dönüşlü zamir | * Kişi kavramınıpekiştirerek belirten zamir. Türkçede bu kavram kendi kelimesiyle sağlanır. |
dönüşlülük | * Dönüşlü olma durumu. |
dönüşme | * Dönüşmek işi, tahavvül. * Kelime içinde, yan yana düşen iki sesten birinci sesin ikincisinin etkisiyle değişmesi, benzeşme. |
dönüşmek | * Bir biçimden veya bir durumdan başka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek. |
dönüşsüz | * Dönüşü olmayan. |
dönüştürme | * Dönüştürmek işi, tahvil. |
dönüştürmek | * Dönüşmesini sağlamak, tahvil etmek. * Bir şekli, belli bir kurala göre, başka bir şekle çevirmek. |
dönüştürücü | * Dönüştüren. * Aynıfrekansta fakat yoğunluğu veya gerilimi genellikle farklı olan bir veya birçok değişik akım dizgesini, değişik bir akım dizgesine dönüştüren elektromanyetik indükleçli duruk araç, muhavvile, transformatör. |
dönüştürülme | * Dönüştürülmek işi. |
dönüştürülmek | * Dönüştürmek işine uğramak. |
dönüştürüm | * Dönüştürmek işi, tahvil. |
dönüşüm | * Olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma, tahavvül, inkılâp; transformasyon. * Görevinin değişikliğe uğramasıyüzünden bir organda ortaya çıkan değişme. * Bilinçaltına itilmiş bir duygu veya isteğin, karşıtı görünümünde veya başka bir biçimde bilince yükselmesi, transformasyon. |
dönüşümcü | * Dönüşümcülükle ilgili olan. * Dönüşümcülük yanlısı(kimse). |
dönüşümcülük | * Yaşayan türlerin yalın biçimlerden karmaşık biçimlere doğru evrimle gelişerek ortaya çıktığınıöne süren öğreti, transformizm. |
dönüşümlü | * Değişerek, sıra ile. * Değişen, sıra ile olan. |
döpiyes | * Etek ceketten oluşan iki parçalıkadın giysisi. |
dörder | * Dört sayısının üleştirme sayısıfatı, her birine dört, her defasında dördü bir arada olan. |
dördül | * Kenarlarıve açıları birbirine eşit olan dörtgen, murabba, kare. * Rubaî. |
dördün | * Ay veya benzeri gök cisimleri çemberlerinin yarısının aydınlık olduğu evre, yarım ay, terbî. |
dördüncü | * Dört sayısının sıra sıfatı, sırada üçüncüden sonra gelen. |
dördüncü çağ | * Yeryüzünün yaklaşık iki veya üç milyon yıllık çağı. |
dördüz | * Dördü birlikte doğmuşolan veya bir arada bulunan. * Dördü bir batında doğmuşdört çocuk. |
dördüz yumrucuklar | * Beyinle beyincik arasında bulunan dört kabartının adı. |
dördüzleme | * (eski Yunan edebiyatında) Üçü trajedi, sonuncusu yerme dramı olan dört sahne eserinden oluşan bölüm. |
dört | * Dört sayısının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 4, lV. * Üçten bir artık. * Dört sıfatı bazen “her, bütün” anlamına gelir. |
dört ayak | * Dört ayaklıhayvan. * Elleri de ayak gibi kullanarak. |
dört ayak üstüne düşmek | * tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak. |
dört ayaklılar | * Sürüngenleri ve memelileri içine alan bir sınıf. |
dört başımamur | * her bakımdan istenildiği gibi olan, eksiksiz, kusursuz. |
dört bir | * Bkz. ciharıyek. |
dört bir taraf (veya yan) | * her yan, bütün çevre. |
dört bucak | * Her taraf, her yer. |
dört çifte | * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde dörder küreği olan tekne. |
dört dönmek | * telâşla çare aramak. * bir işyapmak için telâşla sağa sola koşmak. |
dört dörtlük | * Birlik. * Tam, kusursuz, mükemmel. |
dört duvar arasında kalmak | * evde, kapalı bir yerde kalmak zorunda olmak. |
dört elle sarılmak (veya yapışmak) | * bir işe büyük bir özen ve önem vererek girişmek. |
dört göz | * Gözlüklü kimse. |
dört göz bir evlât için | * “anne ve babanın bütün emek ve didinmesi evlât içindir” anlamında kullanılır. |
dört gözle beklemek (veya bakmak) | * çok isteyerek veya özleyerek beklemek. |
dört işlem | * Toplama, çıkarma, çarpma ve bölmeden oluşan, matematiğin dört temel işlemi. |
dört kaşlı | * Bıyığıyeni terleyen (delikanlı). * Kalın ve gür kaşlı. |
dört köşe | * Kare biçiminde. |
dört köşe olmak | * çok keyiflenmek, çok zevk duymak. |
dört üstü, murat üstü | * işi her zaman yolunda olanlar için söylenir. |
dört yanıdeniz kesilmek | * çaresiz ve umutsuz kalmak. |
dört yol | * Dört yolun birleştiği yer. |
dört yol ağzı | * Dört yolun birleştiği kavşak. |
dört yüzlü | * Dört yüzü olan çok yüzlü. * Tabanıüçgen olan piramit. |
dörtcihar | * Oyunda, atılan zarların ikisinin de dört benekli olan yanlarının üste gelmesi. |
Kategori: D
D Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 72
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 73
dörtgen * Dört kenarı olan çokgen, dört kenar. dörtkenar * Dörtgen. dörtleme * Dörtlemek işi.
* Bir gazelin her beytinin başına iki dize katılarak yapılan nazım biçimi, terbî.
* Tarlayıdört kez sürme.dörtlemek * Bir şeyin sayısınıdörde çıkarmak. dörtlü * Dört parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dört tane bulunan.
* İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde dört işareti bulunan kâğıt veya pul.
* Dört kişiden oluşan müzik topluluğu, kuartet.dörtlü final * Dört takımın katılımı ile oynanan final maçları. dörtlük * Dört taneden oluşmuş, dört tane alabilen.
* Birlik notanın dörtte biri uzunluğunda nota.
* Dört dizelik bölümlerden oluşmuşşiir veya şiir parçası, kıta.
* Birbirine dik iki çap boyunca dörde bölünmüşdairenin her bir dilimi.dörtnal * Atın en hızlıkoşma biçimi.
* Bir işi çok çabuk yapma, acele etme.dörtnala * (at için) Dörtnal koşarak. dörtnala kaldırmak * dörtnal koşturmaya başlamak. dörtnala kalkmak * dörtnal koşmak. dörttek * Kürek yarışlarında sancak ve iskelesinde ikişer tek küreği olan tekne. döş * Göğüs, bağır.
* Kaburga altı.döşeğe düşmek * Bkz. yatağa düşmek. döşek * Yatak.
* Gemi gövdesinde, su basıncı, çarpma, karaya oturma vb. durumlarda darbeleri karşılayabilecek, yük ve
makinelerin ağırlığına dayanabilecek dirençteki yapı gereci.
* Dövülmek üzere harman yerine serilen ekin sapları.döşekli * Döşeği olan.
* Yalpasıaz olan yayvan gemi.döşeli * Döşenmişolan, mefruş.
* Bkz. dayalıdöşeli.döşem * Tesisat, donanım. döşemci * Döşeyici, tesisatçı. döşemcilik * Döşemcinin yaptığı iş, tesisatçılık. döşeme * Döşemek işi.
* Yapılarda taban üzerine döşenen tahta vb. kaplama.
* Bir yapının döşenmesine yarayan her türlü eşya, mefruşat.
* Koltuk, kanepe, divan gibi eşyaların kumaş, yay, pamuk vb. bölümleri.
* Halk edebiyatında ve türkülerden önce söylenen, bazen tekerleme biçiminde olan uyaklı giriş bölümü.döşemeci * Döşeme yapan (kimse).
* Perde, koltuk, kanepe gibi eşya satan veya onaran (kimse).döşemeci çivisi * Özellikle mobilya döşemeciliğinde kullanılan büyük başlı, kore kesitli gövdeli, sivri uçlu ve siyah renkli çivi. döşemecilik * Döşeme yapma işi.
* Döşeme alıp satma işi.döşemek * Bir tabanı, tahta, karo, mermer gibi yapı gereçleriyle kaplamak.
* Açıp yaymak; kumaş, halı gibi şeyleri bir yeri iyice örtecek biçimde sermek.
* Bir ev veya dairenin oturulabilir duruma gelmesi için gerekli eşyayı oraya yerleştirmek.
* Yerleştirmek.döşemeli * Döşemesi olan. döşemelik * Yapılarda tabana döşemek için kullanılan (gereç).
* Kanepe, koltuk gibi eşyanın kaplanmasına elverişli (kumaş).döşemesiz * Döşemesi olmayan. döşeniş * Döşenmek işi veya biçimi. döşenme * Döşenmek işi. döşenmek * Döşemek işi yapılmak.
* Birine kızarak kötü ve küçük düşürücü sözler söylemek.
* Uzun uzadıya ve yererek yazmak.döşetilme * Döşetilmek işi. döşetilmek * Döşetmek işi yaptırılmak. döşetme * Döşetmek işi. döşetmek * Döşemek işini yaptırmak. döşeyici * Tesisat işini yapan usta, tesisatçı. döşeyiş * Döşemek işi veya biçimi. döşgömü * Hayvanın ön iki bacağı ile göbek arasındaki etten yapılan pastırma. döteryum * Çekirdeğinde bir proton ve bir nötron bulunduran hidrojen atomunun bir izotopu, ağır hidrojen.
KısaltmasıD.dövdürme * Dövdürmek işi. dövdürmek * Dövmek işini yaptırmak. dövdürtme * Dövdürtmek işi. dövdürtmek * Birine dövdürmek işini yaptırmak.
* Dövme yaptırmak.dövdürtülme * Dövdürtülmek işi. dövdürtülmek * Birine dövdürülmek. dövdürülme * Dövdürülmek işi. dövdürülmek * Dövmek işi yaptırılmak. döveç * Ağaçtan yapılmışhavan. döven * Bkz. düven. dövenci * Bkz. düvenci. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 74
döviz * Ülkeler arasıödeme yapmakta kullanılabilecek para, çek ve poliçe gibi her türlü ödeme aracı.
* Yabancıülke parası.
* Propaganda veya tanıtma amacıyla üzeri yazılmış bez veya karton.döviz kaçırmak * yurt dışına izinsiz döviz çıkarmak. dövizzede * Bankalara dövizle borçlanıp ev veya araba satın alan, ancak dövizin aşırıartışıdolayısıyla aldığıkredileri
geri ödeyemeyerek edindiği malıyok pahasına elinden çıkarmak zorunda kalan kimse.dövme * Dövmek işi.
* Dövülerek kabuğu çıkarılmış buğday ve bundan yapılan yemek.
* Vücut derisi üzerine iğne gibi sivri bir araçla çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak yoluyla
yapılan çıkmaz yazıveya resim.
* Kızgın durumda iken dövülerek biçim verilmiş(metal eşya).
* Dövülerek yapılan.dövme yapmak * vücuda dövme işlemek. dövmeci * Kullanılmadan önce dövülmesi gereken maden filizlerini veya diğer maddeleri döven işçi.
* Vücuda dövme yapan kimse.dövmecilik * Dövme yapma işi. dövmek * Vurarak canınıacıtmak.
* Çamaşır, halı gibi şeyleri tokaç, sopa gibi şeylerle vurarak temizlemek.
* Bir şeyi toz durumuna getirmek için ezmek.
* Ezmek veya çırpmak.
* Ateşte kızdırılarak yumuşatılmış bir madeni, vurarak istenilen biçime getirmek.
* Topa tutmak.
* Çarpmak, vurmak.dövmelik * Mısır ve buğday dövmeye yarayan, yarma buğday yapan bir araç. dövülgen * Dövülerek levha durumuna geçebilen (maden). dövülgenlik * Madenin dövülgen olma niteliği. dövülme * Dövülmek işi. dövülmek * Dövmek işine konu olmak. dövülüş * Dövülmek işi veya biçimi. dövünme * Dövünmek işi. dövünmek * Aşırıüzüntü, çaresizlik, pişmanlık duyarak çırpınmak, kendi kendini dövmek.
* Çok üzülmek.dövünüş * Dövünmek işi veya biçimi. dövüş * Dövmek işi veya biçimi.
* Tokat, yumruk, tekme gibi saldırışlarla yapılan kavga.dövüşçü * Dövüşen kimse. dövüşken * İyi dövüşen veya dövüşmeyi seven. dövüşkenlik * Dövüşken olma durumu. dövüşme * Dövüşmek işi. dövüşmek * Karşılıklı birbirini dövmek.
* (iki silâhlıkuvvet) Çatışmak.
* Boks yapmak.dövüştürme * Dövüştürmek işi. dövüştürmek * Dövüşmelerini sağlamak. dragoman * Tercüman, dilmaç. dragon * Ejderha.
* Batı ordularında, atlıveya yaya olarak çarpışan asker sınıfı.drahmi * Yunan para birimi. drahoma * Gelinin güveye verdiği para veya mal. draje * Üstü şekerli, renkli ve parlak bir madde ile kaplanmışhap.
* Daha çok çikolata ile kaplanmışkuru yemiş.dram * Sahnede oynanmak için yazılmışoyun.
* Acıklıüzüntülü olayları, bazen güldürücü yönlerini de katarak konu alan sahne oyunu türü.
* Tiyatro edebiyatı.
* Acıklı olay.drama * Dram. dramatik * Sahne oyununa özgü olan.
* Coşku veren, duygularıkamçılayan.
* Acıklı.dramatikleşme * Dramatikleşmek durumu. dramatikleşmek * Dramatik bir durum almak. dramatize etme * Dramatize etmek işi veya biçimi. dramatize etmek * (bir edebî eseri) Radyo, televizyon veya sahne oyunu biçimine getirmek.
* Bir olayı olduğundan daha acıklı, abartılı bir biçimde ortaya koymak.dramaturg * Oyun yazma ve yönetme kurallarını bilen, bir oyun yazılır veya sahnelenirken bu bilgisinden yararlanılan
kimse, oyun yazarı, tiyatro yazarı.dren * Hendek.
* Ameliyat sonrasıvücut içinde kalan doku artıklarınıve sıvılarıdışarıatmak veya yara üzerindeki ihtihabı
akıtmakta kullanılan bükülgen tüp.drenaj * Toprakta bitkilerin yetişmesine zararlı olan fazla suların akıtılması, akaçlama.
* Yarada biriken sıvıyıakaçla boşaltma.dretnot * XX. yüzyılın başlarında kullanılan bir zırhlıtipi. drezin * Yol kontrol ve bakımı için demir yollarında kullanılan küçük araba. dripling * Topu kısa aralıklarla veya yavaşyavaşvurarak ileri götürmek. dripling yapmak * futbol, basketbol gibi oyunlarda topu kısa aralıklıve denetimden çıkarmayacak vuruşlarla sürmek. drog * Hayvan ve bitkilerden, kurutularak veya özel metotlarla toplanarak elde edilen, eczacılık ve kısmen
sanayide kullanılan ham veya yarıham madde.drosera * Droseragillerden, topuz biçimindeki yapraklarının üst yüzeyi, böcekleri yakalayan yapışkan tüyler ile örtülü
otsu bir bitki (Drosera rotundifolia).droseragiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi drosera olan bitki familyası. -du * Bkz. -dı/ -di vb. dua * Tanrı’ya yalvarma, yakarış.
* İbadet veya yakarma amacıyla okunan din değeri olan metin.dua etmek * Tanrı’ya yalvarmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 75
duacı * Biri için Tanrı’ya yalvaran kimse. duahan * Dua okuyucu. duasıtutmak * hayır duası gerçekleşmek. duasını(veya dua) almak * iyi yapılan bir işle birinin hoşnutluğunu kazanmak. duayen * Kordiplomatikte kıdemlilik bakımından başta gelen diplomat.
* Bir meslekte yaşça ve kıdemce ileri olan kimse.duba * Yük taşımak veya köprü kurmak için kullanılan altıdüz bir tür deniz aracı.
* İçi boş, her yanıkapalı, suyun üstünde yüzen bir tür büyük şamandıra.duba gibi * çok şişman. dubar * Kefalgillerden, 30-40 cm uzunluğunda, eti lezzetli bir balık türü (Mugil cephalus). dubara * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de iki benekli yüzünün üste gelmesi.
* Oyun, hile, aldatmaca, düzen.dubaracı * Oyunla, hileyle, aldatmacayla, düzenle işgören (kimse), düzenci. dubaracılık * Dubaracının yaptığı iş, hilekârlık. dublâj * Çekilmiş bir filmi sonradan sözlendirme.
* Yabancıdildeki filmlerin yerli veya başka bir dile çevrilmesi işi.dublâjcı * Sözlendirici, seslendirici. dublâjcılık * Sözlendiricilik, seslendiricilik. duble * Belirli miktarın veya büyüklüğün iki katı.
* Giysilerin iç bölümüne geçirilip kumaşla birlikte dikilen astar veya giysilerin içine ayrı olarak giyilen
giyecek.duble etmek * astar geçirmek. dubleks * Çift katlı. dubleks daire * Kendi iç merdiveni ile bağlanan iki ayrıkattan oluşan tek daire. dublör * Bir oyuncunun yerine oynayabilecek başka oyuncu. dublörlük * Dublör olma durumu, dublörün yaptığı iş. duçar * Uğramış, yakalanmış, tutulmuş. duçar olmak * uğramak, tutulmak. dudağını(veya dudaklarını) ısırmak * yakışıksız bir durum karşısında şaşmak. dudağını bükmek * ağlayacak gibi olmak. dudağının ucuna gelmek * hemen söyleyecek durumda olmak. dudak * Ağzın, dişleri örten ve dışarıya doğru az veya çok kıvrılan üst ve alt kenarlarından her biri.
* Ağız.dudak benzeşmesi * Dudak ünsüzlerinin veya yuvarlak ünlülerin düz ünlüleri etkileyip yuvarlaklaştırması. dudak boyası * Dudakları boyamak için kullanılan kokulu, renkli madde, ruj. dudak bükmek * bir şeyi beğenmediğini, küçümsediğini belli etmek, umursamamak, küçüksemek, pek aldırışetmemek. dudak çukuru * Üst dudağın ortasındaki oluk. dudak dudağa gelmek (veya kalmak) * öpüşmek. dudak eşlemesi * Sözlendirmede, perdedeki görüntüde yer alan dudak hareketlerine uygun ses çıkarma. dudak ısırtmak * hayran bırakmak.
* hayrete, şaşkınlığa düşürmek.dudak kalemi * Rujun daha kalıcı olmasınısağlayan ve dudak çizgilerini belirlemeye yarayan kalem. dudak payı bırakmak * bardak veya fincan gibi kapları, ağzına kadar doldurmayıp dudağın yanaşabileceği kadar boş bir yer
bırakmak.dudak sarkıtmak * somurtmak. dudak tiryakisi * İçtiği sigaranın dumanını içine çekmeksizin dışarıüfleyen tiryaki. dudak ucuyla söylemek * belli belirsiz anlatmak, isteksizce söylemek. dudak ünsüzü * Ağız boşluğundan gelen havanın dudaklara çarpıp patlamasıyla veya dudakların aralığından sızmasıyla
oluşan ünsüz.dudak yarığı * Bkz. tavşan dudağı. dudaksıl * Boğumlanma noktasıdudaklarda bulunan ses çeşidi. dudaksıllaşma * Bazıkelimelerde çeşitli sebeplerle düz ünlülerin yuvarlaklaşmasıveya ünsüzlerin dudak ünsüzlerine
dönmesi: dîvâr > duvar, konşı> komşu gibi.dudu * Kadınlara verilen bir unvan, hanım.
* YaşlıErmeni kadını.dudu dilli * Çok konuşan, tatlıdilli (kadın). duetto * Bir kadın ve bir erkek sesin sözleri dönüşümlü olarak okuduklarıhafif müzik parçası. duhul * Girme, giriş. duhuliye * Girişücreti. duhuliye kartı * Giriş belgesi, girimlik. -duk * Bkz. -dık / -dik vb. duka * Dük unvanının eskiden kullanılan biçimi.
* Bir çeşit Venedik altın akçesine verilen ad. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 76
dukalık * Bir dukanın yönetiminde bulunan ülke. dul * Eşi ölmüşveya eşinden boşanmış(kadın veya erkek). dul kalmak * (kadın veya erkek için) eşi ölmek. dulaptal otu * Dulaptal otugillerin örnek bitkisi olan, Kuzeydoğu Anadolu dağlarında yetişen çiçekleri güzel kokan, çalı
görünüşünde, çok yıllık bir bitki (Daphne mezereum).dulaptal otugiller * Örnek bitkisi dulaptal otu olan, taçsız iki çeneklilerden bir familya. dulavrat otu * Birleşikgillerden, hekimlikte kullanılan bir bitki (Arctium tomentosum). dulda * Yağmur, güneşve rüzgârın etkileyemediği gizli, kuytu yer, siper.
* Esirgeme, koruma, himaye.dulda tutmak * üstüne çekmek, örtünmek, koruyacak biçimde sarınmak. duldalama * Duldalamak işi. duldalamak * Korumak, siper altına almak. duldalanma * Duldalanmak işi. duldalanmak * Korumak, siper altına girmek. duldalı * Duldası olan. duldasız * Duldası olmayan. dulluk * Dul olma durumu. duluk * Yüz.
* Şakak.
* Yüzün şakakla çene arasındaki yanı.Duma * Çarlık zamanında Rus parlâmentosuna verilen ad. dumağı * Nezle, ingin, zükâm, nevazil. duman * Bir maddenin yanması ile çıkan ve içinde katızerrelerle buğu bulunan kara veya esmer renkli gaz.
* Havalanan tozların veya sisin havada oluşturduğu bulanıklık.
* Kötü, yaman.
* Esrar.duman almak * sis kaplamak, sis bürümek.
* sigara dumanını içine çekme.duman altı olmak * esrar içilen bir yerin havasından etkilenmek. duman attırmak * kötü duruma düşürmek, geride bırakmak, birini yıldırmak. duman etmek * dağıtmak, bozmak, yok etmek.
* yenmek, başarı sağlamak.duman olmak * işi, durumu berbat olmak.
* (bir kimse veya bir şey) ortadan kaybolmak.duman rengi * Koyu kül rengi, füme.
* Bu renkte olan.dumana boğmak * bunaltmak, şüphe içinde bırakmak. dumanıdoğru çıksın * “iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun yeter” anlamında kullanılır. dumanıüstünde * (sebze, meyve, yemek için) çok taze.
* çok yeni, üzerinden çok zaman geçmemiş.dumanıvermek * ortalığıkarıştırmak. dumanlama * Dumanlamak işi. dumanlamak * Dumanlıduruma getirmek; dumana tutmak. dumanlanma * Dumanlanmak durumu. dumanlanmak * Dumanlıduruma gelmek.
* Bulanmak, karışmak.dumanlı * Duman olan, duman çıkaran.
* Sisli, sisle örtülü.
* Sıkıntılı, bulanık; esrik, sarhoş.dumansız * Dumanı olmayan, duman çıkarmayan. dumdum * Baştarafıhaç biçimi çentilmiş, çarptığıyerde tehlikeli yaralar açan bir tür tüfek kurşunu. dumur * Körelme. dumura uğramak * körelmek. dun * Alçak, aşağı, aşağılık.
* Altta, aşağıda.duo * İki ses veya iki müzik.
* Karşılıklı iki kişi tarafından söylenen şarkı.dupduru * Çok duru. -dur * -dır / -dir vb. -dur- * Bkz. -dır- / -dir- vb. dur (veya durun!) * “biraz zaman geçsin” anlamıyla cümlelerin başına gelir. dur durak (veya dur dinlen, dur otur) yok * durup dinlenmeden sürekli çalışmayıanlatır. duraç * Turaç. duraç * Heykel, sütun gibi şeylerin üstüne konulduğu parça, ayak, taban, kaide. durağan * Yerini değiştirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit.
* Etkin olmayan, gelişmemiş.durağan elektrik * Kimyasal olarak enerjinin depo edildiği akümülâtörün ürettiği elektrik. durağanlaşma * Durağanlaşmak işi veya durumu. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 77
durağanlaşmak * Durağan duruma gelmek. durağanlık * Durağan olma durumu. durak * Tren, tramvay, otobüs gibi genel taşıtların durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer.
* Cümle sonundaki nokta.
* Hece ölçüsüyle yazılmışşiirlerde ölçü kalıpları içindeki durma yerleri.
* Bir ölçü uzunluğunda susma.
* Konuşmada, anlamın gerektirdiği biçimde kelimeler arasındaki ses kesintisi.duraklama * Duraklamak durumu.
* İlerlemekte bulunan bir birliğin, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüşünü durdurması.duraklamak * (hareket durumundaki bir şey) Kısa bir süre için durmak veya arada bir durmak.
* Bir süre ses çıkarmamak, bir şey söylememek, duraksamak, tereddüt etmek.duraklatma * Duraklatmak işi. duraklatmak * Bir şeyin duraklamasını sağlamak. duraklayış * Duraklamak işi veya biçimi. duraklı * Durağı olan.
* Hep aynıyerde kalan, hep aynıyerde tekrarlanan.duraklıdalga * Bütün noktalarıaynıanda, zıt ve aynıfazlıtitreşimler yapan dalga, kararlıdalga. duraklık * Durak olma durumu.
* Durgunluk.duraksama * Duraksamak durumu, tereddüt. duraksamak * Ne yapmak veya ne demek gerektiğini kestiremeyerek duraklamak, tereddüt etmek. duraksamalı * Duraksayan, tereddütlü. duraksamasız * Duraksaması olmayan, tereddütsüz. duraksayış * Duraksamak işi veya biçimi. duraksız * (otobüs için) Mola vermeden, duraklarda durmadan. dural * Hep bir durumda ve hiç değişmeden kalan. duralama * Duralamak durumu. duralamak * Duraklamak. duralayış * Duralamak işi veya biçimi. durallık * Dural olma durumu. durdu, durdu, turnayı gözünden vurdu * uzun süre bekledi, ama sonunda büyük bir kazanç elde etti. durduğu yerde * hiçbir emek harcamadan.
* gereği yokken.durdurma * Durdurmak işi. durdurmak * Durmasını sağlamak. durdurtma * Durdurtmak işi. durdurtmak * Durmasını sağlamak, durmasına yol açmak. durdurulma * Durdurulmak işi. durdurulmak * Durdurmak işi yapılmak. durduruş * Durdurmak işi veya biçimi. durendiş * Uzağı görür, ileriyi düşünür, ön görülü. durgu * Olmakta olan bir şeyin birdenbire durarak kesilmesi, sekte.
* Bir müzik eserinde, bitişetkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü.durgun * Kımıldanışve canlılık göstermeyen, dingin, sakin.
* Neşesiz, keyifsiz, sessiz, canlı olmayan.
* Canlı olmayan, sönük, hareketsiz.durgun şişkinlik * Ekonomideki durgunluk ve enflâsyonun aynıanda yaşanması, stagflâsyon. durgunlaşma * Durgunlaşmak durumu. durgunlaşmak * Durgun olma durumu. durgunlaştırma * Durgunlaştırmak işi. durgunlaştırmak * Durgun duruma getirmek. durgunluk * Durgun olma durumu. durgunluk çökmek * sessiz, sakin duruma girmek. durma * Durmak durumu.
* Eğleşme, eğlenme, tevakkuf.durmadan * Ara vermeden, kesintisiz, sürekli. durmak * Hareketsiz kalmak, yürümez olmak.
* İşlemez olmak, çalışmamak.
* Bir yerde bir süre oyalanmak, eğlenmek, eğleşmek, tevakkuf etmek.
* Dinmek, kesilmek.
* Varlığınısürdürmek.
* Var olmak.
* Beklemek, dikilmek.
* Yaşamak.
* Birisinin malı olarak bulunmak veya o malla ilişkisi olmak.
* Kalmak.
* Hareketsiz durumda olmak.
* Bir yerde olmak veya bulunmak.
* Belli bir durumda, bir görevde bulunmak.
* (olumsuz biçimiyle) Ara vermeden, sürekli olarak.
* Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düşmek.
* Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almışfiillere gelerek süreklilik bildiren birleşik fiiller oluşturur:
Çalışadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.durmuşoturmuş * olgun, davranışlarıtutarlı(kimse).
* tutarlı, aşırılığa kaçmamış.durmuşoturmuşluk * olgunluk, tutarlılık. duromer plâstik * Sıkıağyapılımoleküllerden oluşan sert ve katıplâstik türü. -durt- * Bkz. -dırt- / -dirt- vb. duru * Bulanıklığı olmayan, temiz, berrak.
* (ten) Pürüzsüz.
* (dil, üslûp için) Arınmış, karışık olmayan.durucu * Sürekli kalan, oturan. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 67
donam * Bir evin kapı, pencere, tavan, döşeme gibi bölümleri.
* Gemi ve sandalların donatılması.donama * Süsleme, tezyin. donamak * Süslemek, tezyin etmek. donanım * Bir gemi direğine, bir yelkene veya başka bir parçaya bağlı bulunan halat ve makara gibi manevra araçları.
* Tesisat, döşem.
* Bir bilgisayarda bulunan fiziksel birimler.donanım kilidi * Bilgisayarda bazıprogramların izinsiz kullanılmasınıengelleyen kilit. donanma * Donanmak işi.
* Bir devletin deniz kuvvetleri, savaşgemileri.
* Belli bir amaçla kullanılan gemilerin bütünü.
* Bayramlarda, sevinçli günlerde bayrak, ışık kullanarak, fişek yakarak yapılan şenlik.donanmak * Giyinip kuşanmak, süslenmek.
* Yayılıp kaplanmak.
* Işıklıduruma gelmek, ışıklarla bezenmek.
* Gerekli nesneler vb. bir araya getirilip süslenmek, gösterişli duruma getirilmek.donatı * Donatmaya yarayan şeyler, teçhizat. donatılma * Donatılmak işi. donatılmak * Donatmak işine konu olmak veya donatmak işi yapılmak. donatım * Donatma, teçhiz.
* Bir fabrikayı, bir hava alanını, bir spor kuruluşunu veya bir askerî birliği etkinlik göstermesi için gerekli
araç ve gereçlerle donatma.
* Bir sanat eserinde ikinci derecede olan ayrıntılar, yardımcıögeler.donatımcı * Bir film veya tiyatro eseri için gerekli sahne donatımı işini yöneten kimse. donatış * Donatmak işi veya biçimi. donatma * Donatmak işi, teçhiz. donatmak * Birinin giyimini sağlamak.
* Göz alıcışeyler kullanarak gösterişli bir duruma getirmek, süslemek.
* Bir şeyin işgörebilmesi için gereken nesneleri, gereçleri katmak, teçhiz etmek.
* Sövmek veya azarlamak.donattırma * Donattırmak işi veya durumu. donattırmak * Donatmak işini yaptırmak. donduraç * Derin dondurucu, dipfriz. dondurma * Dondurmak işi.
* Şekerli sütün veya meyve sularının dondurulmasıyla hazırlanan soğuk yiyecek.dondurmacı * Dondurma yapan veya satan kimse.
* Dondurma satılan yer.dondurmacılık * Dondurmacı olma durumu.
* Dondurma yapma ve satma işi.dondurmak * Donmasını sağlamak.
* Bir şeyi değiştirilemez durumda tutmak.dondurucu * Donmaya yol açan, donduran.
* Çok soğuk, çok üşüten.dondurulma * Dondurulmak işi. dondurulmak * Dondurmak işine konu olmak veya dondurmak işi yapılmak.
* Değişmez duruma getirilmek.dondurulmuş * Buz durumuna getirilmiş.
* Soğukta korunmuş, soğuktan katılaşmış.done * Bkz. veri. donkişotluk * Gereği yokken kahramanlık göstermeye kalkışma durumu. donlu * Donu olan. donma * Donmak işi. donma derecesi * Bir maddenin akışkan durumdan katıduruma geçtiği (santigrat) derece. donma noktası * Suyun donmaya başladığıderece.
* Eriyik hâlde bulunan bir metalin kendi özelliğine bağlı olarak donmaya başladığı andaki ısıderecesi.donmak * Soğuğun etkisiyle katıduruma gelmek, buz tutmak.
* (canlılar) Yaşamınıyitirmek, soğuktan ölmek.
* Çok üşümek.
* (bitki için) Soğuktan zarar görmek; yararlanılmaz duruma gelmek.
* Kimyasal bir etki ile katılaşmak.
* Eriyik hâlde bulunan bir metalin katıhâle geçmeye başlamasıhâli.
* Beklenmedik bir durum karşısında birden hareketsiz kalmak.
* Gelişmemek, yeniliklere açık olmamak.donmuşsebze * Daha sonra kullanılmak üzere bir kap içinde dondurulmuştaze sebze. donra * Saç kepeği, kaşkonağı.
* Kalınlaşmış, tabaka durumuna gelmişkir.donsuz * Don giymemişolan.
* Yoksul; serseri.donuk * Parlaklığı olmayan, mat.
* (göz için) Canlılığı olmayan, fersiz.
* Canlılığı az olan, durgun, uyuşuk.donuk donuk * Canlılığı olmayarak.
* Rengini ve parlaklığınıyitirmiş, mat.donuklaşma * Donuklaşmak durumu. donuklaşmak * Donuk duruma gelmek. donuklaştırma * Donuklaştırmak işi. donuklaştırmak * Donuk duruma getirmek. donukluk * Donuk olma durumu. donuna etmek * donuna küçük veya büyük abdestini yapmak. donuna kaçırmak * istemeyerek donuna küçük veya büyük abdestini yapmak. donuna yapmak (veya doldurmak) * (çocuk) küçük veya büyük abdestini donuna etmek.
* çok korkmak.donup kalmak * Bkz. donakalmak. dopdolu * Büsbütün dolu. doping * Bir spor yarışmasısırasında vücuda üstün hareket ve enerji sağlamak için kullanılan uyarıcı ilâç. doping yapmak * bazı bedensel özellikleri değiştiren veya çok artıran bir uyarıcımaddeyi çok az miktarda vermek.
* uyarıcıetkide bulunmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 68
dopingleme * Doping yapma. dopinglemek * Doping yapmak. doru * Gövdesi kızıl, ayaklarıve yelesi koyu renkli olan (at).
* Bu renkte olan (at donu).doruk * Dağ, ulu ağaç gibi yüksek şeylerin tepesi, en yüksek yeri, zirve, şahika.
* En üstün başarıdüzeyi.doruk çizgisi * Yüksek dağlarda, doruk uçlarını birbirine bağlayan ve bitişik iki aklanıayıran sınır. doruk dal * Aşıdan gelişen sürgünün dik uzaması ile oluşan ve ağacın gövdesini meydana getiren dal. doruk toplantısı * Devlet katındaki en yetkili kişilerin bir araya gelerek yaptıkları görüşme. doruklama * Doruklamak işi.
* Tepeleme.doruklamak * Bir kabıtepeleme doldurmak. dorum * Deve yavrusu. dosdoğru * Çok doğru.
* Sağa sola sapmadan.dost * Sevilen, güvenilen, yakın arkadaş, gönüldaş, iyi görüşülen (kimse), düşman karşıtı.
* İyi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan.
* Erkek ve kadının evlilik dışı ilişki kurduğu kimse.
* Bazıhayvanların sahibine gösterdiği sevgi için kullanılır.
* Bir şeye düşkün olan, aşırı ilgi duyan kimse.dost ağlatır, düşman güldürür (veya dost sözü acıdır) * dost olan kimsenin söylediği söz, acıda olsa, insanın iyiliği içindir. dost başa, düşman ayağa bakar * temiz giyinip kuşanmanın gerekliliğini anlatır. dost düşman * Herkes (herkese). dost edinmek * dost kazanmak. dost kara günde belli olur * gerçek dostlar ancak üzüntülü, sıkıntılı günlerde insanıyalnız bırakmamakla belli olur. dost kazığı * Dost bilinen kimseden gelen zarar veya kötülüğü anlatırken kullanılır. dost olmak * yakınlık kurmak, ahbap olmak. dost tutmak * (erkek veya kadın) evlilik dışı ilişki kurmak. dosta düşmana karşı * dostalara üzüntü vermemek, düşmanlarıda sevindirmemek için, ele güne karşı. dostane * Dostça. dostça * Dosta yakışır (biçimde).
* Dost gibi.dostlar alışverişte görsün (diye) * gösterişolsun, işgörüyor densin (diye). dostlar başına * iyi bir şeyi dostaları için de dilemek amacıyla kullanılır. dostlar başından ırak * kötü bir durumun ağırlığını belirtmek için kullanılır. dostlar şehit, biz gazi * tehlikeli işleri başkalarına bırakıp kendileri sonuçtan yararlanmak için bir kenara çekilenlerin bencilliğini
alay yollu anlatır.dostlaşma * Dostlaşmak işi veya durumu. dostlaşmak * Dost durumuna gelmek, dost olmak. dostluk * Dost olma durumu; dostça davranış. dostluk başka, alışveriş başka * iki kişi arasındaki dostluk, alışverişte birinin ötekine özveri ile davranmasını gerektirmez. dostluk etmek * yakınlık kurmak, dost gibi candan davranmak. dostluk kantarla, alışverişmiskalle * işilişkilerine dostluk karıştırılmamalıdır anlamında kullanılır. dostluk kurmak * yakınlık, ahbaplık kurmak. dostluk okkayla, alışverişdirhemle * “dostluğun tartısı olmaz, alışverişise ölçüye göre olur” anlamında kullanılır. dostsuz * Dostu olmayan. dostun attığıtaş başyarmaz * dostun acısözünden veya sert davranışından insana kötülük gelmez. dosya * Aynıkonu, aynıkimse, aynı işle ilgili belgeler bütünü.
* Bu gibi belgelerin toplandığıkartondan kap.dosya açmak (veya hazırlamak) * bir kimse, konu veya işle ilgili yeni bir dosya düzenlemek. dosyalama * Dosyalamak işi. dosyalamak * (yazıları) Dosyaya koymak. dosyalanma * Dosyalanmak işi. dosyalanmak * Dosyalamak işi yapılmak veya dosyalamak işine konu olmak. doya doya * Doyuncaya kadar. doyasıya * Doyuncaya kadar, bol bol. doygu * Yaşamayısağlayacak besin, rızk. doygun * Her türlü ihtiyacını gidermişolan, tatmin olmuş, müstağni. doygunlaşmak * İyice doymak veya doygun bir duruma gelmek. doygunluk * Doygun olma durumu veya gönül tokluğu, istiğna, tatmin.
* Bir isteğin yerine gelmesi, bir şeyin elde edilmesi, varılmak istenen bir hedefe ulaşılmasından doğan duygu,
tatmin.doyma * Doymak işi.
* a) bir gazın, belli bir sıcaklıkta o sıcaklığa özgü olan en büyük basınç altında bulunması; b) yeğinliği gittikçe
artırılan bir manyetik alanın içindeki bir çelik çubuğun alabileceği en çok manyetizmayıalmışolması.
* Bir sıvının içinde belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimiş bulunması, iş ba. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 69
doymak * İsteği kalmayıncaya kadar yemek, açlığıkalmamak.
* Yeter bulmak, kanmak, tatmin olmak.
* Bir ihtiyacınıyeteri kadar karşılamak.
* (olumsuz biçimde) Bıkmamak.doymaz * Doymak bilmeyen, aç gözlü. doymazlık * Doymaz olma durumu, aç gözlülük. doymuş * Bir şey yiyerek tok duruma gelmiş.
* İsteği kalmamış, isteği giderilmiş, tatmin olmuş.
* Doyma durumuna gelmiş(gaz, sıvıveya elektromıknatıs), meş bu.doyulma * Doyulmak durumu. doyulmak * Doymak. doyum * Eldekinden hoşnut olma durumu, yetinme; kanma, kanaat.
* Bazı istekleri giderme, tatmin.doyum evi * Gösterişsiz, küçük lokanta. doyum olmamak * tadına doyulmamak, bir şeyden bıkılmamak. doyumlu * Doyumu bulunan. doyumluk * Doyulacak kadar (miktar).
* Çapul, yağma.doyumsuz * Bir türlü tatmin olmayan, bıkılmayan. doyumsuzluk * Doymama durumu.
* Tatmin olamama, cinsel birleşmede orgazma ulaşamama.doyunma * Doyunmak işi veya durumu. doyunmak * Yeteri kadar yemişolmak, doymak. doyuran * Bir sıvının içinde eriyerek onu doyma durumuna getiren (madde).
* Bir çelik çubuğu doyma durumuna getiren indükleyici manyetik alan.doyuran buhar * Kendi sıvısı ile doyma durumunda olan buhar. doyurma * Doyurmak işi. doyurmak * Açlığını gidermek.
* Geçindirmek, yaşamasını sağlamak.
* Kandırıcı, inandırıcı, yeterli olmak, tatmin etmek.
* Para yedirmek.
* Bir maddenin içine alabileceği kadar başka bir madde katmak.
* Doyma durumuna getirmek.doyurucu * Doyurma özelliği bulunan, tatminkâr.
* Kandırıcı, inandırıcı, yeterli.doyurulma * Doyurulmak işi. doyurulmak * Doyurmak işine konu olmak. doyuruş * Doyurmak işi veya biçimi. doyuş * Doymak işi veya biçimi. doyuşma * Doyuşmak işi. doyuşmak * Karşılıklıdoymak. doz * Bir ilâcın bir defada veya bir günde alınması gereken miktarı.
* Bir maddenin bir birleşiğe, bir karışıma giren veya girmesi gereken belli miktarı, düze.
* Genellikle bir davranışta, bir konuşmada vb. nde yeterli görülen ölçü.dozaj * Dozu ayarlama.
* Düzem.dozer * Tırtıllıveya lâstik tekerlekli yol yapım makinesi, buldozer, yoldüzler. dozunu kaçırmak (veya dozu kaçmak) * ölçüyü aşmak, aşırı gitmek. Döger * Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri. döğen * Bkz. döven. döğme * Bkz. dövme. döğmeci * Bkz. dövmeci. döğmek * Bkz. dövmek. döğmelik * Bkz. dövmelik. döğünme * Bkz. dövünme. döğünmek * Bkz. dövünmek. döğüş * Bkz. dövüş. döğüşçü * Bkz. dövüşçü. döğüşçülük * Bkz. dövüşçülük. döğüşken * Bkz. dövüşken. döğüşmek * Bkz. dövüşmek. döke döke * Dökerek. döke saça * Dağıtarak. dökme * Dökmek işi.
* Bir yerden bir yere dökülen, aktarılan.
* Kapların içinde olmayan, yığın biçiminde ortaya dökülmüşolan.
* Kalı ba dökülmek yoluyla yapılmış.dökme (veya taşıma) su ile değirmen dönmez * yetersiz ve gelişi güzel önlemlerle işgörülemez, yürütülemez. dökme demir * İçinde % 2’den % 6’ya kadar karbon bulunan bir demir-karbon alaşımı, font, pik (l). dökmeci * Dökümcü. dökmecilik * Dökümcülük. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 70
dökmek * Sıvıveya tane durumunda olan şeyleri bulunduklarıyerden, kaptan başka bir yere boşaltmak.
* Belli bir yere boşaltmak.
* Akıtmak, düşürmek.
* Saçmak, serpmek.
* Salmak, bırakmak.
* Üstünde bulunan bir şeyi düşürmek.
* Teninde kızamık, kızıl, su çiçeği hastalıklarında olduğu gibi kırmızılekeler çıkmak.
* Maden, mum eriyiği veya çimento, alçı gibi şeyleri kalı ba akıtarak biçim vermek, döküm yapmak.
* Sulu hamuru kızgın yağveya tepsinin içine akıtarak pişirmek.
* Bir yere çokça bir şey yığmak, taşımak.
* Bol bol vermek, ödemek, sarf etmek.
* Çok söylemek.
* Bir şeyi yok etmek için atmak.
* Çok sayıda öğrenciyi sınavda veya bir üst sınıfa geçirmede başarısız saymak.
* Bir işte veya bir konuyu ele alış biçiminde değişiklik yapmak.
* Açığa vurmak, söylemek, ortaya koymak.
* Yakmak, tutuşturmak.
* Kullanmak, harcamak, sarf etmek.döktürme * Döktürmek işi. döktürmek * Dökmek işini yaptırmak.
* Kolaylıkla ve güzel söylemek, yazmak veya oynamak.dökük * Dökülmüş.
* Çok eskimiş.
* Dökümlü.döküklük * Dökülmüşolma durumu. dökülgen * Bir çeşit üzüm. dökülme * Dökülmek işi. dökülmek * Dökmek işi yapılmak veya dökmek işine konu olmak.
* Kır, sokak gibi yerlerde insanlar çokça birikmek.
* Çok eskimişolmak, değerini ve güzelliğini yitirmek.
* (kumaşiçin) Dökümlü olmak.
* Çok yorgun, hasta olmak.
* Bir işi, bir konuyu ele alış biçiminde değişiklik olmak.
* (akarsular için) Göl veya denizde son bulmak.
* Yerinden ayrılmak, düşmek.
* Çıkmak, ortaya konulmak.
* Salınmak, serbest bırakılmak.
* Kaplamak, yayılmak.dökülüp saçılmak * soyunmak, çok açılmak.
* bir şey uğruna çok para harcamak.dökülüş * Dökülmek işi veya biçimi. döküm * Kalı ba dökme işi ve bunun yapılışyöntemi.
* Kalı ba dökme yoluyla yapılmış(nesne).
* Kumaşın dökümlü olma niteliği.
* Bir şeyi ayrıntılı olarak ortaya koyma.
* Dökülme zamanı.döküm evi * Fabrikalarda döküm yapılan yer. dökümcü * Döküm işleri yapan kimse, dökmeci. dökümcülük * Dökümcünün işi ve zanaatı, dökmecilik. dökümhane * Döküm evi. dökümleme * Dökümlemek işi. dökümlemek * Bir işin dökümünü yapmak. dökümlü * Niteliğinden ötürü kolayca istenilen biçim verilebilen (kumaş). dökünme * Dökünmek işi. dökünmek * Kendi üstüne dökmek.
* Rahat bir kıyafet giymek.döküntü * Dökülmüş, saçılmışşeyler.
* Bir topluluktan geri kalmışkimseler.
* Bazıhastalıklarda görülen çı ban, leke, uçuk gibi hastalık belirtisi.
* Deniz yüzüne yakın, üzerinde dalgaların çatladığıkaya kümesi.
* İşe yaramayan, değersiz, kötü, berbat.
* Değersiz, bayağı, ayak takımından olan.
* Parçalanan taşların yamaç aşağıkayması, yuvarlanması, etekte birikmesiyle oluşan yer.
* (kâğıtçılıkta) Üretimin herhangi bir safhasında ıskartaya çıkan, genellikle tekrar hamur hâline getirilen, yaş
ve kuru biçimleri olan kâğıt veya karton artığı.döküntülü * Döküntüsü olan.
* Deride döküntü ile görülen, döküntü ile beliren (hastalık).döküntüsüz * Döküntüsü olmayan. döküp saçmak * dağıtmak, ziyan etmek. döl * Canlıların üremesi sonucu ortaya çıkan yeni birey veya yeni bireylerin bütünü, zürriyet, nesil.
* Yavru, çocuk.döl almak * cins bir hayvandan yararlanarak iyi cins yavru almak. döl ayı * Hayvanların yavruladıklarıay. döl döş * Çocuklar ve torunlar, soy sop. döl döşsahibi olmak * çocuk ve torunları bulunmak. döl eşi * Etene, son, meşime. döl vermek * yavru vermek, üremek.
* ürün vermek.döl yatağı * Memelilerde dölün ana karnında iken, içinde bulunduğu organ, rahim. döl yolu * Döl yatağının ağzından dışarıya doğru uzanan yol, vagina. dölek * Ağır başlı, uslu, ağır davranışlı.
* Düz, engebesiz (toprak parçası).dölleme * Döllemek işi, ilkah. döllemek * Erkek gamet bir yumurtacıktaki dişi gametle kaynaşmayısağlayarak yumurtacığıtam bir hücre durumuna
getirmek, ilkah etmek.dölleniş * Döllenmek işi veya biçimi. döllenme * Erkek gametle dişi gametin kaynaşmasıyla yumurtacığın embriyon durumuna gelmesi, aşılanma, ilkah.
* Tozlaşma.döllenmek * Döllemek işine konu olmak, aşılanmak. döllenmesiz * Döllenmemişolan. döllenmesiz üreme * Döllenmemişyumurtanın gelişmesiyle oluşan üreme biçimi, partenogenez. döllü döşlü * Dölü döşü olan.
* Çocuk veya torun sahibi olarak.dölüt * Embriyonun, bütün organları belirdikten sonra aldığı ad, cenin. dömifinal * Yarıfinal. dömivole * Futbolda topun yere vurup sektiği anda, ayakla yapılan vuruş. dönbaba * Turnagagası. döndürme * Döndürmek işi, irca, tahvil. döndürmek * Dönmesini sağlamak.
* Çevirmek.
* Sınıfta bırakmak.
* Düzene koymak, yönetmek.döndürülme * Döndürülmek işi. döndürülmek * Döndürmek işine konu olmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 71
döndürüp dolaştırmak * dolaylıyoldan anlatmak. döndürüş * Döndürmek işi veya biçimi. döne döne * Dönerek, çevrilerek. döneç * Dalgalıakımlıelektrik motor veya dinamolarında hareketli bölüme verilen ad, rotor. dönek * İnanç ve düşüncesini sık sık değiştiren, sözüne güvenilmeyen, kaypak. dönekçe * Döneğe yakışacak biçimde (olan). döneklik * Dönek olma durumu.
* Döneğe yakışacak biçimde davranış.dönel * Kendi ekseni çevresinde dönerek oluşmuş. döneleme * Dönelemek işi. dönelemek * Dolaşmak, dolaşıp durmak. dönelme * Dönelmek işi. dönelmek * En yüksek noktaya çıktıktan sonra alçalmaya başlamak. dönem * Belli özellikleri olan zaman parçası, devre, devir, periyot.
* Bir çağiçinde belli özellikleri olan sınırlısüresi.
* Yasama meclisinin iki seçilişi arasındaki zaman süresi, devre.
* Bir yıl içindeki iki ayrıöğretim süresi.
* Boksta üçer dakikalık dövüşme sürelerinden her biri, raunt.dönemeç * Bir yolun yön değiştirdiği yer, viraj.
* Bir durumda, tutumda, davranışta, düşüncedeki aşama.dönence * Yer küresi üzerinde, güneş ışınlarının yılda iki kez dik açı ile geldiği, sıcak kuşağın kuzey ve güney
sınırlarını oluşturan ve eşliğin 23° 27° kuzey ve güneyinden geçen çemberleri.dönence yıl * Güneş’in ilkbahar noktasından art arda iki geçişi arasındaki süre (365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye). dönencel * Dönence ile ilgili. dönencel ay * Ay’ın ilkbahar noktasından geçen saat dairesinden art arda iki geçişi arasındaki süre (27 gün 1 saat 43
dakika).dönenceli * Münavebeli. dönenme * Dönenmek işi. dönenmek * Olduğu yerde veya bir şeyin çevresinde dönmek.
* Fırsat kollayarak istediği bir şeyin çevresinde dönmek.döner * Dönmekte olan, dönen, dönecek biçimde düzenlenen.
* Bir eksene geçirilmişetlerin döndürülerek pişirilmesiyle yapılan kebap, döner kebap.döner ayna * Arkalıönlü ayna, iki tarafıda aynalıcam.
* İki yüzlü, riyakâr (kimse).döner kapı * Üç veya dört kanatlı, düşey ekseni çevresinde dönerek geçişsağlayan kapı. döner kavşak * Yol ortalarına inşa edilmişaksi yöne veya sola dönüşleri sağlayan ada. döner kebap * Bkz. döner. döner kule * Kulelerin üzerine kurulmuşkendi ekseni etrafında yavaşça dönen kule. döner sahne * Bir oyunun sergilenmesi sırasında kolayca dönüp seyircilerin önüne geçebilecek, kullanıma hazır sahne. döner sermaye * Kamu maliyesi alanında belirli ve sürekli bir amacın elde edilmesi için genel veya katma bütçeden bir
miktar paranın, azaltılmamak şartı ile kuruluşa veya bu kuruluşla ilgili işletmelere verilmesi, mütedavil sermaye.dönerci * Döner yapıp satan kimse. dönercilik * Dönercinin işi. döngel * Muşmula. döngel orucu * Sürekli olarak aç kalma. döngü * Bkz. kısır döngü. dönme * Dönmek işi.
* Biçimi değişmeyen bir şeklin ekseni çevresindeki hareketi.
* Başka bir dinde iken Müslüman olan, mühtedi.dönme dolap * Eğlence alanlarında, bir eksen çevresinde yukarıdan aşağıdönen ve oturma yerleri olan eğlence aracı.
* Büyük konaklarda bir yerden bir yere yemek geçirmek için duvardaki bir açmaya yerleştirilmişolan
dönebilen dolap.dönme ekseni * Dönen bir cismin her noktasının çizdiği çemberlerin merkezlerinden geçen doğru. dönmek * Kendi ekseni üzerinde veya başka bir şeyin dolayında hareket etmek.
* Geri gelmek, geri gitmek.
* Yönelmek.
* Sapmak.
* Bir şeyi andıracak duruma girmek, benzemek.
* Sınıfta kalmak.
* İnanç, din veya düşüncesini değiştirmek.
* Durumdan duruma geçmek, değişmek, olduğundan daha değişik bir durum almak.
* Dolap, dalavere vb. kelimelerle “gizlice yapılmak, çevrilmek” anlamında kullanılır.
* Belirli bir yerde dolaşmak.
* Kendini bir yandan bir yana çevirmek.
* Yönetilmek, düzene konulmak, çekip çevrilmek.
* Bırakılan bir konu veya işe başlamak; söz konusu etmek, hatırlamak.
* Benzemek.dönmeli * Bir tür halımotifi. dönük * Dönmüş, çevrilmiş.
* Yönelmiş.dönülme * Dönülmek işi veya durumu. dönülmek * Dönmek işi yapılmak. dönüm * 1000 m² lik bir alan ölçüsü.
* Tekrarlanan belli bir olayın tamamlanmasıve yenisinin başlaması.
* Eni boyu kırkar mimar arşını olan alan ölçüsü.
* Gidip gelme ile yapılan bir işin her seferi.
* Dönmek işi.dönüm noktası * Bir olayın yeni bir duruma geçme zamanı. dönümlük * Dönüm ölçüsünde.
* Dönüme yetecek ölçüde olan.dönüp dolaşmak (veya döne dolaşa) * uzun süre gezmek.
* arayışiçinde olmak, her çareye başvurmak.dönüş * Dönmek işi veya biçimi.
* Oyuncunun bir ayağınıyerden kesmeden yaptığıdönme hareketi.dönüşlü * Dönüşü olan.
* Öznesi ile nesnesi bir olan fiil, mutavaat.dönüşlü çatı * Fiildeki kavramın özneye döndüğünü bildiren çatı. Türkçede bu çatıçoğu kez -n-, bazen de -I- veya -ş- çatı
ekleriyle kurulur: Sevinmek (sev-in-mek), yorulmak (yor-ul-mak), alışmak (al-ış-mak) gibi.dönüşlü fiil * Kavramın özneye dönüşmesini sağlamak için çoğu kez -n- bazen de -I- veya -ş- çatıekleriyle kurulan fiil,
mutavaat fiili: Öğrenciler sınıflarını geçince çok sevinirler gibi. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 63
dokunma duyusu * Deri üzerine yapılan değme, vurma, bastırma, çekme gibi etkileri alan duyu. dokunmabana * Kanser. dokunmak * Nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık gibi türlü niteliklerini derinin altındaki sinir uçları
aracılığıyla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek.
* Karıştırmak.
* Almak, kullanmak, el sürmek.
* Sağlığını bozmak.
* Tedirgin etmek, sataşmak.
* (iyilik, kötülük gibi kavramlarda) Olmak.
* (insan için) İçine işlemek, duygulandırmak, etkilemek, koymak, batmak.
* İlişkin, ilgili olmak, değinmek.
* Hafifçe değmek.
* Onur, anlayışvb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çıkmak.dokunmak * Dokumak işi yapılmak. dokunmatik * Dokunma ile çalışan makine. dokunsal * Dokunum ile ilgili olan. dokunulma * Dokunulmak işi. dokunulmak * Dokunmak işine konu olmak. dokunulmaz * İlişilmez, el sürülmez, taarruzdan korunmuş.
* Hiçbir biçimde eleştirilemez.dokunulmazlığınıkaldırmak * ilişilmez olma durumunu, masuniyetini saymamak. dokunulmazlık * Dokunulmaz, ilişilmez, karışılmaz olma durumu, masuniyet.
* Anayasa veya uluslar arası gelenekler gereğince, kişilere tanınan ilişmez olma durumu veya ayrıcalık.dokunum * Çevremizdeki nesnelerin sıcaklık, soğukluk, sertlik, yumuşaklık gibi niteliklerini derimiz aracılığıyla bildiren
duyarlık yeteneği, lâmise.dokunuş * Dokunmak (I) işi veya biçimi, temas. dokunuş * Dokunmak (II) işi veya biçimi.
* Dokunma ipliklerinin çaprazlama biçimi.dokurcuk * Desenli veya yollu dokunmuşyün kumaş. dokurcun * Ot veya ekin yığını, tokurcun.
* Dokuztaşoyunu.
* Çizgili şayak kumaş.dokutma * Dokutmak işi. dokutmak * Dokumak işini yaptırmak. dokuyucu * Dokumacı. dokuyuş * Dokumak işi veya biçimi. dokuz * Sekizden sonra gelen sayının adıve bu sayıyı gösteren rakam, 9, IX.
* Sekizden bir artık olan.dokuz ayın çarşambası bir araya gelmek * birçok iş birden ortaya çıkıp sıkışık bir durum yaratmak. dokuz babalı * Babası belli olmayan birçok erkekle düşüp kalkan bir anadan doğma. dokuz canlı * Çok sağlam, kolay kolay ölmeyen. dokuz doğurmak * merakla, heyecanla, sabırsızlıkla beklemek. dokuz körün bir değneği * birçok kimsenin tek yardımcısı, tek dayanağı. dokuz köyden kovulmuş * geçimsizliği veya başka davranışlarıyüzünden birçok yerden atılmış. dokuz yorgan eskitmek (veya paralamak) * çok uzun yaşamak. dokuzaltmış beş * Bkz. dokuzaltmış beşlik. dokuzaltmış beşlik * Bir tabanca türü. dokuzar * Dokuz sayısının üleştirme biçimi, her birine dokuz, her defasında dokuzu bir arada olan. dokuzgen * Dokuz kenarı olan çokgen. dokuzlu * Dokuz parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dokuz tane bulunan.
* Üzerinde dokuz işareti bulunan iskambil kâğıdı.dokuztaş * Dokuz taşla oynanan ve taşların yerleri ile yürütme yollarıçizgilerle gösterilen oyun, dokurcun. dokuzuncu * Dokuz sayısının sıra sıfatı, sırada sekizinciden sonra gelen. doküman * Belge, vesika. dokümantasyon * Belgeleme, bir çalışma için gerekli belgeleri arama ve sağlama, belgelere dayandırma. dokümanter * Belgesel. dolaba girmek (veya gelmek) * aldatılmak, oyuna gelmek. dolabı bozulmak * kurduğu işdüzeni bozulmak. dolak * Tozluk yerine bacaklara ayak bileğinden dize kadar dolanan ensiz ve uzun kumaşparçası.
* Başörtüsü, yazma.
* Boyun atkısı.dolaksız * Dolağı olmayan, büzgüsü bulunmayan. dolam * Dolamak işinin her defası.
* Bir kez dolanacak miktar.dolama * Dolamak işi.
* Tırnak yöresindeki yumuşak bölümlerin, bazen de kemiğin iltihaplanmasından ileri gelen ağrılışiş.
* Giysilerin üstüne giyilen, önü açık bir tür üstlük.
* Başa sarılan bir çeşit örtü, poşu, sarık.
* Çeşitli eserlerdeki barok ve rokoko üslûbunda iç içe süsleme motifi.dolama otu * Dolama otugillerden, çiçekleri küçük, yeşil veya beyaz bir bitki (Paronychia serpilifolia). dolama otugiller * İki çeneklilerden, örnek bitkisi dolama otu olan ve içine kasık otunu da alan karanfilgillerin alt familyası. dolamak * İplik, şerit, tel gibi nesneleri bir şeyin üzerine döndürerek sarmak.
* Sarmak, kavuşturmak.dolambaç * Dolanarak giden, dönerek uzanan yolun kıvrıntısı.
* İç kulak.
* Başlık.dolambaçlı * Dolambacı olan.
* İçinden zor çıkılır, çapraşık.dolambaçsız * Dolambacı olmayan.
* Açık, doğrudan doğruya olan.