Kategori: H

  • Türkçe Sözlük H Sayfa 11

    halûk * Temiz huylu, iyi ahlâklı.
    halvet * Issız yerde yalnız kalma.
    * Issız ve kapalıyer.
    * Hamamlarda çok sıcak küçük yer.
    halvet gibi * çok sıcak (yer, oda).
    halvet olmak * görüşmek için yalnız kalıp içeriye kimseyi sokmamak.
    halvethane * Eski saraylarda girilmesi yasak olan oda.
    * Eski tekkelerde dervişlerin yalnızca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapandıkları oda.
    Halvetî * İbadetlerini tenhada yapan bir tarikat.
    * Bu tarikattan olan kimse.
    ham * (meyve için) Yenecek kadar olgun olmayan.
    * İşlenmemiş(madde).
    * İdmansız.
    * Gerçekleşme kolaylığıveya imkânı olmayan.
    * Kaba, toplum kurallarını bilmeyen, incelmemiş.
    ham besi suyu * Kökler tarafından topraktan emilip yapraklara kadar çıkan besi suyu.
    ham ervah * Yersiz, yakışıksız söz ve davranışları olan kimse, çiğadam.
    ham gaz * İşlenmemişgaz.
    ham hayal * Gerçekleşmeyecek düşünce veya ümit.
    ham hum * “Belirsiz birtakım sözler söylemek” anlamına gelen ham hum etmek deyiminde geçer.
    * Önemsiz, boşsöz.
    ham hum şaralop * düzenle veya el çabukluğu ile yapılan, kimsenin akıl erdiremediği iş.
    ham madde * Bir ürün veya mal oluşturmak için gerekli maddelerin işlenmeden önceki doğal durumu.
    ham payı * Zıvanalı geçmeleri sağlamlaştırmak amacı ile zıvanadan genellikle üçte biri oranında çıkarılan parça.
    hamail * Omuzdan çapraz olarak bele inen bağ, hamaylı.
    * Muska.
    hamak * İki ağaç veya direk arasına asılarak içine yatılan ve sallanabilen, ağdan veya bezden yapılmışyatak, ağyatak.
    hamakat * Ahmaklık.
    hamal * Ücretle yük taşıyarak geçinen kimse, taşıyıcı, yükçü.
    hamal camal * Hamal ve benzeri kimseler.
    hamal semeri * Arkalık.
    hamal sırığı * Sırık hamallarının kullandığı ağaç.
    hamala semeri yük olmaz * insana kendi işi ağır gelmez.
    hamalbaşı * Hamallara başkanlık eden kimse.
    hamaliye * Hamal ücreti, hamallık.
    hamallığınıetmek (veya yapmak) * bir işin önemsiz, fakat ağır ve yorucu yükünü taşımak.
    hamallık * Hamalın yaptığı iş.
    * Hamala verilen para, hamaliye.
    * Kaba ve ağır iş.
    * Gereksiz yere yüklenme.
    * Zihni gereksiz bilgilerle doldurma.
    hamam * Yıkanılacak yer, yunak, ısıdam.
    hamam anası * Kadınlar hamamında natırlarıyöneten kadın.
    * İri yarı, güçlü ve şişman kadın.
    hamam bohçası * Kadınların çarşıhamamına giderken çamaşırlarınıveya eşyalarınıkoyduğu bohça.
    hamam böceği * Hamam böceğigillerden, temiz tutulmayan yerlerde üreyen zararlı bir böcek (Blatta orientalis).
    hamam böceğigiller * Düz kanatlılar takımına giren, örnek hayvanıhamam böceği olan bir familya.
    hamam gibi * pek sıcak.
    hamam kesesi * Hamamda kiri çıkarmak için kullanılan kıldan veya kenevirden örülmüşele geçebilen kese.
    hamam otu * Vücuttaki gereksiz kıllarıalmak için çamur kıvamına getirilip sürülen toz.
    hamam takımı * Hamamda kullanılan havlu, kese, tas gibi gerekli araçlar.
    hamam tası * Banyo ve hamamlarda çeşmeden veya kurnadan su alıp dökünmeye yarayan yayvan kap.
    hamam yapmak * yıkanmak.
    hamama giren terler * bir işe girişen kimse, o işin güçlüklerini veya masraflarını göze almalıdır.
    hamamcı * Hamam işleten kimse.
    hamamcı olmak * gusül abdesti alması gerekmek.
    hamamcılık * Hamamcı olma durumu veya hamamcının yaptığı iş.
    hamamın namusunu kurtarmak * görünüşünü kurtarmaya yönelen birtakım yetersiz çarelere başvurarak kötü bilinen bir yere onur
    kazandırmaya çalışmak.
    hamamlık * Bazıevlerde yıkanmak için ayrılmış, çoğunlukla içi ve yanlarıçinko kaplı, dolaba benzer yer.
    hamarat * Ev işlerinde çok çalışan ve becerikli kadın.
    hamaratça * Hamarat bir biçimde, hamarat gibi.
    hamaratlaşma * Hamaratlaşmak işi.
    hamaratlaşmak * Hamarat duruma gelmek, hamarat olmak.
    hamaratlık * Hamarat olma durumu.
    hamarattaze * Çalışkan, becerikli (olan).
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 12

    hamaset * Yiğitlik, kahramanlık, cesaret.
    hamasî * Yiğitlerden ve yiğitliklerden söz eden (destan, şiir).
    hamaylı * Bkz. hamail.
    Hambelî * 343 Hanbelî.
    hamburger * Bir tür köfteli ve yuvarlak ekmekli sandviç.
    hamburgerci * Hamburger yapan veya satan kimse.
    hamdetme * Hamdetmek işi veya biçimi.
    hamdetmek * Tanrı’ya şükretmek.
    hamdüsena * Tanrı’ya olan şükran duygularını bildirme.
    Hamel * Koç burcu.
    hamhalat * Kaba saba, görgüsüz.
    * Verimsiz, çorak, kuru.
    hamız * Asit.
    hami * Gözeten, koruyan, koruyucu (kimse).
    * Kayıran, kayırıcı(kimse).
    hamil * Elinde bulunduran, üzerinde taşıyan.
    * Destek, bindi.
    hamil olmak * üzerinde bulundurmak, taşımak.
    hamile * Gebe, yüklü, aylı.
    hamilelik * Gebelik.
    * Hamile elbisesi.
    hamilen * Üzerinde taşıyarak.
    hamilikart * Tavsiye edildiği yazılıkartı, pusulayıtaşıyan kimse.
    haminne * Yaşlıve saygıduyulan kadınlara verilen unvan.
    hamisiz * Koruyucusu, kayıranı olmayan.
    hamiş * Mektup kâğıdının boş bir yerine yazılan ek düşünce, çıkma, not (post scriptum).
    hamiyet * Bir insanın yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası.
    hamiyetli * Hamiyeti olan.
    hamiyetperver * Hamiyetli, hamiyet sahibi.
    hamiyetperverlik * Hamiyet sahibi olma.
    hamiyetsiz * Hamiyeti olmayan.
    hamiyetsizlik * Hamiyetsiz olma durumu.
    hamla * Küreklerin bir kez suya daldırılıp çıkarılması.
    * Bu biçimde sandalın aldığıyol.
    * Kıçtan birinci oturak.
    hamlacı * Büyük sandal ve kayıklarda kıçtan birinci oturakta kürek çeken kimse.
    hamlaç * Üfleç.
    hamlama * Hamlamak.
    * Çini toprağından yapılmışnesnelerin ilk pişirilişi.
    * Bu pişirmenin yapıldığıfırın bölümü.
    hamlamak * Uzun zaman idman yapmamak, hareket etmemek yüzünden gücünü veya çevikliğini yitirmek.
    hamlaşma * Hamlaşmak durumu.
    hamlaşmak * Hamlamak durumu.
    hamle * İleri atılma, atılım.
    * Saldırış, savlet.
    * Satrançta ve damada taşsürme işi.
    * Atak (II).
    hamle etmek (veya yapmak) * atılmak, saldırmak.
    * önemli bir işe girişmek, bir işte başarı sağlamak için çaba harcamak.
    hamleci * Atılımcı.
    hamletme * Hamletmek işi.
    hamletmek * Bir sebebe yüklemek, yormak.
    hamlık * Ham olma durumu.
    * İdmansızlık.
    hamse * Divan edebiyatında beşmesnevînin bir araya gelmesinden oluşan eser.
    hamsi * Hamsigillerden, Akdeniz, Karadeniz ve BatıAvrupa kıyılarında avlanan, 10-12 cm boyunda, ince uzun bir
    balık (Engraulis encrasicholus).
    hamsi buğulama * Hamsinin fırında pişirilen yemeği.
    hamsi çorbası * Hamsi ile yapılan çorba.
    hamsigiller * Kemikli balıkların hamsi, ringa, sardalye, tirsi balıklarını içine alan bir familyası.
    hamsikuşu * Baharat, un ve yumurtaya bulanarak yapılan hamsi tavası.
    hamsili pilâv * Hazırlanan iç pilâvın üzerine ayıklanıp temizlenmişhamsilerin konulmasıve fırında pişirilmesiyle yapılan
    bir tür pilâv.
    hamsin * Erbainden sonra gelen, 31 ocakta başlayan elli günlük kışdönemi.
    hamt * Tanrı’ya şükretme.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 13

    hamt etmek * Tanrı’ya şükretmek.
    hamt olsun * “Tanrı’ya şükürler olsun” anlamında hoşnutluk anlatır.
    hamule * Yük.
    * Kâğıt dolgu maddesi.
    hamur * Unun su veya başka sıvılarla yoğrulmuşdurumu.
    * (kâğıt için), Nitelik, tür.
    * (ekmek ve hamur işleri için) İyi pişmemiş.
    * Öz, asıl, maya.
    hamur açmak * yoğrulmuşhamuru inceltip yufka durumuna getirmek.
    hamur boya * Ressamın boya tablasıüzerinde, resmine sürmek için hazırladığıhamur kıvamındaki yağlı boya.
    hamur çorbası * Hamur ile yapılan çorba.
    hamur gibi * yorgunluktan eli ayağıtutmaz.
    * yiyeceklerin çok pişip bulamaç durumuna gelmesi.
    hamur işi * Hamurdan yapılan yiyeceklerin genel adı.
    hamur tahtası * Üzerinde hamur açılan tekerlek biçiminde ve kısa ayaklımasa, yastağaç.
    hamur tatlısı * Hamurla yapılan tatlıların genel adı.
    hamur teknesi * İçinde hamur yoğurmaya yarayan özel kap.
    hamur tutmak * hamur hazırlamak.
    hamurcu * Fırında hamur yoğuran (işçi), hamurkâr.
    hamurculuk * Hamurcunun işi veya mesleği.
    hamurkâr * Hamurcu.
    hamurlama * Hamurlamak işi.
    hamurlamak * Hamur sürmek.
    * (kapalıtencerenin kenarını buğu çıkmasın diye) Hamurla sıvamak.
    hamurlanma * Hamurlanmak işi.
    hamurlanmak * Hamura bulanmak.
    hamurlaşma * Hamurlaşmak işi.
    hamurlaşmak * Hamur kıvamıalmak, gevşemek.
    hamursu * İyi pişmemiş, hamur gibi, hamurumsu.
    hamursuz * Yahudilerin, Hamursuz Bayramıdolayısıyla yapıp yedikleri bir çeşit mayasız çörek.
    Hamursuz Bayramı * Yahudilerin Mısır’dan çıkışlarınıanmak amacıyla her yıl kutladıkları bayram.
    hamurumsu * Hamur kıvamında olan, iyi pişmemiş, hamursu.
    hamut * Araba koşumunda atların boyunlarına geçirilen ağaç veya üstüne meşin geçirilmişçember.
    han * Osmanlıpadişahlarının adlarının sonuna getirilen unvan.
    * Doğu ülkelerinde yerli beyler ve Kırım girayları için kullanılan unvan.
    han * Yol üzerinde veya kasabalarda yolcuların konaklamalarına yarayan yapı.
    * Büyük şehirlerde serbest mesleklerde çalışanların oda veya daire tutup çalıştıkları birkaç katlıyapı.
    han gibi * gereğinden çok genişolan yer.
    han hamam sahibi * mülkü çok, varlıklıkimse.
    han kapısından teğelti atmak * defetmek, kovmak.
    hanay * İki ve daha çok katlıev.
    * Sofa, hol.
    * Avlu.
    Hanbelî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
    * Bu mezhepten olan kimse.
    hancı * Han işleten kimse.
    hancısarhoşyolcu şarhoş * kimin ne yaptığı, ne ettiği belli değil.
    hancılık * Hancı olma durumu veya hancının yaptığı iş.
    hançer * Ucu eğri ve sivri, kamaya benzer, silâh olarak kullanılan bir tür bıçak.
    hançer çiçeği * Çiçekleri hançer sapınıandırdığı için Lâtin çiçeğine verilen bir ad.
    hançere * Gırtlak.
    hançerleme * Hançerlemek işi.
    hançerlemek * Hançerle yaralamak veya öldürmek.
    hançerlenme * Hançerlenmek işi.
    hançerlenmek * Hançerle yaralanmak veya öldürülmek.
    handan * Şen, neşeli.
    hande * Gülme, gülüş.
    handikap * At yarışlarında binicilerle eyerin toplam ağırlığının, atların koşuyu kazanma şansınıetkileyecek biçimde
    ayarlanması.
    * Elverişsiz durum, engel.
    handiyse * Yakın zamanda, neredeyse, hemen hemen.
    hane * Ev, konut.
    * Ev halkı.
    * Bir bütünü oluşturan bölümlerden her biri, bölük, göz.
    * Ondalık sayısisteminde bir sayının sağdan sola doğru rakamlarının derecelerine göre her birinin
    bulunduğu yer, basamak.
    * Klâsik Türk müziğinde, peşrev gibi saz parçalarının bölümlerinden her biri.
    * Birleşik kelimelerde ikinci kelime olarak bulunur, bina, yapı, yer, makam anlamlarınıkarşılar.
    hanedan * Hükûmdar veya devlet büyüğü gibi bir kişiye dayanan soy, büyük aile.
    * Belli ve büyük soydan gelen.
    * Eli açık ve konuksever.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 14

    hanedanlık * Hanedandan olma durumu.
    Hanefî * İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
    * Hanefî mezhebinden olan kimse.
    Hanefîlik * Hanefî mezhebi.
    hanek * Söz, konuşma.
    haneli * Herhangi bir sayıda evi olan.
    * Herhangi bir sayıda hanesi olan.
    hanelik * Herhangi bir sayıda evi olan, evlik.
    hanende * Şarkısöylemeyi meslek edinmişkimse, şarkıcı, okuyucu.
    hanendelik * Hanende olma durumu, şarkıcılık, okuyuculuk.
    hangar * Uçak, araba, tarım aracı, eşya gibi nesneleri barındırmaya yarar kapalıyer, sundurma.
    hangar gibi * çok büyük ve genişyer.
    hangi * İki veya daha çok şeyden bir tanesini belirtecek bir cevap istemek için kullanılan soru sıfatı.
    * Fiili dilek veya şart birleşik zamanında olan cümlelerde, nesnenin veya cümlenin belirteni durumunda
    olduğunda nesnedeki kavramı genelleştirir.
    hangi akla hizmet ediyor? * ne gibi bir düşünce ile böyle olmayacak, mantıksız bir işyapıyor?.
    hangi biri? * çok olanlardan hangisi.
    hangi dağda kurt öldü? * kendisinden beklenmedik bir davranışkarşısında şaşma ve sitem anlatır.
    hangi peygambere kulluk edeceğini şaşırmak * kimin sözünü yerine getireceğini bilemeyerek şaşkınlık içinde kalmak.
    hangi rüzgâr attı? * bir yere uzun süre uğramamışken beklenmedik bir zamanda gelenlere sitem yollu söylenir.
    hangi taşpekse (katıysa), başını ona vur * kendi kusuru yüzünden zor bir duruma düşen veya başkalarından yardım isteyen bir kimseye
    öfkelenildiğinde söylenir.
    hangi taşıkaldırsan, altından çıkar * her işten anlar veya anladığı iddiasında bulunur.
    * her işe karışır.
    hangisi * Birkaç kişi arasından kim veya birkaç şey arasından hangi şey.
    hanım * Kız ve kadınlara verilen unvan, bayan.
    * Karı, eş.
    * Kadınlığın bütün iyi niteliklerini taşıyan.
    * Toplumsal durumu, varlığı iyi olan, hizmetinde bulunulan kadın.
    hanım böceği * Kın kanatlılardan, kara benekli, kırmızırenkte, kurtçuklarıyediği için yararlısayılan bir böcek, gelin böceği
    (Coccinella).
    hanım evlâdı * Nazlı büyütülmüş, çıtkırıldım kimse.
    * Piç.
    hanım hanımcık * Evine, çocuklarına, işine gereği gibi bakan, çevresiyle uyumlu (kadın, kız).
    * Böyle bir kadına veya kıza yaraşır davranışları olan.
    hanımanne * Kayın valide.
    hanımefendi * Üstün bir saygı göstermişolmak için kadın adlarının sonuna getirilir veya adların yerine kullanılır.
    hanımefendilik * Hanımefendi olma durumu ve özelliği.
    hanımeli * Hanımeligillerden tırmanıcı, korularda, çalılıklarda yetişen bir bitki (Lonicera caprifolium).
    * Bu bitkinin güzel kokulu çiçeği.
    hanımeligiller * İki çeneklilerden, örneği hanımeli olan bir bitki familyası.
    hanımgöbeği * Bir çeşit hamur tatlısı.
    hanımlık * Hanım olma durumu ve özelliği.
    hanımnine * Bkz. haminne.
    hanımparmağı * İnce uzun, parmak biçiminde bir çeşit hamur tatlısı.
    hani * Nerede, ne oldu, nerede kaldı.
    * Karşıdakinin daha önceden bildiği bir şey kendisine hatırlatılmak istenildiğinde kullanılır.
    * Verilen sözü hatırlatan sözün başına getirildiğinde sitem anlatır.
    * Bazen “bari” anlamında kullanılır.
    * “Doğrusunu söylemek gerekirse”,”kaldıki, üstelik” anlamlarında kullanılır.
    hani * Hanigillerden, Akdeniz’de yaşayan, alaca kırmızırenkli, beyaz etli, orta büyüklükte bir balık (Serranus
    cabrilla).
    hani ya * hani.
    hani yok mu * dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenir.
    hanidir * ne vakittir, epey zamandır, çoktan beri.
    hanigiller * İyi bilinen türleri hani ve yazılıhani olan kemikli balıklar takımı.
    hanlık * Han olma durumu.
    * Hanın egemenliğindeki ülke.
    * Hanın yönetimi.
    hant hant * “Rahatsız edecek biçimde bir şeye aşırı istek duymak” anlamında hant hant ötmek deyiminde geçer.
    hantal * Kocaman, iri, kaba.
    * İşi, davranışlarıkaba ve yavaş.
    hantallaşma * Hantallaşmak işi.
    hantallaşmak * Hantal bir duruma gelmek.
    hantallık * Hantal olma durumu.
    hanüman * Ev bark, ocak.
    hanümanınıyıkmak * ocağınıyıkmak, evini barkınıdağıtmak.
    Hanya * “Haddini bilmek” anlamında Hanya’yıKonya’yı bilmek (veya anlamak) bilmemek (veya anlamamak)
    deyiminde geçer.
    Hanya’yıKonya’yıanlamak * bir işin gerçek yönünü anlayarak aklı başına gelmek, akıllanmak.
    Hanya’yıKonya’yı göstermek (veya öğretmek) * Bkz. dünyanın kaç bucak olduğunu göstermek.
    Hanya’yıKonya’yıöğrenmek * Bkz. anlamak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 15

    hap * Kolayca yutulabilmesi için küçük toparlak durumuna getirilmişilâç.
    * Bir içimlik afyon.
    hap * (çocuk dilinde) Yutma sesi.
    hap etmek * yemek, yutmak.
    hapaz * Avuç.
    hapazlama * Hapazlamak işi.
    hapazlamak * Avuçlamak.
    hapçı * Afyon vb. uyuşturuculara alışmışolan (kimse).
    hapçılık * Uyuşturucu madde özelliği taşıyan haplara düşkün olma durumu.
    hapıyutmak * kötü bir duruma düşmek.
    hapır hapır, hapır hupur * İştahlıve gürültülü bir biçimde (yemek).
    hapis * Bir yere kapatıp salıvermeme.
    * Yasalara göre suçu belirlenen bir kimseyi ceza evine koyma cezası.
    * Cezaya çarptırılmışsuçluların kapatıldıklarıyer, ceza evi, hapishane.
    * Ceza evine kapatılmışkimse, mahpus.
    * Pullarısalıvermemek, kapatmak temeline dayanan bir çeşit tavla oyunu.
    hapis giymek * hapis cezasına çarptırılmak.
    hapis yatmak * hükümlü olduğu süreyi hapishanede geçirmek.
    hapishane * Hapis cezasına çarptırılanların kapatıldıklarıyer, dam, ceza evi, kodes.
    hapishane kaçkını * suçlu olup da henüz tutuklanmamışkimse.
    * kötü, serseri, hoyrat kimse.
    hapislik * Hapiste bulunma durumu veya süresi.
    haploit * Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom takımı.
    haploloji * Bkz. Orta hece yutumu.
    hapsedilme * Hapsedilmek işi.
    hapsedilmek * Hapsetmek işi yapılmak.
    hapsetme * Hapsetmek işi.
    hapsetmek * Bir suçluyu hapishaneye koymak.
    * Bir yere kapatıp salıvermemek.
    * Bir kimseyi veya bir şeyi boşu boşuna tutmak, alıkoymak.
    hapsettirme * Hapsettirmek işi.
    hapsettirmek * Hapsedilmesine yol açmak.
    hapşırık * Aksırık.
    hapşırıklı * Aksırıklı.
    hapşırma * Hapşırmak işi, aksırma.
    hapşırmak * Aksırmak.
    hapşırtma * Hapşırtmak işi.
    hapşırtmak * Aksırtmak.
    hapşu * Hapşırma sesi.
    hapt * “Bir tartışmada karşısındakini susturmak ve karşılık veremez duruma getirmek” anlamında haptetmek
    birleşik fiilinde geçer.
    haptetme * Haptetmek işi.
    haptetmek * Karşısındakini susturmak, cevap veremez durumunda bırakmak.
    har * Birtakım ikileme ve deyimlerde çeşitli anlamlarla geçer.
    har * Sıcak, kızgın, yakıcı.
    har gür * tartışıp çekişme, tartışıp çekişerek.
    har gür * Bkz. har.
    har har * Gürültülü, bol ve sürekli olarak.
    har hur * karışıklık ve anlaşmazlık.
    har hur * Bkz. har.
    har vurup harman savurmak * düşüncesizce ve hesapsızca harcamak, bol bol harcayıp tüketmek.
    hara * At üretilen çiftlik, aygır deposu.
    hara * Hare.
    harabat * Yıkıntılar, harabeler, viraneler.
    * (Divan edebiyatında) İçkili eğlence yeri, meyhane.
    harabatî * Maddî şeylere değer vermediği için üstüne başına özenmeyen, dağınık, derbeder.
    * Vaktini meyhanelerde veya zevk ve sefada geçiren (kimse).
    harabatîlik * Harabatî olma durumu, dağınıklık, derbederlik.
    harabe * Eski çağlardan kalmışşehir veya yapı, ören, kalıntı.
    * Yıkılmışveya yıkılmaya yüz tutmuşyapı, yıkı.
    harabelik * Harap olmuşyer, ören.
    haraca bağlamak * bir kimseyi belli zamanlarda kendisine belli miktarda para vermeye zorlamak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 2

    Habeşî * Habeş.
    habip * Sevilen, sevgili.
    * Hz. Muhammet.
    habis * Kötü, alçak, soysuz (kimse).
    * (bazıhastalıklar veya urlar için) Kötücül.
    habislik * Habis olma durumu.
    habitat * Yerleşme, oturma.
    * Bitkinin doğal olarak yetiştiği yer, yurt.
    habitus * Bitkinin yerindeki durumu, dallanması, köklerinin toprak içerisindeki dağılmasını belirten morfolojik
    görünüş.
    hac * Genellikle tek tanrılıdinlerde kutsal olarak tanınan yerlerin, o dinden olanlarca yılın belli aylarında ziyaret
    edilmesi.
    * İslâmın beşşartından biri olan, Müslümanlarca zilhicce ayında Mekke’de yapılan Kâbe’yi ziyaret ve tavaf
    töreni.
    hacamat * Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip, üzerine boynuz, bardak veya şişe oturtarak kan alma.
    * Hafif yaralama.
    hacamat baltası * Hacamat için kullanılan kesici küçük araç.
    hacamat etmek (veya yapmak) * hacamat yoluyla kan almak.
    * hafifçe yaralamak.
    hacamat şişesi * Hacamat yapmak için kullanılan ağzıdibinden dar şişe.
    hacamatçı * Hacamat yapan kimse.
    hacamatlama * Hacamatlamak işi.
    hacamatlamak * Hacamat etmek, hacamat yapmak.
    * Hafifçe yaralamak.
    hacca gitmek * Müslümanlar hac amacıyla Mekke’ye gitmek.
    * Hristiyanlar kutsal sayılan yerlere gitmek.
    haccetme * Haccetmek işi.
    haccetmek * Müslümanlıkta hac zamanında Kâbe’yi ziyaret ve tavaf etmek.
    * Hristiyanlar kutsal sayılan yerlere gitmek.
    hacet * Herhangi bir şey için gerekli olma; gereklilik, lüzum.
    * Tanrı’dan veya kutsal sayılan kişiden beklenen dilek.
    * Abdest (küçük veya büyük).
    * İhtiyaç duyulan şey, gerekli şey.
    hacet dilemek * istekte bulunmak.
    hacet görmek * gerekli bulmak, gerekli saymak.
    * ayak yoluna gitmek.
    hacet kalmamak * gereği olmamak.
    hacet kapısı * Dua etmek veya dilekte bulunmak için önünde durulan türbenin kapısı(penceresi).
    hacet penceresi * Bkz. hacet kapısı.
    hacet tepesi * Üzerinde yapılan duanın kabul olunacağına inanılan tepe.
    hacet yeri * Ayak yolu, abdesthane.
    hacet yok * gerekliği yok, gerekli değil, istemez.
    haceti olmak * ayak yoluna gitmesi gerekmek.
    hacetini yapmak * küçük veya büyük abdest etmek.
    hacı * Din buyruklarınıyerine getirmek için hacca gitmişMüslüman.
    * Kudüs’ü, Efes’i veya başka kutsal bir yeri ziyaret etmişolan Hristiyan.
    hacı bekler gibi beklemek * büyük bir sabırsızlıkla beklemek.
    hacıdevesi * Tek hörgüçlü deve.
    hacıfışfış * Arap halkından olanlar için kullanılan alaylısöz.
    hacı olmak * hacca gidip, haccın gereklerini yapmak.
    hacıyağı * Gül yağından çıkarılan, hacıların süründüğü özel koku.
    hacıağa * Büyük şehirlerde gereksiz, yersiz çok para harcayan taşralızengin.
    hacıağalık * Hacıağa olma durumu.
    hacıağalık etmek * gereksiz yere, gösterişiçin bol para harcamak.
    hacı bektaştaşı * Balgam taşı.
    hacılar bayramı * Kurban bayramı.
    hacılar kuşağı * Gök kuşağı.
    hacılaryolu * Samanyolu.
    hacılık * Hacı olma durumu.
    hacısıhocası * kim varsa, herkes, hepsi.
    hacıyatmaz * Yere nasıl bırakılırsa bırakılsın, dibinde bulunan ağırlık sebebiyle dik bir durum alan oyuncak.
    * Çıkarları için, güç durumlarda kişiliğinden özveride bulunarak kendini çabucak toparlamayı beceren kimse.
    hacıyolu * Bkz. hacılaryolu.
    hacim * Bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, oylum, cirim, sıygı.
    hacimli * Hacmi olan, oylumlu.
    hacimlice * Biraz hacimli, oylumluca.
    hacimsiz * Hacmi olmayan, oylumsuz.
    * Borsada gerçekleştirilen yetersiz tutarda alım satım.
    hacir * Kısıt, kısıtlılık.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 3

    hacir altına almak * kısıtlamak.
    * hastalık, bunama vb. sebeplerden ötürü davranışlarının nasıl sonuç vereceğini bilemeyen bir kişiyi
    mahkeme aracılığı ile mal ve mülk yönetimi bakımından kısıtlamak.
    * Medenî Kanuna göre çeşitli haklarınıkullanmaya yetkili olan kişinin bu haklarının mahkeme kararı ile
    elinden alınması, haklarınıkullanma bakımından kısıtlanması.
    Hacivat * Karagöz oyununda kendini halktan üstün görme, bilgiçlik taslama, kitap dili kullanma gibi özentileri olan
    kimse.
    haciz * Bir alacağın ödenmesi için borçlunun parasına, aylığına veya malına icra dairesince el konulması.
    haciz koymak * borçlunun malına el koymak.
    hacizli * Haczedilmiş, mahcuz.
    haczetme * Haczetmek işi veya biçimi.
    haczetmek * Bir alacağın ödenmesi için borçlunun geçim ve mesleğinde gerekli olan şeyler dışında kalan para, aylık veya
    malına icra dairesince el konmak.
    haç * Hristiyanlığın sembolü sayılan ve birbirini dikey olarak kesen iki çizgiden oluşan biçim, istavroz, salip.
    haç çıkarmak * Hristiyanlar sağellerini alın, karın, iki koltuk ve göğüs hizasına götürerek haç biçiminde tapınma işaretini
    yapmak, istavroz çıkarmak.
    haçısuya atma * Hristiyanların bir din töreni olarak kışın suya haç atmaları.
    haçlamak * Çarmıha germek.
    haçlı * Haçı olan.
    Haçlılar * XI. yüzyıl ile XII. yüzyıl arasında batılıHristiyanlarca kutsal yerleri Müslümanların elinden almayı
    amaçlayan seferlere katılanlara verilen ad, ehlisalip.
    haçvari * Haç benzeri.
    had * Sınır, uç.
    * Derece.
    * (insan için) Yetki ve değer.
    * Terim.
    hâd * Keskin; sivri.
    * (hastalık için) Çabuk ilerleyen, iveğen, akut.
    * Aşırı(bunalım, geçimsizlik gibi kötü durumlar için) şiddetli; gergin.
    hadde * Madenleri tel durumuna getirmek için kullanılan ve türlü çapta delikleri olan çelik araç.
    hadde fabrikası * Som demire çubuk, köşebent, levha, ray gibi biçimler verilen yapım evi.
    haddeci * Hadde işiyle uğraşan kimse.
    haddeden geçirmek * en küçük ayrıntısına kadar incelemek, dikkatle araştırmak.
    haddehane * Ham demir madeninin eritildiği büyük ocak, fırın.
    haddeleme * Haddelemek işi.
    haddelemek * Madenleri haddeden geçirerek, birtakım işlemler sonucu, istenilen biçime getirmek.
    haddi hesabıyok * pek çok, sınırı, ölçüsü yok.
    haddi mi (veya haddine mi düşmüş) * onun bunu yapmaya yetkisi veya yeteneği yoktur.
    haddi olmamak * (hakkıveya yetkisi) olmamak.
    haddikifayeyi bulmak * yeterince olmak.
    haddinden fazla * gereğinden çok, aşırı.
    haddini aşmak * ölçüyü kaçırmak, aşırı gitmek.
    haddini bildirmek * sert bir karşılıkla uslandırmak, yola getirmek, cezalandırmak.
    haddini bilmek * kendi değer ve yeteneğini olduğundan üstün görmemek.
    haddizatında * Aslında.
    hademe * İşyerlerinde temizlik ve getir götür işlerine bakan görevli, odacı, müstahdem.
    hademeihayrat * Din kuruluşlarında temizlik ve ayak işlerine bakan görevliler.
    hademelik * Hademe olma durumu veya hademenin görevi, odacılık.
    hadım * Kısırlaştırılmış, enenmişerkek.
    hadım ağası * Harem ağası.
    hadım etmek * kısırlaştırmak, enemek.
    hadımlaştırma * Hadımlaştırmak işi.
    hadımlaştırmak * Eneyerek kısırlaştırmak.
    hadımlık * Hadım olma durumu.
    hadi * Bkz. Haydi.
    hadi hadi * “Kısa kes”, “işi uzatma”, “bizi aldatamazsın” anlamında kullanılır.
    * Çabukluk, acele bildirir.
    hadim * Hizmet eden, hizmet edici; yarayan, yarar.
    hadis * Hz. Muhammed’in genel kural değerindeki söz ve davranışları.
    * Bu söz ve davranışları inceleyen bilim.
    hâdis * Sonradan ortaya çıkan.
    hâdisat * Olaylar, hadiseler.
    hadise * Olay.
    hadise çıkarmak * olay çıkarmak.
    hadiseli * Olaylı.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 4

    hadisene * Haydisene.
    hâdisesiz * Olaysız.
    hadsiz hesapsız * Sayılamayacak derecede çok.
    haf * Futbolda kalecinin önünde bulunan iki bekin önündeki üç oyuncudan her biri.
    hafakan * Sıkıntı, çarpıntı.
    hafakanlar boğmak (veya basmak) * sıkıntıdan bunalmak.
    hafazanallah * Kötü bir ihtimalden söz edilirken “Tanrıkorusun” anlamında söylenir.
    hafız * Koruyan, saklayan.
    * Kur’an’ı bütünüyle ezbere bilen ve okuyabilen kimse.
    * Aptal, ahmak, bön.
    * Bir şeyi anlamadan ezberleyen kimse.
    hafıza * Bellek.
    hafıza kaybı * Sinir sistemindeki bir arıza sebebiyle bilincin yitirilmesi.
    hafızalı * Hafızası olan.
    hafızali * Seyrek taneli, kalın kabuklu, etli ve parlak altın sarısırenginde büyük taneli bir tür üzüm.
    hafızasız * Hafızası olmayan.
    hafızayıyoklamak * hatırlamaya çalışmak.
    hafızıkütüp * Kitaplık görevlisi.
    hafızlama * Hafızlamak işi.
    hafızlamak * Çok çalışmak, ezberlemek, ineklemek.
    hafızlık * Hafız olma durumu veya hafızın görevi.
    * Aptallık, ahmaklık.
    * Ezbercilik, bir şeyi anlamadan öğrenme özelliği.
    hafi * Gizli, saklı.
    hafi celse * Bkz. gizli oturum.
    hafif * Tartıda ağırlığı az gelen, yeğni, ağır karşıtı.
    * Güç veya yorucu olmayan, kolay.
    * Ağır başlı olmayan, ciddî olmayan, hoppa.
    * (yiyecek için) Miktarıaz, sindirimi kolay.
    * Kalınlığıveya yoğunluğu az olan.
    * Etkisi az olan.
    * Zorlu olmayan.
    * Önemli olmayan.
    * (uyku için) Çabuk uyanılan.
    * Çok dik olmayan (sırt, yokuş).
    * Gücü az olan, belli belirsiz.
    * Sıkıntısız, ferah.
    * Belli belirsiz.
    hafif atlatmak * kötü bir durumdan çok az bir zararla kurtulmak.
    hafif gelmek * ağırlığıfazla olmamak.
    * önemsiz görmek, değer verilmemek.
    hafif giyinmek * az ve ince giyinmek.
    hafif hafif * Yavaşyavaş, ağır ağır.
    hafif hapis cezası * Ayrıhücreye kapatılmaksızın çektirilen hapis cezası.
    hafif sanayi * Çeşitli tüketim mallarıüreten sanayi.
    hafif sıklet * Güreşte 68 kg, boks ve halterde 67,5 kg olarak tespit edilmişağırlık.
    hafif tertip * Şöyle böyle, biraz, aşırılığa kaçmadan.
    hafif uyku * Derin olmayan, kolayca uyanılabilen uyku.
    hafif yollu * Üstü kapalı, kısa bir açıklamayla.
    * Davranışları ile içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına ters düşen (kadın), hafifmeşrep.
    hafifçe * Hafif olarak, hafif bir biçimde, belli belirsiz.
    hafife almak * küçümsemek, önemsememek.
    hafifleme * Hafiflemek işi.
    hafiflemek * Herhangi bir sebeple eski ağırlığı azalmak.
    * Etkisi, gücü azalmak.
    * Bir sıkıntıdan kurtulmak, rahatlamak.
    hafifleşme * Hafifleşmek işi.
    hafifleşmek * Hafiflemek.
    * Ağır başlılığınıyitirmek.
    hafifleştirme * Hafifleştirmek işi.
    hafifleştirmek * Hafiflemesine yol açmak.
    hafifletici * Hafifletme özelliği olan.
    hafifletici sebep, -bi * Suçun hafiflemesine sebep olan durum veya olay.
    hafifletme * Hafifletmek işi.
    hafifletmek * Hafiflemesine yol açmak, hafifleştirmek.
    hafifleyiş * Hafiflemek işi veya biçimi.
    hafiflik * Hafif olma durumu.
    * Rahatlık.
    * Davranışları içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymama durumu.
    hafiflik etmek * yakışıksız bir davranışta bulunmak veya söz söylemek.
    hafifmeşrep * Davranışları, içinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayışına uymayan (kadın).
    hafifseme * Hafifsemek işi, yeğniseme, istihfaf.
    hafifsemek * Bir kimseyi veya bir şeyi önemsememek, yeğnisemek, istihfaf etmek.
    hafifseyiş * Hafifsemek işi veya biçimi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 5

    hafiften * Hafifçe, belli belirsiz, yavaşyavaş.
    hafiften almak * önemsiz bulup üzerine düşmemek, yeterince ilgilenmemek.
    hafit * Erkek torun.
    hafiye * Özel soruşturmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, detektif.
    hafiyelik * Hafiye olma durumu veya hafiyenin görevi.
    hafniyum * Atom numarası72, atom ağırlığı178,6 olan, az rastlanır bir element. KısaltmasıHf.
    hafriyat * Kazı.
    hafriyatçı * Hafriyat işi ile uğraşan kimse.
    hafriyatçılık * Hafriyatçının işi veya mesleği.
    hafta * Birbiri ardınca gelen yedi günlük dönem.
    hafta arası * Hafta içi her gün.
    hafta arasında (veya içinde) * iki pazar arasındaki günlerde.
    hafta başı * Haftanın ilk günü; genellikle pazartesi.
    hafta içi * Haftanın her günü.
    hafta sekiz, gün dokuz * tedirgin edercesine sık sık.
    hafta sonu * Haftanın son günleri, genellikle cumartesi ve pazar.
    haftalık * Haftada bir kez yapılan veya yayımlanan.
    * Herhangi bir hafta süren.
    * Haftada bir ödenen para.
    haftalıkçı * Ücretini haftadan haftaya alan (kimse).
    haftalıklı * Ücretini haftadan haftaya alan (kimse).
    haftaym * Futbolda 45’er dakikalık iki dönemin her biri, yarı.
    * Bu iki dönem arasında kalan 15 dakikalık dinlenme süresi, ara.
    hah * Olması istenen veya beklenen bir şey olur olmaz duyulan sevinci ve onama duygusunu anlatır.
    hah şöyle * yapılan bir işin beğenildiğini anlatır.
    haham * “hikmet” Yahudi din adamı.
    hahambaşı * Bir ülkedeki Yahudi topluluğunun dinî başkanı.
    hahambaşılık * Hahambaşının görevi veya hahambaşına yardımcı olan teşkilât.
    hahamhane * Hahambaşının çalıştığıyer.
    hahamlık * Hahamın unvanıve görevi.
    hahha hahhah * Alaylıyapmacıklı gülüş.
    hahnyum * Atom numarası105 olan, kaliforniyum atomlarının, azot çekirdekleriyle bombardımanından elde edilmiş
    yapay element, nilsbohryum. KısaltmasıHa.
    hail * Engel.
    haile * Çok acıklı olay.
    * Manzum biçimde yazılmıştrajedi.
    hain * Hıyanet eden (kimse).
    * Zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoşlanan (kimse).
    * Bazen sitemli bir seslenme olarak kullanılır.
    * Kötü bir niyet taşıyan.
    hain hain * Kötü bir biçimde.
    haince * Hain bir anlam taşıyan.
    * Hain bir biçimde.
    hainleşme * Hainleşmek işi.
    hainleşmek * Haince davranır olmak.
    hainlik * Hain olma durumu veya haince davranış.
    hainlik etmek * (birine) haince davranmak, kötülük etmek.
    haiz * Bir şeyi olan, elinde bulunduran, taşıyan.
    haiz olmak * elinde bulundurmak, uygun olmak, taşımak.
    haje * Afrika’da yaygın kobra türü (Naja haje).
    Hak * Tanrı’nın adlarından biri.
    hak * Adalet.
    * Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığışey, kazanç.
    * Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk.
    * Geçmişve harcanmışemek.
    * Pay.
    * Emek karşılığıücret.
    * Doğru, gerçek.
    hak * Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya şekil oyma.
    * Kâğıttaki yazıyıkazıma.
    hâk * Toprak.
    Hak dini * İslâmiyet.
    hak ediş * Bir üretim veya yapım sırasında hak edilmişdurum veya para.
    hak etmek * bir emek karşılığıhakkı olan şeyi elde etmek, hak kazanmak.
    * lâyık olduğu (kötü) karşılığı almak.
    * bir başarıdolayısıyla ödüllendirilmek.
    hak getire * yoktur, bulunmaz, ne arar.
    hâk ile yeksan etmek (veya olmak) * (yapı, şehir vb. için) temelinden yıkıp harap etmek (veya olmak), bütünüyle ortadan kaldırmak (veya
    kalkmak).
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 6

    hak kazanmak * emeğin karşılığınıalabilecek duruma gelmek.
    hak kuşu * İshak kuşu.
    hak vermek * birinin düşüncesini, davasını, iddiasınıdoğru bulmak.
    hak yemek * başkalarının hakkınıvermemek.
    hak yerini bulur (veya hak yerde kalmaz) * haksızlık er geç ortaya çıkar.
    hak yolu * Doğruluk, doğru yol.
    hakan * Türk, Moğol ve Tatar hanları için “hükümdarlar hükümdarı” anlamında kullanılan bir unvan.
    * Osmanlıpadişahlarına verilen unvan.
    hakanlık * Hakan olma durumu.
    * Hakanın egemenliğindeki ülke.
    * Hakanın yönetimi.
    hakaret * Onur kırma, onura dokunma, küçültücü söz veya davranış.
    hakaret etmek * bir şeyi veya bir kimseyi aşağılık ve değersiz gösterecek biçimde davranmak.
    hakaret görmek * ağır veya küçültücü davranışgörmek, aşağılanmak.
    hakaret saymak * bir sözü veya davranışıhakaret olarak kabul etmek.
    hakaretamiz * Hakaret içeren, hakaret dolu.
    Hakas * Rusya’daki Hakas Cumhuriyeti’nde yaşayan Türk halkıve bu halktan olan kimse.
    Hakasça * Hakas Türkçesi.
    hakça * Doğrulukla.
    hakçası * Doğrusu, doğru olanı.
    hakem * Yargıcı.
    * Güreş, futbol gibi oyunlarda, oyunu yöneten sorumlu kişi.
    hakem heyeti * Bazıülkelerde yurttaşlardan seçilmişve mahkemede yargı görevini yapan geçici kurul, jüri.
    * Yarışma, münazara vb. nde en doğru ve kesin sonucu belirlemekle görevli kurul, yargıcılar kurulu.
    hakem kararı * Sporda (özellikle güreşve boksta) sonucun hakem veya hakemler tarafından ilân edilmesi.
    * Mahkemeler tarafından tayin edilen yeminli hakemlerin verdiği karar.
    hakemlik * Hakemin görevi, yargıcılık.
    hakeza * Bunun gibi, böyle.
    hâkî * Yeşile çalar toprak rengi.
    * Bu renkte olan.
    hakikat * Bir işin doğrusu, gerçek, asıl, esas.
    * Gerçeklik.
    * Gerçekten; doğrusu.
    hakikat olmak * gerçek duruma gelmek, gerçekleşmek.
    hakikaten * Gerçekten, sahiden, doğrusu da budur ki.
    hakikatli * Yakınlığıve bağlılığısürekli olan, vefalı.
    hakikatsiz * Yakınlığıve bağlılığısürekli olmayan, vefasız.
    hakikatsiz çıkmak * yakınlığıve bağlılığısürekli olmamak.
    hakikatsizlik * Hakikatsiz olma durumu, vefasızlık.
    hakikî * Gerçek.
    * Niteliği değişmemiş, aslına uygun olan, gerçek olan.
    hakim * Bilge.
    * Tanrı.
    hâkim * Egemenliğini yürüten, buyruğunu yürüten, sözünü geçiren egemen.
    * Yargıç.
    * Başta gelen, başta olan, baskın çıkan.
    * Duygu, davranışvb. ni iradesiyle denetleyebilen (kimse).
    * Yüksekten bir yeri bütün olarak gören.
    * Benzerleri arasında güç ve önem bakımından başta gelen, dominant, başat.
    hâkim olmak * buyruğunu yürütmek, egemenliğini sürdürmek.
    * etkili olmak, hükmetmek.
    hakimane * Bilgece.
    hâkimane * Buyururcasına, hükmedercesine.
    hâkimiyet * Egemenlik.
    hâkimiyetimilliye * Ulusal egemenlik, millî egemenlik.
    hâkimlik * Sözünü geçirme, buyruğunu yürütme durumu.
    * Yargıçlık.
    hakir * Aşağı görülen, değersiz, hor.
    hakir görmek * önemsememek, değer vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek.
    Hakka erenler * (dinde) Tanrısırrına erişip manevî güç kazananlar.
    hakkâk * Hak (II) işleri yapan sanatçı, oymacı.
    hakkaniyet * Hak ve adalete uygunluk, doğruluk, nasfet.
    hakketme * Hakketmek işi.
    hakketmek * Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya şekil oymak.
    * Yazıve şekilleri kazıyarak silmek.
    hakkı geçmek * birinin payından başkasıalmışolmak.
    * birinde veya bir şeyde emeği olmak.
    hakkı için * kutsal şeyleri anlatan kelimelerden sonra getirilerek ant içmek için söylenir.
    hakkı olmak * payı, alacağı, hissesi olmak.
    * sözünde, düşüncesinde, iddiasında haklı olmak.
    hakkıödenmez * onun iyiliklerine, emeklerine karşılık olarak ne yapılsa azdır.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 7

    hakkıvar * doğru düşünüyor, doğru söylüyor, doğru davranıyor.
    hakkıhıyar * Seçme hakkı, muhayyerlik.
    hakkıhuzur * Bir toplantıda bulunma karşılığı alınan para, oturum ücreti.
    Hakkın rahmetine kavuşmak (veya Hakka kavuşmak, Hakka yürümek) * ölmek.
    hakkında * İlgili olarak, üzerine.
    hakkından gelmek * zor bir işi başarı ile sona erdirmek.
    * yenmek, öç almak veya cezasınıvermek.
    hakkınıaramak * hakkı olduğuna inandığışeyi elde etmeye çalışmak.
    hakkınıhelâl etmek (veya etmemek) * hakkını, emeğini bağışlamak (bağışlamamak).
    hakkınıvermek * gereğini bütün olarak yerine getirmek.
    * birinin çalışmasının karşılığını gereğince değerlendirmek.
    hakkınıyemek * birinin hakkı olan şeyi vermemek.
    hakkısükût * Susmalık, sus payı.
    hakkıyla * Gereği gibi, iyice.
    haklama * Haklamak işi.
    haklamak * Bozmak, perişan etmek, yenmek.
    * Kırmak, bozmak.
    * Yiyip bitirmek.
    haklaşma * Haklaşmak biçimi veya durumu.
    haklaşmak * İki taraf birbirine hakkınıverip, alacak verecekleri kalmamak, ödeşmek.
    haklı * Hakka uygun, doğru, yerinde.
    * Davası, iddiası, düşüncesi veya davranışıdoğru ve adalete uygun olan (kimse).
    haklı bulmak * davasını, iddiasını, düşüncesini, davranışınıdoğru bulmak, yerinde görmek.
    haklıçıkmak * davasının, iddiasının, düşüncesinin veya davranışının doğru olduğu anlaşılmak.
    haklı olmak * davası, iddiası, davranışı, düşüncesi adalete uygun olmak.
    haklılık * Haklı olma durumu.
    hakperest * Haksever.
    hakperestlik * Hakseverlik.
    haksever * Doğru bildiği şeyden ayrılmayan (kimse), hakperest.
    hakseverlik * Haksever olma durumu, hakperestlik.
    haksız * Hak ve adalete uygun olmayan.
    * Davası, iddiası, davranışı, düşüncesi doğru ve yerinde olmayan (kimse).
    haksız bulmak * bir iddiayı, düşünceyi, davranışıdoğru ve yerinde bulmamak.
    haksız yere * Haksız olarak, hak etmediği hâlde.
    haksızca * Hakka, adalete uymayan (biçimde).
    haksızlık * Haksız olma durumu.
    * Hak ve adalete aykırılık.
    haksızlık etmek * adalete aykırıdavranmak, gadretmek.
    hakşinas * Haktanır.
    hakşinaslık * Haktanırlık.
    haktanır * Herkesin hakkını gözeten (kimse), hakşinas.
    haktanırlık * Haktanır olma durumu.
    hakuran * Kumru.
    hakuran kafesi gibi * birçok aralıkları, açıklıkları bulunan (oda, yer).
    hal * Çözme, çözülme; eritme; karışık bir sorunun içinden çıkma, sonuca varma.
    hal * Genellikle üstü kapalıpazar yeri.
    hal * Tahttan indirme.
    hâl * Bir şeyin içinde bulunduğu şartlarıveya taşıdığıniteliklerin bütünü, durum, vaziyet.
    * Davranış, tutum, tavır.
    * Şimdiki zaman, içinde yaşanılan zaman.
    * Güç, kuvvet, takat.
    * Kötü durum, sıkıntı, dert.
    hal çaresi * Çözüm yolu.
    hâl değişimi * Bir yıldızın sıcaklığına, basıncına, yoğunluğuna, aydınlatma gücüne veya kütlesine ilişkin değişim.
    hâl hatır sormak * bir kimseye “nasılsınız, ne durumdasınız”anlamında nezaket sorusu yöneltmek.
    hâl olmak * kötü duruma düşmek, ölmek.
    hâl ulacı * Zarf-fiil.
    hala * Babanın kız kardeşi.
    hâlâ * Şimdiye kadar veya o zamana kadar, henüz.
    hâlâ o masal * hep aynısöz, aynıdüşünce, davranışveya sorun.
    Halaç * İran’ın güneyinde yaşayan bir Türk topluluğu veya bu topluluktan olan kimse.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 1

    H * Hidrojen’in kısaltması.
    h, H * Türk alfabesinin onuncu harfi. He adıverilen bu harf ses bilimi bakımından ötümsüz sızıcı gırtlak
    ünsüzünü gösterir.
    * Nota işaretlerini harfle gösterme yönteminde si sesini gösterir.
    ha * İstek uyandırmak için kullanılır.
    * (ha:) Şaşma anlatır.
    * (ha:) Dikkati çekmek, uyarmak için kullanılır.
    * (ha:) Bir şeyin birdenbire hatırlandığınıveya kavrandığınıanlatır.
    * (ha:) Soru bildirir.
    * Tekrarlanarak kullanıldığında eşitlik anlamıverir.
    * “Evet” anlamında kullanılır.
    * Bazen tekrarlanan bir emir kipinin tekrarlarıarasında yer alarak fiil ile anlatılan işin uzadığıve bundan
    bıkıldığı bildirilir.
    * Neredeyse, hemen yakında.
    ha babam (veya ha babam ha) * karşısındakinin çabasınıartırmak için kullanılır.
    * sürekli olarak, hiç durmadan.
    ha bire * Durmadan, ara vermeden, arka arkaya, sürekli olarak.
    ha bugün ha yarın * neredeyse, kısa bir sürede.
    ha deyince * istenilen anda.
    ha Hoca Ali, ha Ali Hoca * değişik gibi gösterilen iki şeyin, gerçekte hiçbir başkalığı olmadığınıanlatır.
    ha şöyle * Bkz. hah.
    ha şunu bileydin * “bunu çoktan anlaman, bilmen gerekirdi” anlamında kullanılır.
    hab * Uyku.
    habanera * Çok kıvrak bir Küba dansı.
    * Bu dansın müziği.
    habaset * Kötülük, alçaklık.
    habbe * Tahıl tanesi, evin.
    * Su kabarcığı.
    * Karagöz, Matiz, Külhanbeyi tiplerinin “yemek yemek” anlamında kullandığısöz.
    habbesi kalmadı(veya habbesi yok) * hiç kalmadı, hiç yok.
    habbeyi kubbe yapmak * önemsiz bir şeyi abartmak.
    haber * Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salık.
    * İletişim veya yayın organlarıyla verilen bilgi.
    * Bilgi.
    * Yüklem.
    haber ajansı * Yurt ve dünya olaylarınıtoplayıp yayımlayan kuruluş.
    haber almak * (kendisine) bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek.
    haber atlamak * (gazetecilikte) bir haberi vaktinde yayımlayamamak.
    haber bülteni * Radyonun, televizyonun ve çeşitli haber ajanslarının yayımladığı, günün iç ve dışolaylarıkonusunda
    kamuoyunu aydınlatıcı bilgiler veren kısa metin.
    haber bürosu * Bağlı bulundukları iletişim organlarına bölgesel haberleri iletmekle görevli birim.
    haber çıkmamak * (biri veya bir şey için) beklenen bilgi gelmemek.
    haber deyince * istenilen anda, çarçabuk.
    haber geçmek * teleks, telefon vb. ile bilgi iletimi yapmak.
    haber göndermek * herhangi bir araçla bildirmek.
    haber kaynağı * Haber alınan kişi ve yer.
    haber kipi * Bildirme kipi.
    haber merkezi * Bir yayın organının haberleri derleyip toparlamak ve değerlendirmekle sorumlu ve yükümlü haber birimi.
    haber salmak (veya yollamak) * haber göndermek.
    haber stüdyosu * Ses düzeni, ses geçirmezlik özelliği ile radyo ve TV gibi yayın organlarında yalnız haber okunmak için
    ayrılmışözel bölüm veya oda.
    haber uçurmak * gizlice veya hemen haber göndermek.
    haber vermek * bildirmek, haber ulaştırmak.
    * bir durumun, bir olayın belirtisi olmak.
    haberci * Haber getiren kimse, ulak.
    * Bir durumun, bir olayın belirtisi.
    * Muhbir, ihbar eden (kimse).
    habercilik * Bir haberi usulünce hazırlama ve yayın organlarında yayımlama işi.
    haberdar * Haberli, bilgili.
    haberdar etmek * haber vermek, bildirmek.
    haberdar olmak * bilgi edinmek, haber almak.
    haberden haber ver * (bir kimse veya bir konuda) bilgi ver.
    haberi olmak * bilgisi olmak, bilmek.
    haberin olsun! * herhangi bir konuda birine uyarıda bulunmak için söylenir.
    haberleşme * Haberleşmek işi, iletişim, muhabere.
    * Yazışma.
    haberleşmek * Karşılıklı olarak haber alıp vermek, iletişmek, muhabere etmek.
    haberli * Bir olay veya durum üzerine bilgisi olan, haberi olan.
    * Haber vermişveya almış(olarak).
    haberlik * Haber durumunda olan.
    habersiz * Haberi olmayan, haber almamış, hiçbir bilgisi olmayan.
    * Haber vermeden, habersizce.
    habersizce * Haber vermeden, haberi olmadan, habersiz, gizlice.
    habersizlik * Haber alamama durumu.
    Habeş * Etiyopya halkından veya bu halkın soyundan olan kimse, Etiyopyalı.
    * (küçük h ile) Derisinin rengi çok koyu esmer olan (kimse).