düzlem | * Üzerinde girinti ve çıkıntı olmayan, düz, yassı. * Üzerine, kesişen iki doğrunun her noktasının dokunması gereken yüzey, müstevî. |
düzlem geometri | * Bir düzlem içinde kalan, iki boyutlu olan şekli inceleyen geometri. |
düzlem küre | * Yer yuvarlağıüzerindeki biçimleri bütünüyle bir düzlem üzerinde göstermek amacıyla çeşitli haritacılık yöntemlerine başvurularak hazırlanmışharita. |
düzleme | * Düzlemek işi, tesviye. |
düzlemek | * Düzlem durumuna getirmek, tesviye etmek. |
düzlemsel | * Düzlem niteliğinde olan. |
düzlenme | * Düzlenmek durumu. |
düzlenmek | * Düz, düzlem durumuna gelmek. |
düzleşme | * Düzleşmek durumu. * Bazıkelimelerde, çeşitli sebeplerle, yuvarlak ünlülerin düz ünlülere dönmesi. |
düzleşmek | * Düz duruma gelmek. |
düzletme | * Düzeltmek işi. |
düzletmek | * Düz duruma getirmek. |
düzlük | * Düz olma durumu. * Geniş, düz yer. |
düzme | * Düzmek işi. * Gerçek olmayan, aslına benzetilerek uydurulan, uydurma, sahte. |
düzmece | * Gerçek olmayan, düzme, sahte. |
düzmeci | * Düzme şeyler yapan, sahteci, sahtekâr. |
düzmecilik | * Düzmeci olma durumu, düzmecilik, sahtekârlık. |
düzmek | * Bir ihtiyacıkarşılamak amacıyla birçok şeyleri birbirini tamamlayacak biçimde bir araya getirmek. * Düzene sokmak, düzene koymak, sıralamak, elverişli, uygun bir duruma getirmek. * Yaratmak, oluşturmak, meydana getirmek. * Uydurmak. * Cinsel ilişkide bulunmak. |
düztaban | * Tabiî ayak kemerinin kaybolması ile oluşan yapısal bozukluk. * Tabanıkemerli olmayan. * Dar tabanlı bir tür rende. * Uğursuz. |
düztabanlık | * Düztaban olma durumu. |
düzülme | * Düzülmek işi veya durumu. |
düzülmek | * Düzmek işine konu olmak veya düzmek işi yapılmak. |
düzüm düzüm | * Dizim dizim. |
Dy | * Disprosyum’un kısaltması. |
Kategori: D
D Harfi Başlayan Türkçe Kelimeler ve Anlamları
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 89
-
Türkçe Sözlük D Sayfa 88
düzeltilme * Düzeltilmek işi. düzeltilmek * Düzeltmek işine konu olmak veya düzeltmek işi yapılmak. düzeltim * Düzeltme işi. düzeltme * Düzeltmek işi, tashih.
* Reform, iyileştirme, ıslahat.
* Düzelti.düzeltme işareti * Kalın olup da ince okunan ünlülerle birlikte bulunan g, k, l ünsüzlerini ve önünde ünlüleri ince okutmak
veya yabancıkelimelerde uzun okunması gereken ünlüleri belirtmek için kullanılan işaretinin adı, şapka: âdet, âlem,
âşık; kâğıt, tezgâh; ilâç, telâş; lâhana, lâmba, lâtin vb.düzeltmek * Düzgün duruma getirmek.
* Bozukluğunu gidermek, onarmak.
* Yanlıştan kurtarmak, tashih etmek.düzeltmen * Dizilmekte olan bir eserin provalarınıdüzeltme ile görevli kimse, düzeltici, musahhih. düzem * Bir birleşiğe veya bir karışıma girecek madde miktarlarının belirtilmesi, dozaj. düzeme * Düzemek işi. düzemek * Herhangi bir karışımı istenilen orana göre hazırlamak, karışımın dozunu belirlemek. düzen * Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuşolan durum, uyum, nizam, sistem.
* Soyut ve somut nesnelerin bir sıraya, bir hedefe, bir amaca göre sıralanması.
* Yerleştirme, tertip.
* Bir devletin belli başlı ilkeleri bakımından yönetimde tuttuğu yol, yönetim biçimi, rejim.
* Toplumsal bir yapı içinde ögelerin bütüne, bütünün ögelere ve ögelerin biribirlerine göre ilişkileri.
* Alet edevat takımı.
* Bez dokuma tezgâhı.
* Müzik aletlerinde ses ayarı, akort.
* Dolap, hile.düzen açıklaması * Bir tiyatro eserinin metninde dekor, giysi vb. ile oyuncuların görünüşleri, davranışlarıüzerine yapılan
açıklama.düzen bağı * Disiplin, düzence. düzen kurmak * işler duruma getirmek.
* düzenlemek.
* hileye başvurmak.düzen teker * Makinelerde, hareketin hızınıdüzgün tutmaya, çalışmayı düzenlemeye yarayan büyük çaplıçark, volan. düzen vermek (düzene koymak veya düzene sokmak) * düzenlemek, dağınıklıktan kurtarmak.
* akort etmek.düzenbaz * Düzenci, hileci. düzenbazlık * Düzenbaz olma durumu. düzence * Sıkıdüzen, disiplin. düzenci * Düzen, hile yapan, hileci, oyunbaz, düzenbaz, dessas. düzencilik * Düzenci olma durumu. düzenek * Mekanizma. düzenleme * Düzenlemek işi.
* Belirli sesler, çalgılar veya topluluklar için yazılmış bir eserin, başka sesler, çalgılar veya topluluklar
tarafından söylenip çalınabilmesi için o eserde yapılan değişiklik, aranjman.düzenlemeci * Düzenleme yapan kimse. düzenlemek * Düzenli, düzgün duruma getirmek, düzen vermek, tanzim etmek.
* Yapmak, hazırlamak.
* Düzenleme yapmak.
* Müzik aletlerini akort etmek.düzenlenme * Düzenlenmek işi. düzenlenmek * Düzenli, düzgün duruma getirilmek.
* Yapılmak, tertip edilmek.düzenleşik * Düzenleri birbirine uygun.
* Bir sınıflamada aynı düzen ve aynısırada bulunan.düzenleşim * Aynısıradaki nesne veya kavramların birbirinin yanında oluşu.
* Bir sınıflamada aynısırada bulunan iki veya daha çok kavramın bağıntısı.düzenleyici * Herhangi bir işi, kuruluşu gerçekleştirip düzenli sonuç alınmasınıüstlenen kimse, organizatör.
* Bir makinenin görevini istenilen ölçüde tutup ayarlayabilen araç, regülâtör.düzenli * Düzeni olan, yerli yerinde, kararlı, tertipli, muntazam.
* Sistemli, nizamlı.düzenli ordu * En küçük birimden en büyük birliğe kadar her türlü donanıma sahip askerî güç. düzenlik * Bkz. dirlik düzenlik. düzenlilik * Düzenli olma durumu. düzensiz * Düzeni olmayan veya düzeni bozuk, karışık, tertipsiz, intizamsız, gayrimuntazam.
* Sistemsiz.düzensizlik * Düzensiz olma durumu, tertipsizlik, intizamsızlık, nizamsızlık. düzey * Bir yüzeyin veya bir noktanın nispî yüksekliği ve o yükseklikten geçtiği var sayılan düzlem, seviye.
* Bir nesnenin veya kimsenin başka nesnelere veya kimselere göre olan değer ve yücelik derecesi, seviye.düzeyli * Belli bir düzeyi olan, seviyeli (kimse). düzeysiz * Belli bir düzeyi olmayan, seviyesiz (kimse). düzeysizlik * Belli bir düzeyi olmama durumu, seviyesizlik. düzgü * Yargılama ve değerlendirmenin kendisine göre yapıldığıölçüt, uyulması gereken kural, norm. düzgülü * Düzgüye uygun, normal. düzgün * Doğru ve pürüzsüz, muntazam.
* Eksiksiz ve yerli yerinde, kusursuz, insicamlı, rabıtalı, muntazam.
* Kurala uygun olarak, kusursuz bir biçimde.
* Kenar veya ayrıtları ile açıları birbirine eşit olan (biçim).
* Kadınların, teni pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarısıvıveya boyalıkrem,
fondöten.düzgüncü * Düzgün yapan veya satan kimse.
* Gelinin düzgününü süren ve onu süsleyen kadın.düzgünlü * Yüzüne düzgün sürmüşolan. düzgünlük * Düzgün olma durumu. düzgüsel * Kurallarla, yasalarla ilgili olan, kural, yasa koyan, normatif. düzgüsüz * Düzgüye uymayan, düzgüsü olmayan, anormal. düziko * Rakı, düz (II). düzine * Aynıcinsten olan nesnelerin on iki tanesinin bir arada olması.
* Çok. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 86
düşman düşmana gazel (veya yasin) okumaz * düşmandan ancak kötülük beklenir. düşman kesilmek * düşman olmak, düşman gibi görmek. düşman olmak * kin beslemeye başlamak. düşmanca * Düşman gibi, düşmana yakışır biçimde. düşmanlaşma * Düşmanlaşmak işi. düşmanlaşmak * Düşman durumuna girmek. düşmanlık * Düşman olma durumu.
* Düşmanca duygu veya davranış, yağılık, hasımlık, husumet.düşme * Düşmek işi. düşmek * Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarıdan aşağıya inmek.
* Durduğu, bulunduğu, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağını, dengesini yitirerek yukarıdan aşağıya
inmek.
* Yere devrilmek, yere serilmek.
* Hava taşıtlarıkaza sonucu hızla yere inerek çarpmak.
* Vücuda bol gelen giysi aşağıkaymak.
* Yağmak.
* Vurmak, değmek, rastlamak.
* Vakti gelmeden (ölü) doğmak.
* Atlanmak, aradan çıkmak, eksik kalmak.
* Çıkarmak, eksiltmek.
* Bir zorunluk sebebiyle bulunduğu yerden ayrılmak, gitmek.
* Aşırı ilgi veya sevgi göstermek.
* Uğramak, kapılmak.
* Yakışmak, uygun gelmek.
* Yakışık almak.
* Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak.
* Bulunmak.
* Biriyle yaşamak, çalışmak, birlikte olmak durumunda kalmak.
* Bir bölüşme sonunda payına ayrılmak.
* Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak.
* İş başından uzaklaşmak.
* Hızı, gücü, değeri azalmak.
* (ısıve basınç için) Eksilmek, azalmak.
* Düşkünleşmek.
* Bir yere ansızın gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek.
* Belirli zamana rastlamak.
* Fırsat çıkmak.
* Olmak, olumsuz bir duruma girmek.
* Savaşta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak.
* Bazıdeyimlerde “yürümek, birlikte gelmek” anlamlarında kullanılır.
* Bayağılaşmak.
* Alışmak, müptela olmak.düşmez kalkmaz bir Allah * insanların talihsizliklere uğraması olağandır. düşsel * Düşile ilgili, hayalî. düşsüz * Düşü olmayan. düşük * Aşağıdoğru düşmüş, aşağısarkmış.
* Az.
* Değeri azalmış.
* İktidardan düşmüşveya düşürülmüş.
* Belli dil kurallarına uymayan.
* Eski değer ve onurunu yitirmişolan.
* Yaşayabilecek duruma gelmeden doğan yavru, ceninisakıt, sakıt, sıkıt (II).düşük yapmak * çocuk düşürmek. düşüklük * Düşük olma durumu.
* Adîlik, bayağılık, seviyesizlik.
* Kurallara uymama durumu.düşün * Duyularla değil, zihnî olarak tasarlanan, biçim verilen, canlandırılan nesne veya olay, fikir, ide. düşün düşün, boktur işin * kötü bir durumda çıkar yol bulunamadığında söylenir. düşünce * Düşünme sonucu varılan, düşünmenin ürünü olan görüş, mütalâa, fikir, mülâhaza, ide.
* Dışdünyanın insan zihnine yansıması.
* Tasa, kaygı, sıkıntı.
* Niyet, tasarı.
* İlke, yönetici sav.düşünce alışverişi * Karşılıklı görüş bildirme, fikir teatisi. düşünce özgürlüğü * Düşüncenin dış baskıve yasaklarla sınırlandırılmaması, bunların etkisinden bağımsız olması. düşüncedir almak * bir konuda kaygılanarak çözüm yolu bulmaya çalışmak. düşüncel * Gerçekte olmayıp, yalnızca düşüncede, tasarım içinde var olan.
* Yalnız düşünce ile kavranabilen.düşünceli * Düşüncesi olan.
* Kaygılı, tasalı.
* Düşünerek davranan, anlayışlı.düşüncelilik * Düşünceli olma durumu. düşüncellik * Düşüncel olma niteliği.
* Nesnel gerçekliği olan varlığın karşısında, salt düşünce veya tasarım olarak varlık.düşüncesini açmak * görüşünü bildirmek. düşüncesini okumak * bir kimsenin ne düşündüğünü anlamak. düşüncesiz * Düşüncesi olmayan.
* Tasasız, kaygısız.
* Düşünmeden davranan, anlayışsız.düşüncesizlik * Düşüncesizce davranma durumu. düşüncesizlik etmek * düşüncesizce davranmak. düşünceye dalmak * derin derin düşünmek. düşünceye varmak * bir görüşe veya karara varmak, bir inanca ulaşmak. düşündaş * Bkz. düşündeş. düşündeş * Aynıdüşüncede olan, aynıdüşünceyi savunan, hemfikir. düşündürme * Düşündürmek işi veya durumu. düşündürmek * Düşünmesine sebep olmak, düşünmesine yol açmak.
* Tasalandırmak, kaygılandırmak.
* Akla getirmek, hatırlatmak, önceden kestirmek.düşündürmelik * Düşündürmeye yol açan şey. düşündürtme * Düşündürtmek işi veya durumu. düşündürtmek * Düşündürmesine sebep olmak. düşündürücü * Düşünmeye sebep olan, düşünmeye yol açan.
* Tasalandıran, kaygılandıran.düşünme * Düşünmek durumu, tefekkür.
* Duyum ve izlenimlerden, tasarımlardan ayrı olarak, aklın bağımsız ve kendine özgü durumu;
karşılaştırmalar yapma, ayırma, birleştirme, bağlantılarıve biçimleri kavrama yetisi.düşünme yasaları * Doğru olması gereken bir düşünmenin belli şartlar altında nasıl gerçekleştiğini gösteren kurallar. düşünmek * Bir sonuca varmak amacıyla bilgileri incelemek, karşılaştırmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak, düşünce
üretmek, zihnî yetiler oluşturmak, muhakeme etmek.
* Aklından geçirmek, göz önüne getirmek.
* Zihniyle arayıp bulmak.
* Bir şeye karşı ilgili ve titiz davranmak.
* Akıl etmek, ne olabileceğini önceden kestirmek.
* Tasarlamak.
* Tasalanmak, kaygılanmak.
* Farz etmek.düşünsel * Düşünce ile ilgili, düşünce sonucu ortaya çıkan, düşünceye dayanan, fikrî. düşüntülü * Kurgusal, spekülâtif. düşünücü * Düşünür. düşünücülük * Düşünücünün işi veya mesleği. düşünülme * Düşünülmek işi. düşünülmek * Düşünmek işine konu olmak veya düşünmek durumunda bulunulmak. düşünüm * Düşün, fikir, ide. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 87
düşünüp taşınmak * konuyu bütün yönleriyle inceleyip ona göre davranmak, iyice düşünmek. düşünür * Genel sorunlar üzerine yeni ve kendine özgü düşünceleri olan kimse, mütefekkir. düşünürlük * Düşünür olma durumu. düşünüş * Düşünmek işi veya biçimi, mütalâa.
* İnsanın, özellikle davranışlarına yön veren ahlâk tutumu ve düşünme biçimi.düşüp kalkmak * (erkek kadınla veya kadın erkekle) yasa ve töre dışıyakın ilişki kurmak.
* biriyle çok yakın arkadaşlık etmek.düşürme * Düşürmek işi. düşürmek * Düşmesine yol açmak, düşmesine sebep olmak.
* Değerini, fiyatını indirmek.
* Azaltmak.
* (taş, solucan için) Vücuttan atmak.
* İskat etmek.
* Uğratmak.
* Değerli bir şeyi ucuz veya kolay ele geçirmek.
* Zayıf bırakmak, gücünü azaltmak.düşürtme * Düşürtmek işi veya durumu. düşürtmek * Düşürmesini sağlamak. düşürülme * Düşürülmek işi veya durumu. düşürülmek * Düşürmek işine konu olmak veya düşürmek işi yapılmak. düşürüm * Düşürmek işi veya durumu. düşürüş * Düşürmek işi veya biçimi. düşüş * Düşmek işi veya biçimi. düşüt * Düşük. düttürü * Kılığıciddî olmayan, tuhaf ve hafif giyimli.
* Dar ve kısa giysi.düttürü Leylâ * tuhaf, dar ve kısa giyinmişkadın. düve * Boğaya gelmemiş, 1-2 yaşında dişi sığır. düvel * Devletler. düven * Harmanda ekinlerin sapıve tanelerini ayırmak için kullanılan, önüne koşulan hayvanlarla çekilen, alt
yüzünde keskin çakmak taşlarıdikine çakılı bulunan, kızak biçiminde araç, döven.düven dişi * Düvenin altına dikine çakılan keskin taş. düven sürmek (veya dövmek) * düvenle ekinlerin tanelerini başaklarından çıkarmak. düvenci * Harman zamanıdüven sürmek için tutulan çocuk.
* Düven yapan veya satan kişi.düver * Yapılarda kullanılan kalın ağaç, direk, mertek. düvesime * Düvesimek işi veya durumu. düvesimek * Boğa dişi istemek. düyek * Türk müziğinde bir usul. düyun * Borçlar. düz * Yatay durumda olan, eğik ve dik olmayan.
* Kıvrımlı olmayan, doğru.
* Yüzeyinde girinti çıkıntı olmayan, müstevî.
* Kısa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı).
* Yayvan, altıderin olmayan.
* Kıvırcık veya dalgalı olmayan (saç).
* Yalın, sade, süssüz.
* Çizgisiz, desensiz ve tek renkli.
* Engebesiz olan yer, düzlük, ova.düz * İçinde anason, sakız gibi kokulu maddeler olmayan üzüm rakısı, düziko. -düz * İsimden zaman zarfıtüreten ek. düz baskı * Kalıp izlerini önce kauçuğa, kauçuktan da kâğıda geçirmeye yarayan çift kopyalı baskıyöntemi, ofset. düz duvara tırmanmak * çok yaramaz çocuklar için kullanılır. düz kanatlılar * Uzunluğuna katlanan alt kanatları, az çok sert olan üsttekiler tarafından örtülen, dört kanatlı böcekler
takımı.düz rakı * Sakız katılan ve mastika denilen sakız rakısından ayırt edilmek için üzüm rakısına verilen ad, düziko. düz tümleç * Yalın durumda bulunan tümleç. düz ünlü * Dudakların gerilip düzleşmesiyle oluşan ünlü: a, e, ı,i. düz yazı * Şiir olmayan yazı, nesir, mensur. düzayak * İçinde merdiven veya inilip çıkılacak bölüm bulunmayan (ev, yol).
* Basit, yavan, kuru, sathî.
* Bir halk oyunu türü.düzce * Oldukça düz. düze * Bkz. doz. düze inmek * eşkıyalıktan vazgeçmek. düzeç * Bir yüzeyin eğiklik derecesini anlamaya yarayan araç, tesviye aleti.
* Bkz. kabarcıklıdüzeç.düzeçleme * Aynıdüzeye getirme, yüzey ayrımlarınıölçme, tesviye.
* Bir yerin değişik noktalardaki yükseltisini, belli bir yatay düzleme göre (deniz yüzeyi) belirlemek için
yapılan işlemlerin bütünü.düzelme * Düzelmek durumu. düzelmek * Düz duruma gelmek, düzleşmek.
* Kötü, bozulmuş bir durumda iken düzenli duruma gelmek.
* (hava için) Soğuk ve yağışazalmak.
* (hasta için) İyi olmak.düzelti * Düzeltmek işi, tashih.
* Basılmakta olan bir eserin provalarıüzerinde özel düzeltme işaretleriyle yanlışları gösterme.düzeltici * Düzeltme işini yapan.
* Düzeltmen, musahhih.düzeltici jimnastik * Yaşama ve çalışma şartlarının etkisiyle oluşan vücut bozukluk ve aksaklıklarınıönlemek veya gidermek için
uygulanan özel beden eğitimi türü.düzelticilik * Düzeltici olma durumu, düzelticinin görevi, musahhihlik. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 85
dürü * Bel denilen tarım aracı. dürülme * Dürülmek işi. dürülmek * Dürmek işine konu olmak veya dürmek işi yapılmak, kıvrılmak.
* Bükülmek.
* Toplanmak, sarılmak, katlanmak.dürülü * Dürülmüş, kıvrılmış. dürülüş * Dürülmek işi veya biçimi. dürüm * Dürme, silindir biçiminde kıvırma.
* Yufka ekmeğinin, içine türlü katıklar konulan sarılmış biçimi.dürüm dürüm * Kıvırarak, silindir biçiminde sararak.
* Sövgü sözü olarak kullanılan dürzü sözcüğünün anlamınıpekiştirir.dürümleme * Dürümlemek işi. dürümlemek * Dürüm biçiminde sarmak, kıvırmak. dürüst * Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru, onurlu.
* Doğru, yanlışsız.dürüst oyun * Kurallara ve karşılıklıhoşgörüye bağlıkalarak oynanan oyun, fair-play. dürüstlük * Doğruluk. dürüşt * Sert, gücendirici, kırıcı. Dürzî * Suriye’nin Havran bölgesinde yaşayan ve kendilerine özgü mezhepleri olan bir Müslüman topluluğu. dürzü * Ağır bir hakaret ve küfür sözü olarak kullanılır. düse * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de üç benekli olan yanlarının üste gelmesi. düstur * Genel kural, kaide.
* Yasaları içine alan kitap.düş * Uyurken zihinde beliren olayların, düşüncelerin bütünü, rüya.
* Gerçek olmayan şey, imge, hayal.
* Gerçekleşmesi istenen şey, umut.düşgörmek * rüya görmek. düşgücü * Bir şeyi zihinde canlandırma, yaratma, düşünme yeteneği, hayal gücü.
* Muhayyile.düşkırıklığı * Çok istenilen veya umulan bir şey gerçekleşmediğinde duyulan üzüntü, hayal kırıklığı. düşkurmak * bir şeyi zihinde düşünüp canlandırmak, hayal kurmak. düşçü * Sürekli hayal kuran, hayalperest. düşçülük * Düşçü olma durumu.
* Bilincin zayıflamasıyla ortaya çıkan bir ruh bozukluğu durumu.düşe kalka * Güçlükle.
* Biriyle yakın ilişki kurarak.düşes * Dükün karısı. düşeslik * Düşes olma durumu. düşeş * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de altı benekli olan yanlarının üste gelmesi.
* Umulmayan iyi bir rastlama.düşeşatmak * umulmadık bir başarıkazanmak. düşey * Yer çekimi doğrultusunda olan, şakulî. düşey çember * Bir yerin düşeyini sınırlayan çember (veya düzlem). düşey düzlem * İzdüşüm düzlemi. düşeyazma * Düşeyazmak işi. düşeyazmak * Düşecek gibi olmak. düşeylik * Düşey olma durumu veya düşey durumda bulunan bir cismin özelliği. düşkü * Görev ve meslek çalışmasıdışında severek yapılan, dinlendirici, oyalayıcıuğraş, hobi. düşkün * Bir şeye kendini aşırıvermişolan çok bağlı, meraklı, müptelâ.
* Eski değer ve onurunu yitirmiş.
* Büyük geçim sıkıntısına düşmüş.
* Yoksulluk sebebiyle mutluluk ve refahınıyitirmiş.
* Yaşlılık, hastalık gibi sebeplerle çalışma gücünü yitirmiş.düşkün olmak * çok önem, değer vermek. düşkünler evi * Çalışma gücünden yoksun, kazancı olmayan yoksul kimselerin barındırıldığıtoplumsal bir yardım kuruluşu,
darülâceze.düşkünler yurdu * Bkz. düşkünler evi. düşkünleşme * Düşkünleşmek durumu. düşkünleşmek * Düşkün duruma gelmek. düşkünlük * Düşkün olma durumu, iptilâ.
* Çoğu kez yapıya bağlısürekli ve aşırı güçsüzlük.
* Rezillik, insana yakışmayan hayat.
* (paraca) Sıkıntıda olma, gözden düşme.düşkünü * tutkun, çok önem, değer veren. düşleme * Düşlemek işi. düşlemek * Bir şeyi, bir kimseyi, bir durumu istenilen biçimde tasarlamak, zihinde canlandırmak. düşman * Birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar vermeye çalışan (kimse), yağı, hasım.
* Birbirleriyle savaşan devletler ve bu devletlerin asker, sivil bütün uyrukları.
* Aralarında birbirleriyle çatışmaya varacak ölçüde anlaşmazlık olan tarafların her biri.
* Bir şeyin yaşamasına, barınmasına engel olan (güç, tutum vb.).
* Bir şeyi büyük ölçüde kullanıp tüketen.
* Bazışeylerden nefret eden, tiksinen kimse.düşman ağzı * Düşmanın uydurduğu söz, bir durumu kötü gösteren söz. düşman başına * kötü bir durumun ağırlığını göstermek için kullanılır. düşman çatlatmak * iyi durum ve başarılarla düşmanıkıskandırmak veya kızdırmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 83
dümensiz * Dümeni olmayan. dümtek * Klâsik Türk müziğinde tempo. dümtek tutmak * tempo tutmak. dün * Bugünden bir önceki gün.
* Geçmiş.
* Bugünden bir önceki günde.
* Kısa bir süre önce.dün bir, bugün iki * (işe başladığından beri) çok az zaman geçtiği hâlde. dün cin olmuş, bugün adam çarpıyor * işinde ustalaşmadan hile yollarına başvuruyor. dünden * Bugünden bir önceki günden.
* Çoktan, seve seve.dünden bugüne * çabucak, az zamanda. dünden hazır (veya razı) * kendisine yapılan bir öneriyi seve seve ve hemen kabul eden. dünden ölmüş * çalışma hevesi kalmamış. dünit * Temel maddesi olivin olan iri taneli kayaç. dünkü * Bugünden bir önceki günle ilgili.
* Yakın geçmişteki.
* Acemi, yeni, toy.dünkü çocuk * Deneyimi az, toy, acemi. dünür * Karıkocanın baba ve analarının her biri. dünür düşmek * bir kızıevlenmek üzere başkası için istemek. dünür gezmek * evlenecek erkek için kız aramaya çıkmak. dünür gitmek * evlenecek kimse için kız istemeye gitmek. dünürcü * Kız görmeye giden kimse, görücü. dünürcülük * Dünürcünün işi. dünürleşme * Dünürleşmek işi veya durumu. dünürleşmek * Kız alıp verme yolu ile hısım olmak. dünürlük * Dünür olma durumu.
* Evlenme sonucu oluşan yakınlık, akrabalık, sıhriyet.dünya * Üstünde yaşadığımız gök cismi.
* Dış, çevre, ortam.
* İnançları bir olan ülke veya insanlar topluluğu.
* Duygu, düşünce ve hayal âlemi.
* El gün, herkes.
* Meslek veya iş birliği içinde bulunma, camia.dünya ahret kardeşim olsun * bir kişiye kardeşlik duygusundan başka bir gözle bakılmadığınıanlatır. dünya âlem * Herkes, bütün insanlar. dünya başına dar olmak (veya gelmek) * çok sıkılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak. dünya başına yıkılmak * çok sıkılmak, umutlarınıyitirmek. dünya bir araya gelse * dünyadaki bütün insanlar engel olmaya kalksa bile. dünya durdukça * sonsuzluğa dek, ebediyen. dünya durdukça durasın! * çok yaşa, Tanrısana sonsuz bir ömür versin!. dünya evi * Evlilik. dünya evine girmek * evlenmek. dünya görmüş * çok gezmiş, çok yer görmüş. dünya görüşlü * Evrenin ve hayatın anlamını, amacını, değerini insan varlığınıve davranışlarını bütünüyle kavramaya
çalışan genel düşünce, evrene toplu bir bakış.dünya görüşü * İçinde yaşanılan çağıtanıma, anlama yetisi. dünya gözü ile görmek * ölmeden önce, sağlığında. dünya gözüne zindan olmak (görünmek veya kesilmek) * büyük bir karamsarlık ve umutsuzluk içinde olmak. dünya güzeli * Çok güzel (kadın veya erkek). dünya kadar * pek çok. dünya kelâmı * Tanrısözlerinden başka söz. dünya kelâmıetmek * konuşmak. dünya malı * Varlık, servet.
* İnsanın hoşuna gidecek, huzur verecek durum ve şartların bütünü.dünya nimeti * İnsanların dünyada yiyeceği, içeceği, kullanacağı imkânların tümü. dünya penceresi * Göz. dünya varmış * sıkıntılı bir durumdan kurtulan kimsenin söylediği söz. dünya yıkılsa umurunda değil * hiçbir şeyle ilgilenmez, sorumsuz, kaygısız. dünya yüzü görmemek * kapalı bir yerde sürekli kalmak. dünyada * (olumsuz fillerle) Hiçbir zaman, hiçbir biçimde. dünyadan elini eteğini çekmek * bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaşayışına karışmamak, dünya işleriyle ilgilenmez
olmak.dünyadan geçmek (veya el çekmek) * bir kenara çekilip toplum yaşamına karışmamak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 84
dünyadan haberi olmamak * çevresinde olup bitenleri bilmemek. dünyalar (biri) -in oldu * çok sevindi. dünyalı * Dünyaya ait olan. dünyalığıdoğrultmak * yaşamısüresince yetecek parayıkazanmak. dünyalık * Mal, mülk, servet, para. dünyanın (birşey) -i * pek çok…, hesapsız. dünyanın dört bucağı * dünyanın her yanı, her yönü. dünyanın kaç bucak (veya köşe) olduğunu göstermek (anlamak) * dünyada ne gibi güçlükler olduğunu bildirmek (veya anlamak), insanın başına neler gelebileceğini öğretmek
veya öğrenmek.dünyanın öbür (veya bir) ucu * çok uzak yerler için söylenir. dünyanın tadınıçıkarmak * bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaşamak. dünyanın ucu uzundur * yaşadıkça insanın türlü durumlarla, çeşitli olaylarla karşılaşabileceğini anlatır. dünyanın yedi harikası * Eski ulusların olağanüstü olarak niteledikleri yapılar (Mısır piramitleri, Semiramis’in asma bahçeleri,
Zeus’un heykeli, Artemis tapınağı, Mausolos’un anıtkabri, İskenderiye feneri, Rodos heykeli).dünyasından geçmek * her şeye karşı ilgisiz duruma gelmek. dünyaya gelmek * (insan için) doğmak. dünyaya getirmek * doğurmak. dünyaya gözlerini kapamak (veya yummak) * (insan) ölmek. dünyaya kazık çakmak (veya kakmak) * çok uzun ömürlü olmak, çok yaşamak. dünyayıanlamak * dünyada neler olduğunu öğrenmek, deneyimi artmak. dünyayı gözü görmemek * üzüntü, öfke, karamsarlık ve çok mutlu olma gibi durumlarda başka bir şey düşünememek, ölçülü
davranamamak, yoğun olarak bir işile uğraşma.dünyayıharam etmek * bir yeri yaşanılmaz duruma getirmek. dünyayıtoz pembe görmek * üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak. dünyayıtutmak * çok yayılmak, her yere dağılmak. dünyayızindan (zehir) etmek (veya dünyayı başına dar etmek) * bir kimseyi çok sıkıntılı bir duruma sokmak. dünyevî * Dünya ile ilgili, dünya işlerine ilişkin, uhrevî karşıtı. düo * Bkz. duo. düpedüz * Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak.
* Başka bir amaç gütmeden, açıktan açığa, açıkçası, gerçekten.
* Yalın, basit, süssüz, sade.-dür * Bkz. -dır / -dir vb. -dür- * Bkz. -dır- /-dir- vb. dürbün * Uzaktaki cisimlerin görüntülerini büyütmeye veya yaklaştırmaya yarayan, objektif ve oküler adlı iki
mercekten oluşan optik alet.
* Gözetleme deliği.dürbünlü * Dürbünü olan. dürbünün tersiyle bakmak * o şeyi küçümsemek, olduğundan çok daha az önemli görmek. dürme * Dürmek işi.
* Lâhana.
* İçine peynir, kıyma gibi şeyler konularak yenilen pişmişyufka; bir tür gözleme.dürmece * Bağlarda, tomurcuk, yaprak ve salkım yiyerek yaşayan, sarımsı gece kelebeği (Sparganothis pilleriana). dürmek * Bir şeyi kıvırıp silindir biçiminde kendi üzerine sarmak.
* Bir şeyi üst üste katlamak.-dürt- * Bkz. -dırt- / -dirt- vb. dürtme * Dürtmek işi. dürtmek * Ucu sivri bir şeyle hafifçe itmek.
* İstenilen şeyi yaptırmak için birine kışkırtıcısöz söylemek, tahrik etmek.
* Uyarmak, ikaz etmek.
* Değmek, dokunmak.dürtü * Fizyolojik veya ruhî dengenin değişmesi sonucu ortaya çıkan ve canlıyıtürlü tepkilere sürükleyebilen içten
gelen gerilim, muharrik.dürtükleme * Dürtüklemek, işi. dürtüklemek * Üst üste birkaç kez dürtmek.
* Birini uyarmak veya kışkırtmak.dürtülme * Dürtülmek işi. dürtülmek * Dürtmek işine konu olmak veya dürtmek işi yapılmak. dürtüş * Dürtmek işi veya biçimi. dürtüşleme * Dürtüşlemek işi. dürtüşlemek * Birkaç kez dürtmek. dürtüşme * Dürtüşmek işi. dürtüşmek * Birbirini dürtmek. dürtüştürme * Dürtüştürmek işi. dürtüştürmek * Kısa aralıklarla sık sık dürtmek. dürü * Dürülmüşşey.
* Armağan, hediye.
* Çeyiz.
* Düğüne çağrılanlara düğün sahibince verilen armağan. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 81
duyurum * Duyurma işi. duyusal * Duyu ile ilgili. duyuş * Duymak işi veya biçimi.
* Seziş.duyuüstü * Duyularla verilmeyen.
* Algılama yoluyla değil, düşünme ile kavranan.-dü * Bkz. -dı/ -di vb. düalist * İkici, ikicilik yanlısı.
* İkiciliğe ilişkin.düalizm * İkicilik. Dübbüasgar * Küçük Ayı. Dübbüekber * Büyük Ayı. dübel * Duvarlarda çivinin daha sağlam yerleşmesi için açılan deliğe önceden çakılan plâstik yuva.
* 4-20 mm çaplarında, uçlarıyarık ve tırtıllı, baştarafıuca doğru daralan delikli, orta sert veya sert plâstikten
yapılmışözel kavelâ.dübeş * Oyunda, atılan zarlardan ikisinin de beş benekli yüzünün üste gelmesi. düden * Kireçli bölgelerde kirecin erimesi veya yer altındaki karstlı bir çukur tavanın çökmesiyle oluşan doğal kuyu. düdük * İçinden hava veya buhar geçirilince keskin ses çıkaran ve işaret vermek için kullanılan araç.
* Akılsız, boşkafalı.
* Taşıtlarda karşıtarafıuyaran korna.düdük gibi * (giysi için) çok dar, daracık. düdük gibi kalmak * yapayalnız kalmak.
* zayıflamak.düdük makarnası * İçi delik makarna.
* Aptal, anlayışsız.düdükçü * Düdük yapan veya satan kimse. düdükleme * Düdüklemek işi veya durumu. düdüklemek * Cinsel ilişkide bulunmak.
* Aldatmak, kandırmak.
* Değersiz bir şeyi çok değerliymişgibi birine satmak.düdüklü * Düdüğü olan.
* Düdüklü tencere.düdüklü tencere * Buhar basıncından yararlanarak yemeği çabuk ve sağlıklı olarak pişiren bir tür tencere. düello * İki kişi arasında, tanıklar önünde yapılan silâhlıvuruşma.
* İki siyasî, ekonomik güç arasındaki çatışma.
* Bkz. söz düellosu.düellocu * Düello yapan kimse. düet * Bkz. duo. dügâh * Türk müziğinde bir birleşik makam. düğme * Giyecek, yorgan vb.nin bazıyerlerine ilikleyici veya süs olarak dikilen kemik, metal, sedef gibi sert
maddelerden yapılmışküçük tutturmalık.
* Çevrilmek veya üzerine basılmak yoluyla bir elektrik akımınıaçan, kapayan herhangi bir makineyi işleten
veya durduran parça, komütatör.
* Üst deri altındaki kıkırdak ve yağdan oluşmuşdüğme biçimindeki çıkıntı.düğmeci * Düğme, fermuar, boncuk gibi şeyler yapan veya satan kimse. düğmecilik * Düğme yapma veya satma işi. düğmek * Düğüm yapmak. düğmeleme * Düğmelemek işi. düğmelemek * Bir şeyin düğmesini iliğine geçirmek, iliklemek. düğmelenme * Düğmelenmek durumu. düğmelenmek * Düğmelenmek işine konu olmak veya düğmelemek işi yapılmak, iliklenmek. düğmeli * Düğmesi olan.
* Düğme ile tutturulan.düğmesiz * Düğmesi olmayan.
* Düğme ile tutturulamayan.düğü * Elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur.
* Pirinç.düğüm * İplik, ip, halat gibi bükülebilir şeyleri kıvırıp kendi üzerine veya birbirine dolayarak yapılan boğum.
* Anlaşılamayan, çözülemeyen karışık durum.
* Gelen ve yansımışdalgaların girişimiyle oluşan kararlıdalgalarda titreşim genliğinin sıfır olduğu
noktalardan her biri.
* Edebî eserlerde çapraşık olguların çözülmeden önce toplandığıen büyük merak unsuru.düğüm atmak * düğümlemek. düğüm düğüm * Üzerinde düğümler olan. düğüm noktası * Bir şeyin sonuçlanması için çözülmesi, açıklığa kavuşturulması gereken güç yanı. düğüm üstüne düğüm vurmak (atmak) * parasınıpintilik ederek saklamak. düğüm vurmak * düğümlemek.
* parasınıpintilik ederek saklamak, biriktirmek.düğümleme * Düğümlemek işi. düğümlemek * Düğüm yapmak.
* Düğüm yaparak bağlamak.düğümlenme * Düğümlenmek durumu. düğümlenmek * Düğümle bağlanmak.
* Sıkışmak.
* Bütün sorunlar bir yerde toplanıp birleşmek.düğümlü * Düğümlenmişolan.
* Budaklı.
* Sorunlu, karışık.düğümsüz * Düğümü olmayan. düğümünü çözmek * anlaşılmaz bir şeyi anlaşılır duruma getirmek. düğün * Evlenme dolayısıyla yapılan tören, eğlence.
* Sünnet düğünü. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 82
düğün alayı * Düğüne katılanların çalgıeşliğinde ve toplu hâlde yürümesiyle oluşan topluluk. düğün bayram etmek * çok sevinmek, çok sevinç duymak. düğün çiçeği * Düğün çiçeğigillerin örnek bitkisi (Ranunculus). düğün çiçeğigiller * İki çeneklilerden, bazıtürleri süs bitkisi olarak kullanılan bir familya. düğün çorbası * Et, un, yoğurt katılarak özellikle düğünlerde yapılan ve üzerine kızgın yağdökülen çorba çeşidi. düğün değil, bayram değil, eniştem beni neyi öptü * gösterilen yakınlığın, iltifatın gizli bir sebebi olacak. düğün dernek * Evlenme dolayısıyla yapılan kutlama töreni ve eğlence. düğün dernek, hep bir örnek * olayların veya yapılan işlerin hep birbirine benzediğini anlatır. düğün evi * İçinde düğün yapılan yer. düğün evi gibi * sevinçli ve telâşlı bir kalabalık bulunan (yer). düğün hamamı * Düğünden bir gün önce gelin ve yakınlarının yiyecek, müzik, oyun ve gösterilerle hoşvakit geçirerek
yıkanıp temizlenme.düğün pilâvı * Düğünlerde özel olarak pişirilen pilâv. düğün pilâvıyla dost ağırlamak * başkasının kesesinden veya elinden ikramda bulunmak. düğün salonu * Kiralanarak içinde eğlence ve toplantıyapılan salon. düğün yahnisi * Hafifçe kavrulan bol soğan içinde kemikli kuzu etinin ağır ateşte pişirilmesiyle hazırlanan, az sulu yemek
türü.düğüncü * Düğün sahibi, toycu.
* Düğün çağrıcısı.
* Düğüne katılanlar.düğüncübaşı * Düğünü yöneten kimse. düğünsüz * Düğün olmadan, düğün yapmadan, düğünü olmayan. düğününde kalburla (elekle) su taşımak * bir yardımına karşılık olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardımda bulunma sözü olarak kullanılır. düğürcük * İnce bulgur. dük * Bazıdevletlerde prensten sonra gelen en yüksek soyluluk unvanı. -dük * Bkz. -dık / -dik vb. dükkân * Perakende satışyapan esnafın, küçük zanaat sahiplerinin satışyaptıklarıveya çalıştıklarıyer.
* Görevli olarak çalışılan yer, işyeri.
* Kumarhane.dükkâncı * Dükkân işleten kimse. düklük * Dük olma durumu.
* Bir dükün yönetimindeki ülke.düldül * Hz. Ali’ye Peygamber tarafından armağan edilen katırın adı.
* Kötü at.
* Eski otomobil veya modası geçmiş araç.
* Mekanik olarak çalışan oyuncak çocuk arabası.dülger * Yapıların kaba ağaç işlerini yapan kimse. dülger balığı * Kemikli balıklar takımından, başı büyük, ağzı geniş, vücudu yassıve söbe, üstü dikenli pullarla kaplı bir
balık (Zeus faber).dülgerlik * Dülgerin zanaatı. dümbelek * Ağzına deri gerilmiş, çanak biçiminde, darbukaya benzer bir çeşit çalgı.
* Anlayışsız, sersem.dümbelekçi * Dümbelek çalan veya dümbelek satan kimse. dümdar * Artçı. dümdüz * Çok düz.
* Kendi hâlinde, uysal (kimse), basit.
* Bilgisi, görgüsü çok dar bir sınır içinde kalan (kimse).dümen * Hava ve deniz taşıtlarında, taşıta istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan
hareketli parça.
* Dalavere, hile.
* Yönetim, idare.dümen bedeni * Dümen boğazını oluşturmak için boydan boya konulan tek parça. dümen boğazı * Dümenin dümen yelpazesinden yukarıkalan bölümü. dümen çevirmek * hileye, düzene başvurmak. dümen evi * Dümen boğazının geçmesi için kıç bodoslamasının üst ucuna ve teknenin kümbet olan bölümüne açılmış
oval delik.dümen kırmak * yön değiştirmek. dümen kullanmak * bir işi kurnazca yönetmek. dümen neferi * En geride olan, sonuncu, en tembel. dümen suyu * Gemi giderken arkasında bıraktığıköpüklü iz. dümen suyundan gitmek * birine bağımlı olmak, her şeyde ona uyarak davranmak. dümen tutmak * teknenin gideceği yolu gözleyerek dümeni yönetmek. dümen yapmak * dalavere, hile ile birini kandırmak, aldatmaya çalışmak. dümenci * Gemilerde dümeni kullanan kimse.
* En geride olan, sonuncu, en tembel.
* Dalavereci, hileci, düzenbaz.dümencilik * Dümencinin işi.
* En geride olma durumu, sonuncu olma durumu.
* Dalaverecilik, düzenbazlık, hilecilik.dümeni eğri * Yan yan yürüyen. dümeni kırmak * çekip gitmek, kaçmak, uzaklaşmak. dümenine bakmak * şartlar ne olursa olsun çıkarını gözetmek. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 78
duruk * Hareketi olmayan, belirli bir süre değişmeyen, statik, dinamik karşıtı.
* Kuvvetlerin dengelenmesiyle ilgili.
* Hareket etmeyen nesnelerin üzerindeki kuvvet dengeleri ile uğraşan bilim dalı, statik.
* Dalgalıakımlıelektrik motor veya üreteçlerinde hareketsiz bölüm, stator.-duruk * İsimden isim türeten ek: boyun-duruk, burun-duruk, oğul-duruk vb. durukluk * Duruk olma durumu. duruksun * Karar veremeyen, mütereddit. durulama * Durulamak işi. durulamak * Yıkanmışşeyleri duru sudan geçirmek. durulanma * Durulanmak işi. durulanmak * (yıkanmışşeyler) Duru sudan geçirilmek.
* (insan) Yıkandıktan sonra bir daha temiz su dökünmek.durulaşma * Durulaşmak durumu. durulaşmak * Duru bir duruma gelmek. durulma * Durulmak (I, II) durumu. durulmak * Duru duruma gelmek.
* (gürültü, kımıldanış, karışıklık, yağış, yel için) Dinmek, sükûn bulmak.
* Uslanmak, sakinleşmek.durulmak * Durmak işi yapılmak, kalınmak. durultma * Durultmak işi. durultmak * Duru duruma getirmek. duruluk * Duru olma durumu.
* (dil, uslûp için) Karışık olmama durumu.durum * Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen şartların hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon.
* Duruş biçimi, konum.
* Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri.
* İsim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle ilişkilerini belirleyen biçim, hâl.durum almak * belli bir duruş biçimine geçmek.
* bir olay karşısında belli bir tavır almak.durum eki * İsmin bir isimle veya fiille ilgisini kuran ek. durum ortacı * Bkz. sıfat-fiil. durum ulacı * Bkz. zarf-fiil. durum vaziyeti * Görünüş. durumca * Duruma göre, durum bakımından. durumu bozulmak * maddî durumu kötüleşmek. durumu düzelmek * maddî durumu iyileşmek. durumuna düşmek * şartlarıkötüleşmek. durumunda olmak (veya bulunmak) * zorunluğunda olmak. durup dinlenmeden * arasıkesilmeksizin, arka arkaya, sürekli olarak. durup durup * Durarak.
* Ara sıra, zaman zaman, bekleyerek.durup dururken * gereği veya sebebi yokken.
* birdenbire, ansızın.duruş * Durmak işi veya biçimi. duruşma * Davacı ile davalının yargıç karşısında hazır bulunduklarıyargılama evresi. duş * Temizlik veya tedavi amacıyla yüksekten püskürtmek yoluyla su dökünme.
* Bu biçimde su dökünmeye yarayan alet.duşkabini * Duşveya banyo küvetinin etrafına takılan, suyun dışarıya sıçramasınıönleyen, buharın içeride kalmasını
sağlayan, alüminyum veya plâstikten yapılmışçerçevelerine cam, mika ve benzeri plâstik malzeme geçirilmiş, ön
panelleri bir ray üzerinde hareket edebilen bir tür banyo.duşteknesi * Duşyapmak amacıyla banyonun bir köşesine yerleştirilmişderinliği fazla olmayan tekne. duşak * Hayvanın iki ayağını iple bağlayarak yapılan köstek. duşaklama * Duşaklamak işi. duşaklamak * Hayvanın iki ayağınıduşakla bağlamak, kösteklemek. dut * Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ılıman bölgelerinde yetişen, yapraklarıyla ipek böceği beslenen
ağaç (Morus).
* Bu ağacın, ak, kara, pembe renkte ekşi veya tatlı, sulu meyvesi.dut gibi olmak * çok sarhoşolmak.
* utanmak, mahcup olmak.dut kurusu * Dutun kurutulması ile elde edilen kuru yemiş. dut pekmezi * Dut ezilmesi ve şırasının kaynatılmasısonunda elde edilen bir pekmez türü. dut yemiş bülbüle dönmek * neşe ve konuşkanlığınıyitirmek, susmak. dutçuluk * Dut ağacıyetiştirme. dutgiller * Dut, incir ve benzeri cinsleri içine alan iki çeneklilerden bir bitki familyası. dutluk * Dut ağaçlarının çok olduğu yer, dut bahçesi. duvağına doymamak * yeni gelinken ölmek veya kocasından ayrılmak. duvak * Gelinin başını, bazen de yüzünü kapayan dantel veya tülden örtü.
* Küp, tandır, baca gibi şeylerin taşveya topraktan yapılmışkapağı.
* Bazı bebeklerin doğduğu zaman başlarını çevreleyen zar.duvak düşkünü * Yeni gelinken dul kalan. duvakçı * Duvak yapan veya satan kimse. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 79
duvakçılık * Duvak yapma veya satma işi. duvaklama * Duvaklamak işi. duvaklamak * Başınıve yüzünü duvakla örtmek. duvaklanma * Duvak örtünme. duvaklanmak * Duvak örtünmek.
* Gelin olmak.duvaklı * Başıve yüzü duvakla örtülü.
* Doğduğunda, başında zar olan (bebek), perdeli.duvaksız * Duvağı olmayan. duvar * Bir yapının yanlarınıdışa karşıkoruyan, iç bölümlerini birbirinden ayıran taş, tuğla vb. gereçlerden yapılan
veya örülen dikey düzlem.
* Bir toprak parçasınısınırlayan taş, tuğla, kerpiçten yapılan engel.
* Engel.
* Sonuçsuz, sonuç vermeyen yer.
* Voleybolda ağüzerinde karşıtakım oyuncusunun vuruşuna karşıkoyma.duvar ayağı * Yapılarda süs ögesinin dışında görevi olmayan, duvara yapışık, üzerinde yukarıdan aşağıya yivler bulunan
yarım ayak.duvar çekmek * duvar örmek.
* aradaki ilişkiye son vermek, görüşmemek.duvar dayağı * Yıkılmaması için duvara eğik olarak konulan destek ağaç. duvar dişi * İleride eklenecek duvarın iyice tutunması için duvarın bir yerinde bırakılan tuğla çıkıntıları, ekleme dişi. duvar gazetesi * Duvara asılan, çoğunlukla elle, yazımakinesi ile yazılan okul veya dernek gazetesi. duvar gibi * çok sağır. duvar halısı * Duvara asmak üzere dokunmuş, üzerinde genellikle resim işlenmişolan ince halı. duvar kâğıdı * Duvarlarısüsleyip güzelleştirmek için yüzeylerine yapıştırılan düz veya desenli kâğıt. duvar pası * İki oyuncunun rakip oyuncuya topu kaptırmadan birbirlerine atmalarıve alan kazanmaları. duvar resmi * Duvar yüzeyi üzerinde mum boyası, sulu boya, yağlı boya, mozaik veya kazıma gibi tekniklerle yapılan
resim.duvar saati * Duvara asılısaat. duvar sarmaşığı * Yaprak dökmeyen, gövde yapraklarısaplı, üst yüzü koyu, alt yüzü açık yeşil renkli, sert ve derimsi, küçük
çiçekli, meyvesi bezelye tanesi büyüklüğünde etli, sarıveya morumsu siyah renkli bir bitki (Hedera helix).duvar sedefi * Bkz. dalak otu. duvar takvimi * Duvara asılan, günlük veya aylık durumu ayrıkâğıtlarla gösteren takvim. duvar yapmak * Bkz. baraj yapmak. duvarcı * Duvar ören nitelikli işçi. duvarcılık * Duvar örme işi. duy * Elektrik ampulünün takıldığı bakır veya pirinçten yivli yer. duy priz * Ampul takmaya veya elektrik akımıalmaya yarayan araç. duyar * Duygulu, duygun, duyarlı, hassas.
* Beden üzerinde uyarıldığında hızlıve güçlü tepkilere yol açan.duyar kat * Film tabanıüzerinde yer alan, ışığa karşıduyarlığı olan gümüş bromürlü ecza tabakası. duyarga * Eklem bacaklılardan başın ön bölümünde bulunan, eklemlerden oluşmuşhareketli duyu alma organı,
lâmise, anten.duyargalılar * Bir çift duyargası bulunan, böceklerle çok ayaklıları içine alan eklem bacaklılar topluluğu. duyarlı * Dışetkenlere karşıduyarlığı olan, hassas. duyarlık * Duyum ve duygularıalgılayabilme yeteneği, hassasiyet.
* Zayıf bir etkiye karşı, tepki gösterebilme yeteneği.
* Bir duyar katın ışıktan etkilenme yeteneği.duyarlıklı * Duyarlığı olan. duyarlılık * Duyarlı olma durumu. duyarsız * Duyarlı olmayan. duyarsızlaşma * Duyarsızlaşmak durumu. duyarsızlaşmak * Duyarlı olma yeteneği kalmamak. duyarsızlaştırma * Duyarsızlaştırmak işi. duyarsızlaştırmak * Duyarsızlığını ortadan kaldırmak, duyarsız duruma getirmek. duyarsızlık * Duyarsız olma durumu. duygan * Aşırıduygulu. duygu * Duyularla algılama, his.
* Belirli nesne, olay veya bireylerin insanın iç dünyasında uyandırdığı izlenim.
* Önsezi.
* Ahlâkî, estetik vb. şeyleri değerlendirme, onlara bağlanma yeteneği.
* Kendine özgü bir ruhî hareket ve hareketlilik.duygu uyandırmak * bir duygu oluşturmak. duygu uyanmak * bir duygu oluşmak. duyguca * Duygu bakımından. duygudaş * Bir konuda duyguları başkası ile aynı olan.
* Üyesi olmadığıhâlde bir partinin, bir kuruluşun görüşlerini benimseyen veya bir görüşü, bir öğretiyi, bir
akımıtutan (kimse), sempatizan.duygudaşlık * Aynıduygularıpaylaşma.
* Bir insanın bir başkasına karşıdoğrudan doğruya bir eğilim duyması, sempati.duygulandırma * Duygulandırmak işi. duygulandırmak * Duygulanmasını sağlamak, duygulanmasına sebep olmak. -
Türkçe Sözlük D Sayfa 80
duygulanım * Etkilenme, duygulanma.
* İstenç ve anlıktan ayrı görülen, duygusal tepkiler gösterme durumu.
* Duyarlığın harekete geçişi.
* Dışsebeplerle bir ruh durumunun değişmesi.
* Tutkudan daha düzenli, ama daha güçsüz olan seçkin bir eğilim.duygulanış * Duygulanmak işi veya biçimi. duygulanma * Duygulanmak durumu, tahassüs.
* İç salgı bezlerini de kapsayan türlü etkiler altında duygusal tepkiler gösterme.duygulanmak * Bir olay, bir görünüm karşısında birdenbire güçlü duyguların etkisinde kalmak. duygularıaçığa vurmak * izlenimleri açıkça söylemek, belirtmek. duygularıyla davranmak * (bir kimse) aklından çok duygularının etkisinde kalmak. duygulu * Duygusu, duyarlığıçok olan, kolay duygulanan, içli, hassas. duygululuk * Tepkilerin öncelikle duygulara dayanmasıdurumu.
* Çabuk, kolay heyecanlanma eğilimi.
* Uyarımlarıalmadaki incelik.duygun * Duygulu, duyar, hassas. duygunluk * Duygun olma durumu, hassasiyet. duygusal * Duygularla ilgili, duygulara dayanan, hissî.
* Duygunun ağır bastığı, duygunun aşırıetkilediği (eser veya insan).duygusal düşünme * Bilgiye dayalıdüşünmenin karşısında, duygusal yaşamdan çıkan ve onunla belirlenen düşünme. duygusallık * Duygusal olma durumu.
* Duyumların ve duyguların ağır basması, aşırı bir biçimde insanıetkilemesi durumu.duygusuz * Duygusu, duyarlığı olmayan, hissiz.
* Katıyürekli, umursamaz, hissiz.duygusuzluk * Duygusuz olma durumu, hissizlik.
* Duygusuzca davranış.duyma * Duymak durumu. duymak * İşitmek, ses almak.
* Bilgi almak, öğrenmek, haber almak.
* Sezmek, fark etmek, hissetmek.
* Dokunma, koklama vb. duyularla algılamak, hissetmek.
* Nesnelere dokunmakla onların sıcaklık, soğukluk, sertlik, ağırlık, hareket gibi fizik durumlarından bilgi
edinmek, hissetmek.
* Bir ruh durumu içine girmek.duymamazlık * Duymazlık. duymazlık * Duymamışgibi davranma durumu. duymazlıktan gelmek * ilgilenmek istemediği için duymamışgibi davranmak. duynak * Bkz. toynak. duysal * Duyuyla alınan. duyu * İnsanların ve hayvanların, dışdünyanın uyaranlarını görme, işitme, koklama, dokunma ve tatma
organlarıyla algılama yeteneği, hasse.duyulma * Duyulmak durumu. duyulmak * Duymak durumuna konu olmak. duyulmamış * O güne kadar karşılaşılmamış(şey), şaşılacak (şey). duyulur * Duyulan, duyularla algılanabilen. duyulur duyulmaz * çok alçak, ancak işitilebilen (ses).
* haber öğrenilir öğrenilmez.duyum * Haber, istihbarat.
* Duyu.duyum eşiği * Bir uyarımın, duyabileceği en aşağıderecesi. duyum ikiliği * Bir duyunun başka nitelikte bir duyum uyandırması, bir sesin aynızamanda bir renk duygusu vermesi gibi,
sinestezi.duyum yitimi * Bkz. anestezi. duyumculuk * Her bilginin temelinde duyumların bulunduğu ileri sürülen öğretilerin genel adı, sansüalizm. duyumlu * Duyumu olan. duyumölçer * Derinin duyarlığınıölçmeye yarayan alet. duyumsal * Duyu organları ile ilgili. duyumsama * Duyumsamak durumu. duyumsamak * Duyular aracılığıyla bir şeyi algılamak. duyumsamazlık * Duygusuzluk; az ve yavaştepki gösteren, bunun sonucu duygulandırıcısebeplere karşı ilgisiz kalan insanın
niteliği.
* Düzgülü olarak türlü durumların harekete getirdiği ilgi ve duygulardan yoksun olma durumu.duyumsatma * Duyumsatmak işi. duyumsatmak * Duyumsamasına sebep olmak. duyumsuz * Duyumu olmayan. duyumsuzluk * Duyumsuz olma durumu. duyurma * Duyurmak işi. duyurmak * Duymasını sağlamak.
* İlân etmek.
* Sezdirmek.duyuru * Herhangi bir olguyu, bir işi, bir durumu duyurmak için yayımlanan yazılıveya sözlü haber, ilân, anons. duyuru tahtası * İlânın üzerinde duyurulduğu tahta. duyurucu * Duyurma özelliği olan. duyurulma * Duyurulmak işi. duyurulmak * Duyulmasını sağlamak.
* İlân edilmek.