Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 44

    al benden de o kadar * ben de aynıdurumdayım veya ben de aynıdüşüncedeyim.
    al birini, vur ötekine (veya birine) * hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda.
    al elmaya taşatan çok olur * değerli kimselere sataşan çok olur.
    al giymedim ki alınayım * “bu işle hiçbir ilgim olmadığı için söylenen sözleri kendi üzerime almadım” anlamında kullanılır.
    al gülüm ver gülüm * iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları.
    * bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu.
    al kan * Doymuşalifatik hidrokarbonların genel adı, parajin.
    al kanlara boyanmak * yaralanmak, vurularak ölmek; şehit olmak.
    al karısı * Loğusalara musallat olarak onları boğduğu sanılan görüntü.
    al kiraz üstüne kar yağmış * düşünülmeyen, beklenilmeyen şeylerin de olabileceğini anlatır.
    al sana bir daha * yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için “işte” anlamında söylenir.
    al takke ver külâh * uzun bir çekişmeden sonra, çekişe çekişe.
    * aralarındaki senli benli ilişkiyi sürdürerek.
    ala * Karışık renkli, çok renkli, alaca.
    * Açık kestane renginde olan, elâ (göz).
    * Kekliğin boynundaki siyah halka.
    * Alabalığın kısaltılmışadı.
    âlâ * İyi, pek iyi.
    -ala- / -ele- * Fiilden sıklık (tekerrür) çatısıtüreten ek: çalk-ala-, şaş-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb.
    ala ala * Toplu olarak yapılan işlerde bağrışarak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer.
    ala alaya kalkmak * bağrışarak gürültü etmeye kalkmak.
    ala gün * Yazın güneş bulut arkasında kaldığında oluşan gölgeli durum.
    ala sulu * Yeni olgunlaşmaya başlamış(meyve).
    * İyi pişmemiş, suluca (yemek).
    ala tav * Az tavlı, yarıyaşyarıkuru olan (toprak).
    ala tavlı * Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı bulmamış(toprak).
    * İyice pişmemiş(yemek).
    Ala Yuntlu * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    alabacak * Ayağısekili (at).
    * Ara bozucu, dönek, uğursuz (kimse).
    alabalık * Ala balıkgillerden, soğuk ve duru sularda yaşayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir
    tatlısu balığı(Trutta faris).
    alabalıkgiller * Omurgalıhayvanlardan, kemikli balıkların bir familyası.
    alabanda * Deniz teknelerinin iç yanları, borda karşıtı.
    alabanda ateş * Geminin bir yanında bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu.
    alabanda etmek * dümeni sağa veya sola, sonuna kadar çevirmek.
    alabanda iskele * Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.
    alabanda sancak * Dümeni sağyana doğru, sonuna kadar çevirme komutu.
    alabanda vermek * azarlamak, paylamak, haşlamak.
    alabandayıyemek * adamakıllıazarlanmak.
    alabaş * Turpgillerden, şalgama benzeyen bir bitki.
    alabildiğine * Sınırsız, uçsuz bucaksız.
    * Aşırıderecede, gereğinden çok.
    * Olanca hızı ile.
    alabora * Geminin devrilecek kadar yan yatması.
    * Bir serenin yatay durumdan düşey duruma getirilmesi.
    * Selâmlamak için filika küreklerinin yukarıya kaldırılması.
    * Balığıtoplamak için dalyan ağının yukarıya alınması.
    alabora olmak * tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek.
    * işler alt üst olmak.
    alabros * Fırça gibi dik kesilmiş(erkek saçı).
    alaca * Birkaç rengin karışımından oluşan renk.
    * İki veya daha çok renkli.
    * Birkaç renkli iplikten yapılmışdokuma.
    * Ağaçta ilk olgunlaşan meyve.
    * Keklik, bıldırcın gibi kuşlarıavlamak için kullanılan iki renkli bez.
    * Meyvelere, daha çok üzüme düşen ben.
    * Kötü huy.
    alaca aş * Aşure.
    alaca bulaca * Çok karışık renkli.
    alaca düşmek * (meyve) olgunlaşmaya başlamak.
    alaca karanlık * Güneşdoğmadan önce veya battıktan hemen sonraki aydınlık, yarıkaranlık.
    alacabalıkçıl * Balıkçılgiller familyasından, uzunluğu 50 cm, kül rengi, akla kara karışık, sazlıklarda yaşayan bir kuştürü
    (Ardeola ralloides).
    alacağı olmak * birinden alınacak parası olmak.
    * vakit darlığından bir öneriyi kibarca geri çevirmek.
    alacağı olsun! * “günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutma sözü.
    alacağım olsun da ala kargada olsun * alacaklı olmak iyi bir şeydir.
    alacağına şahin, vereceğine karga (veya kuzgun) * alırken kolaylık gösteren, verirken de güçlük çıkaran kimse.
    alacağına tutmak * bir şeyi vereceğe veya borca karşılık saymak.
    alacak * Bir hesap gereğince daha alınmamışolan para, mal veya başka şey, matlûp.
    * Para verilerek alınacak şey.
    alacak verecek * alışverişilişkisi.
    alacakarga * Saksağan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 42

    akşam yeli * Akşamlarıesen serin rüzgâr.
    Akşam Yıldızı * Venüs, Çulpan.
    akşama doğru * Gündüzün akşama yakın bir zamanında.
    akşama kadar * bütün gün, ara vermeden.
    akşama kalmak * (iş) gecikmek, bitmemek.
    akşama sabaha * Neredeyse, pek yakında, kısa bir zaman içinde.
    akşamcı * Akşamları içki içme alışkanlığında olan kimse.
    * Çalışmasıakşama rastlayan.
    * Çalışmalarınıdaha yoğun olarak akşam saatlerinde yapan.
    akşamcılık * Akşamcı olma durumu.
    akşamcılık etmek * akşamcılar içki içmek amacıyla bir araya gelmek.
    akşamdan * akşam olmak üzere iken, akşama doğru.
    akşamdan akşama * Her akşam üst üste.
    akşamdan kalmış(veya kalma) * geceki sarhoşluğun mahmurluğunu taşıyan.
    akşamdan kavur, sabaha savur * kazandığını günü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır.
    akşamdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun) * işişten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir.
    akşamı bulmak (veya akşamıetmek) * akşamlamak, günü bitirmek.
    akşamın işini sabaha (veya yarına) bırakma * bu gün yapılması gereken bir işi ertesi güne bırakmak sakıncalıdır.
    akşamki * Akşam olan, akşam yapılan.
    akşamlama * Akşamlamak durumu, işi.
    akşamlamak * Bütün günü bir yerde veya bir işte geçirerek akşama erişmek, akşamı bulmak.
    * Akşamı bir yerde geçirmek.
    * (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğmak.
    akşamlar (veya akşam şerifler) hayrolsun! * akşam vakti kullanılan esenleme sözü, iyi akşamlar!.
    akşamları * Akşam vakti.
    * Her akşam.
    akşamlatma * Akşamlatmak işi.
    akşamlatmak * Akşamıyaptırmak, akşamı buldurmak veya ettirmek.
    akşamleyin * Akşam saatlerinde, akşam olduğunda, akşam vakti.
    akşamlısabahlı * Her akşam ve her sabah.
    akşamlık * Akşama özgü olan, akşam için.
    akşamlık sabahlık * Nerede ise, kaçınılmaz sonuç pek yakın.
    akşamsefası * Gecesefası.
    akşamüstü * Güneşin battığısıralarda, akşama doğru, akşam yaklaşırken.
    akşamüzeri * Bkz. akşamüstü.
    akşın * Kıllarında ve gözlerinde, bazen de derisinde doğuştan boya maddesi bulunmadığı için her yanıak olan
    (hayvan veya insan) çapar, albino.
    akşınlık * Akşın olma durumu.
    aktar * Baharat, ev ilâçları, gereçleri satan kimse veya dükkân.
    * Anadolu’da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğıt, tütün vb. satan kimse veya dükkân.
    aktarıcı * Dam kiremitlerini aktarıp kırıklarıyenileyen kimse.
    * Voleybolda öbür oyuncuların vurması için topu, ağın üzerine yükselten oyuncu.
    * Görüntüyü bir bölgeden başka bir bölgeye ileten araç.
    aktarılma * Aktarılmak işi.
    aktarılmak * Aktarmak işine konu olmak.
    aktarım * Aktarma işi, nakil.
    aktarış * Aktarmak işi veya biçimi.
    aktariye * Aktarın sattığışeyler.
    aktarlık * Aktarın yaptığı iş.
    aktarma * Aktarmak işi.
    * Bir taşıttan başka bir taşıta geçme.
    * Sürülmemiştarlayı ilk veya ikinci kez sürme.
    * Alıntı, iktibas.
    * Bir oyuncunun topu kendi takımından bir başka oyuncuya göndermesi.
    * Arıları bir kovandan ötekine geçirme.
    * Bir hesaptan başka bir hesaba para havale etme, virman.
    aktarma etmek * aktarmak.
    aktarma yapmak * bir taşıttan ötekine geçmek.
    * bütçede bir bölümden başka bir bölüme ödenek geçirmek.
    aktarmacı * Aktarma işini yapan kimse.
    aktarmacılık * Aktarma işi, aktarma işiyle uğraşma.
    aktarmak * Bir yerden, bir kaptan başka bir yere veya kaba geçirmek.
    * Bir şeyin yolunu, yönünü değiştirmek.
    * Bir kitaptan veya bir yazıdan bir bölümü almak, iktibas etmek.
    * Bir dilden başka bir dile çevirmek, tercüme etmek.
    * Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kırık ve bozuk olanlarının yerlerine sağlamlarınıkoymak.
    * Sürülmemiştarlayı ilk ve ikinci kez sürmek.
    * İletmek; bildirmek.
    * Bir tekniğe göre biçimlendirmek, uyarlamak.
    * Bir kitabı, daha çok Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.
    aktarmalı * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektiren.
    aktarmasız * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektirmeyen.
    aktartma * Aktartmak işi yaptırmak.
    aktartmak * Aktarmak işi yaptırtmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 43

    aktavşan * Bir cins iri çöl sıçanı(Jaculus).
    aktif * Etkin, canlı, hareketli, çalışkan.
    * Etkili, etken.
    * Bir ticarethanenin, ortaklığın para ile değerlendirilebilen mal ve haklarının tümü.
    * Etken.
    aktif fiil * Etken fiil.
    aktif metot * Öğrencilerin, kişisel çalışmalarınıve işyapma yeteneklerini geliştirmeyi sağlayan bilimsel yöntem.
    aktif rol oynamak * etkili olmak.
    aktif taşıma * Bir maddenin hücre zarından enerji harcanarak hücre içine veya dışına taşınması.
    aktifleşme * Aktif duruma gelme.
    aktifleşmek * Canlı hareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek.
    aktifleştirme * Aktifleştirmek işi.
    aktifleştirmek * Aktifleşmesini sağlamak, aktif duruma getirmek.
    aktiflik * Etkinlik.
    aktinit * Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif
    elementlerinin ortak adı.
    aktinoloji * Güneş ışınlarının hem insan hem de bütün canlılar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı.
    aktinyum * Atom numarası89, atom ağırlığı227 olan, radyoaktif bir element.KısaltmasıAc.
    aktinyumlu * Özünde aktinyum bulunduran.
    aktivite * Etkinlik.
    aktivizm * Etkincilik.
    aktör * Erkek oyuncu.
    * Olduğundan başka türlü görünen kimse.
    aktöre * Ahlâk.
    aktörlük * Aktörün görevi, aktörün yaptığı iş.
    * Olduğundan başka türlü görünme, kendini başka türlü gösterme.
    aktris * Kadın oyuncu.
    aktüalite * Güncellik.
    * Günün olayıveya konusu.
    aktüalitesini kaybetmek * güncelliğini yitirmek.
    aktüalizm * Geçmişjeolojik olayların bugünkülere bakarak açıklanabileceğini ileri süren öğreti, edimselcilik.
    * Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi).
    aktüel * Güncel, şimdiki.
    * Edimsel.
    akur * Azgın, kızgın (hayvan).
    akustik * Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankı bilimi.
    * Kapalı bir yerde seslerin dağılım biçimi, ses dağılımı, yankılanım.
    akut * İlerlemiş, şiddetli, acil (hastalık).
    akuzatif * Yükleme durumu.
    akü * Akümülâtörün kısaltılmışadı.
    akümülâtör * Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz,
    akımtoplar.
    aküpunktür * Vücudun belirli noktalarına genellikle altın iğne batırarak yapılan Çin’de yayılmışolan tedavi.
    akva * Kuvvetli, sağlam.
    * Bir tür sırmalıve köstekli bıçak.
    akvam * Kavimler.
    akvarel * Sulu boya resim.
    akvaryum * Tatlıveya tuzlu su hayvanlarının, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiği cam su kabı.
    akvaryumcu * Akvaryum işiyle uğraşan kimse.
    akvaryumculuk * Akvaryumcunun mesleği.
    * Süs balığı beslemeciliği.
    akya balığı * Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balık, akbalık (Lichia amia).
    akyuvar * Kan ve lenf gibi vücut sıvılarında bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit.
    akzambak * Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiştirilen, çiçeği dişve yüz şişlerinin tedavisinde kullanılan bir bitki
    (Lilium candidum).
    Al * Alüminyum’un kısaltması.
    al * Aldatma, düzen, tuzak, hile.
    al * Kanın rengi, kızıl, kırmızı.
    * Bu renkte olan.
    * (at donu için) Dorunun açığı, kızıla çalan.
    * Yüze sürülen pembe düzgün, allık.
    al (veya alın) * işte.
    al (veya kanlı) gömlek gizlenemez * gizli tutulmasıelde olmayan şeyler için söylenir.
    -al- / -el- * İsimden fiil türeten ek.
    -al / -el * İsimden sıfat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el (<gözel), doğ-al, öz-el vb.
    al basmak * loğusa albastıhastalığına tutulmak.
    al bayrak (veya sancak) * Türk bayrağı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 45

    alacaklı * Birinden alacağı olan, borçlu karşıtı.
    * Birinden alacağı olan kimse.
    alacaklıçıkmak * alacağıvereceğinden çok olmak.
    alacaklı olmak * birinden alacağı bir şey bulunmak.
    alacalama * Alacalamak işi.
    alacalamak * Renk renk, benek benek boyamak.
    alacalandırma * Alacalandırmak işi.
    alacalandırmak * Alaca duruma getirmek.
    alacalanma * Alacalanmak işi.
    alacalanmak * Alaca bir duruma gelmek.
    * Eriyen karlar arasından yer yer toprak görünmek.
    * Herhangi bir heyecan dolayısıyla benzi kızarıp bozarmak, renkten renge girmek.
    alacalı * Alaca, rengârenk.
    alacalı bulacalı * Çok karışık ve çiğrenkli, alaca bulaca.
    alacalık * Alacalı olma durumu.
    * Renkli ve renksiz kılların bütün vücutta düzenli şekilde dağılmayarak büyük ve küçük parçalar hâlinde
    birleşmesiyle meydana gelen bir at donu.
    alacamenekşe * Hercaî menekşe.
    alacasansar * Benekli sansar türü.
    alaçam * Rengi kızıla yakın bir çam türü (Picea excelsa).
    alaçık * Üzeri dal ve hasırla örtülmüşkulübe, çardak.
    * Keçeden yapılan çadır.
    alafranga * Frenklerin töre, âdet ve hayatına uygun, Frenklerle ilgili, alaturka karşıtı.
    * Avrupa uygarlığını benimsemiş, Avrupa eğitimiyle yetişmiş(kimse).
    * Alafranga saat.
    alafranga müzik * Batıtarzında ve ölçülerinde yapılmışmüzik.
    alafranga saat * Günü 24 saat sayarak, günün başlayışını gece yarısı01 olarak kabul eden saat sistemi.
    alafranga tuvalet * Batıtarzında kapaklı, üzerine oturulabilen klozetli tuvalet.
    alafrangacı * Alafranga hayatı benimsemişolan.
    alafrangacılık * Alafrangacı olma durumu.
    alafrangalaşma * Alafranga usulleri benimseme, alafranga olma.
    alafrangalaşmak * Alafranga olmak, alafranga davranmak.
    alafrangalaştırma * Alafrangalaştırmak işi.
    alafrangalaştırmak * Alafrangalaşmasına sebep olmak.
    alafrangalık * Alafranga olma durumu.
    alâgarson * Kısa kesilmişsaç.
    * Oğlan saçı biçiminde kesilmiş(kadın saçı).
    alageyik * Geyikgillerden, postu benekli, erkeklerinin boynuzlarıuca doğru kürek biçiminde genişleyen, Güney
    Avrupa ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir cins geyik, sığın (Dama dama).
    alâimisema * Gök kuşağı.
    -alak / -elek * Fiilden sıfat türeten ek: yat-alak, as-alak, çök-elek vb.
    alâka * İlgi.
    * Gönül bağı.
    alâka çekmek (toplamak veya uyandırmak) * ilgi çekmek.
    alâka duymak * ilgi duymak.
    alâkabahş * İlgilendirici, ilgi çeken, ilginç.
    alâkadar * İlgili, ilgili bulunulan.
    alâkadar etmek * ilgilendirmek.
    alâkadar olmak * ilgilenmek.
    alâkalandırma * Alâkalandırmak işi.
    alâkalandırmak * İlgilendirmek.
    alâkalanma * Alâkalanmak işi.
    alâkalanmak * İlgilenmek.
    * Gönül bağlamak, yakınlık duymak.
    * Bir şey çekici gelmek; zevk almak.
    alâkalı * İlgili.
    alakarga * Kargagillerden, iri gövdeli, ötücü, tüyleri alacalı bir kuştürü, kestane kargası(Garrulus glandarius).
    * Saksağan.
    alâkart * Yemek listesinden seçilen, fiyatlarıayrıayrıhesaplanan (yemek), tabldot karşıtı.
    * Yemek listesinden yemek seçerek.
    alâkasız * İlgisiz, ilgisi olmayan.
    alâkasızlık * İlgisizlik.
    alâkayı(veya alâkasını) kesmek * ilgiyi, ilgisini kesmek, ilişkisi kalmamak, ayrılmak.
    alâkok * Rafadan.
    alalama * Alalamak işi, kamuflâj.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 41

    aksettirme * Aksettirme işi.
    aksettirmek * (sesi) Yankılamak.
    * (ışığı) Yansıtmak.
    * Haberi, durumu, ulaştırmak, yaymak, duyurmak.
    aksırık * Herhangi bir sebeple burun zarının gıcıklanmasısonucu solunum kaslarının birdenbire kasılmasıyla ağız ve
    burundan hızlı, gürültülü soluk boşalması olayı, aksırma, hapşırma, hapşırık.
    aksırıklı * Aksırığa tutulmuş, aksırığı olan, sık sık aksıran, hapşırıklı.
    aksırıklıtıksırıklı * Yaşlı, hastalıklı.
    aksırış * Aksırma, aksırma biçimi.
    aksırma * Aksırmak işi.
    aksırmak * Burun zarlarının gıcıklanması ile solunum kaslarının birdenbire kasılmasıüzerine, ağız ve burundan hızlı,
    gürültülü soluk boşaltmak, hapşırmak.
    aksırtma * Aksırtmak işi.
    aksırtmak * Birinin aksırmasına sebep olmak, hapşırtmak.
    aksi * Ters, zıt, karşıt, olumsuz, menfi.
    * Uygun olmayan.
    * İnatçı, hırçın, huysuz.
    aksi aksi * Olumsuz bir biçimde, ters ve kızgın olarak.
    aksi gibi * istenmediği hâlde, aksilik olarak.
    aksi hâlde * yoksa, öyle olmazsa.
    aksi şeytan * işler yolunda gitmediği zaman “ne kadar ilgisiz, münasebetsiz” anlamında kullanılır.
    aksi takdirde * yoksa, aksi hâlde.
    aksi tesadüf * “şanssızlığa bak” anlamında kullanılır.
    aksilenme * Aksilenmek işi.
    aksilenmek * Aksileşmek, huysuzlanmak.
    aksileşme * Aksileşmek işi.
    aksileşmek * Huysuzlanmak, huysuzluk etmek, ters davranmak, inatçılık etmek.
    aksiliği tutmak * güçlük çıkarmak, inadında direnmek.
    aksiliği üstünde * olumsuz davranışlı.
    aksilik * Terslik, inatçılık, huysuzluk.
    * Bir işin yolunda gitmemesi durumu, uygunsuzluk, elverişsizlik.
    aksilik çıkmak * engel ortaya çıkmak.
    aksilik etmek * güçlük çıkarmak, uyuşmaya yanaşmamak, huysuzluk etmek, inatçılık etmek, ters davranmak.
    aksine * Tersine.
    aksiseda * Yankı.
    aksiyom * Kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin ön dayanağı olan temel önerme, belit,
    mütearife.
    aksiyon * Bir kuvvetin, maddî bir etkenin, bir düşüncenin ortaya çıkması.
    * İnsan etkinliğinin veya iradesinin açığa çıkması.
    * Hareket, iş.
    * Bir oyuncunun sahne üzerindeki hareketi, bu hareketten ortaya çıkan gelişim.
    * Oyunun temasını geliştiren başlıca olay, hikâye, gelişim.
    * Sermayenin belirli bir bölümü.
    * Hisse senedi, pay senedi.
    aksoğan * Ada soğanı.
    akson * Sinir uyarmalarınısinir hücresinden ileriye uzatmaya yarayan, sinir hücrelerinin uzantılarından en belirli ve
    uzun olanı.
    aksona * Vurgun hastalığına karşıuygulanan emniyet durakları.
    aksöğüt * Söğütgillerden, kabuklarıeczacılıkta kullanılan bir söğüt türü (Salix alba).
    aksu * Gözdeki billûr cismin saydamlığınıyitirerek ağarmasından ileri gelen körlük, ak basma, perde, katarakt.
    aksungur * Akdoğan.
    aksülâmel * Tepki, reaksiyon.
    akşam * Gündüzün son ve gecenin ilk saatleri.
    * Gece.
    * Akşam vakti kılınan namaz.
    akşam ahıra sabah çayıra * hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenir.
    akşam akşam * Akşamın olduğu şu dar zamanda.
    akşam azadı * Ders çıkışı, ders paydosu.
    akşam ezanı * Günün dördüncü namaz vaktini bildiren ezan; güneşin battığısıralar.
    akşam gazetesi * Baskısıöğleden sonra, özellikle akşama doğru yapılan gazete.
    akşam güneşi * Etkisi azalmışgün ışığı.
    * Yaşlılık dönemi.
    akşam karanlığı * Alaca karanlık.
    akşam namazı * İkindi ile yatsınamazıarasında kılınan namaz.
    akşam pazarı * Pazarlarda, işportalarda akşama doğru tezgâhta kalmışmalların ucuz fiyatla satılışı.
    akşam piyasası * Akşam üzerleri belli bir yerde yapılan gezinti.
    akşam saati * Akşam vakti, akşamleyin.
    akşam simidi * İkindi üzeri çıkarılan sıcak, susamlısimit.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 36

    akılsallaştırmak * Bir şeyi akılsa duruma getirmek.
    akılsız * Aklı, gerçeği görüp ona göre davranmaya elverişli olmayan, anlayışıkıt.
    akılsız başın cezasınıayak çeker (veya akılsız iti veya köpeği yol kocatır) * düşüncesizlik veya tedbirsizlik yüzünden, gereksiz yere gidip gelme zahmetine katlanılır.
    akılsızlık * Akılsız olma durumu.
    * Akılsızca yapılan işveya davranış.
    akılsızlık etmek * düşüncesiz ve yersiz davranmak.
    akım * Akmak işi.
    * Hava, su gibi akışkan maddelerin veya elektrik yüklerinin belli bir yönde akışı, yer değiştirmesi, cereyan.
    * Sanatta, siyasette, düşünce hayatında ortaya çıkan yeni bir görüş, yöntem, hareket, cereyan tarz.
    * Debi.
    akım derken bokum demek * sözünü yolunca söyleyememek, düzensiz şeyler söylemek.
    akım ölçümü * Bir akarsuyun veya kanalın su yolunda bir saniyede akan su hacmini ölçme.
    akımcı * Belli bir akıma bağlıkişi.
    akımölçer * Bir elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan araç, amperölçer.
    akımtoplar * Akü, akümülâtör.
    akın * Kalabalık bir şeyin arkasıkesilmeyen bir gelişdurumunda olması.
    * Düşman topraklarına tedirgin etme, yıldırma, çapul gibi amaçlarla toplu olarak yapılan baskın.
    * Futbolda sayıyapmak amacıyla karşıtakım kalesine doğru genellikle topluca girişilen saldırı, hücum.
    akın * Kazak-Kırgız Türklerinin saz şairlerine verdiği ad.
    akın akın * Arkasıkesilmeyen kalabalık öbekler durumunda.
    akın etmek * toplu olarak gitmek, üşüşmek.
    * düşman ülkesine saldırmak, baskın yapmak.
    akıncı * Düşman ülkesine akın yapan savaşçı.
    * Görevi karşıtarafa top sürmek ve sayıyapmak olan ön sıradaki oyuncu, forvet.
    akıncılık * Akıncı olma durumu.
    akıncılık etmek * düşman ülkesinde karşı güçleri yıldırmak, tedirgin etmek.
    akındırık * Reçine, çam sakızı, akma.
    akınkayası * Kaya balığı giller familyasından derin ve uzaklarda yaşayan ince, uzun bir balık türü.
    akıntı * Akmak işi.
    * Havanın veya suyun herhangi bir yöne doğru yer değiştirmesi, akım, cereyan.
    * Hastalık sebebiyle vücudun bir yerinden sulu madde akması.
    * Eğiklik, eğim, meyil.
    * Çam türü ağaçlarda bulunan reçinenin eriyerek akması olayı.
    * Sıvıyapıştırıcıların ağaç yüzeylerine gereğinden çok sürülmesi ile oluşan durum.
    akıntı bilimi * Deniz akıntılarını inceleme konusu edinen bilim dalı.
    akıntıçağanozu * Akıntıya kapılmışyengeç.
    * Vücudunda göze çarpacak bir çarpıklık bulunan kimseler için kullanılır.
    akıntılı * Akıntısı olan, eğik, meyilli.
    akıntıölçer * Bir akarsuyun ve kanalın akıntıhızınıve düzeyini ölçmeye yarayan alet.
    akıntıya kapılmak * bir akıntının etki alanına girmek, akıntı ile birlikte sürüklenmek.
    * etki altında kalarak bir topluluğun davranışına katılmak.
    akıntıya kürek çekmek * olmayacak bir işuğrunda boşuna çabalamak.
    akıp gitmek * (zaman için) çabuk geçmek.
    akış * Akmak işi veya biçimi.
    * Geçip gitme, sürüp gitme.
    * Akın.
    akışkan * Kendilerine özgü bir biçimleri olmayıp içinde bulunduklarıkabın biçimini alan ve yığın oluşturmayan (sıvı
    veya gaz), seyyal.
    akışkanlaşma * Akışkan duruma gelme.
    akışkanlaşmak * Akışkan duruma gelmek.
    akışkanlaştırıcı * Akışkan duruma getirme özelliği olan.
    akışkanlaştırıcılık * Akışkan duruma getirme özelliği olma.
    akışkanlaştırma * Akışkanlaştırmak işi.
    * Akışkanların niteliğini düzeltmek için yoğunlaşan akımı içinde parçacıkların asıltısınısağlayan yöntem.
    akışkanlaştırmak * Akışkan duruma getirmek.
    akışkanlık * Akışkan olma durumu.
    akışma * Kulağa hoşgelen veya kolayca söylenen seslerin özelliği.
    akışmalı * Akışma özelliği olan.
    akışmaz * Dışetkenlerin tesiriyle akışmazlığıdeğişmeyen, durağan.
    akışmazlık * Akışmaz veya durağan maddenin durumu.
    akıtma * Akıtmak işi.
    * Hayvanların, özellikle atların alınlarında bulunan ve burunlarına doğru uzanan beyaz leke.
    * Un, süt, yağ, yumurta, şeker veya pekmezle yoğrularak cıvık bir duruma getirilen hamurun kızgın saç
    üzerinde pişirilmesiyle yapılan bir çeşit tatlı.
    * Enli bilezik.
    akıtmak * Akmasını sağlamak, akmasına yol açmak, dökmek.
    akıtmalı * Alnında akıtması olan (hayvan).
    akide * Bir şeye inanarak bağlanış, inanç, din inancı.
    akide * Şekerin kaynatılarak ağda durumuna getirilmesi yolu ile yapılmışrenkli ve kokulu, ağızda güç eriyen şeker;
    daha çok akide şekeri yerine kullanılır.
    akide şekeri * Bkz. akide.
    akidesi bozuk * İnancızayıf olan (kimse).
    akideyi bozmak * doğru bilinen bir inanışveya gidişten ayrılmak.
    akik * Yüzük taşı, mühür gibi şeyler yapmakta kullanılan, türlü renklerde, yarısaydam, parlak ve değerli bir taş;
    kalseduan kuvarsının bir türüdür.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 39

    aklında tutmak * öğrenmek, bellemek.
    * unutmamak.
    aklından çıkarmamak * devamlıhatırlamak, hiç unutmamak.
    aklından çıkmak * unutmak.
    aklından geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak.
    aklından geçmek * düşünmek.
    aklından tutmak * bir şey düşünmek.
    aklından zoru olmak * arada bir durum ve şartların gerektirdiği gibi davranmamak.
    aklını(bir şeyle) bozmak * bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak.
    aklını başına almak (veya toplamak, devşirmek) * akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak.
    aklını başından almak * düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak.
    aklını başka yere vermek * konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak.
    aklınıçalmak * ilgisini aşırıderecede çekmek.
    aklını çelmek * niyetinden, kararından caydırmak.
    * ayartmak, baştan çıkarmak.
    aklınıkaçırmak * delirmek.
    * gereksiz, yersiz işyapmak.
    aklını oynatmak * çıldırmak.
    * akıl dışı işler yapmak.
    aklınıpeynir ekmekle yemek * şaşkınca ve akılsızca işler yapmak.
    aklınışaşırmak * yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düşünmek.
    aklınıtakmak * sürekli olarak aklı bir şeyle uğraşmak.
    aklının köşesinden geçmemek * hiçbir zaman düşünmemek.
    aklının terazisi bozulmak * akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek.
    aklınla bin yaşa * akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir.
    aklıselim * Sağduyu.
    aklî * Akılla ilgili, akla dayanan.
    akliyat * Akıl yolu ile kazanılan bilgiler.
    akliye * Akıl hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
    * Akıl hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
    * Akılcılık, usçuluk, rasyonalizm.
    akliyeci * Akıl hastalıklarıuzmanı.
    akma * Akmak işi.
    * Reçine, çam sakızı, akındırık.
    akma hançer * Ortası oluklu hançer.
    akma sınırı * Malzemenin belirli bir gerilme uygulanmasıyla sınırlıve kalıcıdeformasyona uğramasıveya belirlenen
    toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.
    akmak * (sıvımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden başka bir yere doğru gitmek.
    * (bu gibi maddeler) Aşağıya, yere düşmek.
    * (sıvı bir madde için) Bir yerden çıkmak.
    * (bir kap veya bir yer) İçindeki veya üstündeki sıvıyısızdırmak.
    * Çabucak savuşmak; ortadan kaybolmak.
    * Art arda ve toplu olarak gitmek.
    * (kumaşiçin) Yıpranıp iplikleri erimeye başlamak.
    * (zaman için) Çabuk geçmek.
    * (boya için) Birbirine karışmak.
    * Karışmak, katılmak.
    * Sürüp gitmek.
    akmantar * Tadı güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris).
    akmasa da damlar * çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağlar.
    akmaz * Durgun su, gölet.
    akompanyatör * Bir parça çalındığızaman ses veya bir âletle ona katılan kimse, eşlik eden.
    akonitin * Boğan otundan çıkarılan ve hekimlikte kullanılan zehirli bir madde.
    akont * Bir borca karşılık, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapılan kısmî ödeme.
    akordeon * Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalınan körüklü, elde taşınabilir
    bir çalgı.
    * Kumaşlarda makine ile yapılmışkırma.
    akordeoncu * Akordeon çalan kimse.
    akordiyon * Bkz. akordeon.
    akordiyoncu * Bkz. akordeoncu.
    akordu bozuk * Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz.
    akort * Bir çalgıyıdoğru ses vermesi için ayarlama.
    * Armoniyi sağlayan seslerin birleşmesi.
    akort etmek * çalgıların seslerini ayarlamak, düzenlemek.
    akort yapmak * çalgıların tellerini, ses veren araçlarınıayarlamak.
    akortçu * Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayımeslek edinmişkimse.
    akortlama * Akortlamak işi.
    akortlanma * Akortlanmak işi.
    akortlanmak * Akortlanmak işi yapılmak.
    akortlatma * Akortlatmak işi.
    akortlatmak * Akortlamak işini yaptırmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 37

    akil * Akıllı.
    akil baliğ * Döl verebilecek duruma gelmişolan, erin.
    akil baliğolmak * döl verebilecek erişkin duruma gelmişolmak.
    * rüştünü ispat etme yaşına gelmişolmak.
    akilâne * Akıllıca.
    akim * Kısır, verimsiz, döl veremeyen.
    * Sonuçsuz, başarısız.
    akim kalmak * sonuca ulaşamamak, başarısağlayamamak.
    akis * Işık veya ses dalgalarının yansıtıcı bir yüzeye çarparak geri dönmesi, yansıma, yankı.
    * Bir cismin, parlak bir yüzeyde görünmesi.
    * Bir şeyin başka bir şey üzerinde yarattığıetki.
    * Evirme, evirtim.
    akis uyandırmak * bir konunun üzerinde düşünülmesine, tartışılmasına yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak.
    akit * Hukukî sonuç doğurmak amacı ile iki veya daha çok kimsenin veya kuruluşun karşılıklıve birbirine uygun
    irade beyanları ile gerçekleşen işlem, sözleşme, mukavele, kontrat.
    * Nikâh.
    âkit * Bir işi karşılıklı olarak kararlaştırıp üstlerine alan taraflardan her biri, sözleşme veya mukavele yapan.
    akit vaadi * Ön sözleşme.
    akkaraman * Vücudu beyaz, ağız, burun, göz etrafı, kulak ve ayaklarda siyah lekeler bulunabilen, kaba karışık yapağılı,
    Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’nun batıkesimlerinde yaygın olarak yetiştirlen yerli bir tür koyun.
    akkarınca * Düz kanatlılardan, sıcak veya ılıman ülkelerde yaşayan, bitkilere çok zarar veren bir böcek cinsi, termit
    (Termes).
    akkarıncalar * Ağız parçaları iyi gelişmiş, iri başlı, ısırıcı böcekler topluluğu, termitler.
    akkavak * Söğütgillerden, yapraklarının altı beyaz olan bir kavak türü, akçakavak, Hollanda kavağı(Populus alba).
    akkefal * Sazangillerden bir cins tatlısu balığı(Alburnus).
    akkelebek * Hemen bütün meyve ağaçlarında tomurcuk düşmanısayılan, iri ak kanatlarıkalın, kara damarlı bir kelebek
    (Aporia crataegi).
    akkirpani * Ak, fakat kirli.
    akkor * Işık saçacak beyazlığa varıncaya değin ısıtılmışolan.
    akkorluk * Akkor olma durumu.
    akkuş * Atmaca, yırtıcı bir kuş.
    akkuyruk * Tadınıartırmak için çay harmanına katılan beyaz bir çay türü.
    -akla / -ekle * Bazıfiillerin sıklık çatılarınıtüreten ek: tart-akla- , it-ekle- vb.
    akla fenalık vermek * çok şaşırmak, çıldıracak gibi olmak, zıvanadan çıkmak.
    akla gelmedik * düşünülemeyen.
    akla gelmeyen başa gelir * insan ummadığı, düşünmediği şeylerle daima karşılaşabilir.
    akla gelmez * hatırlanamaz, düşünülemez.
    akla hayale gelmez * inanılmaz.
    akla karayıseçmek * (bir işi başarıncaya değin) çok sıkıntıçekmek, güçlüklerle karşılaşmak.
    akla sığar gibi * aklın kabul edebileceği biçimde, makul.
    akla sığmak (veya sığmamak) * inanılacak gibi olmamak.
    akla yakın * aklın benimseyebileceği, aklın kabul edebileceği.
    akla yatkın * uygun, akıllıca, makul.
    akla zarar (veya ziyan) * çok şaşılacak, şaşkınlığa uğratacak (şey).
    aklama * Aklamak işi, ibra.
    aklama belgesi * Alacak verecek kalmadığını gösteren belge, ibraname.
    aklamak * Suçsuz veya borçsuz olduğu yargısına vararak birini temize çıkarmak, tebriye etmek, ibra etmek.
    * Başarılı gösterilmek, değerli olarak nitelendirilmek.
    aklan * Sularını bir denize veya göle gönderen bölge, maile.
    * Bir dağsırasının yamaçlarından her biri.
    aklanma * Aklanmak işi.
    aklanmak * Ak olmak, temizlenmek.
    * Bir dava sonunda temiz ve ilişiksiz çıkmak, temize çıkmak, beraat etmek.
    aklaşma * Aklaşmak işi.
    aklaşmak * Ak duruma gelmek, ağarmak, beyazlaşmak.
    aklaştırma * Aklaştırmak işi.
    aklaştırmak * Aklaşmasını sağlamak, beyazlaştırmak.
    aklen * Akıl icabı, akıl gereğince.
    aklevrek * Tatlısu levreği.
    aklı * Akı bulunan, ak renkli.
    aklıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
    * bir şeyin olabileceğine inanmamak.
    * uygun bulmamak.
    aklı başına gelmek * davranışlarının yanlışlığınısezerek doğru yolu bulmak.
    * ayılmak, kendine gelmek.
    aklı başında * sürekli akıllıdavranan.
    * doğru dürüst, kusursuz.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 40

    akortlu * Akordu olan, akort edilmiş.
    akortsuz * Akordu olmayan, akort edilmemiş.
    * Birbirini tutmayan, uyumsuz.
    akortsuzlaştırmak * Radyoda bir ayar frekansında sapma meydana getirmek.
    akortsuzluk * Ses düzensizliği veya ayarsızlığı.
    * Radyoda gerçek ayar frekansı ile doğru değeri arasındaki sapma.
    akraba * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım.
    * Oluşma yönünden aynıkaynağa dayanan şeyler.
    * Biri, diğerinin sonucu olan şeyler.
    akraba çıkmak * önceden tanışmadan veya bilmeden konuşarak akraba olduklarınıanlamak.
    akraba diller * Aynıana dilden gelen diller.
    akraba olmak * evlilik yoluyla yakınlık kurmak.
    akrabalık * Akraba olma durumu.
    akran * Yaşça denk, yaşıt, boydaş, öğür.
    akranlık * Akran olma durumu, yaşıtlık.
    akreditif * Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka
    bankada veya aracısında açtırılan kredi.
    * Kredi mektubu.
    Akrep * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarasında yer alan burç. Zodyak.
    akrep * Akreplerden, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehirli bir iğnesi olan böcek
    (Scorpio).
    * Saatin iki ibresinden küçüğü.
    akrep gibi * her fırsatta sözleriyle başkalarını incitme veya onlara kötülük etme durumunda olan.
    akrepler * Örümceğimsilerin, örneği akrep olan takımı.
    akrobasi * Cambazlık, akrobatlık.
    akrobat * Cambaz.
    akrobatlık * Cambazlık.
    akromatik * Beyaz ışığıçözümlemeden geçiren, renksemez.
    * Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).
    akromatik iğiplik * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyalarıyla pek boyanamayan iğbiçimindeki
    oluşum.
    akromatin * Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış, kromatin ile boyanmamışolan kromozomları
    oluşturan bölüm.
    akromatopsi * Bkz. renk körlüğü.
    akromegali * Genel gelişme bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kısımlarındaki kemiklerin kalınlaşması,
    büyümesi veya uzaması.
    akropol * Eski Yunan şehirlerinde, en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale.
    akrostiş * Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak biçimde düzenlenmiş
    manzume, muvaşşah, tevşih.
    aks * Dingil.
    aksak * Aksayan, hafifçe topallayan.
    * İyi gitmeyen, iyi işlemeyen.
    * Türk müziğinde oldukça kıvrak bir usul.
    * Eski Yunan ve Lâtin şiir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kısa olacak yerde uzun olan dize.
    aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz * eksik araçlarla sağlıklı işyapılmaz.
    aksakal * Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
    * Ermiş, evliya.
    aksaklık * Aksak olma durumu.
    aksam * Kısımlar.
    aksama * Aksamak işi.
    aksamak * Hafif topallamak.
    * (bir iş) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.
    aksan * Bir ülkenin insanlarına veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
    * Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.
    aksanı bozuk * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen.
    aksata * “alma ve verme” Alışveriş.
    aksatış * Aksatmak işi veya biçimi.
    aksatma * Aksatmak işi.
    aksatmak * Aksamasına yol açmak, bir işi gereği gibi yürütmemek.
    aksayış * Aksamak işi veya biçimi.
    akse * Hastalık nöbeti, kriz.
    aksedir * Kaplamasımobilyacılıkta kullanılan, açık kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist).
    akselerograf * İvmeyazar.
    akselerometre * İvmeölçer.
    akseptans * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
    * Poliçelerin üzerine “kabulümdür” biçiminde yazılarak altı imzalanan açıklama.
    aksesuar * Bir aletin, bir makinenin işlevine katılmayan, ancak kendine özgü ayrı bir yararı bulunan alet, araç veya
    nesne.
    * Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereği kullandığı
    çeşitli eşya.
    * Kadın giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı, çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eşya.
    aksesuarcı * Aksesuarıhazırlayan kimse.
    * Aksesuar kullanmasınıseven.
    aksetme * Aksetmek işi.
    aksetmek * (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankıvermek.
    * (ışık) Bir yere vurmak.
    * (bir ışık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansılanmak.
    * Ulaşmak, yayılmak, duyulmak.
    * Evirmek, tersine çevirmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 35

    akıl doktoru * Psikiyatrist.
    akıl durdurmak * bir şey çok şaşırtıcınitelikte olmak, insanışaşırtmak.
    akıl erdirememek (veya ermemek) * ne olduğunu anlayamamak, sırrınıçözememek.
    akıl erdirmek * anlamak, sırrınıçözmek.
    akıl etmek * herhangi bir önlem veya çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak.
    akıl hastahanesi * Akıl hastalarının yatırıldığıhastahane.
    akıl hastası * Ruh hastası, deli.
    akıl havsala almamak * akla mantığa sığmamak.
    akıl hocası * Birine yol gösterip akıl öğreten kimse.
    * Herkese akıl öğretmeye meraklıkimse.
    akıl için yol (veya tarik) birdir * iyi düşünülünce ayrıayrıkimselerce varılacak sonuç hep aynıdır.
    akıl işi değil * akla uygun değil, doğru değil.
    akıl kârı olmamak * akıllı bir kişinin yapacağı işolmamak.
    akıl kethüdası * Herkese akıl öğretme merakında olan kimse.
    akıl kumkuması * Çok bilmişkimse.
    akıl kutusu * Çok akıllı, zeki kimse.
    akıl öğretmek * nasıl davranacağını göstermek, yol göstermek, akıl vermek.
    akıl sır ermemek * bir işin niteliğini, gizli yönlerini anlayamamak.
    akıl terelelli * pek delişmen, kendisinden ciddî bir düşünce, davranış beklenmeyen (kimse).
    akıl var, yakın var (veya akıl var, izan var) * kafa yormaya gerek yok.
    akıl vermek * bir konuda yol göstermek, akıl öğretmek.
    akıl yaşta değil, baştadır * akıllı olma ile yaşlı olma arasında ilgi yoktur; bazıküçükler büyüklerden daha akıllı olabilir.
    akıl yormak * hatırlamaya çalışmak, zihnini zorlamak.
    akıl yürütmek * herhangi bir konuda fikir vermek.
    akıl zayıflığı * Deliliğe kadar varmayan akıl bozukluğu.
    akılcı * Akılcılıkla ilgili.
    * Akılcılıktan yana olan kimse, usçu, rasyonalist.
    akılcılık * Akla dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümden gelimli çıkarmalarda bulan
    öğretilerin genel adı, usçuluk, akliye, rasyonalizm.
    * Akla ve akıl yolu ile varılan yargıya inanma, akla aykırıveya akıl dışıhiçbir şeyi tanımama davranışıve
    tutumu, akliye, rasyonalizm.
    * Bilginin evrensellik ve zorunluluğunun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnızca akıldan
    çıkartılabileceğini savunan öğreti, rasyonalizm.
    akılda kalmak * akılda yer etmek, unutulmamak.
    akılda tutmak * unutmamak.
    akıldan çıkarmak * düşünmemek, unutmak, umudunu kesmek.
    akıldan çıkmak * unutulmak.
    akıldan çıkmak * unutmak.
    akıldan çıkmamak * unutamamak.
    akıldan geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak.
    akıllandırma * Akıllandırmak işi, durumu.
    akıllandırmak * Aklınıkullanmasını sağlamak, aklını başına getirmek.
    akıllanma * Akıllanmak işi.
    akıllanmak * Karşılaşılan olayların sonuçlarından yararlanarak davranmak.
    * Uslanmak.
    akıllara durgunluk vermek * çok şaşılacak bir sey olmak.
    akıllarıpazara çıkarmışlar, herkes yine kendi akılınıalmış(veya akıllar gelin olmuş, herkes kendininkini beğenmiş) * “insan kendi aklını başkasınınkinden üstün görür” anlamında kullanılır.
    akıllı * Gerçeği iyi gören ve ona göre davranan.
    * Karşısındakinin düşüncesizliğini belirtmek için söylenilen uyarma sözü.
    * (alay yollu) Düşüncesiz, aptal.
    akıllıdüşününceye kadar deli çocuğunu (veya oğlunu) everir * kendini akıllısananlar çok kez akılsız diye tanınanlardan daha az başarı gösterir.
    akıllı geçinmek * kendini çok akıllısanmak.
    akıllıköprü arayıncaya dek deli suyu geçer * atak kişi tehlikeyi göze alarak işe girişir ve çabuk sonuç alır.
    akıllı olmak * gerçeklere uygun davranmak.
    akıllıuslu * Akıllı olarak, yaramazlık etmeyerek, dengeli.
    akıllıca * Akla yakın, doğru olarak.
    * Akla yakın, doğru, makul.
    akıllılık * Akıllı olma durumu; uyanıklık.
    akıllılık etmek * yerinde ve uygun davranmak.
    akılsal * Düşünceyi ve gerçeği somut değerlerle birbirine bağlayan hakikati içine alan şey.
    akılsallaştırma * Akılsallaştırmak durumu.
    * Bilinç dışı olayların mantık ve akla dayalı olarak açıklanması.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 38

    aklı başında olmamak * iyi düşünebilir durumda olmamak.
    aklı başından bir karışyukarı(veya yukarıda) * düşünmeden aklına geleni yapan.
    aklı başından gitmek * çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağınışaşırmak.
    aklı başka yerde olmak * başka şeyler düşünmek.
    aklı bir yerde olmak * düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek.
    aklı bokuna karışmak * korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek.
    aklıçıkmak * titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.
    aklıdağılmak * düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak.
    aklıdurmak * düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak.
    aklıermek * anlayabilmek.
    * akılca olgunlaşmak.
    aklıevvel * Akıllı geçinen.
    aklıfikri bir şeyde olmak * bütün düşündüğü bir konuda yoğunlaşmak.
    aklı gitmek * şaşırmak, korkmak.
    * çok beğenmek, bayılmak.
    aklıkalmak * beğenilen bir şeyi düşünmekten kendini alamamak.
    aklıkaralı * Akıve karası olan, beyazlısiyahlı.
    aklıkarışmak * ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak.
    aklıkesmek * bir şeyin olabileceğine inanmak.
    aklıkesmemek * sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek.
    aklısıra * aklınca, sandığına göre, düşünüşüne göre, umduğuna göre.
    aklısıra * Aklınca.
    aklısonradan gelmek * verdiği kararın yanlışolduğunu anlayıp vazgeçmek.
    aklıtakılmak * zihni bir şeyle uğraşmak.
    aklıtam ayar * aklıyerinde.
    aklıyatmak * anlamaya başlamak, olacağına inanmak, tatmin olmak.
    aklızıvanadan çıkmak * delirmek, aklını oynatmak.
    aklıevvel * Densiz, münasebetsiz, sağduyu sahibi olmayan.
    * Kendisini en akıllısanan.
    aklık * Ak olma durumu.
    * Kadınların makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sıvı, düzgün.
    aklıma gelen başıma geldi * olmasından korktuğum şey oldu.
    aklımda! * lâdes oyununa katılanlardan biri ötekine bir şey verirken karşıdakinin “unutmadım” anlamında söylediği
    söz.
    aklına birşey gelmek * şüphelenmek.
    aklına düşmek * hatırlamak.
    * kafasında bir düşünce doğmak.
    aklına esmek * daha önce düşünmemişolduğu şeyi birden yapmaya karar vermek.
    aklına geleni söylemek * rastgele konuşmak.
    aklına geleni yapmak * her istediğini düşünmeden yapmak istemek.
    aklına gelmek * hatırlamak, anımsamak.
    * bir şeyi yapmayıdüşünmek, tasarlamak.
    aklına getirmek * hatırlatmak.
    * düşünmek.
    aklına koymak * bir şey yapmaya kesin olarak karar vermek.
    * kararlaştırmak, çok istemek.
    aklına koymak * bir kimse birine, bir şey telkin etmek.
    aklına sığdırmak * bir şeyin olabileceğine inanmak, aklıalmak.
    aklına sığmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
    * olabileceğine inanmamak.
    aklına şaşayım (veya şaşarım) * adı geçen kimsenin akılsızca bir davranışta bulunduğunu anlatır.
    aklına takmak (veya aklınıtakmak) * sürekli olarak bir şeyi düşünmek, bir düşünceye saplanıp kalmak.
    aklına turp sıkayım * birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek.
    aklına tükürmek * birinin düşüncesini beğenmemek, kınamak.
    aklına uymak * birinin uygun olmayan görüşüne göre işyapmak, davranmak.
    aklına vurmak * birden düşünüvermek.
    aklına yelken etmek * düşüncesizce davranmak veya aklına geleni hemen yapmak.
    aklınca * (küçümseme yollu) Düşüncesine göre, aklısıra.
    aklında kalmak * unutmamak.
    * hatırlamak.
    aklında olsun! * unutma!.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 34

    akça * Oldukça beyaz, beyazca.
    akça * Bkz. akçe.
    akça armudu * İnce kabuklu, sarı, etli ve sulu bir tür armut.
    akça pakça * Beyaz tenli, güzel (kadın).
    akça yel * Güneydoğudan esen yel, keşişleme.
    akçaağaç * Akçaağaçgillerden süs ağacı olarak da dikilen tahtasıhafif ve sağlam bir ağaç, isfendan (Acer).
    akçaağaçgiller * İki çeneklilerden, örneği akçaağaç olan bir bitki familyası.
    akçakavak * Akkavak.
    akçalı * Paraya bağlı, parayla ilgili, malî.
    akçe * Küçük gümüşpara.
    * Her tür madenî para.
    akçıl * Rengini atmış, ağarmış, içinde ak renk bulunan.
    akçıllanma * Akçıllanmak işi.
    akçıllanmak * Akçıl duruma gelmek, rengini atmak veya atmışgibi olmak.
    akçıllaşma * Akçıllaşmak işi veya durumu.
    akçıllaşmak * Akçıl duruma gelmişolmak.
    akçıllık * Akçıl olanın durumu.
    akçöpleme * Zambakgillerden, yapraklarının uzun, genişolması, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla bahçe çiçekleri arasına
    giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).
    akdarı * Buğdaygillerden, bir yıllık veya daha uzun yaşayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum).
    akdedilme * Akdedilmek durumu.
    akdedilmek * Akdetmek işi yapılmak.
    Akdeniz humması * Malta humması.
    Akdeniz mavisi * Parlak ve canlı görünümde mavi rengin bir türü.
    akdetme * Akdetmek işi.
    akdetmek * (mukavele, muahede, ittifak gibi karşılıklı bağlanma anlamıtaşıyan Arapça sözlerle) Yapmak.
    akdiken * Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan bir bitki cinsi, güvem eriği, geyik dikeni (Rhamnus
    cathartica).
    akdoğan * Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur.
    akdut * Beyaz renkte olan dut.
    akemi * İki elemanlımermer yapıştırıcısı.
    akgünlük * Tütsü olarak yakılan bir tür ağaç sakızı.
    akhardal * Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılan hardal türlerinden biri (Sinapis alba).
    akı * Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayılan güç çizgileri,
    seyelân.
    akıak karasıkara * beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı.
    akıkarası geçitte belli olur * bir iddiadaki doğruluğun ancak deney veya sınav sonunda belli olacağınıanlatmak için söylenir.
    akı bet * (bir işveya durum için) Son, sonuç.
    * Sonunda, eninde sonunda.
    akı betine uğramak * birinin içinde bulunduğu kötü duruma düşmek.
    akıcı * Akma özelliği olan.
    * Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açık (anlatım), selis.
    akıcıünsüz * Ciğerlerden gelen havanın, ağız boşluğundaki yarıkapalı bir engele çarpmasıyla oluşan bol sesli ünsüz (r, l,
    ğ, y).
    akıcılık * Akıcı olma durumu.
    * Söz, yazıve anlatımın akıcı olma özelliği, selâset.
    akıcılık ölçeği * Bir sıvının belli sıcaklıktaki akıcılığınıölçmekte kullanılan alet.
    akıl * Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us.
    * Hafıza, bellek.
    * Öğüt, salık verilen yol.
    * Düşünce, kanı.
    akıl akıl, gel çengele takıl * bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumu.
    akıl akıldan üstündür * bir kimsenin aklına gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklına gelebilir.
    akıl almak * danışmak, görüşalmak.
    akıl almamak * inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek.
    akıl almaz * inanılacak gibi olmayan, inanılmaz.
    akıl danışmak * bir konuda birinin görüşünü sormak.
    akıl defteri * Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığıküçük defter, not defteri, muhtıra defteri, ajanda.
    akıl dışı * Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
    * Us dışı, gayriaklî, irrasyonel.
    akıl dışıcılık * Akıl dışıdavranma yanlısı görüş, us dışıcılık, irrasyonalizm.
    akıl dişi * Yirmi yaşsıralarında altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çıkan azıdişi, yirmi yaşdişi.