astar sürmek (veya vurmak, çekmek) | * astar boyası ile boyamak. |
astarıyüzünden pahalı olmak | * bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak. |
astarlama | * Astarlamak işi. |
astarlamak | * Astar geçirmek. * Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek. |
astarlanma | * Astarlanmak işi. |
astarlanmak | * Astar geçirilmek. |
astarlatma | * Astarlatmak işi. |
astarlatmak | * Astar yaptırmak veya geçirtmek. |
astarlı | * Astar geçirilmiş, astarlanmış. |
astarlızarf | * İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmişzarf. |
astarlık | * Astar olmaya elverişli (kumaşvb.). |
astarya | * Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre. |
astasım | * Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısıdurumunda olan bir ek tasım. |
astat | * Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanısonucu elde edilen yapay element. KısaltmasıAt. |
astatin | * Astat. |
asteğmen | * Orduda en küçük rütbeli subay. |
asteğmenlik | * Asteğmen rütbesi veya asteğmenin görevi. |
astığı astık, kestiği kestik | * acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır. |
astım | * Bronşların daralmasından ileri gelen nefes darlığı. |
astımlı | * Astımı olan, astım hastalığına tutulmuşolan. |
astırma | * Astırmak işi. |
astırmak | * Asmak işini yaptırmak. |
astigmat | * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz). |
astigmatizm | * Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu. |
astragan | * Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu. * Bu posttan yapılmışolan. |
astrofizik | * Gök fiziği. |
astrolog | * Yıldız falıyla uğraşan kimse, müneccim. |
astroloji | * Yıldız falcılığı, müneccimlik. |
astronom | * Astronomi bilgini, gök bilimci. |
astronomi | * Gök bilimi, felekiyat. |
astronomik | * Gök bilimiyle ilgili olan. * Aşırıçok yüksek. |
astronomik fiyat | * Çok yüksek fiyat. |
astronomik rakam | * İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam. |
astronot | * Uzay adamı. |
astronotluk | * Uzay adamı olma durumu veya uzay adamının görevi. |
astropikal | * Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan. |
astsubay | * SilâhlıKuvvetler yasasına göre astsubay okullarında yetişerek SilâhlıKuvvetlere katılan astsubay çavuştan astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker. |
astsubay başçavuş | * Astsubaylığın beşinci basamağı. |
astsubay çavuş | * Astsubaylığın ilk basamağı. |
astsubay kıdemli başçavuş | * Astsubaylığın altıncıve son basamağı. |
astsubay kıdemli çavuş | * Astsubaylığın ikinci basamağı. |
astsubay kıdemli üstçavuş | * Astsubaylığın dördüncü basamağı. |
astsubay üstçavuş | * Astsubaylığın üçüncü basamağı. |
astsubaylık | * Astsubay olma durumu veya astsubayın görevi. |
asude | * Sessiz, rahat, sakin. |
asudelik | * Huzur içinde olma, mutluluk. |
asuman | * Gök, gökyüzü. |
Asurca | * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya’da kullanılmışolan ölü bir dil. |
Asyalı | * Asya’da yaşayan kimse. * Asya’ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan). |
Asyalılık | * Asyalı olma durumu. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 93
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 94
aş * Pişirilerek hazırlanan yemek. aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak. aşerme * Aşermek durumu. aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek. aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
* Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
* Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
yer.
* Tekkelerde yemek pişirilen yer.aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer. aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur. aşyermek * Bkz. aşermek. aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
* Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
* Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
* Niteliği düşük, kötü, adî.
* Bayağı, adî.
* Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
* Aşağıya, yere doğru.aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
* bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.aşağıalmak * devirmek, yıkmak. aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler. aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak. aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek. aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan. aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak. aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
* daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
* Genel ev.aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır. aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak. aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek). aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak. aşağılama * Aşağılamak işi. aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
* Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.aşağılanma * Aşağılanmak durumu. aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek. aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet. aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek. aşağılatma * Aşağılatmak işi. aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek. aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte. aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
* Niteliği düşük, adî.aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi. aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu. aşağısama * Aşağısamak işi. aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek. aşağısı * Aşağıtaraftaki. aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
* Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
* Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.aşamalı * Aşaması olan, kademeli. aşar * Ondalık.
* Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.aşarî * Ondalık. aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
* Yemek pişirip satan kimse.
* Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta. aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
* Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi. aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
* Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.aşerat * Onluklar. aşhane * Aşevi.
* Mutfak.aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
* Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
* Bu eriyiğin uygulanması.
* Aşılı(kimse veya bitki). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 91
askercilik * Askerci olma durumu.
* Bir tür çocuk oyunu.askere alınmak * askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek. askere çağrılmak * askerlik ödevini yapmak için şubece istenmek. askere gitmek * askerlik ödevini yapmak için orduya katılmak. askerî * Askerlikle ilgili, askere özgü. askerî ambargo * Bir ülkeyi cezalandırmak amacıyla askerî alanda yaptırım uygulama. askerî ataşe * Bir ulusun yabancıülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman. askerî inzibat * Askerî birlikler arasında düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sınıf ve bu sınıftan olan asker. askerî kaput * Askerlerin giydiği kalın kumaştan üstlük. askerî rüştiye * Askerî ortaokul. askerîleşme * Askerîleşmek işi. askerîleşmek * Bir yer askerlikle ilişkili duruma gelmek, askerlik niteliği kazanmak. askerîleştirme * Askerîleştirmek işi. askerîleştirmek * Asker yönetimine geçirmek; (bir şeye) askerlik niteliği kazandırmak. askeriye * Askerlik. askerlik * Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti. askerlik dairesi * Yurttaşlarıaskere alma işleriyle görevli olan askerlik şubelerinin bağlı bulundukları bölge dairesi. askerlik etmek * askerlik yapmak. askerlik hizmeti * Orduda belirli bir sürede yapılan yurt ödevi. askerlik yapmak * kanunlara göre yurttaşların yükümlü oldukları ordu ödevinde bulunmak. askerlik yoklaması * Askerlik şubelerine kayıtlıkimselerin belirli zamanlarda yapılan durum yoklaması. askı * Üzerine herhangi bir şey asmaya yarar nesne.
* Pantolon veya giysilerin düşmesini önlemek için omuzdan aşırılan bağ.
* Artırma, eksiltme gibi resmî işilânlarının ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması.
* Hastahanelerde kırık kol veya bacakların asılarak tutturulduğu araç.
* Çay, kahve taşımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
* Saklanmak için tavana asılmışdizi veya hevenk.
* Yeni yapılan yapıların çatısına, ev sahibi tarafından usta için veya düğün arabalarına düğün sahibi
tarafından arabacı için armağan olarak asılan kumaş.
* Gelinin oturacağıyerin üstüne asılan süsler.
* Kadınların kullandığı altın dizisi veya zincirli mücevherat.
* Düğünlerde geline yakınlarıtarafından takılan hediye.
* İpek böceğinin kozasınısarması için yanına konulan çalıçırpı.
* Saz şairleri arasında yapılan deyişyarışında üstün gelene verilmek için duvara asılan kumaş, tabanca gibi
ödül.askıda bırakmak * sonuca vardırmamak. askıda kalmak * (bir iş) bir engel dolayısıyla sonuca varamamak. askılı * Askısı olan. askılık * Avcıların sırtlarına taktıklarıaskıtakımı.
* Asılıp saklanacak sebze, meyve.
* Vestiyer.askıntı * Başkalarının sırtından geçinen.
* Karşıcinsi rahatsız eden kimse.askıya almak * altı boşalıp desteği kalmayan yapıyıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
* oturmuşveya batmış bir gemiyi yüzdürmek için başka teknelere asarak kaldırmak.
* bir işi zamanında yapmayıp belirsiz bir zamana bırakmak, savsaklamak.askıya çıkarmak (veya çıkarılmak) * evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayıtlarının bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek. askıya çıkmak * ipek böceği koza sarmak üzere dallara çıkmak. asklı * Sporlarıask denen torbalar içinde oluşan (mantar). askospor * Asklımantarların sporuna verilen ad. asla * Hiçbir zaman, hiçbir biçimde. Aslan * Zodyak üzerinde, Yengeç ile Başak burçlarıarasında yer alan burcun adı, Zodyak. aslan * Kedigillerden, erkekleri yeleli, yırtıcı, Afrika’da yaşayan, uzunluğu 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
* Gürbüz ve yiğit adam.aslan ağzı * Havuz kenarlarına konulan ve ağzından su akan aslan biçiminde süs taşı. aslan gibi * boylu boslu, güçlü ve yakışıklı.
* sağlığıyerinde.aslan kesilmek * aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek. aslan payı * Hak edilenden daha çok alınan pay. aslan sütü * Rakı. aslan yatağından belli olur * bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kişiliğini belli eder, uygun bir durumda olması gerekir. aslan yürekli * Çok yiğit, hiçbir şeyden korkmayan. aslanağzı * Sıraca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki. aslanca * Aslana yakışır yolda, aslan gibi, yiğitçe. aslangiller * Kedi cinsinden olan bütün et oburları içine alan hayvan familyası. aslanım! * gençler, delikanlılar için kullanılan bir seslenme sözü. aslanın ağzında * elde edilmesi çok güç. aslankulağı * Bir sap üzerinde dizili sarıveya kırmızıçiçekli otsu bir bitki. aslankuyruğu * Ballı babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanılan bir bitki, yer pırasası(Leonurus). aslanlık * Yiğitlik, cesaretlilik. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 84
arkalanma * Arkalanmak işi. arkalanmak * Kendisine yardım edilmek, destek olunmak. arkalı * Koruyanı, koruyucusu, dayanağı olan. arkalıç * Arkalık. arkalık * Ev içinde giyilen kolsuz, kalınca bir tür kısa hırka.
* Sırt dayamaya yarar yer.
* Sırtında yük taşıyan hamalların, yük taşırken kullandıklarıarka yastığı, semer, arkalık.arkalıklı * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olan. arkalıksız * Arkalığı, sırt dayayacak yeri olmayan. arkası(veya sırtı) yere gelmemek * sarsılmamak, yerinden düşürülememek, güçlü olmak. arkasıalınmak * sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak. arkası gelmek * devamlı olmak, sürekli olmak. arkasıkesilmek * tükenmek, son bulmak. arkası olmamak * kayıracak kimsesi olmamak. arkasıpek * Güçlü birine veya sağlam bir şeye güvenen. arkasısıra * arkasından. arkasısıra * Ardından, peşinden. arkasıyufka * Sevilen bir yemeğin arkasından başka bir yemeğin bulunmadığınıanlatmak için söylenir.
* Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemişolma durumu.arkasına almak * sırtına yüklemek, taşımak.
* desteğini sağlamak.arkasına bakmadan gitmek * arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrılmak. arkasına düşmek (veya takılmak) * bir işi sona erdirmek için sıkıçalışmak.
* (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.arkasında (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya! * eski düşüncesini değiştirmekte, sözünden caymakta sakınca görmeyenler için kullanılır. arkasında dolaşmak (veya gezmek) * bir işi yaptırmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradığıyerlere giderek görüşme fırsatıaramak. arkasından * birinin orada hazır bulunmamasıdurumunda. arkasından koşmak * işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüşme fırsatıaramak.
* birine çok ilgi duymak.arkasından sürüklemek * arkasından gelmesini sağlamak. arkasını(bir şeye) vermek * dönmek. arkasını(birine) vermek * birinin koruyuculuğuna güvenmek. arkasını(veya peşini) bırakmak * vazgeçmek. arkasınıalmak * bir işi tamamlamak. arkasınıdayamak * birinin koruyuculuğuna güvenmek. arkasını getirememek * başladığı bir işi sürdürüp sona erdirememek. arkasınısıvamak * okşamak, övmek, iltifat etmek. arkasız * Arkalığı olmayan.
* Koruyanı olmayan, koruyucusu, dayanağı olmayan.arkaüstü * Arkasıyere gelecek biçimde. arkaya bırakmak (veya koymak) * sonraya, başka zamana veya işin sonuna bırakmak; ertelemek. arkaya kalmak * geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek. arke * İlk ana madde. arkebüz * XV. yüzyılda Fransa’da kullanılmaya başlanan, taşınabilir ateşli silâh. arkeen * Kambriyumlardan önce oluşan en eski yer katı. arkegon * Eğrelti otlarında, bazısu yosunlarında, bütün kara yosunlarında ve bazıaçık tohumlularda görülen dişilik
organı.arkeolog * Kazı bilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini. arkeoloji * Tarih öncesi ve eski çağlardan kalma eserleri tarih ve sanat bakımından inceleyen bilim, kazı bilimi. arkeolojik * Arkeoloji ile ilgili. arkeopteriks * Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili. arkıt * Köy evlerinde kapıların arkasına konulan kalın kuşak. arkoz * Birleşiminde feldspat bulunan, kum taşıtüründen bir tortul kayaç. arktik * Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakınında olan. arlanma * Arlanmak işi. arlanmak * (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanılır) Utanmak. arlanmaz * Utanmaz, sıkılmaz. arlı * Namuslu, utangaç, sıkılgan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 85
arlıarından, huysuz huyundan vazgeçmez * herkes kendi karakterine göre davranışta bulunur. arma * Bir devletin, bir hanedanın veya bir şehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya şekil, ongun.
* Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takımı.arma donatmak * armayıyerli yerine koymak. arma soymak * hareketli olan armayı, limanda kışlamak, yağmur ve kardan korumak amacıyla bir süre için sökmek. arma uçurmak (veya arma budatmak) * armayırüzgâra kaptırmak. armada * Donanma. armador * Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanımını düzenleyen usta. armadura * Gemide direklere takılıhalatları bağlamak için küpeştenin iç tarafında bulunan delikli ve çubuklu levha. armağan * Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen şey, hediye.
* Ödül.
* Bir bilim adamının emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
* Bağış, ihsan.armağan etmek * birine bir şeyi armağan olarak vermek, hediye etmek. armalı * Arması bulunan. armatör * Ticaret gemisi sahibi. armatörlük * Armatör olma durumu.
* Gemi işletme işi, gemi işletmeciliği.armatür * Bir aletin ana bölümünü oluşturan kısım.
* Bir mıknatısın iki kutbu arasında, kuvvet akımınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arasına
yerleştirilen demir parçası.
* Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.armoni * Türlü sesler arasında sağlanan uyum. armoni orkestrası * Yalnız üflemeli çalgılardan oluşan orkestra. armonik * Armoni ile ilgili olan.
* Armonika.armonika * Yan yana sıralanmışdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çıkaran küçük ağız çalgısı, mızıka.
* Akordeon.armoniler * Frekansı, ana sesin frekansından tam katı olan sesler. armonize * Tamamlayıcısesler eklenmiş(müzik parçası). armonyum * Taşınabilir küçük org. armudî * Armut biçiminde olan. armudiye * Armut biçiminde nazarlık olarak takılan altın. armudun iyisini (dağda) ayılar yer * Bkz. Ahlatın iyisini (dağda) ayılar yer. armut * Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetişen, bir ağaç (Pirus communis).
* Bu ağacın rengi sarıdan yeşile kadar değişebilen tatlı, sulu, yumuşak, ufak çekirdekli meyvesi.
* Fazla bön.armut gibi * çok anlayışsız, bön. armut kabağı * Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı. armut kurusu * Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut. armut pişağzıma düş! * bir işe hiç emek harcamaksızın onun kendiliğinden olmasını bekleyenlerin durumunu anlatır. armut top * Boksörün çalışmalarında kullandığı içi havalı, dışıderi, armut biçiminde top. armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek * her şeye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğenmemek. armuz * Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtalarının yan yana gelmeleri sonucu aralarında oluşturduklarıçizgi. Arnavut * Arnavutluk ve çevresinde yaşayan bir halk.
* Bu halka özgü olan (şey).Arnavut bacası * Çatıpenceresi. Arnavut biberi * Acıkırmızı biber. Arnavut ciğeri * Ciğer tavası. Arnavut kaldırımı * Yollarda irili ufaklıtaşlarla gelişigüzel yapılan kaldırım. Arnavutça * Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutların kullandığıdil. Arnavutlaşma * Arnavutlaşmak. Arnavutlaşmak * Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek. Arnavutlaştırma * Arnavutlaştırmak durumu. Arnavutlaştırmak * Arnavut kimliğini kazandırmak. Arnavutluk * Arnavut olma durumu.
* Arnavut halkının bütünü.arnika * Öküz gözü, sığır gözü, mastıçiçeği. aroma * Bitki özlerinden veya yağlarından elde edilen hoşkoku. aromatik * Hoşkokulu, aromalı. arozöz * Kamyon, araba gibi bir taşıt aracına, doldurma ve boşaltma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
oluşturulan, sulamaya yarar araç.arp * Bkz. harp (II). arpa * Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapımında kullanılan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
çok yetiştirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
* Bu bitkinin taneleri.arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak) * pek az ilerlemek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 86
arpa ektim, darıçıktı * ters sonuç veren işler için söylenir. arpa güvesi * Tahıllara dadanan bir güve türü. arpa suyu * Bira. arpa şehriye * Arpa biçiminde dökülmüşşehriye. arpacı * Arpa alan ve satan kimse. arpacıkumrusu gibi düşünmek * ne yapacağını bilmeyerek derin derin düşünmek. arpacık * Göz kapağının kenarında çıkan küçük çı ban, it dirseği.
* Tüfek, tabanca gibi ateşli silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve nişan alırken gezle birlikte
göz ile hedef arasında aynıçizgi üzerine getirilen küçük çıkıntı.
* Arpa biçiminde şehriye.arpacık soğanı * Tohumdan yetiştirilen ve tohumluk olarak kullanılan küçük soğan. arpacılık * Arpa yetiştirme veya alıp satma işi. arpağan * Yabanî arpa. arpalama * Atların ayaklarında görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalık.
* Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalığı.arpalık * Arpa ekilen yer, arpa tarlası.
* Arpa konulan yer.
* Hayvanın dişinde bulunan ve hayvan yaşlandıkça silindiği için yaşını belli eden bir nişan.
* Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylık yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
* Başmaklık.
* Karşılıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.arpalık etmek * arpalık yapmak. arpalık yapmak * bir kaynaktan sürekli olarak çıkar sağlamak. arpasıçok gelmek * coşmak, azmak, kudurmak. arpçı * Arp çalan kimse. arpej * Bir akort oluşturan seslerin birbiri arkasından çalınması. arsa * Üzerine yapıyapılmak için ayrılmışyer. arsenik * Atom numarası33, atom ağırlığı74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer basıncıaltında 4500 C de
süblimleşen, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zırnık. Kısaltması
As.arsıulusal * Uluslar arası. arsız * Utanması, sıkılması olmayan, yılışık, yüzsüz (kimse).
* Aç gözlü davranan (kimse).
* Kolayca üreyebilen (bitki).arsız arsız * Utanmaz bir biçimde, yılışarak, sırnaşarak. arsızca * Arsız gibi, arsıza yakışan biçimde. arsızlanma * Arsızlanmak işi. arsızlanmak * Arsızlık etmek. arsızlaşma * Arsızlaşmak işi. arsızlaşmak * Arsız duruma gelmek. arsızlık * Arsız olanın durumu veya arsıza yakışacak davranış, yılışıklık, sırnaşıklık. arsızlık etmek * utanmadan, sıkılmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak. arslan * Aslan. arslanın adıçıkmış, çakallar başkeser * haksızlığıveya kötülüğü esas yapanın yerine bu konuda adıön plâna çıkan kişiler anlamında kullanılır. arslanlı * Osmanlıdevletinde kullanılan arslan baskılı gümüşsikke. arş * İslâm dinî inanışına göre göğün en yüksek katı. arş * Askerlikte “yürü” komutu. arşe * Keman yayı.
* Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle işleyen taşıtlarda telden elektrik akımıalmaya yarayan, yukarıya
doğru uzanmışdemir yay.arşetip * İlk örnek. arşıâlâ * Dokuzuncu kat gök. arşın * Yaklaşık olarak 68 cm ye eşit olan uzunluk ölçüsü. arşınlama * Arşınlamak işi. arşınlamak * Arşınla ölçmek.
* Amaçsız, genişadımlarla dolaşmak.arşınlık * Arşın ölçüsünde, arşın kadar. arşidük * Avusturya’da imparator ailesi prenslerine verilen unvan. arşidüşes * Arşidükün karısıveya kızı.
* Avusturya hanedanında prenses.arşiv * Belgelik. arşivci * Belgelik görevlisi veya uzmanı. arşivcilik * Arşivcinin yaptığı işveya görevi. arşivleme * Arşivlemek işi. arşivlemek * Arşive kaldırmak, arşivde saklamak. art * Arka, geri.
* Bir şeyin öbür yüzü.art arda * Birbirinin arkasından. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 87
art avurt * Avurdun arka bölümü. art avurt ünsüzü * Dil ucunun art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses. art bölge * Deniz kıyısında bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland. art damak * Damağın arka bölümü. art damak ünsüzü * Ciğerlerden gelen havanın dil sırtıyardımıyla art damağın çeşitli noktalarında bazen patlayarak, bazen de
sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.art düşünce * Bir düşüncenin arkasında gizli tutulan asıl düşünce. art elden * birini oyalayıp, ondan gizli olarak. art eteğinde namaz kıl * çok temiz huylu kimseler için söylenir. art niyet * Art düşünce. art oda * Gözde iris ile billûr cismin arasındaki boşluk. art teker * İtici gücü sağlayarak bisikleti yürüten teker. art zamanlı * Evrim açısından ele alınan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik. art zamanlıdil bilimi * Dil olaylarınıdeğişik zaman ve evrim açısından ele alan dil bilimi. art zamanlılık * Değişik zaman ve evrim açısından incelenen dil olaylarının özelliği, diyakroni. artağan * Alışılandan veya beklenilenden artık verimi olan, bereketli.
* Çoğalan, fazlalaşan, artımlı.artağanlık * Alışılandan veya beklenilenden artık ürün verme durumu, bereket. artakalma * Artakalmak işi veya durumu. artakalmak * Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak. artçı * Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğin güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bırakılan
kıta, dümdar.
* Geçmiş bir sanat veya edebiyat çığırınısürdüren (sanatçı, hareket).artçılık * Artçının görevi. arter * Atardamar.
* Trafiği yoğun olan ana yol.arterit * Atardamar bozukluğu. artezyen * Toprağı burgu ile delinerek açılan ve suyu yükseğe fışkıran kuyu. artezyen kuyusu * Artezyen. artı * Toplama işleminde + işaretinin adı, zait.
* Sıfırdan büyük, önünde artı işareti bulunan (sayı), eksi karşıtı, pozitif.artısayı * Kendisinden önce + işareti bulunan, sıfırdan büyük sayı, pozitif sayı. artıuç * Elektrikli çözümlemede, sıvıya batırılıp akımın geçmesini ağlayan, metal uçlardan artıyüklü olanı, anot. artık * İçildikten, yenildikten veya kullanıldıktan sonra geriye kalan.
* Kalan veya artan bölüm.
* Bir şey harcandıktan sonra onun artan bölümü.
* Daha çok, daha fazla.
* Bundan böyle, sonra, daha, yeter.artık değer * İşçinin, işgücünün karşılığı olarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karşılığınıödemeksizin
sahip olduğu ek değer.artık emek * İşçinin, ek süre içinde harcadığıve sonucunda artık değer yarattığı, karşılığıödenmeyen emek. artık gün * Artık yıllarda şubat ayına eklenen, dört yılda bir gelen 29. gün. artık yıl * Dört yılda bir gelen 366 günlük yıl, seneikebire. artıklama * Artıklamak işi. artıklamak * Yemekte artık bırakmak. artım * Artma, artış, çoğalma. artımlı * Pişince şiştiği için miktarıartmışgibi görünen, artağan. artın * Katyon. artırılma * Artırılmak işi. artırılmak * Artırmak işine konu olmak, çoğaltılmak, tezyit edilmek. artırım * Bir şeyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artırma işi, tasarruf.
* Müzayedede artırma.artırma * Artırmak işi.
* Alıcılar arasındaki yarışmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malın verilmesiyle biten yöntem,
müzayede.artırmak * Artmasını sağlamak, çoğaltmak.
* Bir malı başka alıcıların verdiği fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
* Tutumlu davranıp biriktirmek, tasarruf etmek.
* Herhangi bir davranışta ileri gitmek.artış * Artmak işi veya biçimi, artma, artım, çoğalış. artist * Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı, sanatkâr.
* Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.artist gibi * boylu poslu, güzel ve alımlı(kimse). artistçe * Artiste benzer biçimde, artist gibi. artistik * Güzel sanatların gerektirdiği niteliğe uygun, sanatlı. artistlik * Artistin görevi.
* Artist olma durumu.artma * Artmak işi. artmak * Büyük heybe. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 88
artmak * Eskisinden daha çok çoğalmak.
* Gereğince harcandıktan sonra bir miktar geri kalmak.
* Değeri yükselmek, fazlalaşmak.artrit * Eklem romatizması. artroz * Genellikle şekil bozucu, iltihapsız, süreğen eklem hastalığı. arttırma * Arttırmak işi. arttırmak * Artırmak işi yapılmak.
* Yükseltmek.aruz * Hecelerin uzunluk ve kısalık, kapalılık veya açıklık değerlerine göre türlü ses kalıplarından oluşan Divan
Edebiyatınazım ölçüsü.arya * Operalarda solistlerden birinin orkestra eşliğinde söylediği, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça. Aryanizm * IV. yüzyılda Arius adlı bir papazın kurduğu ve Hristiyan inanışının tersine olarak İsa’nın tanrılığını inkâr
eden mezhep.arz * Sunma.
* (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.arz * En, genişlik. arz * Yer, yeryüzü. arz dairesi * Bkz. enlem dairesi. arz derecesi * Bkz. enlem. arz etmek * sunmak.
* saygı ile bildirmek.arz odası * Mevkii olan insanların, halkla görüştüğü oda. arz talep kanunu * Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi. arz ve talep * Üreticinin piyasaya mal çıkarmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları, sunu ve istem. arzanî * Enine olan. arziyat * Yer bilimi, jeoloji. arzu * İstek, dilek.
* Heves.arzu duymak * birine veya bir şeye karşı istek duymak. arzu etmek * yürekten istemek. arzuhâl * Dilekçe, istida. arzuhâl gibi (veya kadar) * bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir. arzuhâlci * Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse. arzuhâlcilik * Arzuhâl yazma işi. arzulama * Arzulamak işi. arzulamak * İstek duymak, özlemek, istemek. arzulu * İstekli, hevesli. arzusu kalmak * isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak. As * Arsenik’in kısaltması. as * Kakım. as * İskambil kâğıtlarında birli.
* Bir işte başta gelen (kimse veya şey).as- * Ast sıfatının kısaltılmışı; eklendiği kelimenin daha aşağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar. as kat * Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğü eşit parçalardan her biri. as yön * Ara yön. asa * Bazıülkelerde, hükümdarların, mareşallerin, din adamlarının güç sembolü olarak, törenlerde taşıdıkları bir
tür ağaç veya metalden değnek.
* Eskiden ihtiyarların baston yerine kullandıklarıuzun sopa.asabî * Sinirli.
* Sinirle ilgili, sinirsel.asabîleşme * Asabîleşmek işi. asabîleşmek * Kızmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek. asabîlik * Asabî olma durumu. asabiye * Sinir hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
* Sinir hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.asabiyeci * Sinir hastalıklarıuzmanı. asabiyet * Sinirlilik, asabî yapılı olma. asal * Başlıca, temel niteliğinde olan, esasî. asal gazlar * Atomlarının dışelektron halkalarıtamamıyla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.asal sayı(lar) * Bölenlerinin kümesi iki elemanlı olan elemanlardan biri 1, öbürü sayının kendisi olan doğal sayı(lar). asalak * Bir canlının içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararına yaşayan başka canlı, tufeyli,
parazit.
* Başkalarının sırtından geçinen (kimse), ekti.asalak bilimi * Asalakların yapısını, yaşayışını, konakçıyla ilişkisini ve yaptığıhastalıklarla bu hastalıklara karşı girişilecek
savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.asalaklaşma * Asalaklaşmak durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 89
asalaklaşmak * Asalak duruma gelmek. asalaklık * Asalak olanın durumu. asalet * Soyluluk.
* Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karşıtı.
* Yazıda veya sözde bayağısöz ve deyim bulunmamasıdurumu.asaleten * Bir görevde temelli olarak, asıl olarak, vekâleten karşıtı.
* Kendi adına hareket ederek.asaleten atama * Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama. asamble * Kurul. asansör * İnsanlarıveya yükleri bir yapının bir katından ötekine veya yüksek yerlere çıkarıp indiren elektrikle işler
araç.asansör boşluğu * Binalarda asansörün işlemesi için bırakılan boşluk. asansörcü * Asansörün bakım ve onarımınıyapan kimse.
* Otel ve hastahane gibi büyük kuruluşlarda asansörün düzenli çalışmasınısağlayan kimse.asap * Sinirler. asar * Yapılar, eserler. asarıatika * Eski yapılar, eski eserler. asayiş * Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik. asayiş berkemal * Güvenliğin yerinde olduğunu anlatır. asbaşkan * İkinci başkan. asbest * Tremolitin bozulmasından oluşan lifli, kırılmadan bükülebilen ve ateşte niteliği değişmeyen bir mineral, taş
pamuğu, kaya lifi.asbest yünü * Asbestin işlenerek yün biçimine sokulmuşu. aselbent * Hekimlikte ve koku yapımında kullanılan, aselbent ağacının kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine.
* Bu reçinenin elde edildiği ağaç (Styrax officinalis).asenkron * Eşzamanlı olmayan, başlama ve bitme anları başka olan (olaylar); senkron, eşzaman karşıtı, yadın kurun. asepsi * İlâç kullanmadan, yalnız ısıyardımı ile aygıt ve pansuman gereçleri gibi şeyleri mikropsuzlaştırma işi. aseptik * Her türlü mikroptan arınmış. ases * Gece bekçisi.
* Osmanlıİmparatorluğunda yeniçeri ocağının kaldırılmasından önceki güvenlik görevlisi.asesbaşı * Yeniçeri ocağındaki askerî görevinin yanısıra, başşehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanın
çorbacı başısına verilen ad.asetat * Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam. asetatlı * Birleşimine asetat karıştırılmış. asetik * Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taşıyan. asetik asit * Sirkeye tadınıve özelliklerinden birçoğunu veren asit. asetilen * Renksiz, sarımsak kokulu, güçlü ve beyaz bir ışık vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz. aseton * Birçok organik maddeyi eritmekte kullanılan uçucu, kolayca alev alır, eter kokusunda bir sıvı. asfalt * Siyah renkte şekilsiz bir cins bitüm.
* Ana maddesi katran olan ve yolların kaplanmasında kullanılan karışım.
* Asfaltlanmış.asfaltit * Petrolün ayrışması ile oluşan ve çoklukta tortul kayaçların gözeneklerinde bulunan doğal bitüm. asfaltlama * Asfaltlamak işi. asfaltlamak * Asfaltla kaplamak. asfaltlanma * Asfaltlanmak işi. asfaltlanmak * Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak. asgarımüşterek * Herkes tarafından kabul edilen nokta, üzerinde anlaşmaya varılan husus, uyuşulan konu, ortak payda. asgarî * En az, en aşağı, en azından, en düşük.
* Minimum.asgarî ücret * İşçilere bir çalışma günü karşılığı olarak ödenen ve işçinin gıda, konut giyim, sağlık, ulaşım ve kültür gibi
ihtiyaçlarını günün fiyatlarıüzerinden en az düzeyde karşılamaya yetecek ücret.ashap * Sahipler.
* Hz. Muhammed’in meclislerinde ve konuşmalarında bulunanlar, sahabeler.ası * Asmak işi. -ası/ -esi * Fiilden sıfat yapan ek. asıda olmak (veya asıda kalmak) * bir işe son verilmeyip öylece bırakılmışolmak veya kalmak. asık * Somurtkan.
* Asılı.asık suratlı * Hoşnutsuzluğunu, kızgınlığınıyüzüne sert bir anlam vererek belirten” öfkeli görünüşlü yüzü olan. asıl * Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karşıtı.
* Kök, köken, kaynak.
* Gerçeklik, esas, hakikat.
* Soy, nesep.
* Gerçek.
* Bir şeyin temelini oluşturan, ana.
* Aranılan nitelikleri en çok kendinde toplamışolan.
* (a’sıl) Başlıca, başta gelen, gerçek olarak.asıl nüsha * Bir yazma eserin veya belgenin kopyalarının dayandığıözgün biçimi. asıl sayılar * Sıra veya üleştirme eki almamışyalın sayılar. asıl vurgu * Kelimenin aslındaki vurgu. asılanma * Asılanmak işi, intifa. asılanmak * Bir şeyden yarar sağlamak, intifa etmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 90
asılı * Asılmışolan. asılış * Asılmak işi veya biçimi. asıllı * Bir kökene dayanan, kökenli. asılma * Asılmak işi. asılmak * Asmak işi yapılmak veya asmak işine konu olmak.
* Bir yere tutunup sarkmak.
* Tutup çekmek.
* Bir şey isterken karşısındakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ısrar etmek.
* Hızla eline almak.
* Boynuna ip geçirip sallandırılarak öldürülmek, idam edilmek.
* Karşıcinsin ilgisini çekmek için çarpıcıdavranışlarda bulunmak.
* Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.asılmışadam * Salepgillerden, çiçekleri asılmış bir insana benzeyen ve köklerinden salep çıkarılan bir bitki. asılsız * Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksız, köksüz (haber). asıltı * Çözünemeyen madde parçacıklarının dibe çökmeden bir sıvı ortamda kalmışdurumu, süspansiyon.
* Böyle bir sıvıkarışımı, süspansiyon.asım * Asma işi. asım takım * Kadınların takındıklarısüs eşyası. asıntı * Bir işi hemen yapmayıp bekleterek geri bırakma, tehir, tavik.
* Birini tedirgin edecek kadar üzerine düşme.
* Sırnaşan, tebelleşolan kimse.asıntı olmak * tebelleşolmak, sırnaşmak. asıp kesmek * (genellikle iş başında bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak. asır * Yüzyıl.
* Çağ.asırlarca * Yüzlerce yıl. asırlık * Yüzyıllık. asi * Başkaldıran, isyan eden.
* Hayırsız, dik başlı.aside * Un, et ve bamya ile yapılan bir Arap yemeği. asidimetre * Asitölçer. asil * Soylu.
* Yüksek duygu ile yapılan.
* Bir görevde temelli olan, vekil karşıtı.asileşme * Asileşmek işi. asileşmek * Karşı gelmek, başkaldırmak, isyan etmek. asilik * Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlık. asilik etmek * karşı gelmek, başkaldırmak. asillik * Asil olma durumu, asalet.
* Soylu olma durumu, soyluluk.asilzade * Soylu. asilzadelik * Soyluluk. asimetri * Simetrisi olmayan, bakışımsızlık. asimetrik * Simetrik olmayan, bakışımsız. asimilâsyon * Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme.
* Benzeşme.asimile * Bu söz “benzeşmek”, “kendine uydurmak” anlamında “asimile etmek” biçiminde kullanılır. asimptot * Bir eğriye giderek yaklaşan, ama sonuna kadar uzatılsa bile yaklaştığıhâlde eğriyi kesmeyen doğru;
sonuşmaz.asistan * Yardımcı.
* Araştırma görevlisi.asistanlık * Asistan, araştırma görevlisi olma durumu asistanın görevi. asit * Turnusolün mavi rengini kırmızıya çevirmek özelliğinde olan ve birleşimindeki hidrojenin yerine maden
alarak tuz oluşturan hidrojenli birleşik, hamız.asit alkol * Aynızamanda asit ve alkol gruplarını içeren birleşiklere verilen ad. asit borik * Bkz. borik asit. asit fenik * Bkz. fenol. asitölçer * Bir asidin özelliğini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre. ask * Bkz. asklı. askarit * Bağırsak solucanı. asker * Erden mareşale kadar orduda görevli bulunan herkes.
* Askerlik görevi veya ödevi.
* Ordunun yalnız er rütbesinde olan bölümü.
* Topluluk düzenine saygısı olan, disiplinli.
* Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüşmesini başaran.asker çıkarmak * (bir devlet) belli kanunlara bağlı olarak asker toplamak.
* kıyılara ve en çok düşman kıyılarına asker indirme.asker gibi * disiplinli, düzgün. asker kaçağı * Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağından ayrılan veya oraya gitmekten kaçan kimse. asker ocağı * Askerlik ödevinin yapıldığıkışla, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad. asker olmak * askerlik ödevine başlamak. asker tayını * Erlere verilen azık. askerce * Askere yakışır biçimde. askerci * Asker yanlısı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 79
Arapçalaştırma * Arapçalaştırmak işi. Arapçalaştırmak * Arapçaya çevirmek.
* Arap dili özelliği kazandırmak.Araplaşma * Araplaşmak durumu. Araplaşmak * Arap olmak, Araplığı benimsemek. Araplaştırma * Araplaştırmak işi. Araplaştırmak * Arap kimliğini kazandırmak. Araplık * Arap olma durumu. Arapsaçı * Çözümlenemeyecek kadar karışık durum. Arapsaçı * Küçük, yuvarlak ve çok sık yeşil yaprakları olan uzadıkça aşağıdoğru sarkan bir tür süs bitkisi. ararot * Sıcak iklimlerde yetişen maranta adlıkamıştan ve başka bitkilerin kökünden çıkarılan, çocuk maması
yapmaya yarayan un.ararot kamışı * Maranta. Arasat * Müslüman inanışına göre, kıyamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer. arası(veya araları) açılmak (açık olmak veya bozulmak) * arkadaşlıklarısarsılmak, arkadaşlık bağlarıkopmak, birbirine darılmak. arası geçmeden * vakit geçmeden, sıcağısıcağına. arasıhoş(veya iyi) olmamak * o şeyden hoşlanmamak, aralarında gerginlik, geçimsizlik olmak. arası olmamak * geçinememek. arasısoğumak * aradan zaman geçerek önemini yitirmek. arasına (veya aralarına) karışmak * büyüyüp yetişmek. arasız * Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira. arasta * Çarşılarda veya alışveriş bölgelerinde aynı işi yapan esnafın bir arada bulunduğu bölüm. araşit * Yer fıstığı. araştırı * Araştırma. araştırıcı * Araştıran, inceleyen, araştırman, araştırmacı(kimse).
* Meraklı, mütecessis.araştırıcılık * Araştırıcının yaptığı iş. araştırılma * Araştırılmak işi. araştırılmak * Araştırma yapılmak, gözden, geçirilmek. araştırma * Araştırmak işi, taharri.
* Bilim ve sanatla ilgili olarak yapılan yöntemli çalışma.araştırma filmi * Herhangi bir bilimsel araştırmada alıcının salt bir kayıt aracı olarak kullanılmasıyla elde edilen film. araştırma görevlisi * Yüksek öğretim kurumlarında yapılan araştırma, inceleme ve deneylerde yardımcı olan ve yetkili organlarca
verilen görevleri yapan öğretim yardımcısı, asistan.araştırmacı * Bilim ve sanat alanlarında araştırma yapan kimse, araştırman. araştırmacılık * Araştırmacı olma durumu. araştırmak * Birini veya bir şeyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
* Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruşturmak.
* Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.araştırman * Araştırıcı. aratış * Aratmak işi veya biçimi. aratma * Aratmak işi. aratmak * Aramak işini bir başkasına yaptırmak.
* Arzu ettirmek, istetmek.aratmamak * yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak. araya almak * bir çevreye kabul etmek. araya girmek * iki kişinin arasındaki bir işe karışmak.
* iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak.
* bir işyapılırken ona engel olacak başka bir şey çıkmak.araya gitmek * harcanmak, kaybolmak, karışıklığa kurban olmak. araya koymak * bir işte sözü geçer bir kimsenin aracılığına başvurmak. araya soğukluk girmek * dostluk bağı gevşemek. araya vermek * yararsız bir işe harcamak. arayıaçmak * aradaki uzaklık artmak. arayısoğutmak * zaman geçmek, eski yakınlık, dostluk kalmamak. arayıyapmak * aralarıaçılmışiki kişiyi barıştırmak.
* arasıaçılmışkimse ile barışmak.arayıcı * Bir şeyi aramayı işedinen kimse.
* Arama işiyle görevlendirilmişkimse.
* İstenilen yıldızıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı, görüşalanı geniş
olan küçük teleskop.arayıcıfişeği * Bir tür donanma fişeği. arayıp da bulamamak * beklenmedik iyi bir durumla karşılaşmak. arayıp soranı bulunmamak (veya olmamak) * kimsesi olmamak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 80
arayıp sormak * biri hakkında haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karşı ilgi göstermek. arayış * Aramak işi veya biçimi. araz * Belirtiler.
* Hastalık belirtileri, semptom.
* İlinek.arazbar * Türk müziğinde bir birleşik makam. arazbarbuselik * Türk müziğinde bir birleşik makam. arazi * Yer yüzü parçası, yerey, yer, toprak. arazi açma * fundalık, koruluk, sazlık yerleri temizleyerek tarıma elverişli duruma getirme. araziye uymak * ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalışmak. arbalet * Kundaklı, tetikli yay. arbede * Gürültülü kavga, patırtı. arbitraj * Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değerli kâğıtlarıdaha kârlı görülen başka kâğıtlarla değiştirme işi. arboretum * Botanik bahçesinde ağaç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrılmış bölüm. arda * İşaret olarak yere dikilen çubuk.
* Maden üzerine kazıma yapmak ve çıkrıkta çevrilen şeyleri yontmak için kullanılan çelik kalem.
* Ardıl.ardak * İçten çürümeye yüz tutmuşağaç. ardaklanma * Ardaklanma işi, durumu. ardaklanmak * (ağaçlarda) Mantarların sebep olduğu çürümeye uğramak. ardıarasıkesilmemek * aralıksız olarak gelmek. ardıardına * Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralıksız. ardıkesilmek * arkası gelmemek, tükenmek. ardısıra * Peşinden, arkasından. ardıç * Servigillerden, güzel kokulu yapraklarınıkışın da dökmeyen, yuvarlak kara yemişleri ilâç olarak kullanılan
bir ağaççık (Juniperus).ardıç kuşu * Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanlarında yaşayan, sırtıkahverengi, karnıak, kuyruğu kara bir kuş
türü (Turdus pilaris).ardıç otu * Ardıç ağacının küçük bitkisi. ardıç rakısı * Cin. ardıl * Birinin ardından gelip onun yerine geçen kimse, öncel karşıtı, halef.
* Bir çıkarımda varılan sonuç.ardıl görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra geriye kalan görüntü. ardılma * Ardılma işi. ardılmak * Birisinin sırtına asılmak.
* Musallat olmak, asılmak, takılmak.
* Sataşmak, çatmak.ardın ardın * Geri geri, ardısıra. ardına (veya arkasına) düşmek * arkasından gitmek, peşini bırakmamak. ardına kadar açık * (kapı, pencere için) sonuna kadar açık. ardınca * Hemen arkasından, hemen ardından, arkasısıra, ardısıra. ardında yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz * önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanların çok olduğunu anlatır. ardından (veya arkasından) atlıkovalamak * bir işi gereksiz bir telâşla yapanlar için söylenir. ardından sapan taşıyetişmez * bir kimsenin çok hızlı gittiğini anlatmak için kullanılır. ardınıalmak (veya getirmek) * bitirmek, tamamlamak. ardını bırakmamak * Bkz. peşini bırakmamak. ardınıkesmek * arkası gelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak. ardışık * Birbiri ardından gelen, mütevali. ardışık görüntü * Bir duyunun kaybolmasından sonra da devam eden görüntü. ardışık olgular * Bir hastalıktan sonra görülebilen fakat hastalığın kesin sonucu olmayan olgular. ardışık sayılar * Bir, iki, üç gibi birbiri ardından gelen sayılar. ardışıklık * Ardışık olma durumu. ardiye * Genellikle ticaret eşyasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
* Böyle bir yerde saklanılan eşya için ödenen ücret.ardiyeci * Ardiye işleten kimse.
* Ardiyeye bakan kimse.arduaz * Kayağan taş, kayrak. arefe * Bkz. arife. arefe günü * Bkz. arife günü. arena * Amfiteatrın ortasında, boğa güreşi, yarış, oyun gibi türlü gösteriler yapılan alan.
* Siyasî çekişmelerin geçtiği yer.areometre * Sıvıölçer.