hava hoş | * “bir şeyin olmasıyla olmamasıarasında fark yok” anlamında kullanılır. |
hava hukuku | * Havada ulaşımı düzenlemek için konulmuşhukuk kurallarının bütünü. |
hava indirme | * Hava kuvvetlerine ait birliklerin hava yoluyla gerçekleştirdiği harekât. |
hava iyi (veya fena) esmek | * ortamla ilgili her türlü şart uygun (veya kötü) durumda olmak. |
hava kaçırmak | * (nesneler için) içindeki havayıtutamayıp dışarıya vermek. |
hava kanalı | * Havayı bir yerden başka bir yere iletmekte kullanılan kanal (boru). |
hava kapağı | * Bir kanaldan geçen havanın niceliğini ayarlayan kapak. |
hava kapanmak | * gökyüzü bulutlarla örtülmek. |
hava kararmak | * güneşin batmasıyla ortalık yarıkararmak. * gökyüzü iyice bulutlanmak. |
hava kesesi | * Balıkların aşağıve yukarı inip çıkmalarınısağlayan, hava ile dolup boşalan kese. * Kuşlarda vücudun çeşitli yerlerinde bulunan ve akciğere bağlı olan boşluklar. * Birçok böceklerde trake borularıüzerinde yer almışolan hava dolu şişkinlikler. |
hava köprüsü | * Zorunlu durumlarda iki şehir veya ülke arasında hava yoluyla sağlanan sürekli ulaşım. |
hava kuvvetleri | * Ülkenin havadan savunulmasını sağlamak için uçak, helikopter, balon gibi araçlardan ve bunlarla ilgili yer hizmetlerinden, kuruluşlarından oluşan teşkilât. |
hava küre | * Hava yuvarı. |
hava limanı | * Şehirler veya ülkeler arasıhava yolu ulaşımı için gerekli teknik ve ticarî kuruluşların bütünü. * Bu alt yapının yerleştirilmesini, işletilmesini ve geliştirilmesini sağlayan kuruluş. |
hava meydanı | * Hava limanı. |
hava musluğu | * Radyatörlerde oluşan soğuk havanın dışarıatılmasınısağlayan musluk. |
hava oyunu | * Bir mal fiyatının yükseleceği umuduyla o maldan, sözde ileride teslim alınmak üzere, bir parti satın almak ve vakit gelince bu malın pahalanıp ucuzladığına göre fiyat farkınısatıcıdan almak veya ödemek şeklinde girişilen bir çeşit talih oyunu. |
hava parası | * Bir yeri kira ile tutabilmek için sahibine veya içindeki kiracıya açıktan verilen para. |
hava patlamak | * fırtına çıkmak. |
hava raporu | * Hava durumu. |
hava sahası | * Bir devletin yalnız kendisinin kullanma hakkı olduğu, başka devletlerin ancak ilgili devletten izin alarak yararlanabileceği gökyüzü parçası. |
hava süzgeci | * Otomobillerde motora ve hava kompresörüne giden havayısüzmeye yarayan alet. |
hava şartları | * Hava durumu. |
hava tahmini | * Kısa bir süre için havanın nasıl olacağını bulma. |
hava taşı | * Gök taşı. |
hava tebdili | * Hava değişimi. |
hava ulaşımı | * Hava yolu ulaşımı. |
hava üssü | * Askerî havacılıkla ilgili plân ve programları düzenleyen merkez. |
hava vermek | * tekerlek vb. cisimleri hava ile şişirmek; şişkinliğini artırmak, hava basmak. * akciğerlere basınç altında hava veya oksijen doldurmak. |
hava yastığı | * Taşıtlarda kaza riskini azaltmaya yönelik hava basınçlıyastık. |
hava yastıklı | * Hava yastığı olan. |
hava yolu | * Hava taşıtlarının uçuşsırasında izlemeye zorunlu olduklarıyol. |
hava yolu ile | * uçakla. |
hava yolu ulaşımı | * Hava taşıtlarıyla yolcu, yük vb. eşyalarıtaşıma işi. |
hava yuvarı | * Yer yuvarınıkuşatan çeşitli gaz katmanlarından oluşan örtü, atmosfer. |
havacı | * Hava taşıtlarında görevli kimse. * Hava kuvvetlerine bağlıasker. |
havacılık | * Havacı olma durumu. * Havacının yaptığı iş, havada uçma tekniği. * Hava seferlerini ve bu konu ile ilgili teknikleri inceleyen bilim dalı. |
havacıva | * Sığırdiligillerden, Akdeniz bölgesinde yetişen ve köklerinden kırmızı boya elde edilen çok yıllık otsu bir bitki (Alkanna tinctoria). * Değer ve önemi olmayan, boş. |
havada kalmak | * yerden yüksekte bulunmak. * sonuca ulaşmamak. * bir iddia dayanaksız olduğundan kanıtlanmamak. |
havadan | * Emeksiz, açıktan. * Boş, değersiz. |
havadan sudan (konuşmak) | * gelişigüzel, dereden tepeden (konuşmak). |
havadan sudan konuşmak | * önemsiz konular üzerine konuşmak. |
havadar | * Havası bol, temiz olan (yer), yeleken, yeleç. |
havadis | * İlgi ile karşılanabilecek haber. |
havaî | * Hava ile ilgili, havada bulunan. * Açık mavi renginde olan. * Dilediği gibi davranan, uçarı, hoppa. * Değersiz, boş. |
havaî fişek | * Törenlerde, geceleri yakılarak havaya uçurulan, renkli ışıklar saçan fişek. * Geceleyin düşman bölgelerini aydınlatmak amacıyla kullanılan fişek. |
havaî mavi | * Göğün rengi, açık mavi. * Bu renkte olan. |
havaîlik | * Havaî olma durumu, uçarılık, hoppalık. |
havaiyat | * Boş, değersiz işve sözler. |
havalandırıcı | * Kapalı bir yerin sürekli ve doğal olarak havalandırılmasınısağlayan alet veya düzen. |
Kategori: H
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 25
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 26
havalandırılma * Havalandırılmak işi. havalandırılmak * Havalandırmak işi yapılmak. havalandırma * Kapalı bir yerin havasınıdeğiştirmek amacıyla dışarıdan temiz hava girişini veya çeşitli araçlarla hava
akımını sağlama işlemi.
* Herhangi bir şeyi açık havada bir süre bırakma.havalandırmacı * Havalandırma işini yapan görevli kimse. havalandırmak * Havalanmasını sağlamak. havalandırmalı * Havalandırması olan. havalanma * Havalanmak işi. havalanmak * Temiz hava almasısağlanmak, havasıdeğiştirilmek.
* Yerden ayrılıp göğe uçmak.
* (bir şey) Hava akımıyla yer değiştirmek.
* Yerinde oturamaz duruma gelmek.
* Beğenilmeyen davranışlarda bulunmak.havalara uçmak * çok sevinmek. havale * Bir işi bir başkasının sorumluluğuna bırakma, ısmarlama, devretme.
* Banka, postahane vb.nin aracılığıyla gönderilen para.
* Postahane, banka vb. nin aracılığıyla para gönderildiğinde, gönderenle alacak olanın adlarıve para miktarı
yazılıkâğıt, havale kâğıdı, havalename.
* Gebelerde, küçük çocuklarda görülen bir çeşit çırpınmalı, bazen ateşli de olabilen hastalık.
* Bir arsayıçevirmek, kapamak için çekilen perde veya duvar.
* Yüksek ve büyük bir görünüşü olma.havale etmek * bir şeyin alınmasını, yapılmasını bir kimseye bırakmak, ısmarlamak, devretmek.
* yollamak, göndermek.havale gelmek * postahane veya banka yoluyla para gelmek.
* gebe ve çocuklara çoğu zaman bayılma, yüksek ateşle beraber çırpınma krizleri gelmek.havale göndermek (veya yollamak) * postahane banka vb. aracılığıyla birine para ödemesini sağlamak. havaleli * Havalesi olan.
* Gereğinden çok yüksek, yıkılacak gibi olan.havalename * Havale. havalı * Herhangi bir nitelikte havası olan.
* İyi, temiz hava alan, havadar.
* Bir işi gereğince benimsemeyen, önemsemeyen.
* Göz alıcı, çekici, albenisi olan.
* Sıkıştırılmışhava ile çalışan (alet vb.).havalıdireksiyon * Motorlu bir taşıtın direksiyon sisteminin hidrolik düzen ile kolayca hareket sağlayabilmesi özelliği veya
durumu.havalıfren * Hava basıncı ile yönetilen pistonlu fren. havali * Çevre, yöre, dolay. havan * İçinde bir şey dövüp ufalamaya yarayan, tahta, taş, maden veya plâstikten yapılan kap.
* Tütün kıyma makinesi.havan dövücünün hınk deyicisi * başkasına yardım edecek veya yüreklendirecek gücü olmadığıhâlde öyle görünüp yardakçılık edenler için
söylenir.havan topu * Üstün atışgücüne sahip bir çeşit kısa namlulu top. havanda su dövmek * boşuna uğraşmak. havaneli * Havanda bir şeyi dövmeye yarayan tokmak. havanın gözü yaşlı * nerede ise yağmur yağacak. havarî * Yardımcı.
* Hz. İsa’nın öğüt ve inançlarınıyaymak işiyle görevlendirdiği on iki yardımcısından her birine verilen ad.
* Bir öndere bağlı, onun düşünce veya inançlarınıyayan kimse.havarîlik * Havarînin işi veya görevi. havas * Nitelikler, özellikler.
* Kendilerini halktan ayrıve üstün sayan, kendilerinde bir çeşit ayrıcalık gören (kimseler), avam karşıtı.havâs * Duyumlar, duygular. havası olmak * bir kimsenin albenisi veya cana yakınlığı olmak. havası olmak * o kimseye benzemek, o kimseyi hatırlatmak. havasına uymak * bulunduğu çevre ve ortamı benimsemek veya birinin huyunu almak. havasını bulmak * keyiflenmek, neşelenmek. havasız * Havası olmayan, hava almayan.
* Havası iyi veya yeterli olmayan.
* Göz alıcı, çekici olmayan.havasızlık * Havasız olma durumu. havaya * boşuna, sonuçsuz olarak. havaya gitmek * hiçbir şeye yaramamak, boşa gitmek. havaya pala (veya kılıç) sallamak * boşuna, gereksiz çaba harcamak. havaya savurmak * gereksiz yere harcamak. havaya uçmak * patlama dolayısıyla zarar görmek.
* havaya gitmek.havayı bozmak * bir topluluğun keyfini kaçırmak. havhav * (çocuk dilinde) Köpek. havi * İçinde bulundururan, kapsayan. havi olmak * içinde bulundurmak, içine almak, kapsamak, içermek. havil * “korku, korkma” anlamında can havliyle deyiminde geçer. 343 can. havlama * Havlamak işi. havlamak * (köpek) Bağırmak, ürümek. havlanma * Havlanmak durumu. havlanmak * Üzerinde hav oluşmak. havlatma * Havlatmak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 21
hasırlamak * Hasırla döşemek, üstünü hasırla örtmek. hasırlanma * Hasırlanmak durumu. hasırlanmak * Hasırla döşenmek, üstü hasırla örtülmek. hasırlı * Hasırı olan, hasırla kaplanmışolan.
* Hasırla kaplanmışşişe.hasis * Cimri, pinti, kısmık.
* Bayağı, insanıküçülten, alçak.hasislik * Hasis olma durumu.
* Hasis davranış.hasislik etmek * cimrice davranmak. hasiyet * Özgülük, hassa.
* (yiyecek ve içecek için) Yarar, etki.hasiyetli * (yiyecek ve içecek için) Yararlı, etkili. haslet * İnsanın yaradılışından gelen özellik, huy. haspa * Kız veya kadınlara şaka veya alay yollu söylenen söz. hasret * Özlem. hasret çekmek * özlem duymak. hasret gitmek * özlemini çektiği, sevdiği bir yere veya kimseye kavuşamadan ölmek. hasret kalmak * özlemek. hasretini çekmek * çok özlemek.
* ihtiyaç duyduğu hâlde o şeyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak.hasretli * Hasreti olan, özlemli. hasretlik * Sevilen bir şey veya kimseden ayrıkalma durumu, ayrılık. hasretme * Hasretmek işi. hasretmek * Bir şeyin bütününü birine, bir şeye ayırmak, vermek. hasrolunma * Hasrolunmak durumu. hasrolunmak * Bir şey bütünüyle birine verilmek, ayrılmak. hassa * Özgülük, özellik, hasiyet. hassa askeri * Hükümdarıkorumakla görevli askerî sınıf. hassas * Duyum ve duygularıalgılayan.
* Çabuk duygulanan, duygun, duyar, duyarlı, içli, alıngan.
* Çabuk etkilenen.
* Yapımıve bakımıözen isteyen, aksamadan çok doğru çalışan, kesin ölçüler gerektiren işlerde kullanılan
(alet).hassas olmak * duyarlı bulunmak, çabuk duygulanmak. hassasiyet * Hassaslık, duygunluk, duyarlık. hassaslık * Hassas olma durumu, hassasiyet. hassaten * Ayrıca, özellikle, bilhassa. hasse * Bir çeşit pamuklu kumaş, patiska. hasta * Sağlığı bozuk olan, esenliği yerinde olmayan (kimse, hayvan).
* Zihinsel yetenekleri bozulmuşolan.
* Parasız, züğürt.hasta bakıcı * Tedavi ile ilgili hekimin buyruklarınıyerine getirip hastaya bakan hemşirelere yardım eden kimse. hasta bakıcılık * Hasta bakıcı olma durumu.
* Hasta bakıcının işi.hasta etmek * hasta olmasına yol açmak. hasta ol benim için, öleyim senin için * kişi kendisi için bir fedakârlıkta bulunan kimseye karşısırası gelince daha büyük fedakârlıkta bulunur. hasta olmak (veya düşmek) * hastalanmak. hastahane * Hastaların yatırılarak tedavi edildikleri sağlık kurumu. hastahanelik * Hastahaneye kaldırılacak durumda olan. hastahanelik etmek * birini aşırıderecede dövmek. hastahanelik olmak * hastahaneye yatmayı gerektirecek kadar hastalanmak.
* çok dayak yemek.hastahaneye kaldırmak (veya yatırmak) * tedavi amacıyla hastahaneye götürmek. hastalandırma * Hastalandırmak işi veya biçimi. hastalandırmak * Hasta etmek, hastalanmasına sebep olmak. hastalanış * Hastalanmak işi veya biçimi. hastalanma * Hastalanmak işi. hastalanmak * Sağlığı bozulmak, esenliği yerinde olmamak, hasta olmak. hastalık * Organizmada birtakım değişikliklerin ortaya çıkmasıyla fizyoloji görevlerinin bozulmasıdurumu, sayrılık,
maraz, esenlik karşıtı.
* Ruh sağlığının bozulmasıdurumu.
* Bitkilerin yapılarında görülen bozukluk.
* Aşırıdüşkünlük, tutku.hastalık almak (hastalık kapmak veya hastalığa tutulmak) * bulaşıcı bir hastalığa yakalanmak. hastalık tablosu * Hastanın yatağının başında bulunan ve hastalığın seyrini gösteren levha. hastalıklı * Vücut direnci az olan, çabuk hastalanan, mariz. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 22
hastası olmak * bir şeye çok düşkün olmak. hastel * Daha ziyade gençlerin ve araştırmacıların konaklaması için yapılmışve belirli kurallara göre yönetilen
ekonomik tesisler.hasut * Kıskanç, günücü. haşa * Belleme (II). hâşâ * Bir durum veya davranışın kesinlikle kabul edilmediğini anlatır.
* Dine aykırı görülen bir ihtimalden söz edilirken, zorunlu olarak kullanılır.hâşâ huzurdan (veya huzurunuzdan) * uygunsuz bir şey söylemek zorunda kalındığında bağışlanma dileği anlatır. hâşâ sümme hâşâ * “öyle olmasına ihtimal yok, öyle değildir” anlamında kullanılır. haşarat * Böcekler.
* Değersiz ve zararlıkimseler.haşarı * Çok yaramaz, ele avuca sığmayan (çocuk).
* Huysuz, azgın (hayvan).haşarıca * Biraz haşarı.
* Haşarıya yakışır biçimde, haşarı gibi.haşarılaşma * Haşarılaşmak işi. haşarılaşmak * Haşarıdavranışlarda bulunmak. haşarılık * Haşarı olma durumu.
* Haşarıca davranış.haşat * Darmadağınık, işe yaramaz, bozuk, kötü.
* Yorgun, bitkin.haşat etmek * bozmak, kullanılmaz duruma getirmek.
* (birini) dövmek, perişan etmek, aşırıölçüde hırpalamak.haşat olmak * bozulmak, kullanılamaz duruma gelmek.
* yorulmak, perişan olmak.haşatıçıkmak * bozulmak, işe yaramaz duruma gelmek.
* çok yorulmak, bitkinleşmek.haşefe * Başçık. haşere * Böcek. haşhaş * Gelincikgillerden, kapsüllerinden afyon, tohumlarından yağçıkarılan bir yıllık ve otsu bir kültür bitkisi
(Papaver somniferum).haşhaşyağı * Haşhaştan çıkarılan ve yiyecek olarak kullanılan yağ. haşhaşhane * Haşhaşın işlendiği yer. haşıl * Dokumacılıkta kullanılan unlu veya çirişli sıvı. haşıllama * Haşıllamak işi. haşıllamak * Dokumayıunlu veya çirişli sıvıya batırmak. haşım haşım * Haşlanmak fiili ile birlikte kullanılarak bu fiili pekiştirir. haşır haşır * (sert ve kuru şeyler için) Haşırdayarak, haşırtılıses çıkararak. haşır huşur * Haşırdayarak, haşırtılıses çıkararak. haşırdama * Haşırdamak işi. haşırdamak * Kâğıt, kolalıkumaşgibi sert şeyler birbirine sürtünürken kalın ve boğuk ses çıkarmak. haşırtı * Haşırdarken çıkan ses. haşırtılı * Haşırtısı olan, haşırdayan. haşin * Sert, kırıcı, gönül kırıcı olan. haşinleşme * Haşinleşmek işi. haşinleşmek * Sertleşmek, gönül kırıcıdavranışlarda bulunmak. haşinlik * Haşin olma durumu, haşin davranış. haşir * Toplanma, bir araya gelme.
* Kıyamet gününde ölüleri diriltip mahşere çıkarma.haşir neşir * Kaynaşma, bir arada olma. haşir neşir etmek * kaynaştırmak, bir arada bulundurmak. haşir neşir olmak * kaynaşmak, bir arada bulunup uğraşmak. haşiş * Hint kenevirinden çıkarılan esrar.
* Kuru ot.haşiv * Doldurma.
* Yazıyıveya konuşmayı gereksiz ayrıntılarla uzatma.haşiye * Bir yazısayfasının altına, metnin herhangi bir noktasıyla ilgili olarak yazılan açıklama, dipnot. haşlak * Kızgın, kaynar, çok sıcak. haşlama * Haşlamak işi.
* Haşlanarak pişirilen.haşlamak * Bir şeyin üstüne kaynar su dökmek veya bir şeyi kaynar suya daldırmak.
* Suda kaynatarak pişirmek.
* (kaynar sıvı için) Yakmak.
* (don, kırağı için) Bitkilere zarar vermek.
* Dalamak.
* Sertçe paylamak, azarlamak.haşlamlılar * Bir hücrelilerden, vücutlarında hareketi sağlayan kirpiğimsi titrek tüyleri veya beslenme işini gören
çekmeleri olan, çoğu sularda yaşayan ve ancak mikroskopla görülebilen hayvanlar sınıfı.haşlanış * Haşlanma biçimi. haşlanma * Haşlanmak işi. haşlanmak * Haşlamak işi yapılmak.
* Kaynar su vb. dökülmek, kaynar su vb. ile yanmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 16
haraca kesmek * zorbalıkla para koparmak veya çıkar sağlamak. haraç * OsmanlıTürklerinde genel olarak toprak sahiplerinden devletçe alınan vergi.
* OsmanlıTürklerinde Müslüman olmayanların devlete ödemekle yükümlü olduklarıvergi.
* Bir yerden, bir kimseden zorbalıkla alınan para.haraç mezat satmak * açık artırma ile satmak. haraç yemek (veya almak) * başkasının sırtından geçinmek. haraççı * Haraç toplamakla görevli olan kimse.
* Zor kullanarak bir yerden veya kimseden para sızdıran kimse.haraççılık * Haraççının görevi.
* Zor kullanarak bir yerden veya kimseden para sızdıran kimsenin yaptığı iş.haraçlı * Haraca bağlanmış, vergi ödeyen. harakiri * Japonlarda karnını bıçakla deşme yoluyla kendini öldürme. harala gürele * Telâşile. haram * Din kurallarına aykırı olan, dince yasak olan.
* Yasak.haram etmek * o şeyden umulan yarar ve rahatıtattırmamak. haram olmak * bir şeyden gereği gibi yararlanamamak. haram olsun! * “hayrını görme, görmesin!” anlamında kullanılan bir söz. haram para * Yasa dışıyollardan kazanılan para. haram yemek * dinî inançlara aykırı olarak, haksız olarak bir şeye el atmak, sahip olmak. harama uçkur çözmek * nikâhsız olarak cinsel ilişkide bulunmak. harami * Hırsız, haydut. haramilik * Hırsızlık, haydutluk. haramsız * Haram olmayan, haram karışmamış. haramzade * Yasa dışı birleşmelerden doğan çocuk, piç. haranı * Büyük tencere. harap * Bayındırlığıkalmamış, yıkılacak duruma gelmiş, yıkkın, viran.
* Bitkin, yorgun, perişan.
* Çok sarhoş.harap etmek * harap duruma getirmek. harap olmak * harap duruma gelmek, haraplaşmak, perişan olmak. haraplaşma * Haraplaşmak işi. haraplaşmak * Harap duruma gelmek, viran olmak, perişan olmak. haraplık * Harap olma durumu, yıkkınlık. harar * Çoğu kıldan dokunmuş, büyük çuval. harar gibi * içine çok şey alabilen, geniş, büyük eşyalar için kullanılır. hararet * Isı.
* Sıcaklık.
* Susama, susuzluk.
* Coşkunluk, ateşlilik.hararet basmak * çok susamak.
* vücut ısısıartma.hararet kesmek (veya söndürmek) * susuzluğu gidermek. hararet vermek * susatmak. hararetlendirme * Hararetlendirmek işi. hararetlendirmek * Hararetlenmesine yol açmak. hararetlenme * Hararetlenmek işi. hararetlenmek * Isısıartmak.
* Canlanmak, kızışmak.hararetli * Isısı, sıcaklığıfazla olan.
* Coşkun, ateşli, canlı.hararetli hararetli * Yoğun ve heyecanlı bir biçimde, ateşli ateşli. haraşo * “iyi, güzel” Bir tür yün örgüsü. haraza * Kavga, gürültü, karışıklık.
* Öfke, sinir.haraza * Sığırın öt kesesinden çıkan taş. harbe * Kısa mızrak.
* Harbi.harbi * Ateşli silâhların içini temizlemekte kullanılan çubuk, harbe.
* Doğru, hilesiz, temiz, mert.harbî * Savaşla ilgili.
* OsmanlıDevletiyle henüz barışdurumunda bulunmayan, bir antlaşma yapmamışdevletler ve bu
devletlerin uyrukları.
* Osmanlıülkelerinde ticaretle uğraşan yabancıuyruklara verilen ad.harbi basmak * doğru, hızlıyürümek. harbi konuşmak * dosdoğru, gerçeği gizlemeden konuşmak. harbilik * Doğruluk, temizlik, mertlik.
* Ateşli silâhlarda harbinin yerleştirildiği yer.harbiye * Savaşişleri.
* (büyük H ile) Subay yetiştiren yüksek okul, harp okulu.Harbiye Nezareti * Osmanlıİmparatorluğunda Millî Savunma Bakanlığına verilen ad. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 17
Harbiyeli * Harp okulu öğrencisi. harcama * Harcamak işi, parayıelden çıkarma, sarf.
* Bir şey almak için elden çıkarılan para, gider.harcama kalemi * Muhasebe işlemleri içinde en fazla satın alınan maddelerin bütünü. harcamak * Bir işgörmek veya bir şey satın almak için parayıelden çıkarmak, sarf etmek.
* Bir şey yapmak için kullanmak, tüketmek.
* Birinin değer ve onurunu kırıcı bir durum yaratmak.
* Manevî yönden kötü duruma düşürmek, feda etmek.
* Yok olmasına, ölmesine sebep olmak.harcanabilir * Harcanma özelliği olan. harcanma * Harcanmak işi. harcanmak * Harcamak işi yapılmak, harcamak işine konu olmak. harcayış * Harcamak işi veya biçimi. harcı * Ucuz, her keseye uygun. harcı olmak * bir iş, birinin yapabileceği nitelikte olmak. harcıâlem * Herkesin alabileceği, herkesin kullanabileceği, herkesin işine yarayan, her keseye uygun.
* Hiçbir özelliği olmayan, yeniliği olmayan, basmakalıp.harcırah * Yolluk. harç * Harcanan para, masraf.
* Resmî işlerde devlet veznesine ödenen para.
* Yapıda tuğla veya taşların örgüsünü pekitmek, duvarlarısıvamak için kullanılan, toprak, saman veya kum,
kireç, çimento gibi şeyleri su ile kararak yapılan çamur, karışım.
* Bir yemeğin yapılmasında kullanılan ve tat veren maddelerin bütünü.
* Giysiler dikilirken kullanılan tamamlayıcıveya süsleyici şeyler.
* Bahçıvanlıkta değişik nitelikteki toprak vb. maddelerin karıştırılmasıyla hazırlanmıştoprak.harçlı * Yapılması için harç ödenen.
* Harç ile örülmüş.
* Süslerle bezenmiş(giysi).harçlık * Ufak tefek ihtiyaçlar için ayrılmışpara. harçsız * Harcı olmayan. hardal * Turpgillerden 100-150 cm yükseklikte, sarıçiçekli, deriyi yakıcınitelikte olan ve tohumu hekimlikte
kullanılan, tadıacıve bir yıllık bir bitki (Brassica nigra).
* Bu tohumun toz durumuna getirilmişveya sirke ile karıştırılarak yapılmışmacunu.hardal rengi * Kirli sarırenkte. hardaliye * İçine hardal katılarak yapılan üzüm şırası. hardallı * Hardalı olan. hardallık * Hardal yapımında kullanılan malzeme.
* Hardal konulan kap.hardalsı * Uzun iki çenetli meyve. hardalsız * Hardalı olmayan. hare * Bazınesne, canlı, göz vb. nde dalgalanır gibi görünen parlak çizgiler, meneviş, dalgır.
* Üzerinde dalgalıçizgiler bulunan kumaş.
* Çok sert taş, mermer.harekât * Davranışlar, işler.
* Belli bir amaç gözetilerek bir askerî birliğe yaptırılan manevra, çarpışma, çevirme, kovalama gibi işler.hareke * Arap harfleriyle yazılmışmetinlerde kısa ünlüleri göstermek için kullanılan işaret. harekeleme * Harekelemek işi. harekelemek * Bir ünsüze hareke koymak. harekeli * Hareke konulmuş. harekesiz * Hareke konulmamış. hareket * Bir cismin durumunun ve yerinin değişmesi, devinim.
* Vücudu oynatma, kıpırdatma veya kımıldanma.
* Davranış.
* Yola çıkma.
* Belirli bir amaca varmak için birbiri ardınca yapılan ilerlemeler, akım.
* Yer sarsıntısı, deprem.
* Devinim.
* (demir yollarında) Katarların düzenlenmesi ve hangi saatlerde yola çıkıp hangi duraklarda karşılaşacaklarını
düzenleme işleri.
* Bir parçanın yavaşlık, çabukluk derecesi.
* Kas ve eklemlerin, belli doğal şartlar içersinde işlemeleri sonucu vücut bölümlerinde düzenli ve olumlu
etkilerle oluşturduklarıyer değişimi.
* Devinim.hareket dairesi * Demir yollarında hareket işlerini düzenleyen, izleyen daire. hareket etmek * yola gitmek, yola çıkmak.
* vücudu oynatmak, kıpırdatmak veya kımıldamak, devinmek.
* davranmak.
* devinmek.hareket noktası * Bir işin, bir yolculuğun vb.nin başladığıyer.
* Bir sorunun incelenmesinde başlangıç olarak alınan nokta.harekete geçirmek * bir işin yapılmasına sebep olmak, kımıldatmak, canlandırmak. harekete geçmek * bir işi yapmaya başlamak, bitirmek amacı ile bir işe girişmek. harekete getirmek * kımıldatmak, canlandırmak. hareketlendirme * Hareketlendirmek işi. hareketlendirmek * Hareketlenmesine yol açmak. hareketlenme * Hareketlenmek işi. hareketlenmek * Hareket kazanmak, harekete geçmek. hareketli * Hareketi olan, yer değiştirebilen, devingen, müteharrik.
* Canlılık gösteren, canlı, kıpırdak.hareketlilik * Hareketli olma durumu, devingenlik. hareketsiz * Hareket etmeyen, yerinden kımıldamayan, durgun, durağan. hareketsizlik * Hareketsiz olma durumu. harekî * Hareket durumunda, devinim durumunda olan. harelenme * Harelenmek işi. harelenmek * Kımıldadıkça üzerinde parlak çizgiler görünmek, dalgalanmak. hareli * Haresi olan. harem * Saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm.
* Bu bölümde oturan kadınların hepsi.
* Karı, eş. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 18
harem ağası * Osmanlısaraylarında ve büyük konaklarda haremle selâmlık arasında hizmet gören hadım, zenci köle,
hadım ağası.harem kâhyası * Haremin alışverişine bakan erkek görevli. haremlik * Saray ve konaklarda kadınlara ayrılan bölüm, selâmlık karşıtı.
* Karılık, eşlik.haremlik selâmlık olmak * bir yerde kadınlar ayrı, erkekler ayrı oturmak. Harezmî yolu * Bkz. algoritma. harf * Dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi oluşturan işaretlerden her biri. harf atmak * söz atmak, tanımadığı bir kadına uygunsuz sözler söyleyerek yaklaşmaya çalışmak. harf çevirisi * Transliterasyon. harfendaz * Onur kırıcısöz söyleyen. harfendazlık * Harfendaz olma durumu. harfi harfine * Tastamam, uygun, gerçekte olduğu gibi. harfitarif * Arapçada addan önce gelen ve adın belirli olduğunu gösteren elif, lâm harfleri, tanımlık. harfiyen * Harfi harfine, hiçbir değişiklik yapmadan. harharyas * Harharyasgillerden, boyu 2 m’ yi bulan çok tehlikeli bir köpek balığıtürü (Carcharhinus lamia). harharyasgiller * Köpek balıklarıtakımına giren bir familya. harı başına vurmak * çok kızmak; azmak, kendini tutamayacak duruma gelme. harı geçmek * kızgınlığı, sıcaklığı, hevesi, isteği veya öfkesi azalmak. harıl harıl * Aralıksız olarak, durmaksızın, bütün gücüyle. harılanma * Harılanmak durumu. harılanmak * (hayvan) Huysuzlanmak, huysuzluk etmek. harıldama * Harıldamak durumu. harıldamak * Gürültüyle ve sürekli olarak akmak; yanmak; çalışmak. harıltı * Harıldarken çıkan ses. harım * Sebze ve meyve bahçesi.
* Tarla ve bahçe çevresindeki çit.harın * Bir şeyden huylanıp yürümeyen, geri geri giden (hayvan).
* Hain, huysuz.
* Obur.haricen * Dıştan, dışarıdan. haricî * Dışla ilgili, dıştan olan. hariciye * (devlet yönetiminde) Dışişleri.
* Ameliyatıveya tedaviyi gerektiren hastalıklarla ilgilenen hekimlik kolu.
* Hastahanelerde bu hastalıklarla ilgilenen bölüm.hariciye nazırı * Dışişleri bakanı. hariciyeci * Dışsiyaset ile uğraşan meslek adamı.
* Hariciye hastalıklarıuzman hekimi.hariciyecilik * Hariciyeci olma durumu. hariç * Dış, dışarı.
* Yabancıülke, dışarı.
* Dışta kalmak üzere, dışında sayılmak üzere.hariç olmak * o işin içinde olmamak. hariçten gazel okumak (veya atmak) * bir konuyu iyice bilmeden, üzerinde görüşve düşünce ileri sürmek.
* bir konuşmaya yersiz ve zamansız katılmak.harika * Yaradılışın ve imkânların üstünde nitelikleriyle insanda hayranlık uyandıran (şey).
* Çok büyük bir hayranlık uyandıran, eksiksiz, kusursuz, tam, mükemmel.harikalar yaratmak * hayranlık uyandıracak başarılar kazanmak. harikulâde * Eşi görülmemiş, şaşkınlık yaratıcı, olağanüstü.
* Çok güzel.harikulâdelik * Harikulâde olma durumu veya özelliği, olağanüstülük. harim * Girilmesi yabancıya yasak olan, kutsal tutulan, korunulan yer. harir * İpek. haris * İstekli, aç gözlü, bir şeyi çok fazla isteyen, hırslı. harita * Coğrafya, tarih, dil, nüfus vb. olgularla ilgili yeryüzünün veya bir parçasının, belli bir orana göre
küçültülerek düzlem üzerine çizilen taslağı.haritacı * Harita yapan kimse, kartograf. haritacılık * Haritacı olma durumu.
* Çeşitli amaçlara yönelik haritaların yapım yöntemi, kartografi.haritada olmak * göz önünde bulundurulması gerekmek. haritadan silinmek * bir ülke, başka devletin hâkimiyeti altına girmek.
* (bir köy, kasaba) savaşveya deprem gibi bir olay sonunda yok olmak.haritalık * Haritaların saklandığıyer. hark * Bkz. ark. harlak * Harıltı ile akan su, çağlayan. harlama * Harlamak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 19
harlamak * (ateşiçin) Kuvvetlenmek, harlı bir biçimde yanmak.
* Birden öfkelenerek bağırmak, birine çıkışmak.harlatma * Harlatmak işi. harlatmak * (ateşi) Kuvvetlendirmek, alevlendirmek. harlı * Kuvvetli, harıl harıl yanan. harman * Tahıl demetlerinin üzerinden düven geçirilerek tanelerin başaklarından ayrılması işi.
* Bu işin yapıldığıyer veya mevsim.
* Birçok çeşitten birer parça alıp yeni birleşim oluşturma işi.
* (kâğıtçılıkta) Selüloz açılmasıaşamasından başlayıp kâğıt veya karton sayfasının meydana gelmesine kadar
kullanılan bir veya birkaç kâğıt hamuru ile diğer malzemelerin meydana getirdiği sulu süspansiyon.harman çevirmek * harmanlamak. harman çorman * Bkz. karman çorman. harman dövmek * ekin tanelerini saptan ayırmak işini yapmak. harman etmek (veya yapmak) * birçok çeşitten birer parça alıp yeni bir birleşim oluşturmak. harman savurmak * tahılısamandan ayırmak için dövülmüşünü rüzgâra karşısavurmak. harman sonu * Harmandan sonra kalan, toprakla karışmıştahıl.
* Büyük bir varlık veya işten sonra kalan bölüm.harman sonu dervişlerin * bir işin sonunda iyi pay alanlar için söylenir. harman yeri * Üzerinde harman dövülen, sıkıştırılmışsert toprak alan. harmancı * Harman işi ile uğraşan kimse. harmancılık * Harmancı olma durumu.
* Harmancının yaptığı iş.harmandalı * (Ege bölgesinde) Bir çeşit zeybek oyunu. harmani * Bütün vücudu saran, kolsuz ve bazen kukuletalı bir çeşit üst giysisi, pelerin. harmaniye * Bkz. harmani. harmanlama * Harmanlamak işi. harmanlamak * Harman etmek.
* Bir çember oluşturacak biçimde dolaşmak.
* (gemi) Az bir dümen açısıyla büyük bir eğri çizerek yürümek.harmanlanma * Harmanlanmak işi. harmanlanmak * Tütün, çay, içki gibi şeylerin birkaç çeşidi birbirine katılıp karıştırmak.
* (Ay) Çevresinde ağıl oluşmak.harmanlatma * Harmanlatmak işi. harmanlatmak * Harman yaptırmak. harmanlık * Harman için gerekli eşya.
* Harman yeri.harmoni * Armoni. harmonyum * Dışgörünüşü piyanoya benzeyen, körüğü ayakla işletilen küçük org. harnup * Keçiboynuzu. harp * Savaş. harp * Dik tutularak parmakla çalınan, üç köşeli ve telli, büyük çalgı, arp. harp açmak * Bkz. savaşaçmak.
* Bir konuda güçlü biçimde mücadele etmek, bir konuyu şiddetle savunmak.harp akademileri * Türk SilâhlıKuvvetlerine kumandan ve kurmay subay yetiştiren okullar. harp dairesi * Millî Savunma Bakanlığında savaşgereçleri ile uğraşan daire. harp malûlü * Savaşta sakat kalmışasker. harp okulu * Türk SilâhlıKuvvetlerine subay yetiştiren yüksek okul, harbiye. harp zengini * Savaşsırasında yolsuz kazançlar sağlayarak kısa sürede zengin olan kimse. Harput köftesi * Kıyma, ince bulgur ve fesleğen gibi değişik koku ve baharatla hazırlanan sulu köfteli yemek. harrangürra * Gürültü ile ve özensiz olarak. harrup * Harnup. hars * Tarla sürme.
* Kültür.hart * (ısırmak, yemek vb. için) Birden ve sert bir biçimde. hart hart * Sert ve kaba ses çıkararak. hart hurt * Ağız dolusu ısırarak ve ses çıkararak (yemek). harta * “Sırasız, saygısız davranışlarda bulunmak” anlamında hartasıhurtası olmamak deyiminde geçer. hartadak * Ansızın ve sertçe (ısırmak, kapmak). hartadan * Bkz. hartadak. hartama * Kiremit yerine kullanılan veya kiremit altına konulan ince tahta. harttadak * Bkz. hartadak. hartuç * Merminin arkasından namluya sürülen bezden veya kartondan barut kesesi. has * Özgü, mahsus.
* Katışıksız, en iyi cinsten; saf.
* İyi nitelikleri kendinde toplamışolan (kişi).
* OsmanlıDevletinde yüz bin akçeyi aşan dirlik.
* Hükümdara özgü olan. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 20
has un * Kepeğinden bütünüyle ayrılmış birinci sınıf un. hasa * Bkz. hasse. Hasanpaşa köftesi * Fırında kaşar ve maydanoz, soğan karışımı ile hazırlanan sosla pişirilen köfte. hasar * Herhangi bir olayın yol açtığı, kırılma, dökülme, yıkılma gibi zarar. hasara uğramak * zarar görmek, yıkılmak, harap olmak. hasarlı * Hasara uğramış. hasat * Ürün kaldırma, ekin biçme işi.
* Bu biçimde toplanmışürün.hasatçı * Ürün kaldırma, toplama, ekin biçme işi ile uğraşan kimse. hasatçılık * Hasatçı olma durumu.
* Hasatçının işi.hasbelkader * Rastlantısonucu olarak, tesadüfen. hasbetenlillâh * Tanrı için, Tanrıuğruna, Tanrırızası için, hiçbir karşılık beklemeksizin. hasbıhâl * Söyleşi, sohbet. hasbıhâl etmek * söyleşmek, karşılıklıkonuşmak, sohbet etmek. hasbî * Gönüllü ve karşılıksız yapılan.
* Sebepsiz.hasbî geçmek * (bir şeye) önem vermemek, ilgi göstermemek, kısa kesmek. hasbîlik * Gönüllü ve karşılıksız işyapma, gönüllülük. hasebi nesebi * Soyu sopu. hasebiyle * Dolayısıyla, …-dan / -den ötürü. haseki * OsmanlıDevletinde bir görevde eskimişolanlara verilen unvan.
* Bostancı ocağının küçük dereceli subayları.
* Osmanlısarayında karavaşlar arasından seçilen padişah gözdesi.haseki sultan * Padişahtan çocuğu olan karavaş. hasekiküpesi * Düğün çiçeğigillerden bir süs bitkisi (Aquilegia). hasenat * Yararlı, iyi, güzel işler. hasep * Kişisel özellikler, nitelikler. haset * Kıskançlık, çekememezlik, günü. haset etmek * kıskanmak, çekememek, günülemek. hasetçi * Kıskanç, günücü. hasetlenme * Hasetlenmek işi. hasetlenmek * Kıskanmak, çekememek. hasetli * Haset dolu. hasetlik * Haset olma durumu, hasetçi davranış, kıskançlık, günücülük. hasıl * Yeni başak tutmaya başlamışyeşil ekin. hâsıl * Olan, ortaya çıkan; görünen. hâsıl olmak * ortaya çıkmak, türemek. hâsıla * Bir işten elde edilen sonuç. hâsılat * Ürün.
* Gelir, kazanç.hâsılatlı * Gelir getiren; ürün veren. hâsılı * Sözün kısası, kısacası. hâsılıvelkelâm * Sözün kısası, kısacası, özetlersek. hâsılıkelâm * Bkz. hâsılıvelkelâm. hasım * Düşman, yağı.
* Bir oyun, dava veya yarışta karşıtaraf.hasımca * Hasım gibi davranarak. hasımlık * Hasım olma durumu.
* Düşmanlık, yağılık.hasır * Saz, kabuk, yaprak gibi bir bitki maddesiyle örülmüştaban veya tavan örtüsü.
* Tamamıveya bir bölümü böyle bir örgüden yapılmışolan.hasır * Ayırma, (bir şeyi) özgü kılma. hasır otu * Hasır otugillerden, bataklıklarda yetişen düz, ince uzun ve dayanıklı olan yapraklarıkıtık yapmaya, hasır ve
zembil örmeye yarayan bir saz, zembil otu, semerci sazı, su kamışı, kofa, kiliz (Typha).hasır otugiller * Su kıyılarında yetişen, örneği hasır otu olan bir bitki familyası. hasıraltı * “Bir işi isteyerek, bilerek ve haksız olarak yürütmemek, örtbas etmek” anlamında hasıraltıetmek deyiminde
geçer.hasırcı * Hasır ören veya satan kimse. hasırcılık * Hasır örme zanaatıveya satma işi. hasırlama * Hasırlamak işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 12
hamaset * Yiğitlik, kahramanlık, cesaret. hamasî * Yiğitlerden ve yiğitliklerden söz eden (destan, şiir). hamaylı * Bkz. hamail. Hambelî * 343 Hanbelî. hamburger * Bir tür köfteli ve yuvarlak ekmekli sandviç. hamburgerci * Hamburger yapan veya satan kimse. hamdetme * Hamdetmek işi veya biçimi. hamdetmek * Tanrı’ya şükretmek. hamdüsena * Tanrı’ya olan şükran duygularını bildirme. Hamel * Koç burcu. hamhalat * Kaba saba, görgüsüz.
* Verimsiz, çorak, kuru.hamız * Asit. hami * Gözeten, koruyan, koruyucu (kimse).
* Kayıran, kayırıcı(kimse).hamil * Elinde bulunduran, üzerinde taşıyan.
* Destek, bindi.hamil olmak * üzerinde bulundurmak, taşımak. hamile * Gebe, yüklü, aylı. hamilelik * Gebelik.
* Hamile elbisesi.hamilen * Üzerinde taşıyarak. hamilikart * Tavsiye edildiği yazılıkartı, pusulayıtaşıyan kimse. haminne * Yaşlıve saygıduyulan kadınlara verilen unvan. hamisiz * Koruyucusu, kayıranı olmayan. hamiş * Mektup kâğıdının boş bir yerine yazılan ek düşünce, çıkma, not (post scriptum). hamiyet * Bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası. hamiyetli * Hamiyeti olan. hamiyetperver * Hamiyetli, hamiyet sahibi. hamiyetperverlik * Hamiyet sahibi olma. hamiyetsiz * Hamiyeti olmayan. hamiyetsizlik * Hamiyetsiz olma durumu. hamla * Küreklerin bir kez suya daldırılıp çıkarılması.
* Bu biçimde sandalın aldığıyol.
* Kıçtan birinci oturak.hamlacı * Büyük sandal ve kayıklarda kıçtan birinci oturakta kürek çeken kimse. hamlaç * Üfleç. hamlama * Hamlamak.
* Çini toprağından yapılmışnesnelerin ilk pişirilişi.
* Bu pişirmenin yapıldığıfırın bölümü.hamlamak * Uzun zaman idman yapmamak, hareket etmemek yüzünden gücünü veya çevikliğini yitirmek. hamlaşma * Hamlaşmak durumu. hamlaşmak * Hamlamak durumu. hamle * İleri atılma, atılım.
* Saldırış, savlet.
* Satrançta ve damada taşsürme işi.
* Atak (II).hamle etmek (veya yapmak) * atılmak, saldırmak.
* önemli bir işe girişmek, bir işte başarı sağlamak için çaba harcamak.hamleci * Atılımcı. hamletme * Hamletmek işi. hamletmek * Bir sebebe yüklemek, yormak. hamlık * Ham olma durumu.
* İdmansızlık.hamse * Divan edebiyatında beşmesnevînin bir araya gelmesinden oluşan eser. hamsi * Hamsigillerden, Akdeniz, Karadeniz ve BatıAvrupa kıyılarında avlanan, 10-12 cm boyunda, ince uzun bir
balık (Engraulis encrasicholus).hamsi buğulama * Hamsinin fırında pişirilen yemeği. hamsi çorbası * Hamsi ile yapılan çorba. hamsigiller * Kemikli balıkların hamsi, ringa, sardalye, tirsi balıklarını içine alan bir familyası. hamsikuşu * Baharat, un ve yumurtaya bulanarak yapılan hamsi tavası. hamsili pilâv * Hazırlanan iç pilâvın üzerine ayıklanıp temizlenmişhamsilerin konulmasıve fırında pişirilmesiyle yapılan
bir tür pilâv.hamsin * Erbainden sonra gelen, 31 ocakta başlayan elli günlük kışdönemi. hamt * Tanrı’ya şükretme. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 13
hamt etmek * Tanrı’ya şükretmek. hamt olsun * “Tanrı’ya şükürler olsun” anlamında hoşnutluk anlatır. hamule * Yük.
* Kâğıt dolgu maddesi.hamur * Unun su veya başka sıvılarla yoğrulmuşdurumu.
* (kâğıt için), Nitelik, tür.
* (ekmek ve hamur işleri için) İyi pişmemiş.
* Öz, asıl, maya.hamur açmak * yoğrulmuşhamuru inceltip yufka durumuna getirmek. hamur boya * Ressamın boya tablasıüzerinde, resmine sürmek için hazırladığıhamur kıvamındaki yağlı boya. hamur çorbası * Hamur ile yapılan çorba. hamur gibi * yorgunluktan eli ayağıtutmaz.
* yiyeceklerin çok pişip bulamaç durumuna gelmesi.hamur işi * Hamurdan yapılan yiyeceklerin genel adı. hamur tahtası * Üzerinde hamur açılan tekerlek biçiminde ve kısa ayaklımasa, yastağaç. hamur tatlısı * Hamurla yapılan tatlıların genel adı. hamur teknesi * İçinde hamur yoğurmaya yarayan özel kap. hamur tutmak * hamur hazırlamak. hamurcu * Fırında hamur yoğuran (işçi), hamurkâr. hamurculuk * Hamurcunun işi veya mesleği. hamurkâr * Hamurcu. hamurlama * Hamurlamak işi. hamurlamak * Hamur sürmek.
* (kapalıtencerenin kenarını buğu çıkmasın diye) Hamurla sıvamak.hamurlanma * Hamurlanmak işi. hamurlanmak * Hamura bulanmak. hamurlaşma * Hamurlaşmak işi. hamurlaşmak * Hamur kıvamıalmak, gevşemek. hamursu * İyi pişmemiş, hamur gibi, hamurumsu. hamursuz * Yahudilerin, Hamursuz Bayramıdolayısıyla yapıp yedikleri bir çeşit mayasız çörek. Hamursuz Bayramı * Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarınıanmak amacıyla her yıl kutladıkları bayram. hamurumsu * Hamur kıvamında olan, iyi pişmemiş, hamursu. hamut * Araba koşumunda atların boyunlarına geçirilen ağaç veya üstüne meşin geçirilmişçember. han * Osmanlıpadişahlarının adlarının sonuna getirilen unvan.
* Doğu ülkelerinde yerli beyler ve Kırım girayları için kullanılan unvan.han * Yol üzerinde veya kasabalarda yolcuların konaklamalarına yarayan yapı.
* Büyük şehirlerde serbest mesleklerde çalışanların oda veya daire tutup çalıştıkları birkaç katlıyapı.han gibi * gereğinden çok genişolan yer. han hamam sahibi * mülkü çok, varlıklıkimse. han kapısından teğelti atmak * defetmek, kovmak. hanay * İki ve daha çok katlıev.
* Sofa, hol.
* Avlu.Hanbelî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Bu mezhepten olan kimse.hancı * Han işleten kimse. hancısarhoşyolcu şarhoş * kimin ne yaptığı, ne ettiği belli değil. hancılık * Hancı olma durumu veya hancının yaptığı iş. hançer * Ucu eğri ve sivri, kamaya benzer, silâh olarak kullanılan bir tür bıçak. hançer çiçeği * Çiçekleri hançer sapınıandırdığı için Lâtin çiçeğine verilen bir ad. hançere * Gırtlak. hançerleme * Hançerlemek işi. hançerlemek * Hançerle yaralamak veya öldürmek. hançerlenme * Hançerlenmek işi. hançerlenmek * Hançerle yaralanmak veya öldürülmek. handan * Şen, neşeli. hande * Gülme, gülüş. handikap * At yarışlarında binicilerle eyerin toplam ağırlığının, atların koşuyu kazanma şansınıetkileyecek biçimde
ayarlanması.
* Elverişsiz durum, engel.handiyse * Yakın zamanda, neredeyse, hemen hemen. hane * Ev, konut.
* Ev halkı.
* Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri, bölük, göz.
* Ondalık sayısisteminde bir sayının sağdan sola doğru rakamlarının derecelerine göre her birinin
bulunduğu yer, basamak.
* Klâsik Türk müziğinde, peşrev gibi saz parçalarının bölümlerinden her biri.
* Birleşik kelimelerde ikinci kelime olarak bulunur, bina, yapı, yer, makam anlamlarınıkarşılar.hanedan * Hükûmdar veya devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, büyük aile.
* Belli ve büyük soydan gelen.
* Eli açık ve konuksever. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 14
hanedanlık * Hanedandan olma durumu. Hanefî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Hanefî mezhebinden olan kimse.Hanefîlik * Hanefî mezhebi. hanek * Söz, konuşma. haneli * Herhangi bir sayıda evi olan.
* Herhangi bir sayıda hanesi olan.hanelik * Herhangi bir sayıda evi olan, evlik. hanende * Şarkısöylemeyi meslek edinmişkimse, şarkıcı, okuyucu. hanendelik * Hanende olma durumu, şarkıcılık, okuyuculuk. hangar * Uçak, araba, tarım aracı, eşya gibi nesneleri barındırmaya yarar kapalıyer, sundurma. hangar gibi * çok büyük ve genişyer. hangi * İki veya daha çok şeyden bir tanesini belirtecek bir cevap istemek için kullanılan soru sıfatı.
* Fiili dilek veya şart birleşik zamanında olan cümlelerde, nesnenin veya cümlenin belirteni durumunda
olduğunda nesnedeki kavramı genelleştirir.hangi akla hizmet ediyor? * ne gibi bir düşünce ile böyle olmayacak, mantıksız bir işyapıyor?. hangi biri? * çok olanlardan hangisi. hangi dağda kurt öldü? * kendisinden beklenmedik bir davranışkarşısında şaşma ve sitem anlatır. hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak * kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak. hangi rüzgâr attı? * bir yere uzun süre uğramamışken beklenmedik bir zamanda gelenlere sitem yollu söylenir. hangi taşpekse (katıysa), başını ona vur * kendi kusuru yüzünden zor bir duruma düşen veya başkalarından yardım isteyen bir kimseye
öfkelenildiğinde söylenir.hangi taşıkaldırsan, altından çıkar * her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur.
* her işe karışır.hangisi * Birkaç kişi arasından kim veya birkaç şey arasından hangi şey. hanım * Kız ve kadınlara verilen unvan, bayan.
* Karı, eş.
* Kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan.
* Toplumsal durumu, varlığı iyi olan, hizmetinde bulunulan kadın.hanım böceği * Kın kanatlılardan, kara benekli, kırmızırenkte, kurtçuklarıyediği için yararlısayılan bir böcek, gelin böceği
(Coccinella).hanım evlâdı * Nazlı büyütülmüş, çıtkırıldım kimse.
* Piç.hanım hanımcık * Evine, çocuklarına, işine gereği gibi bakan, çevresiyle uyumlu (kadın, kız).
* Böyle bir kadına veya kıza yaraşır davranışları olan.hanımanne * Kayın valide. hanımefendi * Üstün bir saygı göstermişolmak için kadın adlarının sonuna getirilir veya adların yerine kullanılır. hanımefendilik * Hanımefendi olma durumu ve özelliği. hanımeli * Hanımeligillerden tırmanıcı, korularda, çalılıklarda yetişen bir bitki (Lonicera caprifolium).
* Bu bitkinin güzel kokulu çiçeği.hanımeligiller * İki çeneklilerden, örneği hanımeli olan bir bitki familyası. hanımgöbeği * Bir çeşit hamur tatlısı. hanımlık * Hanım olma durumu ve özelliği. hanımnine * Bkz. haminne. hanımparmağı * İnce uzun, parmak biçiminde bir çeşit hamur tatlısı. hani * Nerede, ne oldu, nerede kaldı.
* Karşıdakinin daha önceden bildiği bir şey kendisine hatırlatılmak istenildiğinde kullanılır.
* Verilen sözü hatırlatan sözün başına getirildiğinde sitem anlatır.
* Bazen “bari” anlamında kullanılır.
* “Doğrusunu söylemek gerekirse”,”kaldıki, üstelik” anlamlarında kullanılır.hani * Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan, alaca kırmızırenkli, beyaz etli, orta büyüklükte bir balık (Serranus
cabrilla).hani ya * hani. hani yok mu * dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenir. hanidir * ne vakittir, epey zamandır, çoktan beri. hanigiller * İyi bilinen türleri hani ve yazılıhani olan kemikli balıklar takımı. hanlık * Han olma durumu.
* Hanın egemenliğindeki ülke.
* Hanın yönetimi.hant hant * “Rahatsız edecek biçimde bir şeye aşırı istek duymak” anlamında hant hant ötmek deyiminde geçer. hantal * Kocaman, iri, kaba.
* İşi, davranışlarıkaba ve yavaş.hantallaşma * Hantallaşmak işi. hantallaşmak * Hantal bir duruma gelmek. hantallık * Hantal olma durumu. hanüman * Ev bark, ocak. hanümanınıyıkmak * ocağınıyıkmak, evini barkınıdağıtmak. Hanya * “Haddini bilmek” anlamında Hanya’yıKonya’yı bilmek (veya anlamak) bilmemek (veya anlamamak)
deyiminde geçer.Hanya’yıKonya’yıanlamak * bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak. Hanya’yıKonya’yı göstermek (veya öğretmek) * Bkz. dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek. Hanya’yıKonya’yıöğrenmek * Bkz. anlamak.