halûk | * Temiz huylu, iyi ahlâklı. |
halvet | * Issız yerde yalnız kalma. * Issız ve kapalıyer. * Hamamlarda çok sıcak küçük yer. |
halvet gibi | * çok sıcak (yer, oda). |
halvet olmak | * görüşmek için yalnız kalıp içeriye kimseyi sokmamak. |
halvethane | * Eski saraylarda girilmesi yasak olan oda. * Eski tekkelerde dervişlerin yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapandıkları oda. |
Halvetî | * İbadetlerini tenhada yapan bir tarikat. * Bu tarikattan olan kimse. |
ham | * (meyve için) Yenecek kadar olgun olmayan. * İşlenmemiş(madde). * İdmansız. * Gerçekleşme kolaylığıveya imkânı olmayan. * Kaba, toplum kurallarını bilmeyen, incelmemiş. |
ham besi suyu | * Kökler tarafından topraktan emilip yapraklara kadar çıkan besi suyu. |
ham ervah | * Yersiz, yakışıksız söz ve davranışları olan kimse, çiğadam. |
ham gaz | * İşlenmemişgaz. |
ham hayal | * Gerçekleşmeyecek düşünce veya ümit. |
ham hum | * “Belirsiz birtakım sözler söylemek” anlamına gelen ham hum etmek deyiminde geçer. * Önemsiz, boşsöz. |
ham hum şaralop | * düzenle veya el çabukluğu ile yapılan, kimsenin akıl erdiremediği iş. |
ham madde | * Bir ürün veya mal oluşturmak için gerekli maddelerin işlenmeden önceki doğal durumu. |
ham payı | * Zıvanalı geçmeleri sağlamlaştırmak amacı ile zıvanadan genellikle üçte biri oranında çıkarılan parça. |
hamail | * Omuzdan çapraz olarak bele inen bağ, hamaylı. * Muska. |
hamak | * İki ağaç veya direk arasına asılarak içine yatılan ve sallanabilen, ağdan veya bezden yapılmışyatak, ağyatak. |
hamakat | * Ahmaklık. |
hamal | * Ücretle yük taşıyarak geçinen kimse, taşıyıcı, yükçü. |
hamal camal | * Hamal ve benzeri kimseler. |
hamal semeri | * Arkalık. |
hamal sırığı | * Sırık hamallarının kullandığı ağaç. |
hamala semeri yük olmaz | * insana kendi işi ağır gelmez. |
hamalbaşı | * Hamallara başkanlık eden kimse. |
hamaliye | * Hamal ücreti, hamallık. |
hamallığınıetmek (veya yapmak) | * bir işin önemsiz, fakat ağır ve yorucu yükünü taşımak. |
hamallık | * Hamalın yaptığı iş. * Hamala verilen para, hamaliye. * Kaba ve ağır iş. * Gereksiz yere yüklenme. * Zihni gereksiz bilgilerle doldurma. |
hamam | * Yıkanılacak yer, yunak, ısıdam. |
hamam anası | * Kadınlar hamamında natırlarıyöneten kadın. * İri yarı, güçlü ve şişman kadın. |
hamam bohçası | * Kadınların çarşıhamamına giderken çamaşırlarınıveya eşyalarınıkoyduğu bohça. |
hamam böceği | * Hamam böceğigillerden, temiz tutulmayan yerlerde üreyen zararlı bir böcek (Blatta orientalis). |
hamam böceğigiller | * Düz kanatlılar takımına giren, örnek hayvanıhamam böceği olan bir familya. |
hamam gibi | * pek sıcak. |
hamam kesesi | * Hamamda kiri çıkarmak için kullanılan kıldan veya kenevirden örülmüşele geçebilen kese. |
hamam otu | * Vücuttaki gereksiz kıllarıalmak için çamur kıvamına getirilip sürülen toz. |
hamam takımı | * Hamamda kullanılan havlu, kese, tas gibi gerekli araçlar. |
hamam tası | * Banyo ve hamamlarda çeşmeden veya kurnadan su alıp dökünmeye yarayan yayvan kap. |
hamam yapmak | * yıkanmak. |
hamama giren terler | * bir işe girişen kimse, o işin güçlüklerini veya masraflarını göze almalıdır. |
hamamcı | * Hamam işleten kimse. |
hamamcı olmak | * gusül abdesti alması gerekmek. |
hamamcılık | * Hamamcı olma durumu veya hamamcının yaptığı iş. |
hamamın namusunu kurtarmak | * görünüşünü kurtarmaya yönelen birtakım yetersiz çarelere başvurarak kötü bilinen bir yere onur kazandırmaya çalışmak. |
hamamlık | * Bazıevlerde yıkanmak için ayrılmış, çoğunlukla içi ve yanlarıçinko kaplı, dolaba benzer yer. |
hamarat | * Ev işlerinde çok çalışan ve becerikli kadın. |
hamaratça | * Hamarat bir biçimde, hamarat gibi. |
hamaratlaşma | * Hamaratlaşmak işi. |
hamaratlaşmak | * Hamarat duruma gelmek, hamarat olmak. |
hamaratlık | * Hamarat olma durumu. |
hamarattaze | * Çalışkan, becerikli (olan). |
Kategori: H
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 11
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 12
hamaset * Yiğitlik, kahramanlık, cesaret. hamasî * Yiğitlerden ve yiğitliklerden söz eden (destan, şiir). hamaylı * Bkz. hamail. Hambelî * 343 Hanbelî. hamburger * Bir tür köfteli ve yuvarlak ekmekli sandviç. hamburgerci * Hamburger yapan veya satan kimse. hamdetme * Hamdetmek işi veya biçimi. hamdetmek * Tanrı’ya şükretmek. hamdüsena * Tanrı’ya olan şükran duygularını bildirme. Hamel * Koç burcu. hamhalat * Kaba saba, görgüsüz.
* Verimsiz, çorak, kuru.hamız * Asit. hami * Gözeten, koruyan, koruyucu (kimse).
* Kayıran, kayırıcı(kimse).hamil * Elinde bulunduran, üzerinde taşıyan.
* Destek, bindi.hamil olmak * üzerinde bulundurmak, taşımak. hamile * Gebe, yüklü, aylı. hamilelik * Gebelik.
* Hamile elbisesi.hamilen * Üzerinde taşıyarak. hamilikart * Tavsiye edildiği yazılıkartı, pusulayıtaşıyan kimse. haminne * Yaşlıve saygıduyulan kadınlara verilen unvan. hamisiz * Koruyucusu, kayıranı olmayan. hamiş * Mektup kâğıdının boş bir yerine yazılan ek düşünce, çıkma, not (post scriptum). hamiyet * Bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası. hamiyetli * Hamiyeti olan. hamiyetperver * Hamiyetli, hamiyet sahibi. hamiyetperverlik * Hamiyet sahibi olma. hamiyetsiz * Hamiyeti olmayan. hamiyetsizlik * Hamiyetsiz olma durumu. hamla * Küreklerin bir kez suya daldırılıp çıkarılması.
* Bu biçimde sandalın aldığıyol.
* Kıçtan birinci oturak.hamlacı * Büyük sandal ve kayıklarda kıçtan birinci oturakta kürek çeken kimse. hamlaç * Üfleç. hamlama * Hamlamak.
* Çini toprağından yapılmışnesnelerin ilk pişirilişi.
* Bu pişirmenin yapıldığıfırın bölümü.hamlamak * Uzun zaman idman yapmamak, hareket etmemek yüzünden gücünü veya çevikliğini yitirmek. hamlaşma * Hamlaşmak durumu. hamlaşmak * Hamlamak durumu. hamle * İleri atılma, atılım.
* Saldırış, savlet.
* Satrançta ve damada taşsürme işi.
* Atak (II).hamle etmek (veya yapmak) * atılmak, saldırmak.
* önemli bir işe girişmek, bir işte başarı sağlamak için çaba harcamak.hamleci * Atılımcı. hamletme * Hamletmek işi. hamletmek * Bir sebebe yüklemek, yormak. hamlık * Ham olma durumu.
* İdmansızlık.hamse * Divan edebiyatında beşmesnevînin bir araya gelmesinden oluşan eser. hamsi * Hamsigillerden, Akdeniz, Karadeniz ve BatıAvrupa kıyılarında avlanan, 10-12 cm boyunda, ince uzun bir
balık (Engraulis encrasicholus).hamsi buğulama * Hamsinin fırında pişirilen yemeği. hamsi çorbası * Hamsi ile yapılan çorba. hamsigiller * Kemikli balıkların hamsi, ringa, sardalye, tirsi balıklarını içine alan bir familyası. hamsikuşu * Baharat, un ve yumurtaya bulanarak yapılan hamsi tavası. hamsili pilâv * Hazırlanan iç pilâvın üzerine ayıklanıp temizlenmişhamsilerin konulmasıve fırında pişirilmesiyle yapılan
bir tür pilâv.hamsin * Erbainden sonra gelen, 31 ocakta başlayan elli günlük kışdönemi. hamt * Tanrı’ya şükretme. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 13
hamt etmek * Tanrı’ya şükretmek. hamt olsun * “Tanrı’ya şükürler olsun” anlamında hoşnutluk anlatır. hamule * Yük.
* Kâğıt dolgu maddesi.hamur * Unun su veya başka sıvılarla yoğrulmuşdurumu.
* (kâğıt için), Nitelik, tür.
* (ekmek ve hamur işleri için) İyi pişmemiş.
* Öz, asıl, maya.hamur açmak * yoğrulmuşhamuru inceltip yufka durumuna getirmek. hamur boya * Ressamın boya tablasıüzerinde, resmine sürmek için hazırladığıhamur kıvamındaki yağlı boya. hamur çorbası * Hamur ile yapılan çorba. hamur gibi * yorgunluktan eli ayağıtutmaz.
* yiyeceklerin çok pişip bulamaç durumuna gelmesi.hamur işi * Hamurdan yapılan yiyeceklerin genel adı. hamur tahtası * Üzerinde hamur açılan tekerlek biçiminde ve kısa ayaklımasa, yastağaç. hamur tatlısı * Hamurla yapılan tatlıların genel adı. hamur teknesi * İçinde hamur yoğurmaya yarayan özel kap. hamur tutmak * hamur hazırlamak. hamurcu * Fırında hamur yoğuran (işçi), hamurkâr. hamurculuk * Hamurcunun işi veya mesleği. hamurkâr * Hamurcu. hamurlama * Hamurlamak işi. hamurlamak * Hamur sürmek.
* (kapalıtencerenin kenarını buğu çıkmasın diye) Hamurla sıvamak.hamurlanma * Hamurlanmak işi. hamurlanmak * Hamura bulanmak. hamurlaşma * Hamurlaşmak işi. hamurlaşmak * Hamur kıvamıalmak, gevşemek. hamursu * İyi pişmemiş, hamur gibi, hamurumsu. hamursuz * Yahudilerin, Hamursuz Bayramıdolayısıyla yapıp yedikleri bir çeşit mayasız çörek. Hamursuz Bayramı * Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarınıanmak amacıyla her yıl kutladıkları bayram. hamurumsu * Hamur kıvamında olan, iyi pişmemiş, hamursu. hamut * Araba koşumunda atların boyunlarına geçirilen ağaç veya üstüne meşin geçirilmişçember. han * Osmanlıpadişahlarının adlarının sonuna getirilen unvan.
* Doğu ülkelerinde yerli beyler ve Kırım girayları için kullanılan unvan.han * Yol üzerinde veya kasabalarda yolcuların konaklamalarına yarayan yapı.
* Büyük şehirlerde serbest mesleklerde çalışanların oda veya daire tutup çalıştıkları birkaç katlıyapı.han gibi * gereğinden çok genişolan yer. han hamam sahibi * mülkü çok, varlıklıkimse. han kapısından teğelti atmak * defetmek, kovmak. hanay * İki ve daha çok katlıev.
* Sofa, hol.
* Avlu.Hanbelî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Bu mezhepten olan kimse.hancı * Han işleten kimse. hancısarhoşyolcu şarhoş * kimin ne yaptığı, ne ettiği belli değil. hancılık * Hancı olma durumu veya hancının yaptığı iş. hançer * Ucu eğri ve sivri, kamaya benzer, silâh olarak kullanılan bir tür bıçak. hançer çiçeği * Çiçekleri hançer sapınıandırdığı için Lâtin çiçeğine verilen bir ad. hançere * Gırtlak. hançerleme * Hançerlemek işi. hançerlemek * Hançerle yaralamak veya öldürmek. hançerlenme * Hançerlenmek işi. hançerlenmek * Hançerle yaralanmak veya öldürülmek. handan * Şen, neşeli. hande * Gülme, gülüş. handikap * At yarışlarında binicilerle eyerin toplam ağırlığının, atların koşuyu kazanma şansınıetkileyecek biçimde
ayarlanması.
* Elverişsiz durum, engel.handiyse * Yakın zamanda, neredeyse, hemen hemen. hane * Ev, konut.
* Ev halkı.
* Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri, bölük, göz.
* Ondalık sayısisteminde bir sayının sağdan sola doğru rakamlarının derecelerine göre her birinin
bulunduğu yer, basamak.
* Klâsik Türk müziğinde, peşrev gibi saz parçalarının bölümlerinden her biri.
* Birleşik kelimelerde ikinci kelime olarak bulunur, bina, yapı, yer, makam anlamlarınıkarşılar.hanedan * Hükûmdar veya devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, büyük aile.
* Belli ve büyük soydan gelen.
* Eli açık ve konuksever. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 14
hanedanlık * Hanedandan olma durumu. Hanefî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Hanefî mezhebinden olan kimse.Hanefîlik * Hanefî mezhebi. hanek * Söz, konuşma. haneli * Herhangi bir sayıda evi olan.
* Herhangi bir sayıda hanesi olan.hanelik * Herhangi bir sayıda evi olan, evlik. hanende * Şarkısöylemeyi meslek edinmişkimse, şarkıcı, okuyucu. hanendelik * Hanende olma durumu, şarkıcılık, okuyuculuk. hangar * Uçak, araba, tarım aracı, eşya gibi nesneleri barındırmaya yarar kapalıyer, sundurma. hangar gibi * çok büyük ve genişyer. hangi * İki veya daha çok şeyden bir tanesini belirtecek bir cevap istemek için kullanılan soru sıfatı.
* Fiili dilek veya şart birleşik zamanında olan cümlelerde, nesnenin veya cümlenin belirteni durumunda
olduğunda nesnedeki kavramı genelleştirir.hangi akla hizmet ediyor? * ne gibi bir düşünce ile böyle olmayacak, mantıksız bir işyapıyor?. hangi biri? * çok olanlardan hangisi. hangi dağda kurt öldü? * kendisinden beklenmedik bir davranışkarşısında şaşma ve sitem anlatır. hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak * kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak. hangi rüzgâr attı? * bir yere uzun süre uğramamışken beklenmedik bir zamanda gelenlere sitem yollu söylenir. hangi taşpekse (katıysa), başını ona vur * kendi kusuru yüzünden zor bir duruma düşen veya başkalarından yardım isteyen bir kimseye
öfkelenildiğinde söylenir.hangi taşıkaldırsan, altından çıkar * her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur.
* her işe karışır.hangisi * Birkaç kişi arasından kim veya birkaç şey arasından hangi şey. hanım * Kız ve kadınlara verilen unvan, bayan.
* Karı, eş.
* Kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan.
* Toplumsal durumu, varlığı iyi olan, hizmetinde bulunulan kadın.hanım böceği * Kın kanatlılardan, kara benekli, kırmızırenkte, kurtçuklarıyediği için yararlısayılan bir böcek, gelin böceği
(Coccinella).hanım evlâdı * Nazlı büyütülmüş, çıtkırıldım kimse.
* Piç.hanım hanımcık * Evine, çocuklarına, işine gereği gibi bakan, çevresiyle uyumlu (kadın, kız).
* Böyle bir kadına veya kıza yaraşır davranışları olan.hanımanne * Kayın valide. hanımefendi * Üstün bir saygı göstermişolmak için kadın adlarının sonuna getirilir veya adların yerine kullanılır. hanımefendilik * Hanımefendi olma durumu ve özelliği. hanımeli * Hanımeligillerden tırmanıcı, korularda, çalılıklarda yetişen bir bitki (Lonicera caprifolium).
* Bu bitkinin güzel kokulu çiçeği.hanımeligiller * İki çeneklilerden, örneği hanımeli olan bir bitki familyası. hanımgöbeği * Bir çeşit hamur tatlısı. hanımlık * Hanım olma durumu ve özelliği. hanımnine * Bkz. haminne. hanımparmağı * İnce uzun, parmak biçiminde bir çeşit hamur tatlısı. hani * Nerede, ne oldu, nerede kaldı.
* Karşıdakinin daha önceden bildiği bir şey kendisine hatırlatılmak istenildiğinde kullanılır.
* Verilen sözü hatırlatan sözün başına getirildiğinde sitem anlatır.
* Bazen “bari” anlamında kullanılır.
* “Doğrusunu söylemek gerekirse”,”kaldıki, üstelik” anlamlarında kullanılır.hani * Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan, alaca kırmızırenkli, beyaz etli, orta büyüklükte bir balık (Serranus
cabrilla).hani ya * hani. hani yok mu * dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenir. hanidir * ne vakittir, epey zamandır, çoktan beri. hanigiller * İyi bilinen türleri hani ve yazılıhani olan kemikli balıklar takımı. hanlık * Han olma durumu.
* Hanın egemenliğindeki ülke.
* Hanın yönetimi.hant hant * “Rahatsız edecek biçimde bir şeye aşırı istek duymak” anlamında hant hant ötmek deyiminde geçer. hantal * Kocaman, iri, kaba.
* İşi, davranışlarıkaba ve yavaş.hantallaşma * Hantallaşmak işi. hantallaşmak * Hantal bir duruma gelmek. hantallık * Hantal olma durumu. hanüman * Ev bark, ocak. hanümanınıyıkmak * ocağınıyıkmak, evini barkınıdağıtmak. Hanya * “Haddini bilmek” anlamında Hanya’yıKonya’yı bilmek (veya anlamak) bilmemek (veya anlamamak)
deyiminde geçer.Hanya’yıKonya’yıanlamak * bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak. Hanya’yıKonya’yı göstermek (veya öğretmek) * Bkz. dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek. Hanya’yıKonya’yıöğrenmek * Bkz. anlamak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 15
hap * Kolayca yutulabilmesi için küçük toparlak durumuna getirilmişilâç.
* Bir içimlik afyon.hap * (çocuk dilinde) Yutma sesi. hap etmek * yemek, yutmak. hapaz * Avuç. hapazlama * Hapazlamak işi. hapazlamak * Avuçlamak. hapçı * Afyon vb. uyuşturuculara alışmışolan (kimse). hapçılık * Uyuşturucu madde özelliği taşıyan haplara düşkün olma durumu. hapıyutmak * kötü bir duruma düşmek. hapır hapır, hapır hupur * İştahlıve gürültülü bir biçimde (yemek). hapis * Bir yere kapatıp salıvermeme.
* Yasalara göre suçu belirlenen bir kimseyi ceza evine koyma cezası.
* Cezaya çarptırılmışsuçluların kapatıldıklarıyer, ceza evi, hapishane.
* Ceza evine kapatılmışkimse, mahpus.
* Pullarısalıvermemek, kapatmak temeline dayanan bir çeşit tavla oyunu.hapis giymek * hapis cezasına çarptırılmak. hapis yatmak * hükümlü olduğu süreyi hapishanede geçirmek. hapishane * Hapis cezasına çarptırılanların kapatıldıklarıyer, dam, ceza evi, kodes. hapishane kaçkını * suçlu olup da henüz tutuklanmamışkimse.
* kötü, serseri, hoyrat kimse.hapislik * Hapiste bulunma durumu veya süresi. haploit * Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom takımı. haploloji * Bkz. Orta hece yutumu. hapsedilme * Hapsedilmek işi. hapsedilmek * Hapsetmek işi yapılmak. hapsetme * Hapsetmek işi. hapsetmek * Bir suçluyu hapishaneye koymak.
* Bir yere kapatıp salıvermemek.
* Bir kimseyi veya bir şeyi boşu boşuna tutmak, alıkoymak.hapsettirme * Hapsettirmek işi. hapsettirmek * Hapsedilmesine yol açmak. hapşırık * Aksırık. hapşırıklı * Aksırıklı. hapşırma * Hapşırmak işi, aksırma. hapşırmak * Aksırmak. hapşırtma * Hapşırtmak işi. hapşırtmak * Aksırtmak. hapşu * Hapşırma sesi. hapt * “Bir tartışmada karşısındakini susturmak ve karşılık veremez duruma getirmek” anlamında haptetmek
birleşik fiilinde geçer.haptetme * Haptetmek işi. haptetmek * Karşısındakini susturmak, cevap veremez durumunda bırakmak. har * Birtakım ikileme ve deyimlerde çeşitli anlamlarla geçer. har * Sıcak, kızgın, yakıcı. har gür * tartışıp çekişme, tartışıp çekişerek. har gür * Bkz. har. har har * Gürültülü, bol ve sürekli olarak. har hur * karışıklık ve anlaşmazlık. har hur * Bkz. har. har vurup harman savurmak * düşüncesizce ve hesapsızca harcamak, bol bol harcayıp tüketmek. hara * At üretilen çiftlik, aygır deposu. hara * Hare. harabat * Yıkıntılar, harabeler, viraneler.
* (Divan edebiyatında) İçkili eğlence yeri, meyhane.harabatî * Maddî şeylere değer vermediği için üstüne başına özenmeyen, dağınık, derbeder.
* Vaktini meyhanelerde veya zevk ve sefada geçiren (kimse).harabatîlik * Harabatî olma durumu, dağınıklık, derbederlik. harabe * Eski çağlardan kalmışşehir veya yapı, ören, kalıntı.
* Yıkılmışveya yıkılmaya yüz tutmuşyapı, yıkı.harabelik * Harap olmuşyer, ören. haraca bağlamak * bir kimseyi belli zamanlarda kendisine belli miktarda para vermeye zorlamak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 2
Habeşî * Habeş. habip * Sevilen, sevgili.
* Hz. Muhammet.habis * Kötü, alçak, soysuz (kimse).
* (bazıhastalıklar veya urlar için) Kötücül.habislik * Habis olma durumu. habitat * Yerleşme, oturma.
* Bitkinin doğal olarak yetiştiği yer, yurt.habitus * Bitkinin yerindeki durumu, dallanması, köklerinin toprak içerisindeki dağılmasını belirten morfolojik
görünüş.hac * Genellikle tek tanrılıdinlerde kutsal olarak tanınan yerlerin, o dinden olanlarca yılın belli aylarında ziyaret
edilmesi.
* İslâmın beşşartından biri olan, Müslümanlarca zilhicce ayında Mekke’de yapılan Kâbe’yi ziyaret ve tavaf
töreni.hacamat * Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip, üzerine boynuz, bardak veya şişe oturtarak kan alma.
* Hafif yaralama.hacamat baltası * Hacamat için kullanılan kesici küçük araç. hacamat etmek (veya yapmak) * hacamat yoluyla kan almak.
* hafifçe yaralamak.hacamat şişesi * Hacamat yapmak için kullanılan ağzıdibinden dar şişe. hacamatçı * Hacamat yapan kimse. hacamatlama * Hacamatlamak işi. hacamatlamak * Hacamat etmek, hacamat yapmak.
* Hafifçe yaralamak.hacca gitmek * Müslümanlar hac amacıyla Mekke’ye gitmek.
* Hristiyanlar kutsal sayılan yerlere gitmek.haccetme * Haccetmek işi. haccetmek * Müslümanlıkta hac zamanında Kâbe’yi ziyaret ve tavaf etmek.
* Hristiyanlar kutsal sayılan yerlere gitmek.hacet * Herhangi bir şey için gerekli olma; gereklilik, lüzum.
* Tanrı’dan veya kutsal sayılan kişiden beklenen dilek.
* Abdest (küçük veya büyük).
* İhtiyaç duyulan şey, gerekli şey.hacet dilemek * istekte bulunmak. hacet görmek * gerekli bulmak, gerekli saymak.
* ayak yoluna gitmek.hacet kalmamak * gereği olmamak. hacet kapısı * Dua etmek veya dilekte bulunmak için önünde durulan türbenin kapısı(penceresi). hacet penceresi * Bkz. hacet kapısı. hacet tepesi * Üzerinde yapılan duanın kabul olunacağına inanılan tepe. hacet yeri * Ayak yolu, abdesthane. hacet yok * gerekliği yok, gerekli değil, istemez. haceti olmak * ayak yoluna gitmesi gerekmek. hacetini yapmak * küçük veya büyük abdest etmek. hacı * Din buyruklarınıyerine getirmek için hacca gitmişMüslüman.
* Kudüs’ü, Efes’i veya başka kutsal bir yeri ziyaret etmişolan Hristiyan.hacı bekler gibi beklemek * büyük bir sabırsızlıkla beklemek. hacıdevesi * Tek hörgüçlü deve. hacıfışfış * Arap halkından olanlar için kullanılan alaylısöz. hacı olmak * hacca gidip, haccın gereklerini yapmak. hacıyağı * Gül yağından çıkarılan, hacıların süründüğü özel koku. hacıağa * Büyük şehirlerde gereksiz, yersiz çok para harcayan taşralızengin. hacıağalık * Hacıağa olma durumu. hacıağalık etmek * gereksiz yere, gösterişiçin bol para harcamak. hacı bektaştaşı * Balgam taşı. hacılar bayramı * Kurban bayramı. hacılar kuşağı * Gök kuşağı. hacılaryolu * Samanyolu. hacılık * Hacı olma durumu. hacısıhocası * kim varsa, herkes, hepsi. hacıyatmaz * Yere nasıl bırakılırsa bırakılsın, dibinde bulunan ağırlık sebebiyle dik bir durum alan oyuncak.
* Çıkarları için, güç durumlarda kişiliğinden özveride bulunarak kendini çabucak toparlamayı beceren kimse.hacıyolu * Bkz. hacılaryolu. hacim * Bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, oylum, cirim, sıygı. hacimli * Hacmi olan, oylumlu. hacimlice * Biraz hacimli, oylumluca. hacimsiz * Hacmi olmayan, oylumsuz.
* Borsada gerçekleştirilen yetersiz tutarda alım satım.hacir * Kısıt, kısıtlılık. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 3
hacir altına almak * kısıtlamak.
* hastalık, bunama vb. sebeplerden ötürü davranışlarının nasıl sonuç vereceğini bilemeyen bir kişiyi
mahkeme aracılığı ile mal ve mülk yönetimi bakımından kısıtlamak.
* Medenî Kanuna göre çeşitli haklarınıkullanmaya yetkili olan kişinin bu haklarının mahkeme kararı ile
elinden alınması, haklarınıkullanma bakımından kısıtlanması.Hacivat * Karagöz oyununda kendini halktan üstün görme, bilgiçlik taslama, kitap dili kullanma gibi özentileri olan
kimse.haciz * Bir alacağın ödenmesi için borçlunun parasına, aylığına veya malına icra dairesince el konulması. haciz koymak * borçlunun malına el koymak. hacizli * Haczedilmiş, mahcuz. haczetme * Haczetmek işi veya biçimi. haczetmek * Bir alacağın ödenmesi için borçlunun geçim ve mesleğinde gerekli olan şeyler dışında kalan para, aylık veya
malına icra dairesince el konmak.haç * Hristiyanlığın sembolü sayılan ve birbirini dikey olarak kesen iki çizgiden oluşan biçim, istavroz, salip. haç çıkarmak * Hristiyanlar sağellerini alın, karın, iki koltuk ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma işaretini
yapmak, istavroz çıkarmak.haçısuya atma * Hristiyanların bir din töreni olarak kışın suya haç atmaları. haçlamak * Çarmıha germek. haçlı * Haçı olan. Haçlılar * XI. yüzyıl ile XII. yüzyıl arasında batılıHristiyanlarca kutsal yerleri Müslümanların elinden almayı
amaçlayan seferlere katılanlara verilen ad, ehlisalip.haçvari * Haç benzeri. had * Sınır, uç.
* Derece.
* (insan için) Yetki ve değer.
* Terim.hâd * Keskin; sivri.
* (hastalık için) Çabuk ilerleyen, iveğen, akut.
* Aşırı(bunalım, geçimsizlik gibi kötü durumlar için) şiddetli; gergin.hadde * Madenleri tel durumuna getirmek için kullanılan ve türlü çapta delikleri olan çelik araç. hadde fabrikası * Som demire çubuk, köşebent, levha, ray gibi biçimler verilen yapım evi. haddeci * Hadde işiyle uğraşan kimse. haddeden geçirmek * en küçük ayrıntısına kadar incelemek, dikkatle araştırmak. haddehane * Ham demir madeninin eritildiği büyük ocak, fırın. haddeleme * Haddelemek işi. haddelemek * Madenleri haddeden geçirerek, birtakım işlemler sonucu, istenilen biçime getirmek. haddi hesabıyok * pek çok, sınırı, ölçüsü yok. haddi mi (veya haddine mi düşmüş) * onun bunu yapmaya yetkisi veya yeteneği yoktur. haddi olmamak * (hakkıveya yetkisi) olmamak. haddikifayeyi bulmak * yeterince olmak. haddinden fazla * gereğinden çok, aşırı. haddini aşmak * ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek. haddini bildirmek * sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak. haddini bilmek * kendi değer ve yeteneğini olduğundan üstün görmemek. haddizatında * Aslında. hademe * İşyerlerinde temizlik ve getir götür işlerine bakan görevli, odacı, müstahdem. hademeihayrat * Din kuruluşlarında temizlik ve ayak işlerine bakan görevliler. hademelik * Hademe olma durumu veya hademenin görevi, odacılık. hadım * Kısırlaştırılmış, enenmişerkek. hadım ağası * Harem ağası. hadım etmek * kısırlaştırmak, enemek. hadımlaştırma * Hadımlaştırmak işi. hadımlaştırmak * Eneyerek kısırlaştırmak. hadımlık * Hadım olma durumu. hadi * Bkz. Haydi. hadi hadi * “Kısa kes”, “işi uzatma”, “bizi aldatamazsın” anlamında kullanılır.
* Çabukluk, acele bildirir.hadim * Hizmet eden, hizmet edici; yarayan, yarar. hadis * Hz. Muhammed’in genel kural değerindeki söz ve davranışları.
* Bu söz ve davranışları inceleyen bilim.hâdis * Sonradan ortaya çıkan. hâdisat * Olaylar, hadiseler. hadise * Olay. hadise çıkarmak * olay çıkarmak. hadiseli * Olaylı. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 4
hadisene * Haydisene. hâdisesiz * Olaysız. hadsiz hesapsız * Sayılamayacak derecede çok. haf * Futbolda kalecinin önünde bulunan iki bekin önündeki üç oyuncudan her biri. hafakan * Sıkıntı, çarpıntı. hafakanlar boğmak (veya basmak) * sıkıntıdan bunalmak. hafazanallah * Kötü bir ihtimalden söz edilirken “Tanrıkorusun” anlamında söylenir. hafız * Koruyan, saklayan.
* Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen ve okuyabilen kimse.
* Aptal, ahmak, bön.
* Bir şeyi anlamadan ezberleyen kimse.hafıza * Bellek. hafıza kaybı * Sinir sistemindeki bir arıza sebebiyle bilincin yitirilmesi. hafızalı * Hafızası olan. hafızali * Seyrek taneli, kalın kabuklu, etli ve parlak altın sarısırenginde büyük taneli bir tür üzüm. hafızasız * Hafızası olmayan. hafızayıyoklamak * hatırlamaya çalışmak. hafızıkütüp * Kitaplık görevlisi. hafızlama * Hafızlamak işi. hafızlamak * Çok çalışmak, ezberlemek, ineklemek. hafızlık * Hafız olma durumu veya hafızın görevi.
* Aptallık, ahmaklık.
* Ezbercilik, bir şeyi anlamadan öğrenme özelliği.hafi * Gizli, saklı. hafi celse * Bkz. gizli oturum. hafif * Tartıda ağırlığı az gelen, yeğni, ağır karşıtı.
* Güç veya yorucu olmayan, kolay.
* Ağır başlı olmayan, ciddî olmayan, hoppa.
* (yiyecek için) Miktarıaz, sindirimi kolay.
* Kalınlığıveya yoğunluğu az olan.
* Etkisi az olan.
* Zorlu olmayan.
* Önemli olmayan.
* (uyku için) Çabuk uyanılan.
* Çok dik olmayan (sırt, yokuş).
* Gücü az olan, belli belirsiz.
* Sıkıntısız, ferah.
* Belli belirsiz.hafif atlatmak * kötü bir durumdan çok az bir zararla kurtulmak. hafif gelmek * ağırlığıfazla olmamak.
* önemsiz görmek, değer verilmemek.hafif giyinmek * az ve ince giyinmek. hafif hafif * Yavaşyavaş, ağır ağır. hafif hapis cezası * Ayrıhücreye kapatılmaksızın çektirilen hapis cezası. hafif sanayi * Çeşitli tüketim mallarıüreten sanayi. hafif sıklet * Güreşte 68 kg, boks ve halterde 67,5 kg olarak tespit edilmişağırlık. hafif tertip * Şöyle böyle, biraz, aşırılığa kaçmadan. hafif uyku * Derin olmayan, kolayca uyanılabilen uyku. hafif yollu * Üstü kapalı, kısa bir açıklamayla.
* Davranışları ile içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına ters düşen (kadın), hafifmeşrep.hafifçe * Hafif olarak, hafif bir biçimde, belli belirsiz. hafife almak * küçümsemek, önemsememek. hafifleme * Hafiflemek işi. hafiflemek * Herhangi bir sebeple eski ağırlığı azalmak.
* Etkisi, gücü azalmak.
* Bir sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak.hafifleşme * Hafifleşmek işi. hafifleşmek * Hafiflemek.
* Ağır başlılığınıyitirmek.hafifleştirme * Hafifleştirmek işi. hafifleştirmek * Hafiflemesine yol açmak. hafifletici * Hafifletme özelliği olan. hafifletici sebep, -bi * Suçun hafiflemesine sebep olan durum veya olay. hafifletme * Hafifletmek işi. hafifletmek * Hafiflemesine yol açmak, hafifleştirmek. hafifleyiş * Hafiflemek işi veya biçimi. hafiflik * Hafif olma durumu.
* Rahatlık.
* Davranışları içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymama durumu.hafiflik etmek * yakışıksız bir davranışta bulunmak veya söz söylemek. hafifmeşrep * Davranışları, içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymayan (kadın). hafifseme * Hafifsemek işi, yeğniseme, istihfaf. hafifsemek * Bir kimseyi veya bir şeyi önemsememek, yeğnisemek, istihfaf etmek. hafifseyiş * Hafifsemek işi veya biçimi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 5
hafiften * Hafifçe, belli belirsiz, yavaşyavaş. hafiften almak * önemsiz bulup üzerine düşmemek, yeterince ilgilenmemek. hafit * Erkek torun. hafiye * Özel soruşturmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, detektif. hafiyelik * Hafiye olma durumu veya hafiyenin görevi. hafniyum * Atom numarası72, atom ağırlığı178,6 olan, az rastlanır bir element. KısaltmasıHf. hafriyat * Kazı. hafriyatçı * Hafriyat işi ile uğraşan kimse. hafriyatçılık * Hafriyatçının işi veya mesleği. hafta * Birbiri ardınca gelen yedi günlük dönem. hafta arası * Hafta içi her gün. hafta arasında (veya içinde) * iki pazar arasındaki günlerde. hafta başı * Haftanın ilk günü; genellikle pazartesi. hafta içi * Haftanın her günü. hafta sekiz, gün dokuz * tedirgin edercesine sık sık. hafta sonu * Haftanın son günleri, genellikle cumartesi ve pazar. haftalık * Haftada bir kez yapılan veya yayımlanan.
* Herhangi bir hafta süren.
* Haftada bir ödenen para.haftalıkçı * Ücretini haftadan haftaya alan (kimse). haftalıklı * Ücretini haftadan haftaya alan (kimse). haftaym * Futbolda 45’er dakikalık iki dönemin her biri, yarı.
* Bu iki dönem arasında kalan 15 dakikalık dinlenme süresi, ara.hah * Olması istenen veya beklenen bir şey olur olmaz duyulan sevinci ve onama duygusunu anlatır. hah şöyle * yapılan bir işin beğenildiğini anlatır. haham * “hikmet” Yahudi din adamı. hahambaşı * Bir ülkedeki Yahudi topluluğunun dinî başkanı. hahambaşılık * Hahambaşının görevi veya hahambaşına yardımcı olan teşkilât. hahamhane * Hahambaşının çalıştığıyer. hahamlık * Hahamın unvanıve görevi. hahha hahhah * Alaylıyapmacıklı gülüş. hahnyum * Atom numarası105 olan, kaliforniyum atomlarının, azot çekirdekleriyle bombardımanından elde edilmiş
yapay element, nilsbohryum. KısaltmasıHa.hail * Engel. haile * Çok acıklı olay.
* Manzum biçimde yazılmıştrajedi.hain * Hıyanet eden (kimse).
* Zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoşlanan (kimse).
* Bazen sitemli bir seslenme olarak kullanılır.
* Kötü bir niyet taşıyan.hain hain * Kötü bir biçimde. haince * Hain bir anlam taşıyan.
* Hain bir biçimde.hainleşme * Hainleşmek işi. hainleşmek * Haince davranır olmak. hainlik * Hain olma durumu veya haince davranış. hainlik etmek * (birine) haince davranmak, kötülük etmek. haiz * Bir şeyi olan, elinde bulunduran, taşıyan. haiz olmak * elinde bulundurmak, uygun olmak, taşımak. haje * Afrika’da yaygın kobra türü (Naja haje). Hak * Tanrı’nın adlarından biri. hak * Adalet.
* Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığışey, kazanç.
* Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk.
* Geçmişve harcanmışemek.
* Pay.
* Emek karşılığıücret.
* Doğru, gerçek.hak * Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya şekil oyma.
* Kâğıttaki yazıyıkazıma.hâk * Toprak. Hak dini * İslâmiyet. hak ediş * Bir üretim veya yapım sırasında hak edilmişdurum veya para. hak etmek * bir emek karşılığıhakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak.
* lâyık olduğu (kötü) karşılığı almak.
* bir başarıdolayısıyla ödüllendirilmek.hak getire * yoktur, bulunmaz, ne arar. hâk ile yeksan etmek (veya olmak) * (yapı, şehir vb. için) temelinden yıkıp harap etmek (veya olmak), bütünüyle ortadan kaldırmak (veya
kalkmak). -
Türkçe Sözlük H Sayfa 6
hak kazanmak * emeğin karşılığınıalabilecek duruma gelmek. hak kuşu * İshak kuşu. hak vermek * birinin düşüncesini, davasını, iddiasınıdoğru bulmak. hak yemek * başkalarının hakkınıvermemek. hak yerini bulur (veya hak yerde kalmaz) * haksızlık er geç ortaya çıkar. hak yolu * Doğruluk, doğru yol. hakan * Türk, Moğol ve Tatar hanları için “hükümdarlar hükümdarı” anlamında kullanılan bir unvan.
* Osmanlıpadişahlarına verilen unvan.hakanlık * Hakan olma durumu.
* Hakanın egemenliğindeki ülke.
* Hakanın yönetimi.hakaret * Onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz veya davranış. hakaret etmek * bir şeyi veya bir kimseyi aşağılık ve değersiz gösterecek biçimde davranmak. hakaret görmek * ağır veya küçültücü davranışgörmek, aşağılanmak. hakaret saymak * bir sözü veya davranışıhakaret olarak kabul etmek. hakaretamiz * Hakaret içeren, hakaret dolu. Hakas * Rusya’daki Hakas Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk halkıve bu halktan olan kimse. Hakasça * Hakas Türkçesi. hakça * Doğrulukla. hakçası * Doğrusu, doğru olanı. hakem * Yargıcı.
* Güreş, futbol gibi oyunlarda, oyunu yöneten sorumlu kişi.hakem heyeti * Bazıülkelerde yurttaşlardan seçilmişve mahkemede yargı görevini yapan geçici kurul, jüri.
* Yarışma, münazara vb. nde en doğru ve kesin sonucu belirlemekle görevli kurul, yargıcılar kurulu.hakem kararı * Sporda (özellikle güreşve boksta) sonucun hakem veya hakemler tarafından ilân edilmesi.
* Mahkemeler tarafından tayin edilen yeminli hakemlerin verdiği karar.hakemlik * Hakemin görevi, yargıcılık. hakeza * Bunun gibi, böyle. hâkî * Yeşile çalar toprak rengi.
* Bu renkte olan.hakikat * Bir işin doğrusu, gerçek, asıl, esas.
* Gerçeklik.
* Gerçekten; doğrusu.hakikat olmak * gerçek duruma gelmek, gerçekleşmek. hakikaten * Gerçekten, sahiden, doğrusu da budur ki. hakikatli * Yakınlığıve bağlılığısürekli olan, vefalı. hakikatsiz * Yakınlığıve bağlılığısürekli olmayan, vefasız. hakikatsiz çıkmak * yakınlığıve bağlılığısürekli olmamak. hakikatsizlik * Hakikatsiz olma durumu, vefasızlık. hakikî * Gerçek.
* Niteliği değişmemiş, aslına uygun olan, gerçek olan.hakim * Bilge.
* Tanrı.hâkim * Egemenliğini yürüten, buyruğunu yürüten, sözünü geçiren egemen.
* Yargıç.
* Başta gelen, başta olan, baskın çıkan.
* Duygu, davranışvb. ni iradesiyle denetleyebilen (kimse).
* Yüksekten bir yeri bütün olarak gören.
* Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, dominant, başat.hâkim olmak * buyruğunu yürütmek, egemenliğini sürdürmek.
* etkili olmak, hükmetmek.hakimane * Bilgece. hâkimane * Buyururcasına, hükmedercesine. hâkimiyet * Egemenlik. hâkimiyetimilliye * Ulusal egemenlik, millî egemenlik. hâkimlik * Sözünü geçirme, buyruğunu yürütme durumu.
* Yargıçlık.hakir * Aşağı görülen, değersiz, hor. hakir görmek * önemsememek, değer vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek. Hakka erenler * (dinde) Tanrısırrına erişip manevî güç kazananlar. hakkâk * Hak (II) işleri yapan sanatçı, oymacı. hakkaniyet * Hak ve adalete uygunluk, doğruluk, nasfet. hakketme * Hakketmek işi. hakketmek * Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya şekil oymak.
* Yazıve şekilleri kazıyarak silmek.hakkı geçmek * birinin payından başkasıalmışolmak.
* birinde veya bir şeyde emeği olmak.hakkı için * kutsal şeyleri anlatan kelimelerden sonra getirilerek ant içmek için söylenir. hakkı olmak * payı, alacağı, hissesi olmak.
* sözünde, düşüncesinde, iddiasında haklı olmak.hakkıödenmez * onun iyiliklerine, emeklerine karşılık olarak ne yapılsa azdır. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 7
hakkıvar * doğru düşünüyor, doğru söylüyor, doğru davranıyor. hakkıhıyar * Seçme hakkı, muhayyerlik. hakkıhuzur * Bir toplantıda bulunma karşılığı alınan para, oturum ücreti. Hakkın rahmetine kavuşmak (veya Hakka kavuşmak, Hakka yürümek) * ölmek. hakkında * İlgili olarak, üzerine. hakkından gelmek * zor bir işi başarı ile sona erdirmek.
* yenmek, öç almak veya cezasınıvermek.hakkınıaramak * hakkı olduğuna inandığışeyi elde etmeye çalışmak. hakkınıhelâl etmek (veya etmemek) * hakkını, emeğini bağışlamak (bağışlamamak). hakkınıvermek * gereğini bütün olarak yerine getirmek.
* birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek.hakkınıyemek * birinin hakkı olan şeyi vermemek. hakkısükût * Susmalık, sus payı. hakkıyla * Gereği gibi, iyice. haklama * Haklamak işi. haklamak * Bozmak, perişan etmek, yenmek.
* Kırmak, bozmak.
* Yiyip bitirmek.haklaşma * Haklaşmak biçimi veya durumu. haklaşmak * İki taraf birbirine hakkınıverip, alacak verecekleri kalmamak, ödeşmek. haklı * Hakka uygun, doğru, yerinde.
* Davası, iddiası, düşüncesi veya davranışıdoğru ve adalete uygun olan (kimse).haklı bulmak * davasını, iddiasını, düşüncesini, davranışınıdoğru bulmak, yerinde görmek. haklıçıkmak * davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak. haklı olmak * davası, iddiası, davranışı, düşüncesi adalete uygun olmak. haklılık * Haklı olma durumu. hakperest * Haksever. hakperestlik * Hakseverlik. haksever * Doğru bildiği şeyden ayrılmayan (kimse), hakperest. hakseverlik * Haksever olma durumu, hakperestlik. haksız * Hak ve adalete uygun olmayan.
* Davası, iddiası, davranışı, düşüncesi doğru ve yerinde olmayan (kimse).haksız bulmak * bir iddiayı, düşünceyi, davranışıdoğru ve yerinde bulmamak. haksız yere * Haksız olarak, hak etmediği hâlde. haksızca * Hakka, adalete uymayan (biçimde). haksızlık * Haksız olma durumu.
* Hak ve adalete aykırılık.haksızlık etmek * adalete aykırıdavranmak, gadretmek. hakşinas * Haktanır. hakşinaslık * Haktanırlık. haktanır * Herkesin hakkını gözeten (kimse), hakşinas. haktanırlık * Haktanır olma durumu. hakuran * Kumru. hakuran kafesi gibi * birçok aralıkları, açıklıkları bulunan (oda, yer). hal * Çözme, çözülme; eritme; karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma. hal * Genellikle üstü kapalıpazar yeri. hal * Tahttan indirme. hâl * Bir şeyin içinde bulunduğu şartlarıveya taşıdığıniteliklerin bütünü, durum, vaziyet.
* Davranış, tutum, tavır.
* Şimdiki zaman, içinde yaşanılan zaman.
* Güç, kuvvet, takat.
* Kötü durum, sıkıntı, dert.hal çaresi * Çözüm yolu. hâl değişimi * Bir yıldızın sıcaklığına, basıncına, yoğunluğuna, aydınlatma gücüne veya kütlesine ilişkin değişim. hâl hatır sormak * bir kimseye “nasılsınız, ne durumdasınız”anlamında nezaket sorusu yöneltmek. hâl olmak * kötü duruma düşmek, ölmek. hâl ulacı * Zarf-fiil. hala * Babanın kız kardeşi. hâlâ * Şimdiye kadar veya o zamana kadar, henüz. hâlâ o masal * hep aynısöz, aynıdüşünce, davranışveya sorun. Halaç * İran’ın güneyinde yaşayan bir Türk topluluğu veya bu topluluktan olan kimse. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 1
H * Hidrojen’in kısaltması. h, H * Türk alfabesinin onuncu harfi. He adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümsüz sızıcı gırtlak
ünsüzünü gösterir.
* Nota işaretlerini harfle gösterme yönteminde si sesini gösterir.ha * İstek uyandırmak için kullanılır.
* (ha:) Şaşma anlatır.
* (ha:) Dikkati çekmek, uyarmak için kullanılır.
* (ha:) Bir şeyin birdenbire hatırlandığınıveya kavrandığınıanlatır.
* (ha:) Soru bildirir.
* Tekrarlanarak kullanıldığında eşitlik anlamıverir.
* “Evet” anlamında kullanılır.
* Bazen tekrarlanan bir emir kipinin tekrarlarıarasında yer alarak fiil ile anlatılan işin uzadığıve bundan
bıkıldığı bildirilir.
* Neredeyse, hemen yakında.ha babam (veya ha babam ha) * karşısındakinin çabasınıartırmak için kullanılır.
* sürekli olarak, hiç durmadan.ha bire * Durmadan, ara vermeden, arka arkaya, sürekli olarak. ha bugün ha yarın * neredeyse, kısa bir sürede. ha deyince * istenilen anda. ha Hoca Ali, ha Ali Hoca * değişik gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir başkalığı olmadığınıanlatır. ha şöyle * Bkz. hah. ha şunu bileydin * “bunu çoktan anlaman, bilmen gerekirdi” anlamında kullanılır. hab * Uyku. habanera * Çok kıvrak bir Küba dansı.
* Bu dansın müziği.habaset * Kötülük, alçaklık. habbe * Tahıl tanesi, evin.
* Su kabarcığı.
* Karagöz, Matiz, Külhanbeyi tiplerinin “yemek yemek” anlamında kullandığısöz.habbesi kalmadı(veya habbesi yok) * hiç kalmadı, hiç yok. habbeyi kubbe yapmak * önemsiz bir şeyi abartmak. haber * Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salık.
* İletişim veya yayın organlarıyla verilen bilgi.
* Bilgi.
* Yüklem.haber ajansı * Yurt ve dünya olaylarınıtoplayıp yayımlayan kuruluş. haber almak * (kendisine) bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek. haber atlamak * (gazetecilikte) bir haberi vaktinde yayımlayamamak. haber bülteni * Radyonun, televizyonun ve çeşitli haber ajanslarının yayımladığı, günün iç ve dışolaylarıkonusunda
kamuoyunu aydınlatıcı bilgiler veren kısa metin.haber bürosu * Bağlı bulundukları iletişim organlarına bölgesel haberleri iletmekle görevli birim. haber çıkmamak * (biri veya bir şey için) beklenen bilgi gelmemek. haber deyince * istenilen anda, çarçabuk. haber geçmek * teleks, telefon vb. ile bilgi iletimi yapmak. haber göndermek * herhangi bir araçla bildirmek. haber kaynağı * Haber alınan kişi ve yer. haber kipi * Bildirme kipi. haber merkezi * Bir yayın organının haberleri derleyip toparlamak ve değerlendirmekle sorumlu ve yükümlü haber birimi. haber salmak (veya yollamak) * haber göndermek. haber stüdyosu * Ses düzeni, ses geçirmezlik özelliği ile radyo ve TV gibi yayın organlarında yalnız haber okunmak için
ayrılmışözel bölüm veya oda.haber uçurmak * gizlice veya hemen haber göndermek. haber vermek * bildirmek, haber ulaştırmak.
* bir durumun, bir olayın belirtisi olmak.haberci * Haber getiren kimse, ulak.
* Bir durumun, bir olayın belirtisi.
* Muhbir, ihbar eden (kimse).habercilik * Bir haberi usulünce hazırlama ve yayın organlarında yayımlama işi. haberdar * Haberli, bilgili. haberdar etmek * haber vermek, bildirmek. haberdar olmak * bilgi edinmek, haber almak. haberden haber ver * (bir kimse veya bir konuda) bilgi ver. haberi olmak * bilgisi olmak, bilmek. haberin olsun! * herhangi bir konuda birine uyarıda bulunmak için söylenir. haberleşme * Haberleşmek işi, iletişim, muhabere.
* Yazışma.haberleşmek * Karşılıklı olarak haber alıp vermek, iletişmek, muhabere etmek. haberli * Bir olay veya durum üzerine bilgisi olan, haberi olan.
* Haber vermişveya almış(olarak).haberlik * Haber durumunda olan. habersiz * Haberi olmayan, haber almamış, hiçbir bilgisi olmayan.
* Haber vermeden, habersizce.habersizce * Haber vermeden, haberi olmadan, habersiz, gizlice. habersizlik * Haber alamama durumu. Habeş * Etiyopya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse, Etiyopyalı.
* (küçük h ile) Derisinin rengi çok koyu esmer olan (kimse).