aybeay | * Aydan aya, ay ay olarak. |
ayça | * Ayın ilk günlerinde aldığıyay biçimi, hilâl. * Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapılmışay yıldızlısüs, alem. |
ayçiçeği | * Birleşikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiştirilen bir bitki, gün çiçeği, günebakan; gündöndü (Helianthus annuus). * Bu bitkinin yağçıkarılan tohumu. |
ayçiçeği yağı | * Ay çiçeğinden çıkarılan yağ. |
ayçöreği | * İçine tarçın, ceviz konularak ay biçiminde yapılmışçörek. |
ayda yılda bir | * çok seyrek olarak. |
aydemir | * Yüzü yay biçiminde bir çeşit keser. |
aydın | * Işık alan, ışıklı, aydınlık. * Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver. * Kolayca anlaşılacak kadar açık (söz veya yazı), vazıh. |
aydınger | * Parlak yüzeyli, saydam, mimarlıkta çizim için kullanılan özel bir kâğıt. |
aydınlanma | * Aydınlanmak işi. * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür. * Bir yüzeyin, karşısına konulan eşit ışık kaynaklarının sayısı ile orantılı olarak aydınlık görünmesi. |
aydınlanmak | * Aydınlık olmak. * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek. |
aydınlatıcı | * Aydınlık verici. * Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren. |
aydınlatılma | * Aydınlatılmak işi. |
aydınlatılmak | * Aydınlatmak işine konu olmak. |
aydınlatma | * Aydınlatmak işi. * Sahnelerin ışıklandırılması işi. |
aydınlatmak | * Karanlığı giderip görünür duruma getirmek. * Bir sorun üzerine bilgi vermek. |
aydınlık | * Bir yeri aydınlatan güç, ışık. * Işık alan. * Kolay anlaşılacak derecede açık olan, vazıh. * Kötülükten uzak, temiz, saf. * Bir yapının ortasına gelen oda ve öbür bölümlerin ışık alması için, damın ortasından zemine kadar açılan boşluk. |
aydınlıkölçer | * Aydınlıklarıölçmeye yarayan aygıt, lüksmetre. |
ayet | * Kur’an surelerini oluşturan cümlelerden her biri. |
aygın | * Bitkin. |
aygın baygın | * Güçsüz, çok yorgun, bitkin. * Duyguda ölçüyü kaçırmış. * Kendinden geçercesine âşık, vurgun. |
aygır | * Damızlık erkek at. |
aygır deposu | * Aygırların bakıldığı büyük ahır. |
aygır gibi | * iri yarıcüsseli, güçlü (kimse). |
aygıt | * Birçok parçadan yapılmışalet, cihaz. * Vücutta belirli bir görevin sağlanmasına yarayan organların hepsi, cihaz. * Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluşturulan ve bazı belli deneylerin yapılmasına yarayan takım. |
ay-gün takvimi | * Güneşin görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim. |
ay-gün yılı | * Hem ay evreleri değişimi hem de güneşin gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alınarak düzenlenmiş olan takvim yılı. |
ayı | * Memelilerin et obur takımından, beşparmaklı, tabanlarına basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos). * Kaba saba. |
ayı balığı | * Fok. |
ayı gibi | * iri yarı. * kaba, anlayışsız (kimse). |
ayı gördüm, yıldıza itibarım (veya minnetim) yok | * bir şeyin en iyisine alıştıktan sonra ondan aşağı olanlar beni doyuramaz. |
ayı görmeden bayram etme | * bir işgerçekleşmeden ona oldu gözüyle bakılıp sevinilmemelidir. |
ayı gülü | * İki çenekliler sınıfının düğün çiçeğigiller familyasından bir şakayık türü (Peconia corollina). |
ayıüzümü | * Fundagillerden, küçük taneli yemişler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi). |
ayıyavrusu ile oynuyor | * iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakasıyapmasıveya gücünü onda denemesi karşısında ayıplama yollu söylenir. |
ayıyürüyüşü | * Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme. |
ayı bacağı | * Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi. |
ayı bınıyüzüne vurmak | * birinin kusurunu yüzüne söylemek. |
ayı boğan | * İri yarı, kaba ve anlayışsız (kimse). |
ayıcı | * Ayı oynatmayı işedinen kimse. * Sert, kaba ve hoyrat (kimse). |
ayıcılık | * Ayıcının işi, mesleği. |
ayı giller | * Memeli et oburlardan, ayıları içine alan bir familya. |
ayık | * Sarhoşluğu veya baygınlığı geçmişolan. * Sarhoşluğu geçmiş bir biçimde. * Anlayışlı, uyanık. |
ayıkla pirincin taşını! | * bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılır. |
ayıklama | * Ayıklamak işi. |
ayıklamak | * Bir şeyin içinden, işe yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayırıp çıkarmak, temizlemek. * Bir görevde gereksiz görülenleri işinden ayırmak. |
ayıklanma | * Ayıklanmak işi. * Yaşayan varlıklarda ortamın şartlarına en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması, uyamayanların yok olması, ıstıfa. |
ayıklanmak | * Ayıklamak işine konu olmak. |
ayıklatma | * Ayıklatmak işi. |
ayıklatmak | * Ayıklamak işini yaptırmak. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 109
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 110
ayıklık * Ayık olma durumu. ayıkmak * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek. ayıkulağı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula). ayılık * Kabalık, kaba davranış. ayılık etmek * kaba davranmak. ayılıp bayılmak * birini kendinden geçercesine sevmek.
* aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek.ayılma * Ayılmak işi. ayılmak * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
* aklı başına gelip gerçeği görmek.ayıltı * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk. ayıltma * Ayıltmak işi. ayıltmak * Ayılmasını sağlamak. -ayım / -eyim * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb. ayın * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf. ayın on dördü * Dolunay. ayın on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadın veya kız). ayınga * Kaçak tütün, tütün. ayıngacı * Tütün kaçakçısı. ayıngacılık * Tütün kaçakçılığı. ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir. ayınlarıçatlatmak * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak. ayıp * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.
* Kusur, eksiklik.
* Utanç veren.ayıp etmek (veya yapmak) * yakışıksızca davranmak. ayıp yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler. ayıplama * Ayıplamak işi, takbih. ayıplamak * Kınamak, takbih etmek. ayıplanma * Ayıplanmak işi. ayıplanmak * Ayıplamak işine konu olmak. ayıplı * Ayı bı, kusuru olan. ayıpsız * Ayı bı, kusuru olmayan. ayıptır söylemesi * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için
kullanılır.
* övünmek gibi olmasın ama.ayıraç * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar. ayıran * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan. ayırıcı * Ayırma özelliği veya gücü olan. ayırım * Ayırmak işi. ayırım yapmak * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek. ayırım yaratmak * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak. ayırımlama * Ayırım yapmak işi. ayırımlamak * Ayırım yapmak. ayırma * Ayırmak işi. ayırmaç * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika. ayırmak * Bölmek.
* Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
* Bir yeri bir engelle bölmek.
* Birbirinden uzaklaştırmak.
* Nitelik değişikliğini anlamak.
* Seçmek.
* İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak.
* Farklıdavranmak, fark gözetmek.
* (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek.ayırt edilmek * Ayırt etmek işine konu olmak. ayırt etmek * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek. ayırtı * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans. ayırtma * Ayırtmak işi. ayırtmak * Ayırmak işini yaptırmak. ayırtman * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına
katılan görevli, mümeyyiz.ayırtmanlık * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik. ayıt * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m
boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus).ayıya kaval çalmak * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 98
atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal. atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.ataş * Tutacak. ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı. ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
* Ataşenin görev yaptığıyer.Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist. Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
* Bu ilkeye bağlılık.atavik * Atacılıkla ilgili. atavizm * Atacılık. atbalığı * Su aygırı. atçı * Soy at yetiştiricisi. atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar. ate * Ateist. atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması. ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme. ateh getirmek * bunamak. ateist * Tanrıtanımaz. ateizm * Tanrıtanımazlık. atelye * Bkz. atölye. aterina * Gümüş balığı. ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
* Tutuşmuşolan cisim.
* Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
* Patlayıcısilâhların atılması.
* Vücut ısısı.
* Coşkunluk.
* Tehlike, felâket.
* Büyük üzüntü, acı.
* Kırmızı, alev renginde olan.
* Öfke, hırs, hınç.ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak. ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
* (ateşli silâh) patlamak.
* telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir. ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak. ateş balığı * Sardalye. ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek. ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca). ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı. ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak. ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens). ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez. ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak. ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi. ateşgibi * çok sıcak.
* zeki, çalışkan ve becerikli.
* kıpkırmızı.ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek. ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat. ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
* Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
* (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek. ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi. ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır. ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır. ateşpahası * Çok pahalı. ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
* Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
* Çok yaramaz (çocuk).ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
* çok öfkeli olmak.ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek. ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla. ateşvermek * tutuşturmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 99
ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
* çevresindekilere ağır sözler söylemek.ateş! * ateşetmek için verilen komut. ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
* Ateşle hüner gösteren oyuncu.ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
kimse.ateşçilik * Ateşçinin işi. ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek. ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen. ateşe tutmak * az ısıtmak.
* üzerine ateşli silâhla mermi atmak.ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
* bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
* aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
* bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak. ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir. ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak. ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak. ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak. ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak. ateşin * Ateşli, coşkun. ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak. ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
* derece ile ateşi ölçmek.
* acıyı, yanmayıazaltmak.ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke. ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
söylenir.ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak. ateşleme * Ateşlemek işi. ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
* Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
* Kışkırtmak, heveslendirmek.ateşlendirme * Ateşlendirmek işi. ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek. ateşlenme * Ateşlenmek işi. ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
* Vücut ısısıartmak.
* Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda. ateşletme * Ateşletmek işi. ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak. ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
* Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.ateşli * Ateşi olan.
* Coşkun, coşturucu, coşkulu.
* Cinsel istekleri güçlü olan.ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli. ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh. ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer. ateşlilik * Ateşli olma durumu. ateşperest * Ateşe tapan. ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum. atfen * Mal ederek, yükleyerek. atfetme * Atfetmek işi, isnat. atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
* Yöneltmek, çevirmek.atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası. atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır. atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
* Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.atıcılık * Atıcı olma durumu.
* Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
* Yalancılık, uydurmacılık.atıf * Yöneltme, çevirme.
* İlişkili bulma.atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
* Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık. atık * Atılmış, atılan. atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 100
atık su * Evlerde, işyerlerinde kullanımdan dolayıkirlenen ve bina dışına sevkedilen pis su. atıl * Tembel.
* İşsiz, aylak.
* Etkisiz, işe yaramaz.
* Bkz. süreduran.atılgan * Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
* Girişken.atılganlık * Atılgan olma durumu. atılım * İleri atılma, atılma işi.
* Hızla ilerleme, hamle, savlet.
* Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.
* Sayıkazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum.atılımcı * Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci. atılış * Atılmak işi veya biçimi, atılma. atılma * Atılmak işi. atılmak * Atmak işine konu olmak.
* Saldırmak, hücum etmek.
* Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak.
* Bir işe girişmek, başlamak.
* Patlamak.atım * Atmak işi.
* Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık.atımcı * Pamuğu, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç. atımcılık * Atımcının işi, hallaçlık. atımlık * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı.
* Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.atın ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağınıanlatır. atınısağlam kazığa bağlamak * eşeğini sağlam kazığa bağlamak. atıp (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak.
* abartmalıkonuşmak.atış * Atmak işi veya biçimi.
* Bir silâhın mermisini amaca ulaştırmak için gereken işve bilgi.
* (kalp, nabız için) Vuruş, çarpış.atışyeri * Silâh atma alıştırmalarıyapılan yer, poligon. atışma * Atışmak işi.
* Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.atışmak * Ağız kavgasıetmek.
* Kendisine dargın olan bir kimseye barışıkmışgibi söz söylemek.
* Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düşürmek amacıyla karşılıklıdeyişsöylemek.atıştırma * Atıştırmak işi. atıştırma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer. atıştırmak * Acele olarak yemek veya içmek.
* (yağmur veya kar) Serpiştirmek.atıştırmalık * Atıştırmaya yarayan. ati * Gelecek. atik * Çabuk davranan, çevik. atik * Eski, eski zamanla ilgili. atik tetik * Çabuk hareket edebilen, çevik. atiklik * Çabukluk, çeviklik. atkı * Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü.
* Bazıkadın ayakkabılarında ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
* Büyük yaba.
* Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eşik.
* Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atılan iplik, argaç.atkı iplik * Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği. atkılama * Atkılamak işi. atkılamak * Dokuma tezgâhlarında mekikle atkıatmak, argaçlamak. atkılı * Atkısı olan. atkuyruğu * Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan bir
bitki (Equisetum arvense).
* Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıklarısaç biçimi.atkuyruğugiller * Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası. atla arpayıdövüştürmek (veya dalaştırmak) * fesat karıştırmak, ara bozanlık etmek. atladı geçti Genç Osman! * bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığınıanlatır. atlama * Atlamak işi.
* Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
veya belli bir yükseklikten aşırma.
* Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.atlama beygiri * Yüksekliği 1.70’e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı. atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse. atlama taşı * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç. atlama taşıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak. atlamak * Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak.
* Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
* Binmek.
* (basında) Haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek.
* Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi işlerde bazı bölümleri bırakıp geçmek.
* Sınıfı okumadan geçmek.
* Yanılmak, aldanmak.
* Çıkmak, inmek.atlambaç * Çocukların atlama oyunu. atlandırma * Atlandırmak işi. atlandırmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek. atlangıç * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlama taşı. atlanılma * Atlanılmak işi. atlanılmak * Atlanmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 101
atlanma * Atlanmak işi. atlanmak * Ata binmek veya at edinmek. atlanmak * Atlamak işi yapılmak. atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın. atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir. atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür. atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş. atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
* Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs. atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller. atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi. atlatılma * Atlatılmak işi. atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak. atlatma * Atlatmak işi. atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
* Kötü bir durumu geçiştirmek.
* Savmak.
* Savsaklamak.
* Aldatmak.
* (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.atlaya zıplaya * atlayarak.
* istekle, isteyerek.atlet * Atletizmle uğraşan kimse. atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı. atletik * Atletleri ilgilendiren.
* Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
başına yapılan vücut çalışmaları.atlı * Atı olan.
* Ata binmişkimse, süvari.
* Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis). atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek. atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı. atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
eğlence aracı.atma * Atmak işi. atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız. atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
* Sapan.atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
* Bir şeyi yere doğru bırakmak.
* (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
* Koymak.
* Yerleştirmek, bir kenara koymak.
* Uzatmak.
* Bir yerden başka bir yere taşımak.
* (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
* (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
* (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
* (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
* Örtmek.
* (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
* Sözle sataşmak.
* Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
* İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
* Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
* Çıkarmak, dışarıya vermek.
* Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
* Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
* İçki içmek.
* Bilmeden, kestirerek söylemek.
* Yalan veya abartmalısöz söylemek.
* Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
* (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
* (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
* Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
* Değerini eksiltmek.
* (renk için) Solmak.
* Söylemek.
* Göndermek, yollamak.
* Haykırmak, bağırmak.
* Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
* Götürmek, sahiplenmek.atmasyon * Uydurma, palavra. atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse). atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu. atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma. atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
* Hava yuvarı.
* İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
* Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç. atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî. atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada. atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
parçacık.
* (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı. atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba. atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ. atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
elektron yüklü merkez bölümü.atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji. atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı. atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen. atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika. atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı. atomal * Atomlarla ilgili olan. atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
* Atomla ilgili.atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 102
atomik * Atomla ilgili olan. atonal * Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlıkalmadan oluşturulan (beste). atölye * Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığıyer, işlik. atölye resmi * Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim. atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapılan, müşterileri oyalayıcı, eğlendirici, ilgi çekici gösteri. atropin * Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir ilâç. atsan atılmaz, satsan satılmaz * işe yaramadığıveya sıkıntıverdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenir. attan inip eşeğe binmek * bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak. attar * Bkz. aktar. attığıtırnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılır. attırma * Attırmak işi. attırmak * Atmak işini yaptırmak. Au * Altın’ın kısaltması. aut * Top oyunlarında topun karşıtakım oyuncularının vuruşuyla oyun alanının veya kale çizgisinin arkasına
geçmesi.av * Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama işi.
* Bir hayvanın bir başka hayvanıyemek için yakalaması.
* Bu yollarla yakalanan hayvan.
* Tuzağa düşürülen, kendisinden yararlanılan kimse.-av / -ev * Fiilden isim türeten ek: sına-v, gör-ev, öd-ev, işle-v, türe-v vb. av avlanmış, tav tavlanmış * olan olmuş, işişten geçmiş, artık yapacak bir şey yok. av dönemi * Av hayvanlarının avlanmasıveya bu amaçla kullanılan av araçlarının kullanılmasının serbest olduğu yılın
belirli bölümü.av köpeği * Tazı, kopoy, zağar gibi ava yardımcılık etmeye alıştırılmışköpek. av kuşu * Avlanılan kuş. av mevsimi * Av dönemi. av yasağı * Yılın av dönemi dışında kalan zamanda konulan yasak. ava çıkmak * avlanmak için gitmek. avadancı * Eski Osmanlısarayında bir sınıf hademe. avadanlık * Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı. aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanların ödememesi hâlinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet
bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.aval * Saflığısersemlik derecesine varan (kimse). aval aval * Aptal bir biçimde, aptal aptal. avam * Halkın aşağıtabakası.
* Halk.avanak * Kolaylıkla kandırılabilen veya aldatılabilen, aptal, bön. avanakça * Avanak gibi, avanağa uygun düşen biçimde. avanaklık * Avanak olma durumu, avanakça davranış. avanaklık etmek * aptallık etmek, avanak gibi davranmak. avangart * Öncü. avans * Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik, peşinat. avans almak * öndelik almak. avans çekmek * öndelik çekmek. avans vermek * öndelik vermek. avanta * Bir kimsenin, emek vermeden sağladığıkazanç. avantacı * Çıkarcı, beleşçi, bedavacı. avantacılık * Çıkarcılık, beleşçilik, bedavacılık. avantadan * bedavadan, beleşten. avantaj * Üstünlük sağlayan şey, yarar, kâr. avantajlı * Yarar sağlayan, yararlı(durum veya şey). avantajsız * Yarar sağlamayan, yararsız. avantür * Serüven, macera. avantüriyer * Serüvene atılan, maceracı. Avar * Kuzeydoğu Kafkasya’da Dağıstan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan halk.
* III. – VI. yüzyıllar arasında Moğolistan’da VI. – IX. yüzyıllar arasında Orta Avrupa’da yaşamışhalk.avara * Bir geminin başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
* Kıyıya dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut.avara * İşe yaramaz, kötü.
* Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 103
avara kasnak işlemek (veya dönmek) * hiçbir işe yaramadan boşuna. avaraya almak * o bölümün çalışmasınıdurdurmak. Avarca * Avarların kullandığıdil. avare * İşsiz, işsiz güçsüz, başı boş, başı boşluk, aylak. avare dolaşmak * işsiz, işsiz güçsüz, başı boş, aylak dolaşmak. avare etmek * bir kimseyi işinden alıkoymak. avare olmak * işsiz güçsüz dolaşmak. avareleşme * Avareleşmek durumu. avareleşmek * Aylaklık etmek. avarelik * İşsizlik, başı boşluk, aylaklık. avarız * Kazalar, belâlar.
* Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
* Osmanlılarda önceleri yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak halktan toplanan vergi.avarya * Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
* Çeşitli sebeplerle dayanıklılığınıve esnekliğini kaybetmişyapağıve yün.avaz * Yüksek ses, nara. avaz avaz (bağırmak) * var gücüyle bağırmak. avazıçıktığıkadar * çok yüksek sesle. avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
* Avcılara özgü olan.
* Başka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
* Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çıkaran, tanıtan kimse.avcıeri * Piyade mangasında her ere verilen ad. avcıhattı * Savaşta düşmana doğru dağılarak ön safta ilerleyen asker topluluğu. avcı otu * Düğün çiçeğigillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis). avcıuçağı * Düşman uçaklarınıdüşürmek için kullanılan uçak. avcılık * Avcı olma durumu veya işi. avcılık etmek * avlanma ile uğraşmak. avcu kaşınmak * halk inanışına göre eline bir yerden para geçeceği anlaşılmak. avcuna saymak * peşin olarak ödemek. avcunu yalamak * umduğunu ele geçirememek. avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir şeyi) çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek. avcunun içinde tutmak * ona istediğini yaptıracak güçte olmak. avcunun içine almak * bir kimseyi baskıve etkisi altına almak. avdet * Dönüş, geri gelme. avdet etmek * dönmek, geri gelmek. avdetî * (genellikle Musevîler için) İslâm dinine dönmüşolan. avene * Yardakçılar. averaj * Ortalama.
* Sayıfarkı.avgın * Duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalısu yolu. avisto * Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve “görüldüğünde” anlamına gelen bir terim. avize * Tavana asılan, şamdanlı, lâmbalı, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı. avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika’dan dünyanın her yanına yayılmışolan, avize biçiminde sarkık, iri ve beyaz
çiçekli bir süs ağacı(Yucca glosiosa).avlak * Avıçok olan yer, av yeri. avlama * Avlamak işi.
* Voleybolda karşı oyuncuların boş bıraktığıve yetişemeyeceği yere topu yavaşça indirip sayıalma.avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
* Tuzağa düşürmek, kurnazlıkla kandırmak.avlanma * Avlanmak işi. avlanmak * Avlamak işine konu olmak.
* Ava gitmek, ava çıkmak, av için dolaşmak.avlatma * Avlatmak işini yaptırma. avlatmak * Avlanmak işini yaptırmak. avlu * Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan. avokado * Amerikan armudu (Persea americana). avrat * Kadın.
* Karı, eş.avrat pazarı * Cariyelerin satıldığıpazar.
* Kadınların öteberi sattıklarıpazar yeri.avret * Ut yeri. Avrupa kayını * Avrupa’da yetişen bir kayın türü. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 92
aslanpençesi * Gülgillerden, sarı, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
* Şirpençe.aslen * Kök veya soy bakımından. aslıastarı * iç yüzü, gerçek şekli. aslıastarı * Esası, doğruluğu, geçerliliği. aslıastarı(veya aslıaslı) olmamak * yalan, asılsız olmak. aslıçıkmak * gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak. aslıfaslıyok * yalan, uydurma. aslınesli * Soyu sopu. aslık * Kısır olan (kadın veya dişi hayvan). aslî * Temel olarak alınan, esas olan. aslî düşünce * Ana fikir. aslî maaş * Devlet dairelerinde çalışan memurlara verilen aylığın, yükselmeye temel olan her aşaması. aslî nüsha * Bir yazının çoğaltılmasına örneklik eden ilk nüsha. asliye * Temel, esas. asma * Asmak işi.
* Asılmış, asılı.asma * Asmagillerden, dallarıçardak üzerine yayılan bitkilere genel olarak verilen ad.
* Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).asma bahçe * Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapılmış bahçe. asma bıyığı * Asma dallarının çevresine tutunmasına yarayan yeşil uzantılar, sülük. asma biti * Eşkanatlılardan, asmalara zarar veren, sarımsırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix). asma kabağı * Kabakgillerden sürüngen veya sarılgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
* Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanılan ürünü.asma kat * Yapılarda genellikle tabanla birinci kat arasına yapılan, basık tavanlı, altı boşkat. asma kilit * Kilitlenecek şeyin üstündeki halkalara geçirilip kapatılacak biçimde yapılmışkilit. asma köprü * İki başındaki ayaklardan başka dayanağı olmayan, çoğunlukla uzun ve yüksek köprü. asma merdiven * Yukarıucundan bir yere asılarak kullanılan ip merdiven. asma yaprağı * Zeytinyağlıve etli dolma yapmakta kullanılan körpe asma yaprağı. asmagiller * İki çeneklilerden, belli başlıtürü asma olan bitki familyası. asmak * Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak.
* Üzerine takınmak, kuşanmak.
* Bir kimseyi boğazından ip geçirip sarkıtarak öldürmek, idam etmek.
* Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir işi özürsüz yapmamak.asmalı * Asması olan. asmalık * Asma için ayrılmışyer veya toprak. asmolen * Pişmiştoprak, cüruf ve beton karışımından yapılan kiriş, putrel nervürler arasına konulan delikli tuğla. asonans * Yarım kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
hiç dikkate almadan tekrarlama şeklinde uyak.asorti * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan. asortik * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan. asosyal * Sosyal olmayan. asparagas * Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber. aspidistra * Zambakgillerden, genellikle saksıda yetiştirilen, yapraklarıdoğrudan doğruya topraktan çıkan bir süs bitkisi. aspiratör * Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dışarıatan cihaz, emmeç. aspirin * Ağrıkesici ve ateşdüşürücü olarak kullanılan beyaz renkli, ekşimtırak ilâç. aspur * Yalancısafran. asrısaadet * Hz. Muhammed’in yaşadığızaman. asrî * Modern, çağcıl. asrîleşme * Çağcıllaşma, çağdaşlaşma. asrîleşmek * Çağcıllaşmak, çağdaşlaşmak. asrîlik * Çağcıllık. assai * Birlikte kullanıldığıterimin anlamına aşırılık kazandırır: Adagio assai çok yavaş, çok ağır. assolist * Bir müzik programında daha çok en son olarak sahneye çıkan, alanında tanınmışve çok ünlü olan sanatçı. ast * Alt.
* Birinin buyruğu altında olan görevli, madun.
* (birine göre) Rütbe veya kıdemce küçük olan asker.astar * Giyecek, perde, çanta, ayakkabı gibi şeylerde, kumaşın veya derinin iç tarafına geçirilen ince kat.
* Sıva veya boyadan önce vurulan kat.
* Gemicilikte bir şeyi sağlamlaştırmak için kullanılan bez, halat, ağaç vb.astar boyası * Boyacılıkta asıl boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanın dayanıklılığınıartırmak için
kullanılan boya.
* Üzerine resim yapılacak bezin veya duvarın yağlı boyayıemmesi için, resim yapılmadan önce sürülen boya.astar kaplama * Kontratablalarda kör ağacın biçim değiştirmesini önlemek amacıyla iki yüzüne yapıştırılan kaplama katı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 93
astar sürmek (veya vurmak, çekmek) * astar boyası ile boyamak. astarıyüzünden pahalı olmak * bir işin ayrıntılarına harcanılan para veya emek, elde edilen sonucun değerini aşmak, masraflı olmak. astarlama * Astarlamak işi. astarlamak * Astar geçirmek.
* Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek.astarlanma * Astarlanmak işi. astarlanmak * Astar geçirilmek. astarlatma * Astarlatmak işi. astarlatmak * Astar yaptırmak veya geçirtmek. astarlı * Astar geçirilmiş, astarlanmış. astarlızarf * İç yüzüne ince bir kâğıt geçirilmişzarf. astarlık * Astar olmaya elverişli (kumaşvb.). astarya * Bir gemiye yükleme veya boşaltma için tanınan süre. astasım * Öncüllerinden biri önceki tasımın vargısıdurumunda olan bir ek tasım. astat * Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ışınlarıyla bombardımanısonucu elde edilen yapay element.
KısaltmasıAt.astatin * Astat. asteğmen * Orduda en küçük rütbeli subay. asteğmenlik * Asteğmen rütbesi veya asteğmenin görevi. astığı astık, kestiği kestik * acımasız, çok sert veya istediği gibi davranan kimseler için kullanılır. astım * Bronşların daralmasından ileri gelen nefes darlığı. astımlı * Astımı olan, astım hastalığına tutulmuşolan. astırma * Astırmak işi. astırmak * Asmak işini yaptırmak. astigmat * Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz). astigmatizm * Gözün saydam tabakasında meridyenlerin eşitsizliği yüzünden net görememe durumu. astragan * Karakul kuzusunun kıvırcık ve parlak postu.
* Bu posttan yapılmışolan.astrofizik * Gök fiziği. astrolog * Yıldız falıyla uğraşan kimse, müneccim. astroloji * Yıldız falcılığı, müneccimlik. astronom * Astronomi bilgini, gök bilimci. astronomi * Gök bilimi, felekiyat. astronomik * Gök bilimiyle ilgili olan.
* Aşırıçok yüksek.astronomik fiyat * Çok yüksek fiyat. astronomik rakam * İnsana şaşkınlık verecek derecede büyük rakam. astronot * Uzay adamı. astronotluk * Uzay adamı olma durumu veya uzay adamının görevi. astropikal * Tropikal bölgelere yakın, fakat daha yüksek bir enlemde olan. astsubay * SilâhlıKuvvetler yasasına göre astsubay okullarında yetişerek SilâhlıKuvvetlere katılan astsubay çavuştan
astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker.astsubay başçavuş * Astsubaylığın beşinci basamağı. astsubay çavuş * Astsubaylığın ilk basamağı. astsubay kıdemli başçavuş * Astsubaylığın altıncıve son basamağı. astsubay kıdemli çavuş * Astsubaylığın ikinci basamağı. astsubay kıdemli üstçavuş * Astsubaylığın dördüncü basamağı. astsubay üstçavuş * Astsubaylığın üçüncü basamağı. astsubaylık * Astsubay olma durumu veya astsubayın görevi. asude * Sessiz, rahat, sakin. asudelik * Huzur içinde olma, mutluluk. asuman * Gök, gökyüzü. Asurca * Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya’da kullanılmışolan ölü bir dil. Asyalı * Asya’da yaşayan kimse.
* Asya’ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).Asyalılık * Asyalı olma durumu. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 94
aş * Pişirilerek hazırlanan yemek. aşdamı * Bazı bölgelerde yemek pişirilen yer, mutfak. aşerme * Aşermek durumu. aşermek * hamilelikte bazıyiyeceklere karşıaşırıdüşkünlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek. aşevi * Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
* Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer, aşhane.
* Düğün ve benzeri toplantılarda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanılan
yer.
* Tekkelerde yemek pişirilen yer.aşocağı * Yemek pişirilip yoksullara dağıtılan yer. aştaşınca kepçeye paha olmaz * sıkışık zamanlarda önemsiz şeylerin değeri çoktur. aşyermek * Bkz. aşermek. aşağı * Bir şeyin alt bölümü.
* Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
* Eğimli bir yerin daha alçak olan yeri.
* Niteliği düşük, kötü, adî.
* Bayağı, adî.
* Daha küçük, daha az; değer yönünden daha az.
* Aşağıya, yere doğru.aşağı(falan) yukarı * bir kimsenin adının dilden düşürmediğini, onun pek gözde olduğunu anlatır.
* bir hizmette çok kullanılan kişice, yakınma olarak kullanılır.aşağıalmak * devirmek, yıkmak. aşağı bitkiler * Su yosunları, mantarlar ve kara yosunları gibi su dışında fazla boy atmayan damarsız bitkiler. aşağıdüşmek * düzeyi, miktarı, niteliği alçalmak. aşağı görmek * küçük görmek, beğenmemek, hor görmek. aşağıkalır yeri (veya yanı) yok * nitelikleri bakımından başkalarıyla karşılaştırıldığında eksiği olmayan, denk olan. aşağıkalmamak * herhangi bir nitelik bakımından ondan geri olmamak. aşağıkurtarmaz * bundan daha ucuza olmaz.
* daha aşağı bir durumu kendine lâyık görmez.aşağımahalle * Yüksek bir yerleşim bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleşim bölgesi.
* Genel ev.aşağıtükürsem sakalım, yukarıtükürsem bıyığım * iki karşıt ve aynıderecede sakıncalıdurum karşısında karar verme zorluğunu anlatır. aşağıyukarı * Tama yakın, yaklaşık olarak. aşağıyukarı(yürümek) * bir baştan bir başa (yürümek). aşağıdan almak * sert konuşan bir kimseye yumuşak bir dil kullanmak, alttan almak. aşağılama * Aşağılamak işi. aşağılamak * Değerinden düşük göstermek.
* Küçültücü davranışlarda bulunmak, hor görmek.aşağılanma * Aşağılanmak durumu. aşağılanmak * Aşağıduruma düşürülmek. aşağılaşma * Aşağıduruma düşme, mezellet. aşağılaşmak * Aşağılık duruma düşmek. aşağılatma * Aşağılatmak işi. aşağılatmak * Aşağılamak işine uğratmak, tenzil etmek. aşağılıyukarılı * Aşağısıve yukarısı olan; aşağısıyukarısı birlikte. aşağılık * Aşağı olma durumu, adilik.
* Niteliği düşük, adî.aşağılık duygusu * Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğini yetersiz ve küçük görmesi. aşağılık kompleksi * Kendini olduğundan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu. aşağısama * Aşağısamak işi. aşağısamak * Bir kimseyi veya bir şeyi aşağılık ve değersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek. aşağısı * Aşağıtaraftaki. aşama * Önem veya değer bakımından gitgide yükselen bir sıra basamakların her biri, rütbe, mertebe, paye.
* Varılması istenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.aşama sırası * Önem ve değer bakımından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
* Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sıralarıarasında katıve kesin bir biçimde
dağıldığıtoplumsal teşkilâtlanış biçimi, hiyerarşi.aşamalı * Aşaması olan, kademeli. aşar * Ondalık.
* Tarım ürünlerinden alınan onda bir nisbetindeki vergiler.aşarî * Ondalık. aşçı * Yemek pişiren kimse, ahçı.
* Yemek pişirip satan kimse.
* Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.aşçı baltası * Kemikli et kesmeye yarar küçük balta. aşçı başı * Birkaç aşçının birlikte çalıştığıyerde bulunanların başı.
* Bir lokanta veya evde yemek pişirmekle görevli kimse.aşçı başılık * Aşçı başı olma durumu, aşçı başının görevi. aşçılık * Aşçı olma durumu veya aşçının görevi.
* Yemek pişirme zanaatıveya bilgisi.aşerat * Onluklar. aşhane * Aşevi.
* Mutfak.aşı * Organizmada belli birtakım hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için vücuda verilen, o hastalığın
mikrobuyla hazırlanmışeriyik.
* Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanın daha iyi bir türünden alınan dal, göz, tomurcuk gibi
parçalarıkaynaştırma işi veya böylece eklenen parça.
* Bu eriyiğin uygulanması.
* Aşılı(kimse veya bitki). -
Türkçe Sözlük A Sayfa 95
aşı boyalı * Aşı boyasırenginde boyanmış. aşı boyası * İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almışgevrek kil.
* Koyuca kırmızı, kiremit rengi.aşıkâğıdı * Aşı olanlara verilen resmî belge. aşı olmak * aşıyapılmak. aşıtaşı * Taşdurumundaki aşı boyası. aşıvurmak * bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşıvermek, aşıyapmak. aşıcı * Aşıyapan kimse. aşıcılık * Aşıcının yaptığı iş. âşığa Bağdad sorulmaz * bir şeye çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydığınıanlatır. aşığıcuk oturmak * işi çok olumlu bir biçim almak. âşığıkesilmek * tutku hâline getirmek. âşığın gözü kördür * kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de
ilgilenmez.aşık * Baldır kemiği ile eklemleşerek bileğin belli başlı oynak merkezini oluşturan, ayak bileğinde bulunan küçük
kemiklerden biri.
* Yapıçatılarında, uzun mertek, aşırma.âşık * Bir kimseye veya bir şeye karşıaşırısevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
* Halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlıhalk şairi.
* Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
* Dalgın, kalender (kimse).
* Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.aşık atmak * yarışetmek, yarışmak. aşık atmak (veya aşık oynamak) * aşık kemiğiyle oyun oynamak. aşık kemiği * Aşık. âşık olmak * sevmek, tutulmak. âşıkane * Âşığa yaraşır biçimde (olan). âşıklık * Âşık olanın durumu. âşıklısı * çok seveni, düşkünü. âşıktaş * Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri. âşıktaşlık * Karşılıklısevişme, muaşaka. âşıktaşlık etmek * karşılıklısevişmek. aşılama * Aşılamak işi.
* Yeni aşılanmışağaç.
* Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma.
* Bu yolla elde edilmiş.
* Bitkilerin aşıyoluyla üretilmesi, ilkah.
* Aşılanmış(ağaç).aşılamak * Organizmada bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşıkoyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı
vücuda vermek, aşıyapmak.
* Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasınıanaç üzerine kaynaştırarak üretmek.
* Başkasına hastalık geçirmek.
* Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
* Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak.aşılanma * Aşılanmak işi. aşılanmak * Aşılamak işine konu olmak. aşılatma * Aşılatmak işi. aşılatmak * Aşılamak işini yaptırmak. aşılı * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmışolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmış(bitki).aşılma * Aşılmak durumu. aşılmak * Aşmak işine konu olmak. aşım * Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi. aşındırma * Aşındırmak işi. aşındırmak * Aşınmak işine uğratmak.
* Dokunduğu cisimleri eriterek aşınmasına yol açmak.
* (bir yere) Pek çok gidip gelmek.aşınım * Aşınmak işi.
* Erozyon.aşınma * Aşınmak işi.
* Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dışetmenlerle yıpratılıp, yerinden
koparılmalarıveya eritilmeleri, itikal, erozyon.aşınmak * Birbirine sürtünerek incelmek.
* Eskimek, yıpranmak.
* Çıkıntılarısilinmek, düzleşmek.aşıntı * Aşınmışyer. aşır * On sayısı.
* Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılındıktan sonra Kur’an’dan okunan on ayetlik bölüm.aşıramento * Çalma, aşırma. aşırı * Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın.
* Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
* Bir şeyin gereğinden çok olanı.
* Ötede, ötesinde.
* Gereğinden fazla, çok.aşırı bellem * Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmişolması. aşırı besi * Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme. aşırıdoyma * Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra
kadar erimişolarak kalmasıdurumu.aşırıduyu * Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir
duyarlık gösterme durumu.aşırıerime * Erime noktasından daha aşağı bir ısıderecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının
katılaşmamasıdurumu.aşırı gitmek * ölçüyü kaçırmak, usandırmak. aşırıtaşırı * Çok aşırı, fazla miktarda.