Kategori: A – Sözlük

A Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük A Sayfa 23

    ağır kaçmak * gücendirici olmak.
    ağır kayba uğramak * maddî ve manevî büyük zarar görmek.
    ağır kayıp * (savaş, deprem, sel gibi doğal afetlerde) Büyük kayıp.
    * Maddî zarar.
    ağır küre * Yer yuvarlağının, yoğunluğu ve katılığıçok olan bölümü, barisfer.
    ağır ol! * ciddî, ağırbaşlı, soğukkanlı, sabırlı ol!.
    * acele etme, yavaşol!.
    ağır oturmak * uslu durmak.
    ağır para cezası * Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası.
    ağır sanayi * Üretim araçlarıyapan sanayi.
    ağır satmak * nazlanmak, gönülsüz davranmak.
    ağır sıklet * Bazıspor dallarında yarışmacıların ağırlığı ile sınırlandırılan kategori, başağırlık.
    ağır söylemek * acı, dokunaklı, sözler söylemek.
    ağır söz * Kişinin onuruna dokunan, dayanılması güç söz.
    ağır su * Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaşlatıcısı olarak kullanılan, içinde hidrojen atomlarıyerine
    döteryum izotopları bulunmasısonucu oluşan su (DO).
    ağır top * Güçlü, ünlü, tanınmışkimse.
    ağır uyku * Uyanılması güç, derin uyku.
    ağır vasıta * Motoru, ağır yük veya birden fazla römork taşımak amacıyla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç.
    ağır vasıta ehliyeti * Ağır vasıta sürücülerine verilen kullanma belgesi.
    ağır yağ * Kalın yağ.
    ağırbaşlı * Davranışlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî.
    ağırbaşlılık * Ağırbaşlı olma durumu, vakar, ciddiyet.
    ağırca * Oldukça ağır.
    ağırdan * Ağır olarak.
    ağırdan almak * bir işi gereken süre içinde bitirmemek.
    * bir işi gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.
    ağırkanlı * Hippokrates’in ortaya attığı ağır canlılık, soğukluk, kolayca duygulanmayışgibi nitelikleri kendinde toplayan
    kişilik tipi.
    * Bkz. ağır canlı.
    ağırkanlılık * Ağırkanlı olma durumu.
    ağırlama * Ağırlamak işi, ikram, izaz.
    * Gelin veya güvey karşılanırken çalınan kıvrak bir hava.
    ağırlamak * Konuğa saygı göstererek onun her türlü rahatını, ihtiyacını sağlamak, ikram etmek, izaz etmek.
    ağırlanma * Ağırlanmak işi.
    ağırlanmak * Ağırlamak işine konu olmak.
    ağırlaşma * Ağırlaşmak durumu.
    ağırlaşmak * (hava) Sıkıcıve bunaltıcı bir durum almak, bozulmak.
    * (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
    * Yavaşlamak.
    * (gebe kadın için) Doğurmasıyaklaşmak.
    * Ağırbaşlı olmak.
    * (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
    * Güçleşmek, zorlaşmak.
    * (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.
    ağırlaştırma * Ağırlaştırmak işi.
    ağırlaştırmak * Bir şeyin ağırlaşmasına yol açmak.
    ağırlatma * Ağırlatmak işi.
    ağırlatmak * Ağırlamak işini yaptırmak.
    ağırlığınca altın değmek * çok değerli olmak.
    ağırlığını(ortaya) koymak * kimliğini ve kişiliğini kabul ettirmek.
    ağırlık * Ağır olma durumu.
    * Değerli olma durumu.
    * Ağırbaşlılık.
    * Tehlikeli olma durumu.
    * Sıkıntılı, bunaltıcıdurum.
    * Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eşya yükleri.
    * Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalın.
    * Uyuşukluk ve gevşeklik durumu.
    * Uykuda iken gelen ve insana boğulur gibi bir duygu veren durum.
    * Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluşturduğu bileşke.
    * Takı.
    * Yük, külfet.
    * Sorumluluk.
    * Etki, yetki, baskı, güçlük.
    * Dikkati ve önemi bir şey üzerinde yoğunlaştırmak.
    * Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne.
    * Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağanın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değer
    tanınması.
    ağırlık basmak (veya çökmek) * gevşeklik ve uyku gelmek.
    * (uykuda) sıkıntılıduruma girmek.
    * Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluşmak.
    ağırlık merkezi * Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluşmuştek kuvvet
    durumundaki bileşkenin uygulama noktası.
    * Bir işin en önemli bölümü.
    ağırlık olmak * birine yük olmak, kendi masrafını başkasına çektirmek, sıkıntıvermek.
    ağırlıklı * Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağanın üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanınan
    (değer).
    ağırsama * Ağırsamak hareketi.
    ağırsamak * Birine karşısoğuk davranarak sıkıntıverdiğini anlatmak.
    * Bir işi yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
    * Bir işi ağır bulmak, yük saymak, yüksünmek.
    ağırşak * Yün, iplik eğirilen iği ağırlaştırmak için alt ucuna geçirilen yarım küre biçiminde, ortasıdelik ağaç veya
    kemik parça.
    * Teker biçiminde yassınesne, kurs.
    ağırşaklanma * Ağırşaklanmak işi veya durumu.
    ağırşaklanmak * Çı banda veya (ergenlik sırasında) memede ağırşak biçiminde bir tümsek oluşmak.
    ağış * Ağmak işi veya biçimi.
    * (su buharının ve başka gazların) Yerden havaya doğru çıkışı, yağışkarşıtı.
    ağıt * Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktıklarının acılarınıveya büyük
    felâketlerin acılıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazılan yazı, sağu, mersiye.
    * Ağlama, gelin olan bir kızın arkasından meziyetlerini sayıp dökerek ağlama.
    ağıt yakmak (veya tutturmak) * ağıt söylemek, ağıt düzmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 25

    ağızdan kapmak * başkalarından dinlemek yolu ile yarım yamalak birtakım bilgiler edinmek.
    ağızlama * Ağızlamak işi.
    ağızlamak * Bir işi kolaylamak.
    * Bir parçayıyuvasına geçirmek için önce yuvanın ağzınıayarlamak.
    * Bir boğazın veya bir limanın ağzını ortalamak.
    ağızlara sakız olmak * herkesin diline düşmek.
    ağızlaşma * Ağızlaşmak işi veya durumu.
    ağızlaşmak * İki kan damarı, birbiri içine açılmak.
    ağızlı * Ağzıherhangi bir biçimde olan.
    ağızlık * Bir ucuna sigara takılan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
    * Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
    * Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapılan kapak.
    * Kuyu bileziği.
    * Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
    * Hayvanın ısırmasına, zararlı bir şey yemesine engel olmak için ağzına takılan tel, deri gibi kafes.
    * (dokumacılıkta) Çözgünün açılıp kapandığıve içinde mekiğin geçtiği yer.
    * Telefon ve benzeri cihazlarda ağza yaklaştırılan bölüm.
    * Bir şeyin başladığıyer.
    * Huni.
    ağızlıkçı * Ağızlık yapan veya satan kimse.
    ağızotu * Toplarıateşlemek için falyaya konulan ve barutun patlamasına sebep olan madde.
    ağızsıl * Ağızla ilgili.
    ağızsıl ünlü * Bkz. ağız ünlüsü.
    ağızsız * Ağzı olmayan.
    * Yumuşak huylu, sessiz.
    ağladıağlayacak * ağlamak üzere olan.
    ağlama * Ağlamak işi.
    ağlamak * Üzüntü, acı, sevinç, pişmanlık aldanma vb.nin etkisiyle göz yaşıdökmek.
    * Ağaç budandığında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
    * Sızlanmak, yakınmak.
    * Bir duruma karşıüzüntü duymak.
    ağlamak para etmez * üzülmenin yararı olmaz.
    ağlamaklı * Ağlar gibi olan, üzüntülü.
    ağlamaklı olmak * ağlayacak duruma gelmek.
    ağlamalı * Ağlar gibi olan, ağlayacak gibi.
    * Acıma duygusu uyandıracak hâlde, sızlamalı.
    ağlamayan çocuğa meme vermezler * hakkınıaramasını bilmeyen kimsenin işi görülmez.
    ağlamsı * Ağlayacak gibi, ağlamalı.
    ağlanma * Ağlanmak işi.
    ağlanmak * Ağlamak işi yapılmak.
    ağlantı * Hafif hafif ağlama.
    ağlar gözden, sahte sözden kendini sakın * “kendini acındıranlardan kork” anlamında kullanılır.
    ağlaşma * Ağlaşmak işi.
    ağlaşmak * Birlikte ağlamak.
    * Sızlanmak.
    ağlata ağlata * Sürekli ağlatarak, devamlıeziyet ederek, üzerek.
    ağlatı * Trajedi.
    ağlatıcı * Ağlamaya yol açan.
    ağlatış * Ağlatmak işi veya biçimi.
    ağlatma * Ağlatmak işi.
    ağlatmak * Ağlamasına yol açmak.
    ağlaya ağlaya * Ağlayarak.
    ağlayanın malı gülene hayretmez * birinden haksız olarak alınan malın onu alana yararı olmaz.
    ağlayıcı * Ölünün ardından ağlamak için para ile tutulan kimse, ağıtçı, yasçı.
    ağlayış * Ağlamak işi veya biçimi.
    ağlı * Ağı bulunan.
    ağma * Ağmak işi.
    * Akan yıldız, şahap.
    ağmak * Sarkmak, aşağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
    * Yükselmek, yukarıçıkmak.
    ağnam * Koyun ve keçi başına alınan vergi, sayım vergisi.
    ağnama * Ağnamak işi.
    ağnamak * (hayvan) Yere yatıp yuvarlanmak.
    ağnamcı * Ağnam vergisi toplayan kimse.
    ağraz * Kötü niyet ve düşmanlıklar.
    ağrı * Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve şiddetli acı.
    ağrıkesici * Acıyı, sızıyıdindirici (ilâç).
    ağrıkesimi * Ağrıduyusunun kendiliğinden veya tedavi sonucu yok olması, analjezi.
    ağrısızı * Rahatsızlık veren acı, sancı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 18

    affetmişsin * “hiç de öyle değil”, yanılıyorsun” anlamında kullanılır.
    affettirme * Affettirmek işi.
    affettirmek * Bağışlanmasını sağlamak.
    affettuoso * Bir parçanın yumuşak ve duygulu bir biçimde çalınacağınıanlatır.
    affeyleme * Affeylemek işi.
    affeylemek * Affetmek.
    affınıdilemek (veya istemek) * bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek.
    affınıza sığınarak * “bağışlayacağınıza güvenerek” anlamında bir nezaket sözü.
    affolunma * Affolunmak işi.
    affolunmak * Bağışlanmak, affedilmek.
    Afgan * Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    * Afganistan’a ve Afganistan halkına özgü olan.
    Afganlı * Afgan.
    afi * Gösteriş, çalım, caka.
    afi kesmek (satmak veya yapmak) * birine karşı gösterişyapmak, kabadayılık etmek.
    afif * İffetli.
    afife * Namuslu, iffetli, saygıdeğer (kadın).
    afili * Gösterişli, çalımlı.
    afis * Gümüş balığının küçüğü.
    afiş * Bir şeyi duyurmak, tanıtmak için hazırlanan, çoğu resimli duvar ilânı.
    afişasmak * duvarlara ilân yapıştırmak.
    afişyutmak * yalana dolana kanmak.
    afişçi * Afişyapan sanatçı.
    afişçilik * Afişyapma sanatı.
    afişe * Açığa çıkmış, duyulmuş.
    afişe etmek * açığa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düşürmek, reklâm etmek.
    afişe olmak * (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanınmak.
    afişleme * Afişasma işi, afişlemek işi.
    afişlemek * Afişasıp duyurmak.
    * Nitelemek, göstermek.
    afişte kalmak * (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak.
    afiyet * Hasta olmama durumu, sağlık, esenlik.
    afiyet bulmak * iyileşmek, sağlığınıkazanmak.
    afiyet olsun * bir şey yiyip içenlere “yarasın” anlamında söylenen iyi dilek sözü.
    afiyet şeker olsun * “yarasın, ağız tadıyla yensin’” anlamında söylenir.
    afiyet üzere olmak * sağlıklı, rahat yaşamak.
    afiyetle * ağız tadıyla, keyifle.
    afoni * Bkz. Ses yitimi.
    aforizm * Özlü söz, özdeyiş.
    aforoz * Hristiyanlıkta kilise tarafından verilen “cemaatten kovma” cezası.
    aforoz etmek * kilise birliğinden çıkarmak.
    * darılıp biriyle konuşmamak, yakını olmaktan çıkarmak, ilgiyi kesip uzaklaştırmak, adınıduymak bile
    istememek.
    aforozlama * Aforozlamak işi.
    aforozlamak * Aforoz etmek, kovmak.
    aforozlu * Aforoz edilmiş, kovulmuş, uzaklaştırılmış.
    afra tafra * Çalım.
    * Çalımlı.
    afralıtafralı * Çalımlı.
    Afrika çekirgesi * Değişik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika’da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsız bir çekirge
    (Locusta migratona).
    Afrika domuzu * Çift parmaklılardan, kalın derili, Afrika’da yaşayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
    aethiopicus).
    Afrika menekşesi * İki çeneklilerden, tüylü yapraklı, mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksıda yetiştirilen çok
    yıllık bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).
    Afrikalı * Afrika kökenli olan kimse.
    * Afrikalı oyuncu.
    Afrikalılık * Afrikalı olma.
    afsun * Büyü, füsun.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 14

    adamsızlık * Adamsız olma durumu.
    a’dan z’ye kadar * baştan aşağı, bütünüyle.
    Adana kebabı * Kıymasına bolca acı biber katılarak hazırlanan şişköfte.
    adanma * Adanmak işi.
    adanmak * Adamak işine konu olmak.
    adap * Töre.
    * Yol yordam, yol yöntem.
    adap erkân * Yol yöntem.
    adaptasyon * Uyarlama.
    * Bir eseri çevrildiği dilin, konuşulduğu toplumun yaşayışına, inançlarına uyarlama.
    * Uyma.
    adapte * Uyarlanmış.
    adapte etmek * uyarlamak.
    adapte olmak * uymak.
    adaptör * Bir âletin çapları birbirinden farklı olan parçalarından birini ötekine geçirebilmek için yararlanılan bağlayıcı.
    adaş * Adlarıaynı olanlardan her biri.
    adaşlık * Adaşolma, aynıadıtaşıma durumu.
    adatepe * Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi
    yükselen, aşınımdan dolayı ortaya çıkmıştepe.
    adatma * Adatmak işini yaptırmak.
    adatmak * Adamak işini yaptırmak.
    adavet * Düşmanlık, yağılık.
    aday * Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya başkalarıtarafından ileri sürülen kimse.
    * Bir işiçin yetiştirilmekte olan kimse, namzet.
    aday adayı * Herhangi bir işi yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylık aşamasınıkazanmak amacıyla başvuran kimse.
    * Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayı olmak için, partisinde yapılan ön seçimlere adaylığını
    koyan kimse.
    aday göstermek * bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa.
    aday olmak * herhangi bir işe alınmak veya seçilmek için istekli olmak.
    adayavrusu * İki veya üç çifte kürekli küçük balıkçıteknesi.
    adaylığınıkoymak * bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek.
    adaylık * Herhangi bir iş, bir görev için kendini ileri sürme veya başkalarıtarafından ileri sürülme, namzetlik.
    * Bir görevde yetiştirilme.
    adcı * Adcılık öğretisiyle ilgili olan.
    * Bu öğretiye bağlıkimse.
    adcılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerçekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
    yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, isimcilik, nominalizm.
    addan türeme fiil * Bkz. isimden türeme fiil.
    addedilme * Addedilmek işi.
    addedilmek * Sayılmak.
    addetme * Addetmek işi.
    addetmek * Saymak.
    addolunma * Addolunmak işi veya durumu.
    addolunmak * Sayılmak.
    adedî * Adetçe, sayıca.
    adem * Yokluk, hiçlik, ölüm.
    * Osmanlıca sözlerle birleşerek “-siz, -lik” anlamında kullanılır.
    Âdem * Dinî inançlara göre ilk yaratılan insan ve ilk peygamber.
    * İnsan, insanoğlu, adam.
    * İnsanda bulunması gereken olumlu özelliklere sahip olan.
    Âdem baba * İnsanlığın babası, Hz. Âdem.
    * Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağlayan kimse.
    * Afyonkeş.
    Âdem elması * Gırtlak çıkıntısı.
    Âdem evlâdı * Bkz. âdemoğlu.
    Âdemci * Âdemcilik yanlısı olan kimse.
    Âdemcilik * XX. yüzyılın başında simgeciliğe karşı bir tepki olarak Rusya’da ortaya çıkan bir edebiyat akımı.
    ademimerkeziyet * Yerinden yönetim.
    ademimerkeziyetçi * Yerinden yönetimci.
    ademimerkeziyetçilik * Yerinden yönetimcilik.
    ademiyet * Yokluk.
    âdemiyet * İnsanlık.
    * Doğru dürüst insana yakışır durum, adamlık.
    âdemoğlu * İnsan denilen yaratıkların hepsi.
    âdemotu * Bkz. adamotu.
    adenit * Lenf düğümleri iltihabı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 15

    adese * Mercek.
    * Kovucuk.
    * Görüşderecesi, inceliği.
    adet * Sayı.
    * Herhangi bir sayıda olan (şey), tane.
    âdet * Bir kimsenin yapmaya alışmışolduğu şey, alışkı.
    * Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre.
    * Ay başı.
    âdet edinmek * bir şeyi alışkanlık ve huy durumuna getirmek.
    âdet görmek * (kadın) ay başı olmak.
    âdet olmak * öteden beri yapılır olmak.
    * bir şey gelenek durumuna gelmişolmak.
    âdet yerini bulsun diye * gerekli görüldüğü için değil, yalnız alışılmışolduğu için.
    âdeta * Bayağı, basbayağı, hemen hemen, sanki.
    * Bayağıyürüyüşle.
    adetçe * Sayı bakımından, sayıca.
    adetimürettep * Bkz. tam sayı.
    adezyon kuvveti * Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arasındaki çekişkuvveti.
    adı(veya ismi) gibi bilmek * çok iyi bilmek.
    adı batası(veya adı batasıca) * “yok olası” anlamında bir ilenme.
    adı batmak * (sevilmeyen bir şey veya kimse için) unutulmak, adıanılmaz olmak, artık sözü edilmemek.
    adı belirsiz * ünü olmayan, tanınmayan, kim ve ne olduğu bilinmeyen.
    adı bile okunmamak * birine hiç önem verilmemek.
    adıçıkmak * kötü bir ün kazanmak.
    * hakkı olmayan bir ün kazanma.
    adıçıkmışdokuza, inmez sekize * birinin bir kere adıçıktıktan sonra onun hakkındaki yaygın inanç artık kolay kolay düzelemez.
    adıdeliye çıkmak * deli olmadığı hâlde deli olarak tanınmak.
    adıduyulmak * tanınmak, ünlenmek.
    adı geçmek * anılmak, söz konusu olmak, ismi geçmek.
    * adıyazılmak.
    adıkaldırılmak * anılmaz olmak, silinip gitmek.
    adıkalmak * bir kimse veya bir şey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnız adıdolaşmak.
    adıkarışmak * (kötü) bir işle birinin ilgisi bulunduğu söylenilmek.
    adıkötüye çıkmak * ünü kötü olarak yayılmak.
    adı olmak * gereksiz, yersiz ünü olmak.
    adısanı * bir kimsenin kimliği.
    adıüstünde * adından belli olduğu gibi.
    adıvar * yaşamayan, yalnızca hayalde var olan.
    adıverilmek * ad takılmak.
    adıl * Zamir.
    adım * Yürümek için yapılan ayak atışlarının her biri.
    * Bir adımda alınan yol (bu uzunluk 75 cm sayılır).
    * Girişim, hamle.
    * Bir gösterge ucunun eşolarak ayrılmışyaylardan biri boyunca aldığı yol.
    * Ayakta temel duruştan, bir ayağın türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değiştirmesi.
    * Teknolojide iki dişli arasındaki aralık.
    adım adım * Ağır ağır, yavaşyavaş.
    adım adım gezmek * her yerini dolaşıp görmek.
    adım adım izlemek * arkasından izlemek.
    * gizlice takip etmek.
    adım atmak * yürümek için ayağınıöne doğru uzatıp basmak.
    * bir işe ilk kez girişmek.
    adım atmamak * gitmemek, uğramamak, aramamak.
    adım başı * Birbirine yakın yerlerde, sık sık.
    adımınıattırmamak * bir yere girmesine engel olmak.
    adımını geri almak * başladığı bir işten geri dönmek.
    adımlama * Adımlamak işi.
    adımlamak * Adımla ölçmek.
    * Bir yerde ileriye geriye doğru giderek dolaşmak.
    adımlarınıaçmak * yürürken hızlanmak.
    adımlarınıseyrekleştirmek * hızlıyürürken adımlarınıyavaşlatmak.
    adımlarınısıklaştırmak * daha küçük ve çabuk adımlar atarak hızlıyurümek, ivmek, acele etmek.
    adımlık * Adım uzunluğunda olan.
    * Bir yerin çok uzak olmadığını belirtmek için kullanılır.
    adımsayar * Yürüme sırasında gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacıyla ayağa
    takılan alet, pedometre.
    adına * o şeyin veya o kimsenin yerinde olarak, namına, onun hesabına.
    adınıağzına almamak * dargınlık, kırgınlık, kızgınlık gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek.
    adınıalmak * ad takılmak, ad verilmek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 19

    afsuncu * Büyücü, üfürükçü.
    afsunculuk * Afsuncunun yaptığı iş.
    afsunlama * Afsunlamak işi.
    afsunlamak * Büyülemek.
    afsunlanma * Afsunlanmak işi.
    afsunlanmak * Büyülenmek.
    afsunlu * Büyülü, sihirli, füsunkâr.
    Afşar * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    aft * Pamukçuk.
    aftos * Oynaş, metres.
    afur tafur * Çalım.
    afur tafura gelmemek * çalım satmadan hoşlanmamak; böyle bir davranışa karşıtepki göstermek.
    afyon * Olgunlaşmamışhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sızan, sonradan katılaşan süt; içinde morfin ve
    kodein gibi çok uyuşturucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değerli bir ilâç.
    afyon çekmek * keyif için afyon yutmak.
    afyon ruhu * Yatıştırıcı olarak kullanılan afyon tentürü.
    afyonkeş * Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi.
    afyonkeşlik * Afyon çekmeye düşkünlük.
    afyonlama * Afyonlamak işi.
    afyonlamak * Afyon vererek uyuşturmak, uyutmak.
    * Telkin yoluyla doğru düşünmeyi önleyerek zararlı bir yola sürüklemek.
    afyonlanma * Afyonlanmak işi.
    afyonlanmak * Afyonlamak işi yapılmak.
    afyonlu * İçinde afyon bulunan.
    * Afyon yutmuş.
    * Dalgın, uyuşmuş, uyuşuk (kimse).
    afyonu başına vurmak * aşırıdavranışlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptığını bilememek.
    afyonunu patlatmak * kendi keyfine dalmışolan birini öfkelendirmek.
    Ag * Gümüş’ün kısaltması.
    aga * Ağa.
    agâh * Bilir, bilgili, haberli, uyanık.
    agâh olmak * bilgi edinmişolmak.
    agami * Güney Amerika’da yaşayan, mavi ve yeşil metalik yansımalı bir kuş.
    aganta * Yısa veya lâçka edilmekte olan bir halatın ve zincirin kısa bir süre elde tutulup bırakılmaması için verilen
    emir.
    agaragar * Deniz yosunlarından çıkarılan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanılan bir tür
    jelâtin, jeloz.
    agel * Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağladıkları, yünden örülmüşkalın çember bağ.
    agitato * Bir parçanın canlıve coşkulu çalınacağınıanlatır.
    aglütinasyon * Kümeleşim.
    aglütinin * Serumda meydana gelen antikor.
    agnosi * Tanısızlık.
    agnostik * Bilinemezci.
    * Bilinemezcilikle ilgili.
    agnostisizm * Bilinemezcilik.
    agnozi * Duyularda herhangi bir bozukluk olmamasına rağmen sınav sisteminin belirli bir yerindeki doku
    bozukluğundan ileri gelen algıkaybıveya yokluğu.
    Agop’un kazı gibi bakmak * aptal aptal bakmak.
    agora * Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret işlerini konuşmak için halkın toplandığı alan,
    halk meydanı.
    agorafobi * Bkz. alan korkusu.
    agraf * Kanca, kopça.
    agrafi * Bkz. yazma yitimi.
    agrandisman * Büyültme.
    agrandisör * (fotoğrafçılıkta) Büyülteç.
    agreje * (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sınav vermişkimse, doçent.
    agreman * Bir elçinin bir ülkeye atanmasından önce o ülkeden istenen uygun görme yazısı.
    agu * Süt çocuklarının neşelendikleri zaman çıkardıklarıses.
    agu bebek * Büyüdüğü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 17

    adliyeci * Adliye kuruluşunda meslek görevlisi.
    adrenalin * Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarlarıdaraltma, bronşlarıaçma, kanamalarıkesme
    gibi amaçlarla kullanılır.
    adres * Bir kimsenin arandığında bulunabileceği yer, oturduğu yer.
    * Gönderilen şeyin üzerine, alıcının adınıve bulunduğu yeri bildirmek için yazılan yazı.
    adres bırakmak (göstermek veya vermek) * arandığında bulunabileceği, oturduğu yeri bildirmek.
    adres defteri * Kişilerin kendilerine lâzım olan adresleri topladıklarıdefter.
    adres kartı * Adres defteri.
    adres kitabı * Genellikle belli bir işveya meslekte olanların işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
    adres makinesi * Posta gönderilerinin üzerine kâğıt, plâstik veya madenden, adres basan alet.
    adres rehberi * Adres defteri.
    adsız * Adı olmayan, isimsiz.
    * Türklerde, ailesinden ayrıldığı için artık onun adınıtaşımak, onun adı ile anılmak hakkınıyitirmişolan ve
    ancak bir yararlık gösterince ad kazanabilen delikanlı.
    adsız parmak * Orta parmak ve serçe parmak arasındaki parmak, yüzük parmağı.
    aerobik * Hızlımüzik temposu eşliğinde yapılan, vücudun çevikliğine ve hareketliliğine dayanan bir tür jimnastik.
    aerobik solunum * Hücrede yalnız moleküler oksijenin kullanıldığı bir solunum şekli.
    aerodinamik * Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanın yarattığıetkiyi inceleyen bilim.
    * Aerodinamik bilim alanıyla ilgili.
    * Fizik biliminin gazların hareketini inceleyen dalı.
    af * Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayı bağışlama.
    * Mazur görme veya görülme.
    * (görevden) çıkarılma.
    af buyurun! * “affedersiniz” veya “affınızırica ederim” anlamında bir söz.
    af çıkarılmak * bir suçun bağışlanması için Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çıkarmak.
    af dilemek * bağışlanmasını istemek.
    af kapsamına alınmak * af kanununa girmek.
    afacan * Zeki ve yaramaz (çocuk).
    afacanlaşma * Afacanlaşmak işi.
    afacanlaşmak * Yaramazlaşmak, yaramaz, ele avuca sığmaz duruma gelmek.
    afacanlık * Afacan olma durumu, yaramazlık.
    afak * Ufuklar, dört bir taraf.
    afakan * Bkz. hafakan.
    afakî * Belli bir konu üzerine olmayan (konuşma), dereden tepeden.
    * Nesnel, objektif.
    afakîlik * Bkz. objektiflik.
    afal afal * Şaşkın bir biçimde.
    afallama * Afallamak işi.
    afallamak * Şaşkınlıktan sersemleşmek.
    afallaşma * Afallaşmak işi.
    afallaşmak * Şaşkınlık içinde kalmak, şaşırıp bir şey yapamaz olmak.
    afallaştırma * Afallaştırmak işi.
    afallaştırmak * Şaşkınlık içinde bırakmak, birini şaşırıp bir şey yapamaz duruma sokmak.
    afallatma * Afallatmak işi.
    afallatmak * Şaşkınlığa düşürerek sersemleştirmek.
    afat * Afetler, belâlar, kıranlar.
    afazi * Bkz. söz yitimi.
    aferin * Okşama, alkışlama, beğenme gibi duyguları belirtmek için söylenir, bravo.
    * Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğıdı.
    aferin almak * değerli görülüp beğenilmek.
    aferist * Vurguncu, dalavereci, çıkarını bilen, çıkarcı.
    afet * Doğanın sebep olduğu yıkım.
    * Kıran.
    * Çok kötü.
    * Güzelliği ile insanışaşkına çeviren, aklını başından alan kadın.
    * Hastalıkların dokularda yaptığı bozukluk.
    afetzede * Afete uğramış, afet görmüş.
    affa uğramak * bağışlanmak, affedilmek.
    affedersin veya affedersiniz * özür dilemek için söylenir.
    * karşıçıkmak için söylenir.
    affedilme * Bağışlanma.
    affedilmek * Bağışlanmak.
    affetme * Bağışlama.
    affetmek * Bağışlamak.
    * Hoşgörü ile karşılamak, mazur görmek.
    * Görev veya işten çıkarmak.
    affetmemek * bağışlamamak, hoşgörmemek.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 11

    açıölçer * Bkz. iletki.
    açısal * Açı ile ilgili.
    açısal bölge * Açı ile iç bölgesinin birleşiminden oluşan düzlem parçası.
    açısal çap * Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğrusu arasındaki açı.
    açısal hız * Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleştiren doğru parçasının birim zamanda taradığı açı.
    açısal ivme * Açısal hızın birim zamanda değişen niceliği.
    açısal sapma * Belli bir açıdüzeyinde gerçekleşen sapma.
    açısal uzaklık * Gök cisimlerinin (yıldız veya gezegen) birbirlerinin karşılaşma düzlemine göre uzaklığı.
    açısal yol * Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldığı yol.
    açış * Açmak işi veya biçimi.
    * Bir kuruluşu çalışmaya başlatma.
    açışkonuşması * Herhangi bir toplantıyı başlatmak için yapılan ilk konuşma.
    açıt * Bir duvarda açık bırakılmış bulunan kapı, pencere, kemerleme benzeri açıklık.
    açkı * Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleştirip parlatma, perdah.
    * Demircilikte delik büyütmekte kullanılan araç.
    * Anahtar ve her türlü açma aracı.
    açkıcı * Açkıyapan (kimse), perdahçı.
    * Anahtarcı.
    açkılama * Açkılamak işi.
    açkılamak * Açkı ile parlatmak.
    açkılanma * Açkılanmak işi.
    açkılanmak * Açkıyapılmak, perdahlanmak.
    açkılatma * Açkılatmak işi.
    açkılatmak * Açkı işi yaptırmak, perdahlatmak.
    açkılı * Açkıyapılmış, perdahlanmış, perdahlı.
    açkısız * Açkıyapılmamış, perdahlanmamış, perdahsız.
    açlığıöldürmek * açlık hissini geçiştirmek, yatıştırmak.
    açlık * Aç olma durumu.
    * Kıtlık.
    * Yoksulluk.
    * Aşırı istek içinde bulunmak.
    açlık çekmek * yoksulluk içinde bulunmak.
    açlık grevi * Kendisine veya başkalarına yapılan bir haksızlığıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki.
    açlıktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek) * çok acıkmak.
    açlıktan imanı gevremek * çok acıkmak.
    açlıktan nefesi kokmak * yoksulluk içinde bulunmak.
    açlıktan ölmek * dayanılmaz derecede acıkmak, çok acıkmak.
    açlıktan ölmeyecek kadar * (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek).
    * gereğinden az.
    açma * Açmak işi.
    * Orman içinde ağaç kesme veya yakma yoluyla tarıma elverişli bir duruma getirilen arazi.
    * Bir çeşit susamsız, kalınca yağlısimit.
    açmacı * Açma yapan veya satan kimse.
    açmak * Bir şeyi kapalıdurumdan kurtarmak.
    * Bir şeyin kapağınıveya örtüsünü kaldırmak.
    * Engeli kaldırmak.
    * Sarılmış, katlanmış, örtülmüşveya iliklenmişolan şeyleri bu durumdan kurtarmak.
    * Oyarak veya kazarak çukur, delik oluşturmak.
    * Tıkalı bir şeyi, bu durumdan kurtarmak.
    * Çevresini genişletmek.
    * Birbirinden uzaklaştırmak.
    * Yarmak.
    * Düğümü veya dolaşmış bir şeyi çözmek.
    * Bir kuruluşu, bir işyerini, bir yeri işler veya ilk defa kullanılır duruma getirmek.
    * Bir aygıtı, bir düzeni vb.lerini çalışır duruma getirmek.
    * Alışverişi başlatmak.
    * Rengin koyuluğunu azaltmak.
    * Yakışmak, güzel göstermek.
    * Ferahlık vermek.
    * Bir konu ile ilgili konuşmak.
    * Savaşla almak, fethetmek.
    * Avunmak veya danışmak için söylemek.
    * Yapmak, düzenlemek.
    * Ayırmak, tahsis etmek.
    * Sıkılganlığını, utangaçlığını gidermek.
    * Görünür duruma getirmek.
    * (hava için) Bulutların dağılmasıyla gök yüzü aydınlanmak.
    * Geçit vermek.
    * İçini dökmek.
    açmalık * Kiri çıkarmak veya eşyayı iyice temizlemek için kullanılan her türlü madde.
    açmaz * Satranç oyununda şahıkoruyan taşlardan birinin yerinden oynatılmamasıdurumu.
    * İçinden zor çıkılır durum.
    * (tulûatta) Karşısındakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylığınıveren söz.
    açmaz halatı * Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rıhtımdan uzaklaşmaması için kıyıya dikine
    bağlanan halat.
    açmaza düşmek * içinden çıkılması güç durumda kalmak.
    açmaza getirmek (veya düşürmek) * düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak.
    açmazlık * Açmaz olma durumu.
    * Ağzıpek sıkı olma durumu, ketumiyet.
    açtıağzını, yumdu gözünü * öfkelenerek veya kızarak ağır sözler söyledi.
    açtırma * Açtırmak işi.
    açtırma kutuyu, söyletme kötüyü * kötü konuşabilecek birine, bildiklerini açıklama fırsatıverilmemesi gerektiğini öğütler.
    açtırmak * Açmak işini yaptırmak.
    ad * Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açıklamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç,
    düşünce, iyilik, Ahmet, Ertuğrul birer addır.
    * Herkesçe tanınmışveya işitilmişolma durumu, ün, nam, şöhret.
    * Anılacak değer, önem.
    * İsim.
    ad * Sayma, sayılma.
    ad almak * kendisine ad verilmek.
    * ün kazanma.
    ad bilimi * Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî gelişme, dil ve kültür sorunlarıaçısından
    inceleyen bilim dalı.
    ad cümlesi * Bkz. isim cümlesi.
    ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 12

    ad çekilmek * ad çekmek işi yapılmak.
    ad çekimi * Bkz. isim çekimi.
    ad çekme * Ad çekmek işi, kur’a.
    ad çekmek * raslantıya ve talihe bağlı bir ayırma yapmak için, her birinde birer ad yazılmışkâğıtlardan birini çekmek,
    kur’a çekmek.
    ad çekmeye girmek * kur’aya tâbi olmak.
    * oyunun başlangıcında, oyuncular arasında alan seçimi, başlama atışıveya karşılama hakkı için öncelik
    sağlayan iş.
    ad çektirmek * ad çekmek işini yaptırmak.
    ad değişimi * Bkz. mecazimürsel.
    ad durumu * Bkz. isim hâli.
    ad gövdesi * Bkz. isim gövdesi.
    ad koymak * çağırmak veya anmak için bir canlıya, bir yere, bir şeye ad vermek, adlandırmak, isim koymak, tesmiye
    etmek.
    ad kökü * Bkz. isim kökü.
    ad takmak * adlandırmak, ad koymak.
    ad tamlaması * Bkz. isim tamlaması.
    ad vermek * ad koymak, adlandırmak, tesmiye etmek.
    * bir işi kimin yaptığınısöylemek.
    ad yapmak * isim yapmak.
    ada * Her yanısu ile çevrilmişkara parçası.
    * Trafiğe açık bir yol üzerinde sola dönüşleri sağlayan, sağtarafta veya yol ortasında yer alan kaldırım taşıyla
    ayrılmışalan.
    * Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayıkaplayan yapılar topluluğu.
    ada balığı * Bkz. amber balığı.
    ada çayı * Ballı babagillerden, yurdumuzda çok yetişen tüylü ve beyazımtırak yaprakları olan ıtırlı bir bitki (Salvia
    oflicinalis).
    * Bu bitkiden yapılan sıcak içecek.
    ada gibi gemi * pek büyük (gemi).
    ada soğanı * Zambakgillerden, soğanından ilâç olarak yararlanılan birtakım maddeler elde edilen çok yıllık bir bitki
    (Urginea maritima).
    ada tavşanı * Evcil cinsleri de olan tavşana yakın bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus).
    adabımuaşeret * Terbiyeli, ince davranmak için tutulması gereken yollar, davranıştöresi, davranış bilgisi, topluluk töresi,
    görgü.
    adacık * Küçük ada.
    adacılık * Kavramların gerçek varlıklar olduğunu kabul eden, kavram gerekliğine karşıt olarak, tümel kavramların
    yalnızca nesnelerin adları olduğunu ileri süren görüş, nominalizm.
    adagio * Yavaş, ağır olarak.
    * Bu biçimde çalınan beste.
    adak * Adamak işi veya adanılan şey, nezir.
    adak adamak * bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
    bulunmak.
    adaklama * Adaklamak durumu.
    adaklamak * Küçük çocuk yürümeye başlamak.
    adaklanma * Adaklanmak işi veya durumu.
    adaklanmak * Nişanlıduruma gelmek, nişanlanmak.
    adaklı * Adağı olan, adak adamışolan.
    * Nişanlı, yavuklu, sözlü.
    adaklık * Adak olarak ayrılmış(hayvan).
    * Adak adanan yer.
    adaksız * Adağı olmayan, adak adamamışolan.
    * Nişanlı olmayan.
    adale * Kas.
    adaleli * Kaslı, kaslarısıkı, gelişmiş.
    adalesiz * Kassız.
    adalet * Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetme, doğruluk, türe.
    * Bu işi uygulayan, yerine getiren devlet kuruluşları.
    * Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanıverme.
    adalet dağıtmak * kanunların saydığı hakları sahiplerine vermek, tanınmak.
    adalet divanı * Devletler arasındaki birtakım hukuk anlaşmazlıklarına bakan ve merkezi La Haye’de bulunan uluslar arası
    mahkeme.
    adalet kapısı * Hak ve hukukun aranması için başvurulan merci, mahkeme.
    adalet mahkemesi * Bkz. adliye mahkemesi.
    adalet örgütü * Adliye teşkilâtı.
    adalet sarayı * Mahkemelerin bulunduğu büyük yapı.
    adalete teslim etmek * sanığı, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa götürmek.
    adalete teslim olmak * sanık, adalet işleriyle uğraşan kuruluşa gidip hakkında gerekli işlemin yapılmasını istemek.
    adaletine sığınmak * (birinden) anlayış, hoşgörü, yakınlık beklemek.
    adaletli * Adalete uygun düşen veya adaletli olan, adil.
    adaletlilik * Adaletli olma durumu.
    adaletsiz * Adalete aykırıdüşen veya adaleti olmayan.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 16

    adınıanmak (veya anmamak) * birinden söz etmek (veya etmemek).
    adını bağışlamak * bir başkasından adınısöylemesini istemek.
    adını bozmak * andına uymamak, andına aykırıdavranmak.
    adınıkirletmek (veya lekelemek) * adının kötüye çıkmasına yol açmak.
    adınıkoymak * karşılığınıveya fiyatınıkararlaştırmak.
    adınıtaşımak * birinin adıyla anılmak, sahip olduğu adın sorumluluğunu yüklenmişolmak.
    adınıvermek * birinin adını bildirmek.
    * biri tarafından salık verildiğini söylemek.
    adıyla sanıyla * bilinen ün ve niteliğiyle.
    adî * Sıradan, hiçbir özelliği olmayan.
    * Aşağılık, bayağı, alçak.
    adî adım * Adımda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapılan bir tür yürüyüş.
    adî defter * Bir işletmenin veya ticarethanenin yaptığı işlemlerinin muhasebe kayıtlarının geçirildiği ticarî defter.
    adî kesir * Bayağıkesir.
    adî suçlu * Basit suçları işleyen kimse.
    adil * Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrılmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
    * Hakka uygun, haklı.
    adilâne * Adalete uygun olarak, hakça.
    adîleşme * Adîleşmek durumu.
    adîleşmek * Adî bir duruma girmek, bayağılaşmak.
    adîleştirme * Adîleştirmek işi.
    adîleştirmek * Adîleşmesine yol açmak.
    adîlik * Bayağılık, düşüklük, aşağılık.
    adisyon * (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.
    adlandırılma * Adlandırılmak işi.
    adlandırılmak * Ad vermek işi yapılmak.
    adlandırma * Adlandırmak işi.
    adlandırmak * Bir kimseyi veya bir şeyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
    * Ad koyma, ad vermeyi sağlamak, tesmiye etmek.
    adlanma * Adlanmak işi.
    adlanmak * Kendisine ad verilmek.
    * Kötü ün kazanmak.
    adlaşma * Adlaşmak durumu.
    adlaşmak * Ad durumuna gelmek.
    adlaştırma * Adlaştırmak işi.
    adlaştırmak * Ad durumuna getirmek.
    adlı * Adı olan.
    * Ünlü.
    adlıadıyla * herkesin bilip tanıdığı biçimde.
    adlısanlı * Ünlü.
    adlî * Adaletle ilgili.
    adlî makam * Adalet işlerinin görüldüğü ve sonuca bağlandığı kamuya ait yönetim yeri.
    adlî merci * Adaletle ilgili sorunların çözümü için başvurulan resmî daireler.
    adlî polis * Adliye içerisinde güvenliği sağlayıp adlî işlere yardımcı olan kolluk gücü.
    adlî sicil * Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadığının anlaşılması için konulmuşolan kayıt yöntemi.
    adlî tabip * Adlî tıpta görevli doktor.
    adlî tatil * Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arasında, kanunda yazılıdurumların dışında, hiçbir adlî işlemin
    yapılmadığı süre.
    adlî tıp * Tı bbın adalete yardım eden kolu; adaletin bu işle uğraşan kuruluşu.
    adlî yıl * Mahkemelerin bir yıl içindeki çalışma süresi.
    adlî zabıta * Bir suç sonrasısanığıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti.
    adliye * Hukuk ve adalet işlerini gören devlet kuruluşları.
    * Hukuk ve âdalet işlerinin görüldüğü resmî yapı.
    adliye encümeni * Adalet komisyonu.
    adliye mahkemesi * Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dışında kalan ve denetim mahkemesi
    olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri.
    adliye nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda adliye teşkilâtının bağlı olduğu en üst makam.
    adliye teşkilâtı * Yargı organlarıve bu organların birbirleriyle olan ilişkilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
    ve yürüten mekanizmanın bütünü.
    adliye vekâleti * Adalet bakanlığı.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 13

    adaletsizlik * Adalete aykırıdavranış.
    adalı * Ada halkından olan (kimse).
    adalî * Kas niteliğinde olan; kasla ilgili olan, kasıl.
    * Kasları iyi gelişmiş, adaleli, kaslı.
    adam * İnsan.
    * Erkek kişi.
    * İyi yetişmiş, değerli kimse.
    * Birinin yanında ve işinde bulunan kimse.
    * Birinin yararlandığı, kullandığı kimse.
    * Birinin sözünü dinleyen, nazını çeken kimse, kayırıcı.
    * İyi huylu, güvenilir kimse.
    * (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun.
    * Görevli kimse.
    * (isim tamlamalarında) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanı benimseyen.
    * Eş, koca.
    adam adama (savunma) * futbolda, basketbolda karşıtakım oyuncusunu kollama, rahat hareket etmesini, sayıyapmasınıengelleme.
    adam akıllı * Bkz. adamakıllı.
    adam almamak * son derece kalabalık olmak.
    adam azmanı * Çok iri yapılıkimse.
    adam başına * her kişiye, her birine.
    adam beğenmemek * herkesi değersiz görmek.
    adam boyu * Yaklaşık olarak normal bir adam boyunda.
    * İnsan boyunca.
    adam değilim * herhangi bir durumun gerçekleşmemesi hâlinde, kendisinin insan sayılamayacağıanlamında kullanılan ant,
    göz dağısözü.
    adam etmek * eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlıduruma getirmek.
    * bir yeri düzene sokmak veya bir şeyi işe yarar duruma getirmek.
    adam evlâdı * İyi bir ailenin iyi yetişmişçocuğu.
    adam gibi * terbiyeli, akıllıuslu.
    * adamlığa, insanlığa yaraşır yolda.
    * iyice.
    adam hesabına koymak * birine değer vermek, saygı göstermek.
    adam içine çıkmak * topluluğa karışmak, değerli insanların bulunduğu yerlere gitmek, eşe dosta gitmek.
    adam içine karışmak * değerli bir topluluğa girmek, kendisine değer verilir olmak.
    adam kıtlığında (veya yokluğunda) * işe yarar kimselerin bulunmadığı durumda.
    adam kullanmak * iyi çalıştırmasını bilmek.
    adam olmak * gelişmek, büyümek, şişmanlamak.
    * iyi yetişmek, iyi bir duruma gelmek.
    adam sarrafı * İnsanların karakterini çabuk anlayacak duruma gelmişkimse, insan sarrafı.
    adam sen de! (veya yalnız adam) * bir işin önemsenmediğini anlatmak için söylenir.
    adam sırasına geçmek (veya girmek) * daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artık kendisine önem ve değer verilmek.
    adam yerine koymak * adamdan saymak, varlığınıkabul etmek.
    adama * Adamak işi.
    adama dönmek (veya benzemek) * düzelmek.
    adamak * Bir dileğin gerçekleşmesi amacıyla kurban kesip yoksullara dağıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
    bulunmak, nezretmek.
    * Kutsal saydığı bir şey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğinde söz vermek.
    * Ayırmak.
    adamakıllı * Gereğinden çok, iyice.
    adamakla mal tükenmez * büyük vaatlerde bulunanlar için alay yollu söylenir.
    adamca * İnsana yaraşır biçimde.
    * İnsan sayısı olarak.
    adamcağız * Kendisine karşısevgi veya acıma duyulan adam.
    adamcasına * Adamca.
    adamcık * Yerilen, küçümsenen; acınan (kimse).
    adamcıl * İnsandan ürkmeyen, insana alışmışolan, insana sokulan, sıcakkanlı, munis.
    adamcıllık * Adamcıl olma durumu.
    adamdan saymak * bir kimseye değeri olmadığı hâlde değer vermek, saygıduymak.
    adamı * (bir işi) ustalıkla yapan.
    adamın adıçıkacağına canıçıksın * Bkz. insanın adıçıkacağına canıçıksın.
    adamın alacası içinde, hayvanın alacasıdışında * Bkz. insanın alacası içinde, hayvanın alacasıdışında.
    adamın iyisi alışverişte (veya iş başında) belli olur * bir kişiyi iyi bir insan olarak değerlendirebilmek için alışverişte veya iş başında ahlâk dışıdavranışlarda
    bulunmaması gerekir.
    adamına çatmak * Bkz. tam adamına çatmak.
    adamına düşmek * (yapılacak bir iş) güzel bir rastlantısonunda anlayanına, uzmanına verilmişolmak.
    adamına göre * kişiler arasında ayrıcalık gözeterek.
    * herkesin yeteneğine uygun olarak.
    adamını bulmak * Bkz. tam adamını bulmak (veya adamına düşmek).
    adamkökü * Bkz. adamotu.
    adamlık * İnsana yakışacak durum, tutum ve davranış.
    * Yabanlık.
    adamlık sende kalsın * iyilik bilmese de sen yine iyilik et.
    * bu işi nasıl olsa sana yaptıracaklar, bari kendiliğinden yap da onurunu koru.
    adamotu * Patlıcangillerden, genişyapraklı, kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis).
    adamsız * Yardımcısız, hizmetçisiz.
    * Erkeksiz, kocasız.
  • Türkçe Sözlük A Sayfa 3

    abeslik * Abes olma durumu.
    abıhayat * Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağlayan bir su, bengi su.
    abıhayat içmiş * yaşıçok ilerlemişolduğu hâlde genç görünen (kimse).
    abıkevser * Cennette bulunduğuna inanılan Kevser ırmağının adı.
    abıru * Yüz suyu.
    * Irz, namus, şeref, haysiyet.
    abide * Anıt.
    abideleşme * Anıtlaşma.
    abideleşmek * Anıtlaşmak.
    abideleştirme * Anıtlaştırmak işi.
    abideleştirmek * Anıtlaştırmak.
    abidemsi * Anıt benzeri.
    abidevî * Anıtla ilgili, anıtsal, anıta benzer, anıt gibi.
    abis * Okyanusların çok derin yeri ve daha özel olarak, güneş ışığının erişemediği kesim.
    abiye * Bayanların özel gecelerde giydiği şık giysi veya tuvalet.
    abla * Bir kimsenin kendinden büyük olan kız kardeşi.
    * Büyük kız kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kız veya kadın.
    * Genel ev veya randevu evi işletmecisi kadın, çaça, mama.
    ablak * Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).
    ablakça * Ablak gibi, ablak tarzında.
    ablaklık * Ablak olma durumu.
    ablalık * Abla olma durumu.
    ablalık etmek * abla gibi yakın ve koruyucu davranışta bulunmak.
    ablâtif * Çıkma durumu.
    ablatya * Uzunluğu 150, genişliği 4-10 kulaç olan bir balık ağı.
    abli * Yarım serenleri sağa, sola veya ortaya çevirmek için bunların ucuna bağlı bulunan donanım.
    abliyi kaçırmak (veya bırakmak) * şaşırmak, soğuk kanlılığınıyitirmek, ipin ucunu kaçırmak.
    abluka * Bir ülkenin veya bir yerin dışdünya ile olan her türlü bağlantısınıkuvvet kullanarak kesme, kuşatma, ihata.
    abluka altında tutmak * ablukayı devam ettirmek.
    abluka etmek * genellikle denizden kuşatmak.
    * etrafını çevirmek, bulunduğu yerden ayırmak.
    ablukaya almak * Bkz. abluka etmek.
    ablukayı kaldırmak * abluka kararından ve uygulamasından vazgeçmek.
    ablukayı yarmak * abluka bölgesini zor kullanarak yarıp geçmek.
    abone * Önceden ödemede bulunarak süreli yayınlara alıcı olma işi.
    * Peşin para ile bir şeye belli bir süre için alıcı olan kimse.
    * Bir yere gitmeyi alışkanlık hâline getirmek.
    abone etmek * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı sağlamak.
    abone olmak * peşin para ile belli bir süre için bir şeyi sürekli olarak almayı önceden üstlenmek.
    abone yapmak * abone olmayı sağlamak..
    abonelik * Abone veya aboneler için kullanılabilecek kadar olan.
    abonman * Bir satıcıveya kamu kuruluşu ile alıcılar arasında yapılan anlaşma.
    aborda * Bir deniz teknesinin başka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rıhtıma yanınıvererek yanaşması.
    aborda etmek * (gemi için) yanlamasına yanaşmak.
    abra * Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş, demir, çivi gibi ağırlık, dara.
    * Bir değiştokuşta üste verilen şey.
    abrakadabra * Eski çağlarda bazı hastalıklara iyi geldiğine inanılan büyülü söz.
    * Sihirbazların sıkça kullandığı büyülü söz.
    abrama * Abramak işi, idare.
    abramak * (deniz taşıtları için) Yönetmek, idare etmek.
    abraş * Alaca benekli.
    * (bitki yapraklarında) Klorofil azlığından dolayıaçık renkte lekeleri olan.
    * Çilli, çopur yüzlü, açık renk gözlü, çapar.
    * Deseni ve atkısı bozuk halı.
    * Çarpık, eğri, düzgün olmayan.
    * Ters, kaba, görgüsüz.
    abril * Nisan, april.
    abstraksiyonizm * Bkz. soyutçuluk.
    abstre * Soyut, somut karşıtı, mücerret.
    abstre sayı * Bkz. soyut sayı.
    absürt * Saçma.
    absürt tiyatro * Bkz. saçma tiyatro.
    abu * Şaşma ve korku bildirir.