Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 21

    ağaç sansarı * Sansargillerden, sırtıkoyu esmer, karnıdaha açık, iyi tırmanan, postu değerli bir memeli türü (Martes
    martes).
    ağaç yaşiken eğilir * çocuklar küçük yaşta kolay eğitilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez.
    ağaççık * Taflan gibi, dallarıdibinden başlayarak çatallanan küçük ağaç.
    ağaççılık * Ağaç yetiştirme işi.
    ağaçdelen * Yuva yapmak için ağaçları oyan böcek.
    ağaçkakan * Serçegillerden, ağaç kurtları ile geçinen bir kuş(Picus).
    ağaçkesen * Zar kanatlılardan, kurtçuklarıen çok gül fidanlarıüzerinde yaşayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
    böcek (Hylotoma).
    ağaçlama * Ağaçlamak işi.
    ağaçlamak * Ağaçlandırmak.
    ağaçlandırılma * Ağaçlandırılmak işi.
    ağaçlandırılmak * Ağaçlıduruma getirilmek.
    ağaçlandırma * Ağaçlandırmak işi.
    ağaçlandırmak * Bir yeri ağaçlıduruma getirmek.
    ağaçlanma * Ağaçlanmak işi.
    ağaçlanmak * Ağaçlıduruma gelmek.
    ağaçlaşma * Ağaçlaşmak durumu.
    * Bitki şekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
    tabiî desen.
    ağaçlaşmak * Ağaç durumuna gelmek.
    ağaçlı * Ağacı olan.
    ağaçlık * Ağaç öbeği.
    * Ağacı bol olan (yer).
    ağaçlıklı * Ağaçları bol olan (yer).
    ağaçsı * Ağaca benzeyen, ağacıandıran.
    ağaçsız * Ağacı olmayan.
    ağalanma * Ağalanmak işi.
    ağalanmak * Ağa tavrıtakınarak çalım yapmak.
    ağalık * Ağa olma durumu.
    * Kibar ve cömertçe davranış.
    -ağan / -eğen * Fiilden sıfat ve isim yapma eki: yat-ağan, gez-eğen, ol-ağan, dur-ağan, piş-eğen vb.
    ağanın alnıterlemezse ırgadın burnu kanamaz * işveren işçisi ile birlikte çalışmazsa işçi işe var gücüyle sarılmaz.
    ağanın eli tutulmaz * cömertliği, elinin açıklığı, tartışılmaz.
    ağarık * Aklaşmış, rengi solmuş.
    ağarma * Ağarmak işi.
    * Tan atma, şafak sökme.
    ağarmak * Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
    * Aydınlanmak.
    ağartı * Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklık.
    * Süt, yoğurt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.
    ağartılma * Ağartılmak işi.
    ağartılmak * Temizlenmek, beyazlatılmak.
    ağartma * Ağartmak işi.
    * Kuyumculukta gümüşü temizleme işi.
    ağartmak * Ak duruma getirmek, beyazlatmak.
    ağbeneklilik * Arpa bitkisinde görülen mantar hastalığı(Pyrenophora).
    ağcı * Ağile balık tutarak geçinen kimse.
    ağcık * Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kın.
    ağcılık * Ağile balık tutma.
    ağda * Kaynatılarak çok koyu ve yapışkan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu şeker eriyiği.
    ağda yapmak * vücuttaki fazla tüyleri ağda ile almak, temizlemek.
    ağdacı * Şeker, tatlıve helva yapımında ağda hazırlayan işçi.
    * Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kıllarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.
    ağdalanma * Ağdalanmak işi.
    ağdalanmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalaşmaya başlamak.
    * Ağda bulaşmak.
    ağdalaşma * Ağdalaşmak durumu.
    ağdalaşmak * Ağda durumuna gelmek, ağdalanmak.
    * (sohbet) Tam tadına varılır durum almak, koyulaşmak.
    ağdalaştırma * Ağdalaştırmak işi.
    ağdalaştırmak * Ağda durumuna getirmek.
    ağdalı * Ağdalanmış.
    * (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaşılması güç, dolambaçlıcümlelerden oluşan.
    * Karmaşık.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 24

    ağıtçı * Ölüye ağıt söylemek için para ile getirilen kimse, sağucu.
    ağıtçılık * Ağıtçının işi veya mesleği.
    ağıtlama * Ölmüşleri anmak için düzenlenen törende okunan övgü.
    ağız * Yüzde, avurtlarla iki çene arasında, ses çıkarmaya, soluk alıp vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
    boşluk.
    * Bu boşluğun dudaklarıçevrelediği bölümü.
    * Kapların veya içi boşşeylerin açık yanı.
    * Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğü yer, munsap.
    * Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açık yanı.
    * Birkaç yolun birbirine kavuştuğu yer, kavşak.
    * Kesici aletlerin keskin yanı.
    * Bir dilin sınırları içinde, bölgelere ve sınıflara göre değişen söyleyişözelliği.
    * Birini yanıltmak, kandırmak amacıyla dolambaçlı birtakım sözler söyleme özelliği.
    * Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
    * Bazen “kez” anlamına gelir.
    * Üslûp, ifade özelliği.
    * (tehlikeli şeyler için) Pek yakın yer.
    ağız * Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü.
    ağız açmak * söz söylemek, konuşmak.
    * azarlamak, paylamak.
    ağız açmamak * tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak.
    ağız açtırmamak * çok konuşarak başkalarının söz söylemesine, konuşmasına engel olmak.
    ağız ağıza * ağzına kadar, tamamen.
    ağız ağıza vermek (veya konuşmak) * iki kişi birbirine pek yakın durarak başkaları işitmeyecek biçimde konuşmak.
    ağız alışkanlığı * Çok söylendiği için bir sözü sık sık kullanma durumu.
    ağız aramak (veya yoklamak) * öğrenmek istenilen şeyi söyletecek yolda dil kullanmak.
    ağız birliği * Bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşma, söz birliği.
    ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynışekilde konuşmak, söz birliği etmek.
    ağız birliği etmek * bir konuda anlaşarak aynı biçimde konuşmak, söz birliği etmek.
    ağız burun birbirine karışmak * dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
    * yüzde aşırıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumların izleri görünmek.
    ağız dalaşı * Ağız kavgası, karşılıklıatışma, bağrışma, dil dalaşı.
    ağız değişikliği * Yemeğin çeşidinde değişiklik.
    ağız değiştirmek * önce söylediğini başka türlü anlatmak.
    ağız dil vermemek * hiç konuşmamak, susmak.
    ağız dolusu * Ağzın alabileceği kadar.
    * (küfür için) Birbiri ardınca, birçok.
    ağız kâhyası * Birinin söyleyeceği sözlere karışan kimse.
    ağız kalabalığı * Birbirini tutmayan gereksiz sözler.
    ağız kalabalığına getirmek * birini gereksiz sözler söylemek yolu ile şaşırtmak.
    * söz söyleme becerisine sahip olma.
    ağız kavafı * Karşısındakini kandırmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen.
    ağız kavgası * Karşılıklıağır sözler söyleyerek yapılan çekişme, atışma, dil kavgası.
    ağız kokusu * Bir kimsenin çekilmez davranışları, istekleri, sözleri.
    ağız kullanmak * duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacına göre değiştirmek.
    ağız nişanı * Yalnız sözle yapılan nişanlanma.
    ağız satmak * yüksekten atarak kendini övmek.
    ağız şakası * Sözle yapılan şaka.
    ağız tadı * (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlık.
    ağız tadıyla * huzurla, rahatlık içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak.
    ağız tamburasıçalmak * sözle avutmaya, oyalamaya çalışmak.
    ağız tatsızlığı * Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk.
    ağız tıkamak * konuşma imkânıvermemek.
    ağız tüfeği * Mermileri şiddetle üflenerek fırlatılan bir çeşit tüfek taslağı.
    ağız tütünü * Keyif için ağızda çiğnenen bir tür tütün.
    ağız ünlüsü * Geniz yoluna kaymadan çıkan ünlü, ağızsıl ünlü.
    ağız yapmak * birini kandırma, yanıltma amacıyla duygularını, düşüncelerini olduğundan başka türlü gösterecek biçimde
    konuşmak.
    ağız yaymak * açık ve dürüst konuşmaktan kaçınmak.
    ağız yer, yüz utanır * armağan alan, armağanıverenin isteğini yerine getirmeye çalışır.
    ağız yoklamak * Bkz. ağız aramak.
    ağızda dağılmak * (genellikle hamur işi için) iyi pişmişve lezzetli olmak.
    ağızda sakız gibi çiğnemek * bir söz veya düşünceyi sık sık tekrarlayıp durmak.
    ağızdan * Yazılı olmayarak, sözle, sözlü, şifahî.
    ağızdan ağıza * Herkes birbirine söyleyerek.
    ağızdan ağza dolaşmak (veya geçmek) * herkes birbirine söylemek.
    ağızdan burun yakın, kardeşten karın yakın * “insanın kendi yararıher şeyden önemlidir” anlamında kullanılır.
    ağızdan dolma * (top veya tüfek için) Namlusu ağzından doldurulan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 18

    affetmişsin * “hiç de öyle değil”, yanılıyorsun” anlamında kullanılır.
    affettirme * Affettirmek işi.
    affettirmek * Bağışlanmasını sağlamak.
    affettuoso * Bir parçanın yumuşak ve duygulu bir biçimde çalınacağınıanlatır.
    affeyleme * Affeylemek işi.
    affeylemek * Affetmek.
    affınıdilemek (veya istemek) * bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek.
    affınıza sığınarak * “bağışlayacağınıza güvenerek” anlamında bir nezaket sözü.
    affolunma * Affolunmak işi.
    affolunmak * Bağışlanmak, affedilmek.
    Afgan * Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Afganistan’a ve Afganistan halkına özgü olan.
    Afganlı * Afgan.
    afi * Gösteriş, çalım, caka.
    afi kesmek (satmak veya yapmak) * birine karşı gösterişyapmak, kabadayılık etmek.
    afif * İffetli.
    afife * Namuslu, iffetli, saygıdeğer (kadın).
    afili * Gösterişli, çalımlı.
    afis * Gümüş balığının küçüğü.
    afiş * Bir şeyi duyurmak, tanıtmak için hazırlanan, çoğu resimli duvar ilânı.
    afişasmak * duvarlara ilân yapıştırmak.
    afişyutmak * yalana dolana kanmak.
    afişçi * Afişyapan sanatçı.
    afişçilik * Afişyapma sanatı.
    afişe * Açığa çıkmış, duyulmuş.
    afişe etmek * açığa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düşürmek, reklâm etmek.
    afişe olmak * (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanınmak.
    afişleme * Afişasma işi, afişlemek işi.
    afişlemek * Afişasıp duyurmak.
    * Nitelemek, göstermek.
    afişte kalmak * (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak.
    afiyet * Hasta olmama durumu, sağlık, esenlik.
    afiyet bulmak * iyileşmek, sağlığınıkazanmak.
    afiyet olsun * bir şey yiyip içenlere “yarasın” anlamında söylenen iyi dilek sözü.
    afiyet şeker olsun * “yarasın, ağız tadıyla yensin’” anlamında söylenir.
    afiyet üzere olmak * sağlıklı, rahat yaşamak.
    afiyetle * ağız tadıyla, keyifle.
    afoni * Bkz. Ses yitimi.
    aforizm * Özlü söz, özdeyiş.
    aforoz * Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen “cemaatten kovma” cezası.
    aforoz etmek * kilise birliğinden çıkarmak.
    * darılıp biriyle konuşmamak, yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, adınıduymak bile
    istememek.
    aforozlama * Aforozlamak işi.
    aforozlamak * Aforoz etmek, kovmak.
    aforozlu * Aforoz edilmiş, kovulmuş, uzaklaştırılmış.
    afra tafra * Çalım.
    * Çalımlı.
    afralıtafralı * Çalımlı.
    Afrika çekirgesi * Değişik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika’da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsız bir çekirge
    (Locusta migratona).
    Afrika domuzu * Çift parmaklılardan, kalın derili, Afrika’da yaşayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
    aethiopicus).
    Afrika menekşesi * İki çeneklilerden, tüylü yapraklı, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksıda yetiştirilen çok
    yıllık bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).
    Afrikalı * Afrika kökenli olan kimse.
    * Afrikalı oyuncu.
    Afrikalılık * Afrikalı olma.
    afsun * Büyü, füsun.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 14

    adamsızlık * Adamsız olma durumu.
    a’dan z’ye kadar * baştan aşağı, bütünüyle.
    Adana kebabı * Kıymasına bolca acı biber katılarak hazırlanan şişköfte.
    adanma * Adanmak işi.
    adanmak * Adamak işine konu olmak.
    adap * Töre.
    * Yol yordam, yol yöntem.
    adap erkân * Yol yöntem.
    adaptasyon * Uyarlama.
    * Bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uyarlama.
    * Uyma.
    adapte * Uyarlanmış.
    adapte etmek * uyarlamak.
    adapte olmak * uymak.
    adaptör * Bir âletin çapları birbirinden farklı olan parçalarından birini ötekine geçirebilmek için yararlanılan bağlayıcı.
    adaş * Adlarıaynı olanlardan her biri.
    adaşlık * Adaşolma, aynıadıtaşıma durumu.
    adatepe * Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi
    yükselen, aşınımdan dolayı ortaya çıkmıştepe.
    adatma * Adatmak işini yaptırmak.
    adatmak * Adamak işini yaptırmak.
    adavet * Düşmanlık, yağılık.
    aday * Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya başkalarıtarafından ileri sürülen kimse.
    * Bir işiçin yetiştirilmekte olan kimse, namzet.
    aday adayı * Herhangi bir işi yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylık aşamasınıkazanmak amacıyla başvuran kimse.
    * Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayı olmak için, partisinde yapılan ön seçimlere adaylığını
    koyan kimse.
    aday göstermek * bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa.
    aday olmak * herhangi bir işe alınmak veya seçilmek için istekli olmak.
    adayavrusu * İki veya üç çifte kürekli küçük balıkçıteknesi.
    adaylığınıkoymak * bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek.
    adaylık * Herhangi bir iş, bir görev için kendini ileri sürme veya başkalarıtarafından ileri sürülme, namzetlik.
    * Bir görevde yetiştirilme.
    adcı * Adcılık öğretisiyle ilgili olan.
    * Bu öğretiye bağlıkimse.
    adcılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerçekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
    yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, isimcilik, nominalizm.
    addan türeme fiil * Bkz. isimden türeme fiil.
    addedilme * Addedilmek işi.
    addedilmek * Sayılmak.
    addetme * Addetmek işi.
    addetmek * Saymak.
    addolunma * Addolunmak işi veya durumu.
    addolunmak * Sayılmak.
    adedî * Adetçe, sayıca.
    adem * Yokluk, hiçlik, ölüm.
    * Osmanlıca sözlerle birleşerek “-siz, -lik” anlamında kullanılır.
    Âdem * Dinî inançlara göre ilk yaratılan insan ve ilk peygamber.
    * İnsan, insanoğlu, adam.
    * İnsanda bulunması gereken olumlu özelliklere sahip olan.
    Âdem baba * İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    * Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağlayan kimse.
    * Afyonkeş.
    Âdem elması * Gırtlak çıkıntısı.
    Âdem evlâdı * Bkz. âdemoğlu.
    Âdemci * Âdemcilik yanlısı olan kimse.
    Âdemcilik * XX. yüzyılın başında simgeciliğe karşı bir tepki olarak Rusya’da ortaya çıkan bir edebiyat akımı.
    ademimerkeziyet * Yerinden yönetim.
    ademimerkeziyetçi * Yerinden yönetimci.
    ademimerkeziyetçilik * Yerinden yönetimcilik.
    ademiyet * Yokluk.
    âdemiyet * İnsanlık.
    * Doğru dürüst insana yakışır durum, adamlık.
    âdemoğlu * İnsan denilen yaratıkların hepsi.
    âdemotu * Bkz. adamotu.
    adenit * Lenf düğümleri iltihabı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 15

    adese * Mercek.
    * Kovucuk.
    * Görüşderecesi, inceliği.
    adet * Sayı.
    * Herhangi bir sayıda olan (şey), tane.
    âdet * Bir kimsenin yapmaya alışmışolduğu şey, alışkı.
    * Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre.
    * Ay başı.
    âdet edinmek * bir şeyi alışkanlık ve huy durumuna getirmek.
    âdet görmek * (kadın) ay başı olmak.
    âdet olmak * öteden beri yapılır olmak.
    * bir şey gelenek durumuna gelmişolmak.
    âdet yerini bulsun diye * gerekli görüldüğü için değil, yalnız alışılmışolduğu için.
    âdeta * Bayağı, basbayağı, hemen hemen, sanki.
    * Bayağıyürüyüşle.
    adetçe * Sayı bakımından, sayıca.
    adetimürettep * Bkz. tam sayı.
    adezyon kuvveti * Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arasındaki çekişkuvveti.
    adı(veya ismi) gibi bilmek * çok iyi bilmek.
    adı batası(veya adı batasıca) * “yok olası” anlamında bir ilenme.
    adı batmak * (sevilmeyen bir şey veya kimse için) unutulmak, adıanılmaz olmak, artık sözü edilmemek.
    adı belirsiz * ünü olmayan, tanınmayan, kim ve ne olduğu bilinmeyen.
    adı bile okunmamak * birine hiç önem verilmemek.
    adıçıkmak * kötü bir ün kazanmak.
    * hakkı olmayan bir ün kazanma.
    adıçıkmışdokuza, inmez sekize * birinin bir kere adıçıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez.
    adıdeliye çıkmak * deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak.
    adıduyulmak * tanınmak, ünlenmek.
    adı geçmek * anılmak, söz konusu olmak, ismi geçmek.
    * adıyazılmak.
    adıkaldırılmak * anılmaz olmak, silinip gitmek.
    adıkalmak * bir kimse veya bir şey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnız adıdolaşmak.
    adıkarışmak * (kötü) bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek.
    adıkötüye çıkmak * ünü kötü olarak yayılmak.
    adı olmak * gereksiz, yersiz ünü olmak.
    adısanı * bir kimsenin kimliği.
    adıüstünde * adından belli olduğu gibi.
    adıvar * yaşamayan, yalnızca hayalde var olan.
    adıverilmek * ad takılmak.
    adıl * Zamir.
    adım * Yürümek için yapılan ayak atışlarının her biri.
    * Bir adımda alınan yol (bu uzunluk 75 cm sayılır).
    * Girişim, hamle.
    * Bir gösterge ucunun eşolarak ayrılmışyaylardan biri boyunca aldığı yol.
    * Ayakta temel duruştan, bir ayağın türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değiştirmesi.
    * Teknolojide iki dişli arasındaki aralık.
    adım adım * Ağır ağır, yavaşyavaş.
    adım adım gezmek * her yerini dolaşıp görmek.
    adım adım izlemek * arkasından izlemek.
    * gizlice takip etmek.
    adım atmak * yürümek için ayağınıöne doğru uzatıp basmak.
    * bir işe ilk kez girişmek.
    adım atmamak * gitmemek, uğramamak, aramamak.
    adım başı * Birbirine yakın yerlerde, sık sık.
    adımınıattırmamak * bir yere girmesine engel olmak.
    adımını geri almak * başladığı bir işten geri dönmek.
    adımlama * Adımlamak işi.
    adımlamak * Adımla ölçmek.
    * Bir yerde ileriye geriye doğru giderek dolaşmak.
    adımlarınıaçmak * yürürken hızlanmak.
    adımlarınıseyrekleştirmek * hızlıyürürken adımlarınıyavaşlatmak.
    adımlarınısıklaştırmak * daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlıyurümek, ivmek, acele etmek.
    adımlık * Adım uzunluğunda olan.
    * Bir yerin çok uzak olmadığını belirtmek için kullanılır.
    adımsayar * Yürüme sırasında gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacıyla ayağa
    takılan alet, pedometre.
    adına * o şeyin veya o kimsenin yerinde olarak, namına, onun hesabına.
    adınıağzına almamak * dargınlık, kırgınlık, kızgınlık gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek.
    adınıalmak * ad takılmak, ad verilmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 19

    afsuncu * Büyücü, üfürükçü.
    afsunculuk * Afsuncunun yaptığı iş.
    afsunlama * Afsunlamak işi.
    afsunlamak * Büyülemek.
    afsunlanma * Afsunlanmak işi.
    afsunlanmak * Büyülenmek.
    afsunlu * Büyülü, sihirli, füsunkâr.
    Afşar * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    aft * Pamukçuk.
    aftos * Oynaş, metres.
    afur tafur * Çalım.
    afur tafura gelmemek * çalım satmadan hoşlanmamak; böyle bir davranışa karşıtepki göstermek.
    afyon * Olgunlaşmamışhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, sonradan katılaşan süt; içinde morfin ve
    kodein gibi çok uyuşturucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değerli bir ilâç.
    afyon çekmek * keyif için afyon yutmak.
    afyon ruhu * Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü.
    afyonkeş * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi.
    afyonkeşlik * Afyon çekmeye düşkünlük.
    afyonlama * Afyonlamak işi.
    afyonlamak * Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak.
    * Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek.
    afyonlanma * Afyonlanmak işi.
    afyonlanmak * Afyonlamak işi yapılmak.
    afyonlu * İçinde afyon bulunan.
    * Afyon yutmuş.
    * Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse).
    afyonu başına vurmak * aşırıdavranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek.
    afyonunu patlatmak * kendi keyfine dalmışolan birini öfkelendirmek.
    Ag * Gümüş’ün kısaltması.
    aga * Ağa.
    agâh * Bilir, bilgili, haberli, uyanık.
    agâh olmak * bilgi edinmişolmak.
    agami * Güney Amerika’da yaşayan, mavi ve yeşil metalik yansımalı bir kuş.
    aganta * Yısa veya lâçka edilmekte olan bir halatın ve zincirin kısa bir süre elde tutulup bırakılmaması için verilen
    emir.
    agaragar * Deniz yosunlarından çıkarılan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanılan bir tür
    jelâtin, jeloz.
    agel * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıkları, yünden örülmüşkalın çember bağ.
    agitato * Bir parçanın canlıve coşkulu çalınacağınıanlatır.
    aglütinasyon * Kümeleşim.
    aglütinin * Serumda meydana gelen antikor.
    agnosi * Tanısızlık.
    agnostik * Bilinemezci.
    * Bilinemezcilikle ilgili.
    agnostisizm * Bilinemezcilik.
    agnozi * Duyularda herhangi bir bozukluk olmamasına rağmen sınav sisteminin belirli bir yerindeki doku
    bozukluğundan ileri gelen algıkaybıveya yokluğu.
    Agop’un kazı gibi bakmak * aptal aptal bakmak.
    agora * Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan,
    halk meydanı.
    agorafobi * Bkz. alan korkusu.
    agraf * Kanca, kopça.
    agrafi * Bkz. yazma yitimi.
    agrandisman * Büyültme.
    agrandisör * (fotoğrafçılıkta) Büyülteç.
    agreje * (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sınav vermişkimse, doçent.
    agreman * Bir elçinin bir ülkeye atanmasından önce o ülkeden istenen uygun görme yazısı.
    agu * Süt çocuklarının neşelendikleri zaman çıkardıklarıses.
    agu bebek * Büyüdüğü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 17

    adliyeci * Adliye kuruluşunda meslek görevlisi.
    adrenalin * Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarlarıdaraltma, bronşlarıaçma, kanamalarıkesme
    gibi amaçlarla kullanılır.
    adres * Bir kimsenin arandığında bulunabileceği yer, oturduğu yer.
    * Gönderilen şeyin üzerine, alıcının adınıve bulunduğu yeri bildirmek için yazılan yazı.
    adres bırakmak (göstermek veya vermek) * arandığında bulunabileceği, oturduğu yeri bildirmek.
    adres defteri * Kişilerin kendilerine lâzım olan adresleri topladıklarıdefter.
    adres kartı * Adres defteri.
    adres kitabı * Genellikle belli bir işveya meslekte olanların işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
    adres makinesi * Posta gönderilerinin üzerine kâğıt, plâstik veya madenden, adres basan alet.
    adres rehberi * Adres defteri.
    adsız * Adı olmayan, isimsiz.
    * Türklerde, ailesinden ayrıldığı için artık onun adınıtaşımak, onun adı ile anılmak hakkınıyitirmişolan ve
    ancak bir yararlık gösterince ad kazanabilen delikanlı.
    adsız parmak * Orta parmak ve serçe parmak arasındaki parmak, yüzük parmağı.
    aerobik * Hızlımüzik temposu eşliğinde yapılan, vücudun çevikliğine ve hareketliliğine dayanan bir tür jimnastik.
    aerobik solunum * Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şekli.
    aerodinamik * Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanın yarattığıetkiyi inceleyen bilim.
    * Aerodinamik bilim alanıyla ilgili.
    * Fizik biliminin gazların hareketini inceleyen dalı.
    af * Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama.
    * Mazur görme veya görülme.
    * (görevden) çıkarılma.
    af buyurun! * “affedersiniz” veya “affınızırica ederim” anlamında bir söz.
    af çıkarılmak * bir suçun bağışlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çıkarmak.
    af dilemek * bağışlanmasını istemek.
    af kapsamına alınmak * af kanununa girmek.
    afacan * Zeki ve yaramaz (çocuk).
    afacanlaşma * Afacanlaşmak işi.
    afacanlaşmak * Yaramazlaşmak, yaramaz, ele avuca sığmaz duruma gelmek.
    afacanlık * Afacan olma durumu, yaramazlık.
    afak * Ufuklar, dört bir taraf.
    afakan * Bkz. hafakan.
    afakî * Belli bir konu üzerine olmayan (konuşma), dereden tepeden.
    * Nesnel, objektif.
    afakîlik * Bkz. objektiflik.
    afal afal * Şaşkın bir biçimde.
    afallama * Afallamak işi.
    afallamak * Şaşkınlıktan sersemleşmek.
    afallaşma * Afallaşmak işi.
    afallaşmak * Şaşkınlık içinde kalmak, şaşırıp bir şey yapamaz olmak.
    afallaştırma * Afallaştırmak işi.
    afallaştırmak * Şaşkınlık içinde bırakmak, birini şaşırıp bir şey yapamaz duruma sokmak.
    afallatma * Afallatmak işi.
    afallatmak * Şaşkınlığa düşürerek sersemleştirmek.
    afat * Afetler, belâlar, kıranlar.
    afazi * Bkz. söz yitimi.
    aferin * Okşama, alkışlama, beğenme gibi duyguları belirtmek için söylenir, bravo.
    * Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğıdı.
    aferin almak * değerli görülüp beğenilmek.
    aferist * Vurguncu, dalavereci, çıkarını bilen, çıkarcı.
    afet * Doğanın sebep olduğu yıkım.
    * Kıran.
    * Çok kötü.
    * Güzelliği ile insanışaşkına çeviren, aklını başından alan kadın.
    * Hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk.
    afetzede * Afete uğramış, afet görmüş.
    affa uğramak * bağışlanmak, affedilmek.
    affedersin veya affedersiniz * özür dilemek için söylenir.
    * karşıçıkmak için söylenir.
    affedilme * Bağışlanma.
    affedilmek * Bağışlanmak.
    affetme * Bağışlama.
    affetmek * Bağışlamak.
    * Hoşgörü ile karşılamak, mazur görmek.
    * Görev veya işten çıkarmak.
    affetmemek * bağışlamamak, hoşgörmemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 11

    açıölçer * Bkz. iletki.
    açısal * Açı ile ilgili.
    açısal bölge * Açı ile iç bölgesinin birleşiminden oluşan düzlem parçası.
    açısal çap * Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğrusu arasındaki açı.
    açısal hız * Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı açı.
    açısal ivme * Açısal hızın birim zamanda değişen niceliği.
    açısal sapma * Belli bir açıdüzeyinde gerçekleşen sapma.
    açısal uzaklık * Gök cisimlerinin (yıldız veya gezegen) birbirlerinin karşılaşma düzlemine göre uzaklığı.
    açısal yol * Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldığı yol.
    açış * Açmak işi veya biçimi.
    * Bir kuruluşu çalışmaya başlatma.
    açışkonuşması * Herhangi bir toplantıyı başlatmak için yapılan ilk konuşma.
    açıt * Bir duvarda açık bırakılmış bulunan kapı, pencere, kemerleme benzeri açıklık.
    açkı * Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleştirip parlatma, perdah.
    * Demircilikte delik büyütmekte kullanılan araç.
    * Anahtar ve her türlü açma aracı.
    açkıcı * Açkıyapan (kimse), perdahçı.
    * Anahtarcı.
    açkılama * Açkılamak işi.
    açkılamak * Açkı ile parlatmak.
    açkılanma * Açkılanmak işi.
    açkılanmak * Açkıyapılmak, perdahlanmak.
    açkılatma * Açkılatmak işi.
    açkılatmak * Açkı işi yaptırmak, perdahlatmak.
    açkılı * Açkıyapılmış, perdahlanmış, perdahlı.
    açkısız * Açkıyapılmamış, perdahlanmamış, perdahsız.
    açlığıöldürmek * açlık hissini geçiştirmek, yatıştırmak.
    açlık * Aç olma durumu.
    * Kıtlık.
    * Yoksulluk.
    * Aşırı istek içinde bulunmak.
    açlık çekmek * yoksulluk içinde bulunmak.
    açlık grevi * Kendisine veya başkalarına yapılan bir haksızlığıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki.
    açlıktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek) * çok acıkmak.
    açlıktan imanı gevremek * çok acıkmak.
    açlıktan nefesi kokmak * yoksulluk içinde bulunmak.
    açlıktan ölmek * dayanılmaz derecede acıkmak, çok acıkmak.
    açlıktan ölmeyecek kadar * (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek).
    * gereğinden az.
    açma * Açmak işi.
    * Orman içinde ağaç kesme veya yakma yoluyla tarıma elverişli bir duruma getirilen arazi.
    * Bir çeşit susamsız, kalınca yağlısimit.
    açmacı * Açma yapan veya satan kimse.
    açmak * Bir şeyi kapalıdurumdan kurtarmak.
    * Bir şeyin kapağınıveya örtüsünü kaldırmak.
    * Engeli kaldırmak.
    * Sarılmış, katlanmış, örtülmüşveya iliklenmişolan şeyleri bu durumdan kurtarmak.
    * Oyarak veya kazarak çukur, delik oluşturmak.
    * Tıkalı bir şeyi, bu durumdan kurtarmak.
    * Çevresini genişletmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Yarmak.
    * Düğümü veya dolaşmış bir şeyi çözmek.
    * Bir kuruluşu, bir işyerini, bir yeri işler veya ilk defa kullanılır duruma getirmek.
    * Bir aygıtı, bir düzeni vb.lerini çalışır duruma getirmek.
    * Alışverişi başlatmak.
    * Rengin koyuluğunu azaltmak.
    * Yakışmak, güzel göstermek.
    * Ferahlık vermek.
    * Bir konu ile ilgili konuşmak.
    * Savaşla almak, fethetmek.
    * Avunmak veya danışmak için söylemek.
    * Yapmak, düzenlemek.
    * Ayırmak, tahsis etmek.
    * Sıkılganlığını, utangaçlığını gidermek.
    * Görünür duruma getirmek.
    * (hava için) Bulutların dağılmasıyla gök yüzü aydınlanmak.
    * Geçit vermek.
    * İçini dökmek.
    açmalık * Kiri çıkarmak veya eşyayı iyice temizlemek için kullanılan her türlü madde.
    açmaz * Satranç oyununda şahıkoruyan taşlardan birinin yerinden oynatılmamasıdurumu.
    * İçinden zor çıkılır durum.
    * (tulûatta) Karşısındakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylığınıveren söz.
    açmaz halatı * Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rıhtımdan uzaklaşmaması için kıyıya dikine
    bağlanan halat.
    açmaza düşmek * içinden çıkılması güç durumda kalmak.
    açmaza getirmek (veya düşürmek) * düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak.
    açmazlık * Açmaz olma durumu.
    * Ağzıpek sıkı olma durumu, ketumiyet.
    açtıağzını, yumdu gözünü * öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyledi.
    açtırma * Açtırmak işi.
    açtırma kutuyu, söyletme kötüyü * kötü konuşabilecek birine, bildiklerini açıklama fırsatıverilmemesi gerektiğini öğütler.
    açtırmak * Açmak işini yaptırmak.
    ad * Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç,
    düşünce, iyilik, Ahmet, Ertuğrul birer addır.
    * Herkesçe tanınmışveya işitilmişolma durumu, ün, nam, şöhret.
    * Anılacak değer, önem.
    * İsim.
    ad * Sayma, sayılma.
    ad almak * kendisine ad verilmek.
    * ün kazanma.
    ad bilimi * Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî gelişme, dil ve kültür sorunlarıaçısından
    inceleyen bilim dalı.
    ad cümlesi * Bkz. isim cümlesi.
    ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 12

    ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak.
    ad çekimi * Bkz. isim çekimi.
    ad çekme * Ad çekmek işi, kur’a.
    ad çekmek * raslantıya ve talihe bağlı bir ayırma yapmak için, her birinde birer ad yazılmışkâğıtlardan birini çekmek,
    kur’a çekmek.
    ad çekmeye girmek * kur’aya tâbi olmak.
    * oyunun başlangıcında, oyuncular arasında alan seçimi, başlama atışıveya karşılama hakkı için öncelik
    sağlayan iş.
    ad çektirmek * ad çekmek işini yaptırmak.
    ad değişimi * Bkz. mecazimürsel.
    ad durumu * Bkz. isim hâli.
    ad gövdesi * Bkz. isim gövdesi.
    ad koymak * çağırmak veya anmak için bir canlıya, bir yere, bir şeye ad vermek, adlandırmak, isim koymak, tesmiye
    etmek.
    ad kökü * Bkz. isim kökü.
    ad takmak * adlandırmak, ad koymak.
    ad tamlaması * Bkz. isim tamlaması.
    ad vermek * ad koymak, adlandırmak, tesmiye etmek.
    * bir işi kimin yaptığınısöylemek.
    ad yapmak * isim yapmak.
    ada * Her yanısu ile çevrilmişkara parçası.
    * Trafiğe açık bir yol üzerinde sola dönüşleri sağlayan, sağtarafta veya yol ortasında yer alan kaldırım taşıyla
    ayrılmışalan.
    * Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayıkaplayan yapılar topluluğu.
    ada balığı * Bkz. amber balığı.
    ada çayı * Ballı babagillerden, yurdumuzda çok yetişen tüylü ve beyazımtırak yaprakları olan ıtırlı bir bitki (Salvia
    oflicinalis).
    * Bu bitkiden yapılan sıcak içecek.
    ada gibi gemi * pek büyük (gemi).
    ada soğanı * Zambakgillerden, soğanından ilâç olarak yararlanılan birtakım maddeler elde edilen çok yıllık bir bitki
    (Urginea maritima).
    ada tavşanı * Evcil cinsleri de olan tavşana yakın bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus).
    adabımuaşeret * Terbiyeli, ince davranmak için tutulması gereken yollar, davranıştöresi, davranış bilgisi, topluluk töresi,
    görgü.
    adacık * Küçük ada.
    adacılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
    yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, nominalizm.
    adagio * Yavaş, ağır olarak.
    * Bu biçimde çalınan beste.
    adak * Adamak işi veya adanılan şey, nezir.
    adak adamak * bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
    bulunmak.
    adaklama * Adaklamak durumu.
    adaklamak * Küçük çocuk yürümeye başlamak.
    adaklanma * Adaklanmak işi veya durumu.
    adaklanmak * Nişanlıduruma gelmek, nişanlanmak.
    adaklı * Adağı olan, adak adamışolan.
    * Nişanlı, yavuklu, sözlü.
    adaklık * Adak olarak ayrılmış(hayvan).
    * Adak adanan yer.
    adaksız * Adağı olmayan, adak adamamışolan.
    * Nişanlı olmayan.
    adale * Kas.
    adaleli * Kaslı, kaslarısıkı, gelişmiş.
    adalesiz * Kassız.
    adalet * Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe.
    * Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları.
    * Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanıverme.
    adalet dağıtmak * kanunların saydığı hakları sahiplerine vermek, tanınmak.
    adalet divanı * Devletler arasındaki birtakım hukuk anlaşmazlıklarına bakan ve merkezi La Haye’de bulunan uluslar arası
    mahkeme.
    adalet kapısı * Hak ve hukukun aranması için başvurulan merci, mahkeme.
    adalet mahkemesi * Bkz. adliye mahkemesi.
    adalet örgütü * Adliye teşkilâtı.
    adalet sarayı * Mahkemelerin bulunduğu büyük yapı.
    adalete teslim etmek * sanığı, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa götürmek.
    adalete teslim olmak * sanık, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa gidip hakkında gerekli işlemin yapılmasını istemek.
    adaletine sığınmak * (birinden) anlayış, hoşgörü, yakınlık beklemek.
    adaletli * Adalete uygun düşen veya adaletli olan, adil.
    adaletlilik * Adaletli olma durumu.
    adaletsiz * Adalete aykırıdüşen veya adaleti olmayan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 16

    adınıanmak (veya anmamak) * birinden söz etmek (veya etmemek).
    adını bağışlamak * bir başkasından adınısöylemesini istemek.
    adını bozmak * andına uymamak, andına aykırıdavranmak.
    adınıkirletmek (veya lekelemek) * adının kötüye çıkmasına yol açmak.
    adınıkoymak * karşılığınıveya fiyatınıkararlaştırmak.
    adınıtaşımak * birinin adıyla anılmak, sahip olduğu adın sorumluluğunu yüklenmişolmak.
    adınıvermek * birinin adını bildirmek.
    * biri tarafından salık verildiğini söylemek.
    adıyla sanıyla * bilinen ün ve niteliğiyle.
    adî * Sıradan, hiçbir özelliği olmayan.
    * Aşağılık, bayağı, alçak.
    adî adım * Adımda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapılan bir tür yürüyüş.
    adî defter * Bir işletmenin veya ticarethanenin yaptığı işlemlerinin muhasebe kayıtlarının geçirildiği ticarî defter.
    adî kesir * Bayağıkesir.
    adî suçlu * Basit suçları işleyen kimse.
    adil * Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrılmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
    * Hakka uygun, haklı.
    adilâne * Adalete uygun olarak, hakça.
    adîleşme * Adîleşmek durumu.
    adîleşmek * Adî bir duruma girmek, bayağılaşmak.
    adîleştirme * Adîleştirmek işi.
    adîleştirmek * Adîleşmesine yol açmak.
    adîlik * Bayağılık, düşüklük, aşağılık.
    adisyon * (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.
    adlandırılma * Adlandırılmak işi.
    adlandırılmak * Ad vermek işi yapılmak.
    adlandırma * Adlandırmak işi.
    adlandırmak * Bir kimseyi veya bir şeyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
    * Ad koyma, ad vermeyi sağlamak, tesmiye etmek.
    adlanma * Adlanmak işi.
    adlanmak * Kendisine ad verilmek.
    * Kötü ün kazanmak.
    adlaşma * Adlaşmak durumu.
    adlaşmak * Ad durumuna gelmek.
    adlaştırma * Adlaştırmak işi.
    adlaştırmak * Ad durumuna getirmek.
    adlı * Adı olan.
    * Ünlü.
    adlıadıyla * herkesin bilip tanıdığı biçimde.
    adlısanlı * Ünlü.
    adlî * Adaletle ilgili.
    adlî makam * Adalet işlerinin görüldüğü ve sonuca bağlandığı kamuya ait yönetim yeri.
    adlî merci * Adaletle ilgili sorunların çözümü için başvurulan resmî daireler.
    adlî polis * Adliye içerisinde güvenliği sağlayıp adlî işlere yardımcı olan kolluk gücü.
    adlî sicil * Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadığının anlaşılması için konulmuşolan kayıt yöntemi.
    adlî tabip * Adlî tıpta görevli doktor.
    adlî tatil * Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arasında, kanunda yazılıdurumların dışında, hiçbir adlî işlemin
    yapılmadığı süre.
    adlî tıp * Tı bbın adalete yardım eden kolu; adaletin bu işle uğraşan kuruluşu.
    adlî yıl * Mahkemelerin bir yıl içindeki çalışma süresi.
    adlî zabıta * Bir suç sonrasısanığıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti.
    adliye * Hukuk ve adalet işlerini gören devlet kuruluşları.
    * Hukuk ve âdalet işlerinin görüldüğü resmî yapı.
    adliye encümeni * Adalet komisyonu.
    adliye mahkemesi * Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dışında kalan ve denetim mahkemesi
    olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri.
    adliye nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda adliye teşkilâtının bağlı olduğu en üst makam.
    adliye teşkilâtı * Yargı organlarıve bu organların birbirleriyle olan ilişkilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
    ve yürüten mekanizmanın bütünü.
    adliye vekâleti * Adalet bakanlığı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 13

    adaletsizlik * Adalete aykırıdavranış.
    adalı * Ada halkından olan (kimse).
    adalî * Kas niteliğinde olan; kasla ilgili olan, kasıl.
    * Kasları iyi gelişmiş, adaleli, kaslı.
    adam * İnsan.
    * Erkek kişi.
    * İyi yetişmiş, değerli kimse.
    * Birinin yanında ve işinde bulunan kimse.
    * Birinin yararlandığı, kullandığı kimse.
    * Birinin sözünü dinleyen, nazını çeken kimse, kayırıcı.
    * İyi huylu, güvenilir kimse.
    * (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun.
    * Görevli kimse.
    * (isim tamlamalarında) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanı benimseyen.
    * Eş, koca.
    adam adama (savunma) * futbolda, basketbolda karşıtakım oyuncusunu kollama, rahat hareket etmesini, sayıyapmasınıengelleme.
    adam akıllı * Bkz. adamakıllı.
    adam almamak * son derece kalabalık olmak.
    adam azmanı * Çok iri yapılıkimse.
    adam başına * her kişiye, her birine.
    adam beğenmemek * herkesi değersiz görmek.
    adam boyu * Yaklaşık olarak normal bir adam boyunda.
    * İnsan boyunca.
    adam değilim * herhangi bir durumun gerçekleşmemesi hâlinde, kendisinin insan sayılamayacağıanlamında kullanılan ant,
    göz dağısözü.
    adam etmek * eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlıduruma getirmek.
    * bir yeri düzene sokmak veya bir şeyi işe yarar duruma getirmek.
    adam evlâdı * İyi bir ailenin iyi yetişmişçocuğu.
    adam gibi * terbiyeli, akıllıuslu.
    * adamlığa, insanlığa yaraşır yolda.
    * iyice.
    adam hesabına koymak * birine değer vermek, saygı göstermek.
    adam içine çıkmak * topluluğa karışmak, değerli insanların bulunduğu yerlere gitmek, eşe dosta gitmek.
    adam içine karışmak * değerli bir topluluğa girmek, kendisine değer verilir olmak.
    adam kıtlığında (veya yokluğunda) * işe yarar kimselerin bulunmadığı durumda.
    adam kullanmak * iyi çalıştırmasını bilmek.
    adam olmak * gelişmek, büyümek, şişmanlamak.
    * iyi yetişmek, iyi bir duruma gelmek.
    adam sarrafı * İnsanların karakterini çabuk anlayacak duruma gelmişkimse, insan sarrafı.
    adam sen de! (veya yalnız adam) * bir işin önemsenmediğini anlatmak için söylenir.
    adam sırasına geçmek (veya girmek) * daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artık kendisine önem ve değer verilmek.
    adam yerine koymak * adamdan saymak, varlığınıkabul etmek.
    adama * Adamak işi.
    adama dönmek (veya benzemek) * düzelmek.
    adamak * Bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
    bulunmak, nezretmek.
    * Kutsal saydığı bir şey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğinde söz vermek.
    * Ayırmak.
    adamakıllı * Gereğinden çok, iyice.
    adamakla mal tükenmez * büyük vaatlerde bulunanlar için alay yollu söylenir.
    adamca * İnsana yaraşır biçimde.
    * İnsan sayısı olarak.
    adamcağız * Kendisine karşısevgi veya acıma duyulan adam.
    adamcasına * Adamca.
    adamcık * Yerilen, küçümsenen; acınan (kimse).
    adamcıl * İnsandan ürkmeyen, insana alışmışolan, insana sokulan, sıcakkanlı, munis.
    adamcıllık * Adamcıl olma durumu.
    adamdan saymak * bir kimseye değeri olmadığı hâlde değer vermek, saygıduymak.
    adamı * (bir işi) ustalıkla yapan.
    adamın adıçıkacağına canıçıksın * Bkz. insanın adıçıkacağına canıçıksın.
    adamın alacası içinde, hayvanın alacasıdışında * Bkz. insanın alacası içinde, hayvanın alacasıdışında.
    adamın iyisi alışverişte (veya iş başında) belli olur * bir kişiyi iyi bir insan olarak değerlendirebilmek için alışverişte veya iş başında ahlâk dışıdavranışlarda
    bulunmaması gerekir.
    adamına çatmak * Bkz. tam adamına çatmak.
    adamına düşmek * (yapılacak bir iş) güzel bir rastlantısonunda anlayanına, uzmanına verilmişolmak.
    adamına göre * kişiler arasında ayrıcalık gözeterek.
    * herkesin yeteneğine uygun olarak.
    adamını bulmak * Bkz. tam adamını bulmak (veya adamına düşmek).
    adamkökü * Bkz. adamotu.
    adamlık * İnsana yakışacak durum, tutum ve davranış.
    * Yabanlık.
    adamlık sende kalsın * iyilik bilmese de sen yine iyilik et.
    * bu işi nasıl olsa sana yaptıracaklar, bari kendiliğinden yap da onurunu koru.
    adamotu * Patlıcangillerden, genişyapraklı, kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis).
    adamsız * Yardımcısız, hizmetçisiz.
    * Erkeksiz, kocasız.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 5

    acemi er * Askere yeni alınan ve eğitim dönemini henüz tamamlamamışer.
    acemi ocağı * Osmanlı ordusuna kapıkulu eri yetiştirmek için kurulan okul.
    acemi oğlanı * Yeniçeri ocağında yetiştirilmek üzere tutsaklardan veya devşirme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk.
    acemice * Toyca, beceriksizce.
    acemileşme * Acemileşmek durumu.
    acemileşmek * Beceriksizlik göstermek, bocalamak.
    acemilik * Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranış, toyluk.
    acemilik çekmek * henüz alışmadığı bir işte zorluk çekmek, bocalamak.
    acemilik etmek * düşüncesizce hareket etmek, acemice davranmak.
    acemkürdi * Klâsik Türk müziğinde birleşik bir makam.
    acemleşme * Acemleşmek durumuna gelmek.
    acemleşmek * Kültür ve medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek almak.
    * Kendini İranlı gibi hissetmek veya İranlı gibi davranmak.
    acemleştirme * Acemleştirmek işi.
    acemleştirmek * Kültür veya medeniyet bakımından İran’ıveya İran halkınıörnek aldırmak, Acem kültürünü
    yaygınlaştırmak.
    acente * Bir kuruluşun malî veya ticarî işlerini kazanç karşılığında yürüten ticarethane.
    * Vapur ortaklığıveya banka şubesi.
    * Bir kurumun veya şubelerinin başında bulunan kimse.
    * Bir kuruluşa bağlı olmaksızın sözleşmeye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane
    veya işletmeyi ilgilendiren işlerde aracılık eden, bunları o işletme adına yapan kimse.
    acentelik * Acentenin yaptığı iş.
    * Acente kuruluşu.
    acep * Acaba.
    aceze * Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düşkünler.
    acı * Tat alma organında bazımaddelerin bıraktığıyakıcıdurum, tatlıkarşıtı.
    * Tadı bu nitelikte olan.
    * Keskin, hoşa gitmeyen, şiddetli.
    * Renk için, koyu.
    * Ağrı, sancı.
    * Dışarıdan gelen bir etki ile dışorganlarda birdenbire oluşan ve o etkilerin kalkması ile duyulan rahatsızlık,
    ıstırap.
    * Kırıcı, üzücü, incitici, dokunaklı, korkunç.
    * Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattığıüzüntü, keder, elem.
    acıacı * Acı olarak, acıvererek, acıduyurarak, üzüntü içinde.
    * Dokunaklı, kırıcı, üzücü olarak, üzüntü içinde.
    acıağaç * Sedef otugillerden, sıcak ülkelerde yetişen, kabuğu ve odunu hekimlikte kullanılan küçük bir ağaç, kavasya
    (Quassia amara).
    acı badem * Gülgillerden bir meyve ağacı(Amygdalus amara).
    * Bu ağacın acımtırak, keskin kokulu meyvesi.
    acı badem kurabiyesi * İrmik ve şekerle yoğrularak üzerine acı badem konduktan sonra fırında pişirilen bir çeşit kurabiye.
    acı bakla * Baklagillerden, acı olan taneleri suda tatlılaştırılarak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis).
    acı bal * Deli bal.
    acı balık * Sazangillerden, Avrupa’da ve ülkemiz göllerinde yaşayan, 8-10 cm uzunluğunda bir balık, gördek (Rhodeus
    amarus).
    acıceviz * Genellikle Kuzey Amerika’da yetişen, güzel görünüşlü bir ceviz türü.
    acıçekmek (veya duymak) * ağrı, sızıduymak.
    * üzülmek, üzüntü içinde kalmak.
    acıçiğdem * Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, şerit yapraklıve açık renk çiçekli, tohumlarıromatizma tedavisinde
    kullanılan zehirli bir çiğdem türü, güz çiğdemi (Colchicum autumnale).
    acıelma * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acı gelmek * dokunaklı, kırıcı, üzücü gelmek.
    acı görmüş * kötü günler yaşamış.
    acıhıyar * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acıkarpuz * Bkz. ebucehil karpuzu.
    acıkavak * Dağkavağıveya titrek kavak (Populus tremula).
    acıkavun * Bkz. eşek hıyarı.
    acıkök * Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acı bir toz.
    acıkuvvet * Sert, etkili, zorlu kuvvet.
    acımarul * Birleşikgillerden, tadıacı, dişli yapraklı, sürgününden çıkan sütü uyuşturucu ve yatıştırıcı olarak kullanılan
    iki yıllık bir bitki (Lactuca virosa).
    acımeyan * Bkz. dikenli meyan.
    acı ot * Kuzey Anadolu dağlarının ormanlarında yetişen, toprak altında bilek kalınlığında kökü bulunan çok yıllık
    ve otsu bir bitki (Tamus communis).
    acıpatlıcanıkırağıçalmaz * kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez.
    acısakız * Çam sakızı.
    acısöylemek * olumsuz bir davranışa karşı gerçeği olduğu gibi söylemek.
    acısöz * Kişinin onuruna dokunan gönlünü inciten söz.
    acısu * İçindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pınar suyu.
    acıtatlı * İyi kötü.
    acıvermek * üzüntüye sebep olmak, incitmek.
    acıyavşan * Tüylü dalak otu.
    acıyitimi * Sinir bozukluğu, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazının veya tamamının yok
    olması, analjezi.