Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 102

    atomik * Atomla ilgili olan.
    atonal * Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlıkalmadan oluşturulan (beste).
    atölye * Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığıyer, işlik.
    atölye resmi * Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim.
    atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapılan, müşterileri oyalayıcı, eğlendirici, ilgi çekici gösteri.
    atropin * Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir ilâç.
    atsan atılmaz, satsan satılmaz * işe yaramadığıveya sıkıntıverdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenir.
    attan inip eşeğe binmek * bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak.
    attar * Bkz. aktar.
    attığıtırnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılır.
    attırma * Attırmak işi.
    attırmak * Atmak işini yaptırmak.
    Au * Altın’ın kısaltması.
    aut * Top oyunlarında topun karşıtakım oyuncularının vuruşuyla oyun alanının veya kale çizgisinin arkasına
    geçmesi.
    av * Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama işi.
    * Bir hayvanın bir başka hayvanıyemek için yakalaması.
    * Bu yollarla yakalanan hayvan.
    * Tuzağa düşürülen, kendisinden yararlanılan kimse.
    -av / -ev * Fiilden isim türeten ek: sına-v, gör-ev, öd-ev, işle-v, türe-v vb.
    av avlanmış, tav tavlanmış * olan olmuş, işişten geçmiş, artık yapacak bir şey yok.
    av dönemi * Av hayvanlarının avlanmasıveya bu amaçla kullanılan av araçlarının kullanılmasının serbest olduğu yılın
    belirli bölümü.
    av köpeği * Tazı, kopoy, zağar gibi ava yardımcılık etmeye alıştırılmışköpek.
    av kuşu * Avlanılan kuş.
    av mevsimi * Av dönemi.
    av yasağı * Yılın av dönemi dışında kalan zamanda konulan yasak.
    ava çıkmak * avlanmak için gitmek.
    avadancı * Eski Osmanlısarayında bir sınıf hademe.
    avadanlık * Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı.
    aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanların ödememesi hâlinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet
    bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.
    aval * Saflığısersemlik derecesine varan (kimse).
    aval aval * Aptal bir biçimde, aptal aptal.
    avam * Halkın aşağıtabakası.
    * Halk.
    avanak * Kolaylıkla kandırılabilen veya aldatılabilen, aptal, bön.
    avanakça * Avanak gibi, avanağa uygun düşen biçimde.
    avanaklık * Avanak olma durumu, avanakça davranış.
    avanaklık etmek * aptallık etmek, avanak gibi davranmak.
    avangart * Öncü.
    avans * Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik, peşinat.
    avans almak * öndelik almak.
    avans çekmek * öndelik çekmek.
    avans vermek * öndelik vermek.
    avanta * Bir kimsenin, emek vermeden sağladığıkazanç.
    avantacı * Çıkarcı, beleşçi, bedavacı.
    avantacılık * Çıkarcılık, beleşçilik, bedavacılık.
    avantadan * bedavadan, beleşten.
    avantaj * Üstünlük sağlayan şey, yarar, kâr.
    avantajlı * Yarar sağlayan, yararlı(durum veya şey).
    avantajsız * Yarar sağlamayan, yararsız.
    avantür * Serüven, macera.
    avantüriyer * Serüvene atılan, maceracı.
    Avar * Kuzeydoğu Kafkasya’da Dağıstan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan halk.
    * III. – VI. yüzyıllar arasında Moğolistan’da VI. – IX. yüzyıllar arasında Orta Avrupa’da yaşamışhalk.
    avara * Bir geminin başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
    * Kıyıya dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut.
    avara * İşe yaramaz, kötü.
    * Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 103

    avara kasnak işlemek (veya dönmek) * hiçbir işe yaramadan boşuna.
    avaraya almak * o bölümün çalışmasınıdurdurmak.
    Avarca * Avarların kullandığıdil.
    avare * İşsiz, işsiz güçsüz, başı boş, başı boşluk, aylak.
    avare dolaşmak * işsiz, işsiz güçsüz, başı boş, aylak dolaşmak.
    avare etmek * bir kimseyi işinden alıkoymak.
    avare olmak * işsiz güçsüz dolaşmak.
    avareleşme * Avareleşmek durumu.
    avareleşmek * Aylaklık etmek.
    avarelik * İşsizlik, başı boşluk, aylaklık.
    avarız * Kazalar, belâlar.
    * Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
    * Osmanlılarda önceleri yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak halktan toplanan vergi.
    avarya * Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
    * Çeşitli sebeplerle dayanıklılığınıve esnekliğini kaybetmişyapağıve yün.
    avaz * Yüksek ses, nara.
    avaz avaz (bağırmak) * var gücüyle bağırmak.
    avazıçıktığıkadar * çok yüksek sesle.
    avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
    * Avcılara özgü olan.
    * Başka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
    * Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çıkaran, tanıtan kimse.
    avcıeri * Piyade mangasında her ere verilen ad.
    avcıhattı * Savaşta düşmana doğru dağılarak ön safta ilerleyen asker topluluğu.
    avcı otu * Düğün çiçeğigillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis).
    avcıuçağı * Düşman uçaklarınıdüşürmek için kullanılan uçak.
    avcılık * Avcı olma durumu veya işi.
    avcılık etmek * avlanma ile uğraşmak.
    avcu kaşınmak * halk inanışına göre eline bir yerden para geçeceği anlaşılmak.
    avcuna saymak * peşin olarak ödemek.
    avcunu yalamak * umduğunu ele geçirememek.
    avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir şeyi) çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek.
    avcunun içinde tutmak * ona istediğini yaptıracak güçte olmak.
    avcunun içine almak * bir kimseyi baskıve etkisi altına almak.
    avdet * Dönüş, geri gelme.
    avdet etmek * dönmek, geri gelmek.
    avdetî * (genellikle Musevîler için) İslâm dinine dönmüşolan.
    avene * Yardakçılar.
    averaj * Ortalama.
    * Sayıfarkı.
    avgın * Duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalısu yolu.
    avisto * Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve “görüldüğünde” anlamına gelen bir terim.
    avize * Tavana asılan, şamdanlı, lâmbalı, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı.
    avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika’dan dünyanın her yanına yayılmışolan, avize biçiminde sarkık, iri ve beyaz
    çiçekli bir süs ağacı(Yucca glosiosa).
    avlak * Avıçok olan yer, av yeri.
    avlama * Avlamak işi.
    * Voleybolda karşı oyuncuların boş bıraktığıve yetişemeyeceği yere topu yavaşça indirip sayıalma.
    avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
    * Tuzağa düşürmek, kurnazlıkla kandırmak.
    avlanma * Avlanmak işi.
    avlanmak * Avlamak işine konu olmak.
    * Ava gitmek, ava çıkmak, av için dolaşmak.
    avlatma * Avlatmak işini yaptırma.
    avlatmak * Avlanmak işini yaptırmak.
    avlu * Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan.
    avokado * Amerikan armudu (Persea americana).
    avrat * Kadın.
    * Karı, eş.
    avrat pazarı * Cariyelerin satıldığıpazar.
    * Kadınların öteberi sattıklarıpazar yeri.
    avret * Ut yeri.
    Avrupa kayını * Avrupa’da yetişen bir kayın türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 91

    askercilik * Askerci olma durumu.
    * Bir tür çocuk oyunu.
    askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.
    askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek.
    askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak.
    askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü.
    askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama.
    askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.
    askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker.
    askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük.
    askerî rüştiye * Askerî ortaokul.
    askerîleşme * Askerîleşmek işi.
    askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak.
    askerîleştirme * Askerîleştirmek işi.
    askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak.
    askeriye * Askerlik.
    askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.
    askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi.
    askerlik etmek * askerlik yapmak.
    askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi.
    askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak.
    askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması.
    askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
    * Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
    * Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
    * Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
    * Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
    * Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
    * Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
    tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
    * Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
    * Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
    * Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
    * İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
    * Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
    ödül.
    askıda bırakmak * sonuca vardırmamak.
    askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak.
    askılı * Askısı olan.
    askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
    * Asılıp saklanacak sebze, meyve.
    * Vestiyer.
    askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
    * Karşıcinsi rahatsız eden kimse.
    askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
    * oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
    * bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.
    askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.
    askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak.
    asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar).
    askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad.
    asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.
    Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak.
    aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
    çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
    * Gürbüz ve yiğit adam.
    aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı.
    aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
    * sağlığıyerinde.
    aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.
    aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay.
    aslan sütü * Rakı.
    aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir.
    aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan.
    aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.
    aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe.
    aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası.
    aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü.
    aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç.
    aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki.
    aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus).
    aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 89

    asalaklaşmak * Asalak duruma gelmek.
    asalaklık * Asalak olanın durumu.
    asalet * Soyluluk.
    * Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karşıtı.
    * Yazıda veya sözde bayağısöz ve deyim bulunmamasıdurumu.
    asaleten * Bir görevde temelli olarak, asıl olarak, vekâleten karşıtı.
    * Kendi adına hareket ederek.
    asaleten atama * Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama.
    asamble * Kurul.
    asansör * İnsanlarıveya yükleri bir yapının bir katından ötekine veya yüksek yerlere çıkarıp indiren elektrikle işler
    araç.
    asansör boşluğu * Binalarda asansörün işlemesi için bırakılan boşluk.
    asansörcü * Asansörün bakım ve onarımınıyapan kimse.
    * Otel ve hastahane gibi büyük kuruluşlarda asansörün düzenli çalışmasınısağlayan kimse.
    asap * Sinirler.
    asar * Yapılar, eserler.
    asarıatika * Eski yapılar, eski eserler.
    asayiş * Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik.
    asayiş berkemal * Güvenliğin yerinde olduğunu anlatır.
    asbaşkan * İkinci başkan.
    asbest * Tremolitin bozulmasından oluşan lifli, kırılmadan bükülebilen ve ateşte niteliği değişmeyen bir mineral, taş
    pamuğu, kaya lifi.
    asbest yünü * Asbestin işlenerek yün biçimine sokulmuşu.
    aselbent * Hekimlikte ve koku yapımında kullanılan, aselbent ağacının kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine.
    * Bu reçinenin elde edildiği ağaç (Styrax officinalis).
    asenkron * Eşzamanlı olmayan, başlama ve bitme anları başka olan (olaylar); senkron, eşzaman karşıtı, yadın kurun.
    asepsi * İlâç kullanmadan, yalnız ısıyardımı ile aygıt ve pansuman gereçleri gibi şeyleri mikropsuzlaştırma işi.
    aseptik * Her türlü mikroptan arınmış.
    ases * Gece bekçisi.
    * Osmanlıİmparatorluğunda yeniçeri ocağının kaldırılmasından önceki güvenlik görevlisi.
    asesbaşı * Yeniçeri ocağındaki askerî görevinin yanısıra, başşehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanın
    çorbacı başısına verilen ad.
    asetat * Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam.
    asetatlı * Birleşimine asetat karıştırılmış.
    asetik * Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taşıyan.
    asetik asit * Sirkeye tadınıve özelliklerinden birçoğunu veren asit.
    asetilen * Renksiz, sarımsak kokulu, güçlü ve beyaz bir ışık vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz.
    aseton * Birçok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev alır, eter kokusunda bir sıvı.
    asfalt * Siyah renkte şekilsiz bir cins bitüm.
    * Ana maddesi katran olan ve yolların kaplanmasında kullanılan karışım.
    * Asfaltlanmış.
    asfaltit * Petrolün ayrışması ile oluşan ve çoklukta tortul kayaçların gözeneklerinde bulunan doğal bitüm.
    asfaltlama * Asfaltlamak işi.
    asfaltlamak * Asfaltla kaplamak.
    asfaltlanma * Asfaltlanmak işi.
    asfaltlanmak * Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak.
    asgarımüşterek * Herkes tarafından kabul edilen nokta, üzerinde anlaşmaya varılan husus, uyuşulan konu, ortak payda.
    asgarî * En az, en aşağı, en azından, en düşük.
    * Minimum.
    asgarî ücret * İşçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi
    ihtiyaçlarını günün fiyatlarıüzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret.
    ashap * Sahipler.
    * Hz. Muhammed’in meclislerinde ve konuşmalarında bulunanlar, sahabeler.
    ası * Asmak işi.
    -ası/ -esi * Fiilden sıfat yapan ek.
    asıda olmak (veya asıda kalmak) * bir işe son verilmeyip öylece bırakılmışolmak veya kalmak.
    asık * Somurtkan.
    * Asılı.
    asık suratlı * Hoşnutsuzluğunu, kızgınlığınıyüzüne sert bir anlam vererek belirten” öfkeli görünüşlü yüzü olan.
    asıl * Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı.
    * Kök, köken, kaynak.
    * Gerçeklik, esas, hakikat.
    * Soy, nesep.
    * Gerçek.
    * Bir şeyin temelini oluşturan, ana.
    * Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamışolan.
    * (a’sıl) Başlıca, başta gelen, gerçek olarak.
    asıl nüsha * Bir yazma eserin veya belgenin kopyalarının dayandığıözgün biçimi.
    asıl sayılar * Sıra veya üleştirme eki almamışyalın sayılar.
    asıl vurgu * Kelimenin aslındaki vurgu.
    asılanma * Asılanmak işi, intifa.
    asılanmak * Bir şeyden yarar sağlamak, intifa etmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 90

    asılı * Asılmışolan.
    asılış * Asılmak işi veya biçimi.
    asıllı * Bir kökene dayanan, kökenli.
    asılma * Asılmak işi.
    asılmak * Asmak işi yapılmak veya asmak işine konu olmak.
    * Bir yere tutunup sarkmak.
    * Tutup çekmek.
    * Bir şey isterken karşısındakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ısrar etmek.
    * Hızla eline almak.
    * Boynuna ip geçirip sallandırılarak öldürülmek, idam edilmek.
    * Karşıcinsin ilgisini çekmek için çarpıcıdavranışlarda bulunmak.
    * Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.
    asılmışadam * Salepgillerden, çiçekleri asılmış bir insana benzeyen ve köklerinden salep çıkarılan bir bitki.
    asılsız * Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksız, köksüz (haber).
    asıltı * Çözünemeyen madde parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmışdurumu, süspansiyon.
    * Böyle bir sıvıkarışımı, süspansiyon.
    asım * Asma işi.
    asım takım * Kadınların takındıklarısüs eşyası.
    asıntı * Bir işi hemen yapmayıp bekleterek geri bırakma, tehir, tavik.
    * Birini tedirgin edecek kadar üzerine düşme.
    * Sırnaşan, tebelleşolan kimse.
    asıntı olmak * tebelleşolmak, sırnaşmak.
    asıp kesmek * (genellikle iş başında bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak.
    asır * Yüzyıl.
    * Çağ.
    asırlarca * Yüzlerce yıl.
    asırlık * Yüzyıllık.
    asi * Başkaldıran, isyan eden.
    * Hayırsız, dik başlı.
    aside * Un, et ve bamya ile yapılan bir Arap yemeği.
    asidimetre * Asitölçer.
    asil * Soylu.
    * Yüksek duygu ile yapılan.
    * Bir görevde temelli olan, vekil karşıtı.
    asileşme * Asileşmek işi.
    asileşmek * Karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek.
    asilik * Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlık.
    asilik etmek * karşı gelmek, başkaldırmak.
    asillik * Asil olma durumu, asalet.
    * Soylu olma durumu, soyluluk.
    asilzade * Soylu.
    asilzadelik * Soyluluk.
    asimetri * Simetrisi olmayan, bakışımsızlık.
    asimetrik * Simetrik olmayan, bakışımsız.
    asimilâsyon * Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme.
    * Benzeşme.
    asimile * Bu söz “benzeşmek”, “kendine uydurmak” anlamında “asimile etmek” biçiminde kullanılır.
    asimptot * Bir eğriye giderek yaklaşan, ama sonuna kadar uzatılsa bile yaklaştığıhâlde eğriyi kesmeyen doğru;
    sonuşmaz.
    asistan * Yardımcı.
    * Araştırma görevlisi.
    asistanlık * Asistan, araştırma görevlisi olma durumu asistanın görevi.
    asit * Turnusolün mavi rengini kırmızıya çevirmek özelliğinde olan ve birleşimindeki hidrojenin yerine maden
    alarak tuz oluşturan hidrojenli birleşik, hamız.
    asit alkol * Aynızamanda asit ve alkol gruplarını içeren birleşiklere verilen ad.
    asit borik * Bkz. borik asit.
    asit fenik * Bkz. fenol.
    asitölçer * Bir asidin özelliğini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre.
    ask * Bkz. asklı.
    askarit * Bağırsak solucanı.
    asker * Erden mareşale kadar orduda görevli bulunan herkes.
    * Askerlik görevi veya ödevi.
    * Ordunun yalnız er rütbesinde olan bölümü.
    * Topluluk düzenine saygısı olan, disiplinli.
    * Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüşmesini başaran.
    asker çıkarmak * (bir devlet) belli kanunlara bağlı olarak asker toplamak.
    * kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme.
    asker gibi * disiplinli, düzgün.
    asker kaçağı * Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağından ayrılan veya oraya gitmekten kaçan kimse.
    asker ocağı * Askerlik ödevinin yapıldığıkışla, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad.
    asker olmak * askerlik ödevine başlamak.
    asker tayını * Erlere verilen azık.
    askerce * Askere yakışır biçimde.
    askerci * Asker yanlısı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 84

    arkalanma * Arkalanmak işi.
    arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak.
    arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan.
    arkalıç * Arkalık.
    arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
    * Sırt dayamaya yarar yer.
    * Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.
    arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan.
    arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan.
    arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak.
    arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.
    arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak.
    arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak.
    arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak.
    arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen.
    arkasısıra * arkasından.
    arkasısıra * Ardından, peşinden.
    arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
    * Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.
    arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
    * desteğini sağlamak.
    arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak.
    arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
    * (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
    arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır.
    arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak.
    arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda.
    arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
    * birine çok ilgi duymak.
    arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak.
    arkasını(bir şeye) vermek * dönmek.
    arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek.
    arkasınıalmak * bir işi tamamlamak.
    arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek.
    arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek.
    arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek.
    arkasız * Arkalığı olmayan.
    * Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.
    arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde.
    arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek.
    arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.
    arke * İlk ana madde.
    arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh.
    arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı.
    arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
    organı.
    arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.
    arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi.
    arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili.
    arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.
    arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak.
    arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç.
    arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan.
    arlanma * Arlanmak işi.
    arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak.
    arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz.
    arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 85

    arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur.
    arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
    * Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.
    arma donatmak * armayıyerli yerine koymak.
    arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek.
    arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak.
    armada * Donanma.
    armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta.
    armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha.
    armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
    * Ödül.
    * Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
    * Bağış, ihsan.
    armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek.
    armalı * Arması bulunan.
    armatör * Ticaret gemisi sahibi.
    armatörlük * Armatör olma durumu.
    * Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.
    armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
    * Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
    yerleştirilen demir parçası.
    * Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.
    armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum.
    armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra.
    armonik * Armoni ile ilgili olan.
    * Armonika.
    armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
    * Akordeon.
    armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler.
    armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası).
    armonyum * Taşınabilir küçük org.
    armudî * Armut biçiminde olan.
    armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın.
    armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer.
    armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
    * Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
    * Fazla bön.
    armut gibi * çok anlayışsız, bön.
    armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı.
    armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.
    armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır.
    armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top.
    armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek.
    armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi.
    Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
    * Bu halka özgü olan (şey).
    Arnavut bacası * Çatıpenceresi.
    Arnavut biberi * Acıkırmızı biber.
    Arnavut ciğeri * Ciğer tavası.
    Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım.
    Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil.
    Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak.
    Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.
    Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu.
    Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak.
    Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
    * Arnavut halkının bütünü.
    arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği.
    aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku.
    aromatik * Hoşkokulu, aromalı.
    arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
    oluşturulan, sulamaya yarar araç.
    arp * Bkz. harp (II).
    arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
    çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
    * Bu bitkinin taneleri.
    arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 86

    arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir.
    arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü.
    arpa suyu * Bira.
    arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye.
    arpacı * Arpa alan ve satan kimse.
    arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek.
    arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
    * Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
    göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
    * Arpa biçiminde şehriye.
    arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan.
    arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi.
    arpağan * Yabanî arpa.
    arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
    * Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.
    arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
    * Arpa konulan yer.
    * Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
    * Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
    * Başmaklık.
    * Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
    arpalık etmek * arpalık yapmak.
    arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak.
    arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak.
    arpçı * Arp çalan kimse.
    arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması.
    arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer.
    arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
    süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
    As.
    arsıulusal * Uluslar arası.
    arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
    * Aç gözlü davranan (kimse).
    * Kolayca üreyebilen (bitki).
    arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak.
    arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde.
    arsızlanma * Arsızlanmak işi.
    arsızlanmak * Arsızlık etmek.
    arsızlaşma * Arsızlaşmak işi.
    arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek.
    arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık.
    arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.
    arslan * Aslan.
    arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır.
    arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke.
    arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı.
    arş * Askerlikte “yürü” komutu.
    arşe * Keman yayı.
    * Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
    doğru uzanmışdemir yay.
    arşetip * İlk örnek.
    arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök.
    arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü.
    arşınlama * Arşınlamak işi.
    arşınlamak * Arşınla ölçmek.
    * Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.
    arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar.
    arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.
    arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
    * Avusturya hanedanında prenses.
    arşiv * Belgelik.
    arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı.
    arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi.
    arşivleme * Arşivlemek işi.
    arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak.
    art * Arka, geri.
    * Bir şeyin öbür yüzü.
    art arda * Birbirinin arkasından.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 87

    art avurt * Avurdun arka bölümü.
    art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses.
    art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.
    art damak * Damağın arka bölümü.
    art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
    sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.
    art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce.
    art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak.
    art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir.
    art niyet * Art düşünce.
    art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk.
    art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker.
    art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.
    art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi.
    art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni.
    artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
    * Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.
    artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket.
    artakalma * Artakalmak işi veya durumu.
    artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.
    artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
    kıta, dümdar.
    * Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).
    artçılık * Artçının görevi.
    arter * Atardamar.
    * Trafiği yoğun olan ana yol.
    arterit * Atardamar bozukluğu.
    artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu.
    artezyen kuyusu * Artezyen.
    artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
    * Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.
    artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı.
    artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot.
    artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
    * Kalan veya artan bölüm.
    * Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
    * Daha çok, daha fazla.
    * Bundan böyle, sonra, daha, yeter.
    artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
    sahip olduğu ek değer.
    artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek.
    artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün.
    artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire.
    artıklama * Artıklamak işi.
    artıklamak * Yemekte artık bırakmak.
    artım * Artma, artış, çoğalma.
    artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan.
    artın * Katyon.
    artırılma * Artırılmak işi.
    artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek.
    artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
    * Müzayedede artırma.
    artırma * Artırmak işi.
    * Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
    müzayede.
    artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
    * Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
    * Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
    * Herhangi bir davranışta ileri gitmek.
    artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış.
    artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
    * Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.
    artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse).
    artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi.
    artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı.
    artistlik * Artistin görevi.
    * Artist olma durumu.
    artma * Artmak işi.
    artmak * Büyük heybe.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 88

    artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
    * Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
    * Değeri yükselmek, fazlalaşmak.
    artrit * Eklem romatizması.
    artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı.
    arttırma * Arttırmak işi.
    arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
    * Yükseltmek.
    aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
    Edebiyatınazım ölçüsü.
    arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.
    Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
    eden mezhep.
    arz * Sunma.
    * (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.
    arz * En, genişlik.
    arz * Yer, yeryüzü.
    arz dairesi * Bkz. enlem dairesi.
    arz derecesi * Bkz. enlem.
    arz etmek * sunmak.
    * saygı ile bildirmek.
    arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda.
    arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.
    arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem.
    arzanî * Enine olan.
    arziyat * Yer bilimi, jeoloji.
    arzu * İstek, dilek.
    * Heves.
    arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak.
    arzu etmek * yürekten istemek.
    arzuhâl * Dilekçe, istida.
    arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
    arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.
    arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi.
    arzulama * Arzulamak işi.
    arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek.
    arzulu * İstekli, hevesli.
    arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.
    As * Arsenik’in kısaltması.
    as * Kakım.
    as * İskambil kâğıtlarında birli.
    * Bir işte başta gelen (kimse veya şey).
    as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.
    as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri.
    as yön * Ara yön.
    asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
    tür ağaç veya metalden değnek.
    * Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.
    asabî * Sinirli.
    * Sinirle ilgili, sinirsel.
    asabîleşme * Asabîleşmek işi.
    asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.
    asabîlik * Asabî olma durumu.
    asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı.
    asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma.
    asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî.
    asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
    neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.
    asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar).
    asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
    parazit.
    * Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.
    asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
    savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.
    asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 74

    anut * İnatçı, ayak direyici.
    anüri * İdrarınıyapamama şeklinde ağır bir böbrek rahatsızlığı belirtisi.
    anüs * Sindirim kanalının doğru bağırsak denilen son bölümündeki çıkışdeliği, makat, şerç.
    anüs yüzgeci * Balıklarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç.
    anyon * Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin.
    anzarot * Sıcak ülkelerde yetişen bodur bir ağaç (Sarcocolla).
    * Bu ağacın yara tedavisinde kullanılan reçinesi.
    * Rakı.
    aort * Kalbin sol karıncığından çıkan ve vücuda kırmızıkan dağıtan büyük atardamar.
    apacı * Çok acı.
    apaçık * Çok açık, çok belirgin.
    apaçıklık * Apaçık olma durumu.
    * Bir şeyin, hiçbir kuşkuya yer bırakmaksızın aydınlık, açık bir biçimde görünmesi.
    apak * Çok ak.
    apala * Abla.
    apalak * (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri.
    apandis * Kör bağırsağın ince bir parmak gibi olan son bölümü.
    apandisit * Apandisin iltihaplanması.
    apansız * Hiç beklenmedik bir sırada, pek ansızın.
    apansızın * Birdenbire, çok anî olarak.
    apar topar * Telâşve acele ile, yaka paça.
    aparey * Çeşitli parçalardan meydana gelen alet, cihaz.
    aparkat * Boksta bükük kolla aşağıdan yukarıya doğru atılan yumruk.
    aparma * Aparmak işi.
    aparmak * Almak, alıp götürmek.
    * Gizlice almak, alıp kaçmak, çalmak.
    apart otel * Müşterilerin kendi yeme ve içme ihtiyacınıkarşılayabilmek için gerekli malzemeler ile donatılmış bağımsız
    apartman veya villâ tipinde inşa edilmişancak otel gibi işletilen konaklama tesisi.
    apartman * Birkaç katlıve her katında bir veya birkaç daire bulunan yapı.
    apaş * Külhan beyi, kabadayı, hayta.
    apatit * Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.
    apaydın * Çok aydınlık.
    apaydınlık * Apaydın olma durumu.
    apayrı * Büsbütün ayrı, bambaşka.
    apaz * Avuç.
    * Bir avuç dolusu.
    apaz * Çok az.
    apazlama * Apazlamak işi.
    * Pupa ile orsa arasında geminin omurgasına 450 açı ile esen (rüzgâr).
    * Böyle esen bir rüzgârla.
    apazlamak * Avuçlamak.
    * Yelken rüzgârla dolup şişmek.
    * (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek.
    apel * Anonim ortaklıklarda sermaye artırımı için yapılan ödeme çağrısı.
    aperitif * İştahıaçmak için yemekten önce içilen içki, açar.
    apış * Butların iç tarafı, iki bacak arası.
    apışarası * İki bacağın arasında kalan yer.
    apışak * Bacaklarınıaçarak yürüyen, ayrık bacaklı.
    * Bacaklarıaça aça yürüme.
    apışık * Yorgun, güçsüz, şaşkın.
    * Kuyruğunu apışarasına alarak yılgın yılgın giden (hayvan).
    apışıp kalmak * şaşırmak.
    apışlık * Ağ.
    apışma * Apışmak işi.
    apışmak * Hayvan yorgunluktan bacaklarını birbirinden ayırarak çöküvermek.
    * Oturmak, bacaklarıayırarak çömelmek.
    * Ne yapacağınıkestirememek, şaşırmak.
    apıştırma * Apıştırmak işi.
    apıştırmak * Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bırakmamak.
    * Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalmasını sağlamak.
    apiko * Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldırmaya hazır bulunması.
    * Hazır, tetik.
    * Derli toplu, süslü, şık.
    aplik * Duvar şamdanı, duvar lâmbası.
    aplikasyon * Uygulama.
    * Bir kumaşüzerine başka bir kumaşparçasınıveya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapılan süs.
    * Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazıklarla belirtme.
    aplike * Düz veya desenli bir kumaştan kesilmişmotiflerin bir başka kumaşa işlenmişdurumu.
    apokaliptik * Anlaşılmaz, kapalı, karanlık (söz veya yazı).
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 75

    apokrif * Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı.
    apolet * Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaların omuzlarına takılan işaretli parça, omuzluk.
    * Giysilerin omuzlarına süs olarak takılan parça.
    apoletleri sökülmek * bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atılmak.
    aport * Avın veya kendisine gösterilen şeyin üzerine atılıp getirmesi için köpeğe verilen buyruk.
    aposteriori * Deney sonucu ortaya çıkan (bilgi), sonsal.
    apoşi * Çember biçiminde, telden yapılma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ.
    apotr * Yardımcı, koruyucu, havari.
    appassionato * Bir parçanın coşkunca çalınacağınıanlatır.
    apraksi * Bkz. işlev yitimi.
    apre * Kumaşveya derinin cilâlanması, perdahlanması.
    * Dokumacılıkta, boyacılıkta cilâ olarak kullanılan madde.
    apreci * Apre yapan kimse.
    apreleme * Aprelemek işi.
    aprelemek * Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak.
    apreli * Apresi olan.
    apresiz * Apresi yapılmamış, perdahlanmamışveya cilâlanmamış.
    april * Nisan ayı, abril.
    apriori * Hiçbir denemeye dayanmayan ve akıl yordamıyla bulunup ortaya konan, önsel.
    apse * İrin birikimi, çı ban.
    apse yapmak * bir doku içinde iltihap oluşmak.
    apseleşme * Apseleşmek durumu.
    apseleşmek * Yara irin bağlamak, apse yapmak.
    apsent * Pelinle kokulandırılmışsert bir içki.
    apsis * Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın, başlangıç noktasına olan uzaklığının cebirsel değeri.
    * Bir noktanın uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı, koordinat.
    aptal * Zekâsıpek gelişmemiş, zekâ yoksunu, alık, ahmak.
    * Küçümseme belirten seslenme; azarlama.
    aptal aptal * Aptal gibi, aptalca, aval aval.
    aptal olmak * aptal durumda bulunmak.
    aptal yerine koymak (veya koyulmak) * anlamaz, bilmez sanmak (sanılmak).
    aptalca * Biraz aptal.
    * (apta’lca) Aptala yaraşır nitelikte, aptal gibi, ahmakça.
    aptalcasına * Aptala yakışır biçimde, aptal gibi.
    aptallaşma * Aptallaşmak işi veya durumu.
    aptallaşmak * Zekâsını işletemez olmak, alıklaşmak, ahmaklaşmak.
    aptallaştırma * Aptallaştırmak işi veya durumu.
    aptallaştırmak * Aptallaşmasına sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaştırmak.
    aptallığa vurmak * bir şeyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.
    aptallık * Aptal olma durumu veya aptalca iş.
    aptallık etmek * aptalca davranmak veya aptalca işgörmek.
    apteriks * Bkz. kivi.
    aptes * Bkz. abdest.
    aptesbozan * Bkz. abdestbozan.
    aptesbozan otu * Bkz. abdestbozan otu.
    apteshane * Bkz. abdesthane.
    aptesli * Bkz. abdestli.
    apteslik * Bkz. abdestlik.
    aptessiz * Bkz. abdestsiz.
    apukurya * Et kesimi yortusu.
    apul apul * Tombul çocukların bacaklarınıaçarak salına salına yürüyüşlerini anlatır.
    Ar * Argon’un kısaltması.
    ar * Tarım alanları için yüz metre kare değerinde yüzey ölçü birimi.
    ar * Utanma, utanç duyma.
    -ar- / -er- * Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çık-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle
    yapılmışisimler de vardır: keser, açar “anahtar”, çıkar “menfaat” vb.