ağır kaçmak | * gücendirici olmak. |
ağır kayba uğramak | * maddî ve manevî büyük zarar görmek. |
ağır kayıp | * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp. * Maddî zarar. |
ağır küre | * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer. |
ağır ol! | * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!. * acele etme, yavaşol!. |
ağır oturmak | * uslu durmak. |
ağır para cezası | * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası. |
ağır sanayi | * Üretim araçlarıyapan sanayi. |
ağır satmak | * nazlanmak, gönülsüz davranmak. |
ağır sıklet | * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık. |
ağır söylemek | * acı, dokunaklı, sözler söylemek. |
ağır söz | * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz. |
ağır su | * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO). |
ağır top | * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse. |
ağır uyku | * Uyanılması güç, derin uyku. |
ağır vasıta | * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç. |
ağır vasıta ehliyeti | * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi. |
ağır yağ | * Kalın yağ. |
ağırbaşlı | * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî. |
ağırbaşlılık | * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet. |
ağırca | * Oldukça ağır. |
ağırdan | * Ağır olarak. |
ağırdan almak | * bir işi gereken süre içinde bitirmemek. * bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek. |
ağırkanlı | * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan kişilik tipi. * Bkz. ağır canlı. |
ağırkanlılık | * Ağırkanlı olma durumu. |
ağırlama | * Ağırlamak işi, ikram, izaz. * Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava. |
ağırlamak | * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek. |
ağırlanma | * Ağırlanmak işi. |
ağırlanmak | * Ağırlamak işine konu olmak. |
ağırlaşma | * Ağırlaşmak durumu. |
ağırlaşmak | * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak. * (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak. * Yavaşlamak. * (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak. * Ağırbaşlı olmak. * (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak. * Güçleşmek, zorlaşmak. * (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek. |
ağırlaştırma | * Ağırlaştırmak işi. |
ağırlaştırmak | * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak. |
ağırlatma | * Ağırlatmak işi. |
ağırlatmak | * Ağırlamak işini yaptırmak. |
ağırlığınca altın değmek | * çok değerli olmak. |
ağırlığını(ortaya) koymak | * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek. |
ağırlık | * Ağır olma durumu. * Değerli olma durumu. * Ağırbaşlılık. * Tehlikeli olma durumu. * Sıkıntılı, bunaltıcıdurum. * Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri. * Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın. * Uyuşukluk ve gevşeklik durumu. * Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum. * Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke. * Takı. * Yük, külfet. * Sorumluluk. * Etki, yetki, baskı, güçlük. * Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak. * Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne. * Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer tanınması. |
ağırlık basmak (veya çökmek) | * gevşeklik ve uyku gelmek. * (uykuda) sıkıntılıduruma girmek. * Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak. |
ağırlık merkezi | * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet durumundaki bileşkenin uygulama noktası. * Bir işin en önemli bölümü. |
ağırlık olmak | * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek. |
ağırlıklı | * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan (değer). |
ağırsama | * Ağırsamak hareketi. |
ağırsamak | * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak. * Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek. * Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek. |
ağırşak | * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya kemik parça. * Teker biçiminde yassınesne, kurs. |
ağırşaklanma | * Ağırşaklanmak işi veya durumu. |
ağırşaklanmak | * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak. |
ağış | * Ağmak işi veya biçimi. * (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı. |
ağıt | * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye. * Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama. |
ağıt yakmak (veya tutturmak) | * ağıt söylemek, ağıt düzmek. |
Kategori: A – Sözlük
A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 23
-
Türkçe Sözlük A Sayfa 25
ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek. ağızlama * Ağızlamak işi. ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
* Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
* Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek. ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu. ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak. ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan. ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
* Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
* Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
* Kuyu bileziği.
* Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
* Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
* (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
* Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
* Bir şeyin başladığıyer.
* Huni.ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse. ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde. ağızsıl * Ağızla ilgili. ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü. ağızsız * Ağzı olmayan.
* Yumuşak huylu, sessiz.ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan. ağlama * Ağlamak işi. ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
* Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
* Sızlanmak, yakınmak.
* Bir duruma karşıüzüntü duymak.ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz. ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü. ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek. ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
* Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez. ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı. ağlanma * Ağlanmak işi. ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak. ağlantı * Hafif hafif ağlama. ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır. ağlaşma * Ağlaşmak işi. ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
* Sızlanmak.ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek. ağlatı * Trajedi. ağlatıcı * Ağlamaya yol açan. ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi. ağlatma * Ağlatmak işi. ağlatmak * Ağlamasına yol açmak. ağlaya ağlaya * Ağlayarak. ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz. ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı. ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi. ağlı * Ağı bulunan. ağma * Ağmak işi.
* Akan yıldız, şahap.ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
* Yükselmek, yukarıçıkmak.ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi. ağnama * Ağnamak işi. ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak. ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse. ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar. ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı. ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç). ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi. ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 18
affetmişsin * “hiç de öyle değil”, yanılıyorsun” anlamında kullanılır. affettirme * Affettirmek işi. affettirmek * Bağışlanmasını sağlamak. affettuoso * Bir parçanın yumuşak ve duygulu bir biçimde çalınacağınıanlatır. affeyleme * Affeylemek işi. affeylemek * Affetmek. affınıdilemek (veya istemek) * bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek. affınıza sığınarak * “bağışlayacağınıza güvenerek” anlamında bir nezaket sözü. affolunma * Affolunmak işi. affolunmak * Bağışlanmak, affedilmek. Afgan * Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Afganistan’a ve Afganistan halkına özgü olan.Afganlı * Afgan. afi * Gösteriş, çalım, caka. afi kesmek (satmak veya yapmak) * birine karşı gösterişyapmak, kabadayılık etmek. afif * İffetli. afife * Namuslu, iffetli, saygıdeğer (kadın). afili * Gösterişli, çalımlı. afis * Gümüş balığının küçüğü. afiş * Bir şeyi duyurmak, tanıtmak için hazırlanan, çoğu resimli duvar ilânı. afişasmak * duvarlara ilân yapıştırmak. afişyutmak * yalana dolana kanmak. afişçi * Afişyapan sanatçı. afişçilik * Afişyapma sanatı. afişe * Açığa çıkmış, duyulmuş. afişe etmek * açığa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düşürmek, reklâm etmek. afişe olmak * (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanınmak. afişleme * Afişasma işi, afişlemek işi. afişlemek * Afişasıp duyurmak.
* Nitelemek, göstermek.afişte kalmak * (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak. afiyet * Hasta olmama durumu, sağlık, esenlik. afiyet bulmak * iyileşmek, sağlığınıkazanmak. afiyet olsun * bir şey yiyip içenlere “yarasın” anlamında söylenen iyi dilek sözü. afiyet şeker olsun * “yarasın, ağız tadıyla yensin’” anlamında söylenir. afiyet üzere olmak * sağlıklı, rahat yaşamak. afiyetle * ağız tadıyla, keyifle. afoni * Bkz. Ses yitimi. aforizm * Özlü söz, özdeyiş. aforoz * Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen “cemaatten kovma” cezası. aforoz etmek * kilise birliğinden çıkarmak.
* darılıp biriyle konuşmamak, yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, adınıduymak bile
istememek.aforozlama * Aforozlamak işi. aforozlamak * Aforoz etmek, kovmak. aforozlu * Aforoz edilmiş, kovulmuş, uzaklaştırılmış. afra tafra * Çalım.
* Çalımlı.afralıtafralı * Çalımlı. Afrika çekirgesi * Değişik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika’da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsız bir çekirge
(Locusta migratona).Afrika domuzu * Çift parmaklılardan, kalın derili, Afrika’da yaşayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
aethiopicus).Afrika menekşesi * İki çeneklilerden, tüylü yapraklı, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksıda yetiştirilen çok
yıllık bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).Afrikalı * Afrika kökenli olan kimse.
* Afrikalı oyuncu.Afrikalılık * Afrikalı olma. afsun * Büyü, füsun. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 14
adamsızlık * Adamsız olma durumu. a’dan z’ye kadar * baştan aşağı, bütünüyle. Adana kebabı * Kıymasına bolca acı biber katılarak hazırlanan şişköfte. adanma * Adanmak işi. adanmak * Adamak işine konu olmak. adap * Töre.
* Yol yordam, yol yöntem.adap erkân * Yol yöntem. adaptasyon * Uyarlama.
* Bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uyarlama.
* Uyma.adapte * Uyarlanmış. adapte etmek * uyarlamak. adapte olmak * uymak. adaptör * Bir âletin çapları birbirinden farklı olan parçalarından birini ötekine geçirebilmek için yararlanılan bağlayıcı. adaş * Adlarıaynı olanlardan her biri. adaşlık * Adaşolma, aynıadıtaşıma durumu. adatepe * Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi
yükselen, aşınımdan dolayı ortaya çıkmıştepe.adatma * Adatmak işini yaptırmak. adatmak * Adamak işini yaptırmak. adavet * Düşmanlık, yağılık. aday * Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya başkalarıtarafından ileri sürülen kimse.
* Bir işiçin yetiştirilmekte olan kimse, namzet.aday adayı * Herhangi bir işi yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylık aşamasınıkazanmak amacıyla başvuran kimse.
* Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayı olmak için, partisinde yapılan ön seçimlere adaylığını
koyan kimse.aday göstermek * bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa. aday olmak * herhangi bir işe alınmak veya seçilmek için istekli olmak. adayavrusu * İki veya üç çifte kürekli küçük balıkçıteknesi. adaylığınıkoymak * bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek. adaylık * Herhangi bir iş, bir görev için kendini ileri sürme veya başkalarıtarafından ileri sürülme, namzetlik.
* Bir görevde yetiştirilme.adcı * Adcılık öğretisiyle ilgili olan.
* Bu öğretiye bağlıkimse.adcılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerçekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, isimcilik, nominalizm.addan türeme fiil * Bkz. isimden türeme fiil. addedilme * Addedilmek işi. addedilmek * Sayılmak. addetme * Addetmek işi. addetmek * Saymak. addolunma * Addolunmak işi veya durumu. addolunmak * Sayılmak. adedî * Adetçe, sayıca. adem * Yokluk, hiçlik, ölüm.
* Osmanlıca sözlerle birleşerek “-siz, -lik” anlamında kullanılır.Âdem * Dinî inançlara göre ilk yaratılan insan ve ilk peygamber.
* İnsan, insanoğlu, adam.
* İnsanda bulunması gereken olumlu özelliklere sahip olan.Âdem baba * İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
* Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağlayan kimse.
* Afyonkeş.Âdem elması * Gırtlak çıkıntısı. Âdem evlâdı * Bkz. âdemoğlu. Âdemci * Âdemcilik yanlısı olan kimse. Âdemcilik * XX. yüzyılın başında simgeciliğe karşı bir tepki olarak Rusya’da ortaya çıkan bir edebiyat akımı. ademimerkeziyet * Yerinden yönetim. ademimerkeziyetçi * Yerinden yönetimci. ademimerkeziyetçilik * Yerinden yönetimcilik. ademiyet * Yokluk. âdemiyet * İnsanlık.
* Doğru dürüst insana yakışır durum, adamlık.âdemoğlu * İnsan denilen yaratıkların hepsi. âdemotu * Bkz. adamotu. adenit * Lenf düğümleri iltihabı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 15
adese * Mercek.
* Kovucuk.
* Görüşderecesi, inceliği.adet * Sayı.
* Herhangi bir sayıda olan (şey), tane.âdet * Bir kimsenin yapmaya alışmışolduğu şey, alışkı.
* Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre.
* Ay başı.âdet edinmek * bir şeyi alışkanlık ve huy durumuna getirmek. âdet görmek * (kadın) ay başı olmak. âdet olmak * öteden beri yapılır olmak.
* bir şey gelenek durumuna gelmişolmak.âdet yerini bulsun diye * gerekli görüldüğü için değil, yalnız alışılmışolduğu için. âdeta * Bayağı, basbayağı, hemen hemen, sanki.
* Bayağıyürüyüşle.adetçe * Sayı bakımından, sayıca. adetimürettep * Bkz. tam sayı. adezyon kuvveti * Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arasındaki çekişkuvveti. adı(veya ismi) gibi bilmek * çok iyi bilmek. adı batası(veya adı batasıca) * “yok olası” anlamında bir ilenme. adı batmak * (sevilmeyen bir şey veya kimse için) unutulmak, adıanılmaz olmak, artık sözü edilmemek. adı belirsiz * ünü olmayan, tanınmayan, kim ve ne olduğu bilinmeyen. adı bile okunmamak * birine hiç önem verilmemek. adıçıkmak * kötü bir ün kazanmak.
* hakkı olmayan bir ün kazanma.adıçıkmışdokuza, inmez sekize * birinin bir kere adıçıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez. adıdeliye çıkmak * deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak. adıduyulmak * tanınmak, ünlenmek. adı geçmek * anılmak, söz konusu olmak, ismi geçmek.
* adıyazılmak.adıkaldırılmak * anılmaz olmak, silinip gitmek. adıkalmak * bir kimse veya bir şey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnız adıdolaşmak. adıkarışmak * (kötü) bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek. adıkötüye çıkmak * ünü kötü olarak yayılmak. adı olmak * gereksiz, yersiz ünü olmak. adısanı * bir kimsenin kimliği. adıüstünde * adından belli olduğu gibi. adıvar * yaşamayan, yalnızca hayalde var olan. adıverilmek * ad takılmak. adıl * Zamir. adım * Yürümek için yapılan ayak atışlarının her biri.
* Bir adımda alınan yol (bu uzunluk 75 cm sayılır).
* Girişim, hamle.
* Bir gösterge ucunun eşolarak ayrılmışyaylardan biri boyunca aldığı yol.
* Ayakta temel duruştan, bir ayağın türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değiştirmesi.
* Teknolojide iki dişli arasındaki aralık.adım adım * Ağır ağır, yavaşyavaş. adım adım gezmek * her yerini dolaşıp görmek. adım adım izlemek * arkasından izlemek.
* gizlice takip etmek.adım atmak * yürümek için ayağınıöne doğru uzatıp basmak.
* bir işe ilk kez girişmek.adım atmamak * gitmemek, uğramamak, aramamak. adım başı * Birbirine yakın yerlerde, sık sık. adımınıattırmamak * bir yere girmesine engel olmak. adımını geri almak * başladığı bir işten geri dönmek. adımlama * Adımlamak işi. adımlamak * Adımla ölçmek.
* Bir yerde ileriye geriye doğru giderek dolaşmak.adımlarınıaçmak * yürürken hızlanmak. adımlarınıseyrekleştirmek * hızlıyürürken adımlarınıyavaşlatmak. adımlarınısıklaştırmak * daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlıyurümek, ivmek, acele etmek. adımlık * Adım uzunluğunda olan.
* Bir yerin çok uzak olmadığını belirtmek için kullanılır.adımsayar * Yürüme sırasında gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacıyla ayağa
takılan alet, pedometre.adına * o şeyin veya o kimsenin yerinde olarak, namına, onun hesabına. adınıağzına almamak * dargınlık, kırgınlık, kızgınlık gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek. adınıalmak * ad takılmak, ad verilmek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 19
afsuncu * Büyücü, üfürükçü. afsunculuk * Afsuncunun yaptığı iş. afsunlama * Afsunlamak işi. afsunlamak * Büyülemek. afsunlanma * Afsunlanmak işi. afsunlanmak * Büyülenmek. afsunlu * Büyülü, sihirli, füsunkâr. Afşar * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. aft * Pamukçuk. aftos * Oynaş, metres. afur tafur * Çalım. afur tafura gelmemek * çalım satmadan hoşlanmamak; böyle bir davranışa karşıtepki göstermek. afyon * Olgunlaşmamışhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, sonradan katılaşan süt; içinde morfin ve
kodein gibi çok uyuşturucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değerli bir ilâç.afyon çekmek * keyif için afyon yutmak. afyon ruhu * Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü. afyonkeş * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi. afyonkeşlik * Afyon çekmeye düşkünlük. afyonlama * Afyonlamak işi. afyonlamak * Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak.
* Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek.afyonlanma * Afyonlanmak işi. afyonlanmak * Afyonlamak işi yapılmak. afyonlu * İçinde afyon bulunan.
* Afyon yutmuş.
* Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse).afyonu başına vurmak * aşırıdavranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek. afyonunu patlatmak * kendi keyfine dalmışolan birini öfkelendirmek. Ag * Gümüş’ün kısaltması. aga * Ağa. agâh * Bilir, bilgili, haberli, uyanık. agâh olmak * bilgi edinmişolmak. agami * Güney Amerika’da yaşayan, mavi ve yeşil metalik yansımalı bir kuş. aganta * Yısa veya lâçka edilmekte olan bir halatın ve zincirin kısa bir süre elde tutulup bırakılmaması için verilen
emir.agaragar * Deniz yosunlarından çıkarılan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanılan bir tür
jelâtin, jeloz.agel * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıkları, yünden örülmüşkalın çember bağ. agitato * Bir parçanın canlıve coşkulu çalınacağınıanlatır. aglütinasyon * Kümeleşim. aglütinin * Serumda meydana gelen antikor. agnosi * Tanısızlık. agnostik * Bilinemezci.
* Bilinemezcilikle ilgili.agnostisizm * Bilinemezcilik. agnozi * Duyularda herhangi bir bozukluk olmamasına rağmen sınav sisteminin belirli bir yerindeki doku
bozukluğundan ileri gelen algıkaybıveya yokluğu.Agop’un kazı gibi bakmak * aptal aptal bakmak. agora * Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan,
halk meydanı.agorafobi * Bkz. alan korkusu. agraf * Kanca, kopça. agrafi * Bkz. yazma yitimi. agrandisman * Büyültme. agrandisör * (fotoğrafçılıkta) Büyülteç. agreje * (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sınav vermişkimse, doçent. agreman * Bir elçinin bir ülkeye atanmasından önce o ülkeden istenen uygun görme yazısı. agu * Süt çocuklarının neşelendikleri zaman çıkardıklarıses. agu bebek * Büyüdüğü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 17
adliyeci * Adliye kuruluşunda meslek görevlisi. adrenalin * Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarlarıdaraltma, bronşlarıaçma, kanamalarıkesme
gibi amaçlarla kullanılır.adres * Bir kimsenin arandığında bulunabileceği yer, oturduğu yer.
* Gönderilen şeyin üzerine, alıcının adınıve bulunduğu yeri bildirmek için yazılan yazı.adres bırakmak (göstermek veya vermek) * arandığında bulunabileceği, oturduğu yeri bildirmek. adres defteri * Kişilerin kendilerine lâzım olan adresleri topladıklarıdefter. adres kartı * Adres defteri. adres kitabı * Genellikle belli bir işveya meslekte olanların işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap. adres makinesi * Posta gönderilerinin üzerine kâğıt, plâstik veya madenden, adres basan alet. adres rehberi * Adres defteri. adsız * Adı olmayan, isimsiz.
* Türklerde, ailesinden ayrıldığı için artık onun adınıtaşımak, onun adı ile anılmak hakkınıyitirmişolan ve
ancak bir yararlık gösterince ad kazanabilen delikanlı.adsız parmak * Orta parmak ve serçe parmak arasındaki parmak, yüzük parmağı. aerobik * Hızlımüzik temposu eşliğinde yapılan, vücudun çevikliğine ve hareketliliğine dayanan bir tür jimnastik. aerobik solunum * Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şekli. aerodinamik * Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanın yarattığıetkiyi inceleyen bilim.
* Aerodinamik bilim alanıyla ilgili.
* Fizik biliminin gazların hareketini inceleyen dalı.af * Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama.
* Mazur görme veya görülme.
* (görevden) çıkarılma.af buyurun! * “affedersiniz” veya “affınızırica ederim” anlamında bir söz. af çıkarılmak * bir suçun bağışlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çıkarmak. af dilemek * bağışlanmasını istemek. af kapsamına alınmak * af kanununa girmek. afacan * Zeki ve yaramaz (çocuk). afacanlaşma * Afacanlaşmak işi. afacanlaşmak * Yaramazlaşmak, yaramaz, ele avuca sığmaz duruma gelmek. afacanlık * Afacan olma durumu, yaramazlık. afak * Ufuklar, dört bir taraf. afakan * Bkz. hafakan. afakî * Belli bir konu üzerine olmayan (konuşma), dereden tepeden.
* Nesnel, objektif.afakîlik * Bkz. objektiflik. afal afal * Şaşkın bir biçimde. afallama * Afallamak işi. afallamak * Şaşkınlıktan sersemleşmek. afallaşma * Afallaşmak işi. afallaşmak * Şaşkınlık içinde kalmak, şaşırıp bir şey yapamaz olmak. afallaştırma * Afallaştırmak işi. afallaştırmak * Şaşkınlık içinde bırakmak, birini şaşırıp bir şey yapamaz duruma sokmak. afallatma * Afallatmak işi. afallatmak * Şaşkınlığa düşürerek sersemleştirmek. afat * Afetler, belâlar, kıranlar. afazi * Bkz. söz yitimi. aferin * Okşama, alkışlama, beğenme gibi duyguları belirtmek için söylenir, bravo.
* Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğıdı.aferin almak * değerli görülüp beğenilmek. aferist * Vurguncu, dalavereci, çıkarını bilen, çıkarcı. afet * Doğanın sebep olduğu yıkım.
* Kıran.
* Çok kötü.
* Güzelliği ile insanışaşkına çeviren, aklını başından alan kadın.
* Hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk.afetzede * Afete uğramış, afet görmüş. affa uğramak * bağışlanmak, affedilmek. affedersin veya affedersiniz * özür dilemek için söylenir.
* karşıçıkmak için söylenir.affedilme * Bağışlanma. affedilmek * Bağışlanmak. affetme * Bağışlama. affetmek * Bağışlamak.
* Hoşgörü ile karşılamak, mazur görmek.
* Görev veya işten çıkarmak.affetmemek * bağışlamamak, hoşgörmemek. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 11
açıölçer * Bkz. iletki. açısal * Açı ile ilgili. açısal bölge * Açı ile iç bölgesinin birleşiminden oluşan düzlem parçası. açısal çap * Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğrusu arasındaki açı. açısal hız * Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı açı. açısal ivme * Açısal hızın birim zamanda değişen niceliği. açısal sapma * Belli bir açıdüzeyinde gerçekleşen sapma. açısal uzaklık * Gök cisimlerinin (yıldız veya gezegen) birbirlerinin karşılaşma düzlemine göre uzaklığı. açısal yol * Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldığı yol. açış * Açmak işi veya biçimi.
* Bir kuruluşu çalışmaya başlatma.açışkonuşması * Herhangi bir toplantıyı başlatmak için yapılan ilk konuşma. açıt * Bir duvarda açık bırakılmış bulunan kapı, pencere, kemerleme benzeri açıklık. açkı * Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleştirip parlatma, perdah.
* Demircilikte delik büyütmekte kullanılan araç.
* Anahtar ve her türlü açma aracı.açkıcı * Açkıyapan (kimse), perdahçı.
* Anahtarcı.açkılama * Açkılamak işi. açkılamak * Açkı ile parlatmak. açkılanma * Açkılanmak işi. açkılanmak * Açkıyapılmak, perdahlanmak. açkılatma * Açkılatmak işi. açkılatmak * Açkı işi yaptırmak, perdahlatmak. açkılı * Açkıyapılmış, perdahlanmış, perdahlı. açkısız * Açkıyapılmamış, perdahlanmamış, perdahsız. açlığıöldürmek * açlık hissini geçiştirmek, yatıştırmak. açlık * Aç olma durumu.
* Kıtlık.
* Yoksulluk.
* Aşırı istek içinde bulunmak.açlık çekmek * yoksulluk içinde bulunmak. açlık grevi * Kendisine veya başkalarına yapılan bir haksızlığıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki. açlıktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek) * çok acıkmak. açlıktan imanı gevremek * çok acıkmak. açlıktan nefesi kokmak * yoksulluk içinde bulunmak. açlıktan ölmek * dayanılmaz derecede acıkmak, çok acıkmak. açlıktan ölmeyecek kadar * (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek).
* gereğinden az.açma * Açmak işi.
* Orman içinde ağaç kesme veya yakma yoluyla tarıma elverişli bir duruma getirilen arazi.
* Bir çeşit susamsız, kalınca yağlısimit.açmacı * Açma yapan veya satan kimse. açmak * Bir şeyi kapalıdurumdan kurtarmak.
* Bir şeyin kapağınıveya örtüsünü kaldırmak.
* Engeli kaldırmak.
* Sarılmış, katlanmış, örtülmüşveya iliklenmişolan şeyleri bu durumdan kurtarmak.
* Oyarak veya kazarak çukur, delik oluşturmak.
* Tıkalı bir şeyi, bu durumdan kurtarmak.
* Çevresini genişletmek.
* Birbirinden uzaklaştırmak.
* Yarmak.
* Düğümü veya dolaşmış bir şeyi çözmek.
* Bir kuruluşu, bir işyerini, bir yeri işler veya ilk defa kullanılır duruma getirmek.
* Bir aygıtı, bir düzeni vb.lerini çalışır duruma getirmek.
* Alışverişi başlatmak.
* Rengin koyuluğunu azaltmak.
* Yakışmak, güzel göstermek.
* Ferahlık vermek.
* Bir konu ile ilgili konuşmak.
* Savaşla almak, fethetmek.
* Avunmak veya danışmak için söylemek.
* Yapmak, düzenlemek.
* Ayırmak, tahsis etmek.
* Sıkılganlığını, utangaçlığını gidermek.
* Görünür duruma getirmek.
* (hava için) Bulutların dağılmasıyla gök yüzü aydınlanmak.
* Geçit vermek.
* İçini dökmek.açmalık * Kiri çıkarmak veya eşyayı iyice temizlemek için kullanılan her türlü madde. açmaz * Satranç oyununda şahıkoruyan taşlardan birinin yerinden oynatılmamasıdurumu.
* İçinden zor çıkılır durum.
* (tulûatta) Karşısındakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylığınıveren söz.açmaz halatı * Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rıhtımdan uzaklaşmaması için kıyıya dikine
bağlanan halat.açmaza düşmek * içinden çıkılması güç durumda kalmak. açmaza getirmek (veya düşürmek) * düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak. açmazlık * Açmaz olma durumu.
* Ağzıpek sıkı olma durumu, ketumiyet.açtıağzını, yumdu gözünü * öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyledi. açtırma * Açtırmak işi. açtırma kutuyu, söyletme kötüyü * kötü konuşabilecek birine, bildiklerini açıklama fırsatıverilmemesi gerektiğini öğütler. açtırmak * Açmak işini yaptırmak. ad * Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç,
düşünce, iyilik, Ahmet, Ertuğrul birer addır.
* Herkesçe tanınmışveya işitilmişolma durumu, ün, nam, şöhret.
* Anılacak değer, önem.
* İsim.ad * Sayma, sayılma. ad almak * kendisine ad verilmek.
* ün kazanma.ad bilimi * Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî gelişme, dil ve kültür sorunlarıaçısından
inceleyen bilim dalı.ad cümlesi * Bkz. isim cümlesi. ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 12
ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak. ad çekimi * Bkz. isim çekimi. ad çekme * Ad çekmek işi, kur’a. ad çekmek * raslantıya ve talihe bağlı bir ayırma yapmak için, her birinde birer ad yazılmışkâğıtlardan birini çekmek,
kur’a çekmek.ad çekmeye girmek * kur’aya tâbi olmak.
* oyunun başlangıcında, oyuncular arasında alan seçimi, başlama atışıveya karşılama hakkı için öncelik
sağlayan iş.ad çektirmek * ad çekmek işini yaptırmak. ad değişimi * Bkz. mecazimürsel. ad durumu * Bkz. isim hâli. ad gövdesi * Bkz. isim gövdesi. ad koymak * çağırmak veya anmak için bir canlıya, bir yere, bir şeye ad vermek, adlandırmak, isim koymak, tesmiye
etmek.ad kökü * Bkz. isim kökü. ad takmak * adlandırmak, ad koymak. ad tamlaması * Bkz. isim tamlaması. ad vermek * ad koymak, adlandırmak, tesmiye etmek.
* bir işi kimin yaptığınısöylemek.ad yapmak * isim yapmak. ada * Her yanısu ile çevrilmişkara parçası.
* Trafiğe açık bir yol üzerinde sola dönüşleri sağlayan, sağtarafta veya yol ortasında yer alan kaldırım taşıyla
ayrılmışalan.
* Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayıkaplayan yapılar topluluğu.ada balığı * Bkz. amber balığı. ada çayı * Ballı babagillerden, yurdumuzda çok yetişen tüylü ve beyazımtırak yaprakları olan ıtırlı bir bitki (Salvia
oflicinalis).
* Bu bitkiden yapılan sıcak içecek.ada gibi gemi * pek büyük (gemi). ada soğanı * Zambakgillerden, soğanından ilâç olarak yararlanılan birtakım maddeler elde edilen çok yıllık bir bitki
(Urginea maritima).ada tavşanı * Evcil cinsleri de olan tavşana yakın bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus). adabımuaşeret * Terbiyeli, ince davranmak için tutulması gereken yollar, davranıştöresi, davranış bilgisi, topluluk töresi,
görgü.adacık * Küçük ada. adacılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, nominalizm.adagio * Yavaş, ağır olarak.
* Bu biçimde çalınan beste.adak * Adamak işi veya adanılan şey, nezir. adak adamak * bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
bulunmak.adaklama * Adaklamak durumu. adaklamak * Küçük çocuk yürümeye başlamak. adaklanma * Adaklanmak işi veya durumu. adaklanmak * Nişanlıduruma gelmek, nişanlanmak. adaklı * Adağı olan, adak adamışolan.
* Nişanlı, yavuklu, sözlü.adaklık * Adak olarak ayrılmış(hayvan).
* Adak adanan yer.adaksız * Adağı olmayan, adak adamamışolan.
* Nişanlı olmayan.adale * Kas. adaleli * Kaslı, kaslarısıkı, gelişmiş. adalesiz * Kassız. adalet * Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe.
* Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları.
* Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanıverme.adalet dağıtmak * kanunların saydığı hakları sahiplerine vermek, tanınmak. adalet divanı * Devletler arasındaki birtakım hukuk anlaşmazlıklarına bakan ve merkezi La Haye’de bulunan uluslar arası
mahkeme.adalet kapısı * Hak ve hukukun aranması için başvurulan merci, mahkeme. adalet mahkemesi * Bkz. adliye mahkemesi. adalet örgütü * Adliye teşkilâtı. adalet sarayı * Mahkemelerin bulunduğu büyük yapı. adalete teslim etmek * sanığı, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa götürmek. adalete teslim olmak * sanık, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa gidip hakkında gerekli işlemin yapılmasını istemek. adaletine sığınmak * (birinden) anlayış, hoşgörü, yakınlık beklemek. adaletli * Adalete uygun düşen veya adaletli olan, adil. adaletlilik * Adaletli olma durumu. adaletsiz * Adalete aykırıdüşen veya adaleti olmayan. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 16
adınıanmak (veya anmamak) * birinden söz etmek (veya etmemek). adını bağışlamak * bir başkasından adınısöylemesini istemek. adını bozmak * andına uymamak, andına aykırıdavranmak. adınıkirletmek (veya lekelemek) * adının kötüye çıkmasına yol açmak. adınıkoymak * karşılığınıveya fiyatınıkararlaştırmak. adınıtaşımak * birinin adıyla anılmak, sahip olduğu adın sorumluluğunu yüklenmişolmak. adınıvermek * birinin adını bildirmek.
* biri tarafından salık verildiğini söylemek.adıyla sanıyla * bilinen ün ve niteliğiyle. adî * Sıradan, hiçbir özelliği olmayan.
* Aşağılık, bayağı, alçak.adî adım * Adımda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapılan bir tür yürüyüş. adî defter * Bir işletmenin veya ticarethanenin yaptığı işlemlerinin muhasebe kayıtlarının geçirildiği ticarî defter. adî kesir * Bayağıkesir. adî suçlu * Basit suçları işleyen kimse. adil * Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrılmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
* Hakka uygun, haklı.adilâne * Adalete uygun olarak, hakça. adîleşme * Adîleşmek durumu. adîleşmek * Adî bir duruma girmek, bayağılaşmak. adîleştirme * Adîleştirmek işi. adîleştirmek * Adîleşmesine yol açmak. adîlik * Bayağılık, düşüklük, aşağılık. adisyon * (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap. adlandırılma * Adlandırılmak işi. adlandırılmak * Ad vermek işi yapılmak. adlandırma * Adlandırmak işi. adlandırmak * Bir kimseyi veya bir şeyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
* Ad koyma, ad vermeyi sağlamak, tesmiye etmek.adlanma * Adlanmak işi. adlanmak * Kendisine ad verilmek.
* Kötü ün kazanmak.adlaşma * Adlaşmak durumu. adlaşmak * Ad durumuna gelmek. adlaştırma * Adlaştırmak işi. adlaştırmak * Ad durumuna getirmek. adlı * Adı olan.
* Ünlü.adlıadıyla * herkesin bilip tanıdığı biçimde. adlısanlı * Ünlü. adlî * Adaletle ilgili. adlî makam * Adalet işlerinin görüldüğü ve sonuca bağlandığı kamuya ait yönetim yeri. adlî merci * Adaletle ilgili sorunların çözümü için başvurulan resmî daireler. adlî polis * Adliye içerisinde güvenliği sağlayıp adlî işlere yardımcı olan kolluk gücü. adlî sicil * Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadığının anlaşılması için konulmuşolan kayıt yöntemi. adlî tabip * Adlî tıpta görevli doktor. adlî tatil * Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arasında, kanunda yazılıdurumların dışında, hiçbir adlî işlemin
yapılmadığı süre.adlî tıp * Tı bbın adalete yardım eden kolu; adaletin bu işle uğraşan kuruluşu. adlî yıl * Mahkemelerin bir yıl içindeki çalışma süresi. adlî zabıta * Bir suç sonrasısanığıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti. adliye * Hukuk ve adalet işlerini gören devlet kuruluşları.
* Hukuk ve âdalet işlerinin görüldüğü resmî yapı.adliye encümeni * Adalet komisyonu. adliye mahkemesi * Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dışında kalan ve denetim mahkemesi
olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri.adliye nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda adliye teşkilâtının bağlı olduğu en üst makam. adliye teşkilâtı * Yargı organlarıve bu organların birbirleriyle olan ilişkilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
ve yürüten mekanizmanın bütünü.adliye vekâleti * Adalet bakanlığı. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 13
adaletsizlik * Adalete aykırıdavranış. adalı * Ada halkından olan (kimse). adalî * Kas niteliğinde olan; kasla ilgili olan, kasıl.
* Kasları iyi gelişmiş, adaleli, kaslı.adam * İnsan.
* Erkek kişi.
* İyi yetişmiş, değerli kimse.
* Birinin yanında ve işinde bulunan kimse.
* Birinin yararlandığı, kullandığı kimse.
* Birinin sözünü dinleyen, nazını çeken kimse, kayırıcı.
* İyi huylu, güvenilir kimse.
* (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun.
* Görevli kimse.
* (isim tamlamalarında) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanı benimseyen.
* Eş, koca.adam adama (savunma) * futbolda, basketbolda karşıtakım oyuncusunu kollama, rahat hareket etmesini, sayıyapmasınıengelleme. adam akıllı * Bkz. adamakıllı. adam almamak * son derece kalabalık olmak. adam azmanı * Çok iri yapılıkimse. adam başına * her kişiye, her birine. adam beğenmemek * herkesi değersiz görmek. adam boyu * Yaklaşık olarak normal bir adam boyunda.
* İnsan boyunca.adam değilim * herhangi bir durumun gerçekleşmemesi hâlinde, kendisinin insan sayılamayacağıanlamında kullanılan ant,
göz dağısözü.adam etmek * eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlıduruma getirmek.
* bir yeri düzene sokmak veya bir şeyi işe yarar duruma getirmek.adam evlâdı * İyi bir ailenin iyi yetişmişçocuğu. adam gibi * terbiyeli, akıllıuslu.
* adamlığa, insanlığa yaraşır yolda.
* iyice.adam hesabına koymak * birine değer vermek, saygı göstermek. adam içine çıkmak * topluluğa karışmak, değerli insanların bulunduğu yerlere gitmek, eşe dosta gitmek. adam içine karışmak * değerli bir topluluğa girmek, kendisine değer verilir olmak. adam kıtlığında (veya yokluğunda) * işe yarar kimselerin bulunmadığı durumda. adam kullanmak * iyi çalıştırmasını bilmek. adam olmak * gelişmek, büyümek, şişmanlamak.
* iyi yetişmek, iyi bir duruma gelmek.adam sarrafı * İnsanların karakterini çabuk anlayacak duruma gelmişkimse, insan sarrafı. adam sen de! (veya yalnız adam) * bir işin önemsenmediğini anlatmak için söylenir. adam sırasına geçmek (veya girmek) * daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artık kendisine önem ve değer verilmek. adam yerine koymak * adamdan saymak, varlığınıkabul etmek. adama * Adamak işi. adama dönmek (veya benzemek) * düzelmek. adamak * Bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
bulunmak, nezretmek.
* Kutsal saydığı bir şey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğinde söz vermek.
* Ayırmak.adamakıllı * Gereğinden çok, iyice. adamakla mal tükenmez * büyük vaatlerde bulunanlar için alay yollu söylenir. adamca * İnsana yaraşır biçimde.
* İnsan sayısı olarak.adamcağız * Kendisine karşısevgi veya acıma duyulan adam. adamcasına * Adamca. adamcık * Yerilen, küçümsenen; acınan (kimse). adamcıl * İnsandan ürkmeyen, insana alışmışolan, insana sokulan, sıcakkanlı, munis. adamcıllık * Adamcıl olma durumu. adamdan saymak * bir kimseye değeri olmadığı hâlde değer vermek, saygıduymak. adamı * (bir işi) ustalıkla yapan. adamın adıçıkacağına canıçıksın * Bkz. insanın adıçıkacağına canıçıksın. adamın alacası içinde, hayvanın alacasıdışında * Bkz. insanın alacası içinde, hayvanın alacasıdışında. adamın iyisi alışverişte (veya iş başında) belli olur * bir kişiyi iyi bir insan olarak değerlendirebilmek için alışverişte veya iş başında ahlâk dışıdavranışlarda
bulunmaması gerekir.adamına çatmak * Bkz. tam adamına çatmak. adamına düşmek * (yapılacak bir iş) güzel bir rastlantısonunda anlayanına, uzmanına verilmişolmak. adamına göre * kişiler arasında ayrıcalık gözeterek.
* herkesin yeteneğine uygun olarak.adamını bulmak * Bkz. tam adamını bulmak (veya adamına düşmek). adamkökü * Bkz. adamotu. adamlık * İnsana yakışacak durum, tutum ve davranış.
* Yabanlık.adamlık sende kalsın * iyilik bilmese de sen yine iyilik et.
* bu işi nasıl olsa sana yaptıracaklar, bari kendiliğinden yap da onurunu koru.adamotu * Patlıcangillerden, genişyapraklı, kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis). adamsız * Yardımcısız, hizmetçisiz.
* Erkeksiz, kocasız. -
Türkçe Sözlük A Sayfa 3
abeslik * Abes olma durumu. abıhayat * Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağlayan bir su, bengi su. abıhayat içmiş * yaşıçok ilerlemişolduğu hâlde genç görünen (kimse). abıkevser * Cennette bulunduğuna inanılan Kevser ırmağının adı. abıru * Yüz suyu.
* Irz, namus, şeref, haysiyet.abide * Anıt. abideleşme * Anıtlaşma. abideleşmek * Anıtlaşmak. abideleştirme * Anıtlaştırmak işi. abideleştirmek * Anıtlaştırmak. abidemsi * Anıt benzeri. abidevî * Anıtla ilgili, anıtsal, anıta benzer, anıt gibi. abis * Okyanusların çok derin yeri ve daha özel olarak, güneş ışığının erişemediği kesim. abiye * Bayanların özel gecelerde giydiği şık giysi veya tuvalet. abla * Bir kimsenin kendinden büyük olan kız kardeşi.
* Büyük kız kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kız veya kadın.
* Genel ev veya randevu evi işletmecisi kadın, çaça, mama.ablak * Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse). ablakça * Ablak gibi, ablak tarzında. ablaklık * Ablak olma durumu. ablalık * Abla olma durumu. ablalık etmek * abla gibi yakın ve koruyucu davranışta bulunmak. ablâtif * Çıkma durumu. ablatya * Uzunluğu 150, genişliği 4-10 kulaç olan bir balık ağı. abli * Yarım serenleri sağa, sola veya ortaya çevirmek için bunların ucuna bağlı bulunan donanım. abliyi kaçırmak (veya bırakmak) * şaşırmak, soğuk kanlılığınıyitirmek, ipin ucunu kaçırmak. abluka * Bir ülkenin veya bir yerin dışdünya ile olan her türlü bağlantısınıkuvvet kullanarak kesme, kuşatma, ihata. abluka altında tutmak * ablukayı devam ettirmek. abluka etmek * genellikle denizden kuşatmak.
* etrafını çevirmek, bulunduğu yerden ayırmak.ablukaya almak * Bkz. abluka etmek. ablukayı kaldırmak * abluka kararından ve uygulamasından vazgeçmek. ablukayı yarmak * abluka bölgesini zor kullanarak yarıp geçmek. abone * Önceden ödemede bulunarak süreli yayınlara alıcı olma işi.
* Peşin para ile bir şeye belli bir süre için alıcı olan kimse.
* Bir yere gitmeyi alışkanlık hâline getirmek.abone etmek * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı sağlamak. abone olmak * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı önceden üstlenmek. abone yapmak * abone olmayı sağlamak.. abonelik * Abone veya aboneler için kullanılabilecek kadar olan. abonman * Bir satıcıveya kamu kuruluşu ile alıcılar arasında yapılan anlaşma. aborda * Bir deniz teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rıhtıma yanınıvererek yanaşması. aborda etmek * (gemi için) yanlamasına yanaşmak. abra * Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş, demir, çivi gibi ağırlık, dara.
* Bir değiştokuşta üste verilen şey.abrakadabra * Eski çağlarda bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan büyülü söz.
* Sihirbazların sıkça kullandığı büyülü söz.abrama * Abramak işi, idare. abramak * (deniz taşıtları için) Yönetmek, idare etmek. abraş * Alaca benekli.
* (bitki yapraklarında) Klorofil azlığından dolayıaçık renkte lekeleri olan.
* Çilli, çopur yüzlü, açık renk gözlü, çapar.
* Deseni ve atkısı bozuk halı.
* Çarpık, eğri, düzgün olmayan.
* Ters, kaba, görgüsüz.abril * Nisan, april. abstraksiyonizm * Bkz. soyutçuluk. abstre * Soyut, somut karşıtı, mücerret. abstre sayı * Bkz. soyut sayı. absürt * Saçma. absürt tiyatro * Bkz. saçma tiyatro. abu * Şaşma ve korku bildirir.