al benden de o kadar | * ben de aynıdurumdayım veya ben de aynıdüşüncedeyim. |
al birini, vur ötekine (veya birine) | * hiçbiri işe yaramaz, hepsi bir ayarda. |
al elmaya taşatan çok olur | * değerli kimselere sataşan çok olur. |
al giymedim ki alınayım | * “bu işle hiçbir ilgim olmadığı için söylenen sözleri kendi üzerime almadım” anlamında kullanılır. |
al gülüm ver gülüm | * iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları. * bir kimseye yapılan hizmetin hemen karşılığını bekleme durumu. |
al kan | * Doymuşalifatik hidrokarbonların genel adı, parajin. |
al kanlara boyanmak | * yaralanmak, vurularak ölmek; şehit olmak. |
al karısı | * Loğusalara musallat olarak onları boğduğu sanılan görüntü. |
al kiraz üstüne kar yağmış | * düşünülmeyen, beklenilmeyen şeylerin de olabileceğini anlatır. |
al sana bir daha | * yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için “işte” anlamında söylenir. |
al takke ver külâh | * uzun bir çekişmeden sonra, çekişe çekişe. * aralarındaki senli benli ilişkiyi sürdürerek. |
ala | * Karışık renkli, çok renkli, alaca. * Açık kestane renginde olan, elâ (göz). * Kekliğin boynundaki siyah halka. * Alabalığın kısaltılmışadı. |
âlâ | * İyi, pek iyi. |
-ala- / -ele- | * Fiilden sıklık (tekerrür) çatısıtüreten ek: çalk-ala-, şaş-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb. |
ala ala | * Toplu olarak yapılan işlerde bağrışarak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer. |
ala alaya kalkmak | * bağrışarak gürültü etmeye kalkmak. |
ala gün | * Yazın güneş bulut arkasında kaldığında oluşan gölgeli durum. |
ala sulu | * Yeni olgunlaşmaya başlamış(meyve). * İyi pişmemiş, suluca (yemek). |
ala tav | * Az tavlı, yarıyaşyarıkuru olan (toprak). |
ala tavlı | * Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı bulmamış(toprak). * İyice pişmemiş(yemek). |
Ala Yuntlu | * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. |
alabacak | * Ayağısekili (at). * Ara bozucu, dönek, uğursuz (kimse). |
alabalık | * Ala balıkgillerden, soğuk ve duru sularda yaşayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir tatlısu balığı(Trutta faris). |
alabalıkgiller | * Omurgalıhayvanlardan, kemikli balıkların bir familyası. |
alabanda | * Deniz teknelerinin iç yanları, borda karşıtı. |
alabanda ateş | * Geminin bir yanında bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu. |
alabanda etmek | * dümeni sağa veya sola, sonuna kadar çevirmek. |
alabanda iskele | * Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu. |
alabanda sancak | * Dümeni sağyana doğru, sonuna kadar çevirme komutu. |
alabanda vermek | * azarlamak, paylamak, haşlamak. |
alabandayıyemek | * adamakıllıazarlanmak. |
alabaş | * Turpgillerden, şalgama benzeyen bir bitki. |
alabildiğine | * Sınırsız, uçsuz bucaksız. * Aşırıderecede, gereğinden çok. * Olanca hızı ile. |
alabora | * Geminin devrilecek kadar yan yatması. * Bir serenin yatay durumdan düşey duruma getirilmesi. * Selâmlamak için filika küreklerinin yukarıya kaldırılması. * Balığıtoplamak için dalyan ağının yukarıya alınması. |
alabora olmak | * tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek. * işler alt üst olmak. |
alabros | * Fırça gibi dik kesilmiş(erkek saçı). |
alaca | * Birkaç rengin karışımından oluşan renk. * İki veya daha çok renkli. * Birkaç renkli iplikten yapılmışdokuma. * Ağaçta ilk olgunlaşan meyve. * Keklik, bıldırcın gibi kuşlarıavlamak için kullanılan iki renkli bez. * Meyvelere, daha çok üzüme düşen ben. * Kötü huy. |
alaca aş | * Aşure. |
alaca bulaca | * Çok karışık renkli. |
alaca düşmek | * (meyve) olgunlaşmaya başlamak. |
alaca karanlık | * Güneşdoğmadan önce veya battıktan hemen sonraki aydınlık, yarıkaranlık. |
alacabalıkçıl | * Balıkçılgiller familyasından, uzunluğu 50 cm, kül rengi, akla kara karışık, sazlıklarda yaşayan bir kuştürü (Ardeola ralloides). |
alacağı olmak | * birinden alınacak parası olmak. * vakit darlığından bir öneriyi kibarca geri çevirmek. |
alacağı olsun! | * “günün birinde ondan öcümü alırım” anlamında göz korkutma sözü. |
alacağım olsun da ala kargada olsun | * alacaklı olmak iyi bir şeydir. |
alacağına şahin, vereceğine karga (veya kuzgun) | * alırken kolaylık gösteren, verirken de güçlük çıkaran kimse. |
alacağına tutmak | * bir şeyi vereceğe veya borca karşılık saymak. |
alacak | * Bir hesap gereğince daha alınmamışolan para, mal veya başka şey, matlûp. * Para verilerek alınacak şey. |
alacak verecek | * alışverişilişkisi. |
alacakarga | * Saksağan. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 44
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 42
akşam yeli * Akşamlarıesen serin rüzgâr. Akşam Yıldızı * Venüs, Çulpan. akşama doğru * Gündüzün akşama yakın bir zamanında. akşama kadar * bütün gün, ara vermeden. akşama kalmak * (iş) gecikmek, bitmemek. akşama sabaha * Neredeyse, pek yakında, kısa bir zaman içinde. akşamcı * Akşamları içki içme alışkanlığında olan kimse.
* Çalışmasıakşama rastlayan.
* Çalışmalarınıdaha yoğun olarak akşam saatlerinde yapan.akşamcılık * Akşamcı olma durumu. akşamcılık etmek * akşamcılar içki içmek amacıyla bir araya gelmek. akşamdan * akşam olmak üzere iken, akşama doğru. akşamdan akşama * Her akşam üst üste. akşamdan kalmış(veya kalma) * geceki sarhoşluğun mahmurluğunu taşıyan. akşamdan kavur, sabaha savur * kazandığını günü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanılır. akşamdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun) * işişten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir. akşamı bulmak (veya akşamıetmek) * akşamlamak, günü bitirmek. akşamın işini sabaha (veya yarına) bırakma * bu gün yapılması gereken bir işi ertesi güne bırakmak sakıncalıdır. akşamki * Akşam olan, akşam yapılan. akşamlama * Akşamlamak durumu, işi. akşamlamak * Bütün günü bir yerde veya bir işte geçirerek akşama erişmek, akşamı bulmak.
* Akşamı bir yerde geçirmek.
* (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğmak.akşamlar (veya akşam şerifler) hayrolsun! * akşam vakti kullanılan esenleme sözü, iyi akşamlar!. akşamları * Akşam vakti.
* Her akşam.akşamlatma * Akşamlatmak işi. akşamlatmak * Akşamıyaptırmak, akşamı buldurmak veya ettirmek. akşamleyin * Akşam saatlerinde, akşam olduğunda, akşam vakti. akşamlısabahlı * Her akşam ve her sabah. akşamlık * Akşama özgü olan, akşam için. akşamlık sabahlık * Nerede ise, kaçınılmaz sonuç pek yakın. akşamsefası * Gecesefası. akşamüstü * Güneşin battığısıralarda, akşama doğru, akşam yaklaşırken. akşamüzeri * Bkz. akşamüstü. akşın * Kıllarında ve gözlerinde, bazen de derisinde doğuştan boya maddesi bulunmadığı için her yanıak olan
(hayvan veya insan) çapar, albino.akşınlık * Akşın olma durumu. aktar * Baharat, ev ilâçları, gereçleri satan kimse veya dükkân.
* Anadolu’da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğıt, tütün vb. satan kimse veya dükkân.aktarıcı * Dam kiremitlerini aktarıp kırıklarıyenileyen kimse.
* Voleybolda öbür oyuncuların vurması için topu, ağın üzerine yükselten oyuncu.
* Görüntüyü bir bölgeden başka bir bölgeye ileten araç.aktarılma * Aktarılmak işi. aktarılmak * Aktarmak işine konu olmak. aktarım * Aktarma işi, nakil. aktarış * Aktarmak işi veya biçimi. aktariye * Aktarın sattığışeyler. aktarlık * Aktarın yaptığı iş. aktarma * Aktarmak işi.
* Bir taşıttan başka bir taşıta geçme.
* Sürülmemiştarlayı ilk veya ikinci kez sürme.
* Alıntı, iktibas.
* Bir oyuncunun topu kendi takımından bir başka oyuncuya göndermesi.
* Arıları bir kovandan ötekine geçirme.
* Bir hesaptan başka bir hesaba para havale etme, virman.aktarma etmek * aktarmak. aktarma yapmak * bir taşıttan ötekine geçmek.
* bütçede bir bölümden başka bir bölüme ödenek geçirmek.aktarmacı * Aktarma işini yapan kimse. aktarmacılık * Aktarma işi, aktarma işiyle uğraşma. aktarmak * Bir yerden, bir kaptan başka bir yere veya kaba geçirmek.
* Bir şeyin yolunu, yönünü değiştirmek.
* Bir kitaptan veya bir yazıdan bir bölümü almak, iktibas etmek.
* Bir dilden başka bir dile çevirmek, tercüme etmek.
* Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kırık ve bozuk olanlarının yerlerine sağlamlarınıkoymak.
* Sürülmemiştarlayı ilk ve ikinci kez sürmek.
* İletmek; bildirmek.
* Bir tekniğe göre biçimlendirmek, uyarlamak.
* Bir kitabı, daha çok Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.aktarmalı * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektiren. aktarmasız * (taşıtlar için) Belli bir süre sonra inilip başka bir taşıta binilmesini gerektirmeyen. aktartma * Aktartmak işi yaptırmak. aktartmak * Aktarmak işi yaptırtmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 43
aktavşan * Bir cins iri çöl sıçanı(Jaculus). aktif * Etkin, canlı, hareketli, çalışkan.
* Etkili, etken.
* Bir ticarethanenin, ortaklığın para ile değerlendirilebilen mal ve haklarının tümü.
* Etken.aktif fiil * Etken fiil. aktif metot * Öğrencilerin, kişisel çalışmalarınıve işyapma yeteneklerini geliştirmeyi sağlayan bilimsel yöntem. aktif rol oynamak * etkili olmak. aktif taşıma * Bir maddenin hücre zarından enerji harcanarak hücre içine veya dışına taşınması. aktifleşme * Aktif duruma gelme. aktifleşmek * Canlı hareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek. aktifleştirme * Aktifleştirmek işi. aktifleştirmek * Aktifleşmesini sağlamak, aktif duruma getirmek. aktiflik * Etkinlik. aktinit * Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif
elementlerinin ortak adı.aktinoloji * Güneş ışınlarının hem insan hem de bütün canlılar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı. aktinyum * Atom numarası89, atom ağırlığı227 olan, radyoaktif bir element.KısaltmasıAc. aktinyumlu * Özünde aktinyum bulunduran. aktivite * Etkinlik. aktivizm * Etkincilik. aktör * Erkek oyuncu.
* Olduğundan başka türlü görünen kimse.aktöre * Ahlâk. aktörlük * Aktörün görevi, aktörün yaptığı iş.
* Olduğundan başka türlü görünme, kendini başka türlü gösterme.aktris * Kadın oyuncu. aktüalite * Güncellik.
* Günün olayıveya konusu.aktüalitesini kaybetmek * güncelliğini yitirmek. aktüalizm * Geçmişjeolojik olayların bugünkülere bakarak açıklanabileceğini ileri süren öğreti, edimselcilik.
* Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi).aktüel * Güncel, şimdiki.
* Edimsel.akur * Azgın, kızgın (hayvan). akustik * Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankı bilimi.
* Kapalı bir yerde seslerin dağılım biçimi, ses dağılımı, yankılanım.akut * İlerlemiş, şiddetli, acil (hastalık). akuzatif * Yükleme durumu. akü * Akümülâtörün kısaltılmışadı. akümülâtör * Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz,
akımtoplar.aküpunktür * Vücudun belirli noktalarına genellikle altın iğne batırarak yapılan Çin’de yayılmışolan tedavi. akva * Kuvvetli, sağlam.
* Bir tür sırmalıve köstekli bıçak.akvam * Kavimler. akvarel * Sulu boya resim. akvaryum * Tatlıveya tuzlu su hayvanlarının, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiği cam su kabı. akvaryumcu * Akvaryum işiyle uğraşan kimse. akvaryumculuk * Akvaryumcunun mesleği.
* Süs balığı beslemeciliği.akya balığı * Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balık, akbalık (Lichia amia). akyuvar * Kan ve lenf gibi vücut sıvılarında bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit. akzambak * Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiştirilen, çiçeği dişve yüz şişlerinin tedavisinde kullanılan bir bitki
(Lilium candidum).Al * Alüminyum’un kısaltması. al * Aldatma, düzen, tuzak, hile. al * Kanın rengi, kızıl, kırmızı.
* Bu renkte olan.
* (at donu için) Dorunun açığı, kızıla çalan.
* Yüze sürülen pembe düzgün, allık.al (veya alın) * işte. al (veya kanlı) gömlek gizlenemez * gizli tutulmasıelde olmayan şeyler için söylenir. -al- / -el- * İsimden fiil türeten ek. -al / -el * İsimden sıfat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el (<gözel), doğ-al, öz-el vb. al basmak * loğusa albastıhastalığına tutulmak. al bayrak (veya sancak) * Türk bayrağı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 45
alacaklı * Birinden alacağı olan, borçlu karşıtı.
* Birinden alacağı olan kimse.alacaklıçıkmak * alacağıvereceğinden çok olmak. alacaklı olmak * birinden alacağı bir şey bulunmak. alacalama * Alacalamak işi. alacalamak * Renk renk, benek benek boyamak. alacalandırma * Alacalandırmak işi. alacalandırmak * Alaca duruma getirmek. alacalanma * Alacalanmak işi. alacalanmak * Alaca bir duruma gelmek.
* Eriyen karlar arasından yer yer toprak görünmek.
* Herhangi bir heyecan dolayısıyla benzi kızarıp bozarmak, renkten renge girmek.alacalı * Alaca, rengârenk. alacalı bulacalı * Çok karışık ve çiğrenkli, alaca bulaca. alacalık * Alacalı olma durumu.
* Renkli ve renksiz kılların bütün vücutta düzenli şekilde dağılmayarak büyük ve küçük parçalar hâlinde
birleşmesiyle meydana gelen bir at donu.alacamenekşe * Hercaî menekşe. alacasansar * Benekli sansar türü. alaçam * Rengi kızıla yakın bir çam türü (Picea excelsa). alaçık * Üzeri dal ve hasırla örtülmüşkulübe, çardak.
* Keçeden yapılan çadır.alafranga * Frenklerin töre, âdet ve hayatına uygun, Frenklerle ilgili, alaturka karşıtı.
* Avrupa uygarlığını benimsemiş, Avrupa eğitimiyle yetişmiş(kimse).
* Alafranga saat.alafranga müzik * Batıtarzında ve ölçülerinde yapılmışmüzik. alafranga saat * Günü 24 saat sayarak, günün başlayışını gece yarısı01 olarak kabul eden saat sistemi. alafranga tuvalet * Batıtarzında kapaklı, üzerine oturulabilen klozetli tuvalet. alafrangacı * Alafranga hayatı benimsemişolan. alafrangacılık * Alafrangacı olma durumu. alafrangalaşma * Alafranga usulleri benimseme, alafranga olma. alafrangalaşmak * Alafranga olmak, alafranga davranmak. alafrangalaştırma * Alafrangalaştırmak işi. alafrangalaştırmak * Alafrangalaşmasına sebep olmak. alafrangalık * Alafranga olma durumu. alâgarson * Kısa kesilmişsaç.
* Oğlan saçı biçiminde kesilmiş(kadın saçı).alageyik * Geyikgillerden, postu benekli, erkeklerinin boynuzlarıuca doğru kürek biçiminde genişleyen, Güney
Avrupa ve Kuzey Afrika’da yaşayan bir cins geyik, sığın (Dama dama).alâimisema * Gök kuşağı. -alak / -elek * Fiilden sıfat türeten ek: yat-alak, as-alak, çök-elek vb. alâka * İlgi.
* Gönül bağı.alâka çekmek (toplamak veya uyandırmak) * ilgi çekmek. alâka duymak * ilgi duymak. alâkabahş * İlgilendirici, ilgi çeken, ilginç. alâkadar * İlgili, ilgili bulunulan. alâkadar etmek * ilgilendirmek. alâkadar olmak * ilgilenmek. alâkalandırma * Alâkalandırmak işi. alâkalandırmak * İlgilendirmek. alâkalanma * Alâkalanmak işi. alâkalanmak * İlgilenmek.
* Gönül bağlamak, yakınlık duymak.
* Bir şey çekici gelmek; zevk almak.alâkalı * İlgili. alakarga * Kargagillerden, iri gövdeli, ötücü, tüyleri alacalı bir kuştürü, kestane kargası(Garrulus glandarius).
* Saksağan.alâkart * Yemek listesinden seçilen, fiyatlarıayrıayrıhesaplanan (yemek), tabldot karşıtı.
* Yemek listesinden yemek seçerek.alâkasız * İlgisiz, ilgisi olmayan. alâkasızlık * İlgisizlik. alâkayı(veya alâkasını) kesmek * ilgiyi, ilgisini kesmek, ilişkisi kalmamak, ayrılmak. alâkok * Rafadan. alalama * Alalamak işi, kamuflâj. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 41
aksettirme * Aksettirme işi. aksettirmek * (sesi) Yankılamak.
* (ışığı) Yansıtmak.
* Haberi, durumu, ulaştırmak, yaymak, duyurmak.aksırık * Herhangi bir sebeple burun zarının gıcıklanmasısonucu solunum kaslarının birdenbire kasılmasıyla ağız ve
burundan hızlı, gürültülü soluk boşalması olayı, aksırma, hapşırma, hapşırık.aksırıklı * Aksırığa tutulmuş, aksırığı olan, sık sık aksıran, hapşırıklı. aksırıklıtıksırıklı * Yaşlı, hastalıklı. aksırış * Aksırma, aksırma biçimi. aksırma * Aksırmak işi. aksırmak * Burun zarlarının gıcıklanması ile solunum kaslarının birdenbire kasılmasıüzerine, ağız ve burundan hızlı,
gürültülü soluk boşaltmak, hapşırmak.aksırtma * Aksırtmak işi. aksırtmak * Birinin aksırmasına sebep olmak, hapşırtmak. aksi * Ters, zıt, karşıt, olumsuz, menfi.
* Uygun olmayan.
* İnatçı, hırçın, huysuz.aksi aksi * Olumsuz bir biçimde, ters ve kızgın olarak. aksi gibi * istenmediği hâlde, aksilik olarak. aksi hâlde * yoksa, öyle olmazsa. aksi şeytan * işler yolunda gitmediği zaman “ne kadar ilgisiz, münasebetsiz” anlamında kullanılır. aksi takdirde * yoksa, aksi hâlde. aksi tesadüf * “şanssızlığa bak” anlamında kullanılır. aksilenme * Aksilenmek işi. aksilenmek * Aksileşmek, huysuzlanmak. aksileşme * Aksileşmek işi. aksileşmek * Huysuzlanmak, huysuzluk etmek, ters davranmak, inatçılık etmek. aksiliği tutmak * güçlük çıkarmak, inadında direnmek. aksiliği üstünde * olumsuz davranışlı. aksilik * Terslik, inatçılık, huysuzluk.
* Bir işin yolunda gitmemesi durumu, uygunsuzluk, elverişsizlik.aksilik çıkmak * engel ortaya çıkmak. aksilik etmek * güçlük çıkarmak, uyuşmaya yanaşmamak, huysuzluk etmek, inatçılık etmek, ters davranmak. aksine * Tersine. aksiseda * Yankı. aksiyom * Kendiliğinden apaçık olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin ön dayanağı olan temel önerme, belit,
mütearife.aksiyon * Bir kuvvetin, maddî bir etkenin, bir düşüncenin ortaya çıkması.
* İnsan etkinliğinin veya iradesinin açığa çıkması.
* Hareket, iş.
* Bir oyuncunun sahne üzerindeki hareketi, bu hareketten ortaya çıkan gelişim.
* Oyunun temasını geliştiren başlıca olay, hikâye, gelişim.
* Sermayenin belirli bir bölümü.
* Hisse senedi, pay senedi.aksoğan * Ada soğanı. akson * Sinir uyarmalarınısinir hücresinden ileriye uzatmaya yarayan, sinir hücrelerinin uzantılarından en belirli ve
uzun olanı.aksona * Vurgun hastalığına karşıuygulanan emniyet durakları. aksöğüt * Söğütgillerden, kabuklarıeczacılıkta kullanılan bir söğüt türü (Salix alba). aksu * Gözdeki billûr cismin saydamlığınıyitirerek ağarmasından ileri gelen körlük, ak basma, perde, katarakt. aksungur * Akdoğan. aksülâmel * Tepki, reaksiyon. akşam * Gündüzün son ve gecenin ilk saatleri.
* Gece.
* Akşam vakti kılınan namaz.akşam ahıra sabah çayıra * hayatta yiyip içip yatmaktan başka kaygısı olmayanlar için söylenir. akşam akşam * Akşamın olduğu şu dar zamanda. akşam azadı * Ders çıkışı, ders paydosu. akşam ezanı * Günün dördüncü namaz vaktini bildiren ezan; güneşin battığısıralar. akşam gazetesi * Baskısıöğleden sonra, özellikle akşama doğru yapılan gazete. akşam güneşi * Etkisi azalmışgün ışığı.
* Yaşlılık dönemi.akşam karanlığı * Alaca karanlık. akşam namazı * İkindi ile yatsınamazıarasında kılınan namaz. akşam pazarı * Pazarlarda, işportalarda akşama doğru tezgâhta kalmışmalların ucuz fiyatla satılışı. akşam piyasası * Akşam üzerleri belli bir yerde yapılan gezinti. akşam saati * Akşam vakti, akşamleyin. akşam simidi * İkindi üzeri çıkarılan sıcak, susamlısimit. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 36
akılsallaştırmak * Bir şeyi akılsa duruma getirmek. akılsız * Aklı, gerçeği görüp ona göre davranmaya elverişli olmayan, anlayışıkıt. akılsız başın cezasınıayak çeker (veya akılsız iti veya köpeği yol kocatır) * düşüncesizlik veya tedbirsizlik yüzünden, gereksiz yere gidip gelme zahmetine katlanılır. akılsızlık * Akılsız olma durumu.
* Akılsızca yapılan işveya davranış.akılsızlık etmek * düşüncesiz ve yersiz davranmak. akım * Akmak işi.
* Hava, su gibi akışkan maddelerin veya elektrik yüklerinin belli bir yönde akışı, yer değiştirmesi, cereyan.
* Sanatta, siyasette, düşünce hayatında ortaya çıkan yeni bir görüş, yöntem, hareket, cereyan tarz.
* Debi.akım derken bokum demek * sözünü yolunca söyleyememek, düzensiz şeyler söylemek. akım ölçümü * Bir akarsuyun veya kanalın su yolunda bir saniyede akan su hacmini ölçme. akımcı * Belli bir akıma bağlıkişi. akımölçer * Bir elektrik akımının şiddetini ölçmeye yarayan araç, amperölçer. akımtoplar * Akü, akümülâtör. akın * Kalabalık bir şeyin arkasıkesilmeyen bir gelişdurumunda olması.
* Düşman topraklarına tedirgin etme, yıldırma, çapul gibi amaçlarla toplu olarak yapılan baskın.
* Futbolda sayıyapmak amacıyla karşıtakım kalesine doğru genellikle topluca girişilen saldırı, hücum.akın * Kazak-Kırgız Türklerinin saz şairlerine verdiği ad. akın akın * Arkasıkesilmeyen kalabalık öbekler durumunda. akın etmek * toplu olarak gitmek, üşüşmek.
* düşman ülkesine saldırmak, baskın yapmak.akıncı * Düşman ülkesine akın yapan savaşçı.
* Görevi karşıtarafa top sürmek ve sayıyapmak olan ön sıradaki oyuncu, forvet.akıncılık * Akıncı olma durumu. akıncılık etmek * düşman ülkesinde karşı güçleri yıldırmak, tedirgin etmek. akındırık * Reçine, çam sakızı, akma. akınkayası * Kaya balığı giller familyasından derin ve uzaklarda yaşayan ince, uzun bir balık türü. akıntı * Akmak işi.
* Havanın veya suyun herhangi bir yöne doğru yer değiştirmesi, akım, cereyan.
* Hastalık sebebiyle vücudun bir yerinden sulu madde akması.
* Eğiklik, eğim, meyil.
* Çam türü ağaçlarda bulunan reçinenin eriyerek akması olayı.
* Sıvıyapıştırıcıların ağaç yüzeylerine gereğinden çok sürülmesi ile oluşan durum.akıntı bilimi * Deniz akıntılarını inceleme konusu edinen bilim dalı. akıntıçağanozu * Akıntıya kapılmışyengeç.
* Vücudunda göze çarpacak bir çarpıklık bulunan kimseler için kullanılır.akıntılı * Akıntısı olan, eğik, meyilli. akıntıölçer * Bir akarsuyun ve kanalın akıntıhızınıve düzeyini ölçmeye yarayan alet. akıntıya kapılmak * bir akıntının etki alanına girmek, akıntı ile birlikte sürüklenmek.
* etki altında kalarak bir topluluğun davranışına katılmak.akıntıya kürek çekmek * olmayacak bir işuğrunda boşuna çabalamak. akıp gitmek * (zaman için) çabuk geçmek. akış * Akmak işi veya biçimi.
* Geçip gitme, sürüp gitme.
* Akın.akışkan * Kendilerine özgü bir biçimleri olmayıp içinde bulunduklarıkabın biçimini alan ve yığın oluşturmayan (sıvı
veya gaz), seyyal.akışkanlaşma * Akışkan duruma gelme. akışkanlaşmak * Akışkan duruma gelmek. akışkanlaştırıcı * Akışkan duruma getirme özelliği olan. akışkanlaştırıcılık * Akışkan duruma getirme özelliği olma. akışkanlaştırma * Akışkanlaştırmak işi.
* Akışkanların niteliğini düzeltmek için yoğunlaşan akımı içinde parçacıkların asıltısınısağlayan yöntem.akışkanlaştırmak * Akışkan duruma getirmek. akışkanlık * Akışkan olma durumu. akışma * Kulağa hoşgelen veya kolayca söylenen seslerin özelliği. akışmalı * Akışma özelliği olan. akışmaz * Dışetkenlerin tesiriyle akışmazlığıdeğişmeyen, durağan. akışmazlık * Akışmaz veya durağan maddenin durumu. akıtma * Akıtmak işi.
* Hayvanların, özellikle atların alınlarında bulunan ve burunlarına doğru uzanan beyaz leke.
* Un, süt, yağ, yumurta, şeker veya pekmezle yoğrularak cıvık bir duruma getirilen hamurun kızgın saç
üzerinde pişirilmesiyle yapılan bir çeşit tatlı.
* Enli bilezik.akıtmak * Akmasını sağlamak, akmasına yol açmak, dökmek. akıtmalı * Alnında akıtması olan (hayvan). akide * Bir şeye inanarak bağlanış, inanç, din inancı. akide * Şekerin kaynatılarak ağda durumuna getirilmesi yolu ile yapılmışrenkli ve kokulu, ağızda güç eriyen şeker;
daha çok akide şekeri yerine kullanılır.akide şekeri * Bkz. akide. akidesi bozuk * İnancızayıf olan (kimse). akideyi bozmak * doğru bilinen bir inanışveya gidişten ayrılmak. akik * Yüzük taşı, mühür gibi şeyler yapmakta kullanılan, türlü renklerde, yarısaydam, parlak ve değerli bir taş;
kalseduan kuvarsının bir türüdür. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 39
aklında tutmak * öğrenmek, bellemek.
* unutmamak.aklından çıkarmamak * devamlıhatırlamak, hiç unutmamak. aklından çıkmak * unutmak. aklından geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak. aklından geçmek * düşünmek. aklından tutmak * bir şey düşünmek. aklından zoru olmak * arada bir durum ve şartların gerektirdiği gibi davranmamak. aklını(bir şeyle) bozmak * bir şey üzerine düşerek hep onunla uğraşıp durmak. aklını başına almak (veya toplamak, devşirmek) * akılsızca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak. aklını başından almak * düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok şaşırtmak. aklını başka yere vermek * konuşulan konudan başka bir şey düşünür olmak. aklınıçalmak * ilgisini aşırıderecede çekmek. aklını çelmek * niyetinden, kararından caydırmak.
* ayartmak, baştan çıkarmak.aklınıkaçırmak * delirmek.
* gereksiz, yersiz işyapmak.aklını oynatmak * çıldırmak.
* akıl dışı işler yapmak.aklınıpeynir ekmekle yemek * şaşkınca ve akılsızca işler yapmak. aklınışaşırmak * yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düşünmek. aklınıtakmak * sürekli olarak aklı bir şeyle uğraşmak. aklının köşesinden geçmemek * hiçbir zaman düşünmemek. aklının terazisi bozulmak * akıllıca olmayan davranışlarda bulunacak bir duruma düşmek. aklınla bin yaşa * akla yakın görülmeyen bir düşünce ileri sürene söylenir. aklıselim * Sağduyu. aklî * Akılla ilgili, akla dayanan. akliyat * Akıl yolu ile kazanılan bilgiler. akliye * Akıl hastalıkları ile ilgili hekimlik kolu.
* Akıl hastalıkları ile ilgili hastahane bölümü.
* Akılcılık, usçuluk, rasyonalizm.akliyeci * Akıl hastalıklarıuzmanı. akma * Akmak işi.
* Reçine, çam sakızı, akındırık.akma hançer * Ortası oluklu hançer. akma sınırı * Malzemenin belirli bir gerilme uygulanmasıyla sınırlıve kalıcıdeformasyona uğramasıveya belirlenen
toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.akmak * (sıvımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden başka bir yere doğru gitmek.
* (bu gibi maddeler) Aşağıya, yere düşmek.
* (sıvı bir madde için) Bir yerden çıkmak.
* (bir kap veya bir yer) İçindeki veya üstündeki sıvıyısızdırmak.
* Çabucak savuşmak; ortadan kaybolmak.
* Art arda ve toplu olarak gitmek.
* (kumaşiçin) Yıpranıp iplikleri erimeye başlamak.
* (zaman için) Çabuk geçmek.
* (boya için) Birbirine karışmak.
* Karışmak, katılmak.
* Sürüp gitmek.akmantar * Tadı güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris). akmasa da damlar * çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağlar. akmaz * Durgun su, gölet. akompanyatör * Bir parça çalındığızaman ses veya bir âletle ona katılan kimse, eşlik eden. akonitin * Boğan otundan çıkarılan ve hekimlikte kullanılan zehirli bir madde. akont * Bir borca karşılık, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapılan kısmî ödeme. akordeon * Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalınan körüklü, elde taşınabilir
bir çalgı.
* Kumaşlarda makine ile yapılmışkırma.akordeoncu * Akordeon çalan kimse. akordiyon * Bkz. akordeon. akordiyoncu * Bkz. akordeoncu. akordu bozuk * Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz. akort * Bir çalgıyıdoğru ses vermesi için ayarlama.
* Armoniyi sağlayan seslerin birleşmesi.akort etmek * çalgıların seslerini ayarlamak, düzenlemek. akort yapmak * çalgıların tellerini, ses veren araçlarınıayarlamak. akortçu * Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayımeslek edinmişkimse. akortlama * Akortlamak işi. akortlanma * Akortlanmak işi. akortlanmak * Akortlanmak işi yapılmak. akortlatma * Akortlatmak işi. akortlatmak * Akortlamak işini yaptırmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 37
akil * Akıllı. akil baliğ * Döl verebilecek duruma gelmişolan, erin. akil baliğolmak * döl verebilecek erişkin duruma gelmişolmak.
* rüştünü ispat etme yaşına gelmişolmak.akilâne * Akıllıca. akim * Kısır, verimsiz, döl veremeyen.
* Sonuçsuz, başarısız.akim kalmak * sonuca ulaşamamak, başarısağlayamamak. akis * Işık veya ses dalgalarının yansıtıcı bir yüzeye çarparak geri dönmesi, yansıma, yankı.
* Bir cismin, parlak bir yüzeyde görünmesi.
* Bir şeyin başka bir şey üzerinde yarattığıetki.
* Evirme, evirtim.akis uyandırmak * bir konunun üzerinde düşünülmesine, tartışılmasına yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak. akit * Hukukî sonuç doğurmak amacı ile iki veya daha çok kimsenin veya kuruluşun karşılıklıve birbirine uygun
irade beyanları ile gerçekleşen işlem, sözleşme, mukavele, kontrat.
* Nikâh.âkit * Bir işi karşılıklı olarak kararlaştırıp üstlerine alan taraflardan her biri, sözleşme veya mukavele yapan. akit vaadi * Ön sözleşme. akkaraman * Vücudu beyaz, ağız, burun, göz etrafı, kulak ve ayaklarda siyah lekeler bulunabilen, kaba karışık yapağılı,
Orta Anadolu ve Doğu Anadolu’nun batıkesimlerinde yaygın olarak yetiştirlen yerli bir tür koyun.akkarınca * Düz kanatlılardan, sıcak veya ılıman ülkelerde yaşayan, bitkilere çok zarar veren bir böcek cinsi, termit
(Termes).akkarıncalar * Ağız parçaları iyi gelişmiş, iri başlı, ısırıcı böcekler topluluğu, termitler. akkavak * Söğütgillerden, yapraklarının altı beyaz olan bir kavak türü, akçakavak, Hollanda kavağı(Populus alba). akkefal * Sazangillerden bir cins tatlısu balığı(Alburnus). akkelebek * Hemen bütün meyve ağaçlarında tomurcuk düşmanısayılan, iri ak kanatlarıkalın, kara damarlı bir kelebek
(Aporia crataegi).akkirpani * Ak, fakat kirli. akkor * Işık saçacak beyazlığa varıncaya değin ısıtılmışolan. akkorluk * Akkor olma durumu. akkuş * Atmaca, yırtıcı bir kuş. akkuyruk * Tadınıartırmak için çay harmanına katılan beyaz bir çay türü. -akla / -ekle * Bazıfiillerin sıklık çatılarınıtüreten ek: tart-akla- , it-ekle- vb. akla fenalık vermek * çok şaşırmak, çıldıracak gibi olmak, zıvanadan çıkmak. akla gelmedik * düşünülemeyen. akla gelmeyen başa gelir * insan ummadığı, düşünmediği şeylerle daima karşılaşabilir. akla gelmez * hatırlanamaz, düşünülemez. akla hayale gelmez * inanılmaz. akla karayıseçmek * (bir işi başarıncaya değin) çok sıkıntıçekmek, güçlüklerle karşılaşmak. akla sığar gibi * aklın kabul edebileceği biçimde, makul. akla sığmak (veya sığmamak) * inanılacak gibi olmamak. akla yakın * aklın benimseyebileceği, aklın kabul edebileceği. akla yatkın * uygun, akıllıca, makul. akla zarar (veya ziyan) * çok şaşılacak, şaşkınlığa uğratacak (şey). aklama * Aklamak işi, ibra. aklama belgesi * Alacak verecek kalmadığını gösteren belge, ibraname. aklamak * Suçsuz veya borçsuz olduğu yargısına vararak birini temize çıkarmak, tebriye etmek, ibra etmek.
* Başarılı gösterilmek, değerli olarak nitelendirilmek.aklan * Sularını bir denize veya göle gönderen bölge, maile.
* Bir dağsırasının yamaçlarından her biri.aklanma * Aklanmak işi. aklanmak * Ak olmak, temizlenmek.
* Bir dava sonunda temiz ve ilişiksiz çıkmak, temize çıkmak, beraat etmek.aklaşma * Aklaşmak işi. aklaşmak * Ak duruma gelmek, ağarmak, beyazlaşmak. aklaştırma * Aklaştırmak işi. aklaştırmak * Aklaşmasını sağlamak, beyazlaştırmak. aklen * Akıl icabı, akıl gereğince. aklevrek * Tatlısu levreği. aklı * Akı bulunan, ak renkli. aklıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
* bir şeyin olabileceğine inanmamak.
* uygun bulmamak.aklı başına gelmek * davranışlarının yanlışlığınısezerek doğru yolu bulmak.
* ayılmak, kendine gelmek.aklı başında * sürekli akıllıdavranan.
* doğru dürüst, kusursuz. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 40
akortlu * Akordu olan, akort edilmiş. akortsuz * Akordu olmayan, akort edilmemiş.
* Birbirini tutmayan, uyumsuz.akortsuzlaştırmak * Radyoda bir ayar frekansında sapma meydana getirmek. akortsuzluk * Ses düzensizliği veya ayarsızlığı.
* Radyoda gerçek ayar frekansı ile doğru değeri arasındaki sapma.akraba * Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlı olan kimseler, hısım.
* Oluşma yönünden aynıkaynağa dayanan şeyler.
* Biri, diğerinin sonucu olan şeyler.akraba çıkmak * önceden tanışmadan veya bilmeden konuşarak akraba olduklarınıanlamak. akraba diller * Aynıana dilden gelen diller. akraba olmak * evlilik yoluyla yakınlık kurmak. akrabalık * Akraba olma durumu. akran * Yaşça denk, yaşıt, boydaş, öğür. akranlık * Akran olma durumu, yaşıtlık. akreditif * Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanın yükümlülüğü altında, üçüncü bir kişi yararına bir başka
bankada veya aracısında açtırılan kredi.
* Kredi mektubu.Akrep * Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarasında yer alan burç. Zodyak. akrep * Akreplerden, sıcak ve nemli yerlerde yaşayan, kıvrık ve kalkık kuyruğunda zehirli bir iğnesi olan böcek
(Scorpio).
* Saatin iki ibresinden küçüğü.akrep gibi * her fırsatta sözleriyle başkalarını incitme veya onlara kötülük etme durumunda olan. akrepler * Örümceğimsilerin, örneği akrep olan takımı. akrobasi * Cambazlık, akrobatlık. akrobat * Cambaz. akrobatlık * Cambazlık. akromatik * Beyaz ışığıçözümlemeden geçiren, renksemez.
* Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).akromatik iğiplik * Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyalarıyla pek boyanamayan iğbiçimindeki
oluşum.akromatin * Hücre çekirdeği içindeki ince iplikçiklerden yapılmış, kromatin ile boyanmamışolan kromozomları
oluşturan bölüm.akromatopsi * Bkz. renk körlüğü. akromegali * Genel gelişme bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kısımlarındaki kemiklerin kalınlaşması,
büyümesi veya uzaması.akropol * Eski Yunan şehirlerinde, en önemli yapıların ve tapınakların bulunduğu iç kale. akrostiş * Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağıya doğru okununca ortaya bir söz çıkacak biçimde düzenlenmiş
manzume, muvaşşah, tevşih.aks * Dingil. aksak * Aksayan, hafifçe topallayan.
* İyi gitmeyen, iyi işlemeyen.
* Türk müziğinde oldukça kıvrak bir usul.
* Eski Yunan ve Lâtin şiir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kısa olacak yerde uzun olan dize.aksak eşekle yüksek dağa çıkılmaz * eksik araçlarla sağlıklı işyapılmaz. aksakal * Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
* Ermiş, evliya.aksaklık * Aksak olma durumu. aksam * Kısımlar. aksama * Aksamak işi. aksamak * Hafif topallamak.
* (bir iş) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.aksan * Bir ülkenin insanlarına veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
* Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.aksanı bozuk * Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen. aksata * “alma ve verme” Alışveriş. aksatış * Aksatmak işi veya biçimi. aksatma * Aksatmak işi. aksatmak * Aksamasına yol açmak, bir işi gereği gibi yürütmemek. aksayış * Aksamak işi veya biçimi. akse * Hastalık nöbeti, kriz. aksedir * Kaplamasımobilyacılıkta kullanılan, açık kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist). akselerograf * İvmeyazar. akselerometre * İvmeölçer. akseptans * Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
* Poliçelerin üzerine “kabulümdür” biçiminde yazılarak altı imzalanan açıklama.aksesuar * Bir aletin, bir makinenin işlevine katılmayan, ancak kendine özgü ayrı bir yararı bulunan alet, araç veya
nesne.
* Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereği kullandığı
çeşitli eşya.
* Kadın giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı, çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eşya.aksesuarcı * Aksesuarıhazırlayan kimse.
* Aksesuar kullanmasınıseven.aksetme * Aksetmek işi. aksetmek * (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankılanmak, yankıvermek.
* (ışık) Bir yere vurmak.
* (bir ışık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpıp orada aynen görünmek, yansılanmak.
* Ulaşmak, yayılmak, duyulmak.
* Evirmek, tersine çevirmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 35
akıl doktoru * Psikiyatrist. akıl durdurmak * bir şey çok şaşırtıcınitelikte olmak, insanışaşırtmak. akıl erdirememek (veya ermemek) * ne olduğunu anlayamamak, sırrınıçözememek. akıl erdirmek * anlamak, sırrınıçözmek. akıl etmek * herhangi bir önlem veya çareyi zamanında düşünmek, vaktinde hatırlamak. akıl hastahanesi * Akıl hastalarının yatırıldığıhastahane. akıl hastası * Ruh hastası, deli. akıl havsala almamak * akla mantığa sığmamak. akıl hocası * Birine yol gösterip akıl öğreten kimse.
* Herkese akıl öğretmeye meraklıkimse.akıl için yol (veya tarik) birdir * iyi düşünülünce ayrıayrıkimselerce varılacak sonuç hep aynıdır. akıl işi değil * akla uygun değil, doğru değil. akıl kârı olmamak * akıllı bir kişinin yapacağı işolmamak. akıl kethüdası * Herkese akıl öğretme merakında olan kimse. akıl kumkuması * Çok bilmişkimse. akıl kutusu * Çok akıllı, zeki kimse. akıl öğretmek * nasıl davranacağını göstermek, yol göstermek, akıl vermek. akıl sır ermemek * bir işin niteliğini, gizli yönlerini anlayamamak. akıl terelelli * pek delişmen, kendisinden ciddî bir düşünce, davranış beklenmeyen (kimse). akıl var, yakın var (veya akıl var, izan var) * kafa yormaya gerek yok. akıl vermek * bir konuda yol göstermek, akıl öğretmek. akıl yaşta değil, baştadır * akıllı olma ile yaşlı olma arasında ilgi yoktur; bazıküçükler büyüklerden daha akıllı olabilir. akıl yormak * hatırlamaya çalışmak, zihnini zorlamak. akıl yürütmek * herhangi bir konuda fikir vermek. akıl zayıflığı * Deliliğe kadar varmayan akıl bozukluğu. akılcı * Akılcılıkla ilgili.
* Akılcılıktan yana olan kimse, usçu, rasyonalist.akılcılık * Akla dayanan, doğruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümden gelimli çıkarmalarda bulan
öğretilerin genel adı, usçuluk, akliye, rasyonalizm.
* Akla ve akıl yolu ile varılan yargıya inanma, akla aykırıveya akıl dışıhiçbir şeyi tanımama davranışıve
tutumu, akliye, rasyonalizm.
* Bilginin evrensellik ve zorunluluğunun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnızca akıldan
çıkartılabileceğini savunan öğreti, rasyonalizm.akılda kalmak * akılda yer etmek, unutulmamak. akılda tutmak * unutmamak. akıldan çıkarmak * düşünmemek, unutmak, umudunu kesmek. akıldan çıkmak * unutulmak. akıldan çıkmak * unutmak. akıldan çıkmamak * unutamamak. akıldan geçirmek * bir şey yapmayıdüşünmek, tasarlamak. akıllandırma * Akıllandırmak işi, durumu. akıllandırmak * Aklınıkullanmasını sağlamak, aklını başına getirmek. akıllanma * Akıllanmak işi. akıllanmak * Karşılaşılan olayların sonuçlarından yararlanarak davranmak.
* Uslanmak.akıllara durgunluk vermek * çok şaşılacak bir sey olmak. akıllarıpazara çıkarmışlar, herkes yine kendi akılınıalmış(veya akıllar gelin olmuş, herkes kendininkini beğenmiş) * “insan kendi aklını başkasınınkinden üstün görür” anlamında kullanılır. akıllı * Gerçeği iyi gören ve ona göre davranan.
* Karşısındakinin düşüncesizliğini belirtmek için söylenilen uyarma sözü.
* (alay yollu) Düşüncesiz, aptal.akıllıdüşününceye kadar deli çocuğunu (veya oğlunu) everir * kendini akıllısananlar çok kez akılsız diye tanınanlardan daha az başarı gösterir. akıllı geçinmek * kendini çok akıllısanmak. akıllıköprü arayıncaya dek deli suyu geçer * atak kişi tehlikeyi göze alarak işe girişir ve çabuk sonuç alır. akıllı olmak * gerçeklere uygun davranmak. akıllıuslu * Akıllı olarak, yaramazlık etmeyerek, dengeli. akıllıca * Akla yakın, doğru olarak.
* Akla yakın, doğru, makul.akıllılık * Akıllı olma durumu; uyanıklık. akıllılık etmek * yerinde ve uygun davranmak. akılsal * Düşünceyi ve gerçeği somut değerlerle birbirine bağlayan hakikati içine alan şey. akılsallaştırma * Akılsallaştırmak durumu.
* Bilinç dışı olayların mantık ve akla dayalı olarak açıklanması. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 38
aklı başında olmamak * iyi düşünebilir durumda olmamak. aklı başından bir karışyukarı(veya yukarıda) * düşünmeden aklına geleni yapan. aklı başından gitmek * çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağınışaşırmak. aklı başka yerde olmak * başka şeyler düşünmek. aklı bir yerde olmak * düşünülmesi gerekenden başka bir şey düşünmek. aklı bokuna karışmak * korkudan şaşırıp ne yapacağını bilememek. aklıçıkmak * titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak. aklıdağılmak * düşünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak. aklıdurmak * düşünemez bir duruma gelmek, şaşırmak. aklıermek * anlayabilmek.
* akılca olgunlaşmak.aklıevvel * Akıllı geçinen. aklıfikri bir şeyde olmak * bütün düşündüğü bir konuda yoğunlaşmak. aklı gitmek * şaşırmak, korkmak.
* çok beğenmek, bayılmak.aklıkalmak * beğenilen bir şeyi düşünmekten kendini alamamak. aklıkaralı * Akıve karası olan, beyazlısiyahlı. aklıkarışmak * ne yapacağını bilememek, şaşırmak, bocalamak. aklıkesmek * bir şeyin olabileceğine inanmak. aklıkesmemek * sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek. aklısıra * aklınca, sandığına göre, düşünüşüne göre, umduğuna göre. aklısıra * Aklınca. aklısonradan gelmek * verdiği kararın yanlışolduğunu anlayıp vazgeçmek. aklıtakılmak * zihni bir şeyle uğraşmak. aklıtam ayar * aklıyerinde. aklıyatmak * anlamaya başlamak, olacağına inanmak, tatmin olmak. aklızıvanadan çıkmak * delirmek, aklını oynatmak. aklıevvel * Densiz, münasebetsiz, sağduyu sahibi olmayan.
* Kendisini en akıllısanan.aklık * Ak olma durumu.
* Kadınların makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sıvı, düzgün.aklıma gelen başıma geldi * olmasından korktuğum şey oldu. aklımda! * lâdes oyununa katılanlardan biri ötekine bir şey verirken karşıdakinin “unutmadım” anlamında söylediği
söz.aklına birşey gelmek * şüphelenmek. aklına düşmek * hatırlamak.
* kafasında bir düşünce doğmak.aklına esmek * daha önce düşünmemişolduğu şeyi birden yapmaya karar vermek. aklına geleni söylemek * rastgele konuşmak. aklına geleni yapmak * her istediğini düşünmeden yapmak istemek. aklına gelmek * hatırlamak, anımsamak.
* bir şeyi yapmayıdüşünmek, tasarlamak.aklına getirmek * hatırlatmak.
* düşünmek.aklına koymak * bir şey yapmaya kesin olarak karar vermek.
* kararlaştırmak, çok istemek.aklına koymak * bir kimse birine, bir şey telkin etmek. aklına sığdırmak * bir şeyin olabileceğine inanmak, aklıalmak. aklına sığmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
* olabileceğine inanmamak.aklına şaşayım (veya şaşarım) * adı geçen kimsenin akılsızca bir davranışta bulunduğunu anlatır. aklına takmak (veya aklınıtakmak) * sürekli olarak bir şeyi düşünmek, bir düşünceye saplanıp kalmak. aklına turp sıkayım * birinin düşüncesini ve yaptığını beğenmemek. aklına tükürmek * birinin düşüncesini beğenmemek, kınamak. aklına uymak * birinin uygun olmayan görüşüne göre işyapmak, davranmak. aklına vurmak * birden düşünüvermek. aklına yelken etmek * düşüncesizce davranmak veya aklına geleni hemen yapmak. aklınca * (küçümseme yollu) Düşüncesine göre, aklısıra. aklında kalmak * unutmamak.
* hatırlamak.aklında olsun! * unutma!. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 34
akça * Oldukça beyaz, beyazca. akça * Bkz. akçe. akça armudu * İnce kabuklu, sarı, etli ve sulu bir tür armut. akça pakça * Beyaz tenli, güzel (kadın). akça yel * Güneydoğudan esen yel, keşişleme. akçaağaç * Akçaağaçgillerden süs ağacı olarak da dikilen tahtasıhafif ve sağlam bir ağaç, isfendan (Acer). akçaağaçgiller * İki çeneklilerden, örneği akçaağaç olan bir bitki familyası. akçakavak * Akkavak. akçalı * Paraya bağlı, parayla ilgili, malî. akçe * Küçük gümüşpara.
* Her tür madenî para.akçıl * Rengini atmış, ağarmış, içinde ak renk bulunan. akçıllanma * Akçıllanmak işi. akçıllanmak * Akçıl duruma gelmek, rengini atmak veya atmışgibi olmak. akçıllaşma * Akçıllaşmak işi veya durumu. akçıllaşmak * Akçıl duruma gelmişolmak. akçıllık * Akçıl olanın durumu. akçöpleme * Zambakgillerden, yapraklarının uzun, genişolması, çiçeklerinin güzelliği dolayısıyla bahçe çiçekleri arasına
giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).akdarı * Buğdaygillerden, bir yıllık veya daha uzun yaşayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum). akdedilme * Akdedilmek durumu. akdedilmek * Akdetmek işi yapılmak. Akdeniz humması * Malta humması. Akdeniz mavisi * Parlak ve canlı görünümde mavi rengin bir türü. akdetme * Akdetmek işi. akdetmek * (mukavele, muahede, ittifak gibi karşılıklı bağlanma anlamıtaşıyan Arapça sözlerle) Yapmak. akdiken * Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacılıkta kullanılan bir bitki cinsi, güvem eriği, geyik dikeni (Rhamnus
cathartica).akdoğan * Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur. akdut * Beyaz renkte olan dut. akemi * İki elemanlımermer yapıştırıcısı. akgünlük * Tütsü olarak yakılan bir tür ağaç sakızı. akhardal * Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanılan hardal türlerinden biri (Sinapis alba). akı * Herhangi bir kuvvet alanında, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayılan güç çizgileri,
seyelân.akıak karasıkara * beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı. akıkarası geçitte belli olur * bir iddiadaki doğruluğun ancak deney veya sınav sonunda belli olacağınıanlatmak için söylenir. akı bet * (bir işveya durum için) Son, sonuç.
* Sonunda, eninde sonunda.akı betine uğramak * birinin içinde bulunduğu kötü duruma düşmek. akıcı * Akma özelliği olan.
* Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açık (anlatım), selis.akıcıünsüz * Ciğerlerden gelen havanın, ağız boşluğundaki yarıkapalı bir engele çarpmasıyla oluşan bol sesli ünsüz (r, l,
ğ, y).akıcılık * Akıcı olma durumu.
* Söz, yazıve anlatımın akıcı olma özelliği, selâset.akıcılık ölçeği * Bir sıvının belli sıcaklıktaki akıcılığınıölçmekte kullanılan alet. akıl * Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us.
* Hafıza, bellek.
* Öğüt, salık verilen yol.
* Düşünce, kanı.akıl akıl, gel çengele takıl * bir sorunun nasıl çözümleneceğini düşünememe durumu. akıl akıldan üstündür * bir kimsenin aklına gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklına gelebilir. akıl almak * danışmak, görüşalmak. akıl almamak * inanılacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek. akıl almaz * inanılacak gibi olmayan, inanılmaz. akıl danışmak * bir konuda birinin görüşünü sormak. akıl defteri * Hatırlanıp yapılması gereken şeylerin yazıldığıküçük defter, not defteri, muhtıra defteri, ajanda. akıl dışı * Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
* Us dışı, gayriaklî, irrasyonel.akıl dışıcılık * Akıl dışıdavranma yanlısı görüş, us dışıcılık, irrasyonalizm. akıl dişi * Yirmi yaşsıralarında altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çıkan azıdişi, yirmi yaşdişi.