Kategori: D

D Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 1

    D * Döteryum’un kısaltması.
    d D * Türk alfabesinin beşinci harfi. De adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümlü, patlayıcıdişeti
    ünsüzünü gösterir.
    * Nota işaretleri harfle tanımlandığında re notasını gösterir.
    * Romen rakamlarında beşyüz sayısını gösterir.
    da / de * (sonunda kalın ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra da, ince ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra
    de, biçimlerinde yazılır; yazıda, ta / te biçimi kullanılmaz.) Daha önce geçmiş bir cümle veya eşgörevli öge ile sonraki
    arasında “-den başka” anlamıyla ilişki kurar.
    * Azarlama, yalvarma, küçümseme, yakınma, övme anlamlarında iki cümleyi bağlar.
    * Şart bildiren fiillerden sonra “bile, dahi” anlamına gelerek şartın geçerli olmadığınıanlatır.
    * Karşıt anlamlıcümleleri pekiştirerek bağlar.
    * Bazı birleşik cümleleri “ama, fakat” anlamıyla birbirine bağlar.
    * Bazıedat, bağlaç ve zarflardan sonra gelerek anlamı güçlendirir.
    * Kendisinden önceki fiili zarf-fiil durumuna sokar.
    * -erek, -ip ekli zarf-fiillerden sonra kullanılırsa temel fiilin oluş biçimini, önermenin nasıl oluştuğunu anlatır.
    * Tekrarlanan iki isim, iki sıfat arasında kullanılırsa anlam güçlendirilmişolur.
    * Bir isteğe karşı olan fiili bağlamaya yarar.
    * Tekrarlanan fiiller arasında süreklilik bildirir.
    * Bir şeyin yerine geçebilen iki cümlenin fiillerini birbirine bağlar.
    * Tekrarlanan kelimelerin arasına girerek kuvvetli istek, direnme bildirir: Çocuk satıcıyı görünce şeker de
    şeker diye tutturdu … cümlede da…da, de…de, da…de veya de…da biçimleriyle eşgörevli ögeleri, “hem … hem”
    anlamıyla bağlar.
    -da / -de /, -ta / -te * Bulunma hâli eki: oda-da, sokak-ta, ev-de, gök-te vb. Bazıörneklerde bu ek kalıplaşmıştır: gözde, sözde,
    ondalık.
    -da- / -de-, -ta- / -te- * Yansımalardan geçişsiz fiil türeten ek: fısıl-da-mak, çağıl-da-mak, gümbür-de-mek, fingir-de-mek vb.
    Dadacı * Dadacılık akımına bağlısanatçı, dadaist.
    Dadacılık * Savaşa ve toplumsal düzensizliğe karşı başkaldırmadan doğan bir sanat akımı, Dadaizm.
    * 1916’da dil ve estetik kurallarınıtanımayan, kelimelerin anlamlarına değer vermeyen, anlatımda başı boşve
    alabildiğine çağrışımlara dayanan bir yol izleyen, bile bile kapalılığa sapan bir çığır, Dadaizm.
    Dadaist * Dadacı.
    Dadaizm * Dadacılık.
    dadandırma * Dadandırmak işi.
    dadandırmak * Dadanmasına yol açmak.
    dadanma * Dadanmak işi.
    dadanmak * Tadınıaldığı, hoşlandığı bir şeyi sık sık istemek.
    * Yarar, çıkar amacıyla veya alışkanlıkla bir yere sık sık uğramak.
    dadaş * Erkek kardeş.
    * Delikanlı, yiğit kimse.
    * (doğu illerinde) Seslenme sözü olarak kullanılır.
    dadaşlık * Dadaşolma durumu.
    dadı * Çocuk bakımı ile görevlendirilmişkadın.
    dadı olmak * çocuk bakıcılığı görevini üstlenmek.
    dadılık * Dadı olma durumu veya dadının yaptığı iş.
    dadılık etmek * bebek veya çocuk bakıcılığı ile uğraşmak.
    * üzerine sorumluluk almak, göz kulak olmak, sahip çıkmak, sahiplenmek.
    dağ * Yer kabuğunun çıkıntılı, yüksek, eğimli yamaçlarıyla çevresine hâkim ve oldukça geniş bir alana yayılan
    bölümlerine verilen ad.
    dağ * Kızgın bir demirle vurulan damga, nişan.
    * İyileştirmek için vücudun hastalıklı bölümünde kızgın bir araçla yapılan yanık.
    * Büyük üzüntü, acı.
    dağ(veya dağlar) gibi (kadar) * çok büyük, çok iri, çok güçlü.
    * pek çok.
    dağ(veya dağları) devirmek * çok zor işleri başarmak.
    dağadamı * Kaba saba kimse.
    dağanası * Çok iri kadın, dağlar anası.
    dağardında olsun da, yer altında olmasın * yaşasın da uzakta olsun.
    dağarmudu * Yabanî armut, ahlat.
    dağaslanı * Puma.
    dağayısı * Dağlarda yaşayan yabanî ve tehlikeli ayıcinsi.
    * Şehir yaşayışına alışmamışçok kaba kimse.
    dağbaşı * Dağdoruğu.
    * Şehir dışı; ıssız yer.
    dağbayır * İnişli çıkışlıyer, kır.
    dağbirliği * Dağşartlarına göre eğitilmişaskerî birlik.
    dağçamı * Dağda yetişen çam türü.
    dağçayı * Bkz. ada çayı.
    dağçayırı * Dağlık bölgelerde derin ve rutubetli toprağa sahip alanlarda gelişen tabiî çayır.
    dağçileği * Dağda yetişen çilek, yaban çileği.
    dağdağüstüne olur, ev ev üstüne olmaz * aynıevde oturan iki aile arasında er geç birtakım anlaşmazlıklar çıkar.
    dağdağa kavuşmaz, insan insana kavuşur * ne kadar uzak düşmüşolurlarsa olsunlar, insanlar günün birinde birbirleriyle karşılaşabilirler.
    dağdalak otu * 5-10 cm yükseklikte, yere yatık ve çiçekleri soluk sarırenkli bir dalak otu türü (Teucrium montana).
    dağdoğura doğura bir fare doğurmuş * büyük şeyler beklenen bir işten önemsiz bir sonuç alınınca söylenir.
    dağelması * Yabanî elma.
    dağeriği * Yabanî erik.
    dağeteği * Dağyamacının alt bölümü.
    dağevi * Dağlık yerlerde kurulmuşev.
    * Şehirlerin kirli havasından uzaklaşmak, tabiat varlıklarından ve güzelliklerinden yararlanmak için yapılmış
    ev.
    dağgölü * Dağlar arasındaki çukur alanlarda akan suların birikimi ile oluşan göl.
    dağhavası * Yüksek yerlerdeki serin ve temiz hava.
    dağiklimi * Sert, kuru ve soğuk havanın hâkim olduğu iklim türü.
    dağispinozu * Sırtıkara benekli, karnı beyaz, erkeğinin gerdanıportakal renginde, ağaçlık yerlerde yaşayan
    ispinozgillerden bir kuş.
    dağkeçisi * Boynuzlugiller familyasından, ufak sürüler hâlinde yaşayan, çok çevik bir antilop türü, elik (Rupicapra
    tragus).
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 2

    dağkestanesi * Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen sert yapılıağaç ve bu ağacın meyvesi (Sloane berteriana).
    dağkırlangıcı * Çobanaldatan, keçisağan.
    dağkolu * Sıradağlardan her iki yöne doğru uzanan dağsırtı.
    dağkoyunu * Yabanî koyun.
    dağköyü * Dağlık yerlerde kurulmuşyerleşim yeri.
    dağlâlesi * Düğün çiçeğigillerden, mor renkli, çan biçimi tüylü çiçekleri olan otsu bir bitki, anemon (Anemone
    vulgaris).
    dağmerası * Dağlar arasında kalan hayvan otlatmaya elverişli bölge.
    dağnanesi * Yüksekliği 20-50 cm arasında olan, sık beyaz tüylü, kuvvetli nane kokulu, çok yıllık ve otsu bir bitki
    (Cyclotrichium niveum).
    dağoluşu * Yer kabuğunun belli yerlerinde kıvrılma, kırılma ve yükselme olaylarısonucu dağların oluşunu inceleyen
    bilim kolu, orojeni.
    dağotlağı * Dağmerası.
    dağserçesi * Serçegillerden, orman ve bahçelerde yaşayan sırtıkahverengi, karnıkül rengi ve beyaz olan bir tür serçe
    (Passer montanus).
    dağsıçanı * Kemiriciler takımının sincapgiller familyasından postu beğenilen bir memeli türü (Marmota marmota).
    dağtaş * Şehir dışındaki her yer.
    * Çok fazla.
    dağtavuğu * Bkz. çil (I).
    dağtopu * Katır sırtında taşınan küçük top.
    dağyolu * Dağeteklerinden geçen vasıfsız yol.
    dağyürümezse, abdal yürür * büyüklük taslayan birinden bitecek bir işimiz varsa, biz onun ayağına gidip işimizi görmeliyiz.
    dağa çıkmak * eşkiyalık etmek veya hükûmete karşı gelmek için dağlara çekilmek.
    dağa kaldırmak * birini, herhangi bir amaçla, zorla dağa veya ıssız bir yere götürüp orada tutmak.
    dağalası * Eti kırmızı bir çeşit küçük ala balık (Salmo alpinus).
    dağar * Ağzıyayvan, dibi dar toprak kap.
    * Dağarcık.
    dağarcığıyüklü * bilgisi çok olan, bilgili.
    dağarcığına atmak * bir bilgiyi eski bilgilerine katmak, zihnine yerleştirmek.
    dağarcığındakini çıkarmak * hazırladığı bir sözü söylemek.
    dağarcık * Meşin torba.
    * Bilginin biriktiği yer, bellek.
    * Repertuar.
    dağarcıkta bir şey kalmamak * her şeyi tüketmek, bitirmek.
    dağcı * Dağa tırmanma sporu yapan kimse, alpinist.
    dağcıl * Dağşartlarına ve iklimine göre yetiştirilen bitki.
    dağcılık * Dağa tırmanma sporu, alpinizm.
    dağda bağın var, yüreğinde dağın var * malımülkü veya evlâdı olanlar kaygıve tasadan uzak olamazlar.
    dağda büyümüş * kaba ve görgüsüz kimse.
    dağdağa * Gürültü, patırtı, telâş, karmakarışık durum, sıkıntı.
    dağdağalı * Gürültülü patırtılı.
    dağdağasız * Gürültüsüz, patırtısız, sessiz ve sakin (yer veya ortam).
    dağdan gelip bağdakini kovmak * sonradan geldiği bir yerde eskiden beri burada bulunan kişinin yerini almaya çalışmak.
    dağdan inme * çok kaba saba kimse.
    dağılım * Dağılarak birbirinden ayrılma.
    * Bir toplumda veya kümede incelenen bir veya birçok özelliğin zamana, yere veya seçilen herhangi bir
    değişkene göre hesaplanan sayısal ve oransal dağılışı.
    * Ulusal gelirin toplumun bireyleri veya kesimleri arasındaki dağılışı.
    * Mal üretiminde, katkıda bulunanlara, üretilen mallardan herhangi bir ölçüde verilmesi, dağıtılması.
    * Çağrışım.
    * Bir ses biriminin, anlam biriminin veya dizimin değişik kullanım veya bağlamlardaki çevrelerinin tümü.
    * Birleşiminde kütle içinde tamamen eşit olarak dağılmışgerçek veya koloidal eriyik biçiminde başka bir
    madde bulunan katı, sıvıveya gaz durumundaki bütün cisimlere verilen ad.
    dağılış * Dağılmak işi veya biçimi, çözülme.
    * Yıkılış, çöküş.
    dağılma * Dağılmak işi.
    * Sınırlı bölgelere toplanmış birlik, gereç ve kuruluşların düşman saldırısına karşıdaha iyi korunmalarını
    sağlamak amacıyla birbirlerinden uzaklaştırılmaları.
    * Aynısilâhla aynıhedefe atılan mermilerin, barut haklarının ve başka şartların değişmesi yüzünden ayrıayrı
    noktalara vurması.
    dağılmak * Toplu durumda iken ayrılıp birbirinden uzaklaşmak.
    * Değer ve birimler belli etkenlerle, oranlı olarak bölünmek.
    * Parçalanarak yayılmak, ufalanmak.
    * Karışık duruma gelmek, düzeni bozulmak.
    * Birliği beraberliği bozulmak.
    * Bir topluluğun, kuruluşun varlığıson bulmak, fesholunmak, münfesih olmak.
    * Etkisi, gücü azalmak.
    dağınık * Geniş bir alana yayılmışolan.
    * Bir arada olmayan, birbiriyle bağlantısı olmayan.
    * Düzeni bozuk, karışık.
    * Düzensiz, düzenli olmayan, tertipsiz.
    * Düşüncelerini toparlayamayan.
    dağınık gözenek * Ağaç başkesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağılım gösterme hâli.
    dağınık ışık * Bir sahnenin aydınlatılmasında genel aydınlanmayısağlayan veya sahnenin genel aydınlanma derecesini
    artırmakta kullanılan ışık.
    dağınıkça * Biraz dağılmış, dağınık gibi.
    dağınıklık * Dağınık olma durumu.
    dağıntı * Karışık, gelişigüzel atılmışöteberi.
    Dağıstanlı * Kuzeydoğu Kafkasya’daki Dağıstan Federe Cumhuriyeti halkından olan kimse.
    dağıtıcı * Mektup, gazete vb. şeyleri dolaşarak dağıtan kimse, müvezzi.
    * Motorlarda yüksek gerilimli akımıçalışma sırasına göre bujilere yayıp gönderen aygıt, distribütör.
    dağıtıcılık * Dağıtma işi.
    dağıtık * Kendinden geçmiş, sarhoş.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 3

    dağıtılma * Dağıtılmak işi.
    dağıtılmak * Dağıtmak işi yapılmak, tevzi edilmek.
    dağıtım * Dağıtmak işi, tevzi.
    * Bir merkezden çeşitli yerlere göndermek işi.
    dağıtım bürosu * Dağıtım işinin yapıldığı büro.
    dağıtım evi * Dağıtım işiyle uğraşan kuruluşmerkezi.
    dağıtımcı * Dağıtım işiyle uğraşan kimse veya kuruluş.
    dağıtımcılık * Dağıtımcının işi.
    dağıtış * Dağıtmak işi veya biçimi.
    dağıtma * Dağıtmak işi, tevzi etme.
    dağıtmak * Toplu durumda bulunan kimse veya şeyleri birbirinden uzaklaştırmak veya ayırmak.
    * Belli bir orana göre bölüştürmek, pay etmek, tevzi etmek.
    * Bir şeyin veya bir yerin düzenini bozmak.
    * Güçlü bir vuruşla büyük bir zarara yol açmak.
    * Bir topluluğun varlığına son vermek, feshetmek.
    * Kurulu bir düzeni bozmak.
    * Etkisini, gücünü azaltmak, gidermek.
    * İletmek, ulaştırmak.
    dağî * Dağlık bölgelerde söylenen türkülerin makamı.
    dağlağı * Dağlama aracı.
    dağlama * Dağlamak işi.
    dağlama resim * Tahta üzerine kızgın demirle yapılan bir tür resim, yakma resmi, pirogravür.
    dağlamak * Kızgın bir demirle hayvan derisine damga vurmak.
    * Akan kanıdindirmek veya hasta bölümleri ortadan kaldırmak için vücudun bir yerini kızdırılmış bir metal
    araçla yakmak.
    * (çok sıcak, soğuk veya acı bir şey) Yakmak.
    * Acısıyüreğine işlemek.
    dağlanış * Dağlanma işi veya biçimi.
    dağlanma * Dağlanmak işi.
    dağlanmak * Dağlamak işine konu olmak.
    dağlar anası * Çok iri kadın, dağanası.
    dağlara düşmek * büyük bir üzüntü dolayısıyla insanlardan kaçıp ıssız yerlerde yaşamak.
    dağlara taşlara * kötü bir durumdan söz edilirken “hepimizden ırak olsun” anlamında söylenir.
    dağların misafir aldığımevsim * yaz mevsimi.
    dağların şenliği (veya dağların gelin anası) * ayı, kaba, anlayışsız kimse.
    dağlatış * Dağlatmak işi veya biçimi.
    dağlatma * Dağlatmak işi.
    dağlatmak * Dağlamak işini yaptırmak.
    dağlayış * Dağlamak işi veya biçimi.
    dağlı * Dağlık bölge halkından olan.
    * Kaba saba, görgüsüz.
    * Dağa ait.
    dağlı * Dağlanmışolan.
    dağlıç * Kıvırcık koç ile Karaman koyununun birleşmesinden doğan melez koyun.
    dağlık * Birçok dağın bulunduğu, dağlarla kaplı(bölge).
    dah * Bkz. deh.
    dah etmek * sürmek, yürütmek.
    daha * Şimdiye kadar, henüz.
    * Olana ek olarak, olana katarak.
    * Kendisinden sonra üçüncü kişi iyelik eki alan bir sıfatla birlikte sözü edilen konuda en önemli durumu
    belirtmek için kullanılır.
    * Bundan başka, bunun dışında.
    daha bir * Değişik, farklı.
    daha da * karşılaştırma derecesini vurgular.
    daha daha * “Başka neler oldu?” anlamında kullanılır.
    daha iyisi can sağlığı * “bulunabileceklerin en iyisi oldu” anlamında kullanılır.
    daha neler! * “hiç öyle şey olur mu!” anlamında kullanılır.
    dahası * (bir şeye) Fazlası, ilâvesi.
    dahasıvar * bir konuda bilinmesi gereken başka şeyler de olduğunu anlatmak için kullanılır.
    dahdah * (çocuk dilinde) At.
    dahi * Da, de.
    * “Bile” anlamında şart bildiren fiillerden sonra gelerek şartın geçerli olmadığını bildirir.
    dâhi * Olağanüstü yeteneği ve yaratıcı gücü olan (kimse).
    dâhice * Dâhiye yakışır (biçimde).
    dahil * Bir işe karışmışolma, karışma.
    dâhil * İç, içeri.
    * İçinde olmak üzere, ile birlikte.
    dâhil etmek * içine almak, katmak.
    dâhil olmak * katılmak, girmek veya içinde olmak.
    dâhilen * İçeriden, içten.
    * (ilâçlar için) İçip, yutularak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 4

    dâhilî * İçle ilgili.
    dâhilî deniz * Bkz. iç deniz.
    dâhilî harp * Bkz. iç savaş.
    dâhilî nizamname * İç tüzük.
    dâhilî talimatname * İç yönetmelik.
    dâhilik * Dâhi olma durumu, deha.
    dâhiliye * (devlet yönetiminde) İç işleri.
    * Vücudun iç hastalıklarıyla ilgili hekimlik kolu.
    * İç hastalıklarıyla ilgili hastahane bölümü.
    dâhiliye mütehassısı * İç hastalıklarıuzmanı.
    dâhiliye subayı * Askerî okul, hastahane gibi kuruluşlarda iç yönetimde görevli subay.
    dâhiliyeci * İç hastalıklarıuzmanı.
    dâhiyane * Dâhiye yakışır (biçimde), dâhice.
    dahletme * Dahletmek işi.
    dahletmek * Karışmak, burnunu sokmak; sataşmak.
    dahra * Bkz. tahra.
    daim * Sürekli, sonsuz.
    daim etmek (veya eylemek) * sürekli kılmak.
    daim olmak * süre durmak, sürüp gitmek, devam etmek.
    daima * Her vakit, sürekli olarak.
    daimî * Sürekli, kalıcı, temelli, gedikli.
    dair * Bir konu üzerine olan, üzerine, konusunda, … ile ilgili, üstüne.
    daire * Bir çemberin içinde kalan düzlem parçası.
    * Bir yapının konut olarak kullanılan bölümlerinden her biri, kat.
    * Belirli devlet işlerini çevirmekle görevli kuruluşlardan her biri ve bunların içinde çalıştıklarıyapı.
    * Bir yapıveya gemide belli bir işe ayrılmış bölüm.
    * (soyut kavramlar için) Belli sınır, ölçü.
    * Saz takımında usul vurmaya yarayan tef.
    daire kesmesi * Bir dairenin iki yarıçapı ile aralarındaki yayın çevrelediği alan.
    daire parçası * Bir dairenin bir kirişi ile o kirişin yayıarasında kalan parçası.
    daireli * Dairesi olan.
    dairesel * Daire ile ilgili, daire biçiminde olan.
    dairesiz * Dairesi olmayan.
    dairevî * Dairesel.
    -daki / -deki, -taki / -teki * İsimden sıfat yapma eki: dağ-daki ev, bahçe-deki ağaçlar, iç-teki masa, uzak-taki akrabamız vb.
    dakik * Düzenli işleyen.
    * Zamanıkullanmada çok dikkatli olan, her şeyi zamanında yapmaya özen gösteren.
    dakika * Bir saatlik zamanın altmışta biri.
    * Bir derecenin altmışta biri.
    * An, zaman.
    dakikane * Tam zamanında, dakik olarak.
    * Sadık bir biçimde.
    dakikasıdakikasına * tam zamanında.
    dakikasıdakikasına uymaz * her an başka bir ruh durumu gösterir.
    dakikasında * Hemen o anda, anında.
    daktilo * Yazımakinesi.
    * Yazımakinesi ile yazmayımeslek edinen kimse.
    daktilo etmek * yazımakinesiyle yazmak.
    daktilo kâğıdı * Daktilo yazıları için kullanılan kâğıt.
    daktilo makinesi * Yazımakinesi.
    daktilo masası * Üzerinde daktilo ile yazıyazılan özel masa.
    daktilo şeridi * Daktilodaki harflerin beyaz kâğıt üzerinde daha iyi okunmasınısağlayan karbonlu şerit.
    daktilograf * Yazımakinesi ile yazıyazan kimse, daktilo.
    daktilografi * Yazımakinesi ile yazıyazma işi.
    daktiloluk * Daktilo olma durumu.
    daktiloskopi * Parmak izine dayanarak kimlik belirleme yöntemi.
    daktilotekni * Suçlunun parmak izlerini belirleme, kimliğini araştırma ve bulmaya yarayan yöntemlerin bütünü.
    dal * Ağacın gövdesinden ayrılan kollardan her biri.
    * Kol, bölüm.
    * Canlıların bölümlenmesinde, sınıfların bir araya gelmesiyle oluşan birlik, şube.
    dal * Arka, sırt.
    * Kol.
    * Boyun, ense; omuz.
    dal * Çıplak, yalın.
    dal * Zaman belirten kelimelerin başına getirildiğinde kelimenin anlamını güçlendirir.
    dal * Arap alfabesinde de harfi.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 5

    dal budak salmak * karmaşık bir biçimde yayılıp genişlemek.
    * soy yönünden genişleyip yayılmak.
    dal gibi * ince uzun yapılı.
    dal gibi kalmak * (vücudu) çok zayıflamak.
    dal vermek * dayanmak, yaslanmak.
    dal yarak * Budalalığıyüzünden her zaman densizlik eden kimse.
    dala çıka * büyük güçlüklerle.
    dalak * Midenin arkasında, diyaframın altında, sol böbreğin üstünde, yassı, uzunca, akyuvar üreten ve yıpranmışal
    yuvarlarıtoplayan, damarlı gevşek bir dokudan oluşmuşorgan.
    * Omurgalıhayvanlarda lenf bezine benzeyen ve kan damarlarıçok olan bir organ.
    * Bal peteği.
    * Tekerlek biçimindeki kaşar peyniri.
    dalak kestirmek * sıtmadan büyümüşdalağıeski bir usulle tedavi ettirmek.
    dalak otu * Ballı babagillerden, Akdeniz çevresinde kuru yerlerde yetiştirilen, yüz kadar türü bulunan, güçlendirici,
    uyarıcıve yara sağaltıcı olarak kullanılan otsu veya odunsu bitki, duvar sedefi (Teucrium chamaedrys).
    dalâlet * Sapınç, sapkınlı, doğru yoldan ayrılmak.
    dalâlete düşmek * doğru yoldan ayrılmak, sapkınlık etmek.
    dalama * Dalamak işi.
    dalamak * (köpek, kurt gibi ısırıcıhayvanlar için) Dişlemek, ısırmak.
    * (zehirli böcek, ısırgan otu gibi yakıcımaddesi bulunan şeyler veya sert kumaşiçin) Dokunarak teni acıtmak
    veya kaşındırmak.
    dalan * Lobi.
    * Biçim, şekil.
    dalancı * Lobici.
    dalancılık * Dalancının işi veya mesleği.
    dalap olmak * (dişi hayvan, özellikle kısrak) Erkek istemek.
    dalaş * Kavga, gürültülü bağrışıp çağrışma.
    dalaşma * Dalaşmak işi veya durumu, dalaş.
    dalaşmak * (köpekler) Boğuşup birbirini ısırmak.
    * Ağız kavgasıetmek.
    dalavere * Yalan dolanla gizlice görülen kötü iş, gizli oyun.
    dalavere çevirmek (veya döndürmek) * yalan dolanla gizlice kötü işgörmek.
    dalavereci * Çıkarı için hileye başvuran (kimse).
    dalaverecilik * Dalavereci olma durumu.
    dalbastı * Bir tür iri, aşılıkiraz.
    dalcık * Ana dalın kollarından her biri, küçük dal.
    daldalan * Arka arkaya, peşi sıra.
    daldan dala * Oradan oraya, düzensiz, kararsız.
    daldan dala konmak * sık sık iş, konu veya düşünce değiştirmek.
    daldırılma * Daldırılmak işi.
    daldırılmak * Daldırmak işine konu olmak.
    daldırış * Daldırma işi veya biçimi.
    daldırma * Daldırmak işi.
    * Bir dalı gövdeden ayırmadan toprağa gömerek köklenmesini sağlama yolu.
    * Bu yolla daldırılan dal.
    daldırma * Cam veya seramikten yapılmış bir çeşit kulplu kap.
    daldırmak * Dalmak işini yaptırmak, dalmasına sebep olmak.
    * Dalmak.
    daldırtma * Daldırtmak işi.
    daldırtmak * Daldırmasını sağlamak.
    daldız * Marangozların kullandığı ağaç oymaya yarayan oluklu demir alet.
    * Ağaçtan oyulmuşarıkovanı.
    * Ağaçtan oyulmuşyayık.
    * Petekten bal almak için kullanılan demir kepçe, demir bıçak.
    dalfes * Üstünde sarık bulunmayan, sarıksız fes.
    dalfidan * Taze ve yeni fidan.
    dalfidan boylu * İnce, uzun ve yeni dal gibi boyu olan.
    dalga * Deniz veya göl gibi genişsu yüzeylerinde genellikle rüzgârın, depremin vb. nin etkisiyle oluşan kıvrımlı
    hareket.
    * (sıcak, soğuk, moda için) Belli bir süre etkili olan dönem.
    * Titreşimin bir ortam içinde yayılma hareketi.
    * Bir yüzeydeki kıvrım.
    * Saçların kıvrım genişliği.
    * Gizli iş, dalavere.
    * Esrar, eroin vb. uyuşturucu maddelerin verdiği keyif durumu.
    * Dalgınlık.
    * Geçici sevgili.
    * Macera, meşru olmayan kazanç veya aşk ilişkisi.
    dalga bandı * Hem radyo hem de optik dalgalarıkapsayan bant.
    dalga boyu * Yan yana iki dalga sırtıarasında kalan ve uzunluğu yerine göre birkaç metreden birkaç yüz metreye kadar
    ulaşabilen yatay uzaklık.
    * Devirli hareketlerde bir devir içindeki hareketin yayıldığıuzaklık.
    dalga çukuru * Biribiri ardından gelen iki dalga arasında oluşan çukur bölge.
    dalga dalga * (renk için) Açıklıkoyulu.
    * Düzgün olmayan, alçaklı, yüksekli.
    * (saç için) Kıvrımlı.
    dalga geçmek * üzerinde durulması gereken işle ilgilenmeyerek, başka şeyler düşünmek.
    * eğlenmek, alay etmek.
    * geçici sevgi ilişkisi kurmak, gönül eğlendirmek.
    dalga genliği * Dalganın en yüksek noktası ile sıfır noktasıarasındaki nicelik.
    dalga hızı * Dalga boyunun dalga periyoduna oranı.
    dalga kuşağı * Aynıfrekansı içeren dalgalar bütünlüğü.