Helenist | * Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonularında uzman olan kimse. |
Helenistik | * Büyük İskender’den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan. |
Helenizm | * Grek uygarlığı. * Grek olmayan ulusların Grek düşüncesinin etkisiyle gerçekleştirdiği uygarlık. * Grekçe anlatım. |
helezon | * Kıvrımlı, yılankavi biçim, helis. |
helezonî | * Sarmal, yılankavi, helisel. |
helezonlaşma | * Helezonlaşmak biçimi veya durumu. |
helezonlaşmak | * Sarmal, kıvrımlı biçime gelmek. |
helezonlu | * Helezonu olan, sarmal. |
helik | * Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar. |
helikoit | * Helis biçiminde eğri yüzey. |
helikon | * Çalgıağızlığıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakır çalgı. |
helikopter | * Dik inişve çıkışyapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt. |
helis | * Bir silindirin ana doğrularınısabit bir açıaltında kesen eğri. |
helisel | * Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî. |
helke | * Bakraç, kova, herke. |
hellim | * Kı brıs’ta yapılan bir çeşit beyaz peynir. |
helme | * Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldığında, nişastanın çökelmesiyle oluşan koyu sıvı. * Bazı bitkilerin kök, çiçek ve tohumlarında bulunan koyu kıvamlımadde. |
helme dökmek | * (kaynatılmıştanelerin suyu için) koyulaşmak. |
helme gibi | * iyice pişmiş. |
helmelenme | * Helmelenmek işi. |
helmelenmek | * Helme dökmek, helmesi çıkmak. |
helmeli | * Helme durumunda olan (yemek). |
helmintoloji | * Kurt bilimi. |
helva | * Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı. |
helvacı | * Helva yapan veya satan kimse. |
helvacıkabağı | * Kabakgillerden, tatlısıyapılan dışı boz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağı(Cucurbita maxima). |
helvacıkökü | * Bkz. çöven. |
helvacılık | * Helva yapma veya satma işi. |
helvahane | * Genellikle helva pişirmekte kullanılan genişve az derin tencere. * Sarayda mutfak içinde tatlıların yapıldığıözel bölüm veya oda. |
helvalaşma | * Helvalaşmak durumu. |
helvalaşmak | * Helva durumuna gelmek. |
helvalık | * Helva yapımı için kullanılan malzeme. |
helyodor | * Altın sarısırenginde, berilden oluşan, kuyumculukta kullanılan bir taş. |
helyograf | * Güneşten yayılan ısımiktarınıölçmeye yarayan alet. * Güneşin ışıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet. * Güneş ışınlarından yararlanan optik telgraf aleti. |
helyoterapi | * Güneş ışınlarıyla tedavi. |
helyum | * Atom numarası2, yoğunluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. KısaltmasıHe. |
hem | * Bir kimseyi uyarmak, bir şeyi açıklamak veya anlamı güçlendirmek için “özellikle”, “zaten”, “bir de”, “şurası da var ki” anlamlarında kullanılır. * Açıklayıcınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağlar. * Hem … hem … biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eşitlik, pekiştirme, birlikte olma veya karşıtlık anlamlarıyla bağlar. |
hem de | * anlamı güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir başkasının da eklendiğini belirtmek için kullanılır. |
hem de nasıl | * pek çok, üstün derecede. * özene bezene, büyük bir dikkatle. |
hem İsa’yıhem de Musa’yımemnun etmek | * istekleri birbirine karşıt olan iki kişiyi birden hoşnut edecek bir davranışta bulunmak. |
hem kaçar hem davul çalar | * çekinir göründüğü işi yapmaktan vazgeçemez. |
hem kel hem fodul | * ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanılır. |
hem nalına hem mıhına (vurmak) | * karşıt olan iki yanıdesteklemek. |
hem suçlu hem güçlü | * gerçek suçlu kendi olduğu halde başkalarınısuçlamaya çalışanlar için söylenir. |
hem ziyaret hem ticaret | * biriyle görüşmeye giden kimsenin, bu gidişten yararlanarak başka bir işi de yapmasıdurumunda söylenir. |
hemati | * Kanın hemoglobinle renklenmişal yuvar. |
hematit | * Kırmızıveya esmer renkte olan doğal demir oksidinden oluşan bir mineral, kan taşı. |
hematolog | * Kan bilimci. |
hematoloji | * Kan bilimi. |
hemayar | * Denk, eşit. |
Kategori: H
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 35
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 36
hemcins * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş. hemdert * Dert ortağı. hemen * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
* Aşağıyukarı; yalnız, sadece.hemen hemen * Nerede ise, az zaman sonra.
* Tam değilse bile ona pek yakın.hemencecik * Çarçabuk, anında. hemfikir * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş. hemhâl * Aynıdurumda olan. hemhâl olmak * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek. hemhudut * Sınırdaş. hemodiyaliz * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi. hemofil * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse). hemofili * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı. hemoglobin * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan,
birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.hempa * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş. hemşehri * Aynı ilden olan kimse, memleketli.
* Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır.hemşehrilik * Hemşehri olma durumu. hemşire * Kız kardeş, bacı.
* Diplomalıhasta bakıcıkadın.hemşirelik * Kız kardeşlik.
* Hasta bakıcılık.hemşirezade * Kız kardeşin çocuğu. hemze * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir
kesinti izlenimi veren ünsüz.hemzemin * Aynıdüzeyde olan. hemzemin geçit * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi. hendek * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur. hendese * Geometri. hendesî * Geometrik. hengâm * Hengâme. hengâme * Patırtı, gürültü, kavga. hentbol * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü,
el topu.hentbolcu * Hentbol oynayan kimse. henüz * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni.
* (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.hep * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
* Sürekli olarak, her zaman, daima.
* (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır.hep beraber * Birlikte. hep bir ağız olmak * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek. hep bir ağızdan * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak). hep birden * Toplu olarak. hepatit * Sarılık. hepatoloji * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı. hepçil * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen. hepimiz * Bkz. hep. hepiniz * Bkz. hep. heple hiç ilkesi * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün
bireyleri için doğru olması ilkesi.hepsi * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep. hepsi hepsi * Tamamen, tam tamına. hepten * Tamamıyla, büsbütün. hepyek * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi. her * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir. her aşın kaşığı * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan. her biri * Ayrıayrıhepsi. her boyaya girip çıkmak * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak. her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 37
her daim * Her zaman, daima. her dem taze (olmak) * yaşlı olduğu hâlde genç görünenler için söylenir.
* yıl boyunca yeşil yapraklı olan (bitki).her derde deva * birçok şeye çare olan. her firavunun bir Musa’sıçıkar * her zalimden insanıkurtaracak bir kurtarıcıçıkar. her gördüğü sakallıyı babasısanmak * görünüşe aldanmak. her gün * Süreklice, sürekli olarak. her gün papaz pilâv yemez * Bkz. papaz her gün pilâv yemez. her hâlde * Büyük bir ihtimalle.
* Her durumda, ne yapıp yapıp, kesinlikle, mutlaka.her horoz kendi çöplüğünde öter * herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır ve sözünü orada geçirebilir. her ihtimale karşı * her türlü olasılığıdüşünerek. her işin (her şeyin) başısağlık * insanın yapacağıher şey vücut sağlığına bağlıdır. her kafadan bir ses çıkmak * bir konu üzerinde herkes rastgele konuşmak. her koyun kendi bacağından asılır * herkes kendi davranışlarından sorumludur, herkes kendi hatasının cezasınıkendi çeker. her kuşun eti yenmez * herkes zorbalığa boyun eğmez, buna karşı gelecekler de çıkar. her nasılsa * beklenmeyen bir durumu belirtmek için kullanılır. her ne hâl ise * uzatmayalım, geçelim. her ne ise (veya her neyse) * ne olursa olsun, ne kadar ise, tutarıne ise.
* konuyu kapatalım, olan olmuş, uzatmayalım.her ne kadar * başına getirildiği şartlıcümledeki yargının doğru veya doğal görüldüğunü, fakat bunun yeterli olmadığını
anlatır.her ne pahasına olursa olsun * Bkz. ne pahasına olursa olsun. her nedense * sebebi bilinmez. her şeyin yenisi, dostun eskisi * dostluk eskidikçe güç ve değer kazanır. her tarakta bezi olmak * Bkz. kırk tarakta bezi olmak. her telden çalmak * her çeşit işi yapabilir durumda olmak veya birçok konuda bilgisi olmak. her yerdelik * Tanrı’nın her yerde ve her zaman bulunduğuna inanan din ve fizik ötesi görüş. her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır * herkesin kendine özgü bir çalışma yöntemi, bir işyapma biçimi vardır. her yiğidin gönlünde bir aslan yatar * herkesin kendine göre yüksek bir emeli vardır. her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır * hayat boyunca yükselme ve düşme gibi durumlar kesin değildir, bunlar birbirinin ardından gelebilir. her zaman * Ara vermeden, sürekli, daima, sık sık. hercaî * Hiçbir şeyde kararlı olmayan (kimse), yeltek, gelgeç.
* Aşkta değişken, vefasız.hercaî menekşe * Menekşegillerden, mor, sarı, beyaz renkte, menekşeye benzer çiçekleri olan yıllık bir bitki, alaca menekşe
(Viola tricolor).
* Bu bitkinin çiçeği.hercaîce * Hercaî gibi, hercaîye yakışır (biçimde). hercaîlik * Hercaî olma durumu veya hercaîce davranış. hercümerç * Alt üst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak. hercümerç etmek * alt üst etmek, karıştırmak. herek * Asma, fasulye gibi sarılgan bitkilerin tutunması için yanlarına dikilen sırık, ispalya. herekleme * Hereklemek işi. hereklemek * Asma ve fasulye gibi sarılgan veya destek isteyen bitkileri hereğe bağlamak veya bu bitkilerin yanına herek
dikmek.hergele * Bineğe veya yük taşımaya alıştırılmamışat veya eşek sürüsü.
* Terbiyesiz, görgüsüz kimseler için bir sövgü sözü olarak kullanılır.hergeleci * Yaban atlarına bakan kimse, yabanî at çobanı. hergelelik * Hergele olma durumu. herhangi * Belli olmayan, özellikleri iyice bilinmeyen, rastgele. herhangi bir * Belli olmayan, rastgele bir (kimse veya şey). herhangi biri * Belli olmayan, rastgele biri. herif * Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağıkimse.
* Adam.herifçioğlu * Kızılan veya beklenmeyen bir işi yapan erkek. herik * Beyaz renkli, yağlıkuyruğu yukarıda genişçe ve aşağıya doğru bir incelme gösteren, Karadeniz’in geçit
bölgelerinde yetiştirilen, kaba karışık yapağılı bir tür koyun.herk * Sürüldükten sonra bir yıl dinlendirilen, nadasa bırakılan tarla. herk etmek * tarlayısürüp dinlenmeye bırakmak. herke * Bakraç, kova. herkes * İnsanların bütünü.
* Olur olmaz kimseler, önüne gelen. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 27
havlatmak * Havlamasına sebep olmak. havlayış * Havlamak işi veya biçimi. havlı * Havı olan.
* Havlu.havlıcan * Zencefilgillerden, aynıadla anılan kök sapları baharat olarak kullanılan ıtırlı bir bitki (Galanga officinalis). havlu * Kurulanmaya yarar havlı bez. havlu atmak * (oyunda) pes etmek. havlucu * Havlu dokuyan veya satan kimse. havluculuk * Havlu dokuma veya satma işi. havluluk * Havlu asmak için özel olarak yapılmış araç, havlu asacağı.
* Banyolarda havluların konulduğu küçük dolap.
* Havlu yapmaya elverişli olan, özel dokunuşlu pamuklu (kumaş).havra * Yahudi tapınağı, sinagog.
* Çok gürültülü yer.havsala * Kuşkursağı.
* Leğen.
* Zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi.havsalasıalmamak * aklıkabul edememek. havsalası geniş * Hoşgörüsü olan, hiçbir şeye aldırışetmeyen. havsalasına sığmamak * aklıalmamak, kavrayamamak.
* kabul edememek.havuç * Maydanozgillerden, koni biçimindeki etli kökü için sebze olarak yetiştirilen iki yıllık otsu bir kültür bitkisi,
yeregeçen, pürçüklü (Daucus carota).havuç suyu * Havuç meyvesinin sıkılması ile elde edilen meyve suyu. havuçlu kek * İçinde havuç bulunan kek. havuduyla yutmak * Bkz. deveyi havuduyla yutmak. havut * Deve semeri. havuz * Su biriktirmek, yüzmek veya çevreyi güzelleştirmek gibi amaçlarla altıve yanlarımermer, beton ve benzeri
şeylerden yapılarak içine su doldurulan, genellikle üstü açık yer.
* Kum, asit vb. konulan çukur yer.
* Büyük gemilerin onarılmak için çekildikleri yer.havuzcu * Otelde havuzla ilgili işlere bakan görevli. havuzcuk * İdrar borularının böbrekle birleştikleri yerde huni biçimindeki genişlik. havuzlama * Havuzlamak işi. havuzlamak * (gemiyi) Onarmak için havuza çekmek. havuzlanma * Havuzlanmak işi. havuzlanmak * (gemi) Onarılmak için havuza çekilmek. havuzlu * Havuzu olan. havuzsuz * Havuzu olmayan. havvaanaeli * Küçük beyaz çiçekli bir yıllık bir bitki (Anastatica hierochuntia). havya * Madenlerle yapılan kaynak işlerinde lehimi eritmek için ateşle veya elektrikle kızdırılarak kullanılan,
çoğunlukla çekiç biçiminde ucu bakır alet.havyar * Tuzla hazırlanmışyarıezme durumunda, genellikle mersin balığıyumurtası. havza * Dağveya tepelerle sınırlanmış, sularıaynıdenize, göle veya ırmağa akan bölge.
* Maden bölgesi.
* Tekne.hay * İyi dilek, azarlama, şaşma ve sevinç bildirmede kullanılır. hay Allah * iyi dilek. hay hayı gitmek vay vayıkalmak * sağlığını, gençliğini yitirerek sağlığından yakınır duruma gelmek. haya * Er bezi. hayâ * Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma. hayâ perdesi yırtılmak * utanç duymamak. hayal * Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, imge, hulya.
* İmge.
* Görüntü.
* Belli belirsiz görülen şey, gölge.
* Aydınlatılan bir perde arkasında deri veya kartondan yapılmış, hareket edebilen resimlere verilen ad ve bu
resimlerle oynatılan oyun.hayal gücü * Zihnin hayal yaratma yetisi, düşgücü, imgeleme, muhayyile. hayal bilim * Bilim kurgu. hayal düzeyi * Hayal edebilme gücü, seviyesi. hayal etmek * bir şeyi zihinde tasarlayıp canlandırmak. hayal gibi * ince, zarif. hayal kırıklığı * Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmeyişinden duyulan üzüntü, düşkırıklığı. hayal kurmak * gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek. hayal meyal * Belli belirsiz, açık seçik olmayan (durumda). hayal olmak * gerçekleştirilememek.
* geçmişte kalmak, hatıra olmak.hayal oyunu * Karagöz oyunu. hayal seviyesi * Hayal düzeyi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 28
hayalât * Hayaller. hayalbaz * Hayalci, hayalî. hayalci * Bir şeyi gerçekleşmişgibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse.
* Karagöz oynatan kimse, hayalî.
* Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest.hayalcilik * Hayal ile uğraşan kimse. hayale dalmak * dışdünyadan uzaklaşarak gerçekleşmesi istenilen şeyleri veya hatıralarıdüşünmek. hayale kapılmak * hayallerin etkisi altında kalmak. hayalen * Hayalî olarak. hayalet * Gerçekte var olmadığıhâlde bazen görüldüğü sanılan cin, peri, hortlak gibi görüntüler.
* Gerçekte var olmadığıhâlde varmışgibi görünen şey, görüntü.
* Belli belirsiz görülen şey, gölge.hayalhane * Karagöz oynatılan yer.
* Hayal kurma yeteneği.hayâlı * Utangaç, sıkılgan. hayalî * Hayal niteliğinde veya hayal ürünü olan, sanal.
* Karagöz oynatan kimse, hayalci, karagözcü.hayalifener * Resimli camları olan ve bu resimleri duvara yansıtan fenere benzer araç.
* Çok zayıf olanlar için şaka yollu kullanılır.hayalifenere dönmek * çok zayıflamak. hayalinden geçirmek * olmasını istemek, düşünmek. hayalli * Hayali olan. hayalperest * Sürekli hayal kuran, hep hayal peşinde koşan (kimse), düşçü. hayalperestlik * Hayalperest olma özelliği. hayâsız * Utanması olmayan, sıkılmayan. hayâsızca * Hayâsız (olarak), hayâsız (davranarak). hayâsızlık * Utanmazlık, sıkılmazlık. hayat * Yaşam, dirim.
* Doğumdan ölüme kadar geçen süre, ömür.
* Hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı.
* Meslek ve durum.
* Geçim şartlarının bütünü.
* Canlılığı gösteren hareket, kaynaşma.
* Yazgı, kader.
* Canlıvarlık; yaşamayısağlayan şartların bütünü.
* Bir kimsenin tarihî biyografisi, hayat öyküsü, hayat hikâyesi.hayat * Genellikle köy ve kasaba evlerinde, üstü kapalı, bir veya birkaç yanıaçık sofa.
* Avlu.
* Balkon.
* Sundurma.hayat adamı * Zamana kolayca uyan, her türlü güçlüğü yenmesini bilen kimse. hayat ağacı * Soy ağacı, soy kütüğü.
* Beyinciğin kesitinde dıştaki boz madde bölümüne yayılarak dallanma gösteren ak maddenin oluşturduğu
ağaç biçimi.hayat arkadaşı * Eş, karıkocadan her biri. hayat dolu * Yaşama isteği çok olan, neşeli, canlı. hayat felsefesi * Hayatıanlama ve algılama biçimi. hayat geçirmek * yaşamak, varlığınısürdürmek. hayat hikâyesi * Bir kişinin hayatı boyunca geçirdiği önemli olaylar ve evreler, özgeçmiş, biyografi. hayat kadını * Erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığıhizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe, orospu. hayat kavgası * Hayat mücadelesi. hayat memat * Bkz. ölüm kalım. hayat memat meselesi * Bkz. ölüm kalım meselesi. hayat mücadelesi * Yaşamak ve geçinmek için harcanan emeklerin bütünü. hayat okulu * Yaşanılan çevre ve zamanda karşılaşılan olayların tümü. hayat pahalılığı * Yiyecek, içecek, giyecek gibi geçim maddelerinin pahalı olması. hayat seviyesi * Yaşama ve geçinme düzeyi. hayat sigortası * Bir kimsenin, yaşlılık çağında toptan kendisine veya mirasçılarına ödenmek şartıyla yaptığısigorta
anlaşması, yaşam güvencesi.hayat standardı * Bir toplumda bireylerin mal ve hizmetlerden yararlanabilme, ihtiyaçlarınıkarşılayabilme düzeyi. hayat şartları * Hayat boyunca karşılaşılabilecek her türlü sosyal ve ekonomik durumlar. hayat tarzı * Yaşayış biçimi. hayat vermek * canlılık vermek, canlandırmak. hayata atılmak * geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak. hayata bağlamak * yaşamayısevdirmek, hayattan kopmamak. hayata gözlerini yummak (veya kapamak) * ölmek. hayata küsmek * bezgin, kötümser olmak, yaşama isteğini yitirmek. hayatıkaymak * her işi ters gitmek, mahvolmak. hayatın baharı * gençlik çağı. hayatına girmek * yaşamında yer almak. hayatını(birine) borçlu olmak * biri tarafından ölümden kurtarılmışolmak.
* birinin yaşamı bir başkasının desteği ile sağlanmışolmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 29
hayatınıkazanmak * geçimini sağlamak. hayatınıyaşamak * her türlü baskıdan uzak, dilediğince, gönlünce yaşamak. hayatî * Hayatla ilgili.
* Büyük önem taşıyan, önemli.hayatiyet * Yaşama gücü, canlılık. hayatiyetli * Yaşama gücüyle dolu, canlı. hayatta olmak * yaşamak. haybe * Boş, işe yaramaz, anlamsız. haybeci * İşsiz güçsüz, bedavadan geçinen (kimse). haybeden * Zahmet çekmeden, bedavadan. haybeye kürek çekmek * boş boşuna uğraşmak. hayda * Hayvanları harekete geçirmek için kullanılan söz.
* Şaşkınlık belirten ünlem.haydalama * Haydalamak biçimi. haydalamak * Hayvanıhızlandırmak için hayda diye seslenmek. haydalanma * Haydalanmak durumu veya biçimi. haydalanmak * Defedilmek, dehlenmek. haydama * Haydamak işi. haydamak * Çifte koşulan hayvanısürmek, dehlemek.
* Kovmak, defetmek.haydan gelen huya gider * kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar. haydarî * Dervişlerin giydiği, kolsuz, kısa, aba hırka. haydarî yaka * Yelek, hırka gibi giysilerin açık V harfi biçimindeki yakası. haydi * İsteklendirmek, çabukluk belirtmek için kullanılır.
* Kabul ve onama bildirir.
* İhtimal belirtir.
* Hafifseme, alay etme belirtir.
* Hoşgörme anlamında kullanılır.haydi canım sen de * “böyle şey olmaz, sana inanmam” anlamında kullanılır. haydi haydi * Bol bol, kolay kolay.
* Olsa olsa, en çoğu.haydi oradan * kovmak, azarlamak için kullanılır.
* Bkz. haydi canım sende.haydin * İsteklendirme, davrandırma için kullanılır; haydi ünleminin birden çok kişiye seslenirken emir kipine göre
aldığı biçim.haydindi * “Çabuk ol, acele et” anlamında kullanılır. haydisene * Haydi ünleminin buyurma, dilek bildiren pekiştirmeli biçimi. haydut * Silâhlısoygun yapan kimse, eşkıya, şaki.
* Yaramaz, sevimli çocuk.haydut gibi * insana korku veren, iri yarı(kimse).
* yaramaz ve sevimli çocuklar için kullanılır.haydutluk * Haydut olma durumu veya haydutça iş, şakilik, şekavet. haydutluk etmek * haydut gibi davranmak. hayfa * Eyvah, yazık, heyhat!. hayhay * “İsteyerek, seve seve, elbette” anlamlarında onama bildirir. hayhuy * Herkesin aynıanda konuşmasından veya eğlenmesinden oluşan gürültü.
* Boşve sonuçsuz çaba.hayıf * Haksızlık, insafsızlık.
* Acınma, üzülme.
* Vah! Heyhat! Yazık!.hayıflanma * Hayıflanmak işi. hayıflanmak * Acınmak, üzülmek, yerinmek, esef etmek. hayın * Hain. hayır * İyilik, karşılık beklenmeden yapılan yardım.
* İyi, hayırlı, yararlı, faydalı.hayır * Yok, öyle değil, olmaz anlamında onamama, inkâr kelimesi.
* Olumsuz cümlelerdeki olumsuz anlamıpekiştirir.hayır beklememek * iyilik ummamak, yararlı olacağınısanmamak. hayır dememek * cevap vermemek, bir şeyi geri çevirmemek. hayır etmemek * yararı olmamak.
* iyileşmemek, düzelememek.hayır gelmemek * yararlı olmamak. hayır görmemek * (o şey) kendisine yararlı olmamak. hayır işlemek * dine ve insanlığa uygun, iyi bir davranışta bulunmak. hayır kalmamak * işe yarar durumu kalmamak, artık işe yaramaz olmak. hayır sahibi * İyiliksever. hayır yok * (o şey) yararlıdeğil. hayırdır inşallah * anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için kullanılır.
* şaşma ve merak veren olgular karşısında söylenir. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 30
hayırdua * İyi dua. hayırdua etmek * iyi dileklerde bulunmak. hayırhah * İyilik dileyen, iyilik isteyen, iyicil, hayırsever. hayırhahlık * İyilik isteme durumu. hayırla anmak (veya yad etmek) * ölmüş bir kimsenin ardından iyi konuşmak. hayırlaşma * Hayırlaşmak biçimi veya durumu. hayırlaşmak * Pazarlıkta anlaştıktan sonra birbirlerine hayır dilemek. hayırlı * Yararı, hayrı olan.
* Uğurlu, iyi, güzel.hayırlı(veya hayırlısı) olsun * iyisi, hayırlı olanı olsun. hayırlısı ile * hayırlı olanıdilemek için söylenir. hayırperver * İyiliksever, yardımsever, hayırsever. hayırsever * Yoksullara, düşkünlere, yardıma muhtaç olanlara iyilik ve yardım etmesini seven, iyiliksever, yardımsever. hayırseverlik * Hayırsever olma durumu, iyilikseverlik, yardımseverlik. hayırsız * Yararı olmayan, hayrı olmayan.
* Sevgi ve bağlılığınıyitiren, vefasız.hayırsızlık * Hayırsız olma durumu. hayıt * Bkz. ayıt. hayız * Kadınlarda aybaşı. hayızdan nifazdan kesilmek * âdetten kesilmek, doğurma özelliğini yitirmek, menopoza girmek. haykırı * Bağırma. haykırış * Haykırmak işi veya biçimi.
* Haykırma sesi.haykırışma * Haykırışmak durumu. haykırışmak * Birlikte haykırmak. haykırma * Haykırmak işi. haykırmak * Telâş, şikâyet vb. sebeplerle yüksek sesle bağırmak.
* Çağırmak, seslenmek.
* (durum veya nitelik) Çok belirgin olarak görünmek.haykırtı * Yüksek sesle acıacı bağırma, haykırma. haykırtma * Haykırtmak biçimi veya durumu. haykırtmak * Haykırmasına sebep olmak. haylamak * At ve benzeri hayvanlarısürmek için seslenmek. haylaz * Hoşa gitmeyen davranışlarda bulunan (kimse), hayta.
* Çalışma gücü varken çalışmayan, aylaklık eden, tembel.haylazca * Haylaz gibi, haylaza yakışır biçimde. haylazlaşma * Haylazlaşmak durumu. haylazlaşmak * Haylaz bir duruma gelmek. haylazlık * Haylaz olma durumu veya haylazca davranış. haylazlık etmek * haylazca davranışlarda bulunmak. hayli * Epey, oldukça çok.
* Oldukça.haymana * Başı boşhayvanların salındığıçayırlık.
* Tembel.haymana beygiri gibi dolaşmak * işsiz güçsüz dolaşmak. haymana mandası * Haymana öküzü. haymana öküzü * İri yarıve tembel, işe yaramaz kimse. haymatlos * Vatansız. hayra alâmet değil * uğursuz sayılacak bir olay için kullanılır. hayra karşı(olmak) * iyilikle, hayırlı olmasıdileğiyle. hayra yormak * rüya veya olayı iyi bir durumun belirtisi saymak. hayran * Çok beğenen, hayranlık duyan.
* Birini beğenen, hayranlık duyan kimse.hayran etmek * (kendisini) beğendirmek. hayran hayran * Hayran olarak, kendinden geçerek. hayran olmak (veya kalmak) * (bir şey veya kimsenin) iyi, güzel veya olağanüstü durum ve davranışlarıkarşısında zevk ve saygıduymak. hayranlık * Hayran olma durumu.
* Tutku, aşırı istek.hayranlık duymak * çok beğenmek, tutkuyla bağlanmak. hayranlıkla * çok beğenerek, hayran kalarak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 31
hayrat * Sevap kazanmak için yapılan iyilik.
* Halkın yararlanması için yapılan okul, çeşme, han gibi yapılara verilen ad.
* Sevap kazanmak için yapılmışolan.hayret * Beklenmedik, garip bir şeyin sebep olduğu şaşkınlık, şaşırma.
* Şaşılacak bir şey karşısında söylenir.hayret etmek * şaşmak, şaşırmak, şaşakalmak. hayrete (veya hayretlere) düşmek * şaşakalmak, şaşırmak. hayretle * şaşkınlıkla, şaşarak. hayrette (veya hayretler içinde) kalmak * şaşakalmak, şaşırmak. hayrette bırakmak * şaşmasına sebep olmak. hayretten donakalmak * çok şaşırmak, inanamamak. hayrıdokunmak * yararlı olmak. hayrı olmamak * iyiliği dokunmamak, yarar sağlamamak. hayrını gör * yeni alınan bir şey için “güle güle kullan” veya kırgınlık, alay anlamında söylenir. hayrola * “Ne var”, “ne oluyor” anlamında kullanılır. hayrülhalef * Hayırlıçocuk, hayırlıevlât. haysiyet * Değer, saygınlık, itibar.
* Onur, öz saygısı, şeref.haysiyet divanı * Onur kurulu. haysiyetine dokunmak * onuru incinmek. haysiyetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle.
* Onuruyla.haysiyetli * Değeri, saygınlığı olan.
* Onurlu.haysiyetsiz * Değeri, saygınlığı olmayan.
* Onursuz.haysiyetsizlik * Haysiyetsiz olma durumu, haysiyetsizce davranış.
* Onursuzluk.hayta * Osmanlıların ilk dönemlerinde eyalet askerlerinin uç boylarında görevli sınıflarından biri.
* Serseri, külhanbeyi, kabadayı, holigan.haytalık * Hayta olma durumu, serserilik, başı boşluk, külhanbeyilik, kabadayılık. haytalık etmek * serserice davranışlarda bulunmak. hayvan * Bitkilerden farklı olarak, duygu ve hareket yeteneği olan canlıyaratık.
* İnsandan farklı olarak, dil ve akıldan yoksun canlıyaratık.
* At, eşek, katır gibi türlü hizmetlerde kullanılan yaratık.
* Akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat (kimse).
* Bir seslenme biçimi.hayvan bilimci * Hayvan bilimi uzmanı, zoolog. hayvan bilimi * Biyolojinin, hayvanların yapı, görev, davranışve sınıflandırmaları, yeryüzündeki dağılışlarıyla uğraşan bilim
dalı, hayvanlar bilimi, zooloji.hayvan gibi * akılsız, duygusuz, kaba. hayvan koklaşa koklaşa, insan konuşa konuşa * insanlar konuşarak daha iyi anlaşırlar. hayvan kömürü * Kan ve kemik gibi organik maddelerden yapılıp hekimlikte kullanılan kömür. hayvanat * Hayvanlar.
* Hayvan bilimi, zooloji.hayvanat bahçesi * Genellikle her tür hayvanın doğal şartlarda beslendiği, korunduğu, sergilendiği büyük bahçe. hayvanca * Çok kaba ve hoyrat (bir biçimde). hayvancağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan hayvan. hayvancık * Ancak mikroskopla görülebilen çok küçük hayvan.
* Hayvancağız.hayvancılık * Evcil hayvanlara bakma ve yetiştirme işi. hayvanî * Hayvanla ilgili, hayvansal.
* Hayvanca.hayvaniyet * Hayvanlık. hayvanlaşma * İnsanlık erdemlerini yitirme, kabalaşma. hayvanlaşmak * İnsanlık erdemlerini yitirmek, kabalaşmak. hayvanlaştırma * Hayvanlaştırmak durumu. hayvanlaştırmak * Hayvan durumuna getirmek. hayvanlık * Hayvan olma durumu, hayvaniyet.
* Hayvanca davranma.hayvanlık etmek * hayvanca davranmak. hayvansal * Hayvanî.
* Hayvandan elde edilen.haz * Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk.
* Bir şeyden duyusal veya manevî sevinç duyma.
* Sürdürülmesi istenen ılımlıve doygunluk veren coşku.haz almak * hoşlanmak, keyif almak. haz duymak * hoşlanmak. haz vermek * hoşlanmasını sağlamak. haza * Bu, şu, o.
* Etkisiz, kusursuz.hazakat * (hekimler için) Ustalık, uzluk. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 32
hazakatli * Hazakat sahibi. hazan * Güz, sonbahar. hazandide * Görmüş, geçirmiş.
* Solgun, sararmış, solmuş.Hazar * VI.-X. yüzyıllar arasında Hazar Denizi’nin ve Kafkasların kuzeyinde yaşamış bir Türk boyu veya bu
boydan olan kimse.hazar * Barış. Hazarca * Hazar Türkçesi. hazarî * Barışla ilgili. hazcı * Hazcılık ile ilgili olan.
* Hazcılığı benimseyen ve savunan kimse, hedonist.hazcılık * Zevki, insan hayatının tek değer ve amacısayan, haz veren her şeyin iyi olduğunu kabul eden öğreti,
hedonizm.
* Hazza, fiziksel zevke hastalık derecesinde düşkünlük, hedonizm.
* Ekonomik etkinliğin, hazzın en yüksek derecesine varacak biçimde geliştirilmesi öğretisi, hedonizm.hazfetme * Hazfetmek durumu veya biçimi. hazfetmek * Gidermek, kaldırmak, çıkarmak, silmek. hazık * (hekimler için) Usta, uz. hazım * Sindirme, sindirim.
* Benimsenme, kabul edilme.hazımlı * Yersiz davranışlara, dokunaklısözlere aldırmayan, içi geniş(kimse).
* Benimseyen, katlanan, kabullenen.hazımsız * Yediklerini kolay sindiremeyen.
* Yersiz davranışlara karşısusmak elinden gelmeyen (kimse).
* Benimseyemeyen, katlanamayan, kabullenemeyen.hazımsızlık * Sindirim sisteminin iyi çalışmamasıdurumu.
* Benimseyememe, katlanamama, kabullenememe.hazın * Kışlık yiyecek. hazır * Bir işyapmak için gereken her şeyi tamamlamışolan, anık, amade, müheyya.
* Belli bir işe yarayacak, kullanılacak bir duruma getirilmiş.
* Belirli bir biçimde yapılmışolarak satılan, alıcı bekleyen, ısmarlama karşıtı.
* Başına getirildiği fiilin bir fırsat sayıldığınıanlatır.hazır bulunmak (veya olmak) * bir yerde var olmak, kendi bulunmak.
* bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak.hazır çorba * Önceden hazırlanmışve paket hâlinde satışa sunulmuşçorba. hazır değer * Önceden belirlenmişdeğer. hazır etmek * hemen kullanabilecek duruma getirmek. hazır giyim * Standart ölçülere göre seri olarak hazırlanmışve satışa sunulmuşgiyim eşyası. hazır kahve * Neskafe. hazır kıta * Gerektiği anda kullanılmak ve görevlendirilmek üzere hazır bulundurulan birlik. hazır mezarın ölüsü * her hizmeti başkalarından bekleyen tembeller için söylenir. hazır ol * Askerlikte esas duruşdenilen, ayakta, başve vücut dik, gözler ileride, eller uyluklara yapışmış bir duruşa
geçilmesi için verilen komut.hazır ol duruşu * Vücudun başdik, göğüs ileride, omurga ve bacaklar gergin, topuklar bitişik, kollar doğal yerinde, avuçlar
uyluklarda olarak ayakta bulunduğu durum.hazır olmak * hazır durumda bulunmak. hazır para * Nakit, elde mevcut para, likit. hazır yemek * Kısa sürede hazırlanan ve genellikle ayaküstü yenilen hafif yiyecek. hazır yiyici * Önceden kazanılmışvarlığıharcayan. hazıra dağlar dayanmaz * sürekli harcama, en büyük birikimleri bile eritir. hazıra konmak * başkasının emeğiyle ortaya çıkmış bir şeyden yararlanmak. hazırcevap * Gerektiğinde çabuk, yerinde cevaplar bulup veren. hazırcevaplık * Hazırcevap olma durumu. hazırcı * Emek harcamadan her şeyi hazır olarak elde etmek isteyen kimse.
* Hazır giysi satılan yer veya satan kimse.hazırcılık * Her şeyi hazır bulmaya veya elde etmeye düşkün olma durumu. hazırda * yararlanılabilecek bir durumda, el altında. hazırdan yemek * yenisini kazanmaksızın elindekini harcamak. hazırlama * Hazırlamak işi. hazırlamak * Bir şeyi kullanılacak, yararlanılacak duruma getirmek.
* Bir şeyi ortaya koymak, gerçekleştirmek.
* Önceden düzenlemek.
* Gelecek için önlem almak, ihtiyaçlarıtespit etmek.
* Sebep olmak, yol açmak.
* Birini herhangi bir şeyi yapabilecek veya bir şeyi yüklenebilecek duruma getirmek.
* Alıştırmak.
* Bir maddeyi elde etmek.hazırlanış * Hazırlanmak işi veya biçimi. hazırlanma * Hazırlanmak işi. hazırlanmak * Hazır olmak, kendini hazırlamak.
* Hazır duruma getirilmek.hazırlatma * Hazırlatmak işi. hazırlatmak * Hazır duruma getirmek. hazırlayış * Hazırlamak işi veya biçimi. hazırlık * Hazırlanmak için gereken şeyler veya durumlar. hazırlık devresi * Hazırlık dönemi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 33
hazırlık dönemi * Hazırlanmak için geçen süre. hazırlık görmek * hazır olmak için gereken şeyleri toplamak veya durumları sağlamak. hazırlık sınıfı * Öğrencilere, belli bir öğretim programını izlemek veya belli bir okulda okumak için gerekli temel anlayış,
bilgi ve becerileri kazandırmak amacıyla bir okula, bir üniversiteye bağlı olarak açılan sınıf.hazırlıklı * Bir şey için önceden hazırlanmışolan. hazırlıklı olmak (veya bulunmak) * hazırlanmışolmak. hazırlıksız * Bir şey için önceden hazırlanmamışolan. hazırlıksız olmak (veya bulunmak) * hazırlanmamışolmak. hazırlop * Sarısıkatılaşacak derecede kaynatılmış(yumurta).
* Başkasıtarafından hazırlanmış, sağlanmış, emeksiz, külfetsiz.hazin * Acıklı, üzüntü veren, dokunaklı, hüzünlü. hazine * Altın, gümüş, mücevher gibi değerli eşya yığını, büyük servet.
* Değerli şeylerin saklandığıyer.
* Gömülü veya saklı iken bulunan değerli şeylerin bütünü.
* Devlet malı, parasıveya bunların saklandığıyer.
* Kaynak.
* Büyük bağlılık duyulan, değer verilen şey veya kimse.
* Devletin altın, döviz, bono ve nakit işlemlerini maliye ile birlikte düzenleme görevini üstlenen makam.hazinedar * Bir hazineyi bekleyen, yöneten kimse. hazinedarlık * Hazineyi yönetme görevi. haziran * Yılın 30 gün süren altıncıayı. haziran böceği * Mayıs böceklerinden, tarım bitkilerine çok zarar veren kın kanatlı bir böcek (Amphimallus solstitialis). hazire * Etrafıçitle çevrili ve girilmesi yasak yer.
* Cami, türbe, tekke gibi yerlerde çevresi parmaklıklarla çevrili mezar yeri.hazletmek * Gidermek, kaldırmak, çıkarmak, silmek. hazmetme * Hazmetmek durumu. hazmetmek * Sindirmek.
* Hoşa gitmeyen bir davranışıkarşılıksız bırakmak, içine atmak.
* Katlanmak, dayanmak, sabretmek.hazne * Hazine.
* Bir şeyin toplandığı, biriktirildiği yer, depo.
* Döl yatağı.hazret * Kutsal sayılan kimselerin adlarının başına getirilen unvan.
* Bir seslenme sözü.
* Adısöylenmeyen bir kimseden söz edilirken kullanılır.hazretleri * eskiden saygıduyulan kişilerin adlarınıveya makamlarını gösteren söze başka unvanlarla birlikte getirilirdi. hazzetme * Hoşlanma. hazzetmek * Hoşlanmak. hazzınıçıkarmak * zevkini çıkarmak. He * Helyum’un kısaltması. he * Türk alfabesinin onuncu harfinin adı. he * Evet. he demek * onamak. heba * Hiçbir işe yaramadan yok olma, boşa gitme. heba etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek. heba olmak * boşa gitmek, ziyan olmak.
heba olup gitmekhebenneka * Zeki ve becerikli olmadığıhâlde kendini öyle sanan. heccav * Yergici. hece * Bir solukta çıkarılan ses veya ses birliği, seslem. hece ölçüsü * Hece vezni. hece taşı * Mezar taşı. hece vezni * Belirli sayıdaki hece kümelerine dayanan nazım ölçüsü, parmak hesabı. hece yutumu * Kelime içinde benzer hecelerden birinin düşmesi. hececi * Hece ölçüsüyle şiir yazan (şair).
* Millî Edebiyat döneminde hece ölçüsüyle şiirler yazan beşşairden her biri.hececilik * Hece vezni ile şiir yazma yanlısı olan kimse. heceleme * Hecelemek işi. hecelemek * Bir kelimenin hecelerini teker teker söylemek.
* İlk bakışta okuyamayıp heceleri teker teker okumak.heceletme * Heceletmek işi veya biçimi. heceletmek * Hecelemesini sağlamak. heceli * Herhangi bir sayıda hecesi olan. hecelik * Heceyi esas alan ses birimi. hecin * Çift parmaklılar takımının, devegiller familyasından, uzunluğu 3, yüksekliği 2 m kadar olan, sırtında besin
depo etmeye yarayan tek hörgücü bulunan, hızlıyürüyen bir memeli türü (Camellus dromedarius).hedef * Nişan alınacak yer.
* Amaç, gaye, maksat.hedef almak * Bkz. nişan almak.
* ulaşılmak istenen amaca göre davranmak.
* (bir kimseyi, bir yeri) yıpratmak, eleştirmek amacıyla karşısına almak.hedef kitle * Verilmek istenen mesajın ulaşmasıhedeflenen bir grup veya topluluk. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 23
haşlatma * Haşlatmak işi. haşlatmak * Haşlamak işini yaptırmak. haşmet * Görkem. haşmetli * Görkemli.
* Hükümdarlara verilen unvan.haşviyat * Sözde ve yazıda haşiv olan bölümler. haşyet * Korku, korkma. hat * Çizgi.
* Yazı.
* Ulaşım sağlayan bir taşıtın uğradığıyerlerin bütünü, yol, geçek.
* Elektrik akımıtaşıyan tel veya kablo sistemi.
* Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletişim sağlayan yol, kanal.
* Sınır.
* Yüzü biçimlendiren çizgi veya kırışıklık.
* Vücut biçimi.hat bekçisi * Demir yolunu, telefon, telgraf hatlarını gözetleyip koruyan görevli kimse. hat çekmek * telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek. hata * Yanlış, yanlışlık, yanılgı.
* İstemeyerek ve bilmeyerek yapılan yanlış, yanılma, yanılgı.
* Suç, günah, kusur.hata etmek (veya işlemek) * yanlışlık yapmak; yanılgıya düşmek. hata vuruşu * Ceza atışı. hatalı * Hatası olan, yanlışlığı bulunan. hatasız * Hatası olmayan, yanlışlığı bulunmayan. hataya düşmek * yanılmak. hatıl * Duvarı berkitmek için taşların arasına yatay olarak yerleştirilen direk. hatıllama * Hatıllamak işi. hatıllamak * Duvarıhatılla güçlendirmek. hatır * Düşünme, akılda tutma, hafıza, zihin, akıl.
* Gönül, kalp.
* Birine karşıduyulan saygı, sevgi.
* Durum, keyif, hâl.hatır almak * Bkz. gönül almak. hatır belâsı * Sevgi, saygıduyulan biri için katlanılan sıkıntı. hatır gönül bilmemek (saymamak veya tanımamak) * saygı, sevgi duyduğu kimsenin gücenmesini bile göze alarak doğru bildiğini yapmak.
* kırıcıdavranmak.hatır hatır * Sert şeyler kesilir, yenilir, koparılırken çıkan sesi anlatır. hatır hutur * Bkz. hatır hatır. hatır için çiğtavuk yemek * bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak. hatır senedi * Gerçek bir ticarî işleme ve bir alacağa dayanmayan, gerçek duruma uymayan, yalnız herhangi bir kişiye
para sağlanılmasıamacıyla düzenlenerek imzalanan senet.hatır sormak * Bkz. hâl hatır sormak. hatıra * Geçmişte yaşanmışçeşitli olaylardan belleğin saklandığıher türlü iz, anı.
* Andaç, anmalık, yadigâr.hatıra (veya hatır ve hayale) gelmemek * bir şeyin gerçekleşeceğini, olacağınıhiç düşünmemek. hatıra defteri * İçine hatıraların yazıldığıdefter. hatırat * Anılar, andaç. hatırı için * gönlü hoşolsun diye. hatırı için * yüzünden, sebebiyle. hatırıkalmak * gücenmek, kırılmak. hatırısayılır * oldukça çok.
* önemli, saygın, saygıdeğer.hatırına bir şey gelmesin * bir düşüncede, sözde veya davranışta kötü bir amaç güdülmediğini anlatır. hatırına gelmek * hatırlamak, aklına gelmek. hatırında kalmak * unutmamak, hatırlamak. hatırında olmak * unutmamışolmak. hatırında tutmak * unutmamak. hatırından (veya hatır ve hayalinden) geçmemek * hiç aklına gelmemek, hiç düşünmemek. hatırından çıkmamak * sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek. hatırınıhoşetmek * sevindirmek, memnun etmek. hatırınıkırmak * üzmek, gücendirmek. hatırınısaymak * gerekli saygıyı göstermek. hatırınısormak * hâl hatır sormak. hatırlama * Hatırlamak durumuna konu olmak, anımsama. hatırlamak * Bilinip unutulan bir şeyi akla getirmek, anımsamak. hatırlanma * Hatırlanmak durumu, anımsanma. hatırlanmak * Hatırlamak durumuna konu olmak, anımsanmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 24
hatırlatma * Hatırlatmak durumu, anımsatma. hatırlatmak * Birisinin unuttuğu bir şeyi aklına getirmek, anımsatmak.
* Birinin bir şeyi unutmamasını sağlamak, uyarmak.hatırlı * Hatırısayılan, etkili, saygın. hatırsız * Hatırısayılmayan, etkisiz, saygın olmayan. hatırşinas * Saygılı, hatır sayan, hatır kırmayan. hatif * Sesi işitilen fakat kendisi görülmeyen.
* Gaipten seslenir gibi haber veren melek.hatiften gelmek * gaipten ses gelmek. hatim * Sona erdirme, bitirme.
* Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.hatim indirmek * Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek. hatim sürmek * bitirmek için Kur’an’ı okumaya devam etmek. hatime * Son, sonuç.
* Bir eser veya yazının sonu, son bölümü.hatime çekmek * son vermek. hatip * Topluluk karşısında söz söyleyen kimse, konuşmacı.
* Bir topluluk karşısında etkili, açık, düzgün konuşarak bir düşünceyi anlatmada, bir duyguyu aşılamada
yetenekli kimse.
* Camilerde hutbe okuyan hoca.hatiplik * Hatip olma durumu. hatmetme * Hatmetmek işi. hatmetmek * Sona erdirmek, bitirmek.
* Kur’an’ıveya herhangi bir kitabı baştan sona kadar okuyup bitirmek, sona erdirmek.hatmi * Ebegümecigillerden, bazıcinslerinin kök ve çiçekleri hekimlikte kullanılan çok yıllık otsu bir süs bitkisi,
ağaç küpesi (Althaea officinalis).hatta * Bile, hem de, üstelik, ayrıca. hattat * El yazısıçok güzel olan sanatçı.
* Mesleği hattatlık olan kimse.hattatlık * Hattat olma durumu.
* Hattat sanatı.hattı hareket * Tutulan yol, tutulacak yol, davranış, tutum. hatun * Kadın.
* Bayan, hanım.
* Eş, zevce.
* Yüksek makamdaki kadınlara ve hakan eşlerine verilen unvan.hav * Kadife, çuha, yün vb. nin yüzeyindeki ince tüy. hava * Hava yuvarını oluşturan, bütün canlıların solunumuna yarayan, renksiz, kokusuz, akışkan gaz karışımı.
* Meteorolojik olayların bütünü.
* Canlılar üzerindeki etkisine göre hava yuvarının durumu.
* Gökyüzü.
* Çevreyi kuşatan boşluk.
* Gökyüzü doğrultusunda.
* Esinti.
* Müzik parçalarında tür.
* Müzik aletlerinden çıkan ses perdesi.
* Keyif, âlem.
* (görünüş, davranış, söz vb. için) Bir kimsenin durumunu belirten özellik.
* Tarz, üslûp.
* Durum, ortam, atmosfer.
* Sonuçsuz, anlamsız, boşdurum, davranış, söz vb.
* Çekicilik, albeni, alım, cazibe.hava açmak (veya açılmak) * bulutlar dağılmak. hava akımı * Değişik sebeplerle atmosferde havanın yer değiştirmesi. hava alanı * Uçakların kalkıp inmesi için yapılmışdüz, açık ve asfaltlanmışgenişyer, uçak alanı. hava almak * açık havada gezmek.
* umduğunu bulamamak, hiçbir şey kazanmamak.
* ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.hava almak * içine hava girmek.
* ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.hava atışı * Basketbol ve futbolda hakemin iki takımdan birer oyuncunun arasında topu havaya atarak, duran oyunu
yeniden başlatması.hava basıncı * Yer yuvarını çevreleyen havanın yeryüzündeki bir alana uyguladığıkuvvet. hava basmak * Bkz. hava vermek.
* büyüklenmek, gururlanmak.hava bilgisi * Meteoroloji. hava birliği * Hava kuvvetleri içinde yer alan askerî birlik. hava boşaltma makinesi * Boşaltaç. hava boşluğu * Yeryüzündeki engebelerin havada doğurduğu yoğunluk farkları. hava bozmak * havada yağmur veya fırtına belirtileri gözükmek. hava bulanmak * yağmur yağacak duruma gelmek. hava çalmak * her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranışve düşüncede bulunmak. hava çarpmak * iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek. hava değişimi * Hastaların daha çabuk iyileşmesi, yorgunlukların giderilmesi gibi amaçlarla yapılan çevre değişikliği,
tebdilihava.
* Havanın kapanması, açması, ısınması, soğuması gibi değişimlerin genel adı.hava değiştirmek * iklimi değişik bir yere gidip bir süre oturmak. hava deliği * Bir şeyin içindeki havanın yenilenmesine yarayan delik. hava durumu * Metoroloji ile ilgili olayların bütünü. hava düzenleyicisi * Kapalıyerlerde sıcaklık yönünden istenilen hava şartlarınısağlayan araç. hava gazı * Maden kömüründen çıkarılan, yakılarak ışık veya ısısağlanan gaz.
* Boşlâf, önemsiz şey.hava gazı beki * Hava gazı ile çalışan lâmbanın ucu. hava gazıfırını * Hava gazı ile çalışan fırın. hava gazısayacı * Hava gazısarfiyatınıölçen alet, gaz sayacı. hava haritası * Hava durumlarının işlendiği özel yeryüzü haritası.