Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 111

    ayıyıvurmadan postunu satmak * henüz ele geçmemiş bir şey üzerinde hesap yapmak.
    ayin * Dinî tören, ibadet.
    * Mevlevî tekkelerinde okunan ağır bestelerin biçimi.
    ayinicem * Mevlevî ve Bektaşî tekkelerinde kadın ve erkeğin birlikte katıldığı, dinî müzikli sohbet töreni.
    aykırı * Alışılmışa, doğru diye bellenmişe uygun olmayan, karşıt, ters, mugayir.
    * Gidilen yol üzerinde olmayıp gidişyönüne ters düşen.
    * Çapraz, ters.
    * Bütün noktalarıaynıdüzlemde bulunmayan.
    aykırıdoğrular * Aynıdüzlemde bulunmayan doğrular.
    aykırıdüşmek * uygun gelmemek, ters gelmek, ters düşmek.
    aykırıkatmanlaşma * Katmanları düzenli bir biçimde olmayan katmanlaşma.
    aykırı olmak * ters olmak, zıt olmak.
    aykırılama * Aykırılamak işi.
    aykırılamak * Dikey olarak gelmek; kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrılmak.
    aykırılaşma * Aykırılaşmak işi.
    aykırılaşmak * Aykırıduruma gelmek.
    aykırılık * Aykırı olma durumu, mugayeret, muhalefet.
    ayla * Ayın ve bazıyıldızların dolayındaki ışık çevresi, ay ağılı, hale.
    * Bazıkutsal kişilerin başıetrafında gösterilen ışık çevresi.
    aylak * İşsiz, boşgezen, avare.
    * İşsiz, bir şey yapmayarak.
    aylak olmak * boşta olmak, yapacak bir işi olmamak, boşoturmak.
    aylakçı * Temelli işi olmayan işçi.
    aylakçılık * Temelli işsahibi olmama durumu.
    * İşsizlik, avarelik.
    aylaklık * Aylak olma durumu, işsizlik, avarelik.
    aylaklık etmek * boşdurmak, boşoturmak, işsiz güçsüz dolaşmak, çalışmamak.
    aylama * Aylamak işi.
    aylamak * Beklemek.
    * Sürmek, devam etmek.
    * Ayıdolduran bir süre geçirmek, aylarca kalmak.
    aylandız * Sedef otugillerden, Avrupa’ya Çin’den getirilmiş, kısa zamanda yetişip boy attığı için bir gölge ağacı olarak
    dikilen, kötü kokan bir ağaç, kokar ağaç (Ailanthus glandulosa).
    aylanma * Aylanmak işi.
    aylanmak * Bir yerin çevresinde dolanmak.
    aylı * Üzerinde ay biçimi bulunan.
    * Ay ışığı olan, mehtaplı.
    aylığa geçmek * çalışmasıkarşılığı olarak her ay belirli bir para alınacak bir işe başlamak.
    * gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.
    aylık * Birine, görevi karşılığı olarak veya geçimi için her ay ödenen para, maaş.
    * Bir ay içinde olan veya bir ay süren.
    * Ayda bir kez yapılan veya çıkan.
    * … aydan beri var olan.
    * Ay olarak, bir ay için.
    aylık almak * bir aylık çalışma karşılığında para almak.
    aylık bağlamak * emekli olan veya başka sebeplerle çalışmayanlara her ay için belirli bir parayıödemeyi üstlenmek.
    aylık vermek * aylık olarak üstlenilen parayıödemek.
    aylıkçı * Aylıkla çalışan kimse.
    * Başka geliri olmayıp yalnız aldığı aylıkla geçinen kimse.
    aylıklı * Aylık alan (kimse), maaşlı.
    * Karşılığı aylıkla ödenen.
    ayma * Aymak işi.
    aymak * Kendine gelmek, aklı başına gelmek, ayılmak.
    * Gerçeği anlamak.
    aymaz * Çevresinde olup bitenlerin farkına varmayan, gafil.
    aymazlık * Çevresinde olup bitenlerin farkına varamama durumu, aymaza yakışacak durum, gaflet.
    ayn * Göz.
    ayna * Işığıyansıtan, varlıkların görüntüsünü veren, cilâlıve sırlıcam.
    * Gemilerde işaretçi erlerin kullandığıdürbün.
    * Akıntıve anaforun birleştiği yerde oluşan su burgacı.
    * Doğramacılık ve yapıcılıkta çerçeve içine geçirilen tahta veya taşlevha.
    * Küreğin yassıuç bölümü.
    * (atlarda) Diz kapağı.
    * İyi bir durumda, yolunda.
    * (Karagöz oyununda) Perde.
    * Bir olayı, bir durumu yansıtan, göz önünde canlandıran olay, durum, şey.
    ayna gibi * dümdüz ve parlak.
    * (deniz için) kımıltısız, durgun.
    ayna taşı * Yapı, anıt ve çeşme gibi yerlere konan yazılıveya yazısız süslü taşlevha.
    ayna tırnağı * Aynayıduvara tutturmak için kullanılan nikel veya kromla kaplanmışmetal parçası.
    aynabakar * Büyük, yumurtamsı, kırmızımsımavi renkli bir erik türü.
    aynacı * Ayna yapan veya satan kimse.
    * Hileci, işine hile karıştıran.
    aynacılık * Aynacının yaptığı işveya aynacı olma durumu.
    aynalı * Aynası olan.
    * Parlak yüzlü, yakışıklı, güzel.
    aynalısazan * Üzerinde az sayıda büyük pullar bulunan bir tür sazan balığı.
    aynalık * Geminin ve bağlı bulunduğu limanın adıyazılan, düz veya az yuvarlak kıç bölüm.
    aynalık tahtası * Sandalların kıç taraflarında oturanın sırtınıdayamasına yarayan tahta.
    aynasız * Aynası olmayan.
    * Hoşa gitmeyen, kötü, yakışıksız, çirkin, ters, biçimsiz.
    * Polis.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 112

    aynasızlık * Aynasız olma durumu.
    aynaz * Bataklık.
    aynaz * Köy oyunlarınıyöneten kimse.
    aynen * Olduğu gibi, değiştirmeden, aynıyla.
    aynı * Başkasıdeğil, yine o.
    * Ayırt edilemeyecek kadar benzeri özdeşi, tıpkısı.
    * Değişmeyen, aralarında ayrım olmayan.
    aynıağzıkullanmak * aynışeyi söylemek, aynıdüşünceyi ileri sürmek.
    aynıkapıya çıkmak * sonuç bakımından fark etmemek, aynısonuca varmak.
    aynıpotada erimek * benzer konularıve sorunları birlikte düşünmek veya değerlendirmek.
    aynıtelden çalmak * aynışeyi söylemek.
    aynıyolun yolcusu * kötü sonları birbirine eşolan.
    aynızamanda * Hem de, bununla birlikte.
    aynılık * Aynı olma durumu, özdeşlik, ayniyet.
    aynısefa * Birleşikgillerden, çiçekleri sarırenkli bir kır bitkisi (Calendula arvensis).
    aynıyla * Hiçbir değişiklik olmadan, olduğu gibi.
    aynî * Gözle ilgili.
    aynî * Para olarak değil, madde olarak verilen.
    aynî hak * Taşınır veya taşınmaz üzerinde doğrudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karşı ileri sürülebilen
    haklar.
    ayniyat * Kullanılmaya veya harcamaya elverişli, taşınmasıkolay eşya.
    ayniyet * Aynılık, özdeşlik.
    aynştayniyum * Bkz. einsteiniyum.
    ayol * Daha çok kadınların kullandığı bir seslenme sözü.
    ayraç * Yay ayraç.
    ayraç açmak * söz veya yazı içine, asıl konu ile ilgisi az olan bir bölüm sıkıştırmak.
    ayran * Süt veya yoğurt yayıkta çalkalanarak yağıalındıktan sonra kalan sulu bölüm.
    * Yoğurdu sulandırarak yapılan içecek.
    ayran ağızlı * Aptal, budala, sersem.
    ayran budalası * Aptal, sersem.
    ayran delisi * Bön, safdil.
    ayran gönüllü * Çabuk âşık olan.
    ayrancı * Ayran yapan veya satan kimse.
    ayrancılık * Ayran yapıp satma işi.
    ayranıkabarmak * öfkelenmek, coşmak.
    * aşırı bir cinsel arzu duymak.
    ayranıyok içmeye, atla (veya tahtırevanla) gider sıçmaya * yoksulluğuna bakmadan gösterişyapmaya kalkanların gülünçlüğünü anlatmak için kullanılır.
    ayranım budur, yarısısudur * yapılan bir işin yarım yamalak olduğu bildirilmek için kullanılır.
    ayranlaşma * Ayranlaşmak özelliği veya durumu.
    ayranlaşmak * Ayran durumuna gelmek.
    ayrı * Yerleri bir olmayan.
    * Başka, başka türlü.
    * Yalnız, tek başına olan.
    ayrıayrı * Birbirinden ayrı olan, değişik.
    * Her biri için.
    * (her biri) Ayrı olarak.
    ayrı basım * Genellikle bir dergide yayımlanmış bilimsel bir yazının ayrı bir broşür olarak basımı.
    ayrı başçekmek * topluluktan ayrılıp kendi başına işyapmak.
    ayrıcinsten * Farklıyapıda olan, heterojen.
    ayrıçanak yapraklılar * Çanak yaprakları birbirine bitişmişolmayan bitkiler.
    ayrıdüşmek * birbirinden uzakta kalmak.
    * uyuşmamak.
    ayrı gayrı bilmemek (veya ayrısı gayrısı olmamak) * birbirinden hiçbir şey esirgemeyecek durumda olmak.
    ayrıseçi yapmak * birkaç şey arasında fark gözetmek.
    ayrıtaç yapraklılar * Taç yaprakları birbirine bitişik olmayıp yan yana yer almış bulunan bitkiler.
    ayrıtutmak * farklıdavranmak.
    ayrıca * Ayrı olarak.
    * Ayrı bir önem verilerek.
    * Bundan başka.
    ayrıcalı * Başkalarına benzemeyen, ayrıtutulan, müstesna.
    ayrıcalık * Başkalarından ayrıve üstün tutulma durumu, imtiyaz.
    ayrıcalık tanınmak (veya göstermek) * başkalarından ayrıve üstün tutmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 113

    ayrıcalıklı * Ayrıcalığı olan, ayrıcalık tanınan, imtiyazlı.
    ayrıcalıksız * Ayrıcalığı olmayan, ayrıcalık tanınmayan, imtiyazsız.
    ayrıcasız * Ayrıtutulmadan, istisnasız.
    ayrıç * Yol kavşağı, iki yolun ayrıldığıyer.
    ayrık * Ayrılmış.
    * Ayrıtutulan, başkalarına benzemeyen, ayrıcalı, müstesna.
    * Kur’a dışı, müstesna.
    * Ayrık otu.
    * Düzgün ve uygun olmayan, çarpık.
    ayrık küme * Ortak elemanları olmayan küme.
    ayrık otu * Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücu olarak kullanılan yabanî bir bitki (Agropyrum repens).
    ayrıklı * Ayrıtutulmuş, benzerlerine uymayan, kural dışı olan, istisnaî.
    ayrıklık * Ayrıklı olma durumu, ayrıtutma, ayrıtutulma, istisna.
    * Bir konik (elips, daire, parabol, hiperbol) üzerinde hareket eden bir cismi, odağa veya merkeze birleştiren
    doğrunun büyük eksen ile yaptığı açı.
    * Önermelerin birbirine bağlanması işleminde ya … ya ve ya da ile gösterilen ilişki.
    * Kaplamları birbirinden ayrı olmakla birlikte aynıyakın cinsin kaplamına giren kavramlar arasındaki
    bağlantı.
    ayrıksı * Alışılagelmiştöre ve davranışlara aykırı olan, eksantrik.
    ayrıksıay * Ayın yörüngesindeki en beri noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre farkı.
    ayrıksıyıl * Yerin kendi yörüngesindeki günberi noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre farkı.
    ayrıksılık * Ayrıksı olma durumu.
    ayrıksız * Hiçbir ayrığı olmadan veya hiçbirini ayrık tutmaksızın, istisnasız, bilâistisna.
    ayrılanma * Ayrılanmak durumu.
    ayrılanmak * Ayrıduruma gelmek.
    ayrılaşma * Ayrılaşmak işi, teferrüt.
    ayrılaşmak * Benzerleri arasında ayrı bir yeri ve önemi olmak, teferrüt etmek.
    ayrılı * Ayrılmışolan, ayrıduran, munfasıl.
    ayrılık * Ayrı olma durumu.
    * Birinden uzak düşme.
    * Düşünce, görüşveya duygu arasındaki uymazlık, mubayenet.
    * Evlilik birliğinin yargıç kararı ile geçici bir süre için kaldırılması.
    ayrılış * Ayrılmak işi veya biçimi.
    ayrılışma * Ayrılışmak işi veya durumu.
    ayrılışmak * Birbirinden ayrılmak.
    ayrılma * Ayrılmak işi.
    * Bir biçmeden geçen beyaz ışığın türlü renklerde görünmesi.
    ayrılmak * Ayırmak işine konu olmak.
    * Bir yerden, bir kimseden, bir şeyden uzaklaşmak.
    * (karıve koca için) Evlilik birliğini bozmak.
    ayrılmazlık * Özelliklerin, kendilerini taşıyan nesnelerle; ilineklerin tözle bağlantısı, kalıcılık karşıtı.
    ayrım * Ayırmak işi, tefrik.
    * Bir kimse veya nesnenin bir başkasıyla karıştırılmamasınısağlayan ayrılık; benzer şeyleri birbirinden ayıran
    özellik, başkalık, fark.
    * Alt bölüm.
    * Cinsleri ve türleri birbirinden ayıran ana karakter, fark.
    * Ayrılma noktası.
    * Bir veya daha çok sahne içinde geliştirilip, olayın tamamlanmış bir parçasınıveren film bölüğü.
    ayrımlama * Senaryonun hazırlanmasında geliştirim ile çevrim senaryosu arasında yer alan, senaryonun sahne ve
    ayrımlarının belirlendiği, başlıca karakterlerin ayrıntılarıyla çizildiği, konuşmaların son biçimini aldığı aşama.
    ayrımlaşma * Ayrımlaşmak işi, farklılaşma.
    * Hücrelerin veya canlı organizmaların işlevlerine veya yaşayıştürlerine ilişkin yapısal nitelik kazanması,
    farklılaşma.
    * Bir iç kayanın katılaşmasısürecinde yer ve zamana göre ayrımların ortaya çıkması, farklılaşma.
    ayrımlaşmak * Ayrımlıduruma gelmek, farklılaşmak.
    ayrımlı * Ayrımı olan, aralarında ayrım bulunan, değişik, farklı.
    ayrımlılık * Ayrımlı olma durumu, farklılık.
    ayrımsama * Ayrımsamak işi veya durumu.
    ayrımsamak * Bir şeyi anlamak, bir şeyi görmek, fark etmek.
    ayrımsız * Ayrımlı olmayan, aynı, farksız.
    ayrımsızlık * Ayrımsız olma durumu, farksızlık.
    ayrıntı * Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, detay.
    * Edebiyat veya sanat eserlerinde bir bütünün ögelerinden her biri, teferruat, tafsilât.
    * Bir tiyatro eserinde ana düşünceye yardımcı olan kelime, cümle veya eşya.
    ayrıntılara inmek * bir konuyu en küçük noktasına kadar inceleyip araştırmak.
    ayrıntılı * Ayrıntısı olan, teferruatlı, tafsilâtlı, detaylı, mufassal.
    ayrışık * Ayrışmışolan.
    * Ayrıtürden, çeşit çeşit, muhtelif.
    ayrışıklık * Ayrışık olma durumu.
    ayrışım * Ayrışmak işi.
    ayrışma * Ayrışmak işi.
    * Moleküllerin, türlü etkenlerle geçici olarak daha yalın atom ve moleküllere bölünmesi, tahallül.
    ayrışmak * Birbirinden ayrılmak, birliği bozmak.
    * Moleküller, türlü etkenler sebebiyle geçici olarak daha yalın atom veya moleküllere bölünmek.
    ayrıştırma * Ayrıştırmak işi.
    ayrıştırmak * Bütünün bozulmasına sebep olmak.
    * Ayrışmasını sağlamak.
    ayrıt * İki düzlemin ara kesiti.
    aysar * Ayın etkisiyle huyunun değiştiği sanılan (kimse).
    * Değişken huylu, kararsız (kimse).
    aysberg * Buz dağı.
    aysfild * Buzla, bankiz.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 114

    aysız * Ay ışığı olmayan (gökyüzü, gece).
    ayşekadın * Kılçıksız, lezzetli bir tür taze fasulye.
    aytışma * Aytışmak işi.
    aytışmak * Atışmak, tartışmak, münakaşa etmek.
    * Halk şairleri belli bir ayak çerçevesinde karşılıklıatışmak.
    ayva * Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yapraklarının altıtüylü, orta yükseklikte bir ağaç (Cydonia vulgaris).
    * Bu ağacın büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş, dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi.
    ayva göbekli * göbeği çukur olan (kimse).
    ayva hoşafı * Ayvadan yapılan hoşaf.
    ayva kompostosu * Ayvadan yapılan komposto.
    ayva marmelâdı * Ayva ve şekerden yapılan ezme.
    ayva reçeli * Ayva ve şekerden yapılan kokulu reçel.
    ayva tüyü * Vücuttaki ince, sarıtüyler.
    ayvadana * Yüksekliği 15-70 cm , sık tüylü, soluk sarıçiçekli, çok yıllık ve otsu bir bitki (Achillea nobilis).
    ayvalık * Ayva ağaçlarının çok bulunduğu yer.
    ayvan * Teras, sundurma.
    * Bir tarafıdışarıya açık olan oda.
    ayvayıyemek * kötü duruma düşmek, işi bozulmak.
    ayvaz * Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalıştırılan uşak.
    * Koca, erkek, eş.
    ayvaz kasap hep bir hesap * ha öyle ha böyle, ikisi de bir.
    ayvazlık * Ayvazın görevi.
    ayyar * Dolandırıcı, hilekâr.
    ayyarlık * Dolandırıcılık.
    ayyaş * İçkiye düşkün, içkici, içken, bekri.
    ayyaşlık * Ayyaşolma durumu.
    ayyuk * Göğün en yüksek yeri.
    * Göğün kuzey yarım küresinde bulunan bir takım yıldızın en parlak yıldızı.
    ayyuka çıkmak * (ses için) yükselmek.
    * (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayılmak.
    Az * Azot’un kısaltılması. Bu gaz N kısaltması ile de gösterilir.
    az * Alışılmışolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karşıtı.
    * Nicelik, güç, nitelik, süre bakımından eksiklik bildirir.
    az az * Uzun süreli, yavaşyavaş.
    * Küçük ölçülerle.
    az buçuk * Bir parça, biraz.
    az bulmak * yeterli görmemek, az saymak, azımsamak.
    az buz olmamak * (bir şey) azımsanacak kadar olmak.
    az çok * Bir parça, oldukça.
    az daha * az kalsın, neredeyse.
    az değil! * birinin herhangi bir karakter bakımından göründüğü gibi olmadığınıanlatmak için söylenir.
    az gelişmiş * gelişmesi gecikmişolan.
    * eğitim düzeyi düşük kalmış, üretimi daha çok ilkel tarıma dayanan, doğal kaynaklarını gereğince
    değerlendiremeyen (ülke).
    az gelmek * yetmemek, daha çok istemek.
    az görmek * umduğundan eksik bulmak.
    * azımsamak.
    az günün adamı olmamak * çok yaşamış, çok görmüş bulunmak.
    az kaldı(veya az kalsın) * bir işin olması, gerçekleşmesi, bitmesi çok yakınken olmadığınıanlatır.
    az tamah çok ziyan getirir * hırslıve pinti insan her zaman zararlıçıkar.
    aza * Organlar, vücut parçaları.
    * Üye.
    * Vücut parçası, organ.
    aza çoğa bakmamak * olanla yetinmek.
    aza sormuşlar: “nereye?” “çoğun yanına” demiş * küçük kazançların bile hep varlıklıkimselere düştüğü inancını belirtir.
    azade * Başı boş, erkin, serbest.
    * Başı boş, erkin, serbest olarak gürültüden azade yaşamak.
    azade azade * bir şeyden kurtulmuş, uzak.
    azadelik * Azade olma durumu, serbestlik.
    azalma * Azalmak işi, eksilme, tenakus.
    azalmak * Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek.
    * Etkisini yitirmek, hafiflemek.
    azaltma * Azaltmak işi.
    azaltmak * Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kırmak.
    * Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek.
    azamet * Ululuk, büyüklük.
    * Gurur.
    * Görkem, heybet.
    * Debdebe.
    * Çalım, kurum, tekebbür.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 115

    azamet satmak * büyüklük taslamak, çalım satmak, böbürlenmek.
    azametli * Ulu, çok büyük.
    * Gururlu.
    * Görkemli, heybetli.
    * Debdebeli.
    * Çalımlı, kurumlu.
    azamî * En büyük, en yüksek, en çok, maksimum.
    azap * (Müslümanlıkta) Dünyada günah işlemişolanlara ahrette verilecek ceza.
    * Organik veya ruhî büyük sıkıntı, ezinç.
    azap * (Anadolu’nun birçok bölgesinde) Çiftlik uşağı.
    * Anadolu beyliklerinde donanmadaki görevlerde kullanılan asker.
    azap çekmek * ahrette ceza görmek.
    * çok büyük sıkıntıya uğramak.
    azap vermek * acıçektirmek, üzmek.
    azar * Paylama.
    azar azar * Süreyi uzatarak, yavaşyavaş, az az.
    * Küçük ölçülerle.
    azar işitmek * azarlanmak.
    azarlama * Azarlamak işi, paylama.
    azarlamak * Paylamak, tekdir etmek.
    azarlanma * Azarlanmak işi, paylanma.
    azarlanmak * Azarlamak işine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karşılaşmak.
    azarlatma * Azarlatmak işi.
    azarlatmak * Azarlamak işini yaptırmak veya azarlanmasına yol açmak.
    azat * Serbest bırakma.
    * Okullarda paydos.
    * Serbest bırakılmışolan.
    azat etmek * serbest bırakmak, salıvermek.
    * (köle ve cariyeler için) özgürlüğünü geri vermek.
    azat eylemek * azat etmek.
    azatlı * Azat edilmiş(cariye veya köle).
    azatlık * Azat olma durumu, serbestlik.
    * Azat edilme vakti gelmişolan (cariye, köle).
    azatsız * Azat edilemez.
    azca * Oldukça az.
    azdırılma * Azdırılmak işi.
    azdırılmak * Azmasına yol açmak.
    azdırma * Azdırmak işi.
    azdırmak * Azmasına sebep olmak.
    * Azgın duruma getirmek.
    * Şımartmak.
    * Kötü davranışveya alışkanlıklara sürüklemek, yoldan çıkarmak.
    azelya * Açalya.
    Azerbaycanlı * Azerbaycan halkından olan kimse.
    Azerî * Azerbaycan Cumhuriye’tinde ve güney Azerbaycan’da (İran’da) yaşayan Türk soylu halk veya bu halktan
    olan kimse.
    * Azerî halkına özgü olan, Azerî halkı ile ilgili (olan).
    Azerîce * Azerbaycan Türkçesi.
    azgın * Azmışolan.
    * (ten için) Çabuk iltihaplanan, yarasıhemen kapanmayan.
    * (çocuk için) Çok yaramaz.
    * Cinsel istekleri aşırı olan.
    azgınlaşma * Azgınlaşmak işi.
    azgınlaşmak * Azgın duruma gelmek.
    * Cinsel istekleri aşırılaşmak.
    azgınlık * Azgın olma durumu.
    azı * Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beşer tane bulunan ve yiyecekleri
    öğütmeye yarayan dişlerin ortak adı, azıdişi, öğütücü diş.
    * Öküz arabalarında ön ve arka yastıklarıdingile bağlayan ağaç çivi.
    azıçoğa saymak (veya tutmak) * verilen küçük bir armağanıçok ve değerli kabul etmek.
    azıdişi * Azı.
    azıcık * Çok az, biraz.
    * (süre ve miktar için) Az olarak, biraz.
    azıcık aşım kaygısız başım * derdim olmasın da başka bir şey istemem.
    azık * Yiyecek, besin, gıda.
    azıklı * Azığı olan.
    * Yoksullarıdoyuran.
    azıklık * Azık olarak ayrılan veya hazırlanan yiyecekler.
    * Azık koymaya yarayan kap veya torba.
    * Hemen yemek üzere, harman zamanından önce biçilip savrulan ekin.
    azılı * Gözü bir şeyden yılmayan, azgın.
    * Şiddetli, korkunç, çok etkili.
    azımsama * Azımsamak işi.
    azımsamak * Bir şeyin umulduğundan az olduğu yargısına varmak, daha fazlasını istemek, az görmek, az bulmak.
    azınlık * Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakımından ayrıve ötekilerden sayıca az olanlar, ekalliyet, çoğunluk
    karşıtı.
    * Bir ülkede egemen ulusa göre ayrısoydan ve sayıca az olan topluluk, ekalliyet.
    azınlık hükûmeti * Mecliste çoğunluğu olmayan bir partinin kurduğu hükûmet.
    azınlıkta kalmak * bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karşıdüşünceye oy verenlerden daha az olmak.
    azışma * Azışmak işi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 116

    azışmak * Gittikçe kızışmak, şiddetlenmek.
    azıştırma * Azıştırmak işi.
    azıştırmak * Azışmasına yol açmak.
    azıtma * Azıtmak işi.
    azıtmak * Azgın duruma getirmek.
    * Çığırından çıkarmak.
    azil * Görevden alma.
    azim * Bir işteki engelleri yenme kararı.
    azimet * Gidiş.
    azimet etmek * gitmek, yola çıkmak.
    azimkârane * Kararlı.
    * Kararlılıkla, kararlı olarak.
    azimli * Kararında, tutumunda direnen, kararlı.
    azit * Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleşiklere verilen ad.
    aziz * Sevgide üstün tutulan, muazzez.
    * Ermiş, eren.
    azize * Ermişkadın.
    aziziye * Sultan Abdülaziz’in ve devlet adamlarının giydiği fes.
    azizlik * Aziz olma durumu.
    * Muziplik.
    azizlik etmek * muziplik etmek.
    azledilme * Azledilmek işi.
    azledilmek * Görevden alınmak.
    azletme * Azletmek işi.
    azletmek * Bir görevliyi işinden ayırıp açıkta bırakmak, görevden almak, çıkarmak.
    azlık * Az olma durumu.
    * Azınlık.
    azlolunma * Azlolunmak işi.
    azlolunmak * Görevinden alınmak, görevinden çıkarılmak.
    azma * Azmak işi.
    * İki ayrıırkın karışmasından doğan, kırma, melez, metis.
    azmak * Küçük su birikintisi, gölcük.
    * Bataklık.
    azmak * Taşkınlıkta ileri gitmek, kötülüğünü artırmak.
    * (deniz, ırmak vb. için) Kabarmak, taşmak.
    * (yara, hastalık vb. için) Etkili, tehlikeli duruma gelmek.
    * Cinsel duygularıartmak.
    * (çamaşır) Artık ağartılamaz duruma gelmek.
    * (hayvanlar için) İki ayrıırktan doğmak.
    azman * Çok gelişmiş.
    * Azma.
    * Kerestelik tomruk.
    azman kaya * Kaya balığının bir çeşidi.
    azmanlaşma * Azmanlaşmak işi.
    azmanlaşmak * İrileşmek, kocaman duruma gelmek.
    azmetme * Azmetmek işi.
    azmetmek * Bir işteki engelleri yenmeye karar vermişolmak.
    azmettirme * Azmettirmek işi.
    azmettirmek * Bir suçu veya herhangi bir işi kesinlikle yapmasına karar verdirmek.
    azmışkudurmuştan beterdir * “coşkun ve heyecana kapılmışkimseyi zaptetmek zordur” anlamında kullanılır.
    aznavur * Gürcüce, iri “yarı” “kırıcı” sinirli, asık yüzlü, sert kimse.
    aznavur gibi * zalimce davranan.
    aznif * Bir tür domino oyunu.
    azoik * İçinde fosil bulunmayan (toprak).
    * En eski jeolojik (sistem).
    azol * Heterosiklik birleşiklerin önemli bir sınıfına verilen ad.
    azonal * Yeryüzünün herhangi bir noktasında enleme bağlı olmaksızın meydana gelen olay.
    azot * Atom numarası7, atom ağırlığı14,008 olan, havada beşte dört oranında bulunan, rengi, kokusu, tadı
    olmayan element. KısaltmasıN.
    azotlama * Azotlamak işi.
    * Azotlu besin almayan bitki veya hayvanların dokularındaki serbest azotu tespit etme işi.
    azotlamak * Azotla karıştırmak veya birleştirmek.
    azotlanmış * Azotlama işlemi yapılmış.
    azotlu * İçinde azot bulunan.
    azotometre * Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygıt.
    azotölçer * Azotometre.
    Azrail * Tanrı buyruğu ile insanların canınıalmakla görevli olduğuna inanılan melek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 117

    Azrail’e bir can borcu olmak (veya kalmak) * nasıl olsa öleceğini kabul etmek.
    * hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçlarından kurtulmak.
    Azrail’in elinden kurtulmak * ölümden kurtulmak.
    Azrail’le burun buruna gelmek * ölümle karşıkarşıya gelmek.
    azvay * Sarısabır.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 108

    ayaküzeri * Ayaküstü.
    ayakyolu * İnsanın besin artıklarıyla idrarını boşalttığıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memişhane, kenef, tuvalet.
    ayal * Karı, eş.
    ayan * Belli, açık.
    âyan * İleri gelenler.
    * Senato üyeleri.
    ayan beyan * Besbelli, apaçık, açık seçik.
    ayan olmak * belli olmak, bilinir olmak.
    ayandon * 18 Ocak’ta başlayan bir fırtına.
    ayar * Bir aygıtın gereken işi yapabilmesi durumu.
    * Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
    * Altın, gümüşgibi madenlerden yapılmışşeylerin saflık derecesi.
    * Bir işveya bir davranışta gereken ölçü.
    * Değer derecesi.
    ayar etmek * (bir aygıtın) çalışmasınıdüzeltmek, düzenli işler duruma getirmek.
    ayarcı * Esnafın kullandığıölçü aletlerini denetleyen görevli.
    ayarı bozuk * Belli bir ayarı olmayan.
    * Ahlâk, karakter veya aklıyerinde olmayan.
    ayarlama * Ayarlamak işi.
    ayarlamak * Bir ölçünün doğruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğrulamak.
    * Bir aygıtı belli bir işyapabilecek duruma getirmek.
    * İşleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanında bitirecek biçimde düzenlemek.
    * Kandırmak.
    ayarlanma * Ayarlanmak işi.
    ayarlanmak * Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek.
    ayarlatma * Ayarlatmak işi.
    ayarlatmak * Ayar ettirmek.
    ayarlı * (saat ve makine için) Ayarlanmış, doğru çalışmasısağlanmış, düzeltilmiş, düzenli, doğru.
    * (altın ve gümüşiçin) Belirli bir ayarı olan.
    ayarlıpense * Vida, cıvata ve musluk aksamınısıkıştırmak amacıyla kullanılan, ağız açıklığı ayarlanabilen özel alet.
    ayarsız * Ayarıyapılmamış, ayarı bozuk, düzensiz.
    * Davranışlarıölçüsüz.
    * (altın ve gümüşiçin) Belli bir ayarı olmayan.
    ayarsızlık * Ayarsız olma durumu.
    * Ölçüsüzlük, düzensizlik.
    ayartı * Baştan çıkarma.
    ayartıcı * Baştan çıkaran, doğru yoldan saptıran, ayartan.
    ayartıcılık * Ayartıcının yaptığı iş.
    ayartılma * Ayartılmak işi.
    ayartılmak * Ayartmak işine konu olmak.
    ayartma * Ayartmak işi.
    ayartmak * Baştan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak.
    * Kandırmak.
    * Birini, çalıştığıyerden ayırıp başkasının yanında çalışmaya kandırmak.
    ayaz * Duru, sakin havada çıkan kuru soğuk.
    * (hava ve gece için) Soğuk.
    ayaz kesmek * uzun süre soğukta kalıp üşümek.
    ayaz paşa kol geziyor * dışarıda çok soğuk var.
    ayaz vurmak * (sebze ve meyveler için) donmak.
    ayaza çekmek * kışın kuru soğuk artmak.
    ayazda kalmak * soğukta kalmak.
    * boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.
    ayazlama * Ayazlamak işi.
    ayazlamak * (hava) Ayaza çevirmek.
    * Ayazda kalıp üşümek.
    * Boşyere beklemek, eline bir şey geçmemek.
    ayazlandırılma * Ayazlandırılmak durumu.
    ayazlandırılmak * Ayazlanmasısağlanmak.
    ayazlandırılmışrakı * Halk inanışına göre sıtma tedavisinde kullanılmak üzere rakının açılarak balkonda veya dışarıda bekletilmiş
    hâli.
    ayazlandırma * Ayazlandırmak durumu.
    ayazlandırmak * Ayazlanmasını sağlamak.
    ayazlanma * Ayazlanmak işi.
    ayazlanmak * Ayazda bırakılıp soğumak.
    ayazlatma * Ayazlatmak işi.
    ayazlatmak * Soğukta bekletmek.
    * Ayazda soğutmak.
    ayazlık * Evlerde serinlemek için kullanılan önü açık yer, tahtaboş, balkon, taraça.
    ayazma * Rumların kutsal saydıklarıkaynak veya pınar.
    aybaşı * Ayın ilk günü, ay dönümü.
    * Ayın ilk günü.
    aybaşı olmak * (kadının) ayda bir döl yatağından kan gelmek, âdet görmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 109

    aybeay * Aydan aya, ay ay olarak.
    ayça * Ayın ilk günlerinde aldığıyay biçimi, hilâl.
    * Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapılmışay yıldızlısüs, alem.
    ayçiçeği * Birleşikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiştirilen bir bitki, gün çiçeği, günebakan;
    gündöndü (Helianthus annuus).
    * Bu bitkinin yağçıkarılan tohumu.
    ayçiçeği yağı * Ay çiçeğinden çıkarılan yağ.
    ayçöreği * İçine tarçın, ceviz konularak ay biçiminde yapılmışçörek.
    ayda yılda bir * çok seyrek olarak.
    aydemir * Yüzü yay biçiminde bir çeşit keser.
    aydın * Işık alan, ışıklı, aydınlık.
    * Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver.
    * Kolayca anlaşılacak kadar açık (söz veya yazı), vazıh.
    aydınger * Parlak yüzeyli, saydam, mimarlıkta çizim için kullanılan özel bir kâğıt.
    aydınlanma * Aydınlanmak işi.
    * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür.
    * Bir yüzeyin, karşısına konulan eşit ışık kaynaklarının sayısı ile orantılı olarak aydınlık görünmesi.
    aydınlanmak * Aydınlık olmak.
    * Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.
    aydınlatıcı * Aydınlık verici.
    * Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren.
    aydınlatılma * Aydınlatılmak işi.
    aydınlatılmak * Aydınlatmak işine konu olmak.
    aydınlatma * Aydınlatmak işi.
    * Sahnelerin ışıklandırılması işi.
    aydınlatmak * Karanlığı giderip görünür duruma getirmek.
    * Bir sorun üzerine bilgi vermek.
    aydınlık * Bir yeri aydınlatan güç, ışık.
    * Işık alan.
    * Kolay anlaşılacak derecede açık olan, vazıh.
    * Kötülükten uzak, temiz, saf.
    * Bir yapının ortasına gelen oda ve öbür bölümlerin ışık alması için, damın ortasından zemine kadar açılan
    boşluk.
    aydınlıkölçer * Aydınlıklarıölçmeye yarayan aygıt, lüksmetre.
    ayet * Kur’an surelerini oluşturan cümlelerden her biri.
    aygın * Bitkin.
    aygın baygın * Güçsüz, çok yorgun, bitkin.
    * Duyguda ölçüyü kaçırmış.
    * Kendinden geçercesine âşık, vurgun.
    aygır * Damızlık erkek at.
    aygır deposu * Aygırların bakıldığı büyük ahır.
    aygır gibi * iri yarıcüsseli, güçlü (kimse).
    aygıt * Birçok parçadan yapılmışalet, cihaz.
    * Vücutta belirli bir görevin sağlanmasına yarayan organların hepsi, cihaz.
    * Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluşturulan ve bazı belli deneylerin yapılmasına yarayan takım.
    ay-gün takvimi * Güneşin görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim.
    ay-gün yılı * Hem ay evreleri değişimi hem de güneşin gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alınarak düzenlenmiş
    olan takvim yılı.
    ayı * Memelilerin et obur takımından, beşparmaklı, tabanlarına basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü
    bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos).
    * Kaba saba.
    ayı balığı * Fok.
    ayı gibi * iri yarı.
    * kaba, anlayışsız (kimse).
    ayı gördüm, yıldıza itibarım (veya minnetim) yok * bir şeyin en iyisine alıştıktan sonra ondan aşağı olanlar beni doyuramaz.
    ayı görmeden bayram etme * bir işgerçekleşmeden ona oldu gözüyle bakılıp sevinilmemelidir.
    ayı gülü * İki çenekliler sınıfının düğün çiçeğigiller familyasından bir şakayık türü (Peconia corollina).
    ayıüzümü * Fundagillerden, küçük taneli yemişler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi).
    ayıyavrusu ile oynuyor * iri ve yetişkin birinin ufak tefek birine, bir çocuğa el şakasıyapmasıveya gücünü onda denemesi karşısında
    ayıplama yollu söylenir.
    ayıyürüyüşü * Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme.
    ayı bacağı * Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi.
    ayı bınıyüzüne vurmak * birinin kusurunu yüzüne söylemek.
    ayı boğan * İri yarı, kaba ve anlayışsız (kimse).
    ayıcı * Ayı oynatmayı işedinen kimse.
    * Sert, kaba ve hoyrat (kimse).
    ayıcılık * Ayıcının işi, mesleği.
    ayı giller * Memeli et oburlardan, ayıları içine alan bir familya.
    ayık * Sarhoşluğu veya baygınlığı geçmişolan.
    * Sarhoşluğu geçmiş bir biçimde.
    * Anlayışlı, uyanık.
    ayıkla pirincin taşını! * bir işin pek karışık ve içinden çıkılmaz durumda olduğunu anlatmak için kullanılır.
    ayıklama * Ayıklamak işi.
    ayıklamak * Bir şeyin içinden, işe yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayırıp çıkarmak,
    temizlemek.
    * Bir görevde gereksiz görülenleri işinden ayırmak.
    ayıklanma * Ayıklanmak işi.
    * Yaşayan varlıklarda ortamın şartlarına en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması, uyamayanların
    yok olması, ıstıfa.
    ayıklanmak * Ayıklamak işine konu olmak.
    ayıklatma * Ayıklatmak işi.
    ayıklatmak * Ayıklamak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 110

    ayıklık * Ayık olma durumu.
    ayıkmak * Ayılmak, kendine gelmek, uyanmak, aklı başına gelmek.
    ayıkulağı * Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula).
    ayılık * Kabalık, kaba davranış.
    ayılık etmek * kaba davranmak.
    ayılıp bayılmak * birini kendinden geçercesine sevmek.
    * aşırıölçüde sinir bunalımları geçirmek.
    ayılma * Ayılmak işi.
    ayılmak * Sarhoşluk, baygınlık gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
    * aklı başına gelip gerçeği görmek.
    ayıltı * İçki içmiş bir kimsenin duyduğu başağrısıve sersemlik, mahmurluk.
    ayıltma * Ayıltmak işi.
    ayıltmak * Ayılmasını sağlamak.
    -ayım / -eyim * İstek kipi tekil 1. kişi eki: yaz-ayım, çiz-eyim, oku-y-ayım, bekle-y-eyim vb.
    ayın * Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlıalfabesinde yirmi birinci harf.
    ayın on dördü * Dolunay.
    ayın on dördü gibi * yüzü çok güzel (kadın veya kız).
    ayınga * Kaçak tütün, tütün.
    ayıngacı * Tütün kaçakçısı.
    ayıngacılık * Tütün kaçakçılığı.
    ayının kırk türküsü var, kırkıda Ahlat üstüne * bir kimsenin hep aynışeyi veya hikâyeyi anlatmasıkarşısında söylenir.
    ayınlarıçatlatmak * bu harfin gösterdiği Arapçaya özgü sesi gırtlakta boğumlamaya çalışmak.
    ayıp * Toplumun ahlâk kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.
    * Kusur, eksiklik.
    * Utanç veren.
    ayıp etmek (veya yapmak) * yakışıksızca davranmak.
    ayıp yerler * vücutta örtülü tutulması gereken yerler.
    ayıplama * Ayıplamak işi, takbih.
    ayıplamak * Kınamak, takbih etmek.
    ayıplanma * Ayıplanmak işi.
    ayıplanmak * Ayıplamak işine konu olmak.
    ayıplı * Ayı bı, kusuru olan.
    ayıpsız * Ayı bı, kusuru olmayan.
    ayıptır söylemesi * “bunu söylemek size karşısaygısızlık olacak, ama söylemek zorundayım” anlamında özür dilemek için
    kullanılır.
    * övünmek gibi olmasın ama.
    ayıraç * Cisimleri, birleşime veya ayrışıma uğratarak niteliklerini belirtmede kullanılan madde, miyar.
    ayıran * Işığıyalın ögelerine ayırma özelliği olan.
    ayırıcı * Ayırma özelliği veya gücü olan.
    ayırım * Ayırmak işi.
    ayırım yapmak * eşit davranışta bulunmamak, fark gözetmek.
    ayırım yaratmak * farklılık çıkarmak, ikilik ortaya atmak.
    ayırımlama * Ayırım yapmak işi.
    ayırımlamak * Ayırım yapmak.
    ayırma * Ayırmak işi.
    ayırmaç * Bir şeyi benzerlerinden ayırt etmeye yarayan durum veya öge, farika.
    ayırmak * Bölmek.
    * Bir bütünden bir parçayıherhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
    * Bir yeri bir engelle bölmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Nitelik değişikliğini anlamak.
    * Seçmek.
    * İki veya daha çok kimse arasındaki anlaşmayı, uzlaşmayı bozmak.
    * Farklıdavranmak, fark gözetmek.
    * (bir şey veya yeri) Bir şey veya kimse için kullanmayı belirlemek, tahsis etmek.
    ayırt edilmek * Ayırt etmek işine konu olmak.
    ayırt etmek * Birkaç şeyi birbirinden ayıran niteliği anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek.
    ayırtı * Aynıcinsten olan şeyler arasındaki ince fark, nüans.
    ayırtma * Ayırtmak işi.
    ayırtmak * Ayırmak işini yaptırmak.
    ayırtman * Sınavlarda, soruların hazırlanmasından notların verilmesine kadar bütün değerlendirme çalışmalarına
    katılan görevli, mümeyyiz.
    ayırtmanlık * Ayırtmanın görevi, mümeyyizlik.
    ayıt * Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetişen, mavi, beyaz veya menekşe renginde çiçekler açan, 1-2 m
    boyunda bir ağaççık, hayıt (Vitex agnus-castus).
    ayıya kaval çalmak * anlayışsız bir kimseye bir şey anlatmaya çalışmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 104

    Avrupaî * Avrupalılara vergi, Avrupalılara benzer, Avrupalılar gibi.
    Avrupalı * Avrupa’da yaşayan, Avrupa halkından olan kimse.
    * Avrupa’ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).
    Avrupalılaşma * Avrupalılaşmak.
    Avrupalılaşmak * Avrupalıların düşünce, davranışve yaşantılarını benimsemek.
    Avrupalılık * Çağdaşolma, düşünce ve davranışta batıölçülerinde bulunma.
    Avşar * Bkz. Afşar.
    avuç * Elin iç tarafı.
    * Elin yarıyumulmuşdurumu.
    * Yarıyumulmuşelin alacağımiktar.
    avuç (veya el) açmak * dilenmek, para istemek, yardım istemek.
    avuç avuç * Her defasında bir avuç.
    * (para için) Bol bol, pek çok.
    * Avuçlayarak.
    avuç dolusu * (para için) Pek çok.
    avuç içi * Elin parmak dipleri ile bilek arasındaki iç bölümü.
    avuç içi kadar * pek küçük, dar (yer).
    avuçlama * Avuçlamak işi.
    avuçlamak * Avuçla kavramak, avuçla almak.
    avukat * Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını
    aramayı, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartlarıtaşıyan kimse.
    * Gerekmediği hâlde başkasının savunmasınıüstlenen kimse.
    avukat tutmak * adlî işlemleri gereğince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kılmak.
    avukatlık * Avukat mesleği.
    * Avukatın yaptığı iş.
    * Gereksiz, boşsavunma.
    avunç * Acının hafiflemesi veya unutulması, avuntu, teselli.
    avundurma * Avundurmak işi.
    avundurmak * Oyalanmasını sağlamak.
    * Acısınıhafifletmek, acısınıunutturmak, teselli etmek.
    avunma * Avunmak işi, teselli.
    avunmak * Bir şeyle uğraşarak acısınıunutmak, sıkıntılardan uzaklaşmak, teselli bulmak, müteselli olmak.
    * Oyalanmak; yetinmek.
    * (hayvan) Gebe kalmak.
    avuntu * İnsanıavutan şey, teselli.
    avurdu avurduna geçmek * çok zayıflamak.
    avurt * Yanağın ağız boşluğu hizasına gelen bölümü.
    avurt satmak (veya avurt zavurt etmek) * beceremeyeceği şeyleri becerebilecekmişgibi konuşmak.
    * korkutucu büyük sözler söylemek.
    avurt şişirmek * yanağın iç tarafındaki boşluğu su veya havayla doldurup şişkin duruma getirmek.
    avurt ünsüzü * Dil ucunun ön damağa veya art damağa çarpmasından oluşan ve dilin yanlarından akan ses: Dil, bel, el, dal,
    bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.
    avurtlama * Avurtlamak işi.
    avurtlamak * Büyülenmek.
    * Çalım satmak, yüksekten atmak.
    avurtlarıçökmek (veya avurtları birbirine geçmek) * çok zayıfladığıyüzünden belli olmak.
    avurtlu * Çalım satan, yüksekten atan.
    Avustralya kara tavuğu * Serçegillerden, erkeğinin kuyruğu lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuşu (Maenura superba).
    Avustralyalı * Avustralya kökenli olan (kimse).
    Avusturyalı * Avusturya kökenli olan (kimse).
    avutma * Avutmak işi, teselli.
    avutmak * (bir kimsenin acısınıveya sıkıntısını) Yatıştırmak, teselli etmek.
    * Oyalamak.
    avutucu * Avutan, teselli eden.
    avutulma * Avutulmak işi.
    avutulmak * Avutmak işine konu olmak.
    Ay * Yer yuvarlağının uydusu olan gök cismi, kamer.
    * Yılın on iki bölümünden her biri.
    * Art arda gelen iki yeni ay arasında geçen süre.
    * Bir ayın herhangi bir gününden ertesi ayın aynı gününe kadar geçen veya yaklaşık 30 gün olarak kabul
    edilen süre.
    ay * Birdenbire duyulan acı, ağrıveya şaşırma, ürkme veya sevinç anlatır.
    -ay / -ey * İsimden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb.
    -ay / -ey, y * Fiilden isim ve sıfat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb.
    ay ağılı * Ayın aylası, hale.
    ay aydın, hesap belli * anlaşılmayacak bir şey yok, hesap ortada, açık.
    ay balığı * Ay balığı gillerden, 3 m boyunda, görünüşü balık başına benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
    Akdeniz’de yaşayan bir balık türü, pervane balığı, kemer balığı(Mola mola).
    ay balığı giller * Kemikli balıklar takımının çengel çeneliler alt takımına giren bir familya.
    ay balta * Ağzıyarım daire biçiminde olan balta, teber.
    ay çekirdeği * Ay çiçeğinin tohumu.
    * Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeşidi.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 105

    ay dede * (çocuk dilinde) Ay.
    ay dedeye misafir olmak * gece açıkta yatmak, geceyi açıkta geçirmek.
    ay dönümü * Aybaşı.
    ay evi * Ayla.
    ay gibi * Bkz. ay parçası.
    ay harmanlanmak * ayın çevresinde ayla oluşmak.
    ay ışığı * Ayın yeryüzüne verdiği ışık.
    * Ayın dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.
    ay karanlığı * Bulutlar arkasında kalan ayın yaydığıhafif aydınlık.
    ay modülü * Gözlem araçlarını içinde taşıyan, ay araştırmaları için kullanılan ve ay yüzüne yumuşak inişyapan araç.
    ay örümceği * Ay modülü.
    ay parçası(gibi) * (kadın veya kız için) çok güzel.
    ay takvimi * Ayın gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi.
    Ay tutulması * Yer yuvarlağının Güneşile Ay arasına girmesiyle, Ay’ın yer yuvarlağı gölgesinde kalması, husuf.
    ay yıldız * Türk bayrağındaki ayça ve beş ışınlıyıldızdan oluşmuşsimge.
    ay yılı * Ayın on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat).
    aya * Elin parmak dipleriyle bilek arasındaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı.
    * Yaprakların düz ve parlak bölümü.
    ayağa düşmek * işe ilgisiz ve yetkisiz kimseler karışmak.
    ayağa fırlamak * hızla ayağa kalkmak.
    ayağa kaldırmak * telâşve heyecana düşürmek.
    ayağa kalkmak * ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek.
    * telâşlanmak, telâşa kapılmak, heyecanlanmak.
    * (hasta) iyi olmak, iyileşmek.
    * saygı göstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek.
    ayağı(veya ayakları) dolaşmak * yürürken telâştan ayakları birbirine takılmak.
    ayağı(veya ayakları) suya ermek * bir gerçeği anlayarak aklı başına gelmek.
    ayağıalışmak (veya alışmamak) * bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek).
    ayağıdüşmek * Bkz. yolu düşmek.
    ayağıdüze basmak * güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek.
    ayağı ile (veya kendi ayağı ile) gelmek * kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek.
    ayağıuğurlu * geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kişi).
    ayağıüzengide * hemen yola çıkmak üzere olan.
    ayağıyerden kesilmek * ayağıyere değmez olmak.
    * bir taşıta binip yaya yürümekten kurtulmak.
    ayağıyürüten baştır * halkın düzen içinde çalışmasını baştakiler sağlar.
    ayağına (veya ayaklarına) kapanmak * alçalırcasına yalvarmak.
    * bağışlanmak için yalvarmak.
    ayağına (veya bacağına) geçirmek * aceleyle bir şeyi giymek.
    ayağına bağolmak * (biri) bulunduğu yerden ayrılmasına veya yaptığı işi sürdürmesine engel olmak.
    ayağına bağvurmak * önüne bir engel çıkarmak.
    ayağına çabuk * bir yere alışılandan daha kısa sürede gidip gelen.
    ayağına çağırmak * yanına gelmesini istemek.
    ayağına çelme takmak * biri yürürken ayaklarıarasına ayak uzatıp düşürmek.
    * (birinin) işinde yükselmesine engel olmak.
    ayağına dolanmak (veya dolaşmak) * başkasına yapmayıtasarladığıkötülük kendi başına gelmek.
    * işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak.
    ayağına düşmek * çok yalvarmak.
    ayağına gelmek * alçak gönüllülük göstererek birinin yanına gelmek.
    * emek çekilmeden elde edilmek.
    ayağına getirmek * sıra, saygı gözetmeksizin birinin yanına gelmesini sağlamak.
    ayağına gitmek * alçak gönüllülük ederek veya saygı göstererek birinin yanına varmak.
    ayağına ip takmak * bir kimseyi çekiştirmek.
    ayağına kira istemek * gelmeye nazlanmak, gitmeye üşenmek.
    ayağına sıcak su mu, soğuk su mu dökelim? * ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz.
    ayağına üşenmemek * hamarat olmak, ayak işlerini bıkmadan, yorulmadan yapmak.
    ayağında donu yok, fesleğen ister (veya takar) başına * yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister.
    ayağını(veya ayaklarını) altına almak * tek bacağını(veya bacaklarını) kıvırıp üzerine oturmak.
    ayağını(veya ayaklarını) öpeyim * yalvarırım.
    ayağınıalamamak * ağrıveya uyuşma dolayısıyla ayağını oynatamamak.
    * alışılan bir yere gitmekten kendini alamamak.