Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 109

    aybeay * Aydan aya, ay ay olarak.
    ayça * Ayın ilk günlerinde aldığıyay biçimi, hilâl.
    * Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapılmışay yıldızlısüs, alem.
    ayçiçeği * Birleşikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiştirilen bir bitki, gün çiçeği, günebakan;
    gündöndü (Helianthus annuus).
    * Bu bitkinin yağçıkarılan tohumu.
    ayçiçeği yağı * Ay çiçeğinden çıkarılan yağ.
    ayçöreği * İçine tarçın, ceviz konularak ay biçiminde yapılmışçörek.
    ayda yılda bir * çok seyrek olarak.
    aydemir * Yüzü yay biçiminde bir çeşit keser.
    aydın * Işık alan, ışıklı, aydınlık.
    * Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver.
    * Kolayca anlaşılacak kadar açık (söz veya yazı), vazıh.
    aydınger * Parlak yüzeyli, saydam, mimarlıkta çizim için kullanılan özel bir kâğıt.
    aydınlanma * Aydınlanmak işi.
    * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür.
    * Bir yüzeyin, karşısına konulan eşit ışık kaynaklarının sayısı ile orantılı olarak aydınlık görünmesi.
    aydınlanmak * Aydınlık olmak.
    * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.
    aydınlatıcı * Aydınlık verici.
    * Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren.
    aydınlatılma * Aydınlatılmak işi.
    aydınlatılmak * Aydınlatmak işine konu olmak.
    aydınlatma * Aydınlatmak işi.
    * Sahnelerin ışıklandırılması işi.
    aydınlatmak * Karanlığı giderip görünür duruma getirmek.
    * Bir sorun üzerine bilgi vermek.
    aydınlık * Bir yeri aydınlatan güç, ışık.
    * Işık alan.
    * Kolay anlaşılacak derecede açık olan, vazıh.
    * Kötülükten uzak, temiz, saf.
    * Bir yapının ortasına gelen oda ve öbür bölümlerin ışık alması için, damın ortasından zemine kadar açılan
    boşluk.
    aydınlıkölçer * Aydınlıklarıölçmeye yarayan aygıt, lüksmetre.
    ayet * Kur’an surelerini oluşturan cümlelerden her biri.
    aygın * Bitkin.
    aygın baygın * Güçsüz, çok yorgun, bitkin.
    * Duyguda ölçüyü kaçırmış.
    * Kendinden geçercesine âşık, vurgun.
    aygır * Damızlık erkek at.
    aygır deposu * Aygırların bakıldığı büyük ahır.
    aygır gibi * iri yarıcüsseli, güçlü (kimse).
    aygıt * Birçok parçadan yapılmışalet, cihaz.
    * Vücutta belirli bir görevin sağlanmasına yarayan organların hepsi, cihaz.
    * Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluşturulan ve bazı belli deneylerin yapılmasına yarayan takım.
    ay-gün takvimi * Güneşin görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim.
    ay-gün yılı * Hem ay evreleri değişimi hem de güneşin gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alınarak düzenlenmiş
    olan takvim yılı.
    ayı * Memelilerin et obur takımından, beşparmaklı, tabanlarına basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü
    bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos).
    * Kaba saba.
    ayı balığı * Fok.
    ayı gibi * iri yarı.
    * kaba, anlayışsız (kimse).
    ayı gördüm, yıldıza itibarım (veya minnetim) yok * bir şeyin en iyisine alıştıktan sonra ondan aşağı olanlar beni doyuramaz.
    ayı görmeden bayram etme * bir işgerçekleşmeden ona oldu gözüyle bakılıp sevinilmemelidir.
    ayı gülü * İki çenekliler sınıfının düğün çiçeğigiller familyasından bir şakayık türü (Peconia corollina).
    ayıüzümü * Fundagillerden, küçük taneli yemişler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi).
    ayıyavrusu ile oynuyor * iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakasıyapmasıveya gücünü onda denemesi karşısında
    ayıplama yollu söylenir.
    ayıyürüyüşü * Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme.
    ayı bacağı * Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi.
    ayı bınıyüzüne vurmak * birinin kusurunu yüzüne söylemek.
    ayı boğan * İri yarı, kaba ve anlayışsız (kimse).
    ayıcı * Ayı oynatmayı işedinen kimse.
    * Sert, kaba ve hoyrat (kimse).
    ayıcılık * Ayıcının işi, mesleği.
    ayı giller * Memeli et oburlardan, ayıları içine alan bir familya.
    ayık * Sarhoşluğu veya baygınlığı geçmişolan.
    * Sarhoşluğu geçmiş bir biçimde.
    * Anlayışlı, uyanık.
    ayıkla pirincin taşını! * bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılır.
    ayıklama * Ayıklamak işi.
    ayıklamak * Bir şeyin içinden, işe yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayırıp çıkarmak,
    temizlemek.
    * Bir görevde gereksiz görülenleri işinden ayırmak.
    ayıklanma * Ayıklanmak işi.
    * Yaşayan varlıklarda ortamın şartlarına en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması, uyamayanların
    yok olması, ıstıfa.
    ayıklanmak * Ayıklamak işine konu olmak.
    ayıklatma * Ayıklatmak işi.
    ayıklatmak * Ayıklamak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 110

    ayıklık * Ayık olma durumu.
    ayıkmak * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek.
    ayıkulağı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula).
    ayılık * Kabalık, kaba davranış.
    ayılık etmek * kaba davranmak.
    ayılıp bayılmak * birini kendinden geçercesine sevmek.
    * aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek.
    ayılma * Ayılmak işi.
    ayılmak * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
    * aklı başına gelip gerçeği görmek.
    ayıltı * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk.
    ayıltma * Ayıltmak işi.
    ayıltmak * Ayılmasını sağlamak.
    -ayım / -eyim * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb.
    ayın * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf.
    ayın on dördü * Dolunay.
    ayın on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadın veya kız).
    ayınga * Kaçak tütün, tütün.
    ayıngacı * Tütün kaçakçısı.
    ayıngacılık * Tütün kaçakçılığı.
    ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir.
    ayınlarıçatlatmak * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak.
    ayıp * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.
    * Kusur, eksiklik.
    * Utanç veren.
    ayıp etmek (veya yapmak) * yakışıksızca davranmak.
    ayıp yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler.
    ayıplama * Ayıplamak işi, takbih.
    ayıplamak * Kınamak, takbih etmek.
    ayıplanma * Ayıplanmak işi.
    ayıplanmak * Ayıplamak işine konu olmak.
    ayıplı * Ayı bı, kusuru olan.
    ayıpsız * Ayı bı, kusuru olmayan.
    ayıptır söylemesi * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için
    kullanılır.
    * övünmek gibi olmasın ama.
    ayıraç * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar.
    ayıran * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan.
    ayırıcı * Ayırma özelliği veya gücü olan.
    ayırım * Ayırmak işi.
    ayırım yapmak * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek.
    ayırım yaratmak * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak.
    ayırımlama * Ayırım yapmak işi.
    ayırımlamak * Ayırım yapmak.
    ayırma * Ayırmak işi.
    ayırmaç * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika.
    ayırmak * Bölmek.
    * Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
    * Bir yeri bir engelle bölmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Nitelik değişikliğini anlamak.
    * Seçmek.
    * İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak.
    * Farklıdavranmak, fark gözetmek.
    * (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek.
    ayırt edilmek * Ayırt etmek işine konu olmak.
    ayırt etmek * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek.
    ayırtı * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans.
    ayırtma * Ayırtmak işi.
    ayırtmak * Ayırmak işini yaptırmak.
    ayırtman * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına
    katılan görevli, mümeyyiz.
    ayırtmanlık * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik.
    ayıt * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m
    boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus).
    ayıya kaval çalmak * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 95

    aşı boyalı * Aşı boyasırenginde boyanmış.
    aşı boyası * İçine karışan demir hidroksit miktarına göre pas sarısı, kızıl veya koyu esmer renk almışgevrek kil.
    * Koyuca kırmızı, kiremit rengi.
    aşıkâğıdı * Aşı olanlara verilen resmî belge.
    aşı olmak * aşıyapılmak.
    aşıtaşı * Taşdurumundaki aşı boyası.
    aşıvurmak * bağışıklık veya tedavi amacıyla vücuda aşıvermek, aşıyapmak.
    aşıcı * Aşıyapan kimse.
    aşıcılık * Aşıcının yaptığı iş.
    âşığa Bağdad sorulmaz * bir şeye çok istekli olan kimsenin, o şeyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydığınıanlatır.
    aşığıcuk oturmak * işi çok olumlu bir biçim almak.
    âşığıkesilmek * tutku hâline getirmek.
    âşığın gözü kördür * kendisini aşka kaptıran kimse, sevgilisinin kusurlarını görmediği gibi, çevresinde olup bitenlerle de
    ilgilenmez.
    aşık * Baldır kemiği ile eklemleşerek bileğin belli başlı oynak merkezini oluşturan, ayak bileğinde bulunan küçük
    kemiklerden biri.
    * Yapıçatılarında, uzun mertek, aşırma.
    âşık * Bir kimseye veya bir şeye karşıaşırısevgi ve bağlılık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
    * Halk içinde yetişen, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağlıhalk şairi.
    * Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
    * Dalgın, kalender (kimse).
    * Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.
    aşık atmak * yarışetmek, yarışmak.
    aşık atmak (veya aşık oynamak) * aşık kemiğiyle oyun oynamak.
    aşık kemiği * Aşık.
    âşık olmak * sevmek, tutulmak.
    âşıkane * Âşığa yaraşır biçimde (olan).
    âşıklık * Âşık olanın durumu.
    âşıklısı * çok seveni, düşkünü.
    âşıktaş * Birbirleriyle sevişen erkek ve kadından her biri.
    âşıktaşlık * Karşılıklısevişme, muaşaka.
    âşıktaşlık etmek * karşılıklısevişmek.
    aşılama * Aşılamak işi.
    * Yeni aşılanmışağaç.
    * Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katma.
    * Bu yolla elde edilmiş.
    * Bitkilerin aşıyoluyla üretilmesi, ilkah.
    * Aşılanmış(ağaç).
    aşılamak * Organizmada bağışıklık yaratmak veya yerleşmiş bir hastalığa karşıkoyabilmek için hazırlanmış bir aşıyı
    vücuda vermek, aşıyapmak.
    * Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağacın bir parçasınıanaç üzerine kaynaştırarak üretmek.
    * Başkasına hastalık geçirmek.
    * Birtakım düşünce veya duyguları başkasına benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
    * Soğuğa sıcak, sıcağa soğuk su katmak.
    aşılanma * Aşılanmak işi.
    aşılanmak * Aşılamak işine konu olmak.
    aşılatma * Aşılatmak işi.
    aşılatmak * Aşılamak işini yaptırmak.
    aşılı * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmış(bitki).
    aşılma * Aşılmak durumu.
    aşılmak * Aşmak işine konu olmak.
    aşım * Erkek hayvanın dişisiyle çiftleşmesi.
    aşındırma * Aşındırmak işi.
    aşındırmak * Aşınmak işine uğratmak.
    * Dokunduğu cisimleri eriterek aşınmasına yol açmak.
    * (bir yere) Pek çok gidip gelmek.
    aşınım * Aşınmak işi.
    * Erozyon.
    aşınma * Aşınmak işi.
    * Yer kabuğunu oluşturan kayaçların, başta akarsular olmak üzere türlü dışetmenlerle yıpratılıp, yerinden
    koparılmalarıveya eritilmeleri, itikal, erozyon.
    aşınmak * Birbirine sürtünerek incelmek.
    * Eskimek, yıpranmak.
    * Çıkıntılarısilinmek, düzleşmek.
    aşıntı * Aşınmışyer.
    aşır * On sayısı.
    * Bir dinî tören sırasında veya cemaatle namaz kılındıktan sonra Kur’an’dan okunan on ayetlik bölüm.
    aşıramento * Çalma, aşırma.
    aşırı * Alışılan veya dayanılabilen dereceden çok daha fazla, taşkın.
    * Bir şeye gereğinden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
    * Bir şeyin gereğinden çok olanı.
    * Ötede, ötesinde.
    * Gereğinden fazla, çok.
    aşırı bellem * Belleme yetisinin olağanüstü bir durumda gelişmişolması.
    aşırı besi * Olağanüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.
    aşırıdoyma * Belli sıcaklıktaki bir sıvı içinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sıcaklığın düşmesine karşın bir sınıra
    kadar erimişolarak kalmasıdurumu.
    aşırıduyu * Herhangi bir duyu organıyla ve özellikle dokunma duyusuyla sağlanan her tür uyarana karşı olağan dışı bir
    duyarlık gösterme durumu.
    aşırıerime * Erime noktasından daha aşağı bir ısıderecesine düşmesine rağmen birtakım şartlar altında bir sıvının
    katılaşmamasıdurumu.
    aşırı gitmek * ölçüyü kaçırmak, usandırmak.
    aşırıtaşırı * Çok aşırı, fazla miktarda.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 96

    aşırıuç * Politika alanında sağveya sol görüşlerin en ateşli ve yıkıcıkanadı.
    aşırıcılık * Beklenenin üstünde aşırıdavranma eğilimi.
    aşırılık * Aşırı olma durumu.
    aşırılma * Aşırılmak işi.
    aşırılmak * Aşırmak işine konu olmak.
    aşırıntı * Aşırılmışolan (şey).
    aşırma * Aşırmak işi.
    * Başkalarının yazılarından bölümler, mısralar alıp kendininmişgibi gösterme veya başkalarının konularını
    benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
    * Aşırılmış.
    * Yapıçatılarında uzun mertek, aşık.
    * Küçük kazan, kova, bakraç.
    aşırma kayış * Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağa geçirilen kuşak biçimindeki kayışçember.
    aşırmacılık * Başkasına ait olan bir şeyi izinsiz alma.
    * Bir yazarın başka bir yazarın eserinden konu veya biçim alması.
    aşırmak * Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanına geçirmek.
    * Çalıp götürmek.
    * Tehlike içinde bulunan bir şeyi acele kaçırmak.
    * Başkasının eserinden parçalar alıp kendininmişgibi göstermek.
    aşırmasyon * Çalma, aşırma.
    aşırtı * Aşırma işi.
    aşırtma * Aşırtmak işi.
    aşırtmak * Aşırmak işini yaptırmak.
    * Aşırmak.
    aşısız * Herhangi bir hastalığa karşıaşılanmamışolan (kimse).
    * Kendisine aşıyapılmamış(bitki).
    aşıt * Siper, kuytu yer.
    * Aşılacak yer.
    * Dağgeçidi.
    aşikâr * Açık, apaçık, belli, meydanda olan.
    aşikâr etmek * açıklamak, belli etmek.
    aşikâr olmak * belli olmak, ortaya çıkmak, belirginleşmek.
    aşikâre * Açıkça, belli ederek, saklamadan.
    aşina * Bildik, dost, arkadaş, tanıdık.
    * Bilinen, tanıdık olan.
    aşinalık * Birbirini bilme, tanıma, tanışıklık.
    * Tanışıklığı gösterir davranış.
    aşinalık göstermek * ilgilenmek, tanıdığını belli etmek.
    aşiret * Oymak.
    aşiyan * Kuşyuvası.
    * Ev, oturulan yer, mesken.
    aşk * Aşırısevgi ve bağlılık duygusu, sevi.
    aşk etmek * hızla vurmak.
    aşk olmayınca meşk olmaz * güçlü bir istek olmayınca hiçbir şey elde edilemez.
    aşk olsun * “Aferin” sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğenildiğini bildirir.
    * Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşısında kınama, sitem bildirir.
    * Dervişler arasında selâm sözü olarak kullanılır.
    aşk yapmak * cinsel ilişkide bulunmak, sevişmek.
    aşka düşmek * âşık olmak.
    aşka gelmek * bir şeyi yapmak için büyük bir istek duymak, coşmak, coşkunluk göstermek.
    aşkın * Belli bir süreyi aşmış, ötesine geçmiş.
    * Benzerlerinden üstün.
    * Çok, fazla.
    aşkıncılık * Birey ve evrenseli birleştirmeye çalışan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi.
    aşlama * Bkz. Aşılama.
    aşlamak * Bkz. Aşılamak.
    aşlık * Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
    * Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
    * Sırası gelince kullanılmak için saklanan yemeklik şeyler, zahire.
    aşma * Aşmak işi.
    aşmak * Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanına geçmek.
    * (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
    * (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleşmek.
    * Görünmeden kaçmak.
    aşna * Aşina.
    aşna fişne * Gizli dost.
    * Gizli dostluk.
    aşoz * Ahşap gemilerin omurgalarının uzunluğunca ve iki yanında borda kaplamalarının en dar yüzünü
    yerleştirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.
    aştırma * Aştırmak işi.
    aştırmak * Aşmak işini yaptırmak.
    aşure * Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemişleri şekerle kaynatarak yapılan bir tür tatlı.
    aşure ayı * Muharrem ayı.
    aşure günü * Aşurenin pişirildiği Muharrem ayının onuncu günü.
    aşurelik * Aşure yapmada kullanılan.
    * Aşure dağıtmaya yarayan süslü kap.
    aşüfte * Oynak, açık saçık kadın, kokot.
    aşüftelik * Aşüfte olma durumu.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 97

    At * Astatin’in kısaltması.
    at * Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
    * Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş.
    -at * İsimden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş-at, gelir-at vb.
    at anası * Bkz. atlar anası.
    at başı(beraber) gitmek * eşit durumda olmak.
    at binenin (veya iş bilenin), kılıç kuşananın * her şey, onu gereği gibi kullanmasını bilene yakışır.
    at binicisine göre kişner * insanların, başlarında bulunan kişinin etkisi altında kalarak, onun tutumuna göre davrandıklarınıanlatır.
    at cambazı * At alıp satan kimse.
    * Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.
    at çalındıktan sonra ahırın kapısınıkapamak * işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkışmak.
    at çevirmek * geri döndürmek.
    at donu * Atın tüyünün rengi.
    at gibi * vücudu iri yarı olan (kadın).
    at gözlüğü * Atların koşum takımında, göz hizasında bulunan korumalık.
    * Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.
    at hırsızı gibi * kılık kıyafeti ve tutumu güven vermeyen (adam).
    at izi it izine karışmak * iyiyi kötüden ayıramayacak kadar bir karışıklık ortaya çıkmak.
    at kestanesi * At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
    hippocastanum).
    * Bu ağacın kestaneye benzeyen yemişi.
    at kestanesigiller * İki çeneklilerden, örneği at kestanesi olan bir bitki familyası.
    at koşturacak kadar * pek geniş.
    at koşturmak * çok geniş, alabildiğine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak.
    at meydanı * at koşularının yapıldığımeydan.
    at meydanı * At veya at arabalarıkoşularının yapıldığıyer.
    at nalıkadar * (nişan, madalya, elmas, plâka gibi göğse takılan şeyler için) pek büyük.
    at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz) * gerekli şartlar her zaman bir arada bulunmaz.
    at oynatmak * atla hüner göstermek.
    * yarışmak.
    * bildiği ve istediği gibi davranmak.
    at pazarında eşek osurtmuyoruz! * söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü.
    at sineği * Çift kanatlılardan, uzunluğu 8 mm kadar olan, kanatları büyük ve küt, at, sığır ve domuzların bacak ve
    kuyruk aralarında yaşayan, eklem bacaklı bir sinek türü (Hippobosca equina).
    at var, meydan yok * yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok.
    ata * Baba.
    * Dedelerden ve büyük babalardan her biri.
    ata et, ite ot vermek * bir işi ters yapmak.
    atabek * Bkz. atabey.
    atabey * Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda şehzadelerin eğitimi veya bağımsız olarak bir eyaletin
    yönetimi ile görevli vezir.
    atacılık * Uzaklarda bulunan ve birçok kuşaktan beri görünmeyen birtakım özelliklerin yeni bir kuşakta birden
    ortaya çıkması, ataya çekme, atavizm.
    atadan babadan görmek * gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak.
    ataerki * Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederşahîlik.
    ataerkil * Ataerki temeline dayanan, pederşahî, patriarkal.
    atak * Düşüncesizce her işe atılan, cür’etkâr.
    * Geveze, yalancı.
    atak * Atılım, akın.
    * Saldırı, saldırış, hücum, hamle.
    atak yapmak * akın yapmak, atılım yapmak.
    ataklık * Atak olanın durumu veya atakça iş, davranış, cür’et.
    atalet * Tembellik.
    * İşsizlik, işsiz kalma, işlemezlik.
    atalık * Ataya yakışır davranış, babalık.
    atama * Atamak işi, tayin.
    atamak * Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.
    ataman * Eskiden Rus Kazakların baş buğuna verilen unvan.
    atanma * Bir göreve getirilme, tayin edilme.
    atanma yapmak * tayin etmek.
    atanmak * Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.
    ataraksiya * Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarılmayan ruh dinginliği, acıya olduğu kadar kıvanca karşıda ilgisizlik.
    atardamar * Kalbin sağkarıncığından akciğerlere, sol karıncığından vücudun diğer bölümlerine kan taşıyan damar,
    şiryan.
    atari * Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmiş bir oyun türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 98

    atarkanal * Spermayı idrar yoluna salan iki kanal.
    atasözü * Uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbımesel: Ayağınıyorganına
    göre uzat. Atsan atılmaz, satsan satılmaz vb.
    ataş * Tutacak.
    ataşe * Bir elçiliğe bağlıuzman, elçilik uzmanı.
    ataşelik * Ataşe olma durumu veya makamı.
    * Ataşenin görev yaptığıyer.
    Atatürkçü * Atatürkçülük yanlısı olan (kimse), Kemalist.
    Atatürkçülük * Atatürk’ün düşünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti’nin bağımsızlık ve bütünlüğünü, millî
    egemenliği, kişi özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağırlıklı, geleceğe
    yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
    * Bu ilkeye bağlılık.
    atavik * Atacılıkla ilgili.
    atavizm * Atacılık.
    atbalığı * Su aygırı.
    atçı * Soy at yetiştiricisi.
    atçılık * Soy at yetiştiriciliğinde yapılan at koşuları, at sergileri gibi çalışmalar.
    ate * Ateist.
    atefleksiyon * Döl yatağının biçiminin bozulması.
    ateh * Bunama, bunaklık, ihtiyarlık yüzünden alık duruma gelme.
    ateh getirmek * bunamak.
    ateist * Tanrıtanımaz.
    ateizm * Tanrıtanımazlık.
    atelye * Bkz. atölye.
    aterina * Gümüş balığı.
    ateş * Yanıcıcisimlerin tutuşmasıyla beliren ısıve ışık, od.
    * Tutuşmuşolan cisim.
    * Isıtma veya pişirme için kullanılan yer veya araç.
    * Patlayıcısilâhların atılması.
    * Vücut ısısı.
    * Coşkunluk.
    * Tehlike, felâket.
    * Büyük üzüntü, acı.
    * Kırmızı, alev renginde olan.
    * Öfke, hırs, hınç.
    ateşaçmak * ateşli silâhla mermi atmaya başlamak.
    ateşalmak * yanmak, tutuşmak.
    * (ateşli silâh) patlamak.
    * telâşlanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coşmak, acele davranmak, acele etmek.
    ateşalmaya mı geldin? * uğradığıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.
    ateş bacayı(veya saçağı) sarmak * bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.
    ateş balığı * Sardalye.
    ateş basmak * kızarmak, sıkılıp başına kan yürümek.
    ateş böceği * Kın kanatlılardan, karanlıkta ışıldama özelliği olan böcek (Lampyris noctiluca).
    ateş böcekleri * Kın kanatlılardan, örneği ateş böceği olan böcekler takımı.
    ateşçıkmak * Bkz. yangın çıkmak.
    ateşçiçeği * Ballı babagillerden, ateşkırmızısırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).
    ateşdüştüğü yeri yakar * bir acıyı onu çekenden başkasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez.
    ateşetmek * ateşli silâhlarla mermi atmak.
    ateşgecesi * Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateşin üstünden
    atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.
    ateşgemisi * Eski çağlarda düşman gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapılmış, içi yakıcımaddelerle dolu gemi.
    ateşgibi * çok sıcak.
    * zeki, çalışkan ve becerikli.
    * kıpkırmızı.
    ateşgibi yanmak * ateşi yükselmek.
    ateşhattı * Savaşta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat.
    ateşkayığı * Ateş balığı avlamak için kullanılan ve içinde ateşyakılan kayık.
    * Yangın söndürmede kullanılan tulumbayıtaşımak için kullanılan büyük ve genişkayık.
    ateşkesilmek * çok kızgın davranışlarda bulunmak, ateşpüskürmek.
    * (sonradan) çok çalışkan, hareketli ve becerikli olmak.
    ateşkesmek * ateşli silâhlarla yapılan atışa son vermek.
    ateşkırmızısı * Yanan ateşin rengi.
    ateşolmayan yerden duman çıkmaz * küçük de olsa birtakım belirtilerin önemli olaylara işaret olduğunu anlatır.
    ateşolsa cirmi kadar yer yakar * hasmın pek önemsenmediğini anlatır.
    ateşpahası * Çok pahalı.
    ateşparçası * Ateşin bir bölümü.
    * Çok canlı, hareketli, becerikli, çalışkan.
    * Çok yaramaz (çocuk).
    ateşpüskürmek * şiddetli, öfkeli konuşmak.
    * çok öfkeli olmak.
    ateşsaçmak * çok kızmak, çok öfkelenmek.
    ateştuğlası * Ocak, soba gibi yerlerde kullanılan, ateşe dayanıklıtuğla.
    ateşvermek * tutuşturmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 99

    ateşyağdırmak * ateşli silâhlarla aralıksız mermi atmak.
    * çevresindekilere ağır sözler söylemek.
    ateş! * ateşetmek için verilen komut.
    ateş baz * Osmanlılarda şenlikler için donanma fişeklerini hazırlayan kimse.
    * Ateşle hüner gösteren oyuncu.
    ateşçi * Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateşle işleyen yerlerde ocaklara kömür atıp ateşin sürekli yanmasınısağlayan
    kimse.
    ateşçilik * Ateşçinin işi.
    ateşe atmak * bile bile çok tehlikeli bir işe girişmek.
    ateşe dayanıklı * aşırıısıdan zarar görmeyen.
    ateşe tutmak * az ısıtmak.
    * üzerine ateşli silâhla mermi atmak.
    ateşe vermek * ateşiçine sokmak.
    * bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
    * aşırıtelâşa ve sıkıntıya düşürmek.
    * bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaşa ve karışıklık yaratarak sıkıntıve yıkıma uğratmak.
    ateşe vurmak * bir yemeği pişmek üzere ocağa koymak.
    ateşe vursa duman vermez * pek cimri olanlar için söylenir.
    ateşi başına vurmak * çok öfkelenmek, sinirlenmek, coşmak.
    ateşi çıkmak (veya yükselmek) * (hasta için) vücut ısısı olağandan çok artmak.
    ateşi düşmek * (hasta için) ateşi geçmek veya azalmak.
    ateşi uyandırmak * sönmek üzere olan ateşi canlandırmak.
    ateşin * Ateşli, coşkun.
    ateşine (veya nârına) yanmak * bir kimse yüzünden zarara uğramak.
    ateşini almak * yüksek vücut ısısınıdüşürmek.
    * derece ile ateşi ölçmek.
    * acıyı, yanmayıazaltmak.
    ateşkes * Savaşan iki kuvvetin karşılıklı olarak savaşıdurdurması, bırakışma, mütareke.
    ateşle barut bir yerde durmaz * biri kız, biri erkek iki gencin bir yerde yalnız başlarına kalmalarının sakıncalı olduğunu anlatmak için
    söylenir.
    ateşle oynamak * pek tehlikeli bir işle uğraşmak.
    ateşleme * Ateşlemek işi.
    ateşlemek * Tutuşturmak, yakmak.
    * Top, tüfek gibi patlayıcımaddeleri patlatmak.
    * Kışkırtmak, heveslendirmek.
    ateşlendirme * Ateşlendirmek işi.
    ateşlendirmek * Coşturmak, kışkırtmak, şiddetlendirmek.
    ateşlenme * Ateşlenmek işi.
    ateşlenmek * Ateşlemek işine konu olmak.
    * Vücut ısısıartmak.
    * Coşmak, kızışmak, şiddetlenmek.
    ateşler içinde * (hasta) çok ateşli bir durumda.
    ateşletme * Ateşletmek işi.
    ateşletmek * Ateşlemek işini yaptırmak.
    ateşleyici * Ateşleme niteliği olan.
    * Patlayıcımaddeleri ateşlemekte kullanılan cihaz.
    ateşli * Ateşi olan.
    * Coşkun, coşturucu, coşkulu.
    * Cinsel istekleri güçlü olan.
    ateşli ateşli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, hararetli hararetli.
    ateşli silâh * Patlayıcımadde aracı ile mermi atan top, tüfek gibi silâh.
    ateşlik * Ateşyakılan veya konulan yer.
    ateşlilik * Ateşli olma durumu.
    ateşperest * Ateşe tapan.
    ateşten gömlek * acı, üzüntü veren, dayanılmaz, sıkıntılıdurum.
    atfen * Mal ederek, yükleyerek.
    atfetme * Atfetmek işi, isnat.
    atfetmek * Bir işi veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
    * Yöneltmek, çevirmek.
    atgiller * Atları, eşekleri ve zebraları içine alan, tek parmaklımemeliler familyası.
    atıalan Üsküdar’ı geçti * fırsatın kaçırılıp artık yapılacak bir şey kalmadığınıanlatır.
    atıcı * İyi nişan alan, attığınıvuran kimse.
    * Yalancı, asılsız şeyler uydurup söyleyen.
    atıcılık * Atıcı olma durumu.
    * Bazıateşli silâhlar kullanarak yapılan spor.
    * Yalancılık, uydurmacılık.
    atıf * Yöneltme, çevirme.
    * İlişkili bulma.
    atıfet * İyilik, bağış, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
    * Karşılık beklemeden gösterilen sevgi.
    atık * Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayık.
    atık * Atılmış, atılan.
    atık kâğıt * Kâğıt, işleme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğıt veya karton üretiminde ve kâğıt
    hamuru yapımında tekrar kullanılan kâğıt veya karton parçaları.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 100

    atık su * Evlerde, işyerlerinde kullanımdan dolayıkirlenen ve bina dışına sevkedilen pis su.
    atıl * Tembel.
    * İşsiz, aylak.
    * Etkisiz, işe yaramaz.
    * Bkz. süreduran.
    atılgan * Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
    * Girişken.
    atılganlık * Atılgan olma durumu.
    atılım * İleri atılma, atılma işi.
    * Hızla ilerleme, hamle, savlet.
    * Herhangi bir konuda ilerleme çabası, hamle.
    * Sayıkazanmak amacıyla yapılan atılış, hücum.
    atılımcı * Durumunu geliştirme gücü gösteren, atılım yapan, hamleci.
    atılış * Atılmak işi veya biçimi, atılma.
    atılma * Atılmak işi.
    atılmak * Atmak işine konu olmak.
    * Saldırmak, hücum etmek.
    * Bir şeye doğru birden gitmek, birden bir davranışta bulunmak.
    * Bir işe girişmek, başlamak.
    * Patlamak.
    atım * Atmak işi.
    * Atılan bir şeyin gidebildiği uzaklık.
    atımcı * Pamuğu, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme işini yapan kimse, hallaç.
    atımcılık * Atımcının işi, hallaçlık.
    atımlık * Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atım yapabilecek barut miktarı.
    * Konuşacak, yazacak söz veya bilgi.
    atın ölümü arpadan olsun * çok sevilen bir şey yapılırken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanılacağınıanlatır.
    atınısağlam kazığa bağlamak * eşeğini sağlam kazığa bağlamak.
    atıp (veya atmak) tutmak * bir kimse veya bir şey için kötü konuşmak.
    * abartmalıkonuşmak.
    atış * Atmak işi veya biçimi.
    * Bir silâhın mermisini amaca ulaştırmak için gereken işve bilgi.
    * (kalp, nabız için) Vuruş, çarpış.
    atışyeri * Silâh atma alıştırmalarıyapılan yer, poligon.
    atışma * Atışmak işi.
    * Saz şairlerinin deyişle tartışmaları.
    atışmak * Ağız kavgasıetmek.
    * Kendisine dargın olan bir kimseye barışıkmışgibi söz söylemek.
    * Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düşürmek amacıyla karşılıklıdeyişsöylemek.
    atıştırma * Atıştırmak işi.
    atıştırma yeri * Ayaküstü yemek yenilen yer.
    atıştırmak * Acele olarak yemek veya içmek.
    * (yağmur veya kar) Serpiştirmek.
    atıştırmalık * Atıştırmaya yarayan.
    ati * Gelecek.
    atik * Çabuk davranan, çevik.
    atik * Eski, eski zamanla ilgili.
    atik tetik * Çabuk hareket edebilen, çevik.
    atiklik * Çabukluk, çeviklik.
    atkı * Soğuğa karşı omuzlara, başa, sırta veya boyna alınan örtü.
    * Bazıkadın ayakkabılarında ve çocuk patiklerinde ayağın üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
    * Büyük yaba.
    * Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eşik.
    * Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atılan iplik, argaç.
    atkı iplik * Dokumacılıkta mekikle enine atılan iplik kumaşın en ipliği.
    atkılama * Atkılamak işi.
    atkılamak * Dokuma tezgâhlarında mekikle atkıatmak, argaçlamak.
    atkılı * Atkısı olan.
    atkuyruğu * Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetişen ve ilâç olarak kullanılan bir
    bitki (Equisetum arvense).
    * Genç kızların saçlarını başlarının arkasına toplayarak uç bölümünü kaldırıp serbest bıraktıklarısaç biçimi.
    atkuyruğugiller * Eğrelti otugillerden, örneği atkuyruğu olan bir bitki familyası.
    atla arpayıdövüştürmek (veya dalaştırmak) * fesat karıştırmak, ara bozanlık etmek.
    atladı geçti Genç Osman! * bir işin bittiğini veya tehlikenin atlatıldığınıanlatır.
    atlama * Atlamak işi.
    * Belirli bir yerden gerilip hız alarak yapılan sıçrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
    veya belli bir yükseklikten aşırma.
    * Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseği aşmak amacıyla yarışılan atletizm dalı.
    atlama beygiri * Yüksekliği 1.70’e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanılan beden eğitimi aracı.
    atlama tahtası * Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanılan yer veya kimse.
    atlama taşı * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlangıç.
    atlama taşıyapmak * daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak.
    atlamak * Bir engeli sıçrayarak veya fırlayarak aşmak.
    * Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
    * Binmek.
    * (basında) Haberi zamanında verememek veya diğer gazetelerden öğrenmek.
    * Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi işlerde bazı bölümleri bırakıp geçmek.
    * Sınıfı okumadan geçmek.
    * Yanılmak, aldanmak.
    * Çıkmak, inmek.
    atlambaç * Çocukların atlama oyunu.
    atlandırma * Atlandırmak işi.
    atlandırmak * Ata bindirmek veya binecek at vermek.
    atlangıç * Suyu geçerken üzerine basıp atlamak için konulan büyük taş, atlama taşı.
    atlanılma * Atlanılmak işi.
    atlanılmak * Atlanmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 101

    atlanma * Atlanmak işi.
    atlanmak * Ata binmek veya at edinmek.
    atlanmak * Atlamak işi yapılmak.
    atlar anası * İri yarı, erkeksi kadın.
    atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz * küçükler büyüklerin yanında hadlerini bilmelidir.
    atlar tepişir, arada eşekler ezilir * büyüklerin çatışmasından küçükler zarar görür.
    atlas * Yüzü parlak, sık dokunmuş bir tür ipekli kumaş.
    atlas * Dünyanın, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğrafyası ile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
    vermek için bir araya getirilmiş coğrafya haritalarıderlemesi.
    * Bir konuyu açıklamak için hazırlanmışresim veya levhalardan oluşmuşkitap.
    atlas çiçeği * Uzun ve sarkık yapraklı, parlak kırmızıçiçekler açan kaktüs.
    atlas çiçeğigiller * Kaktüsgiller.
    atlas kemiği * Boyun omurlarının üstten birincisi.
    atlatılma * Atlatılmak işi.
    atlatılmak * Atlatmak işi yapılmak veya bu işe konu olmak.
    atlatma * Atlatmak işi.
    atlatmak * Atlamak işini yaptırmak.
    * Kötü bir durumu geçiştirmek.
    * Savmak.
    * Savsaklamak.
    * Aldatmak.
    * (basında) Başka ilgililerden önce bir haberin yayımlanmasını sağlamak.
    atlaya zıplaya * atlayarak.
    * istekle, isteyerek.
    atlet * Atletizmle uğraşan kimse.
    atlet fanilâsı * Kolsuz erkek fanilâsı.
    atletik * Atletleri ilgilendiren.
    * Vücudu gelişmiş, biçimli, atlet gibi.
    atletizm * Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliştirmeye yarayan koşu, atlama, ağırlık kaldırma ve atma gibi, tek
    başına yapılan vücut çalışmaları.
    atlı * Atı olan.
    * Ata binmişkimse, süvari.
    * Binek atıkullanan asker veya asker sınıfı.
    atlıkarınca * İri bir karınca türü (Ponera grandis).
    atlıkovalarcasına * gereksiz yere acele ederek.
    atlıspor * At üzerinde yapılan bütün sporların genel adı.
    atlıkarınca * Yere dikilmiş bir eksen çerçevesinde döndürülen askılara takılı oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluşan bir
    eğlence aracı.
    atma * Atmak işi.
    atma Recep, din kardeşiyiz * söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkındayız.
    atmaca * Kartalgillerden, ava alıştırılabilen küçük bir yırtıcıkuş(Accipiter nisus).
    * Sapan.
    atmak * Bir cismi bir yöne doğru fırlatmak.
    * Bir şeyi yere doğru bırakmak.
    * (bir kimseyi) Uzaklaştırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
    * Koymak.
    * Yerleştirmek, bir kenara koymak.
    * Uzatmak.
    * Bir yerden başka bir yere taşımak.
    * (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
    * (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
    * (kurşun, gülle, ok gibi şeyleri) Hedefe iletmek.
    * (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bırakmak.
    * Örtmek.
    * (yapılmışkötü bir işi birine) Yüklemek.
    * Sözle sataşmak.
    * Kovmak, dışarıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaştırmak.
    * İstenilmeyen bir şeyi kendi malı olmaktan çıkarmak.
    * Kullanılması gelenek hâline gelmiş bir şeyi kullanmaktan vazgeçmek.
    * Çıkarmak, dışarıya vermek.
    * Patlayıcımaddelerle havaya uçurup yıkmak.
    * Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
    * İçki içmek.
    * Bilmeden, kestirerek söylemek.
    * Yalan veya abartmalısöz söylemek.
    * Çatlamak, yırtılmak veya yapışık olduğu yerden ayrılmak.
    * (kalp, nabız gibi kan dolaşımı ile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
    * (sıkıntıdolayısıyla) Giyilen bir şeyi çıkarmak.
    * Yazılıveya banda alınmış bir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
    * Değerini eksiltmek.
    * (renk için) Solmak.
    * Söylemek.
    * Göndermek, yollamak.
    * Haykırmak, bağırmak.
    * Etkisi kaybolmak, alışmak, bırakmak.
    * Götürmek, sahiplenmek.
    atmasyon * Uydurma, palavra.
    atmasyoncu * Uydurmacı, palavracı(kimse).
    atmasyonculuk * Atmasyoncu olma durumu.
    atmık * Erkeklerin cinsel organından salgılanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.
    atmosfer * Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası, gaz yuvarı.
    * Hava yuvarı.
    * İçinde yaşanılan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
    * Basınç birimi olarak kullanılan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğunda ve tabanıl cm 2 olan cıva
    sütununun ağırlığı(l kg 33 gr).
    atmosfer basıncı * Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptığı basınç.
    atmosferik * Atmosferle ilgili, cevvî.
    atol * Mercanların bir araya toplanması ile oluşmuş, halka biçiminde adacık, mercan ada.
    atom * Birkaç türü birleşince çeşitli kimyasal birleşikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluşturan
    parçacık.
    * (eski Yunan filozoflarına göre) Gerçeğin son, artık bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.
    atom ağırlığı * Herhangi bir atomun 16 sayısı ile gösterilen oksijen atomuna göre ağırlığı.
    atom bombası * Atom çekirdeklerinin parçalanmasısonucu enerji oluşmasıtemeline dayanan bomba.
    atom çağı * Atom enerjisinin insanlığın hizmetine girdiği çağ.
    atom çekirdeği * Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaşan, proton ve nötronlardan oluşan pozitif
    elektron yüklü merkez bölümü.
    atom enerjisi * Atom çekirdeklerinin parçalanmasından veya hafif atomların kaynaşmasından oluşan büyük enerji.
    atom numarası * Bir atom çekirdeğinin içinde bulunan protonların sayısı.
    atom reaktörü * Nükleer parçalanma sonucu oluşan enerjiyi kontrol etmekte kullanılan düzen.
    atom santrali * Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.
    atom sayısı * Bir atom çekirdeğinin içerisinde bulunan protonların sayısı.
    atomal * Atomlarla ilgili olan.
    atomcu * Atomculuk yanlısı(kimse).
    * Atomla ilgili.
    atomculuk * Evrenin, bölünmez parçaların kümelenmesinden oluştuğunu ileri süren öğreti.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 102

    atomik * Atomla ilgili olan.
    atonal * Yeni bir bestecilik çığırına göre, ton ve makam temeline bağlıkalmadan oluşturulan (beste).
    atölye * Zanaatçıların veya resim, heykel sanatlarıyla uğraşanların çalıştığıyer, işlik.
    atölye resmi * Bir işin ayrıntılarını gösteren ve atölyede yapım sırasında kullanılan 1/1 ölçüdeki teknik resim.
    atraksiyon * Gazino gibi yerlerde yapılan, müşterileri oyalayıcı, eğlendirici, ilgi çekici gösteri.
    atropin * Güzelavrat otundan çıkarılıp hekimlikte kullanılan zehirli bir ilâç.
    atsan atılmaz, satsan satılmaz * işe yaramadığıveya sıkıntıverdiği hâlde vazgeçilemeyen şeyler ve kimseler için söylenir.
    attan inip eşeğe binmek * bulunduğu önemli görevden daha aşağı bir göreve alınmak.
    attar * Bkz. aktar.
    attığıtırnak kadar olamamak * bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanılır.
    attırma * Attırmak işi.
    attırmak * Atmak işini yaptırmak.
    Au * Altın’ın kısaltması.
    aut * Top oyunlarında topun karşıtakım oyuncularının vuruşuyla oyun alanının veya kale çizgisinin arkasına
    geçmesi.
    av * Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama işi.
    * Bir hayvanın bir başka hayvanıyemek için yakalaması.
    * Bu yollarla yakalanan hayvan.
    * Tuzağa düşürülen, kendisinden yararlanılan kimse.
    -av / -ev * Fiilden isim türeten ek: sına-v, gör-ev, öd-ev, işle-v, türe-v vb.
    av avlanmış, tav tavlanmış * olan olmuş, işişten geçmiş, artık yapacak bir şey yok.
    av dönemi * Av hayvanlarının avlanmasıveya bu amaçla kullanılan av araçlarının kullanılmasının serbest olduğu yılın
    belirli bölümü.
    av köpeği * Tazı, kopoy, zağar gibi ava yardımcılık etmeye alıştırılmışköpek.
    av kuşu * Avlanılan kuş.
    av mevsimi * Av dönemi.
    av yasağı * Yılın av dönemi dışında kalan zamanda konulan yasak.
    ava çıkmak * avlanmak için gitmek.
    avadancı * Eski Osmanlısarayında bir sınıf hademe.
    avadanlık * Bir işi yapmak, bir aracı onarmak için kullanılan alet takımı.
    aval * Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanların ödememesi hâlinde üçüncü bir kişinin alacaklılara senet
    bedelini ödeyeceğine ilişkin verdiği güvence.
    aval * Saflığısersemlik derecesine varan (kimse).
    aval aval * Aptal bir biçimde, aptal aptal.
    avam * Halkın aşağıtabakası.
    * Halk.
    avanak * Kolaylıkla kandırılabilen veya aldatılabilen, aptal, bön.
    avanakça * Avanak gibi, avanağa uygun düşen biçimde.
    avanaklık * Avanak olma durumu, avanakça davranış.
    avanaklık etmek * aptallık etmek, avanak gibi davranmak.
    avangart * Öncü.
    avans * Alacağına sayılmak üzere önceden yapılan ödeme, öndelik, peşinat.
    avans almak * öndelik almak.
    avans çekmek * öndelik çekmek.
    avans vermek * öndelik vermek.
    avanta * Bir kimsenin, emek vermeden sağladığıkazanç.
    avantacı * Çıkarcı, beleşçi, bedavacı.
    avantacılık * Çıkarcılık, beleşçilik, bedavacılık.
    avantadan * bedavadan, beleşten.
    avantaj * Üstünlük sağlayan şey, yarar, kâr.
    avantajlı * Yarar sağlayan, yararlı(durum veya şey).
    avantajsız * Yarar sağlamayan, yararsız.
    avantür * Serüven, macera.
    avantüriyer * Serüvene atılan, maceracı.
    Avar * Kuzeydoğu Kafkasya’da Dağıstan Federe Cumhuriyeti’nde yaşayan halk.
    * III. – VI. yüzyıllar arasında Moğolistan’da VI. – IX. yüzyıllar arasında Orta Avrupa’da yaşamışhalk.
    avara * Bir geminin başka bir gemiden veya kıyıdan açılması.
    * Kıyıya dayanılarak sandalın açılması için kürekçilere verilen komut.
    avara * İşe yaramaz, kötü.
    * Üzerinde döndüğü ve kendisini taşıyan milden bağımsız olarak çalışan mekanizma.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 103

    avara kasnak işlemek (veya dönmek) * hiçbir işe yaramadan boşuna.
    avaraya almak * o bölümün çalışmasınıdurdurmak.
    Avarca * Avarların kullandığıdil.
    avare * İşsiz, işsiz güçsüz, başı boş, başı boşluk, aylak.
    avare dolaşmak * işsiz, işsiz güçsüz, başı boş, aylak dolaşmak.
    avare etmek * bir kimseyi işinden alıkoymak.
    avare olmak * işsiz güçsüz dolaşmak.
    avareleşme * Avareleşmek durumu.
    avareleşmek * Aylaklık etmek.
    avarelik * İşsizlik, başı boşluk, aylaklık.
    avarız * Kazalar, belâlar.
    * Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
    * Osmanlılarda önceleri yalnız olağanüstü durumlarda, sonraları ise sürekli olarak halktan toplanan vergi.
    avarya * Bir deniz yolculuğunda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
    * Çeşitli sebeplerle dayanıklılığınıve esnekliğini kaybetmişyapağıve yün.
    avaz * Yüksek ses, nara.
    avaz avaz (bağırmak) * var gücüyle bağırmak.
    avazıçıktığıkadar * çok yüksek sesle.
    avcı * Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
    * Avcılara özgü olan.
    * Başka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
    * Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çıkaran, tanıtan kimse.
    avcıeri * Piyade mangasında her ere verilen ad.
    avcıhattı * Savaşta düşmana doğru dağılarak ön safta ilerleyen asker topluluğu.
    avcı otu * Düğün çiçeğigillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis).
    avcıuçağı * Düşman uçaklarınıdüşürmek için kullanılan uçak.
    avcılık * Avcı olma durumu veya işi.
    avcılık etmek * avlanma ile uğraşmak.
    avcu kaşınmak * halk inanışına göre eline bir yerden para geçeceği anlaşılmak.
    avcuna saymak * peşin olarak ödemek.
    avcunu yalamak * umduğunu ele geçirememek.
    avcunun içi gibi bilmek * (bir yeri, bir şeyi) çok iyi ve ayrıntılı olarak bilmek.
    avcunun içinde tutmak * ona istediğini yaptıracak güçte olmak.
    avcunun içine almak * bir kimseyi baskıve etkisi altına almak.
    avdet * Dönüş, geri gelme.
    avdet etmek * dönmek, geri gelmek.
    avdetî * (genellikle Musevîler için) İslâm dinine dönmüşolan.
    avene * Yardakçılar.
    averaj * Ortalama.
    * Sayıfarkı.
    avgın * Duvarda suyun geçmesi için bırakılan delik veya üstü kapalısu yolu.
    avisto * Ödenmesi gereken poliçelere yazılan ve “görüldüğünde” anlamına gelen bir terim.
    avize * Tavana asılan, şamdanlı, lâmbalı, billûr, cam veya metal süslü aydınlatma aracı.
    avize ağacı * Zambakgillerden, Amerika’dan dünyanın her yanına yayılmışolan, avize biçiminde sarkık, iri ve beyaz
    çiçekli bir süs ağacı(Yucca glosiosa).
    avlak * Avıçok olan yer, av yeri.
    avlama * Avlamak işi.
    * Voleybolda karşı oyuncuların boş bıraktığıve yetişemeyeceği yere topu yavaşça indirip sayıalma.
    avlamak * Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
    * Tuzağa düşürmek, kurnazlıkla kandırmak.
    avlanma * Avlanmak işi.
    avlanmak * Avlamak işine konu olmak.
    * Ava gitmek, ava çıkmak, av için dolaşmak.
    avlatma * Avlatmak işini yaptırma.
    avlatmak * Avlanmak işini yaptırmak.
    avlu * Bir yapının veya yapı grubunun ortasında kalan üstü açık, duvarla çevrili alan.
    avokado * Amerikan armudu (Persea americana).
    avrat * Kadın.
    * Karı, eş.
    avrat pazarı * Cariyelerin satıldığıpazar.
    * Kadınların öteberi sattıklarıpazar yeri.
    avret * Ut yeri.
    Avrupa kayını * Avrupa’da yetişen bir kayın türü.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 92

    aslanpençesi * Gülgillerden, sarı, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
    * Şirpençe.
    aslen * Kök veya soy bakımından.
    aslıastarı * iç yüzü, gerçek şekli.
    aslıastarı * Esası, doğruluğu, geçerliliği.
    aslıastarı(veya aslıaslı) olmamak * yalan, asılsız olmak.
    aslıçıkmak * gerçek olduğu anlaşılmak, gerçek olduğu ortaya çıkmak.
    aslıfaslıyok * yalan, uydurma.
    aslınesli * Soyu sopu.
    aslık * Kısır olan (kadın veya dişi hayvan).
    aslî * Temel olarak alınan, esas olan.
    aslî düşünce * Ana fikir.
    aslî maaş * Devlet dairelerinde çalışan memurlara verilen aylığın, yükselmeye temel olan her aşaması.
    aslî nüsha * Bir yazının çoğaltılmasına örneklik eden ilk nüsha.
    asliye * Temel, esas.
    asma * Asmak işi.
    * Asılmış, asılı.
    asma * Asmagillerden, dallarıçardak üzerine yayılan bitkilere genel olarak verilen ad.
    * Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).
    asma bahçe * Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapılmış bahçe.
    asma bıyığı * Asma dallarının çevresine tutunmasına yarayan yeşil uzantılar, sülük.
    asma biti * Eşkanatlılardan, asmalara zarar veren, sarımsırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix).
    asma kabağı * Kabakgillerden sürüngen veya sarılgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
    * Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanılan ürünü.
    asma kat * Yapılarda genellikle tabanla birinci kat arasına yapılan, basık tavanlı, altı boşkat.
    asma kilit * Kilitlenecek şeyin üstündeki halkalara geçirilip kapatılacak biçimde yapılmışkilit.
    asma köprü * İki başındaki ayaklardan başka dayanağı olmayan, çoğunlukla uzun ve yüksek köprü.
    asma merdiven * Yukarıucundan bir yere asılarak kullanılan ip merdiven.
    asma yaprağı * Zeytinyağlıve etli dolma yapmakta kullanılan körpe asma yaprağı.
    asmagiller * İki çeneklilerden, belli başlıtürü asma olan bitki familyası.
    asmak * Bir şeyi aşağıya sarkacak biçimde bir yere iliştirip sarkıtmak.
    * Üzerine takınmak, kuşanmak.
    * Bir kimseyi boğazından ip geçirip sarkıtarak öldürmek, idam etmek.
    * Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir işi özürsüz yapmamak.
    asmalı * Asması olan.
    asmalık * Asma için ayrılmışyer veya toprak.
    asmolen * Pişmiştoprak, cüruf ve beton karışımından yapılan kiriş, putrel nervürler arasına konulan delikli tuğla.
    asonans * Yarım kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
    hiç dikkate almadan tekrarlama şeklinde uyak.
    asorti * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan.
    asortik * (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapıda olan.
    asosyal * Sosyal olmayan.
    asparagas * Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber.
    aspidistra * Zambakgillerden, genellikle saksıda yetiştirilen, yapraklarıdoğrudan doğruya topraktan çıkan bir süs bitkisi.
    aspiratör * Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dışarıatan cihaz, emmeç.
    aspirin * Ağrıkesici ve ateşdüşürücü olarak kullanılan beyaz renkli, ekşimtırak ilâç.
    aspur * Yalancısafran.
    asrısaadet * Hz. Muhammed’in yaşadığızaman.
    asrî * Modern, çağcıl.
    asrîleşme * Çağcıllaşma, çağdaşlaşma.
    asrîleşmek * Çağcıllaşmak, çağdaşlaşmak.
    asrîlik * Çağcıllık.
    assai * Birlikte kullanıldığıterimin anlamına aşırılık kazandırır: Adagio assai çok yavaş, çok ağır.
    assolist * Bir müzik programında daha çok en son olarak sahneye çıkan, alanında tanınmışve çok ünlü olan sanatçı.
    ast * Alt.
    * Birinin buyruğu altında olan görevli, madun.
    * (birine göre) Rütbe veya kıdemce küçük olan asker.
    astar * Giyecek, perde, çanta, ayakkabı gibi şeylerde, kumaşın veya derinin iç tarafına geçirilen ince kat.
    * Sıva veya boyadan önce vurulan kat.
    * Gemicilikte bir şeyi sağlamlaştırmak için kullanılan bez, halat, ağaç vb.
    astar boyası * Boyacılıkta asıl boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanın dayanıklılığınıartırmak için
    kullanılan boya.
    * Üzerine resim yapılacak bezin veya duvarın yağlı boyayıemmesi için, resim yapılmadan önce sürülen boya.
    astar kaplama * Kontratablalarda kör ağacın biçim değiştirmesini önlemek amacıyla iki yüzüne yapıştırılan kaplama katı.