Kategori: D

D Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları

  • Türkçe Sözlük D Sayfa 18

    değdirmek * Değmesini sağlamak, değmesine yol açmak.
    değer * Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir şeyin değdiği karşılık, kıymet.
    * Bir şeyin para ile ölçülebilen karşılığı, paha.
    * Yüksek ve yararlınitelik.
    * Üstün, yararlınitelikleri olan kimse.
    * Kişinin isteyen, ihtiyaç duyan bir varlık olarak nesne ile bağlantısında beliren şey.
    * Bir değişkenin veya bilinmeyenin sayı ile anlatımı.
    değer analizi * Bir ürünün her parçasının veya ekonomik işlemin her basamağının sistemli bir biçimde analiz edilip, katma
    değerinin hesaplanmasıve maliyetle ilişkisinin meydana çıkarılması işi.
    değer artırma * Fiyatınıyükseltme.
    değer biçmek * bir şeyin değerini belirtmek, bir şeye değer koymak.
    değer düşürme * Fiyatını indirme, değerini aşağıya çekme.
    değer düşürümü * Paranın altın veya yabancı bir paraya göre değerinin düşürülmesi, satın alma gücünün azalması,
    devalüasyon.
    değer kuramı * Değerlerin önem sıralarınıve bu arada en yüksek değeri araştırarak bir değer ölçüsü bildiren felsefe
    kuramı.
    değer vermek * değerli saymak, önem vermek.
    değer yargısı * Bir değerlendirme getiren yargı.
    değerbilir * Değeri olan şeyleri, kimseleri sayan veya koruyan, iyilikbilir, kadirbilir, kadirşinas.
    değerbilirlik * Değerbilir olma durumu, iyilikbilirlik, kadirbilirlik, kadirşinaslık.
    değerbilmez * Değeri olan şeyleri, kimseleri saymayan veya korumayan, hatırsız.
    değerbilmezlik * Değerbilmez olma durumu.
    değerleme * Değerlemek işi.
    değerlemek * Değer belirtmek.
    değerlendirilme * Değerlendirilmek işi, kıymetlendirilme.
    değerlendirilmek * Değerlendirmek işi yapılmak, kıymetlendirilmek.
    değerlendirme * Değerlendirmek işi, kıymetlendirme.
    değerlendirmek * Bir şeyi yerinde ve yararlı bir yolda kullanmak, kıymetlendirmek.
    * Bir şeyin özünü, önemini, nitelik ve niceliğini belirlemek.
    değerlenme * Değerlenmek işi, kıymetlenme.
    değerlenmek * Değer kazanmak, değeri artmak, değer sağlamak, kıymetlenmek.
    değerli * Değeri olan veya değeri yüksek olan, kıymetli.
    değerli kâğıt * Kapsadığıhak, senede bağlı olan, senetsiz ileri sürülebilmesine imkân olmayan kâğıt.
    değerlilik * Değeri olma durumu, kıymetlilik.
    değersiz * Değeri olmayan veya değeri çok az olan, önemsiz, kıymetsiz, naçiz.
    değersizlik * Değersiz olma durumu.
    değgin * İlişkin, üstüne ait, dair, müteallik.
    değil * İsim cümlesinde yükleme veya başka öğelere olumsuzluk anlamıveren kelime.
    değil a * “şöyle dursun” anlamına.
    değil mi ki * madem, mademki.
    değim * Bir kimsenin, kendisine işverilmeye hak kazandıran durumu, liyakat.
    değimli * Liyakatli.
    değimsiz * Liyakati olmayan, liyakatsiz.
    değin * Kadar, dek gibi bir işin bir durumun sona erdiği zamanıveya yeri gösterir.
    değin * Sincap.
    değini * Değinme.
    değiniş * Değinmek işi veya biçimi.
    değinme * Değinmek işi, temas.
    değinmek * Bir konuyu ele alarak ondan kısaca söz etmek, dokunmak, temas etmek.
    değinti * Temas.
    değirme * Değirmek işi.
    değirmek * Duyurmak, bildirmek, ulaştırmak.
    * Değdirmek, dokundurmak.
    değirmen * Öğüten araç veya alet.
    * İçinde öğütme işi yapılan yer.
    değirmen taşı * Değirmende, dönerek taneleri ezen yuvarlak taş.
    * Değirmen taşıyapmakta ve bazen de yapılarda kullanılan çakmak taşıtüründen sert bir taş.
    değirmen taşının altından diri çıkar * en ağır şartlarda bütün güçlükleri yener.
    değirmenci * Değirmen yapan veya işleten kimse.
    değirmencilik * Değirmen yapma işi.
    * Değirmen işletme işi.
    değirmenin suyu nereden geliyor? * bu işin masrafınıkarşılayacak para nasıl kazınılıyor?.
    değirmenlik * Değirmende öğütülmek için ayrılmış(tahıl).
    * Bir değirmen taşını işletecek güçte (akarsu).
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 19

    değirmi * Yuvarlak.
    * (kumaşiçin) Eni boyuna eşit olan.
    * Yemeni, yazma, başörtüsü, mendil.
    değirmi sakal * Değirmi bir biçimde kesilmişsakal.
    değirmileme * Değirmileme işi.
    değirmilemek * Yuvarlak biçime koymak.
    değirmileşme * Değirmileşmek işi.
    değirmileşmek * Değirmi hâle gelmek.
    değirmilik * Değirmi olma durumu, yuvarlaklık.
    değiş * Değmek işi veya biçimi.
    * Bir şey verip yerine başka bir şey alma, mübadele, trampa.
    değişetmek * bir şey verip yerine başka bir şey almak.
    değiştokuş * Değiş, alışveriş, mübadele, trampa.
    değişebilir * Değişme özelliği taşıyan, değiştirilebilen.
    değişebilirlik * Değişebilir olma durumu.
    değişen yıldız * Parlaklığızamana bağlı olarak değişme gösteren yıldız.
    değişici * Biçimden biçime giren, değişken.
    değişik * Değiştirilmiş.
    * Alışılmışın dışında bir özelliği bulunan.
    * Çeşitli, farklı.
    * Yedek (iç çamaşırı, giyecek).
    değişiklik * Değişik olma durumu.
    * Bir bütünden bir bölümünün değişmesiyle ortaya çıkan yeni durum.
    * Amaca uygun biçime getirmek için yapılan değiştirme, tadil.
    değişiklik önergesi * Bazıkanun maddelerinin amaca daha uygun olması için Büyük Millet Meclisine yapılan öneri.
    değişiklik teklifi * Değişiklik önergesi.
    değişiklik yapmak * değiştirmek.
    değişim * Bir zaman dilimi içindeki değişikliklerin bütünü.
    * Yeni döllerin atalarına tıpatıp benzememesini sağlayan özelliklerin tümü, varyasyon.
    * Üretilen malların başka mallar veya para karşılığıdeğiştirilmesi.
    * Bir niceliğin birbirinden ayrıdeğerler almasıveya böyle iki değer arasındaki ayrım.
    * Rüzgârın yön değiştirmesi.
    değişim yönetimi * Hızla değişen bir ortamda ayakta kalabilmek ve rakiplerin önüne geçebilmek için, şirketin kendini
    yenilemesi, değişim fırsatlarınıanaliz edip ortaya çıkan potansiyeli değerlendirmesi ve en uygun stratejinin belirlenip
    bunun uygulanması için yeniden örgütlenme ve yapılanma işi.
    değişimli * Değişme özelliği gösteren.
    değişimli ünsüzler * Ünsüz uyumuna bağlı olarak ötümlülük ve ötümsüzlük bakımından birbirinin yerine geçen ünsüzler: p / b,
    ç / c, t / d, k / g, k / ğ.
    değişinim * Doğada ve toplumda nitelikle ilgili değişmelerin yavaşyavaşdeğil, birdenbire olması, bir şeyin ortam ve
    şartlarını bulduğunda birdenbire nitelik değiştirmesi, mutasyon.
    değişinimci * Değişinimcilik yanlısı, mutasyonist.
    değişinimcilik * Bir canlıvarlıktaki soya çekimin (genlerin bazıözel durumlarının yitirilmesi, yeniden oluşmasıveya
    değişmesi yüzünden) anîden değişebileceğini ve bu değişmen, türlerin oluşmasında ana yol olduğunu ileri süren
    kuram, mutasyonizm.
    * Doğa ve toplumdaki değişmelerin değişinim biçiminde olduğunu savunan düşünce akımı, mutasyonizm.
    değişiş * Değişmek işi veya biçimi.
    değişke * Her canlıda dışetkilerle ortaya çıkabilen, kalıtımla ilgili olmayan değişiklik, modifikasyon.
    değişken * Değişme özelliği gösteren, çok değişen, değişebilir, kararsız, değişici, mütehavvil.
    * Değişik sayıdeğerleri alabilen nicelik.
    değişkenlik * Değişken olma durumu.
    değişkin * Değişikliğe uğramış, değişik, muaddel.
    değişkinlik * Değişkin olma durumu.
    değişme * Değişmek işi.
    * Değişim, mübadele.
    değişmek * Başka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek.
    * Yerine başka şey veya kimse gelmek.
    * Karşılıklıalıp vermek, mübadele etmek.
    * Değiştirmek.
    * (olumsuz biçimiyle) Çok değer vermek.
    değişmez * Aynen kalan, değişikliğe uğramayan.
    değiştirge * Bir değişiklik yapılması için verilen önerge, tadil teklifi.
    değiştirgeç * Bir cismin veya bir gücün biçimini değiştirmeye yarayan alet, konvertisör.
    değiştirici * Değiştirme özelliği olan.
    * Değiştirme işini yapan nesne veya kimse.
    değiştiriliş * Değiştirilmek işi veya biçimi.
    değiştirilme * Değiştirilmek işi.
    değiştirilmek * Değiştirmek işi yapılmak.
    değiştirim * Değiştirmek işi.
    değiştirme * Değiştirmek işi, tebdil, tahrif.
    değiştirmek * Başka bir biçime sokmak, değişikliğe uğratmak.
    * Bir şey veya kimseyi bulunduğu yerden başka bir yere almak.
    * Bir şey verip yerine başka bir şey almak.
    * Birini bırakıp başkasınıedinmek veya kullanmak.
    * Başka bir duruma, başka bir görünüme getirmek.
    * Anlatıma yeni bir içerik vermek.
    değiştirtme * Değiştirtmek işi.
    değiştirtmek * Değiştirmek işini yaptırmak.
    değme * Değme işi, temas.
    değme * Her, herhangi bir, gelişigüzel, rastgele.
    * Seçkin, seçme.
    değme gitsin * deme, karışma gitsin.
    değme keyfine * konuşulan işten çok hoşlanıldığınıanlatmak için kullanılır.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 20

    değmek * Aralık kalmayıncaya kadar birbirine yaklaşmak, dokunmak, temas etmek.
    * Ulaşmak, erişmek.
    * İstenilen yere düşmek, rast gelmek, isabet etmek.
    değmek * Değerinde olmak.
    * Karşılık olmak.
    * (zevk veren şeyler için) Hoşa gitmek.
    * Herhangi bir nitelikte olmak.
    * Eşdeğerde olmak.
    değnek * Elde taşınacak incelikte düzgün ağaç, sopa.
    * Değnekle atılan dayak.
    değnek gibi * çok zayıf ve ince.
    değnekçi * Motorlu taşıtların çalıştığıyerlerde yolcuların binişve sıra düzenini sağlayan kimse, kâhya.
    * Şehir düzeni ile ilgili görevli.
    değnekçilik * Değnekçinin yaptığı iş.
    değnekleme * Değneklemek işi.
    değneklemek * Değnekle vurmak.
    deh * Binek veya koşum hayvanlarınıyürütmek için söylenen bir söz.
    deha * İnsan zekâsının, insan kişiliğinin erişebileceği en yüksek kerte, dâhilik.
    * Dâhi.
    dehalet * Sığınma, korunma.
    dehdeh * Bkz. dahdah.
    dehhaş * Aşırıkorku verici, dehşet saçıcı.
    dehleme * Dehlemek işi.
    dehlemek * Hayvanıdeh diyerek yürütmek.
    * Kovmak.
    dehlenme * Dehlenmek işi.
    dehlenmek * Dehlemek işi yapılmak.
    dehletmek * Aşağılamak, hor görmek.
    dehliz * Üstü kapalı, dar ve uzun geçit, koridor.
    dehşet * Bir tehlike veya korkunç bir şey karşısında duyulan ürküntü, yılgı.
    * Olağanüstü.
    * Olağanüstü şeyler karşısında şaşma anlatır.
    dehşet saçmak * ortalığa korku vermek.
    dehşete düşürmek * dehşet içine sokmak.
    dehşete kapılmak (veya düşmek) * çok korkmak.
    dehşetlenme * Dehşetlenmek işi.
    dehşetlenmek * Dehşete kapılmak.
    dehşetli * Korku veya ürküntü veren.
    * Şaşırtıcı.
    * Çok fazla, son derece.
    deist * Deizm yanlısı.
    deizm * Tanrı’yıyalnızca ilk sebep olarak kabul eden, Tanrı için başka herhangi bir güç ve nitelik tanımayan, vahyi
    reddeden görüş.
    dejenere * Soysuz.
    * Yoz.
    dejenere etmek * soysuzlaştırmak, yozlaştırmak.
    dejenere olmak * soysuzlaşmak, yozlaşmak.
    dejenereleşme * Dejenereleşmek işi.
    dejenereleşmek * Soysuzlaşmak.
    * Yozlaşmak.
    dejenerelik * Soysuz, yoz; soysuzluk, yozluk.
    dek * Kadar, gibi bir işin sona erdiği noktayıveya zamanıanlatır.
    dek * Düzen, hile.
    * Tokuşma, çatışma.
    * Sağlam.
    dek * Bkz. tek.
    dekadan * XIX. yüzyıl sonlarında Fransa’da natüralistlere karşıçıkan sembolizm akımına öncülük etmişolan
    sanatçılara verilen ad.
    dekadanlık * Dekadan olma durumu.
    dekagram * Bir kilonun yüzde biri, dag.
    dekalitre * On litrelik hacim ölçü birimi, dal.
    dekametre * On metre uzunluğunda bir ölçü birimi, dam.
    dekan * Fakültenin yönetiminden sorumlu profesör.
    dekanlık * Dekanın görevi.
    * Dekanın makamı.
    dekar * On ar (1000 m²) değerinde yüzey ölçü birimi.
    Dekartçı * Descartes’in öğretisi ile ilgili, kartezyen.
    * Descartes felsefesini benimseyen kimse.
    Dekartçılık * Descartes’in felsefesi.
    * Descartes’in öğretisi, kartezyenizm.
    dekaster * On metreküplük hacim ölçüsü birimi.
    dekatlon * 100 m koşusu, uzun atlama, gülle atma, yüksek atlama, 400 m koşusu, 110 m engelli koşu, disk atma,
    sırıkla yüksek atlama, cirit atma, 1500 m koşularını içeren atletizm yarışması.
    dekatloncu * Dekatlon yarışmalarına katılan atlet.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 10

    damlatılmak * Damlatmak işi yapılmak.
    damlatma * Damlatmak işi.
    damlatmak * Damla damla akıtmak.
    * Damlalıkla ilâç koymak.
    * Damıtmak.
    damlaya damlaya göl olur * azar azar olagelen bir şeyi küçümsemenin doğru olmadığını, çünkü birikerek önemli bir niceliğe ulaşacağını
    anlatır.
    damlı * Damı olan.
    damper * Bir şasinin üzerine takılmış, inip kalkan kasası olan, kendinden hareketli, yükü boşaltan düzen.
    damperli * Damper düzeni olan.
    damping * Milletler arasıpazarlarıelde etmek veya elindeki malıelden çıkarmak için düşük fiyatla satma.
    * Ucuzluk.
    damsız * Damı olmayan.
    dan dan * Kaba, kırıcı.
    dan dun * Karşılıklıatılan silâh seslerini anlatır.
    -dan, -den / -tan, -ten * Çıkma hâli eki: Tarladan, köy-den vb.
    * İsimlerden sıfat ve zarflar da türetir: toptan, candan, gerçekten vb.
    dana * İneğin, sütten kesilmesinden bir yaşına kadar olan erkek yavrusu.
    dana derisi * Ölü buzağından elde edilen ve tirşe yapımında kullanılan özel deri.
    dana eti * Sütten yeni kesilmişdananın eti.
    dana humması * İnekte buzağıyıdoğurduktan sonra ortaya çıkan bir tür hastalık.
    danaayağı * Yılanyastığı gillerden, yapraklarılekeli bir bitki (Arum).
    danaburnu * Toprak içinde yaşayıp bitkilere, köklerini keserek zarar veren bir böcek, kök kurdu (Gryllotalpa vulgaris).
    * Aslanağzıçiçeği.
    danacı * Dana çobanı.
    danadili * Bir tür cönk.
    danakıran otu * Salepgillerden, bataklık yerlerde yetişen bir bitki (Epipactis).
    danalar gibi bağırmak (veya böğürmek) * çok kuvvetle haykırmak.
    dananın kuyruğu kopmak * beklenen veya korkulan sonuç gerçekleşmek.
    Danca * Danimarka dili.
    dandini * Bebekleri uyuturken, oyalarken söylenen tekerlemelerde geçer.
    * Düzensiz, karışık, darmadağınık.
    dandini bebek * Yaşına yakışmayacak davranışlarda bulunanlar için söylenir.
    dane * Kuşyemi.
    dang * Başta, kaslarda, oynaklarda ağrılar yapan, vücutta kızıl lekeler gösteren, ateşli ve salgın bir hastalık.
    dangadak * Birdenbire, damdan düşer gibi.
    dangalak * Akılsız, düşüncesiz.
    dangalakça * Dangalağa yakışır (biçimde).
    dangalaklık * Dangalak olma durumu veya dangalakça davranış.
    dangıl dungul * Kaba saba, yersiz ve lüzumsuz.
    dangıldamak * Dangırdamak.
    dangırdama * Dangırdamak işi veya biçimi.
    dangırdamak * Yüksek sesle, bağıra bağıra konuşmak.
    danış * Önemli bir konuda birkaç kişinin bir arada konuşması, müşavere.
    danışık * Olmayan bir durumu varmışgibi göstermek veya olduğundan başka anlatmak için önceden yapılan
    anlaşma, muvazaa.
    danışıklı * Gerçekte olmadığıhâlde bir anlaşma sonunda öyle gösterilen, muvazaalı.
    danışıklıdövüş * Başkalarınıaldatmak veya atlatmak için önceden yapılmışgizli anlaşmaya dayanan davranış, şike.
    danışıklık * Danışıklı olma durumu, muvazaa.
    danışılma * Danışılmak işi.
    danışılmak * Danışmak işi yapılmak.
    danışma * Danışmak işi, müşavere, istişare, müzakere, meşveret.
    * Danışılan yer, müracaat, enformasyon.
    danışma bürosu * Bazıkuruluşların işleriyle ilgili olarak sorulacak sorularıcevaplamak için açılmış büro.
    danışma meclisi * 1982 Anayasasınıhazırlayan ve Kurucu Meclisi oluşturan organlardan biri.
    danışmak * Bir işiçin bilgi veya yol sormak, görüşalmak, istişare etmek, müracaat etmek, meşveret etmek.
    danışman * Bilgi ve düşüncesi alınmak için kendisine danışılan görevli kimse, müşavir.
    danışmanlık * Danışmanın yaptığı görev, müşavirlik.
    Danıştay * Yönetim davalarına bakmak, bakanlar kurulunca gönderilen yasa ve tüzük tasarıları ile imtiyaz sözleşmeleri
    üzerine düşüncelerini bildirmek gibi görevleri olan, üyeleri Anayasa Mahkemesince seçilen bağımsız anayasa kuruluşu,
    Devlet Şurası.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 11

    Danimarka kırmızısı * Kıllarıkırmızı, ortalama 600 kg ağırlığında iri yapılı, sert şartlara uyum sağlayan bir sütçü sığır ırkı.
    Danimarkalı * Danimarka halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
    daniska * En iyi, katmerli.
    danişment * Bilgili.
    * Tanzimattan önce, kadıların yanında yetişmek üzere görevlendirilen kimse.
    * Sahn medreselerinde oda sahibi olabilen öğrenci.
    dank * “Çoktan beri anlayamadığı bir şeyi, bir olayın ortaya çıkmasıyla birdenbire kavrayıvermek” anlamına gelen
    kafasına dank demek veya kafasına dank etmek deyimlerinde geçer.
    dans * Müzik temposuna uyularak yapılan ve estetik değer taşıyan düzenli vücut hareketleri, raks.
    dans etmek (veya yapmak) * müzik temposuna uyarak, estetik değer taşıyan vücut hareketleri yapmak.
    dansçı * Dans eden kişi.
    * Dansımeslek edinen kişi.
    dansimetre * Yoğunlukölçer.
    dansing * Dans etmek için gidilen, halka açık yer.
    danslı * Dansı olan, dans edilen.
    dansör * Dans etmeyi meslek edinen erkek.
    dansörlük * Dansörün işi veya mesleği.
    dansöz * Dans etmeyi meslek edinen kadın.
    dansözlük * Dansözün işi veya mesleği.
    danssız * Dansı olmayan, dans edilmeyen.
    dantel * Her türlü iplikle örülen veya bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince ve ağgörünümünde örgü,
    tentene.
    dantel ağacı * Dulaptal otugillerden, Antillerde yetişen, sünger gibi kullanılan, kabuk lifleri dantele benzeyen bir ağaç
    (Lâgetta).
    dantelâ * Bkz. dantel.
    dantelâlı * Dantelâsı olan.
    dantelli * Danteli olan.
    dapdar * Çok dar.
    dapdaracık * Çok dar.
    dar * İçine alacağışeye oranla ölçüleri yetersiz olan, genişve bol karşıtı.
    * Genişliği az veya yetersiz olan, ensiz.
    * (yaratıcıyetiler için) Yetersiz.
    * Az, elverişsiz, sınırlı.
    * Yeterli paranın olmamasından doğan sıkıntı.
    * Güçlükle, ucu ucuna, ancak.
    dar * İdam mahkûmlarınıasmak için dikilen direk.
    dar açı * Ölçüsü 90° den küçük olan açı.
    dar aralık * Borsada hisse senetlerinin alım satım emirlerinin verilmesi sırasında geçen kısa süre.
    dar atmak * güçlükle ve ivedi olarak bir yere sığınmak; kaçmak.
    dar boğaz * Kısık.
    * Toplumun, çözümlenmesinde güçlüklerle karşılaştığı bunalımlıdurum.
    dar darına * güçlükle ve son anda; güç hâl ile, uç uca.
    dar gelirli * Geliri normal bir geçim sağlamaya yetişmeyen; geçim sıkıntısıçeken.
    dar gelmek * sıkıntıve huzursuzluk vermek.
    dar görüşlü * Yeni ve değişik görüşleri benimsemeyen, anlayışgöstermeyen.
    dar hat * Dar demir yolu.
    dar kaçmak * istemediği bir çevreden kendini dışarıatmak.
    dar kafalı * Kavrayışıaz, anlayışıkıt; yenilikleri benimseyecek yetenekten yoksun (kimse).
    dar ünlü * Alt çenenin az açılmasıyla oluşan ünlü: u, ü.
    dara * Kabıyla birlikte tartılan bir nesnenin kabının ağırlığı.
    * Bu kabın ağırlığına karşılık olarak terazinin öbür kefesine konulan ağırlık.
    * İçinde yük taşınan aracın boşdurumdaki ağırlığı.
    dara boğmak * birinin güç durumundan yararlanmak.
    dara dar * Güçlükle, ancak, uç uca, son dakikada.
    dara düşmek * para sıkıntısına düşmek.
    dara gelmek * aceleye gelmek.
    * mecbur olmak.
    dara getirmek * aceleye getirmek.
    daraban * (kalp için) Vurma, vuruş, atış.
    daracık * Çok dar.
    daraç * Dar.
    darağacı * İdama mahkûm olanlarıasmak için kurulan sehpa.
    daralış * Daralma işi veya biçimi.
    daralma * Daralmak işi.
    * Genişünlülerin, yanlarındaki bazıünsüzlerin etkisiyle darlaşması: geymek > giymek, yene > yine gibi.
    daralmak * Dar duruma gelmek, küçülmek; azalmak.
    * Güçleşmek, zorlaşmak.
    * Sıkışmak, başıdara gelmek, bunalmak.
    * Zayıflamak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 12

    daraltı * Dar gibi görünme veya olma.
    daraltıcı * Boruların çaplarınıdaraltmakta kullanılan bağlantıparçası.
    daraltılma * Daraltılmak işi.
    daraltılmak * Daraltmak işi yapılmak.
    daraltma * Daraltmak işi.
    daraltmak * Dar duruma getirmek.
    * Sayıca azaltmak.
    darasınıalmak * içine bir şey konulacak kabın ağırlığınıtartmak.
    darasınıdüşmek * tarttıktan sonra kabın ağırlığınıhesaptan düşmek.
    darasız * Darasıalınmadan.
    daraşlık * Sıkıntılı ortam, durum, darlık.
    daraya atmak (veya çıkarmak) * değer vermemek.
    darbe * Vuruş, çarpış.
    * Bir ülkede baskıkurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirmek
    veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi, devirmek işi.
    * Birini kötü duruma düşüren, sarsan olay.
    darbe vurmak (veya indirmek) * iyi olan bir durumu kötüye dönüştürmek.
    darbe yemek * gücünü sarsıcı, yok edici bir durum almak.
    darbeci * Vuran, çarpan kimse.
    * Darbe yaparak yönetime el koyan kimse.
    darbecik * Küçük, hafif darbe.
    darbecilik * Darbecinin işi.
    darbeleme * Darbelemek işi.
    darbelemek * Vurmak, çarpmak.
    * Yıkıma uğratmak.
    * Bir işi engellemek.
    darbımesel * Atasözü, atalar sözü.
    darbuka * Toprak veya madenden yapılan, bir yanıaçık, uzunca bir tür dümbelek.
    darbukacı * Darbuka çalan kimse.
    darbukacılık * Darbukacının işi veya mesleği.
    darca * Biraz dar, pek genişolmayan, dar olarak.
    darda bulunmak * para sıkıntısı içinde bulunmak.
    darda kalmak * paraca sıkıntı içine girmek.
    * zor duruma düşmek.
    dardağan * Palmiye cinsinden bir ağaç (Milium effusum).
    * Bu ağacın çitlembik büyüklüğünde, sert çekirdekli tatlıyemişi.
    dargın * Darılmışolan, küskün.
    * Soğuk, ilgisiz.
    dargın durmak * küskün durumda olmak.
    dargınlaşma * Dargınlaşmak işi.
    dargınlaşmak * Dargın bir durum almak.
    dargınlık * Dargın olma durumu.
    darı * Buğdaygillerden, tohumları gereğinde buğday yerine besin olarak kullanılan, kuraklığa dayanıklı bir bitki,
    akdarı(Panicum).
    * (bazı bölgelerde) Mısır.
    darıdarına * Güçlükle, uç uca.
    darıunundan baklava, incir ağacından oklava olmaz * kötü gereçle iyi işgörülemez.
    dârıdünya * Dünya, yeryüzü.
    dârıfülfül * Doğu Hint Adalarında yabanî olarak yetişen, tırmanıcı, meyveleri 6 cm uzunluğunda, 7 mm çapında, koni
    biçiminde, açık esmer renkli, yakıcıve keskin lezzetli, iştah açıcı bir bitki (Fructus Piperis longi).
    darılgan * Çabuk alınıp darılan (kimse).
    darılganlık * Çabuk alınıp darılma durumu.
    darılma * Darılmak işi.
    darılmaca * “Darılmak olmaz”, “sakın darılma” anlamında kullanılan darılmaca yok deyiminde geçer.
    darılmak * Hoşa gitmeyen bir tutum, davranışveya söz dolayısıyla gücenip görüşmez olmak, ilgiyi kesmek.
    * Gücenmek, kırılmak, alınmak, incinmek.
    * Azarlamak, paylamak.
    darıltma * Darıltmak işi.
    darıltmak * Darılmasına sebep olmak.
    darısı başına * bir başarı, bir mutluluk başkası için istendiğinde söylenir.
    darlaşma * Darlaşmak işi.
    darlaşmak * Daralmak.
    darlaştırma * Darlaştırmak işi.
    darlaştırmak * Daraltmak.
    darlık * Dar olma durumu.
    * Geçim zorluğu.
    * İç sıkıntısı.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 13

    darmadağın * Çok dağınık ve karışık, tarumar.
    darmadağın etmek * dağıtmak, karıştırmak.
    * dayak atıp iyice dövmek.
    darmadağınık * Darmadağın olmuş.
    darmaduman * Karmakarışık.
    darmaduman etmek * karmakarışık bir duruma getirmek.
    darmaduman olmak * karmakarışık bir duruma gelmek.
    darp * Vurma, dövme.
    * Çarpma.
    * Vuruş.
    darp etmek * vurmak, çarpmak.
    * (para için) damga basmak.
    darphane * Para basılan yer.
    darülâceze * Düşkünler evi.
    darülbedayi * Güzel sanatlar evi, kuruluşu.
    darüleytam * Yetimler evi.
    darülfünun * Üniversite.
    darüşşifa * Sağlık yurdu.
    Darvincilik * Darwin’ce geliştirilen, canlıtürlerin doğal ayıklanma sonucu, evrim yoluyla basit organizmalardan
    türediğini ileri süren görüş.
    dasdaracık * Çok dar.
    dasit * Kuvarslıdiyorit birleşiminde olan bir sızıntıkütlesi.
    dasitan * Destan.
    dasitanî * Destanî.
    dastar * Başörtüsü.
    -daş/ – taş * İsimden isim türeten ek: din-daş, arka-daş, meslek-taş, sır-daş, yol-daşvb.
    datif * Yönelme durumu.
    daüssıla * Yurt özlemi, yurtsama.
    dav * Postu, kaplan postu gibi çizgili bir tür Afrika zebrası(Hippotigris burchelli).
    dava * Hukukî korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurma.
    * İleri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav.
    * Sorun.
    * Ülkü.
    * Sevgili.
    dava adamı * Bir ülkü uğrunda sürekli çalışan kimse.
    dava etmek (veya açmak) * hukukî korunmanın bir hüküm ile sağlanması için yargı organlarına başvurmak.
    dava görmek * açılan davaları incelemek ve sonuca bağlamak.
    dava gütmek * sürekli olarak bir konuyu savunmak veya gündemde tutmak.
    dava vekili * Avukat sayısı beşten az olan yerlerde avukat yetkisini taşıyan meslek adamı.
    davacı * Dava eden kimse, müddei.
    davalaşma * Davalaşmak durumu.
    davalaşmak * Birbiri aleyhinde mahkemeye başvurmak.
    davalı * Kendisinden bir şey dava edilen kimse, müddeialeyh.
    * Dava konusu olan (şey).
    * Davası olan.
    davalık * Davayı gerektiren.
    davar * Koyun ve keçiye verilen ortak ad.
    * Koyun veya keçi sürüsü.
    davar gütmek * sürüyü otlatmak, korumak ve gerektiğinde süt sağmak.
    * işe yaramayan, aptal veya acemi insanlarıkendi çıkarlarıdoğrultusunda kullanmak.
    davaya bakmak * açılan davayı incelemek, araştırmak ve sonuçlandırmak, rüyet etmek.
    davet * Çağrı, çağırma.
    * Yemekli toplantı.
    davet etmek * çağırmak.
    * yol açmak.
    * birinin bir şeye uymasını istemek.
    davetçi * Çağrıda bulunan kimse, çağrıcı.
    davete icabet etmek * çağrılı olduğu yere gitmek.
    davetiye * Davet için yazılan kâğıt.
    davetkâr * (bakış, davranışvb. için) Çağıran, davet eden.
    * Çekici, cazibeli.
    davetli * Çağrılı.
    davetname * Yasal bir işiçin gönderilen çağrılık.
    davetsiz * Çağrılmadan gelen.
    davlumbaz * Dumanıtoplayıp bacaya vermeye yarayan çıkıntı.
    * Yandan çarklıvapurların çarklarınıörten yarım daire biçimindeki kapak.
    davrandırma * Davrandırmak işi.
    davrandırmak * (birinin) Davranmasını sağlamak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 14

    davranış * Davranmak işi veya biçimi, tutum, muamele, hareket.
    * Dıştan gözlemlenebilecek tepkilerin toplamı.
    * Organizmanın uyaranlar karşısındaki tepkilerinin bütünü.
    davranış bilgisi * Görgü kuralları.
    davranışçılık * Psikolojinin inceleme konusunun davranışolduğuna inanan, bilincin, psikolojinin araştırma alanına
    girdiğini inkâr eden görüş, behavyorizm.
    davranma * Davranmak işi.
    davranma! * kımıldama!.
    davranmak * Bir kimseye veya bir şeye karşı belli tavır takınmak.
    * Bir şeye el atmak, girişmek.
    * Bir işi yapmaya hazır olmak, hazırlanmak.
    davudî * Kalın, tok ve gür (ses).
    davul * Büyük ve enlice bir kasnağın iki yanına deri geçirilerek yapılan, tokmak ve değnekle çalınan çalgı.
    davul (birinin) boynunda, tokmak (bir başkasının) elinde * sorumluluğu taşıyan biri olduğu hâlde, sözü geçen bir başkasıdır.
    davul çalmak * bir şeyi herkesin haber alabileceği biçimde ortalığa yaymak.
    davul çalsan işitmez * çok sağır.
    * uykusu çok ağır, derin uykuda.
    davul dengi dengine diye çalar * evlenecek kimselerin birbirlerine denk olması gerekir.
    davul dövmek * davul çalmak.
    davul gibi * şişve gergin.
    davul tozu * Gerçekleşmesi imkânsız olan durumlar için kullanılır.
    davulcu * Davul çalan kimse.
    davulculuk * Davulcunun işi veya mesleği.
    davulu biz çaldık, parsayı başkasıtopladı * biz çalıştık, uğraştık, başkasıyararlandı.
    davulun sesi uzaktan hoşgelir * işin içinde olmayanlar o işi kolay veya kârlısanırlar.
    davya * Dişçi kerpeteni.
    dayağa idmanlı olmak * dayak yemeye alışmışolmak.
    dayak * (bir insanıveya bir hayvanı) Dövmek işi, patak, kötek.
    * Bir şeyin yıkılmaması için dayatılan ağaç, destek, payanda.
    * Evlerin kapısının açılmaması için kapının arkasına konulan kol, destek, sürgü.
    dayak arsızı * Dayaktan korkmaz olmuş, dayak yemeye alışmış.
    dayak atmak * dövmek, sopa ile dövmek.
    dayak cennetten çıkmıştır * dayağın yola getirici bir etkisi bulunduğunu anlatır.
    dayak düşkünü * Dayağa lâyık olan, dövülmeyi hak eden.
    dayak kaçkını * Dayak yemeye alışmış, dayaktan korkmaz kişi.
    dayak yemek * dövülmek, sopa ile dövülmek.
    dayaklama * Dayaklamak işi.
    dayaklamak * Yıkılmaması için bir şeye destek koymak.
    * Kapıyı bir destekle arkasından kapamak, sürgülemek.
    dayaklanma * Dayaklanmak işi veya durumu.
    dayaklanmak * Dayaklamak işi yapılmak.
    dayaklı * Dayağı olan.
    dayaklık * Destek olarak kullanılan şey.
    dayalı * Dayanmışolan.
    * İlgili, dair, müstenit, mebni.
    dayalıdöşeli * Döşemesi ve eşyasıeksiksiz.
    dayama * Dayamak işi.
    dayamak * Bir şeyi bir yere dokunur duruma getirmek ve bu durumda bırakmak veya tutmak.
    * Bir yerden, bir kimseden yararlanmak, güç almak.
    * Hızla, öfke ile veya korkutmak için yaklaştırmak, uzatmak.
    * Vakit geçirmeden, bekletmeden vermek.
    * (kapı, pencere için) Ardına kadar açmak.
    * Kalitesiz, kötü veya çürük bir malı, gizlice iyi olanların arasına katıp müşteriye satmak.
    * Varmak, ulaşmak.
    dayanak * Dayanılacak şey, istinatgâh, mesnet.
    * Bir iddiayı güçlendirmeye yarayan tanıt.
    * Güç verici, yardımcı, destek.
    * Bir gerçekliğin onaylanması için olayların arkasında veya altında bulunan şey; kendisine bir şey yüklenilen,
    bir varlığa destek olan, altta bulunan temel.
    dayanak noktası * Yapılarda bir bölümün ağırlığınıtaşımaya yarayan öge.
    * Dayanak.
    dayanaklı * Dayanağı olan.
    dayanaklık * Dayanak, destek olma durumu.
    dayanaksız * Dayanağı olmayan.
    dayanamamak * katlanamamak, sabredememek.
    dayanç * Sabır.
    * Dayanak.
    dayandırma * Dayandırmak işi.
    dayandırmak * Dayanmasını sağlamak, istinat ettirmek.
    dayanıklı * Dayanabilen, sağlam, güçlü, mukavim, zorlu.
    * Metanetli, metin, mütehammil.
    dayanıklılık * Dayanıklı olma durumu, metanet.
    dayanıksız * Dayanmayan, sağlam olmayan, güçsüz, metanetsiz.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 6

    dalga periyodu * Dalgaların arka arkaya iki tepesinin belli bir noktadan geçişsüresi.
    dalga saymak * boşve aylak durmak.
    * yersiz ve gereksiz şeylerle uğraşmak.
    dalga sırtı * Dalganın iki yanındaki çukurlar arasındaki yüksek kesimi.
    dalga tepesi * Dalganın en yüksek noktası.
    dalga uzunluğu * Dalga boyu.
    dalga yüksekliği * Denizlerde dalga çukuru ile dalga tepesi arasındaki düşey mesafe.
    dalgacı * İşine gereken önem ve dikkati göstermeyen.
    dalgacıMahmut * yapılması gerekli bir işi benimsemeyen, kaytarıcı.
    dalgacık * Küçük dalga.
    dalgacılık * Dalgacı olma durumu, kaytarıcılık.
    dalgakıran * Kıyıkuruluşlarını, tekneleri, dalgaların yıpratıcıetkisinden korumak veya gemilerin yük alıp boşaltmasını
    sağlamak amacıyla liman ve iskele önlerine yapılan uzun set.
    dalgalandırıcı * Bir sıvıyıveya ortamıdalgalanmaya sürükleyici.
    dalgalandırış * Dalgalandırmak işi veya biçimi.
    dalgalandırma * Dalgalandırmak işi.
    dalgalandırmak * Dalgalıduruma getirmek.
    dalgalanış * Dalgalanma işi veya biçimi.
    dalgalanma * Dalgalanmak işi.
    * Mal fiyatlarının türlü sebeplerle inişi veya çıkışı.
    * Bir toplumda uyumsuzluktan doğan karışıklık.
    * Koşu duruşunda, dizlerin hafif bükülmesinden ve kolların gevşek olarak öne yukarıdoğru kaldırılmasından
    sonra, dizlerin gerilerek gövdenin doğrulmasıyla vücudun diz, kalça, bel, sırt, başve kollarda geliştirdiği bir dalga
    hareketi.
    dalgalanmak * Dalga oluşmak.
    * Hareket durumunda olmak, kıpırdamak.
    * (renk için) Ton değiştirmek.
    dalgalanmaya bırakmak * paranın gerçek değerini bulması için girişimde bulunmadan beklemek.
    * bir konu için girişimde bulunmadan beklemek.
    dalgalı * Dalgası olan.
    * Dalga dalga görünen.
    * (saç için) Kıvrımlı.
    * (renk için) Açıklıkoyulu.
    * Belli dalga boylarınıalabilen.
    dalgalıakım * Bir çevrimde akışyönü sürekli değişen akım, alternatif akım.
    dalgalıakım üreteci * Dalgalıelektrik akımıveren üreteç, alternatör.
    dalgaölçer * Oluşan dalgaların yüksekliğini ve derinliğini, çukurunu ölçen alet.
    dalgasına taşatmak * işini bozmak, keyfini kaçırmak.
    dalgasınıtaşlamak * (birinin) işini bozmak.
    dalgasız * Dalgası olmayan.
    dalgaya düşmek (veya gelmek) * yanılmak, dalgınlıkla unutmak.
    dalgaya getirmek * birinin dalgınlığından yararlanarak onu kandırmak.
    dalgayı başa almak * gemi veya sandalın başınıdalgaların geldiği yöne çevirmek.
    dalgı * Gaflet, aymazlık.
    dalgıç * Genellikle özel donanımla su yüzeyi altında çalışmayımeslek edinen kimse, balık adam, kurbağa adam.
    * Birinden habersiz bir şey almak huyunda olan kimse.
    dalgıç böcekler * Sivrisinek kurtçuklarına saldırarak yok eden, durgun sularda yaşayan kın kanatlılar familyası.
    dalgıç elbisesi * Dalgıçların su altında hareketlerini engellemeden vücutlarını çeşitli etkenlerden korumak için özel olarak
    yapılmışelbise.
    dalgıç gözlüğü * Su altında görmeyi sağlayan ve içine su girmeyecek biçimde yapılmışgözlük.
    dalgıç kuşları * Gagaları bir kılıfla örtülü, kanatlarıve kuyruğu kısa, ayaklarıperdeli, iyi yüzen ve dalan bazıkuşları içine
    alan kuşlar takımı.
    dalgıç kuşu * Dalgıç kuşlarından, Amerika ve Avrupa’nın kuzeyinde yaşayan bir hayvan (Colymbus glacialis).
    dalgıç kuşugiller * Kuşlar sınıfının dalgıç kuşlarıtakımına giren bir familya.
    dalgıç tüpü * Dalgıçların su altında uzun süre kalmaları için solunum yapmalarınısağlayan tüp.
    dalgıçlık * Dalgıcın mesleği.
    dalgın * Çevresinde olup bitenleri fark edemeyecek kadar düşüncelere dalmışolan veya dikkatini belirli bir konu
    üstünde toplayamayan, gafil.
    * Kendinden geçmiş.
    dalgın dalgın * Çevresiyle ilgilenmeden, düşünceli olarak.
    dalgınca * Dalgın bir biçimde, dalgın olarak.
    dalgınlaşma * Dalgınlaşmak işi.
    dalgınlaşmak * Dalgın duruma gelmek.
    dalgınlaştırma * Dalgınlaştırmak işi.
    dalgınlaştırmak * Dalgın duruma getirmek.
    dalgınlığına gelmek * dalgınlık dolayısıyla fark edememek.
    dalgınlığına getirmek * birinin dalgınlığından yararlanıp kendi isteğini gerçekleştirmek.
    dalgınlık * Dalgın olma durumu veya dalgınca davranış.
    * Derin uyku durumu.
    dalgır * Bir yüzeyde renk dalgalanmasısonucu görülen parlaklık, meneviş, hare.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 7

    dalgündüz * Güpegündüz.
    dalıcı * Su altına dalan (kimse, hayvan).
    -dalık / -delik * İsimden isim ve sıfat üreten birleşik ek: On-dalık, gün-delik vb.
    dalına basmak * hoşlanmadığışeyleri yaparak birini kızdırmak.
    dalına binmek * bir kimseye bir işyaptırmak için asılmak, musallat olmak, sıkıştırmak.
    dalınç * Güzel bir görünüş, bir düşünce karşısında kendinden geçercesine sessiz bir coşkuya dalma, istiğrak.
    dalıp çıkmak * (deniz, göl gibi yerlerde) suyun içinde kaybolup yeniden görünmek.
    * (deniz, göl gibi yerlerde) az süre kalmak.
    * birçok yerlere girmek.
    dalıp gitmek * bir düşünce veya hayal ile bulunduğu ortamdan uzaklaşmak.
    dalış * Dalmak işi veya biçimi.
    * Topu yakalamak amacıyla savunmadaki bir oyuncunun yatay olarak sıçraması, plonjon.
    dalız * İç kulaktaki kemik dolambacın orta bölümü.
    dalkavuk * Kendisine çıkar ve yarar sağlayacak olanlara aşırı bir saygıve hayranlık göstererek yaranmak isteyen kimse,
    şaklaban.
    * Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse.
    dalkavukça * Dalkavuk gibi, dalkavuğa yakışır (biçimde).
    dalkavuklaşma * Dalkavuklaşmak işi.
    dalkavuklaşmak * Dalkavukça davranmaya başlamak.
    dalkavukluk * Dalkavuk olma durumu veya dalkavukça davranış, şaklabanlık.
    dalkavukluk etmek * dalkavuğa yaraşır biçimde davranmak.
    dalkılıç * Kılıcını çekmişolan.
    * Kılıcını çekmişolarak, yalın kılıç.
    dalkıran * Kabuk böcekleri familyasından, fındık ağaçlarında yaşayan kın kanatlı böcek (Anisandrus dispar).
    * Zorlu esen rüzgâr.
    dalkurutan * Kabuk altındaki odun katında oyuklar açarak diş budak sürgünlerini ve zeytin dallarınıkurutan kın kanatlı
    böcek (Hylesinus oleiperda).
    dallama * Dallamak işi.
    dallamak * Budamak.
    dallandırma * Dallandırmak işi.
    dallandırmak * Dallanmasına yol açmak.
    * Bir işi, bir sorunu büyütüp karışık duruma getirmek.
    dallanıp budaklanmak veya (bir işi) dallandırıp budaklandırmak * bir iş, bir sorun büyüyerek karışık duruma gelmek (getirilmek).
    dallanış * Dallanmak işi veya biçimi.
    dallanma * Dallanmak işi.
    dallanmak * Dal vermek.
    * Yayılmak, genişlemek.
    * (bir iş, bir sorun) Karışık, güç bir duruma girmek.
    dalları basmak * ağaçta dallarıeğecek kadar çok meyve olmak.
    dallı * Dalları olan.
    * Üzerinde dalları, çiçekleri olan (kumaş).
    dallı budaklı * Karışık bir duruma girmişolan, çapraşık.
    dallı güllü * Çok renkli, canlı.
    dalma * Dalmak işi.
    * Güreşçinin ayaktayken, birden eğilerek, rakibinin belden aşağıherhangi bir yerini kapması.
    dalmak * Suyun içine bütünüyle ve hızla girmek.
    * Bir yerin içine girmek.
    * Başka bir şeyle uğraşamayacak veya başka bir şeyi düşünemeyecek biçimde kendini bir şeye kaptırmak.
    * Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek.
    * Uyumak.
    * Güreşte dalma oyununu yapmak.
    dalöğle * Tam öğle zamanı.
    dalsı * Dalıandıran, dala benzeyen.
    * Görevi, biçimi ve durumu yaprağa benzeyen yassı(dal).
    dalsız * Dalı olmayan.
    daltaban * Yalın ayak (kimse).
    * Aşağılık, serseri.
    daltonizm * Renk körlüğü.
    daluyku * Derin uyku.
    dalya * Bir şey sayılırken birim olarak alınan sayıya gelince söylenen uyarma sözü.
    dalya * Yıldız çiçeği (Dahlia).
    dalyan * Deniz, göl ve ırmaklarda kıyılara yakın yerlerde ağve kazıklarla oluşturulan, büyük balık avlama yeri.
    dalyan ağı * Huni biçiminde oldukça dar gözlü balık ağı.
    dalyan çorbası * Çeşitli taze balıklardan yapılan bol soğanlıçorba.
    dalyan gibi * boylu boslu.
    dalyan köftesi * İçine bezelye, havuç ve haşlanmışyumurta konularak rulo biçiminde hazırlanmış bir tür köfte.
    dalyan sepeti * Dalyanın denizden yana olan dip tarafındaki açıklığıkapamak için kullanılan büyük sepet.
    dalyan tarlası * Dalyanın, deniz içinde kurulu bulunduğu alan.
    dalyan yeri * Sabit veya yüzer dalyan kurmaya elverişli avlanma yeri.
    dalyancı * Dalyan sahibi olan veya dalyanla balık avlayan kimse.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 8

    dalyasan * Sarıkların omuz üzerine dökülen ucu.
    dam * Yapılarıdışetkilerden korumak amacıyla üzerlerine yapılan çoğu kiremit kaplı bölüm.
    * Toprak damlıev, küçük ev, köy evi.
    * Ahır.
    * Tutuk evi.
    dam * Dansta kavalyenin eşi.
    * İskambil kâğıtlarında kız.
    dam aktarma * Damın kiremitlerini elden geçirip kırıklarınıdeğiştirme.
    dam altı * Barınılacak, sığınılacak yer.
    dam koruğu * Dam koruğugillerden, bir veya çok yıllık türleri olan, ılık iklimlerde yetişen otsu bir bitki (Sedum).
    dam koruğugiller * İki çeneklilerden örnek bitkisi dam koruğu olan bir bitki familyası.
    dam üstünde saksağan, vur beline kazmayı * yersiz ve saçma sözler karşısında hafifseme yollu söylenir.
    dam yandı, içindeki sıçan da (birlikte) yandı * “bu, büyük bir kayıp, ama eskiden yol açtığırahatsızlık da sona erdi” anlamında kullanılır.
    dama * Karelere ayrılmışzemin üzerinde on altıtaşla iki kişi arasında oynanan oyun.
    dama çıkmak * cinsî istekleri artmak.
    dama demek * gücü kalmayarak bir işi daha ileri götüremeyecek duruma gelmek.
    * tükenmek.
    dama tahtası * Üzerinde dama oynanan tahta.
    dama taşı * Dama oynanan taş.
    * Sık sık bir yerden başka bir yere giden veya atanan.
    dama taşı gibi oynatmak * sık sık bir yerden bir yere göndermek veya atamak.
    damacana * Su veya başka sıvılarıtaşımaya yarayan dar ağızlışişkin karınlı genellikle hasır veya plâstik sepet içinde
    korunan büyük şişe.
    damacı * Dama oyuncusu.
    damak * Ağız boşluğunun tavanı.
    damak eteği * Damağın kemiksiz ve yumuşak olan arka bölümü.
    damak tadı * Tat alma duyusuna uygun yiyecek.
    damak ünsüzü * Dil sırtıyardımı ile ön damakta veya art damakta oluşan ses: g, k, n.
    damaklı * Damağı olan.
    damaklıdiş * Damağı ile beraber hazırlanmıştakma diş.
    damaksı * Boğumlanma noktasıdamakta bulunan (ses).
    damaksıl * Damakla ilgili.
    damaksıllaşma * Damaksıllaşmak işi.
    damaksıllaşmak * Bir kelimede art damaktan çıkan bir ünsüz veya kalın bir ünlü ön damağa kayıp yumuşamak ve incelmek:
    Yana > yine, alma > elma gibi.
    damaksıllaşmış * Damaksıllaşan veya gerçekte damaksı olan ünsüze verilen ad.
    damaksıllaştırma * Damaksıllaştırmak işi.
    damaksıllaştırmak * Bir fonemin boğumlanma noktasınısert damağa doğru kaydırmak.
    damaksız * Damağı olmayan.
    * Tat alma duyusu zayıflamışolan veya bu duyuyu tamamen yitirmişolan (kimse).
    * Sivri uçlu balıkçı iğnesi.
    damalı * Üstünde kareler bulunan.
    damar * Canlıvarlıklarda kanın veya besleyici sıvıların dolaştığıkanal.
    * Mermerde, bazıtaşlarda ve tahta kesitlerinde renk ayrılığı gösteren dalgalıçizgi.
    * Başka türden katmanların arasında bulunan sıvı, maden veya mineral katmanı.
    * Soy, yaradılış.
    * Huy, mizaç.
    * İçinde ongun besi suyunun dolaştığı odunsu dokudan boru.
    * Böceklerde kanat zarınıdik tutmaya yarayan organ.
    damar aktarma * Vücudun bir yerinden alınan damarıtıkanmışdamarın yerine koymak suretiyle yapılan tedavi, by-pass.
    damar damar * Çok damarlı.
    * Katmanlı.
    damar sertliği * Atardamar iç yüzeyinde yaşlanma, yıpranma, kireçlenme sebebiyle ortaya çıkan kan dolaşımı güçlüğü ve
    kan basıncının artmasıhastalığı.
    damar tabaka * İnce kan damarlarından oluşan, göz küresinin içini döşeyen katman.
    damar tıkanıklığı * Atardamar kanının pıhtılaşmasıveya yağparçacıklarının oluşmasısonucunda meydana gelen tıkanma,
    amboli.
    damarcık * Küçük damar.
    damardaraltan * Damarların kas tabakasını büzerek kanın dolaşımınıçabuklaştıran veya düzenleyen (sinir, madde).
    damargenişleten * Damarların kas tabakasını gevşeterek çapını büyüten (sinir, madde).
    damarı(veya damarları) kabarmak * (bir huy veya duygu) güçlü bir biçimde ortaya çıkmak.
    damarı bozuk * Huysuz, sinirli, aksi, geçimsiz kimse.
    damarıkurusun * birinin huysuzluğuna öfkelenildiğinde, ilenme olarak söylenir.
    damarıtutmak * kötü huyu, aksiliği depreşmek.
    damarına (veya damarlarına) işlemek * kötü bir huy, vazgeçilmez bir biçimde yerleşmek.
    damarına basmak * birini, duyarlı olduğu bir konuda kızdırmak.
    damarına çekmek * soyunun özelliklerini taşımak.
    damarına girmek * birinin hoşlanacağışeyler yaparak kendisini ona sevdirmek.
    damarını bulmak * hoşlanabileceği biçimde davranıp uysallığını sağlamak.
  • Türkçe Sözlük D Sayfa 9

    damarlandırma * Damarlarıyetersiz olan bir organa yeni damarlar eklemeyi amaçlayan ameliyat.
    damarlanma * Bir organın, bir bölgenin damarlarının durumu.
    damarlanmak * Damar damar olmak, damar durumu almak.
    damarlarıayağa kalkmak * Bir duygu sonucu şiddetle istemek.
    damarlı * Damarı olan, damarı gözle görülecek kadar kabarmışolan.
    * Aksi, huysuz, sinirli, geçimsiz.
    damarsız * Damarı olmayan.
    * Uysal, iyi huylu.
    damasko * Çoğunlukla döşemelik olarak kullanılan, keten ve ipek karışımı bir tür kumaş.
    damat * Güvey.
    * Padişah soyundan kız almışolan kimse.
    damat girmek * aileye güvey olarak katılmak.
    damatlık * Güveylik.
    damdan çardağa atlamak * hiçbir mantık bağıkurmadan konudan konuya geçmek.
    damdan düşer gibi (düşercesine) * (söz için) birdenbire ve yersiz olarak.
    damdazlak * Hiç saçı olmayan.
    damga * Bir şeyin üzerine bir nişan, bir işaret basmaya yarayan araç.
    * Bu araçla basılan nişan, işaret.
    * Bir kimsenin adınıkötüye çıkaran, yüz kızartıcıdurum.
    * Bir şeyin kime, hangi çağa ait olduğunu gösteren belirgin iz, işaret, nitelik.
    damga harcı * Kamuya ait mal ve hizmetlere vatandaşın katkıpayı olarak ödediği vergi.
    damga kanunu * Damga pullarının nasıl ve ne miktarda yapıştırılacağını gösteren kanun.
    damga pulu * Resmî işlemlerde belgelere yapıştırılan pul.
    damga vergisi * Kişiler veya kuruluşlar arasıhukukî işlemlerin geçerliliğini belgeleyen kâğıtlardan alınan vergi.
    damga vurmak * damgalamak.
    * iz bırakmak.
    damga yemek * (biri) kötü bir yargıya veya nitelenmeye uğramak.
    damgacı * Damga vurmakla görevli kimse.
    * Damga yapan veya satan kimse.
    damgacılık * Damgacının işi veya mesleği.
    damgalama * Damgalamak işi.
    damgalamak * Bir şeyin üzerine damga ile işaret yapmak, damga vurmak.
    * Bir kimseye gerçeğe dayanmadan herhangi bir özellik veya nitelik yüklemek.
    * Birine yüz kızartıcı bir suç yüklemek.
    damgalanma * Damgalanmak işi.
    damgalanmak * Damgalamak işine konu olmak.
    damgalatma * Damgalatmak işi.
    damgalatmak * Damgalamak işini yaptırmak.
    damgalayış * Damgalama işi veya biçimi.
    damgalı * Damgası olan, damgalanmışolan.
    * (kendisine) Yüz kızartıcı bir suç yüklenmişolan.
    damgasız * Damgalanmamış, damgası olmayan.
    damıtıcı * Damıtmaya yarayan, damıtma işinde kullanılan araç, imbik.
    * Endüstride damıtma ürünleri elde etmede türlü ham maddeleri damıtan kimse.
    damıtık * Damıtma yoluyla, damıtılarak elde edilmişolan.
    damıtılma * Damıtılmak işi.
    damıtılmak * Damıtmak işi yapılmak veya damıtmak işine konu olmak.
    damıtma * Damıtmak işi, taktir.
    damıtmak * Gaz ürünler elde etmek için, bazıkatınesneleri ısıyoluyla temel ögelerine ayrıştırmak, imbikten çekmek,
    taktir etmek.
    * Sıvıkarışımlarda, karmaşık, değişken birleşimleri oluşturan ögeleri, özellikleri belirli ürünlere ayırmak.
    damızlık * Yalnız dölü alınmak için yetiştirilen yüksek nitelikli (hayvan veya bitki).
    * Maya.
    damla * Yuvarlak biçimde, çok küçük miktarda sıvı.
    * Damlalıkla kullanılan ilâç.
    * Kalbe inen inme; felç.
    * Çok az.
    * Damla biçiminde olan (ziynet).
    damla damla * Azar azar.
    damla hastalığı * Gut.
    damla inmek * felç olmak, damlaya uğramak, yüreğine inmek.
    damla sakızı * İri taneli, parlak ve çok sevilen bir tür sakız.
    damla taş * Tıraşedilmeyerek yuvarlak ve cilâlı bırakılmış, değerli veya yarıdeğerli taş.
    * Sarkıt.
    damla taşı * Yapılarda süs unsuru olarak kullanılan damla biçiminde taş.
    damlacık * Küçük damla.
    damlalık * Bir sıvıyıdamla damla akıtmak için bir ucuna kauçuktan yapılmış başlık geçirilmiş, öbür ucu sivri, cam veya
    plâstikten araç.
    * Bir yapıda çörtenleri ve dam oluklarınıtaşıyan yan duvar.
    * Bulaşık teknesinin yanına konulan ve yıkanmışkap kacağın sularınıtekneye akıtan oluklu bölüm.
    damlama * Damlamak işi.
    damlamak * Damla durumunda tane tane düşmek.
    * İçindekini damla damla akıtmak.
    * Bir yere çağrılmadan, birdenbire, çekinmeden girmek.
    damlatılma * Damlatılmak işi.