Kategori: H

  • Türkçe Sözlük H Sayfa 35

    Helenist * Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonularında uzman olan kimse.
    Helenistik * Büyük İskender’den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan.
    Helenizm * Grek uygarlığı.
    * Grek olmayan ulusların Grek düşüncesinin etkisiyle gerçekleştirdiği uygarlık.
    * Grekçe anlatım.
    helezon * Kıvrımlı, yılankavi biçim, helis.
    helezonî * Sarmal, yılankavi, helisel.
    helezonlaşma * Helezonlaşmak biçimi veya durumu.
    helezonlaşmak * Sarmal, kıvrımlı biçime gelmek.
    helezonlu * Helezonu olan, sarmal.
    helik * Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar.
    helikoit * Helis biçiminde eğri yüzey.
    helikon * Çalgıağızlığıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakır çalgı.
    helikopter * Dik inişve çıkışyapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt.
    helis * Bir silindirin ana doğrularınısabit bir açıaltında kesen eğri.
    helisel * Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî.
    helke * Bakraç, kova, herke.
    hellim * Kı brıs’ta yapılan bir çeşit beyaz peynir.
    helme * Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldığında, nişastanın çökelmesiyle oluşan koyu sıvı.
    * Bazı bitkilerin kök, çiçek ve tohumlarında bulunan koyu kıvamlımadde.
    helme dökmek * (kaynatılmıştanelerin suyu için) koyulaşmak.
    helme gibi * iyice pişmiş.
    helmelenme * Helmelenmek işi.
    helmelenmek * Helme dökmek, helmesi çıkmak.
    helmeli * Helme durumunda olan (yemek).
    helmintoloji * Kurt bilimi.
    helva * Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı.
    helvacı * Helva yapan veya satan kimse.
    helvacıkabağı * Kabakgillerden, tatlısıyapılan dışı boz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağı(Cucurbita maxima).
    helvacıkökü * Bkz. çöven.
    helvacılık * Helva yapma veya satma işi.
    helvahane * Genellikle helva pişirmekte kullanılan genişve az derin tencere.
    * Sarayda mutfak içinde tatlıların yapıldığıözel bölüm veya oda.
    helvalaşma * Helvalaşmak durumu.
    helvalaşmak * Helva durumuna gelmek.
    helvalık * Helva yapımı için kullanılan malzeme.
    helyodor * Altın sarısırenginde, berilden oluşan, kuyumculukta kullanılan bir taş.
    helyograf * Güneşten yayılan ısımiktarınıölçmeye yarayan alet.
    * Güneşin ışıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet.
    * Güneş ışınlarından yararlanan optik telgraf aleti.
    helyoterapi * Güneş ışınlarıyla tedavi.
    helyum * Atom numarası2, yoğunluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. KısaltmasıHe.
    hem * Bir kimseyi uyarmak, bir şeyi açıklamak veya anlamı güçlendirmek için “özellikle”, “zaten”, “bir de”, “şurası
    da var ki” anlamlarında kullanılır.
    * Açıklayıcınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağlar.
    * Hem … hem … biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eşitlik, pekiştirme, birlikte olma veya
    karşıtlık anlamlarıyla bağlar.
    hem de * anlamı güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir başkasının da eklendiğini belirtmek için kullanılır.
    hem de nasıl * pek çok, üstün derecede.
    * özene bezene, büyük bir dikkatle.
    hem İsa’yıhem de Musa’yımemnun etmek * istekleri birbirine karşıt olan iki kişiyi birden hoşnut edecek bir davranışta bulunmak.
    hem kaçar hem davul çalar * çekinir göründüğü işi yapmaktan vazgeçemez.
    hem kel hem fodul * ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanılır.
    hem nalına hem mıhına (vurmak) * karşıt olan iki yanıdesteklemek.
    hem suçlu hem güçlü * gerçek suçlu kendi olduğu halde başkalarınısuçlamaya çalışanlar için söylenir.
    hem ziyaret hem ticaret * biriyle görüşmeye giden kimsenin, bu gidişten yararlanarak başka bir işi de yapmasıdurumunda söylenir.
    hemati * Kanın hemoglobinle renklenmişal yuvar.
    hematit * Kırmızıveya esmer renkte olan doğal demir oksidinden oluşan bir mineral, kan taşı.
    hematolog * Kan bilimci.
    hematoloji * Kan bilimi.
    hemayar * Denk, eşit.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 36

    hemcins * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş.
    hemdert * Dert ortağı.
    hemen * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
    * Aşağıyukarı; yalnız, sadece.
    hemen hemen * Nerede ise, az zaman sonra.
    * Tam değilse bile ona pek yakın.
    hemencecik * Çarçabuk, anında.
    hemfikir * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş.
    hemhâl * Aynıdurumda olan.
    hemhâl olmak * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek.
    hemhudut * Sınırdaş.
    hemodiyaliz * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi.
    hemofil * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse).
    hemofili * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı.
    hemoglobin * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan,
    birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.
    hempa * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş.
    hemşehri * Aynı ilden olan kimse, memleketli.
    * Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır.
    hemşehrilik * Hemşehri olma durumu.
    hemşire * Kız kardeş, bacı.
    * Diplomalıhasta bakıcıkadın.
    hemşirelik * Kız kardeşlik.
    * Hasta bakıcılık.
    hemşirezade * Kız kardeşin çocuğu.
    hemze * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir
    kesinti izlenimi veren ünsüz.
    hemzemin * Aynıdüzeyde olan.
    hemzemin geçit * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi.
    hendek * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur.
    hendese * Geometri.
    hendesî * Geometrik.
    hengâm * Hengâme.
    hengâme * Patırtı, gürültü, kavga.
    hentbol * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü,
    el topu.
    hentbolcu * Hentbol oynayan kimse.
    henüz * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni.
    * (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.
    hep * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
    * Sürekli olarak, her zaman, daima.
    * (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır.
    hep beraber * Birlikte.
    hep bir ağız olmak * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek.
    hep bir ağızdan * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak).
    hep birden * Toplu olarak.
    hepatit * Sarılık.
    hepatoloji * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı.
    hepçil * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen.
    hepimiz * Bkz. hep.
    hepiniz * Bkz. hep.
    heple hiç ilkesi * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün
    bireyleri için doğru olması ilkesi.
    hepsi * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep.
    hepsi hepsi * Tamamen, tam tamına.
    hepten * Tamamıyla, büsbütün.
    hepyek * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi.
    her * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir.
    her aşın kaşığı * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan.
    her biri * Ayrıayrıhepsi.
    her boyaya girip çıkmak * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak.
    her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 37

    her daim * Her zaman, daima.
    her dem taze (olmak) * yaşlı olduğu hâlde genç görünenler için söylenir.
    * yıl boyunca yeşil yapraklı olan (bitki).
    her derde deva * birçok şeye çare olan.
    her firavunun bir Musa’sıçıkar * her zalimden insanıkurtaracak bir kurtarıcıçıkar.
    her gördüğü sakallıyı babasısanmak * görünüşe aldanmak.
    her gün * Süreklice, sürekli olarak.
    her gün papaz pilâv yemez * Bkz. papaz her gün pilâv yemez.
    her hâlde * Büyük bir ihtimalle.
    * Her durumda, ne yapıp yapıp, kesinlikle, mutlaka.
    her horoz kendi çöplüğünde öter * herkes ancak kendi çevresinde bir değer taşır ve sözünü orada geçirebilir.
    her ihtimale karşı * her türlü olasılığıdüşünerek.
    her işin (her şeyin) başısağlık * insanın yapacağıher şey vücut sağlığına bağlıdır.
    her kafadan bir ses çıkmak * bir konu üzerinde herkes rastgele konuşmak.
    her koyun kendi bacağından asılır * herkes kendi davranışlarından sorumludur, herkes kendi hatasının cezasınıkendi çeker.
    her kuşun eti yenmez * herkes zorbalığa boyun eğmez, buna karşı gelecekler de çıkar.
    her nasılsa * beklenmeyen bir durumu belirtmek için kullanılır.
    her ne hâl ise * uzatmayalım, geçelim.
    her ne ise (veya her neyse) * ne olursa olsun, ne kadar ise, tutarıne ise.
    * konuyu kapatalım, olan olmuş, uzatmayalım.
    her ne kadar * başına getirildiği şartlıcümledeki yargının doğru veya doğal görüldüğunü, fakat bunun yeterli olmadığını
    anlatır.
    her ne pahasına olursa olsun * Bkz. ne pahasına olursa olsun.
    her nedense * sebebi bilinmez.
    her şeyin yenisi, dostun eskisi * dostluk eskidikçe güç ve değer kazanır.
    her tarakta bezi olmak * Bkz. kırk tarakta bezi olmak.
    her telden çalmak * her çeşit işi yapabilir durumda olmak veya birçok konuda bilgisi olmak.
    her yerdelik * Tanrı’nın her yerde ve her zaman bulunduğuna inanan din ve fizik ötesi görüş.
    her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır * herkesin kendine özgü bir çalışma yöntemi, bir işyapma biçimi vardır.
    her yiğidin gönlünde bir aslan yatar * herkesin kendine göre yüksek bir emeli vardır.
    her yokuşun bir inişi, her inişin bir yokuşu vardır * hayat boyunca yükselme ve düşme gibi durumlar kesin değildir, bunlar birbirinin ardından gelebilir.
    her zaman * Ara vermeden, sürekli, daima, sık sık.
    hercaî * Hiçbir şeyde kararlı olmayan (kimse), yeltek, gelgeç.
    * Aşkta değişken, vefasız.
    hercaî menekşe * Menekşegillerden, mor, sarı, beyaz renkte, menekşeye benzer çiçekleri olan yıllık bir bitki, alaca menekşe
    (Viola tricolor).
    * Bu bitkinin çiçeği.
    hercaîce * Hercaî gibi, hercaîye yakışır (biçimde).
    hercaîlik * Hercaî olma durumu veya hercaîce davranış.
    hercümerç * Alt üst, karmakarışık, darmadağınık, allak bullak.
    hercümerç etmek * alt üst etmek, karıştırmak.
    herek * Asma, fasulye gibi sarılgan bitkilerin tutunması için yanlarına dikilen sırık, ispalya.
    herekleme * Hereklemek işi.
    hereklemek * Asma ve fasulye gibi sarılgan veya destek isteyen bitkileri hereğe bağlamak veya bu bitkilerin yanına herek
    dikmek.
    hergele * Bineğe veya yük taşımaya alıştırılmamışat veya eşek sürüsü.
    * Terbiyesiz, görgüsüz kimseler için bir sövgü sözü olarak kullanılır.
    hergeleci * Yaban atlarına bakan kimse, yabanî at çobanı.
    hergelelik * Hergele olma durumu.
    herhangi * Belli olmayan, özellikleri iyice bilinmeyen, rastgele.
    herhangi bir * Belli olmayan, rastgele bir (kimse veya şey).
    herhangi biri * Belli olmayan, rastgele biri.
    herif * Güven vermeyen, aşağı görülen, bayağıkimse.
    * Adam.
    herifçioğlu * Kızılan veya beklenmeyen bir işi yapan erkek.
    herik * Beyaz renkli, yağlıkuyruğu yukarıda genişçe ve aşağıya doğru bir incelme gösteren, Karadeniz’in geçit
    bölgelerinde yetiştirilen, kaba karışık yapağılı bir tür koyun.
    herk * Sürüldükten sonra bir yıl dinlendirilen, nadasa bırakılan tarla.
    herk etmek * tarlayısürüp dinlenmeye bırakmak.
    herke * Bakraç, kova.
    herkes * İnsanların bütünü.
    * Olur olmaz kimseler, önüne gelen.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 27

    havlatmak * Havlamasına sebep olmak.
    havlayış * Havlamak işi veya biçimi.
    havlı * Havı olan.
    * Havlu.
    havlıcan * Zencefilgillerden, aynıadla anılan kök sapları baharat olarak kullanılan ıtırlı bir bitki (Galanga officinalis).
    havlu * Kurulanmaya yarar havlı bez.
    havlu atmak * (oyunda) pes etmek.
    havlucu * Havlu dokuyan veya satan kimse.
    havluculuk * Havlu dokuma veya satma işi.
    havluluk * Havlu asmak için özel olarak yapılmış araç, havlu asacağı.
    * Banyolarda havluların konulduğu küçük dolap.
    * Havlu yapmaya elverişli olan, özel dokunuşlu pamuklu (kumaş).
    havra * Yahudi tapınağı, sinagog.
    * Çok gürültülü yer.
    havsala * Kuşkursağı.
    * Leğen.
    * Zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi.
    havsalasıalmamak * aklıkabul edememek.
    havsalası geniş * Hoşgörüsü olan, hiçbir şeye aldırışetmeyen.
    havsalasına sığmamak * aklıalmamak, kavrayamamak.
    * kabul edememek.
    havuç * Maydanozgillerden, koni biçimindeki etli kökü için sebze olarak yetiştirilen iki yıllık otsu bir kültür bitkisi,
    yeregeçen, pürçüklü (Daucus carota).
    havuç suyu * Havuç meyvesinin sıkılması ile elde edilen meyve suyu.
    havuçlu kek * İçinde havuç bulunan kek.
    havuduyla yutmak * Bkz. deveyi havuduyla yutmak.
    havut * Deve semeri.
    havuz * Su biriktirmek, yüzmek veya çevreyi güzelleştirmek gibi amaçlarla altıve yanlarımermer, beton ve benzeri
    şeylerden yapılarak içine su doldurulan, genellikle üstü açık yer.
    * Kum, asit vb. konulan çukur yer.
    * Büyük gemilerin onarılmak için çekildikleri yer.
    havuzcu * Otelde havuzla ilgili işlere bakan görevli.
    havuzcuk * İdrar borularının böbrekle birleştikleri yerde huni biçimindeki genişlik.
    havuzlama * Havuzlamak işi.
    havuzlamak * (gemiyi) Onarmak için havuza çekmek.
    havuzlanma * Havuzlanmak işi.
    havuzlanmak * (gemi) Onarılmak için havuza çekilmek.
    havuzlu * Havuzu olan.
    havuzsuz * Havuzu olmayan.
    havvaanaeli * Küçük beyaz çiçekli bir yıllık bir bitki (Anastatica hierochuntia).
    havya * Madenlerle yapılan kaynak işlerinde lehimi eritmek için ateşle veya elektrikle kızdırılarak kullanılan,
    çoğunlukla çekiç biçiminde ucu bakır alet.
    havyar * Tuzla hazırlanmışyarıezme durumunda, genellikle mersin balığıyumurtası.
    havza * Dağveya tepelerle sınırlanmış, sularıaynıdenize, göle veya ırmağa akan bölge.
    * Maden bölgesi.
    * Tekne.
    hay * İyi dilek, azarlama, şaşma ve sevinç bildirmede kullanılır.
    hay Allah * iyi dilek.
    hay hayı gitmek vay vayıkalmak * sağlığını, gençliğini yitirerek sağlığından yakınır duruma gelmek.
    haya * Er bezi.
    hayâ * Utanma duygusu, utanç, utanma, sıkılma.
    hayâ perdesi yırtılmak * utanç duymamak.
    hayal * Zihinde tasarlanan, canlandırılan ve gerçekleşmesi özlenen şey, düş, imge, hulya.
    * İmge.
    * Görüntü.
    * Belli belirsiz görülen şey, gölge.
    * Aydınlatılan bir perde arkasında deri veya kartondan yapılmış, hareket edebilen resimlere verilen ad ve bu
    resimlerle oynatılan oyun.
    hayal gücü * Zihnin hayal yaratma yetisi, düşgücü, imgeleme, muhayyile.
    hayal bilim * Bilim kurgu.
    hayal düzeyi * Hayal edebilme gücü, seviyesi.
    hayal etmek * bir şeyi zihinde tasarlayıp canlandırmak.
    hayal gibi * ince, zarif.
    hayal kırıklığı * Çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmeyişinden duyulan üzüntü, düşkırıklığı.
    hayal kurmak * gerçekleşmesi istenen, özlenen şeyi düşünmek.
    hayal meyal * Belli belirsiz, açık seçik olmayan (durumda).
    hayal olmak * gerçekleştirilememek.
    * geçmişte kalmak, hatıra olmak.
    hayal oyunu * Karagöz oyunu.
    hayal seviyesi * Hayal düzeyi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 28

    hayalât * Hayaller.
    hayalbaz * Hayalci, hayalî.
    hayalci * Bir şeyi gerçekleşmişgibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse.
    * Karagöz oynatan kimse, hayalî.
    * Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest.
    hayalcilik * Hayal ile uğraşan kimse.
    hayale dalmak * dışdünyadan uzaklaşarak gerçekleşmesi istenilen şeyleri veya hatıralarıdüşünmek.
    hayale kapılmak * hayallerin etkisi altında kalmak.
    hayalen * Hayalî olarak.
    hayalet * Gerçekte var olmadığıhâlde bazen görüldüğü sanılan cin, peri, hortlak gibi görüntüler.
    * Gerçekte var olmadığıhâlde varmışgibi görünen şey, görüntü.
    * Belli belirsiz görülen şey, gölge.
    hayalhane * Karagöz oynatılan yer.
    * Hayal kurma yeteneği.
    hayâlı * Utangaç, sıkılgan.
    hayalî * Hayal niteliğinde veya hayal ürünü olan, sanal.
    * Karagöz oynatan kimse, hayalci, karagözcü.
    hayalifener * Resimli camları olan ve bu resimleri duvara yansıtan fenere benzer araç.
    * Çok zayıf olanlar için şaka yollu kullanılır.
    hayalifenere dönmek * çok zayıflamak.
    hayalinden geçirmek * olmasını istemek, düşünmek.
    hayalli * Hayali olan.
    hayalperest * Sürekli hayal kuran, hep hayal peşinde koşan (kimse), düşçü.
    hayalperestlik * Hayalperest olma özelliği.
    hayâsız * Utanması olmayan, sıkılmayan.
    hayâsızca * Hayâsız (olarak), hayâsız (davranarak).
    hayâsızlık * Utanmazlık, sıkılmazlık.
    hayat * Yaşam, dirim.
    * Doğumdan ölüme kadar geçen süre, ömür.
    * Hayat biçimi, içinde yaşanılan şartların bütünü, yaşantı.
    * Meslek ve durum.
    * Geçim şartlarının bütünü.
    * Canlılığı gösteren hareket, kaynaşma.
    * Yazgı, kader.
    * Canlıvarlık; yaşamayısağlayan şartların bütünü.
    * Bir kimsenin tarihî biyografisi, hayat öyküsü, hayat hikâyesi.
    hayat * Genellikle köy ve kasaba evlerinde, üstü kapalı, bir veya birkaç yanıaçık sofa.
    * Avlu.
    * Balkon.
    * Sundurma.
    hayat adamı * Zamana kolayca uyan, her türlü güçlüğü yenmesini bilen kimse.
    hayat ağacı * Soy ağacı, soy kütüğü.
    * Beyinciğin kesitinde dıştaki boz madde bölümüne yayılarak dallanma gösteren ak maddenin oluşturduğu
    ağaç biçimi.
    hayat arkadaşı * Eş, karıkocadan her biri.
    hayat dolu * Yaşama isteği çok olan, neşeli, canlı.
    hayat felsefesi * Hayatıanlama ve algılama biçimi.
    hayat geçirmek * yaşamak, varlığınısürdürmek.
    hayat hikâyesi * Bir kişinin hayatı boyunca geçirdiği önemli olaylar ve evreler, özgeçmiş, biyografi.
    hayat kadını * Erkeklerin cinsel zevklerine para karşılığıhizmet eden ve bu işi meslek edinen kadın, fahişe, orospu.
    hayat kavgası * Hayat mücadelesi.
    hayat memat * Bkz. ölüm kalım.
    hayat memat meselesi * Bkz. ölüm kalım meselesi.
    hayat mücadelesi * Yaşamak ve geçinmek için harcanan emeklerin bütünü.
    hayat okulu * Yaşanılan çevre ve zamanda karşılaşılan olayların tümü.
    hayat pahalılığı * Yiyecek, içecek, giyecek gibi geçim maddelerinin pahalı olması.
    hayat seviyesi * Yaşama ve geçinme düzeyi.
    hayat sigortası * Bir kimsenin, yaşlılık çağında toptan kendisine veya mirasçılarına ödenmek şartıyla yaptığısigorta
    anlaşması, yaşam güvencesi.
    hayat standardı * Bir toplumda bireylerin mal ve hizmetlerden yararlanabilme, ihtiyaçlarınıkarşılayabilme düzeyi.
    hayat şartları * Hayat boyunca karşılaşılabilecek her türlü sosyal ve ekonomik durumlar.
    hayat tarzı * Yaşayış biçimi.
    hayat vermek * canlılık vermek, canlandırmak.
    hayata atılmak * geçim sağlamak üzere çalışmaya başlamak.
    hayata bağlamak * yaşamayısevdirmek, hayattan kopmamak.
    hayata gözlerini yummak (veya kapamak) * ölmek.
    hayata küsmek * bezgin, kötümser olmak, yaşama isteğini yitirmek.
    hayatıkaymak * her işi ters gitmek, mahvolmak.
    hayatın baharı * gençlik çağı.
    hayatına girmek * yaşamında yer almak.
    hayatını(birine) borçlu olmak * biri tarafından ölümden kurtarılmışolmak.
    * birinin yaşamı bir başkasının desteği ile sağlanmışolmak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 29

    hayatınıkazanmak * geçimini sağlamak.
    hayatınıyaşamak * her türlü baskıdan uzak, dilediğince, gönlünce yaşamak.
    hayatî * Hayatla ilgili.
    * Büyük önem taşıyan, önemli.
    hayatiyet * Yaşama gücü, canlılık.
    hayatiyetli * Yaşama gücüyle dolu, canlı.
    hayatta olmak * yaşamak.
    haybe * Boş, işe yaramaz, anlamsız.
    haybeci * İşsiz güçsüz, bedavadan geçinen (kimse).
    haybeden * Zahmet çekmeden, bedavadan.
    haybeye kürek çekmek * boş boşuna uğraşmak.
    hayda * Hayvanları harekete geçirmek için kullanılan söz.
    * Şaşkınlık belirten ünlem.
    haydalama * Haydalamak biçimi.
    haydalamak * Hayvanıhızlandırmak için hayda diye seslenmek.
    haydalanma * Haydalanmak durumu veya biçimi.
    haydalanmak * Defedilmek, dehlenmek.
    haydama * Haydamak işi.
    haydamak * Çifte koşulan hayvanısürmek, dehlemek.
    * Kovmak, defetmek.
    haydan gelen huya gider * kolay ve emeksiz kazanılan şeyler elden kolay çıkar.
    haydarî * Dervişlerin giydiği, kolsuz, kısa, aba hırka.
    haydarî yaka * Yelek, hırka gibi giysilerin açık V harfi biçimindeki yakası.
    haydi * İsteklendirmek, çabukluk belirtmek için kullanılır.
    * Kabul ve onama bildirir.
    * İhtimal belirtir.
    * Hafifseme, alay etme belirtir.
    * Hoşgörme anlamında kullanılır.
    haydi canım sen de * “böyle şey olmaz, sana inanmam” anlamında kullanılır.
    haydi haydi * Bol bol, kolay kolay.
    * Olsa olsa, en çoğu.
    haydi oradan * kovmak, azarlamak için kullanılır.
    * Bkz. haydi canım sende.
    haydin * İsteklendirme, davrandırma için kullanılır; haydi ünleminin birden çok kişiye seslenirken emir kipine göre
    aldığı biçim.
    haydindi * “Çabuk ol, acele et” anlamında kullanılır.
    haydisene * Haydi ünleminin buyurma, dilek bildiren pekiştirmeli biçimi.
    haydut * Silâhlısoygun yapan kimse, eşkıya, şaki.
    * Yaramaz, sevimli çocuk.
    haydut gibi * insana korku veren, iri yarı(kimse).
    * yaramaz ve sevimli çocuklar için kullanılır.
    haydutluk * Haydut olma durumu veya haydutça iş, şakilik, şekavet.
    haydutluk etmek * haydut gibi davranmak.
    hayfa * Eyvah, yazık, heyhat!.
    hayhay * “İsteyerek, seve seve, elbette” anlamlarında onama bildirir.
    hayhuy * Herkesin aynıanda konuşmasından veya eğlenmesinden oluşan gürültü.
    * Boşve sonuçsuz çaba.
    hayıf * Haksızlık, insafsızlık.
    * Acınma, üzülme.
    * Vah! Heyhat! Yazık!.
    hayıflanma * Hayıflanmak işi.
    hayıflanmak * Acınmak, üzülmek, yerinmek, esef etmek.
    hayın * Hain.
    hayır * İyilik, karşılık beklenmeden yapılan yardım.
    * İyi, hayırlı, yararlı, faydalı.
    hayır * Yok, öyle değil, olmaz anlamında onamama, inkâr kelimesi.
    * Olumsuz cümlelerdeki olumsuz anlamıpekiştirir.
    hayır beklememek * iyilik ummamak, yararlı olacağınısanmamak.
    hayır dememek * cevap vermemek, bir şeyi geri çevirmemek.
    hayır etmemek * yararı olmamak.
    * iyileşmemek, düzelememek.
    hayır gelmemek * yararlı olmamak.
    hayır görmemek * (o şey) kendisine yararlı olmamak.
    hayır işlemek * dine ve insanlığa uygun, iyi bir davranışta bulunmak.
    hayır kalmamak * işe yarar durumu kalmamak, artık işe yaramaz olmak.
    hayır sahibi * İyiliksever.
    hayır yok * (o şey) yararlıdeğil.
    hayırdır inşallah * anlatılan bir rüyayı iyiye yormak için kullanılır.
    * şaşma ve merak veren olgular karşısında söylenir.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 30

    hayırdua * İyi dua.
    hayırdua etmek * iyi dileklerde bulunmak.
    hayırhah * İyilik dileyen, iyilik isteyen, iyicil, hayırsever.
    hayırhahlık * İyilik isteme durumu.
    hayırla anmak (veya yad etmek) * ölmüş bir kimsenin ardından iyi konuşmak.
    hayırlaşma * Hayırlaşmak biçimi veya durumu.
    hayırlaşmak * Pazarlıkta anlaştıktan sonra birbirlerine hayır dilemek.
    hayırlı * Yararı, hayrı olan.
    * Uğurlu, iyi, güzel.
    hayırlı(veya hayırlısı) olsun * iyisi, hayırlı olanı olsun.
    hayırlısı ile * hayırlı olanıdilemek için söylenir.
    hayırperver * İyiliksever, yardımsever, hayırsever.
    hayırsever * Yoksullara, düşkünlere, yardıma muhtaç olanlara iyilik ve yardım etmesini seven, iyiliksever, yardımsever.
    hayırseverlik * Hayırsever olma durumu, iyilikseverlik, yardımseverlik.
    hayırsız * Yararı olmayan, hayrı olmayan.
    * Sevgi ve bağlılığınıyitiren, vefasız.
    hayırsızlık * Hayırsız olma durumu.
    hayıt * Bkz. ayıt.
    hayız * Kadınlarda aybaşı.
    hayızdan nifazdan kesilmek * âdetten kesilmek, doğurma özelliğini yitirmek, menopoza girmek.
    haykırı * Bağırma.
    haykırış * Haykırmak işi veya biçimi.
    * Haykırma sesi.
    haykırışma * Haykırışmak durumu.
    haykırışmak * Birlikte haykırmak.
    haykırma * Haykırmak işi.
    haykırmak * Telâş, şikâyet vb. sebeplerle yüksek sesle bağırmak.
    * Çağırmak, seslenmek.
    * (durum veya nitelik) Çok belirgin olarak görünmek.
    haykırtı * Yüksek sesle acıacı bağırma, haykırma.
    haykırtma * Haykırtmak biçimi veya durumu.
    haykırtmak * Haykırmasına sebep olmak.
    haylamak * At ve benzeri hayvanlarısürmek için seslenmek.
    haylaz * Hoşa gitmeyen davranışlarda bulunan (kimse), hayta.
    * Çalışma gücü varken çalışmayan, aylaklık eden, tembel.
    haylazca * Haylaz gibi, haylaza yakışır biçimde.
    haylazlaşma * Haylazlaşmak durumu.
    haylazlaşmak * Haylaz bir duruma gelmek.
    haylazlık * Haylaz olma durumu veya haylazca davranış.
    haylazlık etmek * haylazca davranışlarda bulunmak.
    hayli * Epey, oldukça çok.
    * Oldukça.
    haymana * Başı boşhayvanların salındığıçayırlık.
    * Tembel.
    haymana beygiri gibi dolaşmak * işsiz güçsüz dolaşmak.
    haymana mandası * Haymana öküzü.
    haymana öküzü * İri yarıve tembel, işe yaramaz kimse.
    haymatlos * Vatansız.
    hayra alâmet değil * uğursuz sayılacak bir olay için kullanılır.
    hayra karşı(olmak) * iyilikle, hayırlı olmasıdileğiyle.
    hayra yormak * rüya veya olayı iyi bir durumun belirtisi saymak.
    hayran * Çok beğenen, hayranlık duyan.
    * Birini beğenen, hayranlık duyan kimse.
    hayran etmek * (kendisini) beğendirmek.
    hayran hayran * Hayran olarak, kendinden geçerek.
    hayran olmak (veya kalmak) * (bir şey veya kimsenin) iyi, güzel veya olağanüstü durum ve davranışlarıkarşısında zevk ve saygıduymak.
    hayranlık * Hayran olma durumu.
    * Tutku, aşırı istek.
    hayranlık duymak * çok beğenmek, tutkuyla bağlanmak.
    hayranlıkla * çok beğenerek, hayran kalarak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 31

    hayrat * Sevap kazanmak için yapılan iyilik.
    * Halkın yararlanması için yapılan okul, çeşme, han gibi yapılara verilen ad.
    * Sevap kazanmak için yapılmışolan.
    hayret * Beklenmedik, garip bir şeyin sebep olduğu şaşkınlık, şaşırma.
    * Şaşılacak bir şey karşısında söylenir.
    hayret etmek * şaşmak, şaşırmak, şaşakalmak.
    hayrete (veya hayretlere) düşmek * şaşakalmak, şaşırmak.
    hayretle * şaşkınlıkla, şaşarak.
    hayrette (veya hayretler içinde) kalmak * şaşakalmak, şaşırmak.
    hayrette bırakmak * şaşmasına sebep olmak.
    hayretten donakalmak * çok şaşırmak, inanamamak.
    hayrıdokunmak * yararlı olmak.
    hayrı olmamak * iyiliği dokunmamak, yarar sağlamamak.
    hayrını gör * yeni alınan bir şey için “güle güle kullan” veya kırgınlık, alay anlamında söylenir.
    hayrola * “Ne var”, “ne oluyor” anlamında kullanılır.
    hayrülhalef * Hayırlıçocuk, hayırlıevlât.
    haysiyet * Değer, saygınlık, itibar.
    * Onur, öz saygısı, şeref.
    haysiyet divanı * Onur kurulu.
    haysiyetine dokunmak * onuru incinmek.
    haysiyetiyle * Dolayısıyla, sebebiyle.
    * Onuruyla.
    haysiyetli * Değeri, saygınlığı olan.
    * Onurlu.
    haysiyetsiz * Değeri, saygınlığı olmayan.
    * Onursuz.
    haysiyetsizlik * Haysiyetsiz olma durumu, haysiyetsizce davranış.
    * Onursuzluk.
    hayta * Osmanlıların ilk dönemlerinde eyalet askerlerinin uç boylarında görevli sınıflarından biri.
    * Serseri, külhanbeyi, kabadayı, holigan.
    haytalık * Hayta olma durumu, serserilik, başı boşluk, külhanbeyilik, kabadayılık.
    haytalık etmek * serserice davranışlarda bulunmak.
    hayvan * Bitkilerden farklı olarak, duygu ve hareket yeteneği olan canlıyaratık.
    * İnsandan farklı olarak, dil ve akıldan yoksun canlıyaratık.
    * At, eşek, katır gibi türlü hizmetlerde kullanılan yaratık.
    * Akılsız, duygusuz, kaba, hoyrat (kimse).
    * Bir seslenme biçimi.
    hayvan bilimci * Hayvan bilimi uzmanı, zoolog.
    hayvan bilimi * Biyolojinin, hayvanların yapı, görev, davranışve sınıflandırmaları, yeryüzündeki dağılışlarıyla uğraşan bilim
    dalı, hayvanlar bilimi, zooloji.
    hayvan gibi * akılsız, duygusuz, kaba.
    hayvan koklaşa koklaşa, insan konuşa konuşa * insanlar konuşarak daha iyi anlaşırlar.
    hayvan kömürü * Kan ve kemik gibi organik maddelerden yapılıp hekimlikte kullanılan kömür.
    hayvanat * Hayvanlar.
    * Hayvan bilimi, zooloji.
    hayvanat bahçesi * Genellikle her tür hayvanın doğal şartlarda beslendiği, korunduğu, sergilendiği büyük bahçe.
    hayvanca * Çok kaba ve hoyrat (bir biçimde).
    hayvancağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan hayvan.
    hayvancık * Ancak mikroskopla görülebilen çok küçük hayvan.
    * Hayvancağız.
    hayvancılık * Evcil hayvanlara bakma ve yetiştirme işi.
    hayvanî * Hayvanla ilgili, hayvansal.
    * Hayvanca.
    hayvaniyet * Hayvanlık.
    hayvanlaşma * İnsanlık erdemlerini yitirme, kabalaşma.
    hayvanlaşmak * İnsanlık erdemlerini yitirmek, kabalaşmak.
    hayvanlaştırma * Hayvanlaştırmak durumu.
    hayvanlaştırmak * Hayvan durumuna getirmek.
    hayvanlık * Hayvan olma durumu, hayvaniyet.
    * Hayvanca davranma.
    hayvanlık etmek * hayvanca davranmak.
    hayvansal * Hayvanî.
    * Hayvandan elde edilen.
    haz * Hoşa giden duygulanma, hoşlanma, zevk.
    * Bir şeyden duyusal veya manevî sevinç duyma.
    * Sürdürülmesi istenen ılımlıve doygunluk veren coşku.
    haz almak * hoşlanmak, keyif almak.
    haz duymak * hoşlanmak.
    haz vermek * hoşlanmasını sağlamak.
    haza * Bu, şu, o.
    * Etkisiz, kusursuz.
    hazakat * (hekimler için) Ustalık, uzluk.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 32

    hazakatli * Hazakat sahibi.
    hazan * Güz, sonbahar.
    hazandide * Görmüş, geçirmiş.
    * Solgun, sararmış, solmuş.
    Hazar * VI.-X. yüzyıllar arasında Hazar Denizi’nin ve Kafkasların kuzeyinde yaşamış bir Türk boyu veya bu
    boydan olan kimse.
    hazar * Barış.
    Hazarca * Hazar Türkçesi.
    hazarî * Barışla ilgili.
    hazcı * Hazcılık ile ilgili olan.
    * Hazcılığı benimseyen ve savunan kimse, hedonist.
    hazcılık * Zevki, insan hayatının tek değer ve amacısayan, haz veren her şeyin iyi olduğunu kabul eden öğreti,
    hedonizm.
    * Hazza, fiziksel zevke hastalık derecesinde düşkünlük, hedonizm.
    * Ekonomik etkinliğin, hazzın en yüksek derecesine varacak biçimde geliştirilmesi öğretisi, hedonizm.
    hazfetme * Hazfetmek durumu veya biçimi.
    hazfetmek * Gidermek, kaldırmak, çıkarmak, silmek.
    hazık * (hekimler için) Usta, uz.
    hazım * Sindirme, sindirim.
    * Benimsenme, kabul edilme.
    hazımlı * Yersiz davranışlara, dokunaklısözlere aldırmayan, içi geniş(kimse).
    * Benimseyen, katlanan, kabullenen.
    hazımsız * Yediklerini kolay sindiremeyen.
    * Yersiz davranışlara karşısusmak elinden gelmeyen (kimse).
    * Benimseyemeyen, katlanamayan, kabullenemeyen.
    hazımsızlık * Sindirim sisteminin iyi çalışmamasıdurumu.
    * Benimseyememe, katlanamama, kabullenememe.
    hazın * Kışlık yiyecek.
    hazır * Bir işyapmak için gereken her şeyi tamamlamışolan, anık, amade, müheyya.
    * Belli bir işe yarayacak, kullanılacak bir duruma getirilmiş.
    * Belirli bir biçimde yapılmışolarak satılan, alıcı bekleyen, ısmarlama karşıtı.
    * Başına getirildiği fiilin bir fırsat sayıldığınıanlatır.
    hazır bulunmak (veya olmak) * bir yerde var olmak, kendi bulunmak.
    * bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak.
    hazır çorba * Önceden hazırlanmışve paket hâlinde satışa sunulmuşçorba.
    hazır değer * Önceden belirlenmişdeğer.
    hazır etmek * hemen kullanabilecek duruma getirmek.
    hazır giyim * Standart ölçülere göre seri olarak hazırlanmışve satışa sunulmuşgiyim eşyası.
    hazır kahve * Neskafe.
    hazır kıta * Gerektiği anda kullanılmak ve görevlendirilmek üzere hazır bulundurulan birlik.
    hazır mezarın ölüsü * her hizmeti başkalarından bekleyen tembeller için söylenir.
    hazır ol * Askerlikte esas duruşdenilen, ayakta, başve vücut dik, gözler ileride, eller uyluklara yapışmış bir duruşa
    geçilmesi için verilen komut.
    hazır ol duruşu * Vücudun başdik, göğüs ileride, omurga ve bacaklar gergin, topuklar bitişik, kollar doğal yerinde, avuçlar
    uyluklarda olarak ayakta bulunduğu durum.
    hazır olmak * hazır durumda bulunmak.
    hazır para * Nakit, elde mevcut para, likit.
    hazır yemek * Kısa sürede hazırlanan ve genellikle ayaküstü yenilen hafif yiyecek.
    hazır yiyici * Önceden kazanılmışvarlığıharcayan.
    hazıra dağlar dayanmaz * sürekli harcama, en büyük birikimleri bile eritir.
    hazıra konmak * başkasının emeğiyle ortaya çıkmış bir şeyden yararlanmak.
    hazırcevap * Gerektiğinde çabuk, yerinde cevaplar bulup veren.
    hazırcevaplık * Hazırcevap olma durumu.
    hazırcı * Emek harcamadan her şeyi hazır olarak elde etmek isteyen kimse.
    * Hazır giysi satılan yer veya satan kimse.
    hazırcılık * Her şeyi hazır bulmaya veya elde etmeye düşkün olma durumu.
    hazırda * yararlanılabilecek bir durumda, el altında.
    hazırdan yemek * yenisini kazanmaksızın elindekini harcamak.
    hazırlama * Hazırlamak işi.
    hazırlamak * Bir şeyi kullanılacak, yararlanılacak duruma getirmek.
    * Bir şeyi ortaya koymak, gerçekleştirmek.
    * Önceden düzenlemek.
    * Gelecek için önlem almak, ihtiyaçlarıtespit etmek.
    * Sebep olmak, yol açmak.
    * Birini herhangi bir şeyi yapabilecek veya bir şeyi yüklenebilecek duruma getirmek.
    * Alıştırmak.
    * Bir maddeyi elde etmek.
    hazırlanış * Hazırlanmak işi veya biçimi.
    hazırlanma * Hazırlanmak işi.
    hazırlanmak * Hazır olmak, kendini hazırlamak.
    * Hazır duruma getirilmek.
    hazırlatma * Hazırlatmak işi.
    hazırlatmak * Hazır duruma getirmek.
    hazırlayış * Hazırlamak işi veya biçimi.
    hazırlık * Hazırlanmak için gereken şeyler veya durumlar.
    hazırlık devresi * Hazırlık dönemi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 33

    hazırlık dönemi * Hazırlanmak için geçen süre.
    hazırlık görmek * hazır olmak için gereken şeyleri toplamak veya durumları sağlamak.
    hazırlık sınıfı * Öğrencilere, belli bir öğretim programını izlemek veya belli bir okulda okumak için gerekli temel anlayış,
    bilgi ve becerileri kazandırmak amacıyla bir okula, bir üniversiteye bağlı olarak açılan sınıf.
    hazırlıklı * Bir şey için önceden hazırlanmışolan.
    hazırlıklı olmak (veya bulunmak) * hazırlanmışolmak.
    hazırlıksız * Bir şey için önceden hazırlanmamışolan.
    hazırlıksız olmak (veya bulunmak) * hazırlanmamışolmak.
    hazırlop * Sarısıkatılaşacak derecede kaynatılmış(yumurta).
    * Başkasıtarafından hazırlanmış, sağlanmış, emeksiz, külfetsiz.
    hazin * Acıklı, üzüntü veren, dokunaklı, hüzünlü.
    hazine * Altın, gümüş, mücevher gibi değerli eşya yığını, büyük servet.
    * Değerli şeylerin saklandığıyer.
    * Gömülü veya saklı iken bulunan değerli şeylerin bütünü.
    * Devlet malı, parasıveya bunların saklandığıyer.
    * Kaynak.
    * Büyük bağlılık duyulan, değer verilen şey veya kimse.
    * Devletin altın, döviz, bono ve nakit işlemlerini maliye ile birlikte düzenleme görevini üstlenen makam.
    hazinedar * Bir hazineyi bekleyen, yöneten kimse.
    hazinedarlık * Hazineyi yönetme görevi.
    haziran * Yılın 30 gün süren altıncıayı.
    haziran böceği * Mayıs böceklerinden, tarım bitkilerine çok zarar veren kın kanatlı bir böcek (Amphimallus solstitialis).
    hazire * Etrafıçitle çevrili ve girilmesi yasak yer.
    * Cami, türbe, tekke gibi yerlerde çevresi parmaklıklarla çevrili mezar yeri.
    hazletmek * Gidermek, kaldırmak, çıkarmak, silmek.
    hazmetme * Hazmetmek durumu.
    hazmetmek * Sindirmek.
    * Hoşa gitmeyen bir davranışıkarşılıksız bırakmak, içine atmak.
    * Katlanmak, dayanmak, sabretmek.
    hazne * Hazine.
    * Bir şeyin toplandığı, biriktirildiği yer, depo.
    * Döl yatağı.
    hazret * Kutsal sayılan kimselerin adlarının başına getirilen unvan.
    * Bir seslenme sözü.
    * Adısöylenmeyen bir kimseden söz edilirken kullanılır.
    hazretleri * eskiden saygıduyulan kişilerin adlarınıveya makamlarını gösteren söze başka unvanlarla birlikte getirilirdi.
    hazzetme * Hoşlanma.
    hazzetmek * Hoşlanmak.
    hazzınıçıkarmak * zevkini çıkarmak.
    He * Helyum’un kısaltması.
    he * Türk alfabesinin onuncu harfinin adı.
    he * Evet.
    he demek * onamak.
    heba * Hiçbir işe yaramadan yok olma, boşa gitme.
    heba etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek.
    heba olmak * boşa gitmek, ziyan olmak.
    heba olup gitmek
    hebenneka * Zeki ve becerikli olmadığıhâlde kendini öyle sanan.
    heccav * Yergici.
    hece * Bir solukta çıkarılan ses veya ses birliği, seslem.
    hece ölçüsü * Hece vezni.
    hece taşı * Mezar taşı.
    hece vezni * Belirli sayıdaki hece kümelerine dayanan nazım ölçüsü, parmak hesabı.
    hece yutumu * Kelime içinde benzer hecelerden birinin düşmesi.
    hececi * Hece ölçüsüyle şiir yazan (şair).
    * Millî Edebiyat döneminde hece ölçüsüyle şiirler yazan beşşairden her biri.
    hececilik * Hece vezni ile şiir yazma yanlısı olan kimse.
    heceleme * Hecelemek işi.
    hecelemek * Bir kelimenin hecelerini teker teker söylemek.
    * İlk bakışta okuyamayıp heceleri teker teker okumak.
    heceletme * Heceletmek işi veya biçimi.
    heceletmek * Hecelemesini sağlamak.
    heceli * Herhangi bir sayıda hecesi olan.
    hecelik * Heceyi esas alan ses birimi.
    hecin * Çift parmaklılar takımının, devegiller familyasından, uzunluğu 3, yüksekliği 2 m kadar olan, sırtında besin
    depo etmeye yarayan tek hörgücü bulunan, hızlıyürüyen bir memeli türü (Camellus dromedarius).
    hedef * Nişan alınacak yer.
    * Amaç, gaye, maksat.
    hedef almak * Bkz. nişan almak.
    * ulaşılmak istenen amaca göre davranmak.
    * (bir kimseyi, bir yeri) yıpratmak, eleştirmek amacıyla karşısına almak.
    hedef kitle * Verilmek istenen mesajın ulaşmasıhedeflenen bir grup veya topluluk.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 23

    haşlatma * Haşlatmak işi.
    haşlatmak * Haşlamak işini yaptırmak.
    haşmet * Görkem.
    haşmetli * Görkemli.
    * Hükümdarlara verilen unvan.
    haşviyat * Sözde ve yazıda haşiv olan bölümler.
    haşyet * Korku, korkma.
    hat * Çizgi.
    * Yazı.
    * Ulaşım sağlayan bir taşıtın uğradığıyerlerin bütünü, yol, geçek.
    * Elektrik akımıtaşıyan tel veya kablo sistemi.
    * Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletişim sağlayan yol, kanal.
    * Sınır.
    * Yüzü biçimlendiren çizgi veya kırışıklık.
    * Vücut biçimi.
    hat bekçisi * Demir yolunu, telefon, telgraf hatlarını gözetleyip koruyan görevli kimse.
    hat çekmek * telefon, telgraf tellerini döşemek veya direklere germek.
    hata * Yanlış, yanlışlık, yanılgı.
    * İstemeyerek ve bilmeyerek yapılan yanlış, yanılma, yanılgı.
    * Suç, günah, kusur.
    hata etmek (veya işlemek) * yanlışlık yapmak; yanılgıya düşmek.
    hata vuruşu * Ceza atışı.
    hatalı * Hatası olan, yanlışlığı bulunan.
    hatasız * Hatası olmayan, yanlışlığı bulunmayan.
    hataya düşmek * yanılmak.
    hatıl * Duvarı berkitmek için taşların arasına yatay olarak yerleştirilen direk.
    hatıllama * Hatıllamak işi.
    hatıllamak * Duvarıhatılla güçlendirmek.
    hatır * Düşünme, akılda tutma, hafıza, zihin, akıl.
    * Gönül, kalp.
    * Birine karşıduyulan saygı, sevgi.
    * Durum, keyif, hâl.
    hatır almak * Bkz. gönül almak.
    hatır belâsı * Sevgi, saygıduyulan biri için katlanılan sıkıntı.
    hatır gönül bilmemek (saymamak veya tanımamak) * saygı, sevgi duyduğu kimsenin gücenmesini bile göze alarak doğru bildiğini yapmak.
    * kırıcıdavranmak.
    hatır hatır * Sert şeyler kesilir, yenilir, koparılırken çıkan sesi anlatır.
    hatır hutur * Bkz. hatır hatır.
    hatır için çiğtavuk yemek * bir kişiyi gücendirmemek için yapılması güç olan şeyleri bile yapmak.
    hatır senedi * Gerçek bir ticarî işleme ve bir alacağa dayanmayan, gerçek duruma uymayan, yalnız herhangi bir kişiye
    para sağlanılmasıamacıyla düzenlenerek imzalanan senet.
    hatır sormak * Bkz. hâl hatır sormak.
    hatıra * Geçmişte yaşanmışçeşitli olaylardan belleğin saklandığıher türlü iz, anı.
    * Andaç, anmalık, yadigâr.
    hatıra (veya hatır ve hayale) gelmemek * bir şeyin gerçekleşeceğini, olacağınıhiç düşünmemek.
    hatıra defteri * İçine hatıraların yazıldığıdefter.
    hatırat * Anılar, andaç.
    hatırı için * gönlü hoşolsun diye.
    hatırı için * yüzünden, sebebiyle.
    hatırıkalmak * gücenmek, kırılmak.
    hatırısayılır * oldukça çok.
    * önemli, saygın, saygıdeğer.
    hatırına bir şey gelmesin * bir düşüncede, sözde veya davranışta kötü bir amaç güdülmediğini anlatır.
    hatırına gelmek * hatırlamak, aklına gelmek.
    hatırında kalmak * unutmamak, hatırlamak.
    hatırında olmak * unutmamışolmak.
    hatırında tutmak * unutmamak.
    hatırından (veya hatır ve hayalinden) geçmemek * hiç aklına gelmemek, hiç düşünmemek.
    hatırından çıkmamak * sevdiği, saydığı birinin isteğini reddetmeyip gönlünü kırmaktan çekinmek.
    hatırınıhoşetmek * sevindirmek, memnun etmek.
    hatırınıkırmak * üzmek, gücendirmek.
    hatırınısaymak * gerekli saygıyı göstermek.
    hatırınısormak * hâl hatır sormak.
    hatırlama * Hatırlamak durumuna konu olmak, anımsama.
    hatırlamak * Bilinip unutulan bir şeyi akla getirmek, anımsamak.
    hatırlanma * Hatırlanmak durumu, anımsanma.
    hatırlanmak * Hatırlamak durumuna konu olmak, anımsanmak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 24

    hatırlatma * Hatırlatmak durumu, anımsatma.
    hatırlatmak * Birisinin unuttuğu bir şeyi aklına getirmek, anımsatmak.
    * Birinin bir şeyi unutmamasını sağlamak, uyarmak.
    hatırlı * Hatırısayılan, etkili, saygın.
    hatırsız * Hatırısayılmayan, etkisiz, saygın olmayan.
    hatırşinas * Saygılı, hatır sayan, hatır kırmayan.
    hatif * Sesi işitilen fakat kendisi görülmeyen.
    * Gaipten seslenir gibi haber veren melek.
    hatiften gelmek * gaipten ses gelmek.
    hatim * Sona erdirme, bitirme.
    * Kur’an’ı başından sonuna kadar okumak.
    hatim indirmek * Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek.
    hatim sürmek * bitirmek için Kur’an’ı okumaya devam etmek.
    hatime * Son, sonuç.
    * Bir eser veya yazının sonu, son bölümü.
    hatime çekmek * son vermek.
    hatip * Topluluk karşısında söz söyleyen kimse, konuşmacı.
    * Bir topluluk karşısında etkili, açık, düzgün konuşarak bir düşünceyi anlatmada, bir duyguyu aşılamada
    yetenekli kimse.
    * Camilerde hutbe okuyan hoca.
    hatiplik * Hatip olma durumu.
    hatmetme * Hatmetmek işi.
    hatmetmek * Sona erdirmek, bitirmek.
    * Kur’an’ıveya herhangi bir kitabı baştan sona kadar okuyup bitirmek, sona erdirmek.
    hatmi * Ebegümecigillerden, bazıcinslerinin kök ve çiçekleri hekimlikte kullanılan çok yıllık otsu bir süs bitkisi,
    ağaç küpesi (Althaea officinalis).
    hatta * Bile, hem de, üstelik, ayrıca.
    hattat * El yazısıçok güzel olan sanatçı.
    * Mesleği hattatlık olan kimse.
    hattatlık * Hattat olma durumu.
    * Hattat sanatı.
    hattı hareket * Tutulan yol, tutulacak yol, davranış, tutum.
    hatun * Kadın.
    * Bayan, hanım.
    * Eş, zevce.
    * Yüksek makamdaki kadınlara ve hakan eşlerine verilen unvan.
    hav * Kadife, çuha, yün vb. nin yüzeyindeki ince tüy.
    hava * Hava yuvarını oluşturan, bütün canlıların solunumuna yarayan, renksiz, kokusuz, akışkan gaz karışımı.
    * Meteorolojik olayların bütünü.
    * Canlılar üzerindeki etkisine göre hava yuvarının durumu.
    * Gökyüzü.
    * Çevreyi kuşatan boşluk.
    * Gökyüzü doğrultusunda.
    * Esinti.
    * Müzik parçalarında tür.
    * Müzik aletlerinden çıkan ses perdesi.
    * Keyif, âlem.
    * (görünüş, davranış, söz vb. için) Bir kimsenin durumunu belirten özellik.
    * Tarz, üslûp.
    * Durum, ortam, atmosfer.
    * Sonuçsuz, anlamsız, boşdurum, davranış, söz vb.
    * Çekicilik, albeni, alım, cazibe.
    hava açmak (veya açılmak) * bulutlar dağılmak.
    hava akımı * Değişik sebeplerle atmosferde havanın yer değiştirmesi.
    hava alanı * Uçakların kalkıp inmesi için yapılmışdüz, açık ve asfaltlanmışgenişyer, uçak alanı.
    hava almak * açık havada gezmek.
    * umduğunu bulamamak, hiçbir şey kazanmamak.
    * ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.
    hava almak * içine hava girmek.
    * ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.
    hava atışı * Basketbol ve futbolda hakemin iki takımdan birer oyuncunun arasında topu havaya atarak, duran oyunu
    yeniden başlatması.
    hava basıncı * Yer yuvarını çevreleyen havanın yeryüzündeki bir alana uyguladığıkuvvet.
    hava basmak * Bkz. hava vermek.
    * büyüklenmek, gururlanmak.
    hava bilgisi * Meteoroloji.
    hava birliği * Hava kuvvetleri içinde yer alan askerî birlik.
    hava boşaltma makinesi * Boşaltaç.
    hava boşluğu * Yeryüzündeki engebelerin havada doğurduğu yoğunluk farkları.
    hava bozmak * havada yağmur veya fırtına belirtileri gözükmek.
    hava bulanmak * yağmur yağacak duruma gelmek.
    hava çalmak * her biri, birbiriyle çelişen, birbirine uymayan davranışve düşüncede bulunmak.
    hava çarpmak * iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek.
    hava değişimi * Hastaların daha çabuk iyileşmesi, yorgunlukların giderilmesi gibi amaçlarla yapılan çevre değişikliği,
    tebdilihava.
    * Havanın kapanması, açması, ısınması, soğuması gibi değişimlerin genel adı.
    hava değiştirmek * iklimi değişik bir yere gidip bir süre oturmak.
    hava deliği * Bir şeyin içindeki havanın yenilenmesine yarayan delik.
    hava durumu * Metoroloji ile ilgili olayların bütünü.
    hava düzenleyicisi * Kapalıyerlerde sıcaklık yönünden istenilen hava şartlarınısağlayan araç.
    hava gazı * Maden kömüründen çıkarılan, yakılarak ışık veya ısısağlanan gaz.
    * Boşlâf, önemsiz şey.
    hava gazı beki * Hava gazı ile çalışan lâmbanın ucu.
    hava gazıfırını * Hava gazı ile çalışan fırın.
    hava gazısayacı * Hava gazısarfiyatınıölçen alet, gaz sayacı.
    hava haritası * Hava durumlarının işlendiği özel yeryüzü haritası.