Kategori: D

D Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 72

    dönüşlü zamir * Kişi kavramınıpekiştirerek belirten zamir. Türkçede bu kavram kendi kelimesiyle sağlanır.
    dönüşlülük * Dönüşlü olma durumu.
    dönüşme * Dönüşmek işi, tahavvül.
    * Kelime içinde, yan yana düşen iki sesten birinci sesin ikincisinin etkisiyle değişmesi, benzeşme.
    dönüşmek * Bir biçimden veya bir durumdan başka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek.
    dönüşsüz * Dönüşü olmayan.
    dönüştürme * Dönüştürmek işi, tahvil.
    dönüştürmek * Dönüşmesini sağlamak, tahvil etmek.
    * Bir şekli, belli bir kurala göre, başka bir şekle çevirmek.
    dönüştürücü * Dönüştüren.
    * Aynıfrekansta fakat yoğunluğu veya gerilimi genellikle farklı olan bir veya birçok değişik akım dizgesini,
    değişik bir akım dizgesine dönüştüren elektromanyetik indükleçli duruk araç, muhavvile, transformatör.
    dönüştürülme * Dönüştürülmek işi.
    dönüştürülmek * Dönüştürmek işine uğramak.
    dönüştürüm * Dönüştürmek işi, tahvil.
    dönüşüm * Olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma, tahavvül, inkılâp; transformasyon.
    * Görevinin değişikliğe uğramasıyüzünden bir organda ortaya çıkan değişme.
    * Bilinçaltına itilmiş bir duygu veya isteğin, karşıtı görünümünde veya başka bir biçimde bilince yükselmesi,
    transformasyon.
    dönüşümcü * Dönüşümcülükle ilgili olan.
    * Dönüşümcülük yanlısı(kimse).
    dönüşümcülük * Yaşayan türlerin yalın biçimlerden karmaşık biçimlere doğru evrimle gelişerek ortaya çıktığınıöne süren
    öğreti, transformizm.
    dönüşümlü * Değişerek, sıra ile.
    * Değişen, sıra ile olan.
    döpiyes * Etek ceketten oluşan iki parçalıkadın giysisi.
    dörder * Dört sayısının üleştirme sayısıfatı, her birine dört, her defasında dördü bir arada olan.
    dördül * Kenarlarıve açıları birbirine eşit olan dörtgen, murabba, kare.
    * Rubaî.
    dördün * Ay veya benzeri gök cisimleri çemberlerinin yarısının aydınlık olduğu evre, yarım ay, terbî.
    dördüncü * Dört sayısının sıra sıfatı, sırada üçüncüden sonra gelen.
    dördüncü çağ * Yeryüzünün yaklaşık iki veya üç milyon yıllık çağı.
    dördüz * Dördü birlikte doğmuşolan veya bir arada bulunan.
    * Dördü bir batında doğmuşdört çocuk.
    dördüz yumrucuklar * Beyinle beyincik arasında bulunan dört kabartının adı.
    dördüzleme * (eski Yunan edebiyatında) Üçü trajedi, sonuncusu yerme dramı olan dört sahne eserinden oluşan bölüm.
    dört * Dört sayısının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 4, lV.
    * Üçten bir artık.
    * Dört sıfatı bazen “her, bütün” anlamına gelir.
    dört ayak * Dört ayaklıhayvan.
    * Elleri de ayak gibi kullanarak.
    dört ayak üstüne düşmek * tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.
    dört ayaklılar * Sürüngenleri ve memelileri içine alan bir sınıf.
    dört başımamur * her bakımdan istenildiği gibi olan, eksiksiz, kusursuz.
    dört bir * Bkz. ciharıyek.
    dört bir taraf (veya yan) * her yan, bütün çevre.
    dört bucak * Her taraf, her yer.
    dört çifte * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde dörder küreği olan tekne.
    dört dönmek * telâşla çare aramak.
    * bir işyapmak için telâşla sağa sola koşmak.
    dört dörtlük * Birlik.
    * Tam, kusursuz, mükemmel.
    dört duvar arasında kalmak * evde, kapalı bir yerde kalmak zorunda olmak.
    dört elle sarılmak (veya yapışmak) * bir işe büyük bir özen ve önem vererek girişmek.
    dört göz * Gözlüklü kimse.
    dört göz bir evlât için * “anne ve babanın bütün emek ve didinmesi evlât içindir” anlamında kullanılır.
    dört gözle beklemek (veya bakmak) * çok isteyerek veya özleyerek beklemek.
    dört işlem * Toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeden oluşan, matematiğin dört temel işlemi.
    dört kaşlı * Bıyığıyeni terleyen (delikanlı).
    * Kalın ve gür kaşlı.
    dört köşe * Kare biçiminde.
    dört köşe olmak * çok keyiflenmek, çok zevk duymak.
    dört üstü, murat üstü * işi her zaman yolunda olanlar için söylenir.
    dört yanıdeniz kesilmek * çaresiz ve umutsuz kalmak.
    dört yol * Dört yolun birleştiği yer.
    dört yol ağzı * Dört yolun birleştiği kavşak.
    dört yüzlü * Dört yüzü olan çok yüzlü.
    * Tabanıüçgen olan piramit.
    dörtcihar * Oyunda, atılan zarların ikisinin de dört benekli olan yanlarının üste gelmesi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 73

    dörtgen * Dört kenarı olan çokgen, dört kenar.
    dörtkenar * Dörtgen.
    dörtleme * Dörtlemek işi.
    * Bir gazelin her beytinin başına iki dize katılarak yapılan nazım biçimi, terbî.
    * Tarlayıdört kez sürme.
    dörtlemek * Bir şeyin sayısınıdörde çıkarmak.
    dörtlü * Dört parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dört tane bulunan.
    * İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde dört işareti bulunan kâğıt veya pul.
    * Dört kişiden oluşan müzik topluluğu, kuartet.
    dörtlü final * Dört takımın katılımı ile oynanan final maçları.
    dörtlük * Dört taneden oluşmuş, dört tane alabilen.
    * Birlik notanın dörtte biri uzunluğunda nota.
    * Dört dizelik bölümlerden oluşmuşşiir veya şiir parçası, kıta.
    * Birbirine dik iki çap boyunca dörde bölünmüşdairenin her bir dilimi.
    dörtnal * Atın en hızlıkoşma biçimi.
    * Bir işi çok çabuk yapma, acele etme.
    dörtnala * (at için) Dörtnal koşarak.
    dörtnala kaldırmak * dörtnal koşturmaya başlamak.
    dörtnala kalkmak * dörtnal koşmak.
    dörttek * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ikişer tek küreği olan tekne.
    döş * Göğüs, bağır.
    * Kaburga altı.
    döşeğe düşmek * Bkz. yatağa düşmek.
    döşek * Yatak.
    * Gemi gövdesinde, su basıncı, çarpma, karaya oturma vb. durumlarda darbeleri karşılayabilecek, yük ve
    makinelerin ağırlığına dayanabilecek dirençteki yapı gereci.
    * Dövülmek üzere harman yerine serilen ekin sapları.
    döşekli * Döşeği olan.
    * Yalpasıaz olan yayvan gemi.
    döşeli * Döşenmişolan, mefruş.
    * Bkz. dayalıdöşeli.
    döşem * Tesisat, donanım.
    döşemci * Döşeyici, tesisatçı.
    döşemcilik * Döşemcinin yaptığı iş, tesisatçılık.
    döşeme * Döşemek işi.
    * Yapılarda taban üzerine döşenen tahta vb. kaplama.
    * Bir yapının döşenmesine yarayan her türlü eşya, mefruşat.
    * Koltuk, kanepe, divan gibi eşyaların kumaş, yay, pamuk vb. bölümleri.
    * Halk edebiyatında ve türkülerden önce söylenen, bazen tekerleme biçiminde olan uyaklı giriş bölümü.
    döşemeci * Döşeme yapan (kimse).
    * Perde, koltuk, kanepe gibi eşya satan veya onaran (kimse).
    döşemeci çivisi * Özellikle mobilya döşemeciliğinde kullanılan büyük başlı, kore kesitli gövdeli, sivri uçlu ve siyah renkli çivi.
    döşemecilik * Döşeme yapma işi.
    * Döşeme alıp satma işi.
    döşemek * Bir tabanı, tahta, karo, mermer gibi yapı gereçleriyle kaplamak.
    * Açıp yaymak; kumaş, halı gibi şeyleri bir yeri iyice örtecek biçimde sermek.
    * Bir ev veya dairenin oturulabilir duruma gelmesi için gerekli eşyayı oraya yerleştirmek.
    * Yerleştirmek.
    döşemeli * Döşemesi olan.
    döşemelik * Yapılarda tabana döşemek için kullanılan (gereç).
    * Kanepe, koltuk gibi eşyanın kaplanmasına elverişli (kumaş).
    döşemesiz * Döşemesi olmayan.
    döşeniş * Döşenmek işi veya biçimi.
    döşenme * Döşenmek işi.
    döşenmek * Döşemek işi yapılmak.
    * Birine kızarak kötü ve küçük düşürücü sözler söylemek.
    * Uzun uzadıya ve yererek yazmak.
    döşetilme * Döşetilmek işi.
    döşetilmek * Döşetmek işi yaptırılmak.
    döşetme * Döşetmek işi.
    döşetmek * Döşemek işini yaptırmak.
    döşeyici * Tesisat işini yapan usta, tesisatçı.
    döşeyiş * Döşemek işi veya biçimi.
    döşgömü * Hayvanın ön iki bacağı ile göbek arasındaki etten yapılan pastırma.
    döteryum * Çekirdeğinde bir proton ve bir nötron bulunduran hidrojen atomunun bir izotopu, ağır hidrojen.
    KısaltmasıD.
    dövdürme * Dövdürmek işi.
    dövdürmek * Dövmek işini yaptırmak.
    dövdürtme * Dövdürtmek işi.
    dövdürtmek * Birine dövdürmek işini yaptırmak.
    * Dövme yaptırmak.
    dövdürtülme * Dövdürtülmek işi.
    dövdürtülmek * Birine dövdürülmek.
    dövdürülme * Dövdürülmek işi.
    dövdürülmek * Dövmek işi yaptırılmak.
    döveç * Ağaçtan yapılmışhavan.
    döven * Bkz. düven.
    dövenci * Bkz. düvenci.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 74

    döviz * Ülkeler arasıödeme yapmakta kullanılabilecek para, çek ve poliçe gibi her türlü ödeme aracı.
    * Yabancıülke parası.
    * Propaganda veya tanıtma amacıyla üzeri yazılmış bez veya karton.
    döviz kaçırmak * yurt dışına izinsiz döviz çıkarmak.
    dövizzede * Bankalara dövizle borçlanıp ev veya araba satın alan, ancak dövizin aşırıartışıdolayısıyla aldığıkredileri
    geri ödeyemeyerek edindiği malıyok pahasına elinden çıkarmak zorunda kalan kimse.
    dövme * Dövmek işi.
    * Dövülerek kabuğu çıkarılmış buğday ve bundan yapılan yemek.
    * Vücut derisi üzerine iğne gibi sivri bir araçla çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak yoluyla
    yapılan çıkmaz yazıveya resim.
    * Kızgın durumda iken dövülerek biçim verilmiş(metal eşya).
    * Dövülerek yapılan.
    dövme yapmak * vücuda dövme işlemek.
    dövmeci * Kullanılmadan önce dövülmesi gereken maden filizlerini veya diğer maddeleri döven işçi.
    * Vücuda dövme yapan kimse.
    dövmecilik * Dövme yapma işi.
    dövmek * Vurarak canınıacıtmak.
    * Çamaşır, halı gibi şeyleri tokaç, sopa gibi şeylerle vurarak temizlemek.
    * Bir şeyi toz durumuna getirmek için ezmek.
    * Ezmek veya çırpmak.
    * Ateşte kızdırılarak yumuşatılmış bir madeni, vurarak istenilen biçime getirmek.
    * Topa tutmak.
    * Çarpmak, vurmak.
    dövmelik * Mısır ve buğday dövmeye yarayan, yarma buğday yapan bir araç.
    dövülgen * Dövülerek levha durumuna geçebilen (maden).
    dövülgenlik * Madenin dövülgen olma niteliği.
    dövülme * Dövülmek işi.
    dövülmek * Dövmek işine konu olmak.
    dövülüş * Dövülmek işi veya biçimi.
    dövünme * Dövünmek işi.
    dövünmek * Aşırıüzüntü, çaresizlik, pişmanlık duyarak çırpınmak, kendi kendini dövmek.
    * Çok üzülmek.
    dövünüş * Dövünmek işi veya biçimi.
    dövüş * Dövmek işi veya biçimi.
    * Tokat, yumruk, tekme gibi saldırışlarla yapılan kavga.
    dövüşçü * Dövüşen kimse.
    dövüşken * İyi dövüşen veya dövüşmeyi seven.
    dövüşkenlik * Dövüşken olma durumu.
    dövüşme * Dövüşmek işi.
    dövüşmek * Karşılıklı birbirini dövmek.
    * (iki silâhlıkuvvet) Çatışmak.
    * Boks yapmak.
    dövüştürme * Dövüştürmek işi.
    dövüştürmek * Dövüşmelerini sağlamak.
    dragoman * Tercüman, dilmaç.
    dragon * Ejderha.
    * Batı ordularında, atlıveya yaya olarak çarpışan asker sınıfı.
    drahmi * Yunan para birimi.
    drahoma * Gelinin güveye verdiği para veya mal.
    draje * Üstü şekerli, renkli ve parlak bir madde ile kaplanmışhap.
    * Daha çok çikolata ile kaplanmışkuru yemiş.
    dram * Sahnede oynanmak için yazılmışoyun.
    * Acıklıüzüntülü olayları, bazen güldürücü yönlerini de katarak konu alan sahne oyunu türü.
    * Tiyatro edebiyatı.
    * Acıklı olay.
    drama * Dram.
    dramatik * Sahne oyununa özgü olan.
    * Coşku veren, duygularıkamçılayan.
    * Acıklı.
    dramatikleşme * Dramatikleşmek durumu.
    dramatikleşmek * Dramatik bir durum almak.
    dramatize etme * Dramatize etmek işi veya biçimi.
    dramatize etmek * (bir edebî eseri) Radyo, televizyon veya sahne oyunu biçimine getirmek.
    * Bir olayı olduğundan daha acıklı, abartılı bir biçimde ortaya koymak.
    dramaturg * Oyun yazma ve yönetme kurallarını bilen, bir oyun yazılır veya sahnelenirken bu bilgisinden yararlanılan
    kimse, oyun yazarı, tiyatro yazarı.
    dren * Hendek.
    * Ameliyat sonrasıvücut içinde kalan doku artıklarınıve sıvılarıdışarıatmak veya yara üzerindeki ihtihabı
    akıtmakta kullanılan bükülgen tüp.
    drenaj * Toprakta bitkilerin yetişmesine zararlı olan fazla suların akıtılması, akaçlama.
    * Yarada biriken sıvıyıakaçla boşaltma.
    dretnot * XX. yüzyılın başlarında kullanılan bir zırhlıtipi.
    drezin * Yol kontrol ve bakımı için demir yollarında kullanılan küçük araba.
    dripling * Topu kısa aralıklarla veya yavaşyavaşvurarak ileri götürmek.
    dripling yapmak * futbol, basketbol gibi oyunlarda topu kısa aralıklıve denetimden çıkarmayacak vuruşlarla sürmek.
    drog * Hayvan ve bitkilerden, kurutularak veya özel metotlarla toplanarak elde edilen, eczacılık ve kısmen
    sanayide kullanılan ham veya yarıham madde.
    drosera * Droseragillerden, topuz biçimindeki yapraklarının üst yüzeyi, böcekleri yakalayan yapışkan tüyler ile örtülü
    otsu bir bitki (Drosera rotundifolia).
    droseragiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi drosera olan bitki familyası.
    -du * Bkz. -dı/ -di vb.
    dua * Tanrı’ya yalvarma, yakarış.
    * İbadet veya yakarma amacıyla okunan din değeri olan metin.
    dua etmek * Tanrı’ya yalvarmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 75

    duacı * Biri için Tanrı’ya yalvaran kimse.
    duahan * Dua okuyucu.
    duasıtutmak * hayır duası gerçekleşmek.
    duasını(veya dua) almak * iyi yapılan bir işle birinin hoşnutluğunu kazanmak.
    duayen * Kordiplomatikte kıdemlilik bakımından başta gelen diplomat.
    * Bir meslekte yaşça ve kıdemce ileri olan kimse.
    duba * Yük taşımak veya köprü kurmak için kullanılan altıdüz bir tür deniz aracı.
    * İçi boş, her yanıkapalı, suyun üstünde yüzen bir tür büyük şamandıra.
    duba gibi * çok şişman.
    dubar * Kefalgillerden, 30-40 cm uzunluğunda, eti lezzetli bir balık türü (Mugil cephalus).
    dubara * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de iki benekli yüzünün üste gelmesi.
    * Oyun, hile, aldatmaca, düzen.
    dubaracı * Oyunla, hileyle, aldatmacayla, düzenle işgören (kimse), düzenci.
    dubaracılık * Dubaracının yaptığı iş, hilekârlık.
    dublâj * Çekilmiş bir filmi sonradan sözlendirme.
    * Yabancıdildeki filmlerin yerli veya başka bir dile çevrilmesi işi.
    dublâjcı * Sözlendirici, seslendirici.
    dublâjcılık * Sözlendiricilik, seslendiricilik.
    duble * Belirli miktarın veya büyüklüğün iki katı.
    * Giysilerin iç bölümüne geçirilip kumaşla birlikte dikilen astar veya giysilerin içine ayrı olarak giyilen
    giyecek.
    duble etmek * astar geçirmek.
    dubleks * Çift katlı.
    dubleks daire * Kendi iç merdiveni ile bağlanan iki ayrıkattan oluşan tek daire.
    dublör * Bir oyuncunun yerine oynayabilecek başka oyuncu.
    dublörlük * Dublör olma durumu, dublörün yaptığı iş.
    duçar * Uğramış, yakalanmış, tutulmuş.
    duçar olmak * uğramak, tutulmak.
    dudağını(veya dudaklarını) ısırmak * yakışıksız bir durum karşısında şaşmak.
    dudağını bükmek * ağlayacak gibi olmak.
    dudağının ucuna gelmek * hemen söyleyecek durumda olmak.
    dudak * Ağzın, dişleri örten ve dışarıya doğru az veya çok kıvrılan üst ve alt kenarlarından her biri.
    * Ağız.
    dudak benzeşmesi * Dudak ünsüzlerinin veya yuvarlak ünlülerin düz ünlüleri etkileyip yuvarlaklaştırması.
    dudak boyası * Dudakları boyamak için kullanılan kokulu, renkli madde, ruj.
    dudak bükmek * bir şeyi beğenmediğini, küçümsediğini belli etmek, umursamamak, küçüksemek, pek aldırışetmemek.
    dudak çukuru * Üst dudağın ortasındaki oluk.
    dudak dudağa gelmek (veya kalmak) * öpüşmek.
    dudak eşlemesi * Sözlendirmede, perdedeki görüntüde yer alan dudak hareketlerine uygun ses çıkarma.
    dudak ısırtmak * hayran bırakmak.
    * hayrete, şaşkınlığa düşürmek.
    dudak kalemi * Rujun daha kalıcı olmasınısağlayan ve dudak çizgilerini belirlemeye yarayan kalem.
    dudak payı bırakmak * bardak veya fincan gibi kapları, ağzına kadar doldurmayıp dudağın yanaşabileceği kadar boş bir yer
    bırakmak.
    dudak sarkıtmak * somurtmak.
    dudak tiryakisi * İçtiği sigaranın dumanını içine çekmeksizin dışarıüfleyen tiryaki.
    dudak ucuyla söylemek * belli belirsiz anlatmak, isteksizce söylemek.
    dudak ünsüzü * Ağız boşluğundan gelen havanın dudaklara çarpıp patlamasıyla veya dudakların aralığından sızmasıyla
    oluşan ünsüz.
    dudak yarığı * Bkz. tavşan dudağı.
    dudaksıl * Boğumlanma noktasıdudaklarda bulunan ses çeşidi.
    dudaksıllaşma * Bazıkelimelerde çeşitli sebeplerle düz ünlülerin yuvarlaklaşmasıveya ünsüzlerin dudak ünsüzlerine
    dönmesi: dîvâr > duvar, konşı> komşu gibi.
    dudu * Kadınlara verilen bir unvan, hanım.
    * YaşlıErmeni kadını.
    dudu dilli * Çok konuşan, tatlıdilli (kadın).
    duetto * Bir kadın ve bir erkek sesin sözleri dönüşümlü olarak okuduklarıhafif müzik parçası.
    duhul * Girme, giriş.
    duhuliye * Girişücreti.
    duhuliye kartı * Giriş belgesi, girimlik.
    -duk * Bkz. -dık / -dik vb.
    duka * Dük unvanının eskiden kullanılan biçimi.
    * Bir çeşit Venedik altın akçesine verilen ad.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 76

    dukalık * Bir dukanın yönetiminde bulunan ülke.
    dul * Eşi ölmüşveya eşinden boşanmış(kadın veya erkek).
    dul kalmak * (kadın veya erkek için) eşi ölmek.
    dulaptal otu * Dulaptal otugillerin örnek bitkisi olan, Kuzeydoğu Anadolu dağlarında yetişen çiçekleri güzel kokan, çalı
    görünüşünde, çok yıllık bir bitki (Daphne mezereum).
    dulaptal otugiller * Örnek bitkisi dulaptal otu olan, taçsız iki çeneklilerden bir familya.
    dulavrat otu * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki (Arctium tomentosum).
    dulda * Yağmur, güneşve rüzgârın etkileyemediği gizli, kuytu yer, siper.
    * Esirgeme, koruma, himaye.
    dulda tutmak * üstüne çekmek, örtünmek, koruyacak biçimde sarınmak.
    duldalama * Duldalamak işi.
    duldalamak * Korumak, siper altına almak.
    duldalanma * Duldalanmak işi.
    duldalanmak * Korumak, siper altına girmek.
    duldalı * Duldası olan.
    duldasız * Duldası olmayan.
    dulluk * Dul olma durumu.
    duluk * Yüz.
    * Şakak.
    * Yüzün şakakla çene arasındaki yanı.
    Duma * Çarlık zamanında Rus parlâmentosuna verilen ad.
    dumağı * Nezle, ingin, zükâm, nevazil.
    duman * Bir maddenin yanması ile çıkan ve içinde katızerrelerle buğu bulunan kara veya esmer renkli gaz.
    * Havalanan tozların veya sisin havada oluşturduğu bulanıklık.
    * Kötü, yaman.
    * Esrar.
    duman almak * sis kaplamak, sis bürümek.
    * sigara dumanını içine çekme.
    duman altı olmak * esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek.
    duman attırmak * kötü duruma düşürmek, geride bırakmak, birini yıldırmak.
    duman etmek * dağıtmak, bozmak, yok etmek.
    * yenmek, başarı sağlamak.
    duman olmak * işi, durumu berbat olmak.
    * (bir kimse veya bir şey) ortadan kaybolmak.
    duman rengi * Koyu kül rengi, füme.
    * Bu renkte olan.
    dumana boğmak * bunaltmak, şüphe içinde bırakmak.
    dumanıdoğru çıksın * “iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun yeter” anlamında kullanılır.
    dumanıüstünde * (sebze, meyve, yemek için) çok taze.
    * çok yeni, üzerinden çok zaman geçmemiş.
    dumanıvermek * ortalığıkarıştırmak.
    dumanlama * Dumanlamak işi.
    dumanlamak * Dumanlıduruma getirmek; dumana tutmak.
    dumanlanma * Dumanlanmak durumu.
    dumanlanmak * Dumanlıduruma gelmek.
    * Bulanmak, karışmak.
    dumanlı * Duman olan, duman çıkaran.
    * Sisli, sisle örtülü.
    * Sıkıntılı, bulanık; esrik, sarhoş.
    dumansız * Dumanı olmayan, duman çıkarmayan.
    dumdum * Baştarafıhaç biçimi çentilmiş, çarptığıyerde tehlikeli yaralar açan bir tür tüfek kurşunu.
    dumur * Körelme.
    dumura uğramak * körelmek.
    dun * Alçak, aşağı, aşağılık.
    * Altta, aşağıda.
    duo * İki ses veya iki müzik.
    * Karşılıklı iki kişi tarafından söylenen şarkı.
    dupduru * Çok duru.
    -dur * -dır / -dir vb.
    -dur- * Bkz. -dır- / -dir- vb.
    dur (veya durun!) * “biraz zaman geçsin” anlamıyla cümlelerin başına gelir.
    dur durak (veya dur dinlen, dur otur) yok * durup dinlenmeden sürekli çalışmayıanlatır.
    duraç * Turaç.
    duraç * Heykel, sütun gibi şeylerin üstüne konulduğu parça, ayak, taban, kaide.
    durağan * Yerini değiştirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit.
    * Etkin olmayan, gelişmemiş.
    durağan elektrik * Kimyasal olarak enerjinin depo edildiği akümülâtörün ürettiği elektrik.
    durağanlaşma * Durağanlaşmak işi veya durumu.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 77

    durağanlaşmak * Durağan duruma gelmek.
    durağanlık * Durağan olma durumu.
    durak * Tren, tramvay, otobüs gibi genel taşıtların durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer.
    * Cümle sonundaki nokta.
    * Hece ölçüsüyle yazılmışşiirlerde ölçü kalıpları içindeki durma yerleri.
    * Bir ölçü uzunluğunda susma.
    * Konuşmada, anlamın gerektirdiği biçimde kelimeler arasındaki ses kesintisi.
    duraklama * Duraklamak durumu.
    * İlerlemekte bulunan bir birliğin, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüşünü durdurması.
    duraklamak * (hareket durumundaki bir şey) Kısa bir süre için durmak veya arada bir durmak.
    * Bir süre ses çıkarmamak, bir şey söylememek, duraksamak, tereddüt etmek.
    duraklatma * Duraklatmak işi.
    duraklatmak * Bir şeyin duraklamasını sağlamak.
    duraklayış * Duraklamak işi veya biçimi.
    duraklı * Durağı olan.
    * Hep aynıyerde kalan, hep aynıyerde tekrarlanan.
    duraklıdalga * Bütün noktalarıaynıanda, zıt ve aynıfazlıtitreşimler yapan dalga, kararlıdalga.
    duraklık * Durak olma durumu.
    * Durgunluk.
    duraksama * Duraksamak durumu, tereddüt.
    duraksamak * Ne yapmak veya ne demek gerektiğini kestiremeyerek duraklamak, tereddüt etmek.
    duraksamalı * Duraksayan, tereddütlü.
    duraksamasız * Duraksaması olmayan, tereddütsüz.
    duraksayış * Duraksamak işi veya biçimi.
    duraksız * (otobüs için) Mola vermeden, duraklarda durmadan.
    dural * Hep bir durumda ve hiç değişmeden kalan.
    duralama * Duralamak durumu.
    duralamak * Duraklamak.
    duralayış * Duralamak işi veya biçimi.
    durallık * Dural olma durumu.
    durdu, durdu, turnayı gözünden vurdu * uzun süre bekledi, ama sonunda büyük bir kazanç elde etti.
    durduğu yerde * hiçbir emek harcamadan.
    * gereği yokken.
    durdurma * Durdurmak işi.
    durdurmak * Durmasını sağlamak.
    durdurtma * Durdurtmak işi.
    durdurtmak * Durmasını sağlamak, durmasına yol açmak.
    durdurulma * Durdurulmak işi.
    durdurulmak * Durdurmak işi yapılmak.
    durduruş * Durdurmak işi veya biçimi.
    durendiş * Uzağı görür, ileriyi düşünür, ön görülü.
    durgu * Olmakta olan bir şeyin birdenbire durarak kesilmesi, sekte.
    * Bir müzik eserinde, bitişetkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü.
    durgun * Kımıldanışve canlılık göstermeyen, dingin, sakin.
    * Neşesiz, keyifsiz, sessiz, canlı olmayan.
    * Canlı olmayan, sönük, hareketsiz.
    durgun şişkinlik * Ekonomideki durgunluk ve enflâsyonun aynıanda yaşanması, stagflâsyon.
    durgunlaşma * Durgunlaşmak durumu.
    durgunlaşmak * Durgun olma durumu.
    durgunlaştırma * Durgunlaştırmak işi.
    durgunlaştırmak * Durgun duruma getirmek.
    durgunluk * Durgun olma durumu.
    durgunluk çökmek * sessiz, sakin duruma girmek.
    durma * Durmak durumu.
    * Eğleşme, eğlenme, tevakkuf.
    durmadan * Ara vermeden, kesintisiz, sürekli.
    durmak * Hareketsiz kalmak, yürümez olmak.
    * İşlemez olmak, çalışmamak.
    * Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek.
    * Dinmek, kesilmek.
    * Varlığınısürdürmek.
    * Var olmak.
    * Beklemek, dikilmek.
    * Yaşamak.
    * Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak.
    * Kalmak.
    * Hareketsiz durumda olmak.
    * Bir yerde olmak veya bulunmak.
    * Belli bir durumda, bir görevde bulunmak.
    * (olumsuz biçimiyle) Ara vermeden, sürekli olarak.
    * Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek.
    * Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almışfiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
    Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.
    durmuşoturmuş * olgun, davranışlarıtutarlı(kimse).
    * tutarlı, aşırılığa kaçmamış.
    durmuşoturmuşluk * olgunluk, tutarlılık.
    duromer plâstik * Sıkıağyapılımoleküllerden oluşan sert ve katıplâstik türü.
    -durt- * Bkz. -dırt- / -dirt- vb.
    duru * Bulanıklığı olmayan, temiz, berrak.
    * (ten) Pürüzsüz.
    * (dil, üslûp için) Arınmış, karışık olmayan.
    durucu * Sürekli kalan, oturan.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 67

    donam * Bir evin kapı, pencere, tavan, döşeme gibi bölümleri.
    * Gemi ve sandalların donatılması.
    donama * Süsleme, tezyin.
    donamak * Süslemek, tezyin etmek.
    donanım * Bir gemi direğine, bir yelkene veya başka bir parçaya bağlı bulunan halat ve makara gibi manevra araçları.
    * Tesisat, döşem.
    * Bir bilgisayarda bulunan fiziksel birimler.
    donanım kilidi * Bilgisayarda bazıprogramların izinsiz kullanılmasınıengelleyen kilit.
    donanma * Donanmak işi.
    * Bir devletin deniz kuvvetleri, savaşgemileri.
    * Belli bir amaçla kullanılan gemilerin bütünü.
    * Bayramlarda, sevinçli günlerde bayrak, ışık kullanarak, fişek yakarak yapılan şenlik.
    donanmak * Giyinip kuşanmak, süslenmek.
    * Yayılıp kaplanmak.
    * Işıklıduruma gelmek, ışıklarla bezenmek.
    * Gerekli nesneler vb. bir araya getirilip süslenmek, gösterişli duruma getirilmek.
    donatı * Donatmaya yarayan şeyler, teçhizat.
    donatılma * Donatılmak işi.
    donatılmak * Donatmak işine konu olmak veya donatmak işi yapılmak.
    donatım * Donatma, teçhiz.
    * Bir fabrikayı, bir hava alanını, bir spor kuruluşunu veya bir askerî birliği etkinlik göstermesi için gerekli
    araç ve gereçlerle donatma.
    * Bir sanat eserinde ikinci derecede olan ayrıntılar, yardımcıögeler.
    donatımcı * Bir film veya tiyatro eseri için gerekli sahne donatımı işini yöneten kimse.
    donatış * Donatmak işi veya biçimi.
    donatma * Donatmak işi, teçhiz.
    donatmak * Birinin giyimini sağlamak.
    * Göz alıcışeyler kullanarak gösterişli bir duruma getirmek, süslemek.
    * Bir şeyin işgörebilmesi için gereken nesneleri, gereçleri katmak, teçhiz etmek.
    * Sövmek veya azarlamak.
    donattırma * Donattırmak işi veya durumu.
    donattırmak * Donatmak işini yaptırmak.
    donduraç * Derin dondurucu, dipfriz.
    dondurma * Dondurmak işi.
    * Şekerli sütün veya meyve sularının dondurulmasıyla hazırlanan soğuk yiyecek.
    dondurmacı * Dondurma yapan veya satan kimse.
    * Dondurma satılan yer.
    dondurmacılık * Dondurmacı olma durumu.
    * Dondurma yapma ve satma işi.
    dondurmak * Donmasını sağlamak.
    * Bir şeyi değiştirilemez durumda tutmak.
    dondurucu * Donmaya yol açan, donduran.
    * Çok soğuk, çok üşüten.
    dondurulma * Dondurulmak işi.
    dondurulmak * Dondurmak işine konu olmak veya dondurmak işi yapılmak.
    * Değişmez duruma getirilmek.
    dondurulmuş * Buz durumuna getirilmiş.
    * Soğukta korunmuş, soğuktan katılaşmış.
    done * Bkz. veri.
    donkişotluk * Gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışma durumu.
    donlu * Donu olan.
    donma * Donmak işi.
    donma derecesi * Bir maddenin akışkan durumdan katıduruma geçtiği (santigrat) derece.
    donma noktası * Suyun donmaya başladığıderece.
    * Eriyik hâlde bulunan bir metalin kendi özelliğine bağlı olarak donmaya başladığı andaki ısıderecesi.
    donmak * Soğuğun etkisiyle katıduruma gelmek, buz tutmak.
    * (canlılar) Yaşamınıyitirmek, soğuktan ölmek.
    * Çok üşümek.
    * (bitki için) Soğuktan zarar görmek; yararlanılmaz duruma gelmek.
    * Kimyasal bir etki ile katılaşmak.
    * Eriyik hâlde bulunan bir metalin katıhâle geçmeye başlamasıhâli.
    * Beklenmedik bir durum karşısında birden hareketsiz kalmak.
    * Gelişmemek, yeniliklere açık olmamak.
    donmuşsebze * Daha sonra kullanılmak üzere bir kap içinde dondurulmuştaze sebze.
    donra * Saç kepeği, kaşkonağı.
    * Kalınlaşmış, tabaka durumuna gelmişkir.
    donsuz * Don giymemişolan.
    * Yoksul; serseri.
    donuk * Parlaklığı olmayan, mat.
    * (göz için) Canlılığı olmayan, fersiz.
    * Canlılığı az olan, durgun, uyuşuk.
    donuk donuk * Canlılığı olmayarak.
    * Rengini ve parlaklığınıyitirmiş, mat.
    donuklaşma * Donuklaşmak durumu.
    donuklaşmak * Donuk duruma gelmek.
    donuklaştırma * Donuklaştırmak işi.
    donuklaştırmak * Donuk duruma getirmek.
    donukluk * Donuk olma durumu.
    donuna etmek * donuna küçük veya büyük abdestini yapmak.
    donuna kaçırmak * istemeyerek donuna küçük veya büyük abdestini yapmak.
    donuna yapmak (veya doldurmak) * (çocuk) küçük veya büyük abdestini donuna etmek.
    * çok korkmak.
    donup kalmak * Bkz. donakalmak.
    dopdolu * Büsbütün dolu.
    doping * Bir spor yarışmasısırasında vücuda üstün hareket ve enerji sağlamak için kullanılan uyarıcı ilâç.
    doping yapmak * bazı bedensel özellikleri değiştiren veya çok artıran bir uyarıcımaddeyi çok az miktarda vermek.
    * uyarıcıetkide bulunmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 68

    dopingleme * Doping yapma.
    dopinglemek * Doping yapmak.
    doru * Gövdesi kızıl, ayaklarıve yelesi koyu renkli olan (at).
    * Bu renkte olan (at donu).
    doruk * Dağ, ulu ağaç gibi yüksek şeylerin tepesi, en yüksek yeri, zirve, şahika.
    * En üstün başarıdüzeyi.
    doruk çizgisi * Yüksek dağlarda, doruk uçlarını birbirine bağlayan ve bitişik iki aklanıayıran sınır.
    doruk dal * Aşıdan gelişen sürgünün dik uzaması ile oluşan ve ağacın gövdesini meydana getiren dal.
    doruk toplantısı * Devlet katındaki en yetkili kişilerin bir araya gelerek yaptıkları görüşme.
    doruklama * Doruklamak işi.
    * Tepeleme.
    doruklamak * Bir kabıtepeleme doldurmak.
    dorum * Deve yavrusu.
    dosdoğru * Çok doğru.
    * Sağa sola sapmadan.
    dost * Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen (kimse), düşman karşıtı.
    * İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan.
    * Erkek ve kadının evlilik dışı ilişki kurduğu kimse.
    * Bazıhayvanların sahibine gösterdiği sevgi için kullanılır.
    * Bir şeye düşkün olan, aşırı ilgi duyan kimse.
    dost ağlatır, düşman güldürür (veya dost sözü acıdır) * dost olan kimsenin söylediği söz, acıda olsa, insanın iyiliği içindir.
    dost başa, düşman ayağa bakar * temiz giyinip kuşanmanın gerekliliğini anlatır.
    dost düşman * Herkes (herkese).
    dost edinmek * dost kazanmak.
    dost kara günde belli olur * gerçek dostlar ancak üzüntülü, sıkıntılı günlerde insanıyalnız bırakmamakla belli olur.
    dost kazığı * Dost bilinen kimseden gelen zarar veya kötülüğü anlatırken kullanılır.
    dost olmak * yakınlık kurmak, ahbap olmak.
    dost tutmak * (erkek veya kadın) evlilik dışı ilişki kurmak.
    dosta düşmana karşı * dostalara üzüntü vermemek, düşmanlarıda sevindirmemek için, ele güne karşı.
    dostane * Dostça.
    dostça * Dosta yakışır (biçimde).
    * Dost gibi.
    dostlar alışverişte görsün (diye) * gösterişolsun, işgörüyor densin (diye).
    dostlar başına * iyi bir şeyi dostaları için de dilemek amacıyla kullanılır.
    dostlar başından ırak * kötü bir durumun ağırlığını belirtmek için kullanılır.
    dostlar şehit, biz gazi * tehlikeli işleri başkalarına bırakıp kendileri sonuçtan yararlanmak için bir kenara çekilenlerin bencilliğini
    alay yollu anlatır.
    dostlaşma * Dostlaşmak işi veya durumu.
    dostlaşmak * Dost durumuna gelmek, dost olmak.
    dostluk * Dost olma durumu; dostça davranış.
    dostluk başka, alışveriş başka * iki kişi arasındaki dostluk, alışverişte birinin ötekine özveri ile davranmasını gerektirmez.
    dostluk etmek * yakınlık kurmak, dost gibi candan davranmak.
    dostluk kantarla, alışverişmiskalle * işilişkilerine dostluk karıştırılmamalıdır anlamında kullanılır.
    dostluk kurmak * yakınlık, ahbaplık kurmak.
    dostluk okkayla, alışverişdirhemle * “dostluğun tartısı olmaz, alışverişise ölçüye göre olur” anlamında kullanılır.
    dostsuz * Dostu olmayan.
    dostun attığıtaş başyarmaz * dostun acısözünden veya sert davranışından insana kötülük gelmez.
    dosya * Aynıkonu, aynıkimse, aynı işle ilgili belgeler bütünü.
    * Bu gibi belgelerin toplandığıkartondan kap.
    dosya açmak (veya hazırlamak) * bir kimse, konu veya işle ilgili yeni bir dosya düzenlemek.
    dosyalama * Dosyalamak işi.
    dosyalamak * (yazıları) Dosyaya koymak.
    dosyalanma * Dosyalanmak işi.
    dosyalanmak * Dosyalamak işi yapılmak veya dosyalamak işine konu olmak.
    doya doya * Doyuncaya kadar.
    doyasıya * Doyuncaya kadar, bol bol.
    doygu * Yaşamayısağlayacak besin, rızk.
    doygun * Her türlü ihtiyacını gidermişolan, tatmin olmuş, müstağni.
    doygunlaşmak * İyice doymak veya doygun bir duruma gelmek.
    doygunluk * Doygun olma durumu veya gönül tokluğu, istiğna, tatmin.
    * Bir isteğin yerine gelmesi, bir şeyin elde edilmesi, varılmak istenen bir hedefe ulaşılmasından doğan duygu,
    tatmin.
    doyma * Doymak işi.
    * a) bir gazın, belli bir sıcaklıkta o sıcaklığa özgü olan en büyük basınç altında bulunması; b) yeğinliği gittikçe
    artırılan bir manyetik alanın içindeki bir çelik çubuğun alabileceği en çok manyetizmayıalmışolması.
    * Bir sıvının içinde belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimiş bulunması, iş ba.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 69

    doymak * İsteği kalmayıncaya kadar yemek, açlığıkalmamak.
    * Yeter bulmak, kanmak, tatmin olmak.
    * Bir ihtiyacınıyeteri kadar karşılamak.
    * (olumsuz biçimde) Bıkmamak.
    doymaz * Doymak bilmeyen, aç gözlü.
    doymazlık * Doymaz olma durumu, aç gözlülük.
    doymuş * Bir şey yiyerek tok duruma gelmiş.
    * İsteği kalmamış, isteği giderilmiş, tatmin olmuş.
    * Doyma durumuna gelmiş(gaz, sıvıveya elektromıknatıs), meş bu.
    doyulma * Doyulmak durumu.
    doyulmak * Doymak.
    doyum * Eldekinden hoşnut olma durumu, yetinme; kanma, kanaat.
    * Bazı istekleri giderme, tatmin.
    doyum evi * Gösterişsiz, küçük lokanta.
    doyum olmamak * tadına doyulmamak, bir şeyden bıkılmamak.
    doyumlu * Doyumu bulunan.
    doyumluk * Doyulacak kadar (miktar).
    * Çapul, yağma.
    doyumsuz * Bir türlü tatmin olmayan, bıkılmayan.
    doyumsuzluk * Doymama durumu.
    * Tatmin olamama, cinsel birleşmede orgazma ulaşamama.
    doyunma * Doyunmak işi veya durumu.
    doyunmak * Yeteri kadar yemişolmak, doymak.
    doyuran * Bir sıvının içinde eriyerek onu doyma durumuna getiren (madde).
    * Bir çelik çubuğu doyma durumuna getiren indükleyici manyetik alan.
    doyuran buhar * Kendi sıvısı ile doyma durumunda olan buhar.
    doyurma * Doyurmak işi.
    doyurmak * Açlığını gidermek.
    * Geçindirmek, yaşamasını sağlamak.
    * Kandırıcı, inandırıcı, yeterli olmak, tatmin etmek.
    * Para yedirmek.
    * Bir maddenin içine alabileceği kadar başka bir madde katmak.
    * Doyma durumuna getirmek.
    doyurucu * Doyurma özelliği bulunan, tatminkâr.
    * Kandırıcı, inandırıcı, yeterli.
    doyurulma * Doyurulmak işi.
    doyurulmak * Doyurmak işine konu olmak.
    doyuruş * Doyurmak işi veya biçimi.
    doyuş * Doymak işi veya biçimi.
    doyuşma * Doyuşmak işi.
    doyuşmak * Karşılıklıdoymak.
    doz * Bir ilâcın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı.
    * Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze.
    * Genellikle bir davranışta, bir konuşmada vb. nde yeterli görülen ölçü.
    dozaj * Dozu ayarlama.
    * Düzem.
    dozer * Tırtıllıveya lâstik tekerlekli yol yapım makinesi, buldozer, yoldüzler.
    dozunu kaçırmak (veya dozu kaçmak) * ölçüyü aşmak, aşırı gitmek.
    Döger * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.
    döğen * Bkz. döven.
    döğme * Bkz. dövme.
    döğmeci * Bkz. dövmeci.
    döğmek * Bkz. dövmek.
    döğmelik * Bkz. dövmelik.
    döğünme * Bkz. dövünme.
    döğünmek * Bkz. dövünmek.
    döğüş * Bkz. dövüş.
    döğüşçü * Bkz. dövüşçü.
    döğüşçülük * Bkz. dövüşçülük.
    döğüşken * Bkz. dövüşken.
    döğüşmek * Bkz. dövüşmek.
    döke döke * Dökerek.
    döke saça * Dağıtarak.
    dökme * Dökmek işi.
    * Bir yerden bir yere dökülen, aktarılan.
    * Kapların içinde olmayan, yığın biçiminde ortaya dökülmüşolan.
    * Kalı ba dökülmek yoluyla yapılmış.
    dökme (veya taşıma) su ile değirmen dönmez * yetersiz ve gelişi güzel önlemlerle işgörülemez, yürütülemez.
    dökme demir * İçinde % 2’den % 6’ya kadar karbon bulunan bir demir-karbon alaşımı, font, pik (l).
    dökmeci * Dökümcü.
    dökmecilik * Dökümcülük.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 70

    dökmek * Sıvıveya tane durumunda olan şeyleri bulunduklarıyerden, kaptan başka bir yere boşaltmak.
    * Belli bir yere boşaltmak.
    * Akıtmak, düşürmek.
    * Saçmak, serpmek.
    * Salmak, bırakmak.
    * Üstünde bulunan bir şeyi düşürmek.
    * Teninde kızamık, kızıl, su çiçeği hastalıklarında olduğu gibi kırmızılekeler çıkmak.
    * Maden, mum eriyiği veya çimento, alçı gibi şeyleri kalı ba akıtarak biçim vermek, döküm yapmak.
    * Sulu hamuru kızgın yağveya tepsinin içine akıtarak pişirmek.
    * Bir yere çokça bir şey yığmak, taşımak.
    * Bol bol vermek, ödemek, sarf etmek.
    * Çok söylemek.
    * Bir şeyi yok etmek için atmak.
    * Çok sayıda öğrenciyi sınavda veya bir üst sınıfa geçirmede başarısız saymak.
    * Bir işte veya bir konuyu ele alış biçiminde değişiklik yapmak.
    * Açığa vurmak, söylemek, ortaya koymak.
    * Yakmak, tutuşturmak.
    * Kullanmak, harcamak, sarf etmek.
    döktürme * Döktürmek işi.
    döktürmek * Dökmek işini yaptırmak.
    * Kolaylıkla ve güzel söylemek, yazmak veya oynamak.
    dökük * Dökülmüş.
    * Çok eskimiş.
    * Dökümlü.
    döküklük * Dökülmüşolma durumu.
    dökülgen * Bir çeşit üzüm.
    dökülme * Dökülmek işi.
    dökülmek * Dökmek işi yapılmak veya dökmek işine konu olmak.
    * Kır, sokak gibi yerlerde insanlar çokça birikmek.
    * Çok eskimişolmak, değerini ve güzelliğini yitirmek.
    * (kumaşiçin) Dökümlü olmak.
    * Çok yorgun, hasta olmak.
    * Bir işi, bir konuyu ele alış biçiminde değişiklik olmak.
    * (akarsular için) Göl veya denizde son bulmak.
    * Yerinden ayrılmak, düşmek.
    * Çıkmak, ortaya konulmak.
    * Salınmak, serbest bırakılmak.
    * Kaplamak, yayılmak.
    dökülüp saçılmak * soyunmak, çok açılmak.
    * bir şey uğruna çok para harcamak.
    dökülüş * Dökülmek işi veya biçimi.
    döküm * Kalı ba dökme işi ve bunun yapılışyöntemi.
    * Kalı ba dökme yoluyla yapılmış(nesne).
    * Kumaşın dökümlü olma niteliği.
    * Bir şeyi ayrıntılı olarak ortaya koyma.
    * Dökülme zamanı.
    döküm evi * Fabrikalarda döküm yapılan yer.
    dökümcü * Döküm işleri yapan kimse, dökmeci.
    dökümcülük * Dökümcünün işi ve zanaatı, dökmecilik.
    dökümhane * Döküm evi.
    dökümleme * Dökümlemek işi.
    dökümlemek * Bir işin dökümünü yapmak.
    dökümlü * Niteliğinden ötürü kolayca istenilen biçim verilebilen (kumaş).
    dökünme * Dökünmek işi.
    dökünmek * Kendi üstüne dökmek.
    * Rahat bir kıyafet giymek.
    döküntü * Dökülmüş, saçılmışşeyler.
    * Bir topluluktan geri kalmışkimseler.
    * Bazıhastalıklarda görülen çı ban, leke, uçuk gibi hastalık belirtisi.
    * Deniz yüzüne yakın, üzerinde dalgaların çatladığıkaya kümesi.
    * İşe yaramayan, değersiz, kötü, berbat.
    * Değersiz, bayağı, ayak takımından olan.
    * Parçalanan taşların yamaç aşağıkayması, yuvarlanması, etekte birikmesiyle oluşan yer.
    * (kâğıtçılıkta) Üretimin herhangi bir safhasında ıskartaya çıkan, genellikle tekrar hamur hâline getirilen, yaş
    ve kuru biçimleri olan kâğıt veya karton artığı.
    döküntülü * Döküntüsü olan.
    * Deride döküntü ile görülen, döküntü ile beliren (hastalık).
    döküntüsüz * Döküntüsü olmayan.
    döküp saçmak * dağıtmak, ziyan etmek.
    döl * Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya yeni bireylerin bütünü, zürriyet, nesil.
    * Yavru, çocuk.
    döl almak * cins bir hayvandan yararlanarak iyi cins yavru almak.
    döl ayı * Hayvanların yavruladıklarıay.
    döl döş * Çocuklar ve torunlar, soy sop.
    döl döşsahibi olmak * çocuk ve torunları bulunmak.
    döl eşi * Etene, son, meşime.
    döl vermek * yavru vermek, üremek.
    * ürün vermek.
    döl yatağı * Memelilerde dölün ana karnında iken, içinde bulunduğu organ, rahim.
    döl yolu * Döl yatağının ağzından dışarıya doğru uzanan yol, vagina.
    dölek * Ağır başlı, uslu, ağır davranışlı.
    * Düz, engebesiz (toprak parçası).
    dölleme * Döllemek işi, ilkah.
    döllemek * Erkek gamet bir yumurtacıktaki dişi gametle kaynaşmayısağlayarak yumurtacığıtam bir hücre durumuna
    getirmek, ilkah etmek.
    dölleniş * Döllenmek işi veya biçimi.
    döllenme * Erkek gametle dişi gametin kaynaşmasıyla yumurtacığın embriyon durumuna gelmesi, aşılanma, ilkah.
    * Tozlaşma.
    döllenmek * Döllemek işine konu olmak, aşılanmak.
    döllenmesiz * Döllenmemişolan.
    döllenmesiz üreme * Döllenmemişyumurtanın gelişmesiyle oluşan üreme biçimi, partenogenez.
    döllü döşlü * Dölü döşü olan.
    * Çocuk veya torun sahibi olarak.
    dölüt * Embriyonun, bütün organları belirdikten sonra aldığı ad, cenin.
    dömifinal * Yarıfinal.
    dömivole * Futbolda topun yere vurup sektiği anda, ayakla yapılan vuruş.
    dönbaba * Turnagagası.
    döndürme * Döndürmek işi, irca, tahvil.
    döndürmek * Dönmesini sağlamak.
    * Çevirmek.
    * Sınıfta bırakmak.
    * Düzene koymak, yönetmek.
    döndürülme * Döndürülmek işi.
    döndürülmek * Döndürmek işine konu olmak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 71

    döndürüp dolaştırmak * dolaylıyoldan anlatmak.
    döndürüş * Döndürmek işi veya biçimi.
    döne döne * Dönerek, çevrilerek.
    döneç * Dalgalıakımlıelektrik motor veya dinamolarında hareketli bölüme verilen ad, rotor.
    dönek * İnanç ve düşüncesini sık sık değiştiren, sözüne güvenilmeyen, kaypak.
    dönekçe * Döneğe yakışacak biçimde (olan).
    döneklik * Dönek olma durumu.
    * Döneğe yakışacak biçimde davranış.
    dönel * Kendi ekseni çevresinde dönerek oluşmuş.
    döneleme * Dönelemek işi.
    dönelemek * Dolaşmak, dolaşıp durmak.
    dönelme * Dönelmek işi.
    dönelmek * En yüksek noktaya çıktıktan sonra alçalmaya başlamak.
    dönem * Belli özellikleri olan zaman parçası, devre, devir, periyot.
    * Bir çağiçinde belli özellikleri olan sınırlısüresi.
    * Yasama meclisinin iki seçilişi arasındaki zaman süresi, devre.
    * Bir yıl içindeki iki ayrıöğretim süresi.
    * Boksta üçer dakikalık dövüşme sürelerinden her biri, raunt.
    dönemeç * Bir yolun yön değiştirdiği yer, viraj.
    * Bir durumda, tutumda, davranışta, düşüncedeki aşama.
    dönence * Yer küresi üzerinde, güneş ışınlarının yılda iki kez dik açı ile geldiği, sıcak kuşağın kuzey ve güney
    sınırlarını oluşturan ve eşliğin 23° 27° kuzey ve güneyinden geçen çemberleri.
    dönence yıl * Güneş’in ilkbahar noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre (365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye).
    dönencel * Dönence ile ilgili.
    dönencel ay * Ay’ın ilkbahar noktasından geçen saat dairesinden art arda iki geçişi arasındaki süre (27 gün 1 saat 43
    dakika).
    dönenceli * Münavebeli.
    dönenme * Dönenmek işi.
    dönenmek * Olduğu yerde veya bir şeyin çevresinde dönmek.
    * Fırsat kollayarak istediği bir şeyin çevresinde dönmek.
    döner * Dönmekte olan, dönen, dönecek biçimde düzenlenen.
    * Bir eksene geçirilmişetlerin döndürülerek pişirilmesiyle yapılan kebap, döner kebap.
    döner ayna * Arkalıönlü ayna, iki tarafıda aynalıcam.
    * İki yüzlü, riyakâr (kimse).
    döner kapı * Üç veya dört kanatlı, düşey ekseni çevresinde dönerek geçişsağlayan kapı.
    döner kavşak * Yol ortalarına inşa edilmişaksi yöne veya sola dönüşleri sağlayan ada.
    döner kebap * Bkz. döner.
    döner kule * Kulelerin üzerine kurulmuşkendi ekseni etrafında yavaşça dönen kule.
    döner sahne * Bir oyunun sergilenmesi sırasında kolayca dönüp seyircilerin önüne geçebilecek, kullanıma hazır sahne.
    döner sermaye * Kamu maliyesi alanında belirli ve sürekli bir amacın elde edilmesi için genel veya katma bütçeden bir
    miktar paranın, azaltılmamak şartı ile kuruluşa veya bu kuruluşla ilgili işletmelere verilmesi, mütedavil sermaye.
    dönerci * Döner yapıp satan kimse.
    dönercilik * Dönercinin işi.
    döngel * Muşmula.
    döngel orucu * Sürekli olarak aç kalma.
    döngü * Bkz. kısır döngü.
    dönme * Dönmek işi.
    * Biçimi değişmeyen bir şeklin ekseni çevresindeki hareketi.
    * Başka bir dinde iken Müslüman olan, mühtedi.
    dönme dolap * Eğlence alanlarında, bir eksen çevresinde yukarıdan aşağıdönen ve oturma yerleri olan eğlence aracı.
    * Büyük konaklarda bir yerden bir yere yemek geçirmek için duvardaki bir açmaya yerleştirilmişolan
    dönebilen dolap.
    dönme ekseni * Dönen bir cismin her noktasının çizdiği çemberlerin merkezlerinden geçen doğru.
    dönmek * Kendi ekseni üzerinde veya başka bir şeyin dolayında hareket etmek.
    * Geri gelmek, geri gitmek.
    * Yönelmek.
    * Sapmak.
    * Bir şeyi andıracak duruma girmek, benzemek.
    * Sınıfta kalmak.
    * İnanç, din veya düşüncesini değiştirmek.
    * Durumdan duruma geçmek, değişmek, olduğundan daha değişik bir durum almak.
    * Dolap, dalavere vb. kelimelerle “gizlice yapılmak, çevrilmek” anlamında kullanılır.
    * Belirli bir yerde dolaşmak.
    * Kendini bir yandan bir yana çevirmek.
    * Yönetilmek, düzene konulmak, çekip çevrilmek.
    * Bırakılan bir konu veya işe başlamak; söz konusu etmek, hatırlamak.
    * Benzemek.
    dönmeli * Bir tür halımotifi.
    dönük * Dönmüş, çevrilmiş.
    * Yönelmiş.
    dönülme * Dönülmek işi veya durumu.
    dönülmek * Dönmek işi yapılmak.
    dönüm * 1000 m² lik bir alan ölçüsü.
    * Tekrarlanan belli bir olayın tamamlanmasıve yenisinin başlaması.
    * Eni boyu kırkar mimar arşını olan alan ölçüsü.
    * Gidip gelme ile yapılan bir işin her seferi.
    * Dönmek işi.
    dönüm noktası * Bir olayın yeni bir duruma geçme zamanı.
    dönümlük * Dönüm ölçüsünde.
    * Dönüme yetecek ölçüde olan.
    dönüp dolaşmak (veya döne dolaşa) * uzun süre gezmek.
    * arayışiçinde olmak, her çareye başvurmak.
    dönüş * Dönmek işi veya biçimi.
    * Oyuncunun bir ayağınıyerden kesmeden yaptığıdönme hareketi.
    dönüşlü * Dönüşü olan.
    * Öznesi ile nesnesi bir olan fiil, mutavaat.
    dönüşlü çatı * Fiildeki kavramın özneye döndüğünü bildiren çatı. Türkçede bu çatıçoğu kez -n-, bazen de -I- veya -ş- çatı
    ekleriyle kurulur: Sevinmek (sev-in-mek), yorulmak (yor-ul-mak), alışmak (al-ış-mak) gibi.
    dönüşlü fiil * Kavramın özneye dönüşmesini sağlamak için çoğu kez -n- bazen de -I- veya -ş- çatıekleriyle kurulan fiil,
    mutavaat fiili: Öğrenciler sınıflarını geçince çok sevinirler gibi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 62

    doğurganlaşmak * Doğurgan duruma gelmek.
    doğurganlaştırma * Doğurganlaştırmak işi veya durumu.
    doğurganlaştırmak * Doğurgan duruma getirmek.
    doğurganlık * Çok doğurma durumu, doğurgan olma durumu.
    doğurgu * Ortaya çıkan sonuç.
    doğurma * Doğurmak işi.
    doğurmak * Yavru dünyaya getirmek, doğum yapmak.
    * Ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak.
    doğurtma * Doğurtmak işi veya durumu.
    doğurtmak * Doğurmasını sağlamak, doğurmasına yardım etmek.
    doğurucu * Doğurmasınısağlayan.
    * Yeni düşünceleri ortaya koyan (kimse).
    doğuruş * Doğurmak işi veya biçimi.
    doğuş * Doğmak işi veya biçimi.
    doğuştan * Doğumla beraber (gelen), yaradılıştan, fıtrî.
    * Kişinin doğduğu andan beri var olan, öğrenilmişşeylerin sonucu olmayarak, doğuşla birlikte gelen,
    yaradılıştan, fıtrî.
    doğuştancılık * Herhangi bir canlıtürünün yapısal ve görevsel gelişiminde yaşantı, öğrenme gibi edinilmişfaktörlere değil,
    kalıtımla ilgili olanlara ağırlık ve öncelik veren görüş, fıtriye, nativizm.
    dok * Gemilerin yükünün boşaltıldığıveya onarıldığı, üstü örtülü havuz.
    * Ticaret mallarınısaklamak için rıhtımda yapılan büyük depo.
    doksan * Seksen dokuzdan sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 90, XC.
    * Dokuz kere on, seksen dokuzdan bir artık olan.
    doksan (veya kırk, seksen) kapının ipini çekmek * birçok yere uğramak.
    doksanar * Doksan sıfatının üleştirme biçimi, her birine doksan, her defasında doksanı bir arada olan.
    doksanıncı * Doksanın sıra sıfatı, sırada seksen dokuzuncudan sonra gelen.
    doksanlık * İçinde doksan tane bulunan.
    * Doksan yaşında olan.
    doktor * Hekim.
    * Bir fakülteyi veya bir yüksek okulu bitirdikten sonra belli bir bilim dalında en yüksek öğrenim basamağına
    vardığını, geçirdiği özel sınavla ve başarılı bir eserle gösterenlere verilen unvan.
    doktor doktor dolaşmak (veya gezmek) * tedavide çabuk ve kesin sonuç almak ümidiyle birçok doktora başvurmak.
    doktora * Doktor unvanınıkazanmak için verilen sınav.
    * Bir fakülte veya yüksek okulu bitirdikten sonra o bilim dalında sınav ve bilimsel bir eserle erişilen derece,
    basamak.
    doktoralı * Doktorası olan.
    doktorasız * Doktorası olmayan.
    doktorluk * Hekim olma durumu, hekimlik, tabiplik.
    * Doktor olma durumu.
    doktrin * Öğreti.
    doktrinci * Doktrinle ilgili (kimse veya görüş).
    doku * Bir vücudun veya bir organın yapıögelerinden birini oluşturan hücreler bütünü, nesiç.
    * Bir bütünün yapısıve özelliği.
    doku bilimci * Doku bilimiyle uğraşan kimse, bilgin.
    doku bilimi * Canlılardaki dokuların oluşum, evrim ve birleşimini inceleyen bilim dalı, histoloji.
    doku bozukluğu * Yara, darbe, iltihap, ur gibi sebeplerle bir organda ortaya çıkan bozukluk, yıpranma, lezyon.
    dokuma * Dokumak işi, mensucat, tekstil.
    * Kumaşolabilen, kumaşyapılabilen.
    * Tezgâhta dokunarak elde edilen (kumaş).
    * Minder örtüsü, yatak kılıfı gibi şeyler için kullanılan ve boyalıpamuk ipliğinden dokunan bez.
    * Yapı, oluşum.
    dokuma tezgâhı * Dokuma işinin yapıldığımakine veya araç.
    dokumacı * Dokumacılık yapan kimse.
    dokumacılık * Kumaşdokuma işi, sanatıveya dokuma ticareti, tekstil.
    * Dokuma sanayii.
    dokumahane * Dokuma tezgâhlarının bulunduğu ve çalıştığıyer.
    dokumak * Tezgâhta ipliği, çözgü ve atkıdurumunda kullanarak kumaşyapmak.
    * En ince noktalarına kadar özen göstererek, emek vererek ortaya çıkarmak.
    * Ağacın yemişlerini sırıkla vurarak indirmek.
    dokumalı * Dokuması olan.
    * Dokunmuş.
    dokunaç * Birçok omurgasız hayvanın başında bulunan, dokunmaya, tutmaya yarayan hareketli uzantı.
    dokunaklı * Etkili, insanın içine işleyen, müessir.
    dokunaklılık * Dokunaklı olma durumu.
    dokunca * Kötülüğe yol açan, sağlığı bozan.
    * Zarar, yıkım, tahrip.
    dokunca görmek * zarara uğramak, harap olmak.
    dokuncalı * Dokuncası olan, zararlı.
    dokuncasız * Dokuncası olmayan, zararsız.
    dokundurma * Dokundurmak işi.
    dokundurmak * Dokunmasını sağlamak.
    * Bir şeyi üstü kapalıve sitem yollu hatırlatmak, tariz etmek.
    dokunma * Dokunmak (I) işi, temas.
    dokunma * Dokunmak (II) işi.