Kategori: H

  • Türkçe Sözlük H Sayfa 54

    hoştutmak * birine iyi ve sevecenlikle davranmak.
    hoşa gitmek * beğenilmek, bir kişiden veya bir şeyden hoşlanmak.
    hoşaf * Şeker şurubunda, bütün veya dilimler durumunda kaynatılmışmeyve, komposto.
    hoşaf gibi * çok yorgun.
    hoşafın yağıkesilmek * söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek.
    hoşafına gitmek * hoşuna gitmek.
    hoşaflık * Hoşaf yapmaya ayrılmışveya elverişli.
    * Güçsüzlük, dermansızlık.
    hoş beş * Buluşanlar arasında hatır sormak amacıyla söylenen ilk sözler.
    hoş beşetmek * sohbet etmek.
    hoşça * Hoş bir biçimde olan.
    * Hoşolarak, iyice, güzelce.
    hoşça kal (veya kalın) * ayrılan kimsenin kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü.
    hoşgörü * Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoşgörme durumu, müsamaha, tolerans.
    * Bir boksörün ağırlık sınıfındaki ağırlığının kabul edilecek kadar azlığıveya çokluğu.
    hoşgörücü * Hoşgörülü, müsamahakâr, toleranslı.
    hoşgörülü * Hoşgörüsü olan, hoşgörüyle davranan, müsamahalı, toleranslı.
    hoşgörürlük * Hoşgörü ile davranma durumu.
    hoşgörüsüz * Hoşgörüsü olmayan, hoşgörü ile davranmayan, müsamahasız, toleranssız.
    hoşgörüsüzlük * Hoşgörüsüz olma durumu, müsamahasızlık, toleranssızlık.
    hoşhoş * (çocuk dilinde) Köpek.
    hoşkuran * Çiçekleri dallarııspanak gibi pişirilen bir yıllık otsu bir bitki, tilkikuyruğu (Amaranthus lividus).
    hoşlanış * Hoşlanmak işi veya biçimi.
    hoşlanma * Hoşlanmak işi.
    hoşlanmak * Hoşuna gitmek, hoş bulmak, sevmek.
    hoşlaşma * Hoşlaşmak durumu.
    hoşlaşmak * Hoşduruma gelmek.
    * İyilik hissetmek.
    * Birbirinden hoşlanmak.
    hoşlaştırma * Hoşlaştırmak işi.
    hoşlaştırmak * Hoşlaşmasını sağlamak.
    hoşluk * Hoşolma durumu, letafet.
    * (bir sıfatıyla) Her zaman görülmeyen, iyiye yorulmaz durum.
    hoşnut * Bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan, yakınması olmayan.
    hoşnut etmek * memnun etmek.
    hoşnut olmak * memnun olmak, yakınmamak, şikâyetçi olmamak.
    hoşnutluk * Hoşnut olma durumu.
    hoşnutluk getirmek * memnun olduğunu göstermek.
    hoşnutsuz * Hoşnut olmayan.
    hoşnutsuzluk * Hoşnut olmama durumu.
    hoşnutsuzluk getirmek * memnuniyetsizlik göstermek.
    hoşsohbet * Güzel ve tatlıkonuşan (kimse).
    hoşt * Köpekleri ürkütüp kaçırmak için çıkarılan ses.
    hoşt hoşt * Hoşt.
    hoşuna gitmek * biri beğenmek.
    hoşur * Değersiz, kaba, bayağı.
    * Şişman, dolgun, güzel (kadın).
    hot zot * “Sert ve kötü davranmak” anlamında hot zot etmek deyiminde geçer.
    Hotanto * GüneybatıAfrika’da yaşayan ilkel bir boy.
    hotoz * Kadınların süs için saçlarının üstüne taktıkları, çeşitli renk ve biçimde yapılmışküçük başlık.
    * Tavus kuşu, tavuk gibi kuşların başlarında bulunan tüyler.
    hotozlu * Hotozu olan.
    hovarda * Zevki için para harcamaktan kaçınmayan (kimse).
    * Çapkın.
    * Uygunsuz kadının paralıâşığı.
    hovardaca * Hovarda gibi, hovardaya yaraşır yolda, cömertçe, bol bol.
    hovardalaşma * Hovardalaşmak işi.
    hovardalaşmak * Hovarda gibi davranmaya başlamak.
    hovardalık * Hovarda olma durumu.
    * Hovardaca davranış.
    hovardalık etmek * çapkınca davranmak, çapkınlık etmek.
    * zevki için bol para harcamak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 44

    hışlamak * Hışıldamak, hışıltısesi çıkarmak.
    hıyaban * İki tarafıdüzgün ağaçlıyol veya bulvar.
    hıyanet * Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşıdavranma, hainlik, ihanet.
    * Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.
    * Vefasız.
    hıyanetlik * Hıyanet.
    hıyar * Kabakgillerden, uzun, iri meyveli, sürüngen, bir yıllık otsu bir bitki (Cucumis sativus).
    * Bu bitkinin ürünü.
    * Kaba saba, görgüsüz, budala.
    hıyar * Bir şeyi seçmekte veya yapıp yapmamakta özgürlük.
    hıyarağa * Görgüsüz, kaba saba, yontulmamış.
    hıyarağalık * Hıyarağa gibi davranma.
    hıyarağası * Hıyarağa.
    hıyarcık * Kasık lenf bezlerinin iltihaplanması.
    hıyarcıl * Bkz. hıyarcık.
    hıyarlaşma * Hıyarlaşmak işi.
    hıyarlaşmak * Kaba saba, budalaca davranışlarda bulunmaya başlamak.
    hıyarlık * Kaba saba, budalaca davranma durumu.
    hıyarlık etmek * hıyarlaşmak.
    hıyarşembe * Baklagillerden, siyah renkte olan meyvelerinin içinde çekirdeklerden başka, hekimlikte kullanılan bir öz
    bulunan bitki, Hint hıyarı(Cassia fistula).
    hız * Çabukluk, sür’at.
    * Bir hareketten doğan güç, şiddet.
    * Çaba, güç, gayret, takat.
    * Alınan yolun harcanan zamana oranı, sür’at.
    hız almak * atlamak için geri çekilip birdenbire fırlamak.
    hız vermek * hızınıartırmak, hızlandırmak.
    * isteklendirmek.
    hızar * Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı.
    hızarcı * Hızar işleten, hızarla kereste biçen kimse.
    hızarcılık * Hızarcının işi.
    hızınıalamamak * hızla gidişini yavaşlatamamak.
    * öfkesini yenememek, yatışamamak.
    hızınıalmak * şiddetini yenmek, yatışmak.
    * yavaşlamak, hızınıyitirmek.
    hızınıkaybetmek (veya yitirmek) * etkisini, geçerliliğini yitirmek, hükmü kalmamak.
    Hızır * Halk inanışlarına göre ölümsüzlüğe kavuşmuşolduğuna inanılan ulu kimse.
    * (küçük h ile) Çabuk davranan kimse.
    Hızır gibi yetişmek * birinin en sıkışık bir zamanında, beklemediği biri, yardımına yetişmek.
    hızla * Çabucak, çabuk, sür’atle.
    hızlandırılma * Hızlandırılmak işi.
    hızlandırılmak * Hız verilmek, hızıartırılmak.
    hızlandırma * Hızlandırmak işi.
    hızlandırmak * Hız verilmek, hızıartırılmak.
    hızlanış * Hızlanmak işi veya biçimi.
    hızlanma * Hızlanmak işi.
    hızlanmak * Hız almak, hızıartmak.
    hızlı * Çabuk, seri, sür’atli.
    * Güç kullanarak, şiddetle.
    * Yüksek sesle.
    * İvedi olarak, ivedilikle.
    * Uçarı, çapkın, hovarda.
    hızlıakın * Basketbolda karşıtarafın toparlanmasına fırsat vermeden, paslaşarak yapılan hızlıhücum, fast break.
    hızlıhızlı * Çabucak, ivedilikle.
    hızlıhücum * Hızlıakın.
    hızlısağanak tez geçer * büyük bir hızla başlayan şeyler az sürer.
    hızlıyaşamak * eğlenceye aşırıdüşkün olarak yaşamak.
    hızlılık * Hızlı olma durumu, sür’at.
    hızölçer * İvmeölçer.
    hibe * Bağışlama, bağış.
    hibe etmek * bağışlamak.
    hicap * Utanma, utanç, sıkılma.
    hicap duymak (veya etmek) * utanmak.
    hicaz * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.
    * Klâsik Türk müziğinde do diyez notasınıandıran perde.
    hicazkâr * Klâsik Türk müziğinde rast perdesinde karar kılan bir makam.
    hiciv * Yergi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 45

    hicran * Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık.
    * Ayrılığın sebep olduğu onulmaz acı.
    hicret * Göç.
    * İslâm takviminde tarih başısayılan Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi.
    hicret etmek * göç etmek.
    hicrî * Tarih başı olarak hicreti kabul eden.
    hicrî takvim * Hicreti başlangıç olarak alan takvim.
    hicvetme * Hicvetmek işi.
    hicvetmek * Alay yoluyla yermek.
    hicviye * Yergi, taşlama.
    hiç * Olumsuz yargılıcümlelerde fiilin anlamınıpekiştirir.
    * Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanıanlatır.
    * Bir soruya açık bir cevap verilmek istenmediğinde cevap cümlesinin başına getirilir.
    * Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse.
    hiç de * kesinlikle, kat’iyen.
    hiç değil * asla, kesinlikle.
    hiç değilse (veya hiç olmazsa) * önemli olmasa bile, başka bir şey olmasa bile.
    * en az.
    * bari.
    hiç kimse * Ortalıkta görünmeyen, bulunmayan insan.
    hiç mi hiç * Kesinlikle, hiç.
    hiç yoktan * hiçbir sebep veya zorunluk yokken, sebepsiz olarak.
    hiçbir * Bir isimden önce getirilerek o ismin bildirdiği varlıktan bir tanesinin bile olmadığınıanlatır.
    hiçbiri * Olumsuz cümlelerde “bir tanesi bile” anlamında kullanılır.
    hiççi * Hiççilik yanlısı, nihilist.
    hiççilik * Bütün gerçek ve değerleri inkâr eden, gerçeğin, nesnel bir temeli olmadığını ileri süren görüş; her türlü
    gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk, nihilizm.
    * Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş,
    yokçuluk, nihilizm.
    hiçe saymak (veya hiçe indirgemek) * önemsememek, önem vermemek.
    hiçleme * Hiçlemek durumu.
    hiçlemek * Önem vermemek, yok saymak.
    hiçleştirme * Kendini hiçleştirmek işi.
    hiçleştirmek * Kendi benliğinde hiçliği kabul etmek.
    hiçlik * Hiç olma durumu.
    * İnkâr sonucu, gerçekteki özelliklerinin, durumların ortadan kaldırılmasısonucu bir şeyin var olmayışı,
    yokluk.
    hiçten * Çok değersiz, önemsiz.
    * Gereği, yararıyokken veya karşılıksız olarak, yok yere.
    hidatit * Birçok memelilerin ve insanın karaciğerinde gelişen ekinokok tenyasının lârvası.
    hidayet * Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu.
    hidayete ermek * Müslüman olmak, İslâm dinini kabul etmek.
    * gerçeği görüp kabullenmek, aklı başına gelmek.
    hiddet * Öfke, kızgınlık.
    hiddet etmek * öfkelenmek, kızmak.
    hiddete kapılmak * öfkelenmek, kızmak.
    hiddetlendirme * Hiddetlendirmek işi.
    hiddetlendirmek * Kızdırmak, öfkelendirmek.
    hiddetleniş * Hiddetlenmek işi veya biçimi.
    hiddetlenme * Hiddetlenmek işi.
    hiddetlenmek * Kızmak, öfkelenmek.
    hiddetli * Kızgın, öfkeli.
    hiddetsiz * Kızgınlığı, öfkesi olmayan.
    hiddetten kudurmak * çok öfkelenmek, aşırıderecede kızmak.
    hidr-, hidro- * Birleşiminde hidrojen veya suyun bulunduğunu gösteren ön ek.
    hidra * Hidralar takımından, 1 cm uzunluğundaki, vücudu torba biçiminde, ağız çevresinde 6-10 dokunacı olan,
    tatlısu hayvanı(Hydra).
    hidralar * Örnek hayvanıhidra olan selentereler bölümü.
    hidrasit * Hidrojen ile bir metalsinin oksijensiz birleşmesinden oluşan asit.
    hidratı * Su ile bir cismin verdiği birleşik.
    hidratlı * İçinde hidrat bulunan.
    hidrobiyoloji * Sularda yaşayan canlıların hayatını inceleyen bilim dalı.
    * Bu bilimle ilgili.
    hidrodinamik * Sıvıya batırılmışkatıcisimler üzerinde, onların hareketiyle ilgili olarak sıvıların gösterdiği direnci ve sıvıların
    hareketini inceleyen bilim dalı.
    * Bu bilimle ilgili.
    hidroelektrik * Su elde edilen (elektrik), su gücüyle elde edilen enerji.
    hidroelektrik santral * Su gücüyle çalışan makinelerle elektrik üreten merkez.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 46

    hidrofil * Sucul, susever.
    * Su böceği.
    hidrofobi * Bkz. Su korkusu.
    hidrofor * Suya yapının üst katlarına çıkacak basıncıveren depo.
    hidrograf * Hidrografi uzmanı.
    hidrografi * Bir bölgedeki yer altıve yer üstü sularının durumunu inceleyen bilim.
    * Bir bölgenin akarsularıyla göllerinin bütünü.
    * Bir bölgedeki kıyıların, adaların topografyası.
    hidrojen * Oksijenle birleşerek suyu oluşturan, atom numarası1, rengi, kokusu ve tadı olmayan bir gaz. KısaltmasıH.
    hidrojen bombası * Ağır hidrojen atomlarıçekirdeklerinin kaynaşarak helyum durumuna girmesiyle elde edilen enerji temeline
    dayanan bomba.
    hidrojenleme * Hidrojenlemek işi.
    hidrojenlemek * Hidrojen ile birleştirmek.
    hidrojeoloji * Yer altısularının araştırılmasınıve elde edilmesini inceleyen yer bilimi kolu.
    hidrokarbon * Karbon ve hidrojen birleşiği.
    hidrokarbonat * Hidratlı bazik karbonat.
    hidrokarbür * Hidrokarbon.
    hidroklorik asit * Hidrojen ve klordan oluşan, renksiz, havada beyaz dumanlar saçan, suda kolayca eriyen ve hayvan
    kemiklerinden jelâtin, fosfor elde edilmesinde, çeliğin pasını gidermede kullanılan keskin kokulu bir gaz, tuz ruhu
    (HCl).
    hidroksil * Bir madenle birleştiği zaman hidroksit yapan atom grubu (OH).
    hidroksit * Bir maden üzerine suyun etkisiyle, yani bir hidroksil grubu ile bir madenin kaynaşmasından oluşan birleşik.
    hidrolik * Su ile ilgili.
    * Su veya başka bir sıvı basıncıyla işleyen (makine, cendere vb.).
    * Suların akışına uygulanan yasaları, suyun dağıtılmasısırasında ortaya çıkan sorunları inceleyen bilim ve
    teknik.
    hidroliz * Bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasınısağlayan tepkime.
    hidrolog * Su bilimi uzmanı.
    hidroloji * Su bilimi.
    hidrometre * Suölçer.
    hidrosefal * Hidrosefali olan.
    hidrosefali * Beyin omurilik sıvısının çoğalmasıyla, beyin karıncıklarının büyümesine yol açan, bazen de kafatasının
    büyümesine sebep olan hastalık.
    hidrosfer * Su yuvarı.
    hidrosiyanik * Siyanojen ile hidrojenin birleşmesinden oluşan asit (HCN).
    hidroskopi * Yer altındaki sularıarayıp bulma işi.
    hidrostatik * Sıvıların dengesini ve kaplar üzerine yaptıkları basıncı inceleyen fizik dalı.
    * Sıvıların dengesiyle ilgili olan.
    hidroterapi * Bazıhastalıklarısu ile tedavi etme, su tedavisi.
    hidrozol * Sıvıdurumundaki koloitlere verilen ad.
    hidrür * Bir element veya birleşikle hidrojen birleşimi.
    higrofil * Nemcil.
    higrometre * Nemölçer.
    higrometrik * Nem ile ilgili, neme ilişkin.
    higroskop * Bir tür nemölçer.
    higroskopik * Nemçeker.
    higrostat * Nem denetimi.
    higrotropizm * Neme yönelim.
    hijyen * Sağlık bilgisi; sağlık koruma, hıfzıssıhha.
    hijyenik * Sağlık koruma ile ilgili, sağlık bilgisine uygun, sağlığa yararlı.
    hikâye * Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması.
    * Gerçek veya tasarlanmışolaylarıanlatan düz yazıtürü, öykü.
    * Aslı olmayan söz, olay.
    hikâye birleşik zamanı * Yalın zamanlı bir fiilin geçmişte yapıldığınıanlatan kip. Türkçede bu birleşik zaman idi > -di ekiyle
    kurulur.
    hikâye etmek * ayrıntılarıyla anlatmak, söylemek.
    hikâyeci * Hikâye yazan, öykücü.
    hikâyecilik * Hikâye yazma veya anlatma sanatı, öykücülük.
    hikâyeleme * Anlatma, tahkiye.
    hikâyelemek * Anlatmak.
    hikâyeleştirme * Hikâyeleştirmek işi.
    hikâyeleştirmek * Hikâye durumuna getirmek.
    hikem * Hikmetler.
    hikemî * Felsefe ile ilgili; felsefî söz veya düşünce.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 47

    hikmet * Bilgelik.
    * Felsefe.
    * Sebep, gizli sebep.
    * Tanrı’nın insanlarca anlaşılamayan amacı.
    * Özlü söz, vecize.
    * Fizik.
    hikmetinden sual olunmaz * sonucunun sebebi sorulmaz, araştırılmaz; Tanrı’nın yaratıcı gücü karşısında sebep aranmaz.
    hikmetli * Bilgece.
    hilâf * Aykırı, karşıt, ters.
    * Yalan.
    hilâf olmasın * yanılmıyorsam.
    hilâf yok * yalan değil, yalan yok.
    hilâfet * Halifelik.
    hilâfetçi * Halifeliğin sürdürülmesinden yana olan kimse.
    hilâfetçilik * Hilâfetçi olma durumu.
    hilâfıhakikat * Gerçek dışı.
    hilâfsız * Yalansız, inanılmaz ama gerçek.
    hilâl * Ayça, yeni ay.
    * Çocukların okuma öğrenmeye başladıklarında satır ve sözleri şaşırmamak için söz üzerinde gezdirdikleri
    ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı.
    hilâl gibi * ince ve düzgün (kaş).
    hilâlî * Hilâl biçiminde.
    hilâllemek * Hilâl durumuna getirmek.
    hil’at * Padişahların, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaşveya kürkten yapılmış
    kaftan.
    hile * Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika.
    * Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma.
    hile hurda bilmez * kimseyi aldatmaz, doğru.
    hile yapmak * aldatmak.
    * çıkar sağlamak amacıyla bir şeyin saflığını bozmak, değersiz bir şey karıştırmak.
    hilebaz * Hileci.
    hileci * Hile yapan, hile karıştıran, hilebaz, hilekâr.
    hilecilik * Hileci olma durumu, hilekârlık.
    hileişeriye * Çözümü güç bir hukukî sorunu hukuk kurallarınızedelemeden halletme.
    hilekâr * Hileci.
    hilekârlık * Hilecilik, dolandırıcılık.
    hileli * Hilesi olan, içine hile karışmış, hile ile yapılmış.
    hileli iflâs * Alacaklılarızarara sokmak amacıyla hileli işlemler yaparak gerçekleştirilen iflâs yolu.
    hilesi, hurdasıyok * yalanı, dolanıyok.
    hilesiz * Hile yapmayan, düzen bilmeyen.
    * Hilesi olmayan, içine hile karışmamış.
    hilkat * Yaradılış, fıtrat.
    hilkaten * Yaradılıştan.
    hilozoizm * Canlıözdekçilik.
    hilye * Hz. Muhammed’in şekil ve şemaili yazılılevha.
    himaye * Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk.
    * Kayırma, elinden tutma.
    himaye etmek * korumak, kayırmak, gözetmek.
    himaye görmek * (biri tarafından) korunmak, kayrılmak, gözetilmek.
    himayeci * Korumacı.
    himayecilik * Korumacılık.
    himayesine almak * koruyucusu olmak, korumak.
    himayesiz * Korumasız.
    himen * Kızlık zarı.
    himmet * Yardım, kayırma.
    * Çalışma, emek, gayret.
    * Lütuf.
    himmet etmek * yardım etmek, emek vermek.
    himmetin var olsun * teşekkür için söylenir.
    hin * Kurnaz, cin fikirli (kimse).
    * Zaman, zamane.
    hindi * Tavukgillerden, XV. yüzyılda evcilleştirilerek Amerika’dan bütün dünyaya yayılan kümes hayvanlarının en
    büyüğü (Meleagris gallopavo).
    * Aptal, şaşkın.
    hindi gibi kabarmak * gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak.
    hindiba * Birleşikgillerden, yapraklarıhaşlanarak salata gibi yenebilen birkaç yıllık otsu bir bitki, güneğik (Cichorium
    endivia).
    hindici * Hindi yetiştiren ve satan kimse.
    hindigiller * AnavatanıAmerika olan tavuksu kuşlar takımı.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 43

    hırsıza yol göstermek * birine bilmeyerek, anlamadan kötü bir işte yardımcı olmak.
    hırsızlama * Gizlice alınan başkasına ait (şey).
    * Gizlice, kimseye sezdirmeden.
    hırsızlık * Çalma.
    * Çalma suçu, sirkat.
    hırsızlık etmek (veya yapmak) * başkalarının parasınıveya malınıçalmak.
    hırslandırma * Hırslandırmak işi.
    hırslandırmak * Öfkelendirmek, kızdırmak.
    hırslanış * Hırslanmak işi veya biçimi.
    hırslanma * Hırslanmak işi.
    hırslanmak * Çok kızmak, öfkelenmek.
    hırslı * Doymak bilmeyen, aşırı istekli, tutkulu, haris.
    * Öfkeli, kızgın.
    hırssız * Hırsı olmayan.
    hırt * Sersem, budala, ahmak.
    hırtapoz * Sersem, aptal, şaşkın.
    hırtapozluk * Hırtapoz olma durumu.
    hırtıpırtı * Eski püskü veya işe yaramaz, değersiz eşya.
    hırtlamba * Perişan, derbeder kılıklı.
    hırtlamba gibi giyinmek * gereksiz yere üst üste ve gelişigüzel giyinmek.
    hırtlambasıçıkmak * perişan bir biçimde giyinmişolmak.
    * (eşya için) çok eskiyip dökülür durumda olmak.
    hırtlık * Sersemlik, budalalık, ahmaklık.
    Hırvat * Hırvatistan Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
    * Hırvatlarla ilgili, Hırvatlara özgü olan şey.
    Hırvatça * Hırvatların kullandığıSlav dili.
    hısım * Soyca veya evlilik sonucu aralarında bağbulunanlardan her biri, akraba.
    * Dede ve nineleri bir olanlardan her biri.
    hısım akraba * Yakın ve uzak bütün akrabalar.
    hısımlık * Hısım olma durumu, karabet.
    hışıl hışıl * Hışıltısesi çıkararak, hışıldayarak.
    hışıldama * Hışıldamak işi.
    hışıldamak * Hışıltılıses çıkarmak.
    hışıldatma * Hışıldatmak işi.
    hışıldatmak * Hışıldamasına sebep olmak.
    hışıltı * Sert ve sürekli çıkan ses.
    hışıltılı * (ses için) Hışıltısı olan.
    hışıltısız * Hışıltısı olmayan.
    hışım * Öfke, kızgınlık.
    hışımına uğramak * (birinden) zulüm görmek.
    hışımlanma * Hışımlanmak işi.
    hışımlanmak * Öfkelenmek, kızgın duruma gelmek.
    hışımlı * Öfkeli, kızgın, sinirli.
    hışır * Olmamışmeyve (daha çok kavun, karpuz için kullanılır.).
    * Coşkunluk gösteren, yaramaz (kimse).
    * Aptal, sersem.
    hışır hışır * Hışırtıçıkararak.
    hışırdama * Hışırdamak işi.
    hışırdamak * Kâğıt, meşin, kumaşgibi nesneler birbirlerine sürtünürken, buruşturulurken ses çıkarmak.
    hışırdatma * Hışırdatmak işi.
    hışırdatmak * Hışırtıçıkartmak.
    hışırdayış * Hışırdamak işi veya biçimi.
    hışırıçıkmak * (eşya) çok hırpalanıp örselenmek.
    * insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak.
    hışırlık * Hışır olma durumu.
    hışırtı * İnce cisimler hışırdarken çıkan ses, hışırdama sesi.
    hışırtılı * Hışırtısı olan.
    hışırtısız * Hışırtısı olmayan.
    hışlama * Hışlamak biçimi veya işi.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 41

    hıçkırış * Hıçkırmak işi veya biçimi.
    hıçkırma * Hıçkırmak işi.
    hıçkırmak * Boğazdan hıçkırık sesi çıkarmak.
    * İçini çekerek ağlamak.
    hıçkırtma * Hıçkırtmak işi.
    hıçkırtmak * Hıçkırmasına sebep olmak.
    hıdiv * Osmanlıİmparatorluğu döneminde KavalalıMehmet Ali Paşadan sonra Mısır valilerine verilen unvan.
    hıdivlik * Hıdiv yönetimi veya makamı.
    * Hıdiv yönetimindeki ülke.
    hıdrellez * Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 mayıs günü.
    * Her yılın 6 Mayıs gününde kutlanan geleneksel bayram.
    hıfz * Saklama.
    * Ezberleme, akılda tutma.
    hıfz etmek * saklamak.
    * aklında tutmak, bellemek.
    hıfza çalışmak * Kur’an’ıezberlemeye çalışmak.
    hıfzıssıhha * Sağlıklıyaşamak için alınması gerekli önlemlerin bütünü.
    * Sağlık bilgisi, hijyen.
    hık * Hıçkırırken boğazdan çıkan ses.
    hık demiş(anasının, babasının) burnundan düşmüş * her durumuyla (anasına, babasına) çok benziyor.
    hık mık * Tereddüt gösterme, çekingen davranma.
    hık mık etmek * bir işten kaçınmak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak.
    * sorulan bir soruya açık bir anlamı olmayan, belirsiz cevaplar vermek.
    hık tutmak * Bkz. hıçkırık tutmak.
    hıltan * Top durumundaki çiçekleri kuruduktan sonra saplarıkürdan olarak kullanılan yabanî bir bitki.
    hıltar * Davar ve sığırların, boyunlarına takılan ip veya kayış.
    hımbıl * Uyuşuk, tembel.
    hımbıllaşma * Hımbıllaşmak durumu.
    hımbıllaşmak * Hımbıl gibi davranmak.
    hımbıllık * Hımbıl olma durumu.
    hımhım * Sesleri genizden çıkararak konuşan (kimse).
    * Sesleri genizden çıkararak.
    hımhımlık * Hımhım olma durumu.
    hımış * Kerpiç veya tuğlayla örülmüşahşap duvar.
    hına * Bkz. kına.
    hıncahınç * Ağzına kadar, tıka basa dolu (olarak), dopdolu.
    hıncınıçıkarmak * öç (veya öcünü) almak.
    hınç * Öç almayı güden öfke, kin, gayz.
    hınç (veya hıncını) almak * öç (veya öcünü) almak.
    hınçlı * Hıncı olan, öfkeli.
    hınçsız * Hıncı olmayan, öfkesiz.
    hınk * Bkz. kahve dövücüsünün hınk deyicisi.
    hınna * Bkz. kına.
    hınzır * Domuz.
    * Katıyürekli, kötü düşünen, gaddar.
    * Genellikle hoşa giden bir davranışve durum için şaka yollu söylenir.
    hınzırca * Hınzır (bir biçimde), kurnazca.
    hınzırlaşma * Hınzırlaşmak işi.
    hınzırlaşmak * Hınzır gibi davranmak.
    hınzırlık * Hınzır olma durumu.
    * Muziplik.
    hınzırlık etmek * zarar verici, sinirlendirici, ters davranışta bulunmak.
    hır * Kavga, dalaş.
    hır çıkarmak * kavga, gürültü çıkarmak.
    hıra * Zayıf, çelimsiz, cılız.
    * Çok yiyen, obur.
    hırbo * İri yarı(kimse).
    * Sersem, salak ve kaba saba.
    hırboluk * Sersemlik, salaklık.
    hırçın * Belirli bir sebebi olmadan sinirlenip huysuzluk eden (kimse).
    * (ses için) Tiz, öfkeli.
    hırçınlaşma * Hırçınlaşmak işi.
    hırçınlaşmak * Hırçınlık etmek, hırçın davranmak.
    hırçınlık * Hırçın olma durumu veya hırçın davranış.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 42

    hırçınlık etmek (veya yapmak) * huysuzluk, terslik etmek.
    hırdavat * Kilit, reze, tel, çivi gibi metal eşya.
    * Önemsiz, ufak tefek eşya, gereksiz eşya.
    hırdavatçı * Hırdavat satan kimse, nalbur.
    hırdavatçılık * Hırdavatçının işi, nalburluk.
    hırgür * Geçimsizlik, kavga.
    hırgür çıkarmak * kavga etmek, kavga çıkarmak.
    hırıl hırıl * Hırıltılı bir ses çıkararak.
    hırıldama * Hırıldamak işi.
    hırıldamak * Hırıltılı bir ses çıkarmak.
    hırıldaşma * Hırıldaşmak biçimi veya durumu.
    hırıldaşmak * Hırlaşmak.
    hırıldayış * Hırıldamak işi veya biçimi.
    hırıltı * Boğazdan herhangi bir sebeple boğuk çıkan ses.
    * Gürültüyle çıkan ses.
    * Geçimsizlik, kavga.
    hırıltıcı * Geçimsizlik çıkaran, geçimsiz (kimse).
    hırıltılı * Hırıltıçıkaran, hırıltısı olan.
    hırızma * Ayı, boğa gibi azgın hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka.
    * Burun kanadına takılan süslü, altın veya gümüşhalka.
    * Küpe.
    hırka * Önden açık, kollu, genellikle yünden üst giysisi.
    * Daha çok soğuktan korunmak için giyilen, kumaştan, bazen içi pamukla beslenmiş, ceket biçiminde giysi.
    * Dervişlerin giydikleri üst giysisi.
    hırkalı * Hırkası olan.
    hırkasız * Hırkası olmayan.
    hırkayı başına çekmek * bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.
    hırlama * Hırlamak işi.
    hırlamak * Hırıltıyla ses çıkarmak.
    * (köpek için) Saldırmadan önce hırıltıyla ses çıkarmak.
    * Kızgınlıkla ters konuşmak.
    hırlaşma * Hırlaşmak işi.
    hırlaşmak * Karşılıklıhırlamak.
    * Ağız kavgasına girişmek.
    hırlatma * Hırlatmak işi.
    hırlatmak * Hırlamasına sebep olmak.
    hırlayış * Hırlamak işi veya biçimi.
    hırlı * İşinde doğru, uslu, iyi (kimse).
    * Yaramaz, şımarık, kötü (kimse).
    hırlımıdır, hırsız mıdır * bir kimsenin âhlakı, kişiliği hakkında kuşku duyulduğunda kullanılır.
    hırpalama * Hırpalamak işi.
    hırpalamak * Örselemek.
    * Dövmek.
    * İtip kakmak, azarlamak veya yıpratmak.
    hırpalanış * Hırpalamak işi veya biçimi.
    hırpalanma * Hırpalanmak işi.
    hırpalanmak * Hırpalamak işine konu olmak veya hırpalamak işi yapılmak.
    hırpalatma * Hırpalatmak işi.
    hırpalatmak * Hırpalanmasına sebep olmak.
    hırpalayış * Hırpalamak işi veya biçimi.
    hırpanî * Perişan kılıklı, derbeder.
    hırpanîlik * Hırpanî olma durumu.
    hırs * Sonu gelmeyen istek, aşırıtutku.
    * Öfke, kızgınlık.
    hırs bürümek * Bkz. gözünü hırs bürümek.
    hırsınıalamamak * öfkesini yenememek.
    hırsınıyenmek * öfkelenmemek için kendini tutmak.
    hırsız * Çalan (kimse), uğru.
    * Bir tür olta iğnesi.
    hırsız adım * Çok sessiz, yavaş.
    hırsız anahtarı * Maymuncuk.
    hırsız feneri * Karşısındakini gösterip, taşıyanı göstermeyecek biçimde yapılmışönü camlıfener.
    hırsız gibi * kimseye görünmeden, gizlice.
    hırsız kelepçe * Ana su borusuna kaçak su alabilmak amacıyla bağlanan boru parçası.
    hırsız yatağı * Hırsızların gizlendiği yer.
    * Çalınmışşeylerin saklandığıyer.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 40

    heybetlice * Oldukça heybetli.
    heyecan * Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi gibi sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu
    durumu.
    * Coşku.
    heyecan duymak * heyecanlanmak.
    heyecan vermek * heyecan duymasına sebep olmak.
    heyecana düşürmek * heyecanlandırmak.
    heyecana gelmek * heyecanlanmak, heyecan duymak.
    heyecana kapılmak * aşırıderecede heyecan, coşku duymak.
    heyecanlandırma * Heyecanlandırmak işi.
    heyecanlandırmak * Heyecan duymasına sebep olmak.
    heyecanlanış * Heyecanlanmak işi.
    heyecanlanma * Heyecanlanmak işi.
    heyecanlanmak * Herhangi bir sebeple güçlü, geçici bir duygulanımdan etkilenmek.
    heyecanlı * Çabuk, kolay heyecanlanan (kimse), müteheyyiç.
    * Heyecan veren.
    * Heyecanla yapılan.
    heyecanlılık * Heyecanlı olma durumu.
    * Aşırıduyarlı olma.
    heyecansız * Çabuk, kolay heyecanlanmayan.
    * Heyecan vermeyen.
    * Heyecanla yapılmayan.
    heyecansızlık * Heyecan verici olmama durumu.
    heyelân * Toprak kayması, kayşa, göçü.
    heyet * Kurul.
    * Astronomi.
    * Biçim, kılık, dışgörünüş.
    heyetiyle * Olduğu gibi, bütünüyle.
    heyhat * Yazık, ne yazık!.
    heyhey * Sinir bozukluğu, sinirlilik.
    heyheyler geçirmek * büyük heyecanlar geçirmek.
    heyheyleri tutmak (veya heyheyleri üstünde olmak) * çok sinirlenmek.
    heykel * Taş, tunç, bakır, kil, alçı gibi maddelerden yontularak, kalı ba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek
    biçimlendirilen eser, yontu.
    heykel gibi * hareketsiz, duygusuz.
    * çok güzel (vücut).
    heykelci * Heykel yapan sanatçı, heykeltıraş, yontucu.
    heykelci kalemi * Heykelcilerin taş, kil, alçı gibi gereçleri biçimlendirmek için kullandıklarıkesici, düzeltici ve yontucu araç.
    heykelcilik * Heykel yapma sanatı, heykeltıraşlık, yontuculuk.
    heykelleştirme * Heykelleştirmek işi veya biçimi.
    heykelleştirmek * Heykel durumuna getirmek.
    heykelli * Heykeli olan.
    heykeltıraş * Heykelci, yontucu.
    heykeltıraşlık * Heykel yapma sanatı, yontuculuk.
    heyulâ * Korkunç hayal.
    heyulâ gibi * pek iri, iri yarı.
    hezaren * Düğün çiçeğigillerden, hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki (Delphinium).
    hezaren * Bambu.
    * Bambu saplarından yapılmış.
    hezaren örgü * Bambu kabuklarından soyularak elde edilen liflerle veya sentetik malzemeyle yapılan özel bir örgü.
    hezel * Şaka, alay, mizah.
    * Bir şiiri veya şiir parçasınışakalı bir anlatıma çevirme.
    hezeyan * Saçmalama.
    * Sayıklama.
    * Sabuklama.
    hezeyan etmek * saçmalamak.
    hezimet * Bozgun, yenilgi.
    hezimete uğramak * bozguna veya büyük bir yenilgiye uğramak.
    hezliyat * Hezel türünde yazılmışşiirler.
    Hf * Hafniyum’un kısaltması.
    Hg * Cıva’nın kısaltması.
    * Evet.
    hıçkıra hıçkıra * Hıçkırarak, hıçkırıklarla.
    hıçkırık * Çok yemek yeme veya sinirsel bir sebeple ve istemsiz olarak diyafram kasının kasılmasıyla hava akciğerlere
    geçerken boğazdan çıkan ve düzgün aralıklarla tekrarlanan ses.
    * Ağlarken çıkan ses.
    hıçkırık tutmak * sürekli olarak hıçkırmak.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 34

    hedef olmak * hoşolmayan herhangi bir davranışa uğramak.
    hedefleme * Hedeflemek işi.
    hedeflemek * Hedef yapmak.
    hedeflenmek * Hedef durumuna gelmek.
    heder * Karşılığınıalamama, boşa gitme, ziyan olma.
    heder etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek.
    heder olmak * boşa gitmek, boşuna geçmek.
    hedik * Kaynatılmış buğday, bulgur, mısır vb. şeyler.
    hediye * Armağan.
    * (kutsal kitaplar için) Fiyat.
    hediye etmek * armağan olarak vermek.
    hediyelik * Armağan olarak verilecek değerde olan.
    * Armağan olarak verilmek için hazırlanmışşey.
    hedonist * Hazcı.
    hedonizm * Hazcılık.
    hegemonya * Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasî üstünlüğü ve baskısı.
    hekim * İnsanlardaki hastalıklarıteşhis ve onları ilâçlarla veya bazıaraçlarla tedavi eden kimse, doktor, tabip.
    hekimbaşı * Osmanlıİmparatorluğunda sarayda hekimlik görevini yürüten en kıdemli, yetkili ve padişahın özel doktoru
    olan kimse.
    hekimlik * Hekimin yaptığı iş.
    hektar * Yüz ar (10.000m²) değerinde yüzey ölçü birimi (ha).
    hektogram * Yüz gramlık ağırlık birimi, bir kilogramın onda biri (hg).
    hektolitre * Yüz litrelik hacim ölçü birimi (hl).
    hektometre * Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi, kilometrenin onda biri (hm).
    helâ * Ayak yolu, yüz numara, abdesthane, tuvalet.
    helâk * Ölme, öldürme, yok etme, yok olma.
    * Bitkin bir duruma gelme veya getirme.
    helâk etmek * öldürmek, ortadan kaldırmak.
    * aşırıderecede yormak, bitkin duruma getirmek.
    helâk olmak * yok olmak, ölmek.
    * yorulmak, bitkin duruma gelmek.
    helâl * Dinin kurallarına aykırı olmayan, dince yasaklanmamışolan, haram karşıtı.
    * Nikâhlıeş.
    * Kurallara, geleneklere uygun (olarak).
    helâl etmek * Tanrı’yıtanık tutarak (bir şeyi) bağışlamak.
    helâl olsun * bir hizmet veya özverinin istenilerek yapıldığını, bundan pişman olunmadığını göstermek için kullanılır.
    helâl süt emmiş * doğruluktan ayrılmayan.
    helâlî * Ham ipekten dokunmuş bürümceğe pamuk ipliği katılarak elde edilen kumaş.
    helâlinden * Helâl edilerek gönül hoşluğu ile.
    helâlleşme * Helâlleşmek işi.
    helâlleşmek * Alışverişte veya ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak.
    helâlli * Nikâhlı(eş).
    helâlliğe almak * biriyle evlenmek.
    helâllik * Nikâhlıeş.
    * Helâl olan şey.
    helâllik dilemek * birinden hakkınıhelâl etmesini dileme.
    helâllik vermek * helâl etmek.
    helâlühoşolsun * yapılmış bir iyilikten, yardımdan söz edilirken buna pişman olunmadığınıanlatmak için söylenir.
    helâlzade * Nikâhlı bir ana ve babadan doğmuşkimse.
    * Doğruluktan ayrılmayan, helâl süt emmişkimse.
    hele * “Özellikle”, “hiç olmazsa”, “her şeyden önce” anlamıyla, bir sözün başına veya sonuna getirilerek belirtilen
    şeyin ayrıcalığınıanlatır.
    * “Sonunda” anlamıyla geciken davranışları bildirmek için kullanılır.
    * Uyarma, korkutma veya vaat anlatır.
    hele bak * şaşkınlık veya dikkati çekmek için söylenir.
    hele bir * Bkz. hele.
    hele de * üstelik.
    hele hele * Karşısındakini söylemeye isteklendirmek için kullanılır.
    * Bir sözü pekiştirmek için kullanılır.
    hele şükür! * çok şükür.
    helecan * Yürek çarpıntısı, çırpıntı.
    helecanlanma * Helecanlanmak işi.
    helecanlanmak * Yürek çarpıntısına tutulmak.
    Helen * Grek.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 35

    Helenist * Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonularında uzman olan kimse.
    Helenistik * Büyük İskender’den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan.
    Helenizm * Grek uygarlığı.
    * Grek olmayan ulusların Grek düşüncesinin etkisiyle gerçekleştirdiği uygarlık.
    * Grekçe anlatım.
    helezon * Kıvrımlı, yılankavi biçim, helis.
    helezonî * Sarmal, yılankavi, helisel.
    helezonlaşma * Helezonlaşmak biçimi veya durumu.
    helezonlaşmak * Sarmal, kıvrımlı biçime gelmek.
    helezonlu * Helezonu olan, sarmal.
    helik * Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar.
    helikoit * Helis biçiminde eğri yüzey.
    helikon * Çalgıağızlığıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakır çalgı.
    helikopter * Dik inişve çıkışyapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt.
    helis * Bir silindirin ana doğrularınısabit bir açıaltında kesen eğri.
    helisel * Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî.
    helke * Bakraç, kova, herke.
    hellim * Kı brıs’ta yapılan bir çeşit beyaz peynir.
    helme * Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldığında, nişastanın çökelmesiyle oluşan koyu sıvı.
    * Bazı bitkilerin kök, çiçek ve tohumlarında bulunan koyu kıvamlımadde.
    helme dökmek * (kaynatılmıştanelerin suyu için) koyulaşmak.
    helme gibi * iyice pişmiş.
    helmelenme * Helmelenmek işi.
    helmelenmek * Helme dökmek, helmesi çıkmak.
    helmeli * Helme durumunda olan (yemek).
    helmintoloji * Kurt bilimi.
    helva * Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı.
    helvacı * Helva yapan veya satan kimse.
    helvacıkabağı * Kabakgillerden, tatlısıyapılan dışı boz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağı(Cucurbita maxima).
    helvacıkökü * Bkz. çöven.
    helvacılık * Helva yapma veya satma işi.
    helvahane * Genellikle helva pişirmekte kullanılan genişve az derin tencere.
    * Sarayda mutfak içinde tatlıların yapıldığıözel bölüm veya oda.
    helvalaşma * Helvalaşmak durumu.
    helvalaşmak * Helva durumuna gelmek.
    helvalık * Helva yapımı için kullanılan malzeme.
    helyodor * Altın sarısırenginde, berilden oluşan, kuyumculukta kullanılan bir taş.
    helyograf * Güneşten yayılan ısımiktarınıölçmeye yarayan alet.
    * Güneşin ışıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet.
    * Güneş ışınlarından yararlanan optik telgraf aleti.
    helyoterapi * Güneş ışınlarıyla tedavi.
    helyum * Atom numarası2, yoğunluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. KısaltmasıHe.
    hem * Bir kimseyi uyarmak, bir şeyi açıklamak veya anlamı güçlendirmek için “özellikle”, “zaten”, “bir de”, “şurası
    da var ki” anlamlarında kullanılır.
    * Açıklayıcınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağlar.
    * Hem … hem … biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eşitlik, pekiştirme, birlikte olma veya
    karşıtlık anlamlarıyla bağlar.
    hem de * anlamı güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir başkasının da eklendiğini belirtmek için kullanılır.
    hem de nasıl * pek çok, üstün derecede.
    * özene bezene, büyük bir dikkatle.
    hem İsa’yıhem de Musa’yımemnun etmek * istekleri birbirine karşıt olan iki kişiyi birden hoşnut edecek bir davranışta bulunmak.
    hem kaçar hem davul çalar * çekinir göründüğü işi yapmaktan vazgeçemez.
    hem kel hem fodul * ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanılır.
    hem nalına hem mıhına (vurmak) * karşıt olan iki yanıdesteklemek.
    hem suçlu hem güçlü * gerçek suçlu kendi olduğu halde başkalarınısuçlamaya çalışanlar için söylenir.
    hem ziyaret hem ticaret * biriyle görüşmeye giden kimsenin, bu gidişten yararlanarak başka bir işi de yapmasıdurumunda söylenir.
    hemati * Kanın hemoglobinle renklenmişal yuvar.
    hematit * Kırmızıveya esmer renkte olan doğal demir oksidinden oluşan bir mineral, kan taşı.
    hematolog * Kan bilimci.
    hematoloji * Kan bilimi.
    hemayar * Denk, eşit.
  • Türkçe Sözlük H Sayfa 36

    hemcins * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş.
    hemdert * Dert ortağı.
    hemen * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
    * Aşağıyukarı; yalnız, sadece.
    hemen hemen * Nerede ise, az zaman sonra.
    * Tam değilse bile ona pek yakın.
    hemencecik * Çarçabuk, anında.
    hemfikir * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş.
    hemhâl * Aynıdurumda olan.
    hemhâl olmak * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek.
    hemhudut * Sınırdaş.
    hemodiyaliz * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi.
    hemofil * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse).
    hemofili * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı.
    hemoglobin * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan,
    birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.
    hempa * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş.
    hemşehri * Aynı ilden olan kimse, memleketli.
    * Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır.
    hemşehrilik * Hemşehri olma durumu.
    hemşire * Kız kardeş, bacı.
    * Diplomalıhasta bakıcıkadın.
    hemşirelik * Kız kardeşlik.
    * Hasta bakıcılık.
    hemşirezade * Kız kardeşin çocuğu.
    hemze * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir
    kesinti izlenimi veren ünsüz.
    hemzemin * Aynıdüzeyde olan.
    hemzemin geçit * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi.
    hendek * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur.
    hendese * Geometri.
    hendesî * Geometrik.
    hengâm * Hengâme.
    hengâme * Patırtı, gürültü, kavga.
    hentbol * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü,
    el topu.
    hentbolcu * Hentbol oynayan kimse.
    henüz * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni.
    * (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.
    hep * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
    * Sürekli olarak, her zaman, daima.
    * (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır.
    hep beraber * Birlikte.
    hep bir ağız olmak * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek.
    hep bir ağızdan * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak).
    hep birden * Toplu olarak.
    hepatit * Sarılık.
    hepatoloji * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı.
    hepçil * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen.
    hepimiz * Bkz. hep.
    hepiniz * Bkz. hep.
    heple hiç ilkesi * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün
    bireyleri için doğru olması ilkesi.
    hepsi * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep.
    hepsi hepsi * Tamamen, tam tamına.
    hepten * Tamamıyla, büsbütün.
    hepyek * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi.
    her * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir.
    her aşın kaşığı * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan.
    her biri * Ayrıayrıhepsi.
    her boyaya girip çıkmak * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak.
    her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir.