delişmen | * Şımarık ve delice tavırlı, zıpır. * Güçlü, hareketli, sağlam yapılı. |
delişmence | * Delişmene yakışır (biçimde) delişmen gibi. |
delişmenlik | * Delişmen olma durumu, delişmence davranış, zıpırlık. |
delişmenlik etmek | * delişmence davranmak. |
deliye dönmek | * çok sevinmek. * çok üzülmek. |
deliye her gün bayram | * her fırsattan yararlanarak bayrammışgibi davrananlara ve her şeyi eğlenceli yönden alanlara alay yollu söylenir. |
delk | * Ovma, ovuşturma. * Sürtünme. |
delme | * Delmek işi. * Yelek. * Delinerek yapılmış. |
delmek | * Delik açmak, delik duruma getirmek. * İncitmek, kırmak. |
delta | * Yunan alfabesinin dördücü harfi (D). * Bir ırmağın çatallanarak döküldüğu yer, çatal ağız. |
delta kası | * Omuz başında bulunan üçgen biçimindeki kas. |
dem | * Soluk, nefes. * Zaman, çağ. * İçki. * Hazırlanan çayın renk ve koku bakımından istenilen durumu. * Koku. * Pişirilen yemeklerin yenecek kıvama gelmesi. |
dem | * Kan. |
-dem / -tem | * İsimden isim türeten ek. |
dem çekmek | * (kuşlar) uzun ve güzel ezgiler çıkarmak. * içki içmek. |
dem dökmek | * (kadınlar) ay başında kan yitirmek. |
dem tutmak | * bir çalgıya başka bir çalgıveya sesle eşlik etmek. |
dem vurmak | * bir şeyden söz etmek, konu açmak. |
demagog | * Demagoji yapan kimse, halk avcısı, halk dalkavuğu. |
demagogluk | * Demagog olma durumu. |
demagoji | * Bir kimsenin veya grubun duygularınıkamçılayarak, gerçek dışısözler söyleyerek onlarıkazanmaya çalışma, halk avcılığı. |
demagoji yapmak | * bir kimsenin veya grubun duygularınıkamçılayarak, gerçek dışısözler söyleyerek onlarıkazanmaya çalışmak. |
demagojik | * Demagojiye dayanan, demagoji ile ilgili. |
deme | * Demek işi. * Anlam. * (halk edebiyatında) Şiir. * Daha çok Alevî şairlerin tarikatlarıyla ilgili konuları işleyen şiirlerine, kendilerince verilen ad. * Atasözü; ağıt. |
deme (veya değme) gitsin | * anlatılması güç, anlatılamaz. |
deme! | * (de’me) “gerçek mi”, “yok canım” gibi şaşma anlatır. |
demeç | * Yetkili bir kimsenin bir konuda yayın organlarına yaptığı açıklama, beyanat. |
demeç vermek | * (yetkili bir kimse) bir konuda yayın organlarına açıklama yapmak, beyanat vermek. |
demediğini bırakmamak (veya komamak) | * birisi için kırıcı, ağır, ileri geri konuşmak. |
demek | * Söylemek, söz söylemek. * Ad vermek. * (bir dilde) Karşılığı olmak. * Anlamına gelmek. * (herhangi bir) Ses çıkarmak. * Herhangi bir yargıya varmak. * Demek kelimesi düşünmek, oranlamak, ummak, istemek veya erişmek gibi anlamlara da gelebilir. * (hareketin olumsuz biçimi, zıt anlamıkelimelerle kullanıldığında) Şartlar ne olursa olsun bir işi yapmak. * O hâlde, şu hâlde. * Bir işe kalkışmak, yeltenmek. |
demek istemek | * bir düşünceyi söylemek istemek; bir şeyi anlatmak istemek. |
demek ki (demek oluyor ki) | * şu hâlde, öyle ise. |
demek olmak | * anlamına gelmek. |
demem o deme değil | * benim söylemek istediğim o değil. |
demem o deme değil | * Bkz. deme. |
demet | * Bağlanarak oluşturulmuşdeste, bağlam. * Bitki veya çiçek bağlamı. * Üstün yapılı bitkilerde öz suların akmasına yarayan, bitkiye desteklik eden damarlıveya lifli kordon. * Uzunlamasına birbirine bitişik olarak bir arada bulunan sinir ve kas telleri topluluğu. * Bir atomun parçalanmasından doğan elektriklenmiştaneciklerin yörüngelerinden oluşan ışık topluluğu. |
demet demet | * Birçok demetler durumunda bağlanmışolarak, deste deste, demetleme. |
demetçi | * Demet yapan kimse. * Harman makinesini ekin demetleriyle dolduran kimse. |
demetçik | * Demet parçası, küçük demet. |
demetleme | * Demetlemek işi. |
demetlemek | * Demet yapmak, demet durumunda ayırıp bağlamak. |
demetlenme | * Demetlenmek işi. |
demetlenmek | * Demet yapılmak. |
demetletiş | * Demet yaptırmak işi veya biçimi. |
demetletme | * Demet yaptırmak işi. |
demetletmek | * Demet yaptırmak. |
demetleyiş | * Demet yapmak işi veya biçimi. |
demetli | * Demet biçiminde olan. |
demevî | * Kanlı, kanıçok (insan). * Kanla ilgili. * Öfkeli, sinirli. |
demeye getirmek | * doğrudan doğruya söylemeyip dolayısıyla anlatmak. |
Kategori: D
D Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 23
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 24
demeye kalmamak * birden, hemen. demin * Az önce. demincek * Çok az önce. deminden * Demin, az önce. deminki * Biraz önceki. demir * Atom sayısı26 atom ağırlığı55.847 olan, mavimtırak esmer renkte 7,8 yoğunluğunda, 1510° C de eriyen,
özellikle çelik, döküm ve alaşımlar durumunda sanayide kullanılmaya en elverişli element. KısaltmasıFe.
* Bazınesnelerin demirden yapılmışparçası.
* Ayakkabıtopuğuna veya ayakkabı burnuna aşınmayıönlemek için çakılan, özel olarak yapılmışmadenden
parça.
* Gemilerin dalgalara, akıntılara kapılarak yer değiştirmemesi için suya atılan, zincirle gemiye bağlı bulunan,
ucu çengelli ağır demir araç, çapa.
* Demirden yapılmış.
* Güçlü, kuvvetli, sert.demir ağacı * İki çeneklilerden, ana yurdu Avustralya olan bir evcikli veya iki evcikli bir ağaç (Casuarina). demir almak * gemi yola çıkmak için çapasınıdenizden çekmek, gitmeye hazırlanmak.
* ölmek, çekip gitmek.demir atmak * (gemi) çapasınıdenize salmak.
* bir kimse bir yerde uzun süre kalmak.demir bilek * Güçlü kuvvetli kimse. demir boku * Demir dışığı, maden cürufu. demir dikeni * Toprak üzerinde yatık olarak bulunan, çiçekleri küçük ve açık sarırenkli, meyvesi 10 mm kadar çapında,
boynuz şeklinde sivri uçlara sahip bir bitki (Tribulus terrestris).demir gibi * çok sağlam.
* çok güçlü, çok kuvvetli.demir hat * Demir yolu. demir kapı * Irmaklarda gemilerin geçmesine engel olan kayalık yer. demir kırı * Siyah, beyaz karışık griye yakın renkte at donu. demir kuş * Uçak. demir oksit * Demirin hem tabiatta hem de sentetik yapılmışolarak görülen ve değişik kimyasal değer ve renkte
bulunabilen oksit biçimi.demir pası * Demirde oluşan pas.
* Bu pasın renginde olan.demir perde * Sahne ile izleyicilerin bulunduğu salonu yangın tehlikesinde birbirinden ayıran, demirden yapılmışperde. demir resmi * Geminin bir limanda demirlemek için ödediği vergi. demir sülfat * Sülfirik asidin kimyasal formülü Fe2(SO4)3 olan demir tuzu ve bunun hidrolaştırılmış biçimi. demir taramak * (gemi) rüzgâr veya akıntıyüzünden çapasınısürümek. demir tavında dövülür * bir işin yapılması için uygun olan bir zaman, bir durum vardır. demir üzerinde * demirini almışve kalkmaya hazır (gemi). demir yeri * Limanlarda gemilerin demir atmasına ayrılmışyer. demir yolcu * Demir yolu görevlisi. demir yolculuk * Demir yolcunun görevi.
* Demir yolu yapma ve işletme işi.demir yolu * Lokomotif, vagon gibi demir tekerlekli taşıtların yürüdüğü paralel iki ray döşenerek yapılan bir tür yol, tren
yolu.
* Bu yolların yönetimi.demir yumruk * Güçlü kuvvetli kimse. demirbaş * Bir yerde kullanılan, bir yere kayıtlı olan, bir görevliden öbürüne teslim edilen dayanıklıeşya.
* Bu nitelikte olan.
* Bir yerin eskisi, emektarı olan (kimse).demirbaştan düşmek * demirbaşlistesinden çıkarmak, kaydınısilmek. demirci * Demir satan, demir eşya yapan veya onaran kimse. demirci mengenesi * Kızgın demiri tutmak için kullanılan kıskaç. demircilik * Demir eşya alıp satma veya onarma işi.
* Demircinin zanaatı.demire vurmak * birini demir zincirle bağlamak. demirhindi * Baklagillerden, sıcak iklimlerde yetişen bir ağaç (Tamarindus indica).
* Bu ağacın meyvesi.
* Bu meyveden yapılan şerbet.
* Pinti, hasis.demirî * Demir mavisi, gri. demirkapan * Mıknatıs. Demirkazık * Kutup Yıldızı. demirleblebi * Başarılmasıçok güç iş.
* Başa çıkılması güç kimse.demirleme * Demirlemek işi. demirlemek * Kol demirini takmak, kapatmak.
* (gemi) Demir atmak.
* Demire vurmak.demirleşme * Demirleşmek işi. demirleşmek * Demir durumuna gelmek.
* Demir gibi sağlam duruma gelmek.demirli * İçinde metal veya karışım durumunda demir bulunan.
* Demir parmaklık veya demir bir parça takılmışolan.
* Demir atmış(gemi).
* Bağlanıp kalmış.demirli beton * Yapıda gücü, esnekliği artırmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, betonarme. Demirperde * II. Dünya Savaşısonrasısoğuk savaşdöneminde, batılıülkelerin kendilerini doğu bloku ülkelerinden
ayıran sınıra ve bu ülkelere taktıklarıad.demirsiz * Demiri bulunmayan, içinde demir olmayan. demirsizlik * Vücutta veya kanda beliren demir yetersizliği. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 25
demiurgos * Eflâtun felsefesinde evreni yaratan, yaratıcıtanrı. demkeş * (güvercin için) Dem çeken, güzel ses çıkaran. demleme * Demlemek işi. demlemek * (çayı) Kaynar suyun içine attıktan sonra renk ve koku vermesi için bekletmek. demlendirme * Demlendirmek işi. demlendirme suyu * Suda veya başka bir sıvıda ıslatmak suretiyle yapılan yaşekstraksiyon sırasında ele geçen ve suda
çözünebilen maddeleri içeren sıvı.demlendirmek * Demlemek. demlenme * Demlenmek işi. demlenmek * (çayın) Rengi ve kokusu suya geçmek.
* (pilâv için) Piştikten sonra bir süre bekletilerek kıvama gelmek.
* İçki içmek.demli * Demlenmiş, rengini, kokusunu, tadını bulmuş(çay). demlik * Çayın demlendiği kap. demode * Modası geçmişolan. demode olmak * modası geçmek, gözden düşmek, değerini yitirmek. demograf * Nüfus bilimci. demografi * Nüfus bilimi. demografik * Nüfus bilimiyle ilgili. Demokles’in kılıcı * her an gerçekleşebilecek tehlike. demokrasi * Halkın egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlık. demokrat * Demokrasi yanlısı. demokratik * Demokrasiye uygun. demokratikleşme * Demokratikleşmek işi. demokratikleşmek * Demokrasiye uygun biçime girmek. demokratikleştirme * Demokratikleştirmek işi. demokratikleştirmek * Demokrasiye uygun biçime getirmek. demokratlaşma * Demokratlaşmak işi. demokratlaşmak * Demokrasi ilkelerini uygulamak, demokrasiye uygun yapıyıkurmak; demokrat bir biçimde davranmak. demokratlık * Demokrasi. demonstrasyon * Gösteri. -den bu yana * -den beri. -den yana * için.
* -e kalırsa.-den yana (olmak) * birinin tarafınıtutmak. -den yana çıkmak * birinin yanlısı olmak, birini tutmak. denaet * Alçaklık. denden * Bir çizelgede alt alta gelen aynısöz veya söz gruplarının birkaç kez yazılmasınıönleyerek kolaylık sağlamak
için birinci satırın altındakiler yerine kullanılan (“) işareti.denden işareti * Bkz. denden. denek * Üzerinde deney yapılan kimse veya şey. denek taşı * Altın, gümüşgibi madenlerin ayarınıanlamak için, sürtüldükleri bir tür taş, mihenk.
* Bir kimse veya nesnenin değerini anlamaya yarayan şey.deneme * Denemek işi, sınama, tecrübe.
* Son biçimi bulmamış, taslak durumunda olan eser.
* Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüşlerle bezenmiş bir anlatım içinde sunulan düz yazıtürü.deneme hayvanı * Meranın verimi veya mera üzerinde uygulanan ıslah ve amenajman işlemlerinin etkileri hakkında bilgiler
edinmek amacıyla otlatılan ve canlıağırlık artışıveya süt verimi devamlışekilde ölçülen hayvan.deneme tahtası * Üzerinde bilgisizce, tedavi, onarım gibi işler yapılan kimse veya şey. deneme yayını * Radyo, televizyon gibi haberleşme araçlarının başlangıçta işe alışmak ve daha verimli olmak üzere yaptıkları
kısa süreli yayın.denemeci * Deneme yazarı. denemecilik * Deneme yazarlığı, deneme yazma işi. denemek * Değerini anlamak, gerekli niteliği taşıyıp taşımadığını bulmak için bir insanı, bir nesneyi veya bir düşünceyi
sınamak, tecrübe etmek.
* Bir işe, başarmak amacıyla başlamak, girişimde bulunmak, teşebbüs etmek.denenme * Denenmek işi. denenmek * Denemek işine konu olmak. denet * Denetlemek işi, teftiş.
* Lâboratuvar işlemi tamamlanmış bir filmin herhangi bir eksiği olup olmadığınıanlamak için dağıtımcıya
verilmeden önce incelenmesi.denetçi * Denetlemeyle görevli kimse, murakıp, kontrolör.
* Gösterim odasında filmi izleyerek görüntülerin, sesin, rengin kusursuz olup olmadığını, çizik vb. bulunup
bulunmadığını inceleyen kimse.denetçilik * Denetçinin görevi.
* Denetçi olma durumu, murakıplık, kontrolörlük.denetici * Bir işlemin istenilen ölçülerde yürütülmesini denetim altına alan cihaz.
* Sıcaklık, basınç veya nem değişmelerini önleyerek bunlara ilişkin hareketin denetimini yapan alet.
* Su altındaki bir aleti uzaktan yöneten makine. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 26
denetilme * Denetmek işine konu olma. denetilmek * Denetmek işine konu olmak. denetim * Denetlemek işi, murakabe, kontrol. denetim kurulu * Bkz. denetleme kurulu. denetimci * Denetim işini yapan kimse. denetimli * Denetlenmişolan. denetimsiz * Denetlenmişolmayan. denetleme * Denetlemek işi, murakabe, kontrol. denetleme kurulu * Devlet kuruluşlarında denetim işini yapmakla görevli üyelerin oluşturduğu kurul, teftişkurulu.
* Bir kuruluşun yasalara ve kendi amacına uygun olarak çalışıp çalışmadığınıdenetleyen kurul.denetleme raporu * Denetçi tarafından hazırlanan ve bir işin doğru, usullere ve yönetime uygun olarak yapılıp yapılmadığını
belirten yazı.denetleme yapmak * kontrol etmek. denetlemek * Bir işin doğru ve yönetime uygun olarak yapılıp yapılmadığını incelemek, murakabe etmek, teftişetmek,
kontrol etmek.denetlenme * Denetlenmek işi. denetlenmek * Denetlemek işine konu olmak. denetleyici * Denetleyen (kimse).
* Denetleyen alet.deney * Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayıdoğrulamak, bir var sayımıkanıtlamak amacıyla yapılan işlem,
tecrübe.
* Deneyim, tecrübe.deney kabı * İçinde kimya deneyleri yapmaya yarayan özel kap. deney tüpü * Çoğunlukla kimyasal deneylerde kullanılan bir ucu kapalıcam boru. deneyci * Deneycilik yanlısı olan (kimse), ampirist. deneycilik * Bilginin gözlem, deneme veya duyular ile elde edilebileceğini ileri süren geleneksel öğreti, görgücülük,
ampirizm, usçuluk karşıtı.
* Organizma ile durum veya çevre arasında bir etkileşim olarak yaşantıya önem veren, bilgiyi, simgelerle
iletişimi yapılan denetimli ve yeniden düzenlenmişyaşantı biçiminde düşünen çağdaş bir felsefe anlayışı, görgücülük,
ampirizm.deneyim * Tecrübe. deneyim kazanmak * deneyimli duruma gelmek. deneyimci * Deneyimi ön plâna çıkaran kimse. deneyimcilik * Deneyimcinin işi. deneyimli * Deneyim kazanmışolan, tecrübeli. deneyimsiz * Deneyimi olmayan, tecrübesiz. deneyimsizlik * Deneyimsiz olma durumu, tecrübesizlik. deneyiş * Denemek işi veya biçimi. deneyleme * Deneylemek işi. deneylemek * Deney yapmak. deneyli * Deneye başvurularak yapılan. deneysel * Deneye dayanan, deney yoluyla olan, deneyle ilgili, tecrübî. deneyselcilik * Gerçek bilginin ancak deney yoluyla elde edilebileceğini; bilgilerimizin varsayıma dayanan bir nitelik
taşıdığını, gerçeğin insan yaşantısının bir ürünü olarak düşünülmesi gerektiğini; değerler ile ahlâklılığın mutlak değil,
toplumsal olduğunu ileri süren öğreti, eksperimantalizm.deneysellik * Deneyle ilgili olma durumu. deneysiz * Deneye başvurulmadan yapılan. deneyüstü * Deneyle kazanılması imkânsız, akılla ilgili olan (bilgi). deneyüstücülük * İnsan bilgisinin niteliğini ve ilkelerini akıl yoluyla çözmek amacıyla deney alanının ötesine gitmeye çalışan
anlayış, mütealiye, transandantalizm.
* Ahlâkta belli bir gizemciliği savunan, Tanrı, doğa ve insanıkaynaştırmaya çalışan Amerikan felsefe okulu,
mütealiye, transandantalizm.denge * Bir nesnenin veya bir insanın devrilmeden durma hâli, muvazene.
* Birbirini ortadan kaldıran güçlerin sonucu olan durma hâli.
* Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar.
* Bkz. toplumsal denge.
* Siyasî güçlerin, yetkilerin birbirini sınırlayacak biçimde dağıtılması.
* Ekonomik hayatın uyumlu düzeni.
* Vücudun en küçük dayanak yüzey veya yüzeylerinde düşmeden durması.denge kalası * Aletli jimnastik dalında kullanılan ve 1.20 m yükseklikte, piramit biçiminde, iki ayak üzerinde duran 5 m
uzunluğunda, 10 cm yürüme yüzeyi olan düzgün kalastan yapılmışdenge aracı.denge taşı * Omurgalıların özellikle de memelilerin iç kulak keseciğinde bulunan kalsiyum tuzu. dengeci * Denge unsurunu ön plânda tutan. dengecilik * Dengeci olma durumu. dengeleme * Dengelemek işi. dengelemek * Dengeli duruma getirmek.
* Bir cismi güç katarak veya eksilterek denge durumuna getirmek.dengelenme * Dengelenmek işi. dengelenmek * Dengesi sağlanmak. dengeleyici * Denge sağlayan, dengeleme özelliği olan.
* Otomobillerde eğikliği veya yaylanma genliğini azaltmak için şasi ve tekerleklere yerleştirilen düzen,
stabilizatör.
* Bir evredeki işlemin daha dengeli bir duruma gelmesini sağlayan alet.dengeli * Dengesi olan, muvazeneli.
* Tutum ve davranışlarında uyum olan (kimse), istikrarlı.
* Kurallara uygun, sıkıntıyaratmayan.dengeli beslenme * Sağlık için gerekli olan besinleri belirli ölçülerde ve düzenli bir biçimde alma. dengeli kılmak * huzura, düzene kavuşturmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 27
dengelik * Denge sağlayan alet. dengesi bozulmak * dik durumdan düşecek duruma gelmek.
* aralarında ilişki bulunan şeyler arasındaki uyum bozulmak.dengesiz * Dengesi olmayan, muvazenesiz.
* Tutum ve davranışlarında uyum olmayan (kimse), istikrarsız.dengesizleştirme * Dengesizleştirmek işi. dengesizleştirmek * Dengesiz duruma getirmek. dengesizlik * Bir şeyde denge bulunmamasıdurumu.
* Bir kimsenin, tutum ve davranışlarında sık sık, beklenmedik değişmeler olması, istikrarsızlık.dengeşik * Dümen sisteminde yelpazenin itme merkezinin kenarına değil, yakınına konulan ek dümen. dengi dengine * uygun olanıyla. dengine dengine * getirmek punduna getirmek. dengiyle karşılamak * kendisine yapılan bir işin karşılığınıaynıdeğerde işyaparak vermek. denî * Alçak, kötü, kişiliksiz (kimse). denilme * Denilmek işi. denilmek * Ad verilmek.
* Söylenmek, sözü edilmek.deniz * Yer kabuğunun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağlantılı, tuzlu su kütlesi.
* Bu su kütlesinin belirli bir parçası.
* (denizde) Dalga olma durumu.
* Genişalan.
* Sınırsız genişlik, çokluk, yoğunluk.
* Aydaki düzlükler.deniz akıntısı * Deniz suyunun bazıetkilerle belirli bir yönde yer değiştirmesi. deniz altı * Deniz altında bulunan.
* Deniz altında yapılan.
* Dalgalara karşıaçık.deniz ataşesi * Büyük elçiliklerde görev yapan deniz kuvvetlerine bağlıaskerî üst düzey görevlisi. deniz aygırı * Denizlerde yaşayan bir tür vahşî hayvan. deniz aynası * Denizin dibini açık ve seçik görebilmek için özel olarak yapılmış cam, alet. deniz basması * Çöken bir kara parçasına deniz sularının dolması. deniz bilimci * Deniz bilimi ile uğraşan kimse. deniz bilimi * Ana deniz bilimi, oşinografi. deniz bindirmek * denizde birden fırtına çıkmak. deniz buzu * Kutuplara yakın yerlerde soğuk havanın etkisiyle denizlerin üstünde oluşan buz. deniz çıkmak * denizde fırtına olmak. deniz çulluğu * Kıyı bölgelerinde yaşayan bir tür çulluk. deniz depremi * Deprem merkezi denizin dibinde odaklaşan bir tür yer sarsıntısı. deniz durmak (veya düşmek) * denizdeki fırtına geçmek. deniz feneri * Kıyıların tehlikeli yerlerinde, bazıkaya ve adacıkların üzerinde geceleri deniz taşıtlarına yol gösteren,
tepesinde güçlü bir ışık kaynağı olan fener.deniz geçişi * Gaz boru hattının denize girmesi durumunda, kıyışeridinden belli bir derinlikteki kesimden öteye hattın
deniz altında kalan kısmı.deniz hamamı * Plâj. deniz haritası * Denizlerin oluşum ve konumlarınıdeğişik renk ve çizgilerle gösteren harita. deniz hukuku * Devletler hukukunda denizin türlü bölümlerinin durumunu düzenleyen ve devletlerin bu bölümler
üzerindeki yetkilerini belirten antlaşma, gelenek vb. niteliğindeki kuralların bütünü.deniz iklimi * Denizlerde, adalarda, yüksek enlemlerde görülen ve sıcaklık oynamalarıaz olan iklim. deniz kaplumbağaları * Denizde yaşayan, ayaklarıyüzgeç biçimindeki bütün kaplumbağalara verilen ad. deniz kaplumbağası * Denizlerde yaşayan ve ayaklarınıyüzgeç gibi kullanan bir deniz hayvanı. deniz kazı * Akbaş. deniz kırlangıcı * Balıkçın. deniz kızı * Denize yakın kayalıklar üzerinde şarkısöyleyen, başıve göğsü kadın biçiminde, belden aşağısı balık
kuyruklu doğaüstü yaratık.deniz kulağı * Açık denizden bir kum setiyle ayrılmışveya kıyıdilinin gelişmesiyle göl biçimini almış, sığkoy veya körfez,
lâgün.deniz kuvvetleri * Bir ülkeyi denizden gelecek saldırılara karşıkorumak için kurulan askerî kuruluşlar. deniz marulu * Sığsularda bulunan, ince levhaya benzeyen yaprakları olan yeşil su yosunu (Ulva lactuca). deniz mavisi * Deniz renginde koyuca mavi. deniz menekşesi * Çan çiçeğinin bir türü. deniz mili * 1852 m olan uzunluk ölçüsü birimi. deniz motoru * Deniz yollarında yolcu taşımaya yarayan pervaneli ve patenli motorlu gemi. deniz otobüsü * Tepkili motorlarısayesinde, özel hava yastıklarıüzerinde hız kazanan ve suya temas etmeden hızla
seyreden, yolcularınıkapalımekân içerisinde taşıyan bir deniz taşıtı.deniz ördeği * Fırtına kuşu. deniz örümceği * En büyük yengeç türü (Maja squinado). deniz pırasası * Denizlerde yetişen bir tür yosun. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 28
deniz piyadesi * Çıkarma harekâtında kıyıya ulaşacak tarzda eğitilen deniz kuvvetlerine özgü sınıf. deniz rezenesi * Maydanozgillerden, deniz kumsallarında bol olarak yetişen, ıtırlı bir bitki (Crithmum maritimum). deniz sarmaşığı * Çok yıllık, sürünücü, beyaz sütlü ve otsu bir bitki (Convolvulus soldanella). deniz seviyesi * Kara ile denizlerin birleştiği ve yüksekliğin 0 olarak kabul edildiği nokta. deniz suyu * Birleşiminde sudan başka değişik tuzlar ve gazlar bulunan su. deniz tavşancılı * Balık kartalı. deniz tutmak * deniz taşıtlarında sallantıdan etkilenmek. deniz tutması * Gemide dalgaların etkisiyle sallantıların yarattığırahatsızlık. deniz uçağı * Su üzerinden havalanabilecek ve uçuştan sonra yine su üzerine inebilecek şekilde düzenlenmişhava taşıtı. deniz üssü * Stratejik bölgelerde deniz kuvvetlerinin askerî harekâtlarıyönettiği ve birimlerini konuşlandırdığı askerî
merkez.deniz üzümü * 1-2 m yükseklikte, dik dallı, dallarıyeşil renkli, yapraklarıpulsu ve kın hâlinde dallarısarmış, çalı
görünüşünde, meyvesi bezelye büyüklüğünde, kırmızıve nadiren sarırenkli, çok yıllık bir bitki (Ephedromajor).deniz yeli * İmbat. deniz yılanı * Yılanlar takımından çok zehirli, kürek biçiminde yassıkuyruklu, Hint ve Pasifik okyanuslarında yaşayan bir
hayvan (Hydrophis).deniz yolu * Deniz taşıtlarının izlemeye zorunlu olduklarıyol. deniz yolu ile * denizden, deniz taşıtları ile. deniz yolu ulaşımı * Liman ve iskeleler arasında deniz taşıtlarıyla yapılan taşıma işi. deniz yosunu * Denizlerde biten ve genellikle kıyılarda ve kayalıklarda yoğun olarak görülen bitki türü. denizalası * Kemikli balıklar takımının alabalıkgiller familyasından denizlerde yaşayan bir balık türü (Salmo trutta
marina).denizaltı * Deniz yüzeyinin altında ve üstünde yol alabilen savaşgemisi, tahtelbahir. denizaltıcı * Denizaltılarda görevli kimse. denizaltıcılık * Denizaltıcı olma durumu. denizanası * Selenterelerden, yassı bir diske benzeyen, saydam, serbestçe yüzebilen deniz hayvanı, medüz. denizaslanı * Amerika’nın kuzeybatıkıyılarında yaşayan ve sık renk değiştiren etçil bir memeli türü. denizaşırı * Denizlerin ötesinde bulunan. denizatı * Başıat başına benzeyen, suda dik duran, kuyruk yüzgeci olmayan, 10-15 cm boyunda bir deniz hayvanı
(Hippocampus hippocampus).denizayısı * 1,5-2 m boyunda, uzun ve yumuşak tüylü postu beğenilen, bitkiyle beslenen bir deniz memelisi
(Arctocephalus ursinus).denizci * Denizle ilgili işlerde çalışan kimse.
* Deniz askeri.
* Deniz sporlarıyla uğraşan kimse.denizcilik * Denizlerde sefer yapma işi.
* Denizle, gemi işletmesiyle ilgili meslek.
* Deniz sporculuğu.denizçakısı * Yumuşakça. denizde kum, onda para * çok paralıkimse. denizdeki balığın karada komisyonculuğunu yapmak * gerçekte bulunmayan bir konu üzerinde varmışgibi savunuculuğunu yapmak, hayalî konularda gereksiz
söz söylemek.denizden (veya denizi) geçip çayda boğulmak * büyük güçlükleri yenmişken önemsiz bir sebeple başarısızlığa uğramak. denizden çıkmış balığa dönmek * Bkz. sudan çıkmış balığa dönmek. denize açılmak * kıyıdan çok uzaklaşmak. denize çıkmak * gezi veya av için kıyıdan ayrılmak. denize dökmek * düşmanıdenize kadar sürüp yok etmek. denize düşen yılana sarılır * güç bir duruma düşenlerin bundan kurtulmak için her türlü çareye başvurmaları olağandır. denize indirmek * denizde kullanılacak, genellikle yeni yapılan bir aracıkızaklar yardımıyla karadan suya salıvermek. denizgergedanı * Balinagillerden, 8-10 m boyunda, erkeğinin üst çenesinde iki uzun diş bulunan bir deniz memelisi
(Monodon monoceros).denizgülü * Mercanlar sınıfından dokunaçlarıkısa bir tür hayvan (Actinia). denizgüzeli * Bkz. sarıağız. denizhıyarı * Deniz hıyarlarından, boyu 25 cm kadar olabilen, yuvarlak ve yumuşak vücutlu derisi dikenli bir hayvan
(Holothurion).denizhıyarları * Örnek hayvanıdenizhıyarı olan derisi dikenliler sınıfı(Holothurion). denizısırganları * Salgıladıklarısıvılarla insan derisinde ısırgan etkisi uyandıran, iri medüzleri içine alan selentereler sınıfı. denizibiği * Bkz. deniz rezenesi. deniziğnesi * Yuvarlak somaklı, vücudu ince ve uzun bir deniz balığı(Syngnathus acus). denizineği * Amerika ve Afrika’nın tropikal kıyısularında yaşayan, 2-3 m boyunda deniz memelisi (Hydrodamalis
gigas).denizkadayıfı * Esmer su yosunlarından bir deniz bitkisi (Alaria esculenta). denizkedisi * Tüm başlılar takımından, vücudu ince uzun, büyük başlı, derin ve büyük denizlerde yaşayan bir balık
(Chimaera monstrosa).denizkestanesi * Hareket edebilen dikenlerle örtülü, yuvarlak kalker kabuklu, derisi dikenlilerden bir yumuşakça (Echinus
esculentus). -
Türkçe Sözlük D Sayfa 29
denizkızı * Solunumlarıhem akciğerlerle, hem solungaçlarla olan, arka üyeleri olmayan, otçul amfibyumlar sınıfından
bir hayvan.denizkozalağı * Konik biçimli kabuğunda bir yarık bulunan karından bacaklı yumuşakça (Conus). denizköpüğü * Lüle taşı. denizkulağı * Yassıkabuklu, içi sedefli, 10 cm uzunluğunda bir deniz yumuşakçası(Haliotis). denizkurdu * Deneyimli, eski denizci, usta denizci. denizlâleleri * Vücutları bir sapla deniz dibine bağlıveya serbest olabilen beşveya daha fazla kollu, toplu durumda
yaşayan derisi dikenlilerden bir sınıf.denizlik * Kayıklarda bordayıaşan dalgaların içeriye girmesine engel olan eğik tahta.
* Pencerelerin altında, içte ve dışta yapılarak suların duvar içine sızmasını veya duvar yüzeyinde yayılmasını
önleyen eğik bölüm.
* Denize girerken kullanılan kadın mayosu.denizmaymunu * Denizkedisi. denizpalamudu * Kıyıkayalarının üzerinde yapışık olarak yaşayan, beyaz kalkerli plâkalarla çevrili, koni biçiminde, küçük,
kabuklu bir böcek (Balanus).denizpelidi * Bir tür deniz böceği. denizşakayığı * Kayalıklara yapışık olarak yaşayan, dokunaçlarıçok ve uzun, güzel renkli bir polip türü (Anemonia actinia). denizşakayıkları * Deniz şakayıklarını içine alan selentereler alt sınıfı. deniztarağı * İki çenetli kabuklu bir yumuşakça türü (Pecten). deniztavşanı * Ağız dokunaçları genişve etli, uzun, çıplak vücutlu deniz yumuşakçası(Cyclopterus lumpus). deniztilkisi * Saban balığı. denizyıldızı * Denizyıldızlarından, yıldız biçiminde beşkolu olan, kayalıklar üzerinde yaşayan derisi dikenli bir hayvan
(Aster).denizyıldızları * Örnek hayvanıdenizyıldızı olan derisi dikenliler sınıfı. denk * Yük hayvanlarının sağve soluna konulan iki yük parçasından her biri.
* Yatak, yorgan, kumaşgibi eşyanın sarılıp bağlanmasıyla oluşan yük, balya.
* Ağırlık bakımından eşit olan.
* Uygun, nitelik yönünden eşit.
* Destekleri paralel, yönleri aynı, şiddetleri eşit bulunan güçler.denk düşmek * uygun olmak, fırsat olmak. denk gelmek * uygun düşmek, uygun gelmek.
* rast gelmek, rastlamak.denk getirmek * uygun düşürmek, rastlatmak. denk küme * Bire bir eşlenebilen, eleman sayılarıeşit küme. denk yapmak * denk durumuna getirmek. denkçi * Denk işleri ile uğraşan veya denk yapan kimse. denkçilik-ği * Denkçi olma durumu. denklem * İçinde yer alan bazıniceliklere ancak uygun bir değer verildiği zaman sağlanabilen eşitlik, muadele.
* Bir yanında olaya giren çeşitli maddelerin formülleri, öteki yanında da tepkime sonucu oluşan yeni
maddelerin formülleri bulunan eşitlik.denkleme * Denklemek işi. denklemek * Denk duruma getirmek. denklemler sistemi * İki veya daha çok denklemden oluşan ve hepsinin birlikte ortak çözümü istenen takım. denklenmek * Denk yapılmak. denkleşme * Denkleşmek durumu. denkleşmek * Birbirine denk olmak, denk duruma gelmek. denkleştirici * Denkleştirme işlemini sağlayan. denkleştirme * Denkleştirmek işi. denkleştirmek * Denk duruma gelmesini sağlamak.
* Gereken miktarı sağlamak.denklik * Denk olma durumu, eşitlik, müsavat. denktaş * Denk, eşit, küfüv. denkteş * Bkz. denktaş. denli * “Kadar” anlamında üstünlük derecesini belirtir. denli * Ağır başlı, sözleri ve davranışlarıölçülü olan (kimse). denli densiz söz söylemek * uygunsuz, yakışıksız ve saygısız sözler söylemek. denlilik * Denli olma durumu. denme * Denmek, denilmek işi. denmek * Ad verilmek.
* Söylenmek, sözü edilmek.densimetre * Bitkilerin dışkısımları ile toprak üzerinde kapladıklarıalanı çeşitli büyüklüklerdeki halkalar yardımı ile
ölçen bir alet.densiz * Yakışıksız ve saygısızca davranan. densizlenme * Densizleşmek durumu. densizlenmek * Densizlik etmek. densizleşme * Densizleşmek işi. densizleşmek * Yakışıksız ve saygısızca davranır duruma gelmek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 21
deke düşmek * hileye, oyuna gelmek. deklânşör * Bir devre kesicinin işleyişini etkileyerek açılmasınıönleyen düzen.
* Fotoğraf makinesinin resim çekilirken basılan düğmesi.deklârasyon * Bildirme, duyurma, ilân etme.
* Bir konunun kamuoyuna duyurulması için yapılan açıklama, bildiri.
* Mal bildirimi.deklâre * Bildirilmiş, ilân edilmiş. deklâre etmek * bildirmek.
* gümrüklerde vergi konusu olacak eşya vb.yi resmî makama bildirmek.dekolte * Kollarının, göğüs ve sırtının bir bölümü açık kadın giysisi.
* Açık.dekolte konuşmak * açık saçık konuşmak. dekont * Ödenmişveya ödenecek olan hesapların dökümü.
* Kapatılan bir hesaptan yapılacak indirme.
* Bütün indirmeler yapıldıktan sonra borçlu tarafından ödenecek, alacaklıtarafından alınacak olan miktar.dekor * Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan eserin yazıldığıyerin, çağının özelliklerini belirleyen
çeşitli ögelerin (perde, aksesuar vb.nin) bütünü.
* Bir yere süsleme amacıyla verilen düzen.
* Görünüş, manzara.dekorasyon * Dekor yapma işi.
* Bir yeri süsleme.dekoratif * Dekor olarak kullanılan, süslemeye yarayan, süsleyici, tezyinî.
* Göstermelik.dekoratör * Tiyatro, opera vb. dekorlarınıtasarlayan sanatçı.
* İç mimar.dekoratörlük * Dekoratör olma durumu.
* Dekoratörün işi ve mesleği.dekorcu * Mesleği dekor yapmak olan sanatçı. dekorculuk * Dekorcu olma durumu.
* Dekorcunun işi ve mesleği.dekore * Süsleme amacıyla düzenlenmiş. dekore etmek * (bir yere) süsleme amacıyla düzen vermek. dekovil * Ray aralığı60 cm eninde veya daha az olan, arabaları buhar, hayvan veya insan gücüyle yürütülen, küçük
demiryolu.dekstrin * Nişastanın bölünmesinden elde edilen zamklı bir madde (C6 H10 O5). dekstroz * Nişasta şekeri. delâlet * Kılavuzluk, aracılık.
* İz, işaret.delâlet etmek * yol göstermek.
* göstermek, anlatmak, demeye gelmek.
* belirtmek.deldirme * Deldirmek işi. deldirmek * Delmek işini yaptırmak.
* Geçersiz hâle getirmek.delecek * Zımba. delegasyon * Herhangi bir topluluğu temsil etmekle görevli yetkili kurul. delege * Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katına gönderilen kimse, elçi, murahhas. delegelik * Delegenin görevi, murahhaslık. delep delep * Parlayarak, parıl parıl. delepmek * Parlamak. delgeç * Mukavva, kâğıt, kayış, maden gibi şeylerde delik açmaya yarayan araç, delecek, zımba. delgi * Maden, tahta, taşvb. üzerinde delik açmaya yarayan aygıt, matkap. delgiç * Ucu sivri demirli, ağaçtan tutacak yeri olan ve tütün dikmeye yarayan araç. deli * Aklınıyitirmişolan, aklî dengesi bozulmuşolan, mecnun.
* Davranışlarıaşırıve taşkın olan (kimse), çılgın.
* Aşırıderecede düşkün.
* Coşkun, azgın.deli alacası * Birbirini tutmayan parlak renklerden oluşan. deli bal * Arıların zehirli çiçeklerden topladıkları bal. deli balta * Acımasız, gaddar, zalim kimse. deli bayrağıaçmak * şık olmak. deli bozuk * Günü gününe, sözü sözüne uymayan. deli bozukluk * Deli bozuk olma durumu. deli çıkmak * çıldırmak.
* çok sinirlenmek.deli dana hastalığı * İngiltere’de büyük başhayvanlarda görülen eden bulaşıcıve öldürücü bir hastalık. deli dana(lar) gibi dönmek * ne yapacağını bilemeyerek, şaşkınca davranmak. deli deli * Delice. deli divane * Çılgın, aşırıdeli. deli divane (âşık) olmak * aşırıderecede sevmek. deli divane olmak * mutlu olmak, bir kimseyi, bir şeyi aşırıderecede sevmek. deli dolu * İlerisini gerisini düşünmeden davranan, rastgele konuşan, patavatsız. deli etmek * çılgına çevirmek. deli fişek * Delişmen ve atak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 22
deli fişeklik * Deli fişek olma durumu. deli gibi * deliye yaraşır davranışta, delicesine. deli gömleği * Tehlikeli ve saldırgan delilere giydirilen kolsuz gömlek. deli güllâbicisi * Bkz. güllâbici. deli ırmak * Akıntısıçok hızlı olan ırmak. deli kızın çeyizi gibi * bir arada sergilenen ve birbirine yakışmayan eşya için söylenir. deli olmak * çok sevmek.
* çok sinirlenmek.deli olmak işten değil * güç durumlarda çaresizliği anlatır. deli orman * Çok sık ve gür orman. deli otu * Turpgillerden, bahçelere süs olarak dikilen bir bitki, kuduz otu (Alyssum). deli pösteki sayar gibi * çok karışık, çok ayrıntılı, sıkıcı bir işle uğraşma. deli Raziye gibi * delice davranışlarda bulunan kız veya kadın. deli saçması * Anlamsız, tutarsız, delice söz. deli saraylı(gibi) * acayip biçimde giyinenler, takıp takıştıranlar için söylenir. delibaş * Koyunlarda ve danalarda görülen tehlikeli bir hastalık.
* Huysuzluk yapan hayvan.delice * Davranışlarıaşırı, deli gibi olan.
* Delicesine.
* Buğdaygillerden, genellikle buğday tarlalarında yetişen, tohumu zehirli, yabanî bir bitki (Lolium
temulentum).
* Aşılanmamışzeytin ağacı, yabanî ağaç.
* Atmaca, şahin.delice doğan * Kartallar takımının kartalgiller familyasından bir kuştürü (Falco subbuteo). delicesine * Aşırı bir biçimde. delicesine tutulmak * aşırı bir biçimde bağlanmak, çok sevmek. delici * Delen, delmek işini yapan.
* Çok etkili, etkileyici.deliğe tıkmak * tutuklamak, hapsetmek. delik * Dar, küçük açıklık; dar, küçük çukur.
* Delinmiş.
* Ceza evi.
* Küçük hayvan yuvası.delik büyük, yama küçük * eldeki imkânlar gerekenden çok az. delik deşik * Her yanıdeliklerle dolu. delik deşik aramak * her yerde aramak. delik deşik etmek * (bir canlının vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler açmak.
* bir şeyin her yanında delikler açmak.delik deşik olmak * (bir canlının vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler oluşmak.
* bir şeyin her yanıdelinmek.delik eğirmek * hapse girmek, tutuklanmak. delikanlı * Çocukluk çağından çıkmışgenç erkek.
* Gençlere seslenme sözü olarak kullanılır.
* Sözünün eri, dürüst, namuslu kimse.delikanlılık * Delikanlı olma durumu.
* İnsanın delikanlı olduğu çağ.delikli * Deliği veya delikleri olan.
* Kevgir.
* Deliklerle kaplıesnek doku şeritlerine verilen ad.
* Bir tür olta iğnesi.delikli boncuk (veya taş) yerde kalmaz * az çok işe yarayan her şeyin isteklisi bulunur. delikliler * Delikli ve sert bir kabukla kaplı bir hücreli hayvanlar takımı. deliksiz * Deliği olmayan. deliksiz uyku * Arada hiç uyanmadan uyunulan uzun uyku. delil * İnsanıaradığı gerçeğe ulaştırabilecek iz, kanıt, emare.
* Kanıt.
* Kılavuz, rehber.delilenme * Delilenmek işi veya durumu. delilenmek * Deli gibi davranmak. deliliğe vurmak * kendini deli gibi göstermek. deliliği tutmak * delice davranmak. delilik * Deli olma durumu veya delice davranış. delimsirek * Çılgınca, delicesine. delinin eline değnek vermek * kötülük yapabilecek bir kimsenin davranışlarınıkolaylaştırmak. delinme * Delinmek işi. delinmek * Delmek işine konu olmak.
* Bir şeyde delik oluşmak.
* Çiğnemek, uymamak, aykırıdavranmak.deliriş * Delirmek işi veya biçimi. delirme * Delirmek işi. delirmek * Deli olmak, aklınıyitirmek, çıldırmak. delirtme * Delirtmek işi. delirtmek * Deli etmek, çıldırtmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 15
dayanıksızlık * Dayanıksız olma durumu, metanetsizlik. dayanılma * Dayanılmak işi veya durumu. dayanılmak * Dayanmak işi yapılmak. dayanılmaz * (bir kimse veya şey için) Karşıkonulamaz veya karşıçıkılamaz.
* Tahammül edilemez, katlanılamaz.dayanım * Bir varlığın dışetkilere karşıdirenme özelliği, direnç. dayanım ömrü * Bkz. dayanma ömrü. dayanırlık * Direnç, mukavemet. dayanış * Dayanma işi veya biçimi. dayanışık * Üyeleri arasında dayanışma bulunan (millet, topluluk, sınıf vb.), mütesanit. dayanışma * Dayanışmak işi, tesanüt.
* Bir topluluğu oluşturanların duygu, düşünce ve ortak çıkarlarda birbirlerine karşılıklı bağlanması, tesanüt.dayanışmacı * Dayanışmacılıktan yana olan, solidarist. dayanışmacılık * Bir topluluğun bütün bireyleri arasında bir dayanışma bulunmasınıtoplu durumda yaşamanın
gereklerinden sayan ve bireycilikle ortaklaşacılık arasında yer alan bir öğreti, solidarizm.dayanışmak * (bir topluluğu oluşturan kişiler) Bir şeyi gerçekleştirmek için duygu, düşünce ve çıkar birliği göstermek,
birbirini kollamak, mütesanit olmak.dayanışmalı * Aralarında dayanışma bulunan. dayanma * Dayanmak işi. dayanma ömrü * Bir malzemenin kopmaya, kırılmaya ve görevini yapamaz hâle gelmesine kadar göstermişolduğu direnç. dayanmak * Bir yere yaslanmak, kendini dayamak.
* Kullanılışıuzun sürmek, dayanıklı olmak.
* Zarar görmemek, varlığınıkorumak, hasar görmemek.
* Birinden, bir şeyden güç almak, güvenmek; istinat etmek.
* Tutunmak, karşıdurmak, karşıkoymak, mukavemet etmek.
* Bir şeyin üzerinde kurulmuşolmak, istinat etmek.
* Güç bir duruma katlanmak, çekmek, sabretmek, tahammül etmek.
* Varmak, ulaşmak.
* Bütün gücünü kullanarak bir işi yapmak.
* (tükenmeyen işler için) Sonunda birinin veya bir şeyin üzerinde kalmak.
* Hız vermek.
* Yetişmek, yeter olmak.dayantı * Dayanıklık. dayatış * Dayatmak işi veya biçimi. dayatışma * Kendi isteğinde inatlaşma. dayatışmak * Kendi istek ve arzularıdoğrultusunda ısrar etmek, inatlaşmak. dayatma * Dayatmak işi, empoze etme. dayatmacı * İstediğini yaptırmada baskıuygulayan, direten, empoze eden. dayatmak * Dayamak işini yaptırmak, empoze etmek.
* Kendi istediğini yaptırmakta direnmek.
* Başkasının isteğine karşıkoymak.
* Empoze etmek.dayattırma * Dayattırmak işi. dayattırmak * Dayatmak işini yaptırmak. dayayıp döşemek * (evi, odayı) mobilya ve benzeri eşya ile döşemek. dayayış * Dayamak işi veya biçimi. daye * Çocuk bakıcısı, süt nine, dadı. dayı * Annenin erkek kardeşi.
* Bir kimsenin kayırıcısı olan, sözü geçer kimse.
* Yaşlıerkeklere seslenme sözü olarak kullanılır.
* Osmanlıİmparatorluğu döneminde Tunus, Cezayir ve Trablusgarp’ta seçimle başa getirilen yönetici.
* Cesur, yiğit.dayılanma * Dayılanmak işi. dayılanmak * Çalım satmak, yüksekten atmak. dayılık * Dayı olma durumu.
* Kayırıcılık.
* Kabadayılık, külhanbeylik.dayı oğlu * Dayının oğlu, dayızade. dayızade * Dayı oğlu veya dayının kızı. daylak * Dişi deve.
* Deve yavrusu.daz * Saçıdökülmüş(baş), dazlak.
* Çıplak (toprak).dazara dazar * Çok ivedi ve telâşlı. dazara dazır * Dazara dazar. dazlak * Tepesindeki saçıdökülmüşolan (kimse, baş). dazlaklaşma * Dazlak duruma gelmek. dazlaklaşmak * (insan) Tepesindeki saçıdökülmüşolmak, dazlak duruma gelmek.
* Saçlarınıustura ile kazıtmak.dazlaklık * Dazlak olma durumu. dazlama * Dazlamak işi. dazlamak * Güç beğenmek, güç beğenir olmak. de * Türk alfabesinin beşinci harfinin adı. de * Bkz. da / de. -de * Bkz. -da / -de, -ta / -te. debagat * Tabaklık, sepicilik. debbağ * Sepici, tabak (II). -
Türkçe Sözlük D Sayfa 16
debbe * Kulplu ve ağzıkapaklı bakırdan su kabı, güğüm. debboy * Silâh, giysi gibi asker eşyasıambarı. debdebe * Görkem, gösteriş, şatafat, ihtişam. debdebeli * Görkemli, gösterişli. debeleniş * Debelenmek işi veya biçimi. debelenme * Debelenmek işi. debelenmek * Bir acının etkisiyle veya bir baskıdan kurtulmak için çırpınmak.
* Çırpınmak, tepinmek, kımıldamak.
* Boşuna uğraşıp durmak.debi * Bir akarsuyun herhangi bir kesiminden saniyede geçen suyun hacmi, akım. debil * Zayıf yapılı, güçsüz. debillik * Genellikle yapı ile ilgili aşırıve sürekli güçsüzlük. debimetre * Bir borudan akan gaz veya sıvının hacim ve kütle cinsinden debisini kontrol eden, düzenleyen ve ölçen
araç.debriyaj * Otomobillerde kavrama yöntemi ile kenetlenmişiki mili birbirinden ayıran ve çekici mili hareket
düzeninde tutarak çekilen milin durmasınıve bu işlem sonunda aracın hareketini sağlayan sistem.debriyaj pedalı * Kavrama pedalı. Deccal * Dinî inanışlara göre kıyamete yakın bir zamanda çıkacağına inanılan yalancıve kötü yaradılışlıkimse. deccal * Yalancı, fesat, dedikoducu. decrescendo * Bir parçanın, sesi gittikçe kısarak çalınacağınıanlatır. dede * (evlât için) Babanın veya ananın babası, büyük baba.
* Büyük babadan başlayarak geriye doğru atalardan her biri.
* Mevlevî tarikatında çile doldurmuşolan dervişlere verilen unvan.
* Çok yaşlıkimselere seslenme sözü olarak kullanılır.dede (dedesi) koruk yer, torununun dişi kamaşır * eskilerin yaptığıyanlışişlerden daha sonrakiler de zarar görür. dededen kalma * çok eski dönemlerden beri kullanılan nesne. dedektif * Bkz. detektif. dedektör * Bkz. detektör. dedelik * Dede olma durumu veya dedeye yakışan davranış. dedi mi * (dedi’mi) tam vaktinde. dediği çıkmak * dediği şey gerçekleşmek. dediği dedik * her istediğini yaptırır, söylediği sözden dönmez. dediğim dedik, öttürdüğüm (veya çaldığım) düdük * bir insanın sözünde direndiğini anlatmak için söylenen bir tekerleme. dediğim dedikçi * Her isteğini yaptıran, inatçı, iddiacı(kimse). dediğin * adıverilen, sayılan, kabul edilen. dediğinden (dışarı) çıkmak * sözünü dinlememek. dediğine gelmek * birinin düşüncesini önce kabul etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek. dediğine kara demek * inatçılık ederek karşısındaki ile anlaşmaya yanaşmamak. dedikodu * Konusu çekiştirme veya kınama olan konuşma, kılükal. dedikodu etmek (veya yapmak) * birini çekiştirmek. dedikodu kumkuması * İşi gücü dedikodu olan kimse. dedikoducu * Çok dedikodu yapan. dedikoduculuk * Dedikodu yapma işi. dedirme * Dedirmek işi. dedirmek * Demek zorunda bırakmak.
* Denilmesini sağlamak.dedirtme * Dedirtmek işi. dedirtmek * Demek zorunda bıraktırmak. dedüksiyon * Tümden gelim. def * Bkz. tef. def * Savma. defa * Kez, kere. defalarca * Sık sık, sürekli olarak. defans * Savunma. def’aten * Birden, bir defada. defetme * Defetmek işi. defetmek * Kovmak.
* Savmak, savuşturmak.defibelâ kabilinden * bir belâyısavarcasına. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 17
defibratör * Yongalarıliflerine ayrıştıran özel alet. defigam etmek * üzüntüyü, sıkıntıyıatmak. defihacet etmek * büyük abdest bozmak. defile * Giyecekleri tanıtmak amacıyla mankenlerin yaptıkları gösteri, moda gösteri geçidi, giyim gösterisi. defin * (ölüyü) Gömme. define * Toprak altına gömülerek saklanmış, para veya değerli şeyler, gömü. defineci * Gömü bulmak umuduyla kazıyapan veya yaptıran kimse. definecilik * Defineci olma durumu. deflâsyon * Para darlığı, durgunluk. defleme * Deflemek işi. deflemek * Defetmek. defne * Defnegillerden, yaprakları güzel kokulu ve yaz kışyeşil olan bir ağaç (Laurus nobilis). defne yaprağı * Çeşitli yiyeceklere güzel koku versin diye katılan yaprak. defnedilme * Defnedilmek işi, gömülme. defnedilmek * (ölü) Gömülmek. defnegiller * Örnek bitkisi defne olan, iki çeneklilerin ayrıtaç yapraklılarından, yapraklarıkokulu birçok türü içine alan
bir bitki familyası.defnetme * Defnetmek işi, gömme. defnetmek * (ölüyü) Gömmek, toprağa vermek. defneyaprağı * Bir lüfer çeşidi. defnolunma * Defnolunmak işi. defnolunmak * (ölü) Gömülmek. defo * Kusur, özür, bozukluk. defol! * savuşgit, uzaklaş. defolma * Defolmak işi. defolmak * (hakaret sözü olarak) Savuşmak, çekilip gitmek. defolu * Defosu olan, bozuk, özürlü, kusurlu (kumaş, giysi vb.). deformasyon * Biçimi bozulma, biçimsizleşme. deforme * Biçimi, kalı bı bozulmuş. deforme olmak * biçimi, kalı bı bozulmak. defosuz * Defosu olmayan, sağlam. defroster * Buzçözer. defter * Genellikle hafif bir kapak içerisinde, bir araya tutturulmuşkâğıt yaprakları. defter açmak * para yardımıveya gönüllü toplamaya girişmek. defter emini * Tapu işlerine bakan yüksek görevli. defter tutmak * işlem veya hesapları düzenli olarak bir deftere geçirmek. defterci * Defter yapan veya satan kimse. deftercilik * Defter yapmak veya satmak işi. defterdar * Bir ilin maliye işlerini yöneten yüksek görevli.
* Osmanlılarda maliye işlerinin en yüksek yetkilisi veya illerde maliye işleriyle uğraşan görevli.defterdarlık * Defterdarın makamı, görevi veya görevin yürütüldüğü yapı. defterden silmek * adınıanmaz olmak, dost saymaz olmak. defterhane * Osmanlıülkelerindeki bütün toprak kayıtlarını içine alan ana defterlerin bulunduğu ve bunlara özgü işlerin
görüldüğü daire.defteri dürülmek * ölmek, öldürülmek.
* görevine son verilerek bir yerden uzaklaştırılmak.defteri kapamak * söz konusu işi artık yapmaz olmak; bir şeyle ilgiyi kesmek. defterihakanî * Osmanlıİmparatorluğunda Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü. defterikebir * Ana defter. defterinde olmamak * sahip bulunmamak, tabiatında bulunmak. defterini dürmek * öldürmek. degajman * Futbolda kalecinin topu sert bir ayak vuruşuyla uzağa atması. değdiriş * Değdirmek işi veya biçimi. değdirme * Değdirmek işi.