Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 93

    astar sürmek (veya vurmak, çekmek) * astar boyası ile boyamak.
    astarıyüzünden pahalı olmak * bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak.
    astarlama * Astarlamak işi.
    astarlamak * Astar geçirmek.
    * Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek.
    astarlanma * Astarlanmak işi.
    astarlanmak * Astar geçirilmek.
    astarlatma * Astarlatmak işi.
    astarlatmak * Astar yaptırmak veya geçirtmek.
    astarlı * Astar geçirilmiş, astarlanmış.
    astarlızarf * İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmişzarf.
    astarlık * Astar olmaya elverişli (kumaşvb.).
    astarya * Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre.
    astasım * Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısıdurumunda olan bir ek tasım.
    astat * Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanısonucu elde edilen yapay element.
    KısaltmasıAt.
    astatin * Astat.
    asteğmen * Orduda en küçük rütbeli subay.
    asteğmenlik * Asteğmen rütbesi veya asteğmenin görevi.
    astığı astık, kestiği kestik * acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır.
    astım * Bronşların daralmasından ileri gelen nefes darlığı.
    astımlı * Astımı olan, astım hastalığına tutulmuşolan.
    astırma * Astırmak işi.
    astırmak * Asmak işini yaptırmak.
    astigmat * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz).
    astigmatizm * Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu.
    astragan * Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu.
    * Bu posttan yapılmışolan.
    astrofizik * Gök fiziği.
    astrolog * Yıldız falıyla uğraşan kimse, müneccim.
    astroloji * Yıldız falcılığı, müneccimlik.
    astronom * Astronomi bilgini, gök bilimci.
    astronomi * Gök bilimi, felekiyat.
    astronomik * Gök bilimiyle ilgili olan.
    * Aşırıçok yüksek.
    astronomik fiyat * Çok yüksek fiyat.
    astronomik rakam * İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam.
    astronot * Uzay adamı.
    astronotluk * Uzay adamı olma durumu veya uzay adamının görevi.
    astropikal * Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan.
    astsubay * SilâhlıKuvvetler yasasına göre astsubay okullarında yetişerek SilâhlıKuvvetlere katılan astsubay çavuştan
    astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker.
    astsubay başçavuş * Astsubaylığın beşinci basamağı.
    astsubay çavuş * Astsubaylığın ilk basamağı.
    astsubay kıdemli başçavuş * Astsubaylığın altıncıve son basamağı.
    astsubay kıdemli çavuş * Astsubaylığın ikinci basamağı.
    astsubay kıdemli üstçavuş * Astsubaylığın dördüncü basamağı.
    astsubay üstçavuş * Astsubaylığın üçüncü basamağı.
    astsubaylık * Astsubay olma durumu veya astsubayın görevi.
    asude * Sessiz, rahat, sakin.
    asudelik * Huzur içinde olma, mutluluk.
    asuman * Gök, gökyüzü.
    Asurca * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya’da kullanılmışolan ölü bir dil.
    Asyalı * Asya’da yaşayan kimse.
    * Asya’ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).
    Asyalılık * Asyalı olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 94

    * Pişirilerek hazırlanan yemek.
    aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak.
    aşerme * Aşermek durumu.
    aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.
    aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
    * Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
    * Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
    yer.
    * Tekkelerde yemek pişirilen yer.
    aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer.
    aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur.
    aşyermek * Bkz. aşermek.
    aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
    * Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
    * Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
    * Niteliği düşük, kötü, adî.
    * Bayağı, adî.
    * Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
    * Aşağıya, yere doğru.
    aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
    * bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.
    aşağıalmak * devirmek, yıkmak.
    aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler.
    aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak.
    aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek.
    aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan.
    aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak.
    aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
    * daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.
    aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
    * Genel ev.
    aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır.
    aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak.
    aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek).
    aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak.
    aşağılama * Aşağılamak işi.
    aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
    * Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.
    aşağılanma * Aşağılanmak durumu.
    aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek.
    aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet.
    aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek.
    aşağılatma * Aşağılatmak işi.
    aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek.
    aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte.
    aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
    * Niteliği düşük, adî.
    aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi.
    aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu.
    aşağısama * Aşağısamak işi.
    aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.
    aşağısı * Aşağıtaraftaki.
    aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
    * Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.
    aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
    * Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
    dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.
    aşamalı * Aşaması olan, kademeli.
    aşar * Ondalık.
    * Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.
    aşarî * Ondalık.
    aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
    * Yemek pişirip satan kimse.
    * Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.
    aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.
    aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
    * Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.
    aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi.
    aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
    * Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.
    aşerat * Onluklar.
    aşhane * Aşevi.
    * Mutfak.
    aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
    mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
    * Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
    parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
    * Bu eriyiğin uygulanması.
    * Aşılı(kimse veya bitki).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 91

    askercilik * Askerci olma durumu.
    * Bir tür çocuk oyunu.
    askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.
    askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek.
    askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak.
    askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü.
    askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama.
    askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.
    askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker.
    askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük.
    askerî rüştiye * Askerî ortaokul.
    askerîleşme * Askerîleşmek işi.
    askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak.
    askerîleştirme * Askerîleştirmek işi.
    askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak.
    askeriye * Askerlik.
    askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.
    askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi.
    askerlik etmek * askerlik yapmak.
    askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi.
    askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak.
    askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması.
    askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
    * Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
    * Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
    * Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
    * Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
    * Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
    * Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
    tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
    * Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
    * Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
    * Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
    * İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
    * Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
    ödül.
    askıda bırakmak * sonuca vardırmamak.
    askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.
    askılı * Askısı olan.
    askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
    * Asılıp saklanacak sebze, meyve.
    * Vestiyer.
    askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
    * Karşıcinsi rahatsız eden kimse.
    askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
    * oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
    * bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.
    askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.
    askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak.
    asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar).
    askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad.
    asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.
    Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak.
    aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
    çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
    * Gürbüz ve yiğit adam.
    aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı.
    aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
    * sağlığıyerinde.
    aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
    aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay.
    aslan sütü * Rakı.
    aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir.
    aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan.
    aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.
    aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe.
    aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası.
    aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü.
    aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç.
    aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki.
    aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus).
    aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 84

    arkalanma * Arkalanmak işi.
    arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak.
    arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan.
    arkalıç * Arkalık.
    arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
    * Sırt dayamaya yarar yer.
    * Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.
    arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan.
    arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan.
    arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak.
    arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.
    arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak.
    arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak.
    arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak.
    arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen.
    arkasısıra * arkasından.
    arkasısıra * Ardından, peşinden.
    arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
    * Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.
    arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
    * desteğini sağlamak.
    arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak.
    arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
    * (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
    arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır.
    arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak.
    arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda.
    arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
    * birine çok ilgi duymak.
    arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak.
    arkasını(bir şeye) vermek * dönmek.
    arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek.
    arkasınıalmak * bir işi tamamlamak.
    arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.
    arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek.
    arkasız * Arkalığı olmayan.
    * Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.
    arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde.
    arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek.
    arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
    arke * İlk ana madde.
    arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh.
    arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı.
    arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
    organı.
    arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.
    arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi.
    arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili.
    arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
    arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak.
    arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç.
    arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan.
    arlanma * Arlanmak işi.
    arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak.
    arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz.
    arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 85

    arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur.
    arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
    * Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.
    arma donatmak * armayıyerli yerine koymak.
    arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.
    arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak.
    armada * Donanma.
    armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta.
    armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
    armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
    * Ödül.
    * Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
    * Bağış, ihsan.
    armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
    armalı * Arması bulunan.
    armatör * Ticaret gemisi sahibi.
    armatörlük * Armatör olma durumu.
    * Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.
    armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
    * Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
    yerleştirilen demir parçası.
    * Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
    armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum.
    armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra.
    armonik * Armoni ile ilgili olan.
    * Armonika.
    armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
    * Akordeon.
    armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler.
    armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası).
    armonyum * Taşınabilir küçük org.
    armudî * Armut biçiminde olan.
    armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın.
    armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer.
    armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
    * Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
    * Fazla bön.
    armut gibi * çok anlayışsız, bön.
    armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı.
    armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.
    armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır.
    armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top.
    armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
    armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi.
    Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
    * Bu halka özgü olan (şey).
    Arnavut bacası * Çatıpenceresi.
    Arnavut biberi * Acıkırmızı biber.
    Arnavut ciğeri * Ciğer tavası.
    Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım.
    Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil.
    Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak.
    Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
    Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu.
    Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak.
    Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
    * Arnavut halkının bütünü.
    arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği.
    aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku.
    aromatik * Hoşkokulu, aromalı.
    arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
    oluşturulan, sulamaya yarar araç.
    arp * Bkz. harp (II).
    arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
    çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
    * Bu bitkinin taneleri.
    arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 86

    arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir.
    arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü.
    arpa suyu * Bira.
    arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye.
    arpacı * Arpa alan ve satan kimse.
    arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek.
    arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
    göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
    * Arpa biçiminde şehriye.
    arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
    arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
    arpağan * Yabanî arpa.
    arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
    * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
    arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
    * Arpa konulan yer.
    * Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
    * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
    * Başmaklık.
    * Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
    arpalık etmek * arpalık yapmak.
    arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
    arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak.
    arpçı * Arp çalan kimse.
    arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
    arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer.
    arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
    süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
    As.
    arsıulusal * Uluslar arası.
    arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
    * Aç gözlü davranan (kimse).
    * Kolayca üreyebilen (bitki).
    arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak.
    arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde.
    arsızlanma * Arsızlanmak işi.
    arsızlanmak * Arsızlık etmek.
    arsızlaşma * Arsızlaşmak işi.
    arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek.
    arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık.
    arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
    arslan * Aslan.
    arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır.
    arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke.
    arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı.
    arş * Askerlikte “yürü” komutu.
    arşe * Keman yayı.
    * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
    doğru uzanmışdemir yay.
    arşetip * İlk örnek.
    arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök.
    arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.
    arşınlama * Arşınlamak işi.
    arşınlamak * Arşınla ölçmek.
    * Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.
    arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar.
    arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
    arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
    * Avusturya hanedanında prenses.
    arşiv * Belgelik.
    arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı.
    arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi.
    arşivleme * Arşivlemek işi.
    arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
    art * Arka, geri.
    * Bir şeyin öbür yüzü.
    art arda * Birbirinin arkasından.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 87

    art avurt * Avurdun arka bölümü.
    art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses.
    art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
    art damak * Damağın arka bölümü.
    art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
    sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.
    art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce.
    art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak.
    art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir.
    art niyet * Art düşünce.
    art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk.
    art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
    art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
    art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
    art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
    artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
    * Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
    artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
    artakalma * Artakalmak işi veya durumu.
    artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
    artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
    kıta, dümdar.
    * Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).
    artçılık * Artçının görevi.
    arter * Atardamar.
    * Trafiği yoğun olan ana yol.
    arterit * Atardamar bozukluğu.
    artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu.
    artezyen kuyusu * Artezyen.
    artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
    * Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
    artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
    artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot.
    artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
    * Kalan veya artan bölüm.
    * Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
    * Daha çok, daha fazla.
    * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
    artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
    sahip olduğu ek değer.
    artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün.
    artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire.
    artıklama * Artıklamak işi.
    artıklamak * Yemekte artık bırakmak.
    artım * Artma, artış, çoğalma.
    artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan.
    artın * Katyon.
    artırılma * Artırılmak işi.
    artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
    artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
    * Müzayedede artırma.
    artırma * Artırmak işi.
    * Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
    müzayede.
    artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
    * Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
    * Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
    * Herhangi bir davranışta ileri gitmek.
    artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış.
    artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
    * Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.
    artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse).
    artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi.
    artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı.
    artistlik * Artistin görevi.
    * Artist olma durumu.
    artma * Artmak işi.
    artmak * Büyük heybe.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 88

    artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
    * Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
    * Değeri yükselmek, fazlalaşmak.
    artrit * Eklem romatizması.
    artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı.
    arttırma * Arttırmak işi.
    arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
    * Yükseltmek.
    aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
    Edebiyatınazım ölçüsü.
    arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
    Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
    eden mezhep.
    arz * Sunma.
    * (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.
    arz * En, genişlik.
    arz * Yer, yeryüzü.
    arz dairesi * Bkz. enlem dairesi.
    arz derecesi * Bkz. enlem.
    arz etmek * sunmak.
    * saygı ile bildirmek.
    arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda.
    arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.
    arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem.
    arzanî * Enine olan.
    arziyat * Yer bilimi, jeoloji.
    arzu * İstek, dilek.
    * Heves.
    arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak.
    arzu etmek * yürekten istemek.
    arzuhâl * Dilekçe, istida.
    arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
    arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
    arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi.
    arzulama * Arzulamak işi.
    arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek.
    arzulu * İstekli, hevesli.
    arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.
    As * Arsenik’in kısaltması.
    as * Kakım.
    as * İskambil kâğıtlarında birli.
    * Bir işte başta gelen (kimse veya şey).
    as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.
    as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri.
    as yön * Ara yön.
    asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
    tür ağaç veya metalden değnek.
    * Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.
    asabî * Sinirli.
    * Sinirle ilgili, sinirsel.
    asabîleşme * Asabîleşmek işi.
    asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.
    asabîlik * Asabî olma durumu.
    asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma.
    asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî.
    asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
    neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.
    asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar).
    asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
    parazit.
    * Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.
    asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
    savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.
    asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 89

    asalaklaşmak * Asalak duruma gelmek.
    asalaklık * Asalak olanın durumu.
    asalet * Soyluluk.
    * Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karşıtı.
    * Yazıda veya sözde bayağısöz ve deyim bulunmamasıdurumu.
    asaleten * Bir görevde temelli olarak, asıl olarak, vekâleten karşıtı.
    * Kendi adına hareket ederek.
    asaleten atama * Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama.
    asamble * Kurul.
    asansör * İnsanlarıveya yükleri bir yapının bir katından ötekine veya yüksek yerlere çıkarıp indiren elektrikle işler
    araç.
    asansör boşluğu * Binalarda asansörün işlemesi için bırakılan boşluk.
    asansörcü * Asansörün bakım ve onarımınıyapan kimse.
    * Otel ve hastahane gibi büyük kuruluşlarda asansörün düzenli çalışmasınısağlayan kimse.
    asap * Sinirler.
    asar * Yapılar, eserler.
    asarıatika * Eski yapılar, eski eserler.
    asayiş * Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik.
    asayiş berkemal * Güvenliğin yerinde olduğunu anlatır.
    asbaşkan * İkinci başkan.
    asbest * Tremolitin bozulmasından oluşan lifli, kırılmadan bükülebilen ve ateşte niteliği değişmeyen bir mineral, taş
    pamuğu, kaya lifi.
    asbest yünü * Asbestin işlenerek yün biçimine sokulmuşu.
    aselbent * Hekimlikte ve koku yapımında kullanılan, aselbent ağacının kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine.
    * Bu reçinenin elde edildiği ağaç (Styrax officinalis).
    asenkron * Eşzamanlı olmayan, başlama ve bitme anları başka olan (olaylar); senkron, eşzaman karşıtı, yadın kurun.
    asepsi * İlâç kullanmadan, yalnız ısıyardımı ile aygıt ve pansuman gereçleri gibi şeyleri mikropsuzlaştırma işi.
    aseptik * Her türlü mikroptan arınmış.
    ases * Gece bekçisi.
    * Osmanlıİmparatorluğunda yeniçeri ocağının kaldırılmasından önceki güvenlik görevlisi.
    asesbaşı * Yeniçeri ocağındaki askerî görevinin yanısıra, başşehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanın
    çorbacı başısına verilen ad.
    asetat * Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam.
    asetatlı * Birleşimine asetat karıştırılmış.
    asetik * Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taşıyan.
    asetik asit * Sirkeye tadınıve özelliklerinden birçoğunu veren asit.
    asetilen * Renksiz, sarımsak kokulu, güçlü ve beyaz bir ışık vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz.
    aseton * Birçok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev alır, eter kokusunda bir sıvı.
    asfalt * Siyah renkte şekilsiz bir cins bitüm.
    * Ana maddesi katran olan ve yolların kaplanmasında kullanılan karışım.
    * Asfaltlanmış.
    asfaltit * Petrolün ayrışması ile oluşan ve çoklukta tortul kayaçların gözeneklerinde bulunan doğal bitüm.
    asfaltlama * Asfaltlamak işi.
    asfaltlamak * Asfaltla kaplamak.
    asfaltlanma * Asfaltlanmak işi.
    asfaltlanmak * Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak.
    asgarımüşterek * Herkes tarafından kabul edilen nokta, üzerinde anlaşmaya varılan husus, uyuşulan konu, ortak payda.
    asgarî * En az, en aşağı, en azından, en düşük.
    * Minimum.
    asgarî ücret * İşçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi
    ihtiyaçlarını günün fiyatlarıüzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret.
    ashap * Sahipler.
    * Hz. Muhammed’in meclislerinde ve konuşmalarında bulunanlar, sahabeler.
    ası * Asmak işi.
    -ası/ -esi * Fiilden sıfat yapan ek.
    asıda olmak (veya asıda kalmak) * bir işe son verilmeyip öylece bırakılmışolmak veya kalmak.
    asık * Somurtkan.
    * Asılı.
    asık suratlı * Hoşnutsuzluğunu, kızgınlığınıyüzüne sert bir anlam vererek belirten” öfkeli görünüşlü yüzü olan.
    asıl * Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı.
    * Kök, köken, kaynak.
    * Gerçeklik, esas, hakikat.
    * Soy, nesep.
    * Gerçek.
    * Bir şeyin temelini oluşturan, ana.
    * Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamışolan.
    * (a’sıl) Başlıca, başta gelen, gerçek olarak.
    asıl nüsha * Bir yazma eserin veya belgenin kopyalarının dayandığıözgün biçimi.
    asıl sayılar * Sıra veya üleştirme eki almamışyalın sayılar.
    asıl vurgu * Kelimenin aslındaki vurgu.
    asılanma * Asılanmak işi, intifa.
    asılanmak * Bir şeyden yarar sağlamak, intifa etmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 90

    asılı * Asılmışolan.
    asılış * Asılmak işi veya biçimi.
    asıllı * Bir kökene dayanan, kökenli.
    asılma * Asılmak işi.
    asılmak * Asmak işi yapılmak veya asmak işine konu olmak.
    * Bir yere tutunup sarkmak.
    * Tutup çekmek.
    * Bir şey isterken karşısındakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ısrar etmek.
    * Hızla eline almak.
    * Boynuna ip geçirip sallandırılarak öldürülmek, idam edilmek.
    * Karşıcinsin ilgisini çekmek için çarpıcıdavranışlarda bulunmak.
    * Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.
    asılmışadam * Salepgillerden, çiçekleri asılmış bir insana benzeyen ve köklerinden salep çıkarılan bir bitki.
    asılsız * Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksız, köksüz (haber).
    asıltı * Çözünemeyen madde parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmışdurumu, süspansiyon.
    * Böyle bir sıvıkarışımı, süspansiyon.
    asım * Asma işi.
    asım takım * Kadınların takındıklarısüs eşyası.
    asıntı * Bir işi hemen yapmayıp bekleterek geri bırakma, tehir, tavik.
    * Birini tedirgin edecek kadar üzerine düşme.
    * Sırnaşan, tebelleşolan kimse.
    asıntı olmak * tebelleşolmak, sırnaşmak.
    asıp kesmek * (genellikle iş başında bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak.
    asır * Yüzyıl.
    * Çağ.
    asırlarca * Yüzlerce yıl.
    asırlık * Yüzyıllık.
    asi * Başkaldıran, isyan eden.
    * Hayırsız, dik başlı.
    aside * Un, et ve bamya ile yapılan bir Arap yemeği.
    asidimetre * Asitölçer.
    asil * Soylu.
    * Yüksek duygu ile yapılan.
    * Bir görevde temelli olan, vekil karşıtı.
    asileşme * Asileşmek işi.
    asileşmek * Karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.
    asilik * Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlık.
    asilik etmek * karşı gelmek, başkaldırmak.
    asillik * Asil olma durumu, asalet.
    * Soylu olma durumu, soyluluk.
    asilzade * Soylu.
    asilzadelik * Soyluluk.
    asimetri * Simetrisi olmayan, bakışımsızlık.
    asimetrik * Simetrik olmayan, bakışımsız.
    asimilâsyon * Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme.
    * Benzeşme.
    asimile * Bu söz “benzeşmek”, “kendine uydurmak” anlamında “asimile etmek” biçiminde kullanılır.
    asimptot * Bir eğriye giderek yaklaşan, ama sonuna kadar uzatılsa bile yaklaştığıhâlde eğriyi kesmeyen doğru;
    sonuşmaz.
    asistan * Yardımcı.
    * Araştırma görevlisi.
    asistanlık * Asistan, araştırma görevlisi olma durumu asistanın görevi.
    asit * Turnusolün mavi rengini kırmızıya çevirmek özelliğinde olan ve birleşimindeki hidrojenin yerine maden
    alarak tuz oluşturan hidrojenli birleşik, hamız.
    asit alkol * Aynızamanda asit ve alkol gruplarını içeren birleşiklere verilen ad.
    asit borik * Bkz. borik asit.
    asit fenik * Bkz. fenol.
    asitölçer * Bir asidin özelliğini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre.
    ask * Bkz. asklı.
    askarit * Bağırsak solucanı.
    asker * Erden mareşale kadar orduda görevli bulunan herkes.
    * Askerlik görevi veya ödevi.
    * Ordunun yalnız er rütbesinde olan bölümü.
    * Topluluk düzenine saygısı olan, disiplinli.
    * Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüşmesini başaran.
    asker çıkarmak * (bir devlet) belli kanunlara bağlı olarak asker toplamak.
    * kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme.
    asker gibi * disiplinli, düzgün.
    asker kaçağı * Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağından ayrılan veya oraya gitmekten kaçan kimse.
    asker ocağı * Askerlik ödevinin yapıldığıkışla, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad.
    asker olmak * askerlik ödevine başlamak.
    asker tayını * Erlere verilen azık.
    askerce * Askere yakışır biçimde.
    askerci * Asker yanlısı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 79

    Arapçalaştırma * Arapçalaştırmak işi.
    Arapçalaştırmak * Arapçaya çevirmek.
    * Arap dili özelliği kazandırmak.
    Araplaşma * Araplaşmak durumu.
    Araplaşmak * Arap olmak, Araplığı benimsemek.
    Araplaştırma * Araplaştırmak işi.
    Araplaştırmak * Arap kimliğini kazandırmak.
    Araplık * Arap olma durumu.
    Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karışık durum.
    Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yaprakları olan uzadıkça aşağıdoğru sarkan bir tür süs bitkisi.
    ararot * Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlıkamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması
    yapmaya yarayan un.
    ararot kamışı * Maranta.
    Arasat * Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer.
    arası(veya araları) açılmak (açık olmak veya bozulmak) * arkadaşlıklarısarsılmak, arkadaşlık bağlarıkopmak, birbirine darılmak.
    arası geçmeden * vakit geçmeden, sıcağısıcağına.
    arasıhoş(veya iyi) olmamak * o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak.
    arası olmamak * geçinememek.
    arasısoğumak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek.
    arasına (veya aralarına) karışmak * büyüyüp yetişmek.
    arasız * Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira.
    arasta * Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm.
    araşit * Yer fıstığı.
    araştırı * Araştırma.
    araştırıcı * Araştıran, inceleyen, araştırman, araştırmacı(kimse).
    * Meraklı, mütecessis.
    araştırıcılık * Araştırıcının yaptığı iş.
    araştırılma * Araştırılmak işi.
    araştırılmak * Araştırma yapılmak, gözden, geçirilmek.
    araştırma * Araştırmak işi, taharri.
    * Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma.
    araştırma filmi * Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film.
    araştırma görevlisi * Yüksek öğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca
    verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.
    araştırmacı * Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman.
    araştırmacılık * Araştırmacı olma durumu.
    araştırmak * Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
    * Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak.
    * Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.
    araştırman * Araştırıcı.
    aratış * Aratmak işi veya biçimi.
    aratma * Aratmak işi.
    aratmak * Aramak işini bir başkasına yaptırmak.
    * Arzu ettirmek, istetmek.
    aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak.
    araya almak * bir çevreye kabul etmek.
    araya girmek * iki kişinin arasındaki bir işe karışmak.
    * iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak.
    * bir işyapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.
    araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak.
    araya koymak * bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak.
    araya soğukluk girmek * dostluk bağı gevşemek.
    araya vermek * yararsız bir işe harcamak.
    arayıaçmak * aradaki uzaklık artmak.
    arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak.
    arayıyapmak * aralarıaçılmışiki kişiyi barıştırmak.
    * arasıaçılmışkimse ile barışmak.
    arayıcı * Bir şeyi aramayı işedinen kimse.
    * Arama işiyle görevlendirilmişkimse.
    * İstenilen yıldızıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüşalanı geniş
    olan küçük teleskop.
    arayıcıfişeği * Bir tür donanma fişeği.
    arayıp da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak.
    arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 80

    arayıp sormak * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek.
    arayış * Aramak işi veya biçimi.
    araz * Belirtiler.
    * Hastalık belirtileri, semptom.
    * İlinek.
    arazbar * Türk müziğinde bir birleşik makam.
    arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleşik makam.
    arazi * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak.
    arazi açma * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme.
    araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak.
    arbalet * Kundaklı, tetikli yay.
    arbede * Gürültülü kavga, patırtı.
    arbitraj * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi.
    arboretum * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm.
    arda * İşaret olarak yere dikilen çubuk.
    * Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem.
    * Ardıl.
    ardak * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç.
    ardaklanma * Ardaklanma işi, durumu.
    ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak.
    ardıarasıkesilmemek * aralıksız olarak gelmek.
    ardıardına * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız.
    ardıkesilmek * arkası gelmemek, tükenmek.
    ardısıra * Peşinden, arkasından.
    ardıç * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan
    bir ağaççık (Juniperus).
    ardıç kuşu * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş
    türü (Turdus pilaris).
    ardıç otu * Ardıç ağacının küçük bitkisi.
    ardıç rakısı * Cin.
    ardıl * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef.
    * Bir çıkarımda varılan sonuç.
    ardıl görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü.
    ardılma * Ardılma işi.
    ardılmak * Birisinin sırtına asılmak.
    * Musallat olmak, asılmak, takılmak.
    * Sataşmak, çatmak.
    ardın ardın * Geri geri, ardısıra.
    ardına (veya arkasına) düşmek * arkasından gitmek, peşini bırakmamak.
    ardına kadar açık * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık.
    ardınca * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra.
    ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır.
    ardından (veya arkasından) atlıkovalamak * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir.
    ardından sapan taşıyetişmez * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır.
    ardınıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak.
    ardını bırakmamak * Bkz. peşini bırakmamak.
    ardınıkesmek * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.
    ardışık * Birbiri ardından gelen, mütevali.
    ardışık görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü.
    ardışık olgular * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular.
    ardışık sayılar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar.
    ardışıklık * Ardışık olma durumu.
    ardiye * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
    * Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.
    ardiyeci * Ardiye işleten kimse.
    * Ardiyeye bakan kimse.
    arduaz * Kayağan taş, kayrak.
    arefe * Bkz. arife.
    arefe günü * Bkz. arife günü.
    arena * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan.
    * Siyasî çekişmelerin geçtiği yer.
    areometre * Sıvıölçer.