarıçatlamış | * utanç duyulacak şeyleri hiç sıkılmadan yapan, utanmaz. |
ar etmek | * utanmak. |
ar namus tertemiz | * utanması olmayan. |
ar ve hayâ perdesi yırtılmak | * utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek. |
ar yılıdeğil, kâr yılı | * birinin sıkılmayı bir yana bırakarak yalnız çıkarına baktığı anlatılırken söylenir. |
ara | * İki şeyi birbirinden ayıran uzaklık, açıklık, aralık, boşluk, mesafe. * İki olguyu, iki olayı birbirinden ayıran zaman, fasıla. * Kişilerin veya toplulukların birbirine karşı olan durumu veya ilgisi. * Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi. * Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt. * Toplu jimnastik dizilmelerinde, sıradakilerin birbirlerinden yanlamasına olan uzaklıkları. * Aralık. * Futbol oyununun kırk beşer dakikalık iki devresi arasında oyunculara verilen on beşdakikalık dinlenme süresi, haftayım. * (basketbol ve voleybol için) Takımların oyun sırasında aldıkları birer dakikalık dinlenme ve talimat alma süresi, mola. |
ara açmak | * dostluğu bozmak, anlaşmazlığa yol açmak. |
ara başlık | * Esas bölümün alt başlıklarınıanlatmak için kullanılır. |
ara bono | * Arada ödenen olağan dışı bono. |
ara bozucu | * Ara bozan (kimse), fesatçı, fitçi, münafık, müfsit. |
ara bozuculuk | * Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafıklık, fesat. |
ara bulma | * Anlaşmazlık durumunda bulunan kimseleri uzlaştırma işi. |
ara bulmak | * anlaşamayanlarıuzlaştırmak. |
ara bulucu | * Uzlaştıran kimse, uzlaştırıcı. |
ara buluculuk | * Uzlaştırıcılık. |
ara buluculuk etmek | * ara bulmada yardımcı olmak. |
ara cümle | * Birleşik veya yalın cümlelerde anlamı biraz daha açıklamak için araya giren iki virgül veya iki kısa çizgi içinde verilen cümle. |
ara deniz | * Okyanuslardan dar ve az derin boğazlarla ayrılan, karaların arasına sokulmuşdeniz. |
ara kapı | * İki yapıveya oda arasında, kolayca geçmek için açılan kapı. |
ara kararı | * Bir davanın bakılmasınıkolaylaştırmak için yargıdan önce, arada önlem niteliğinde verilen karar. |
ara kazanç | * Malı bütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç. |
ara kesit | * Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladıklarıve kesiştikleri yer. |
ara konakçı | * Asalağın, gelişme evreleri sırasında beslenip barındığıkonakçılardan her biri. |
ara mal | * Üretimde gerekli malıelde etmek için kullanılan yarı işlenmişmal. |
ara nağme | * Şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kıtasıarasına, başına, sonuna da gelebilen, sözsüz çalınan parça. * Sık sık söylenen söz veya açılan sorun. |
ara nağmesi | * Bkz. ara nağme. |
ara seçim | * Genel seçimler dışında yapılan ara dönem seçimleri. |
ara sıcak | * Soğuk ve sıcak yemek servisi arasında ikram edilen hafif sıcak yiyecekler. |
ara sınavı | * Üniversite ve yüksek okullarda yarıyıl içinde yapılan sınav. |
ara sıra | * Seyrek olarak, zaman zaman. |
ara sokak | * Ana yola açılan ikinci derecedeki yol. |
ara söz | * Doğrudan doğruya konuşulan veya yazılan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat. |
ara tümce | * Bkz. ara cümle. |
ara vermek | * yeniden başlamak için, bir işi bir süre bırakmak, durmak. |
ara yerde | * arasında, arada. |
ara yön | * Dört ana yönden ikisi arasında olan yönlerden her biri. |
araba | * Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taşıtı. * Araba ile taşınmışveya taşınacak miktar. |
araba araba | * Arabalar dolusu, birçok arabalarla. |
araba devrilince yol gösteren çok olur | * işişten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur. |
araba falakası | * Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanında bulunan uçlarına koşum kayışları bağlanan ağaç bölüm. |
araba kullanmak | * araba sürmek. |
araba mezarlığı | * Kullanılmaz hâle gelmişveya eski arabaların bırakıldığıyer. |
araba vapuru | * Arabalıvapur. |
arabacı | * Arabayısüren kimse. * Araba yapan veya satan kimse. |
arabacılık | * Araba sürme işi. * Araba yapma veya satma işi. |
arabalı | * Arabası olan. * Araba vapuru. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 76
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 77
arabalıvapur * Arabaya taşıyan vapur, vapur, araba vapuru. arabalık * Araba konulan yer, garaj.
* Araba dolduracak miktar.araban * Klâsik Türk müziğinde bir makam. arabanın ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer * çocuklar, büyüklerin yaşayışına uyarlar. arabanın tekerine taşkoymak * güçlük çıkarmak. arabankürdî * Klâsik Türk müziğinde az kullanılmış birleşik bir makam. arabasınıdüze çıkarmak * karşılaştığı güçlükleri yenip işini kolay yürür hâle getirmek. arabaşı * Pişmişve dondurulmuşhamur yanında yenen tavuklu veya hindili çorba. arabesk * Arap üslûbunda olan (şey).
* Girişik bezeme.arabeskçi * Arabesk müzik sanatçısı. arabeskleşme * Arabesk durumuna gelme. arabeskleşmek * Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek. Arabî * Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
* Arapça.Arabist * Arap dili ve edebiyatıyla uğraşan kimse. Arabistan defnesi * Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika’nın sıcak bölgelerinde yetişen, kabuklarıhekimlikte kullanılan bir
ağaççık (Daphne gnidium).Arabistik * Arap dili ve kültürü araştırmaları. arabizasyon * Araplaştırma. arabozan * İki kişinin arasındaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı, münafık, müzevir. arabozanlık * İki kişinin arasındaki dostluk veya geçimi bozma işi, münafıklık, müzevirlik. aracı * Uzlaştıran, anlaşma sağlayan kimse.
* Üretici ile tüketici arasında alım satım konusunda bağlantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
mutavassıt.aracıkoymak * bir kimseyi, uzlaşma sağlamak için görevlendirmek. aracılığıyla * Aracı olarak, bağlantıkurarak, vasıtasıyla, yoluyla. aracılık * Aracının gördüğü iş, tavassut, vasıta. aracılık etmek * bir işin çözümünde araya girerek yardım etmek, tavassut etmek. araç * Bir işyapmakta veya sonuçlandırmakta, gücünden yararlanılan nesne.
* Kişiler veya nesneler arasında bağlantısağlayan şey, vasıta.
* Bir şeye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanılan kimse veya şey.
* Taşıt.
* Bir sonuca ulaşmak için kullanılan şey.araççılık * Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantık ve ahlâk biçimlerinin yalnızca hayatın değişik şartlarına uyma
araçları olduğunu savunan dünya görüşü, enstrümantalizm.araçlı * Araçla yapılan veya olan, vasıtalı, bilvasıta. araçlıjimnastik * Bkz. aletli jimnastik. araçsız * Araç kullanılmadan, doğrudan doğruya yapılan veya olan, vasıtasız, bilâvasıta. araçsızlık * Araçsız olma durumu. arada bir * seyrek olarak. arada çıkarmak * başka işler arasında bir işi de yapıvermek. arada kalmak * iki tarafıuzlaştırmak üzere araya girme dolayısıyla güç duruma düşmek. arada kaynamak * karışık bir durumda gereken ilgiyi görmemek. aradan * o zamandan bu zamana dek. aradan çekilmek * ilişiğini kesmek. aradan çıkarmak * birçok işten birini yapıp bitirivermek. aradan kaldırmak * işyapma imkânınıyok etmek. Araf * Cennet ile cehennem arasında bir yer. Arafat * Mekke’nin doğusunda, hacıların, kurban bayramının arife günü toplandıklarıtepe. Arafatta soyulmuşhacıya dönmek * her şeyini kaybedip çırılçıplak kalmak, çaresiz kalmak. aragonit * Beyaz, yeşil, mavimsi gri renkte billûrlaşmış bir tür kalsiyum karbonat. arak * Ter.
* Pirinç ve şeker kamışından elde edilen bir tür rakı.-arak / -erek * Fiillerden zarf yapan ek. araka * İri taneli bezelye. arakçı * Araklayan, çalan, hırsız. arakçılık * Hırsızlık. arakıye * Dervişlerin giydikleri, tiftikten yapılmışince külâh.
* Bir tür küçük zurna.araklama * Araklamak işi, çalma, aşırma. araklamak * Çalmak, aşırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 78
aralama * Aralamak işi. aralamak * İki şey arasında açıklık oluşturmak, yarıaçmak.
* Aralıklıduruma getirmek, seyrekleştirmek.
* Bitkilerin fazla dal ve çubuklarınıkesmek, seyrekleştirmek.aralanma * Aralanmak işi. aralanmak * Biraz açılmak, aralık olmak.
* Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrılmak.
* Seyrelmek.araları iyi * dostlukları düzenli. aralarında dağlar kadar fark olmak * aralarında her yönden büyük ayrılıklar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak. aralarından kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek) * iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arasına soğukluk girmek. aralarından su sızmamak * birbirleriyle çok yakın, sıkıfıkıarkadaşlık kurmak. aralarınıaçmak * iki kişi arasındaki dostluğu, ilişkiyi bozmak. aralarını bozmak * iki kişi arasındaki ilişkiyi bozmak. aralarını bulmak * birbirleriyle anlaşamayan iki kişiyi uzlaştırmak, barıştırmak. aralatma * Aralatmak işi. aralatmak * Aralık duruma getirtmek, biraz açtırmak. aralık * İki şey arasındaki açıklık, mesafe.
* Sıra, vakit.
* Uygun, elverişli durum, fırsat.
* Evin iki bölümü veya iki oda arasındaki dar geçit, geçenek, koridor.
* Yılın 31 gün süren son ayı, ilk kânun.
* Ayakyolu.
* Yarıaçık, tam kapanmamış.
* Bir sesi bir başka sesten, kalına veya inceye doğru ayıran uzaklık.
* Toplu beden eğitiminde art arda dizilenleri ayıran açıklık.
* Portenin paralel çizgileri arasındaki boşluk.
* (basımcılıkta) Harfler veya satırlar arasındaki açıklık, espas.
* Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verildiği süre.aralık etmek * aralamak, yarıaçmak. aralık oyunu * Tiyatroda iki perde arasında yapılan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun. aralık vermek * yeniden başlamak için bir işi kısa süre ile bırakmak.
* harfler arasında veya satırlar arasında boşluk bırakmak.aralıklı * Birbirine bitişik olmayan, aralarında açıklık bulunan.
* Dizgide kelimeler, harfler veya satırlar arasında açıklığı olan, espaslı.
* Kesik kesik.aralıksız * Birbirine bitişik olan, aralarında açıklık bulunmayan.
* Sürekli, aralık vermeden.aralıkta * Öbür şeyler arasında. arama * Aramak işi, taharri.
* Saklanan sanığın ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve
eşyasında yapılan araştırma işlemi.arama emri * Yapılacak araştırma işlemi için yetkili organdan alınan buyruk. arama kararı * Arama yapılabilmesi için hâkim tarafından verilmişkarar. arama tarama * Polisin kuşkulu gördüğü kimseler üzerinde bıçak, silâh, esrar gibi yasak şeyler araması.
* Denizdeki mayınlarıtoplama veya yok etme işlemi.arama yapmak * birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak, taharri etmek. aramak * Birini veya bir şeyi bulmaya çalışmak.
* Bir yöntem bulmaya çalışmak.
* Araştırmak, yoklamak.
* Ziyarete, hatır sormaya gitmek.
* Bir şeyin yokluğunu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
* Önem verip istemek.
* Şart koşulmak.aramak taramak (veya arayıp taramak) * dikkatle aramak, çok aramak. aramakla bulunmaz * çok değerli, ancak rastlantı ile ele geçer. Aramca * Bkz. Aramîce. Aramîce * Samî dillerinin batılehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanılmış bulunan ölü bir dil. aranılma * Aranılmak işi veya durumu. aranılmak * Aramak işine konu olmak.
* Söz konusu olmak.aranje * Bu söz “düzenlemek” anlamında “aranje etmek” biçiminde kullanılır. aranjman * Düzenleme. aranjör * Düzenleyici. aranma * Aranmak işi. aranmak * Aramak işine konu olmak.
* İsteklisi bulunmak.
* Eksikliği duyulmak.
* Kendi üstünü aramak veya ortalıkta kendi kendine bir şeyler aramak.
* Şart koşulmak.
* Olumsuz, kötü davranışlarda bulunarak cezayı gerektirmek.arantı * Aranılan çözüm. Arap * Orta Doğu ile Kuzey Afrika’nın büyük bir bölümünde yaşayan halk ve bu halkın soyundan olan (kimse).
* Arap halkına özgü olan şey.
* (küçük a ile) Zenci, fellâh.
* Koyu esmer veya kara.arap * Negatif fotoğraf. Arap gibi olmak * simsiyah olmak, kararmak. Arap olayım * (şaka yollu) söylenen bir şeyin doğruluğuna inandırmak için kullanılır. Arap rakamları * Bugün kullandığımız sayıları gösteren rakamlar. Arap sabunu * Potasla yapılan, yumuşak, esmer bir sabun. arap saçı gibi * karmakarışık. arap saçına dönmek * işler çok karışıp çözümlenmesi güç bir duruma gelmek. Arap tavşanı * Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus). Arap uyandı(veya Arabın gözü açıldı) * geçen bir olaydan ders alındığınıanlatır. Arap zamkı * Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkıarabî. Arapça * Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanılan dil.
* Bu dile özgü olan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 79
Arapçalaştırma * Arapçalaştırmak işi. Arapçalaştırmak * Arapçaya çevirmek.
* Arap dili özelliği kazandırmak.Araplaşma * Araplaşmak durumu. Araplaşmak * Arap olmak, Araplığı benimsemek. Araplaştırma * Araplaştırmak işi. Araplaştırmak * Arap kimliğini kazandırmak. Araplık * Arap olma durumu. Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karışık durum. Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yaprakları olan uzadıkça aşağıdoğru sarkan bir tür süs bitkisi. ararot * Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlıkamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması
yapmaya yarayan un.ararot kamışı * Maranta. Arasat * Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer. arası(veya araları) açılmak (açık olmak veya bozulmak) * arkadaşlıklarısarsılmak, arkadaşlık bağlarıkopmak, birbirine darılmak. arası geçmeden * vakit geçmeden, sıcağısıcağına. arasıhoş(veya iyi) olmamak * o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak. arası olmamak * geçinememek. arasısoğumak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek. arasına (veya aralarına) karışmak * büyüyüp yetişmek. arasız * Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira. arasta * Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm. araşit * Yer fıstığı. araştırı * Araştırma. araştırıcı * Araştıran, inceleyen, araştırman, araştırmacı(kimse).
* Meraklı, mütecessis.araştırıcılık * Araştırıcının yaptığı iş. araştırılma * Araştırılmak işi. araştırılmak * Araştırma yapılmak, gözden, geçirilmek. araştırma * Araştırmak işi, taharri.
* Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma.araştırma filmi * Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film. araştırma görevlisi * Yüksek öğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca
verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.araştırmacı * Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman. araştırmacılık * Araştırmacı olma durumu. araştırmak * Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
* Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak.
* Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.araştırman * Araştırıcı. aratış * Aratmak işi veya biçimi. aratma * Aratmak işi. aratmak * Aramak işini bir başkasına yaptırmak.
* Arzu ettirmek, istetmek.aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak. araya almak * bir çevreye kabul etmek. araya girmek * iki kişinin arasındaki bir işe karışmak.
* iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak.
* bir işyapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak. araya koymak * bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak. araya soğukluk girmek * dostluk bağı gevşemek. araya vermek * yararsız bir işe harcamak. arayıaçmak * aradaki uzaklık artmak. arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak. arayıyapmak * aralarıaçılmışiki kişiyi barıştırmak.
* arasıaçılmışkimse ile barışmak.arayıcı * Bir şeyi aramayı işedinen kimse.
* Arama işiyle görevlendirilmişkimse.
* İstenilen yıldızıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüşalanı geniş
olan küçük teleskop.arayıcıfişeği * Bir tür donanma fişeği. arayıp da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak. arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 80
arayıp sormak * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek. arayış * Aramak işi veya biçimi. araz * Belirtiler.
* Hastalık belirtileri, semptom.
* İlinek.arazbar * Türk müziğinde bir birleşik makam. arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleşik makam. arazi * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak. arazi açma * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme. araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak. arbalet * Kundaklı, tetikli yay. arbede * Gürültülü kavga, patırtı. arbitraj * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi. arboretum * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm. arda * İşaret olarak yere dikilen çubuk.
* Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem.
* Ardıl.ardak * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç. ardaklanma * Ardaklanma işi, durumu. ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak. ardıarasıkesilmemek * aralıksız olarak gelmek. ardıardına * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız. ardıkesilmek * arkası gelmemek, tükenmek. ardısıra * Peşinden, arkasından. ardıç * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan
bir ağaççık (Juniperus).ardıç kuşu * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş
türü (Turdus pilaris).ardıç otu * Ardıç ağacının küçük bitkisi. ardıç rakısı * Cin. ardıl * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef.
* Bir çıkarımda varılan sonuç.ardıl görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü. ardılma * Ardılma işi. ardılmak * Birisinin sırtına asılmak.
* Musallat olmak, asılmak, takılmak.
* Sataşmak, çatmak.ardın ardın * Geri geri, ardısıra. ardına (veya arkasına) düşmek * arkasından gitmek, peşini bırakmamak. ardına kadar açık * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık. ardınca * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra. ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır. ardından (veya arkasından) atlıkovalamak * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir. ardından sapan taşıyetişmez * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır. ardınıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak. ardını bırakmamak * Bkz. peşini bırakmamak. ardınıkesmek * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak. ardışık * Birbiri ardından gelen, mütevali. ardışık görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü. ardışık olgular * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular. ardışık sayılar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar. ardışıklık * Ardışık olma durumu. ardiye * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
* Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.ardiyeci * Ardiye işleten kimse.
* Ardiyeye bakan kimse.arduaz * Kayağan taş, kayrak. arefe * Bkz. arife. arefe günü * Bkz. arife günü. arena * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan.
* Siyasî çekişmelerin geçtiği yer.areometre * Sıvıölçer. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 81
argaç * Dokuma tezgâhlarında enine atılan iplik, atkı. argaçlama * Argaçlamak işi. argaçlamak * Dokumada argaç atmak. argali * Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya’da yaşayan, büyük boynuzları olan yaban koyunu (Ovis ammon). argın * Yorgun, zayıf, bitkin.
* Beceriksiz.argınlık * Argın olma durumu. argıt * Geçit, boğaz, dağboğazı, derbent.
* Keklik tutmakta kullanılan, tahtadan kapanların yan taraflarına bağlanan ağaç parça.argo * Kullanılan ortak dilden ayrı olarak aynımeslek veya topluluktaki insanların kullandığıözel dil veya söz
dağarcığı.
* Serserilerin, külhan beylerinin kullandığısöz veya deyim.argolaşma * Argolaşmak özelliği gösterme. argolaşmak * Karşılıklıargo konuşmak.
* Söz argo durumuna gelmek.argon * Atom numarası18, atom ağırlığı39,9 olan, havada %1 oranında bulunan, rengi, kokusu ve tadı olmayan
bir element. KısaltmasıAr.argonot * Kafadan bacaklılardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğu olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan
(Argonauta argo).argüman * Bir çıkışkümesinin değişkenine verilen ad. arı * Temiz, münezzeh.
* Yabancışeylerden arınmış, katışıksız, saf, halis.
* Günahsız.arı * Zar kanatlılardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica). arı bal alacak çiçeği bilir * işini bilen kimse nereye başvuracağını bilir. arı beyi * Her kovanda bir tane bulunan ana arı. arı biti * Kör, kanatsız, kızılca renkli küçük sinek (Braula caeca). arıdalağı * Bal peteği. arı gibi * çok çalışkan. arı gibi sokmak * iğnelemek, acısöz söylemek. arıkil * Porselen yapmakta kullanılan bir çeşit ak ve gevrek kil, kaolin. ArıKovanı * Yengeç takım yıldızıyöresinde bir yıldız kümesi. arıkovanı * Arıların içinde bal yaptıklarıçeşitli maddelerden yapılmışyuva. arıkovanı gibi işlemek * (bir yerin) gireni çıkanıçok olmak. arıkuşu * Arıkuşugillerden, sırtısarı, karnımavimsi yeşil, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya’da az ağaçlıklı,
açık yerlerde yaşayan bir kuş(Merops apiaster).arıkuşugiller * Omurgalıhayvanlardan kuşlar sınıfına giren bir familya. arısili * Tertemiz. arısütü * Genç işçi arının başındaki bezlerden salgıladığı azotu çok madde. arıcı * Bal almak için arıyetiştiren kimse. arıcılık * Bal almak için arıyetiştirme işi. arık * Ark.
* Fide veya fidan dikilen yer.arık * Eti, yağıerimişzayıf, cılız, kuru, sıska. arık çekmek * tıkanan, bozulan arklarıtemizleyip açmak. arık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek. arıkçı * Su yolu yapan kimse. arıklama * Arıklamak işi. arıklamak * Arık (II) duruma gelmek. arıklaşma * Arıklaşmak işi. arıklaşmak * Arık (II) olmak. arıklatma * Arıklatmak durumu. arıklatmak * Arık (II) duruma getirmek. arıklık * Zayıflık, sıskalık. arılama * Arılamak işi, tenzih. arılamak * Bir şeyde herhangi bir ayıp veya kusur bulunmadığını bildirmek, tenzih etmek. arılanma * Arılanmak durumu, arılaşma. arılanmak * Arılaşmak. arılar * Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaşayan, vücutları, özellikle karınlarıve arka ayaklarıkıllarla örtülü
zar kanatlılar familyası.arılaşma * Arılaşmak durumu, arıduruma gelme, özleşme. arılaşmak * Arıduruma gelmek, saflaşmak, özleşmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 82
arılaştırma * Arılaştırmak işi, özleştirme. arılaştırmak * Arıduruma getirmek, özleştirmek. arılık * Temizlik.
* Katışıksızlık.
* Günahsızlık.arılık * Kovanların konulduğu yer, kovanlık. arına dokunmak * utanç duymak. arındırma * Arındırmak işi. arındırmak * Arınmasını sağlamak. arının yuvasına kazık (veya çöp) dürtmek * tehlikeli kişiyi kışkırtmak. arınış * Arınmak işi veya biçimi. arınma * Temizlenme.
* Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
* Sanat yoluyla duyguların arınması.arınmak * Temizlenmek.
* Katışıksız, arıduruma gelmek.
* Rahatlamak.arış * Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü. arış * Çözgü. arış * Araba oku. arıtıcı * Arıtma özelliği olan.
* Deterjan.arıtıcılık * Arıtma işi. arıtım * (petrol, yağvb. için) Arıtma işi, rafinaj. arıtım evi * Şeker, petrol gibi maddelerin arıtıldığıyer, tasfiyehane, rafineri. arıtış * Arıtmak işi veya biçimi. arıtma * Arıtmak işi. arıtma ünitesi * Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatlarıyla gelen gazın içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
su buharo gibi hidrokarbon bileşiği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstlarının tabiî gazdan ayrıldığı birim.arıtmak * Temizlemek.
* Katışıksız duruma getirmek, tasfiye etmek.arız * Sonradan ortaya çıkan.
* Bulaşmış, musallat olmuş.arız olmak * bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak.
* sonradan ortaya çıkmak.arıza * Engebe.
* Aksama, aksaklık.
* Bir notanın sesini yarım ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanın soluna
konulan diyez, bemol ve bekâr işaretlerinin ortak adı.arıza yapmak * Bozulmak, işlemez duruma gelmek. arızalanma * Arızalanmak işi. arızalanmak * Arıza, aksaklık göstermek. arızalı * Engebeli.
* (Araç vb. için) Aksayan, işlemeyen, bozulmuş.
* Yarım yamalak, idare edecek biçimde.arızasız * Engebesiz, düz.
* Aksamayan, bozulmadan işleyen.
* Huzurlu, rahat, mutlu.arızî * Sonradan olan, dıştan gelen.
* Geçici, eğreti.Ari * İran’dan geçerek Kuzey Hindistan’a yerleşen halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu halkla ilgili, bu halka özgü.arî * Çıplak.
* Özgür, hür.Ari dil * Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran grubuna verilen ad. aria * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği şarkı, arya. arif * Çok anlayışlıve sezgili (kimse), varışlı. arif olan anlasın (veya anlar) * herkesin anlayacağıkadar açık söylenmeyen bir sözün gerçek anlamınıkavrayanlar için söylenir. arifane * Arif olana yakışacak yolda, biçimde.
* Yiyeceği ortaklaşa sağlanan (toplantı).arifane ile * ortaklaşa. arife * Belirli bir günün, olayın bir önceki günü veya ona yakın günler, ön gün. arife günü * Dinî bayramlardan önceki gün. arioso * Dramatik ve lirik bakımdan yüksek bir anlatım gücü olan ağır başlıhava. Aristocu * Aristotelesçi. Aristoculuk * Aristotelesçilik. aristokrasi * Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu tarihî yönetim biçimi.
* Soylular sınıfı.aristokrat * Aristokrasi yanlısı.
* Soylu.aristokratik * Aristokratlıkla ilgili. aristokratlık * Aristokrat olma durumu. Aristotelesçi * Aristotelesçilik yanlısı olan kimse. Aristotelesçilik * Yunan filozoflarından Aristoteles’in felsefesi, gezimcilik.
* Bu felsefeyi benimsemişolma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 83
aritmetik * Matematiğin, konusu sayılar, bunların özellikleri ve işlemler olan kolu.
* Bu bilimle ilgili.aritmetik dizi * Ardışık terimleri arasındaki ayrım değişmeyen dizi: 1,3,5,7,9… dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
denilen değişmez oranı2 sayısıdır.aritmetik işlem * Aritmetik yoluyla yapılan çözüm. aritmetik orta * Bir diziyi oluşturan sayıların toplamının, dizinin terim sayısına bölünmesiyle elde edilen sayı. aritmetiksel * Aritmetik ile ilgili. aritmi * Kalp atışlarındaki düzensizlik ve eşitsizlik. aritmik * Ritimli olmayan, düzensiz. ariya * Sancağı, yelkeni veya sereni direkten aşağıalma. ariyet * Eğreti, ödünç.
* Belli bir taşınır malın kullanılmasının geri verilmek şartıyla bedelsiz olarak bir kimseye bırakılması.ariyeten * Eğreti olarak, ödünç olarak. ariz amik * Enine boyuna, her yönü ile. ariza * Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe. arjantin * Büyük bira bardağı. Arjantinli * Arjantin halkından olan. ark * İçinden su akıtmak için toprağıkazarak yapılan açık oluk, arık, hark, cetvel, kanal. arka * Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı.
* Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi.
* Geri kalan bölüm.
* Art, peş.
* Otururken sırtın dayandığıyer.
* (insan için) Vücut, beden.
* Arkada olan, arkada bulunan.
* Koruyucu, kayırıcı, iltimasçı, piston.
* Geçmiş, geride kalmışzaman.arka (veya sırt) çevirmek * eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı gibi davranmak. arka arka * Geriye doğru. arka arkaya * Hemen birbirinin arkasından, art arda. arka arkaya vermek * birbirini korumak için birleşmek, destek olmak, dayanışmak. arka ayak * Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri. arka bulmak * bir koruyucu, kayırıcı bulmak. arka çıkmak * bir kimseyi başkalarına karşıkorumak, kayırmak. arka kapıdan çıkmak * okuldan başarısızlıkla ayrılmak. arka müziği * Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısıra etkiyi artırmak için hafifçe çalınan müzik. arka olmak * maddî, manevî yönden destek olmak. arka plânda * Geride.
* Önemsiz.arka sokak * Ana yola açılan ikinci derecedeki sokak. arka teker * Araçların arka düzeninde yer alan tekerlek. arka vermek * desteklemek, dayamak. arka yüz * Bir şeyin arkada kalan yüzü. arkaç * Ağıl.
* Dağsırtlarında davarların yatırıldığıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.arkada bırakmak * birinden daha ileri gitmek. arkada bırakmak * bir şeyden epey uzaklaşmış bulunmak.
* zaman bakımından geçmişte bırakmak.
* (ölen kimseye göre) dünyada bırakmak.arkada kalanlar (veya arkadakiler) * bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğinde geride bıraktığıyakınları. arkada kalmak * geriden gelmek, geride kalmak.
* değerce ileride olanların arkasında kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.arkadan arkaya * Gizli gizli, el altından, gizlice, belli etmeden. arkadan söylemek * kendisi bulunmadığı bir yerde kimseyi çekiştirmek, dedikodusunu yapmak. arkadan vurmak * bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek. arkadaş * Bir işte birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
* Birbirlerine karşısevgi ve anlayışgösteren kimselerden her biri.arkadaş canlısı * arkadaşlığa değer veren, arkadaşlarına çok düşkün olan kimse. arkadaşdeğil, arka taşı * zarar veren arkadaşlar için söylenir. arkadaşolmak * bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak. arkadaşça * Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça. arkadaşlık * Arkadaşolma durumu, arkadaşa yakışır davranış, omuzdaşlık, ünsiyet. arkadaşlık etmek * bir işte birlikte bulunmak; huyu ve düşünceleri birbirine uymak.
* bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.arkaik * Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
* Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.arkaizm * Konuşulan ve yazılan dilde, kullanımdan düşmüşolan eski söz ve deyim.
* Kullanıldığıçağdan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapının özelliği.arkalama * Arkalamak işi, yardım, müzaheret. arkalamak * Arkasına almak, yüklenmek.
* Bir kimseye güven vererek yardım etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 71
anlatımcılık * Bkz. ekspresyonizm. anlatımlı * Düşünce ve duyguyu güçlü ve canlı bir biçimde anlatan. anlatış * Anlatmak işi veya biçimi, takrir. anlatma * Anlatmak işi. anlatmak * Bir konu üzerinde açıklamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek.
* İnandırmak, belirtmek.
* Söylemek, nakletmek.anlattırma * Anlattırmak işi. anlattırmak * Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açıklama yaptırmak. anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az * anlayışlıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayışsız kimselere ne söylense yararsızdır. anlayıp dinlemek * (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak. anlayış * Anlamak işi veya biçimi, telâkki, zihniyet.
* Anlama yeteneği, feraset, izan, zekâ.
* Hoşgörme, hâlden anlama.
* Ayırıcı bir nitelik olmak bakımından görüş, zihniyet.anlayışgöstermek * istenilen veya söylenilen bir şeyi hoşgörüyle karşılamak. anlayışlı * Anlayışı olan, ferasetli, izanlı, zeki.
* Hoşgörülü.anlayışlılık * Anlayışlı olma durumu. anlayışsız * Anlayışıkıt olan, kafasız, kavrayışsız, vurdumduymaz, kalın kafalı, izansız, ferasetsiz, gabi.
* Hoşgörüsüz.anlayışsızlık * Anlayışkıtlığı, kafasızlık, kalın kafalılık, vurdumduymazlık, izansızlık, gabavet.
* Hoşgörüsüzlük.anlışanlı * Güzel, gösterişli, ünlü. anlık * Kısa süren, bir an içinde olan.
* Duyu ve iradeden ayrı olarak düşünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargılama, müdrike,
entelekt.anlıkçılık * Duyu ve irade karşısında anlığın üstünlüğünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm. anma * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etme.
* Ölmüş bir insanıhatırlamak için yapılan tören, ihtifal.anma töreni * Bir kişiyi veya bir olayıhatırlamak için yapılan tören. anmak * Birini veya bir şeyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düşünmek, zikretmek, hatırlamak.
* Bir sözü ağzına almak.
* Bir armağanla gönlünü almak.
* Adlandırmak.anmalık * Anılmak için verilen şey, hatıra, yadigâr, bergüzar. anne * Çocuğunu dünyaya getiren kadın. anne olmak * (kadın) çocuk sahibi olmak. anneanne * Annenin annesi. annelik * Anne olma niteliği veya durumu. annelik etmek * annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakınlık göstermek. anofel * Sıtma mikrobunu aşılayan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis). anomali * Sapaklık, aykırılık. anonim * Adısanı bilinmeyen.
* Yaratıcısının adı bilinmeyen (eser).anonim ortaklık * Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağın sorumluluğu sermayedeki payıyla sınırlı bulunan ortaklık,
anonim şirket.anonim şirket * En az beşkişinin kurduğu, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağın sorumluluğu sermayedeki hissesi
ile sınırlı ortaklık, anonim ortaklık.anons * Duyuru, duyurma. anons etmek * sözle veya yazıyla bir durumu, bir haberi halka bildirmek. anonsör * Bkz. sunucu. anorak * Başlıklı, su geçirmeyen spor ceket. anorganik * İnorganik. anormal * Genel olan örneğe, alışılmışa ve kurala aykırı olan; düzgün olmayan, gayritabiî.
* Dengesi bozuk, deli.anormalleşme * Anormalleşmek işi. anormalleşmek * Anormal duruma gelmek. anormallik * Anormal olma durumu. anot * Bir elektrolitte elektrik akımının gelip bağlandığıve içeri girdiği uç, artıuç. ansefal * Kafatası içindeki beyin ve yardımcı organların hepsi. ansefalit * Beynin irinsiz iltihaplıhastalığı. ansıma * Bkz. anımsama. ansımak * Bkz. anımsamak. ansız * Anlayışsız, akılsız.
* Birdenbire, habersiz.ansızın * Hiç hatıra gelmedik bir sırada, birdenbire, anî olarak, anîden. ansiklopedi * Bütün bilim, sanat dallarınıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik. ansiklopedici * Ansiklopedi hazırlayan veya satan (kimse). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 72
ansiklopedicilik * Ansiklopedicinin yaptığı iş.
* Değişik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama işi.ansiklopedik * Ansiklopedi ile ilgili.
* Her konuda biraz bilgi sahibi olan.ansiklopedik sözlük * Alfabetik sıraya göre kelimelerin karşılıklarını geniş bir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü. ant * Tanrı’yıveya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayıdoğrulama, yemin.
* Kendi kendine söz verme.ant içmek (veya etmek) * bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek. ant kardeşi * Bkz. kan kardeşi. ant verdirmek * bir şeyi yapması için bir kimseye ant içirmek. ant vermek * “Allah aşkına, “çocuklarının başı için” gibi sözlerle karşısındakini bir şeye zorlamak. antagonizma * Tezat. antant * Anlaşma, uyuşma, mutabakat, itilâf. antant kalmak * anlaşmak, uzlaşmak. antarktik * Güney kutupla ilgili, güney kutup yakınında olan. antarktik kara * Güney kutuptaki kara bölgesi. anten * Boşlukta yayılan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaların transmisyon hatları içerisinde
yayılmasınısağlayan cihaz.
* Duyarga.
* Olta şamandırasının alt ve üst kısmında bulunan ince uçlar.anten yükselteci * Anten ile alıcıarasında yer alarak elektromanyetik dalgaların genliğini yükselten cihaz. antenli * Anteni olan. antenli balık * Göğüs yüzgeçleri saplı, iskeleti kemikleşmiş, sırt yüzgeçleri uzamışkemikli balık türü. Antep baklavası * Antep yöresinde yapılan özel bir tatlıtürü. Antep fıstığı * Antep fıstığı gillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetişen, yanlışolarak Şam
fıstığıda denilen bir ağaç (Pistacia vera).
* Bu ağacın, ince ve sert kabuklu, yağlıyemişi.Antep fıstığı giller * Ayrıtaç yapraklılardan, tipik örneği Antep fıstığı ağacı olan bir familya. Antep işi * Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çıkarılmışve kafes şeklini almışkumaşüzerine aynırenk iplikle
verevine sarılarak yapılan bir çeşit el işlemesi.anterit * İnce bağırsak iltihabı. anterograf * Bağırsak kasılmalarınıölçmeye yarayan alet. anterosel * İnce bağırsak fıtığı. anterostomi * Bağırsak düğümlenmesinin kesilip alınması. antet * Kâğıt veya zarf üstüne basılmışad ve adres, başlık. antetli * Başlıklı. antetsiz * Başlıksız. antialerjik * Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanılan ilâçların özelliği. antiasit * Alkalik, kalevî. antibiyotik * Bitkilerde, özellikle küf mantarlarında bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karşıkullanılan,
penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı.antibiyotik tedavisi * Bir veya birçok antibiyotiğin durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanılarak yapılan tedavi. antidemokratik * Demokrasiye aykırı olan. antidot * Bkz. panzehir. antiemperyalist * Emperyalizme karşı olan. antiemperyalizm * Emperyalizme karşıtutum, davranışveya öğreti. antifriz * Bir sıvıya katıldığında o sıvının donma derecesini düşürerek donmasınıönleyen madde. antihijyenik * Sağlık kurallarına aykırı olma. antijen * İçerisine girdiği organizma aracılığıyla antikor oluşumunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein
yapısında madde.antik * İlk Çağdaki uygarlıklarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlıkları ile ilgili olan. antik çağ * Eski Yunan ve Roma uygarlıklarının gelişip yayıldığıçağ.
* Bu çağa özgü olan.antika * Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değeri olan eski eşya.
* Genele, olağana, geleneğe aykırı, acayip, tuhaf.
* Mendil, örtü, yatak çarşafı gibi bezlerin kenarlarına paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanların
ikisi, üçü bir arada tire ile sarılarak yapılan dişdişsüs, sıçan dişi, ajur.
* Antik.antika mobilya * En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değişiklik yapılmamışve belli bir ekole
göre isimlendirilen mobilya.antikacı * Antika eşya veya eser satan veya toplayan kimse. antikacılık * Antika eşya veya eserlerle uğraşma işi. antikalık * Antika olma durumu.
* Tuhaflık.antikapitalist * Kapitalist rejime karşı olan kimse. antikapitalizm * Kapitalizme karşı olma. antikasını bilmek * en iyisini bilmek. antikatot * Basıncıazaltılmış bir elektrik boşalma tüpünde, katot ışınlarınıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal
yaprak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 73
antikite * Tarihte İlk Çağ, antik devir. antikomünist * Komünizme karşı. antikomünizm * Komünizm aleyhtarlığı. antikor * Hastalık etkenlerini zararsız duruma getirmek için vücudun çıkardığımadde. antilop * Antiloplardan, sıcak ülkelerde yaşayan, çok hızlıkoşan, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus).
* Bu hayvanın derisinden yapılmış.antiloplar * Gevişgetiren memeli hayvanların bir familyası. antimon * Atom numarası51, atom ağırlığı121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altında işlenemeyen,
çoğunlukla basım harfleri alaşımında kullanılan, mavimtırak beyaz renkte bir element. KısaltmasıSb.antinomi * Çatışkı. antipati * Sevimsizlik, soğukluk.
* Karşıt duygu.antipatik * Antipati uyandıran, sevimsiz, soğuk. antipatik bulmak * sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak. antipropaganda * Karşıpropaganda. antisemit * Yahudilik aleyhtarlığı. antisemitist * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını isteyen
görüşe bağlı olan (kimse).antisemitizm * Yahudilere karşıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karşıayırt edici tedbirler alınmasını
isteyenlerin görüşü veya tutumu.antisepsi * Mikropları ilâçla öldürme yolları. antiseptik * Antisepsi yapmak için kullanılan veya antisepsi özelliği olan (madde). antisiklon * Yüksek basınçlıatmosfer kütlesi; havanın sarmal biçimli hareketi için kullanılır. antitez * Karşısav. antitoksik * Antitoksin. antitoksin * İçine giren toksinleri zararsız hâle getirmek için vücudun çıkardığımadde. antlaşma * İki veya daha çok devletin saldırmazlık, savaşta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve
belgede belirtilen durum, muahede, pakt.antlaşmak * Antlaşma yapmak, ahitleşmek. antlı * Ant içmişveya ant içirilmiş. antoloji * Şairlerin, yazarların, bestecilerin eserlerinden alınmışseçme parçalardan oluşan kitap, seçki, güldeste. antrakt * Ara. antrasit * Güçlükle tutuşan, koku, duman çıkarmadan, büyük bir ısıvererek yanan bir tür taşkömürü. antre * Bir yapıda girip geçilen yer, methal.
* Başlangıç yemeği.antrenman * Bir spor dalında yapılan alıştırma veya hazırlık çalışması, idman, egzersiz. antrenman yapmak * spor amacıyla çalışmak, alıştırma yapmak. antrenmanlı * İdmanlı. antrenmansız * Antrenmanı olmayan, idmansız. antrenör * Bir spor dalında sporcuyu eğiten, yetiştiren ve çalıştıran kişi, çalıştırıcı. antrenörlük * Antrenörün işi veya mesleği, çalıştırıcılık. antrepo * Gümrüklere gelmişticarî eşyanın konulduğu, korunduğu yer, ardiye. antrepocu * Antrepo işleten kimse.
* Antrepoya bakan kimse.antrepoculuk * Antrepocunun yaptığı iş. antrkot * Sığırın iki kürek arasından ve pirzolalık yerinden çıkartılan kemiğinden sıyrılmışet dilimi. antrok * Triyas devri katmanlarında bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin saplarını oluşturan kalsiyum
karbonat birleşimli fosil.antropoit * Bkz. insansı. antropoitler * Bkz. insansılar. antropolog * İnsan bilimi uzmanı. antropoloji * İnsanın kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan
bilimi.antropolojik * İnsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel. antropomorfizm * İnsan biçimcilik. antroponim * Kişi adlarını inceleyen bilim dalı. antroposantrizm * İnsanıtabiatın merkezi sayan, bütün öbür yaratıkların insan için yaratılmışolduklarınısöyleyen dinî nitelikli
öğreti, insaniçincilik.antropozoik * İnsanın belirmesi ve yayılmasınıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer. antropozoik devir * Antropozoik. antrparantez * Söz arasında, sırası gelmişken, istitrat. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 69
anıtlaştırılma * Anıtlaştırılmak durumu. anıtlaştırılmak * Anıtlaştırmak durumuna getirmek. anıtlaştırma * Anıtlaştırmak işi. anıtlaştırmak * Anıt durumuna getirmek, abideleştirmek. anıtsal * Anıt niteliğinde olan, anıta benzeyen, abidevî.
* Büyüklüğü, görünüşü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli.anıtsı * Anıta benzer. anız * Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap.
* Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla.anız biçmek * anızıve tarla kenarındaki otları biçmek. anız bozmak * anızıalt üst etmek için toprağıyüzden sürmek. anızlık * Anızısökülmemiştarla. anî * Bir anda oluveren, apansız.
* Ansızın, birdenbire.anî akın * Bir anda gerçekleştirilen hücum. anî hız * Bir andaki hız. anîde * Hemencecik, bir anda, birden. anîden * Ansızın, birdenbire. anif * Sert, kaba. anilin * Benzenden türeyen bir amin. anilin boyalar * Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğrafçılıkta, basım işlerinde, boya sanayiinde kullanılan organik boya
cevheri.animasyon * Canlandırma. animato * Bir parçanın canlıçalınacağınıanlatır. animizm * Canlıcılık. anjin * Boğaz mukozasının şişmesi, boğak, yutak iltihabı, hunnak, farenjit. anjiyo * Anjiyografinin kısaltması. anjiyo olmak * anjiyografi çektirmek veya yaptırmak. anjiyografi * Damar içine x ışınlarını geçirmeyen bir madde şırınga edildikten sonra damarların filminin alınması. anjiyoloji * Dolaşım organlarını inceleyen anatomi bölümü. Anka * Masallarda adı geçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş, Zümrüdüanka. Ankara keçisi * Uzun, kıvırcık ve ipek gibi yumuşak kılları olan ve Ankara yöresinde yetiştirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi. Ankara kedisi * Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetişen kedi ırkı. ankastre * Bir oyuğa, yuvaya yerleştirilmiş(tesisat). ankesörlü telefon * Kutulu telefon. anket * Soruşturma, sormaca. anket yapmak * bir konuda soruşturma, araştırma yapmak. anketçi * Soruşturmacı. anketçilik * Soruşturmacılık. anketör * Anket yapan uzman. ankiloz * Oynar eklemlerde oynaklığın kalmamasıyla eklemin işlemez duruma gelmesi, eklem kaynaşması. anladımsa arap olayım * hiçbir şey anlamadım. anlak * Zekâ. anlaklı * Zeki. anlam * Bir kelimeden, bir sözden, bir davranışveya olgudan anlaşılanşey; bunların hatırlattığıdüşünce veya nesne,
mana, fehva.
* Bir önermenin, bir tasarının, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediği şey.anlam aykırılığı * Karşıt anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi. anlam bayağılaşması * Anlam kötüleşmesi. anlam bilimi * Dili anlam açısından inceleyen bilim dalı, semantik. anlam bilimsel * Anlam bilimi ile ilgili, semantik. anlam çıkarmak * bir cümlede veya bir metinden yeni ve değişik bir anlam yakalamak veya bulup çıkarmak.
* yersiz ve gereksiz bir yargıya varmak, yanlışdeğerlendirmek; bir söze, söyleyenin aklından geçmeyen bir
anlam vermek.anlam daralması * Genişkavramları olan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir
anlamdan özel bir anlama geçiş.anlam değişmesi * Anlamın daralması, genişlemesi, kaymasıveya bayağılaşması. anlam genişlemesi * Dar bir anlamda kullanılan bazıkelimelerdeki anlamın ilgili kavramlara yayılması. anlam iyileşmesi * Kötü ve olumsuz bir anlamı olan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması.
* Bkz. isimden türeme fiil.