hoştutmak | * birine iyi ve sevecenlikle davranmak. |
hoşa gitmek | * beğenilmek, bir kişiden veya bir şeyden hoşlanmak. |
hoşaf | * Şeker şurubunda, bütün veya dilimler durumunda kaynatılmışmeyve, komposto. |
hoşaf gibi | * çok yorgun. |
hoşafın yağıkesilmek | * söyleyecek söz, verecek karşılık veya yapacak bir şey bulamayacak bir duruma düşmek. |
hoşafına gitmek | * hoşuna gitmek. |
hoşaflık | * Hoşaf yapmaya ayrılmışveya elverişli. * Güçsüzlük, dermansızlık. |
hoş beş | * Buluşanlar arasında hatır sormak amacıyla söylenen ilk sözler. |
hoş beşetmek | * sohbet etmek. |
hoşça | * Hoş bir biçimde olan. * Hoşolarak, iyice, güzelce. |
hoşça kal (veya kalın) | * ayrılan kimsenin kalanlara söylediği bir iyi dilek sözü. |
hoşgörü | * Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoşgörme durumu, müsamaha, tolerans. * Bir boksörün ağırlık sınıfındaki ağırlığının kabul edilecek kadar azlığıveya çokluğu. |
hoşgörücü | * Hoşgörülü, müsamahakâr, toleranslı. |
hoşgörülü | * Hoşgörüsü olan, hoşgörüyle davranan, müsamahalı, toleranslı. |
hoşgörürlük | * Hoşgörü ile davranma durumu. |
hoşgörüsüz | * Hoşgörüsü olmayan, hoşgörü ile davranmayan, müsamahasız, toleranssız. |
hoşgörüsüzlük | * Hoşgörüsüz olma durumu, müsamahasızlık, toleranssızlık. |
hoşhoş | * (çocuk dilinde) Köpek. |
hoşkuran | * Çiçekleri dallarııspanak gibi pişirilen bir yıllık otsu bir bitki, tilkikuyruğu (Amaranthus lividus). |
hoşlanış | * Hoşlanmak işi veya biçimi. |
hoşlanma | * Hoşlanmak işi. |
hoşlanmak | * Hoşuna gitmek, hoş bulmak, sevmek. |
hoşlaşma | * Hoşlaşmak durumu. |
hoşlaşmak | * Hoşduruma gelmek. * İyilik hissetmek. * Birbirinden hoşlanmak. |
hoşlaştırma | * Hoşlaştırmak işi. |
hoşlaştırmak | * Hoşlaşmasını sağlamak. |
hoşluk | * Hoşolma durumu, letafet. * (bir sıfatıyla) Her zaman görülmeyen, iyiye yorulmaz durum. |
hoşnut | * Bir davranış, bir durum veya bir kimseden memnun olan, yakınması olmayan. |
hoşnut etmek | * memnun etmek. |
hoşnut olmak | * memnun olmak, yakınmamak, şikâyetçi olmamak. |
hoşnutluk | * Hoşnut olma durumu. |
hoşnutluk getirmek | * memnun olduğunu göstermek. |
hoşnutsuz | * Hoşnut olmayan. |
hoşnutsuzluk | * Hoşnut olmama durumu. |
hoşnutsuzluk getirmek | * memnuniyetsizlik göstermek. |
hoşsohbet | * Güzel ve tatlıkonuşan (kimse). |
hoşt | * Köpekleri ürkütüp kaçırmak için çıkarılan ses. |
hoşt hoşt | * Hoşt. |
hoşuna gitmek | * biri beğenmek. |
hoşur | * Değersiz, kaba, bayağı. * Şişman, dolgun, güzel (kadın). |
hot zot | * “Sert ve kötü davranmak” anlamında hot zot etmek deyiminde geçer. |
Hotanto | * GüneybatıAfrika’da yaşayan ilkel bir boy. |
hotoz | * Kadınların süs için saçlarının üstüne taktıkları, çeşitli renk ve biçimde yapılmışküçük başlık. * Tavus kuşu, tavuk gibi kuşların başlarında bulunan tüyler. |
hotozlu | * Hotozu olan. |
hovarda | * Zevki için para harcamaktan kaçınmayan (kimse). * Çapkın. * Uygunsuz kadının paralıâşığı. |
hovardaca | * Hovarda gibi, hovardaya yaraşır yolda, cömertçe, bol bol. |
hovardalaşma | * Hovardalaşmak işi. |
hovardalaşmak | * Hovarda gibi davranmaya başlamak. |
hovardalık | * Hovarda olma durumu. * Hovardaca davranış. |
hovardalık etmek | * çapkınca davranmak, çapkınlık etmek. * zevki için bol para harcamak. |
Kategori: H
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 54
-
Türkçe Sözlük H Sayfa 44
hışlamak * Hışıldamak, hışıltısesi çıkarmak. hıyaban * İki tarafıdüzgün ağaçlıyol veya bulvar. hıyanet * Kutsal sayılan şeylere el uzatma, kötülük etme veya karşıdavranma, hainlik, ihanet.
* Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.
* Vefasız.hıyanetlik * Hıyanet. hıyar * Kabakgillerden, uzun, iri meyveli, sürüngen, bir yıllık otsu bir bitki (Cucumis sativus).
* Bu bitkinin ürünü.
* Kaba saba, görgüsüz, budala.hıyar * Bir şeyi seçmekte veya yapıp yapmamakta özgürlük. hıyarağa * Görgüsüz, kaba saba, yontulmamış. hıyarağalık * Hıyarağa gibi davranma. hıyarağası * Hıyarağa. hıyarcık * Kasık lenf bezlerinin iltihaplanması. hıyarcıl * Bkz. hıyarcık. hıyarlaşma * Hıyarlaşmak işi. hıyarlaşmak * Kaba saba, budalaca davranışlarda bulunmaya başlamak. hıyarlık * Kaba saba, budalaca davranma durumu. hıyarlık etmek * hıyarlaşmak. hıyarşembe * Baklagillerden, siyah renkte olan meyvelerinin içinde çekirdeklerden başka, hekimlikte kullanılan bir öz
bulunan bitki, Hint hıyarı(Cassia fistula).hız * Çabukluk, sür’at.
* Bir hareketten doğan güç, şiddet.
* Çaba, güç, gayret, takat.
* Alınan yolun harcanan zamana oranı, sür’at.hız almak * atlamak için geri çekilip birdenbire fırlamak. hız vermek * hızınıartırmak, hızlandırmak.
* isteklendirmek.hızar * Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalışan büyük bıçkı. hızarcı * Hızar işleten, hızarla kereste biçen kimse. hızarcılık * Hızarcının işi. hızınıalamamak * hızla gidişini yavaşlatamamak.
* öfkesini yenememek, yatışamamak.hızınıalmak * şiddetini yenmek, yatışmak.
* yavaşlamak, hızınıyitirmek.hızınıkaybetmek (veya yitirmek) * etkisini, geçerliliğini yitirmek, hükmü kalmamak. Hızır * Halk inanışlarına göre ölümsüzlüğe kavuşmuşolduğuna inanılan ulu kimse.
* (küçük h ile) Çabuk davranan kimse.Hızır gibi yetişmek * birinin en sıkışık bir zamanında, beklemediği biri, yardımına yetişmek. hızla * Çabucak, çabuk, sür’atle. hızlandırılma * Hızlandırılmak işi. hızlandırılmak * Hız verilmek, hızıartırılmak. hızlandırma * Hızlandırmak işi. hızlandırmak * Hız verilmek, hızıartırılmak. hızlanış * Hızlanmak işi veya biçimi. hızlanma * Hızlanmak işi. hızlanmak * Hız almak, hızıartmak. hızlı * Çabuk, seri, sür’atli.
* Güç kullanarak, şiddetle.
* Yüksek sesle.
* İvedi olarak, ivedilikle.
* Uçarı, çapkın, hovarda.hızlıakın * Basketbolda karşıtarafın toparlanmasına fırsat vermeden, paslaşarak yapılan hızlıhücum, fast break. hızlıhızlı * Çabucak, ivedilikle. hızlıhücum * Hızlıakın. hızlısağanak tez geçer * büyük bir hızla başlayan şeyler az sürer. hızlıyaşamak * eğlenceye aşırıdüşkün olarak yaşamak. hızlılık * Hızlı olma durumu, sür’at. hızölçer * İvmeölçer. hibe * Bağışlama, bağış. hibe etmek * bağışlamak. hicap * Utanma, utanç, sıkılma. hicap duymak (veya etmek) * utanmak. hicaz * Klâsik Türk müziğinde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.
* Klâsik Türk müziğinde do diyez notasınıandıran perde.hicazkâr * Klâsik Türk müziğinde rast perdesinde karar kılan bir makam. hiciv * Yergi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 45
hicran * Bir yerden veya bir kimseden ayrılma, ayrılık.
* Ayrılığın sebep olduğu onulmaz acı.hicret * Göç.
* İslâm takviminde tarih başısayılan Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi.hicret etmek * göç etmek. hicrî * Tarih başı olarak hicreti kabul eden. hicrî takvim * Hicreti başlangıç olarak alan takvim. hicvetme * Hicvetmek işi. hicvetmek * Alay yoluyla yermek. hicviye * Yergi, taşlama. hiç * Olumsuz yargılıcümlelerde fiilin anlamınıpekiştirir.
* Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanıanlatır.
* Bir soruya açık bir cevap verilmek istenmediğinde cevap cümlesinin başına getirilir.
* Boş, değersiz, önemsiz olan şey veya kimse.hiç de * kesinlikle, kat’iyen. hiç değil * asla, kesinlikle. hiç değilse (veya hiç olmazsa) * önemli olmasa bile, başka bir şey olmasa bile.
* en az.
* bari.hiç kimse * Ortalıkta görünmeyen, bulunmayan insan. hiç mi hiç * Kesinlikle, hiç. hiç yoktan * hiçbir sebep veya zorunluk yokken, sebepsiz olarak. hiçbir * Bir isimden önce getirilerek o ismin bildirdiği varlıktan bir tanesinin bile olmadığınıanlatır. hiçbiri * Olumsuz cümlelerde “bir tanesi bile” anlamında kullanılır. hiççi * Hiççilik yanlısı, nihilist. hiççilik * Bütün gerçek ve değerleri inkâr eden, gerçeğin, nesnel bir temeli olmadığını ileri süren görüş; her türlü
gerçek varlığı inkâr eden aşırı bireycilik, yokçuluk, nihilizm.
* Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısınıkabul etmeyen görüş,
yokçuluk, nihilizm.hiçe saymak (veya hiçe indirgemek) * önemsememek, önem vermemek. hiçleme * Hiçlemek durumu. hiçlemek * Önem vermemek, yok saymak. hiçleştirme * Kendini hiçleştirmek işi. hiçleştirmek * Kendi benliğinde hiçliği kabul etmek. hiçlik * Hiç olma durumu.
* İnkâr sonucu, gerçekteki özelliklerinin, durumların ortadan kaldırılmasısonucu bir şeyin var olmayışı,
yokluk.hiçten * Çok değersiz, önemsiz.
* Gereği, yararıyokken veya karşılıksız olarak, yok yere.hidatit * Birçok memelilerin ve insanın karaciğerinde gelişen ekinokok tenyasının lârvası. hidayet * Doğru yol, hak olan Müslümanlık yolu. hidayete ermek * Müslüman olmak, İslâm dinini kabul etmek.
* gerçeği görüp kabullenmek, aklı başına gelmek.hiddet * Öfke, kızgınlık. hiddet etmek * öfkelenmek, kızmak. hiddete kapılmak * öfkelenmek, kızmak. hiddetlendirme * Hiddetlendirmek işi. hiddetlendirmek * Kızdırmak, öfkelendirmek. hiddetleniş * Hiddetlenmek işi veya biçimi. hiddetlenme * Hiddetlenmek işi. hiddetlenmek * Kızmak, öfkelenmek. hiddetli * Kızgın, öfkeli. hiddetsiz * Kızgınlığı, öfkesi olmayan. hiddetten kudurmak * çok öfkelenmek, aşırıderecede kızmak. hidr-, hidro- * Birleşiminde hidrojen veya suyun bulunduğunu gösteren ön ek. hidra * Hidralar takımından, 1 cm uzunluğundaki, vücudu torba biçiminde, ağız çevresinde 6-10 dokunacı olan,
tatlısu hayvanı(Hydra).hidralar * Örnek hayvanıhidra olan selentereler bölümü. hidrasit * Hidrojen ile bir metalsinin oksijensiz birleşmesinden oluşan asit. hidratı * Su ile bir cismin verdiği birleşik. hidratlı * İçinde hidrat bulunan. hidrobiyoloji * Sularda yaşayan canlıların hayatını inceleyen bilim dalı.
* Bu bilimle ilgili.hidrodinamik * Sıvıya batırılmışkatıcisimler üzerinde, onların hareketiyle ilgili olarak sıvıların gösterdiği direnci ve sıvıların
hareketini inceleyen bilim dalı.
* Bu bilimle ilgili.hidroelektrik * Su elde edilen (elektrik), su gücüyle elde edilen enerji. hidroelektrik santral * Su gücüyle çalışan makinelerle elektrik üreten merkez. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 46
hidrofil * Sucul, susever.
* Su böceği.hidrofobi * Bkz. Su korkusu. hidrofor * Suya yapının üst katlarına çıkacak basıncıveren depo. hidrograf * Hidrografi uzmanı. hidrografi * Bir bölgedeki yer altıve yer üstü sularının durumunu inceleyen bilim.
* Bir bölgenin akarsularıyla göllerinin bütünü.
* Bir bölgedeki kıyıların, adaların topografyası.hidrojen * Oksijenle birleşerek suyu oluşturan, atom numarası1, rengi, kokusu ve tadı olmayan bir gaz. KısaltmasıH. hidrojen bombası * Ağır hidrojen atomlarıçekirdeklerinin kaynaşarak helyum durumuna girmesiyle elde edilen enerji temeline
dayanan bomba.hidrojenleme * Hidrojenlemek işi. hidrojenlemek * Hidrojen ile birleştirmek. hidrojeoloji * Yer altısularının araştırılmasınıve elde edilmesini inceleyen yer bilimi kolu. hidrokarbon * Karbon ve hidrojen birleşiği. hidrokarbonat * Hidratlı bazik karbonat. hidrokarbür * Hidrokarbon. hidroklorik asit * Hidrojen ve klordan oluşan, renksiz, havada beyaz dumanlar saçan, suda kolayca eriyen ve hayvan
kemiklerinden jelâtin, fosfor elde edilmesinde, çeliğin pasını gidermede kullanılan keskin kokulu bir gaz, tuz ruhu
(HCl).hidroksil * Bir madenle birleştiği zaman hidroksit yapan atom grubu (OH). hidroksit * Bir maden üzerine suyun etkisiyle, yani bir hidroksil grubu ile bir madenin kaynaşmasından oluşan birleşik. hidrolik * Su ile ilgili.
* Su veya başka bir sıvı basıncıyla işleyen (makine, cendere vb.).
* Suların akışına uygulanan yasaları, suyun dağıtılmasısırasında ortaya çıkan sorunları inceleyen bilim ve
teknik.hidroliz * Bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrılmasınısağlayan tepkime. hidrolog * Su bilimi uzmanı. hidroloji * Su bilimi. hidrometre * Suölçer. hidrosefal * Hidrosefali olan. hidrosefali * Beyin omurilik sıvısının çoğalmasıyla, beyin karıncıklarının büyümesine yol açan, bazen de kafatasının
büyümesine sebep olan hastalık.hidrosfer * Su yuvarı. hidrosiyanik * Siyanojen ile hidrojenin birleşmesinden oluşan asit (HCN). hidroskopi * Yer altındaki sularıarayıp bulma işi. hidrostatik * Sıvıların dengesini ve kaplar üzerine yaptıkları basıncı inceleyen fizik dalı.
* Sıvıların dengesiyle ilgili olan.hidroterapi * Bazıhastalıklarısu ile tedavi etme, su tedavisi. hidrozol * Sıvıdurumundaki koloitlere verilen ad. hidrür * Bir element veya birleşikle hidrojen birleşimi. higrofil * Nemcil. higrometre * Nemölçer. higrometrik * Nem ile ilgili, neme ilişkin. higroskop * Bir tür nemölçer. higroskopik * Nemçeker. higrostat * Nem denetimi. higrotropizm * Neme yönelim. hijyen * Sağlık bilgisi; sağlık koruma, hıfzıssıhha. hijyenik * Sağlık koruma ile ilgili, sağlık bilgisine uygun, sağlığa yararlı. hikâye * Bir olayın sözlü veya yazılı olarak anlatılması.
* Gerçek veya tasarlanmışolaylarıanlatan düz yazıtürü, öykü.
* Aslı olmayan söz, olay.hikâye birleşik zamanı * Yalın zamanlı bir fiilin geçmişte yapıldığınıanlatan kip. Türkçede bu birleşik zaman idi > -di ekiyle
kurulur.hikâye etmek * ayrıntılarıyla anlatmak, söylemek. hikâyeci * Hikâye yazan, öykücü. hikâyecilik * Hikâye yazma veya anlatma sanatı, öykücülük. hikâyeleme * Anlatma, tahkiye. hikâyelemek * Anlatmak. hikâyeleştirme * Hikâyeleştirmek işi. hikâyeleştirmek * Hikâye durumuna getirmek. hikem * Hikmetler. hikemî * Felsefe ile ilgili; felsefî söz veya düşünce. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 47
hikmet * Bilgelik.
* Felsefe.
* Sebep, gizli sebep.
* Tanrı’nın insanlarca anlaşılamayan amacı.
* Özlü söz, vecize.
* Fizik.hikmetinden sual olunmaz * sonucunun sebebi sorulmaz, araştırılmaz; Tanrı’nın yaratıcı gücü karşısında sebep aranmaz. hikmetli * Bilgece. hilâf * Aykırı, karşıt, ters.
* Yalan.hilâf olmasın * yanılmıyorsam. hilâf yok * yalan değil, yalan yok. hilâfet * Halifelik. hilâfetçi * Halifeliğin sürdürülmesinden yana olan kimse. hilâfetçilik * Hilâfetçi olma durumu. hilâfıhakikat * Gerçek dışı. hilâfsız * Yalansız, inanılmaz ama gerçek. hilâl * Ayça, yeni ay.
* Çocukların okuma öğrenmeye başladıklarında satır ve sözleri şaşırmamak için söz üzerinde gezdirdikleri
ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı.hilâl gibi * ince ve düzgün (kaş). hilâlî * Hilâl biçiminde. hilâllemek * Hilâl durumuna getirmek. hil’at * Padişahların, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaşveya kürkten yapılmış
kaftan.hile * Birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika.
* Çıkar sağlamak için bir şeye değersiz bir şey katma.hile hurda bilmez * kimseyi aldatmaz, doğru. hile yapmak * aldatmak.
* çıkar sağlamak amacıyla bir şeyin saflığını bozmak, değersiz bir şey karıştırmak.hilebaz * Hileci. hileci * Hile yapan, hile karıştıran, hilebaz, hilekâr. hilecilik * Hileci olma durumu, hilekârlık. hileişeriye * Çözümü güç bir hukukî sorunu hukuk kurallarınızedelemeden halletme. hilekâr * Hileci. hilekârlık * Hilecilik, dolandırıcılık. hileli * Hilesi olan, içine hile karışmış, hile ile yapılmış. hileli iflâs * Alacaklılarızarara sokmak amacıyla hileli işlemler yaparak gerçekleştirilen iflâs yolu. hilesi, hurdasıyok * yalanı, dolanıyok. hilesiz * Hile yapmayan, düzen bilmeyen.
* Hilesi olmayan, içine hile karışmamış.hilkat * Yaradılış, fıtrat. hilkaten * Yaradılıştan. hilozoizm * Canlıözdekçilik. hilye * Hz. Muhammed’in şekil ve şemaili yazılılevha. himaye * Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk.
* Kayırma, elinden tutma.himaye etmek * korumak, kayırmak, gözetmek. himaye görmek * (biri tarafından) korunmak, kayrılmak, gözetilmek. himayeci * Korumacı. himayecilik * Korumacılık. himayesine almak * koruyucusu olmak, korumak. himayesiz * Korumasız. himen * Kızlık zarı. himmet * Yardım, kayırma.
* Çalışma, emek, gayret.
* Lütuf.himmet etmek * yardım etmek, emek vermek. himmetin var olsun * teşekkür için söylenir. hin * Kurnaz, cin fikirli (kimse).
* Zaman, zamane.hindi * Tavukgillerden, XV. yüzyılda evcilleştirilerek Amerika’dan bütün dünyaya yayılan kümes hayvanlarının en
büyüğü (Meleagris gallopavo).
* Aptal, şaşkın.hindi gibi kabarmak * gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak. hindiba * Birleşikgillerden, yapraklarıhaşlanarak salata gibi yenebilen birkaç yıllık otsu bir bitki, güneğik (Cichorium
endivia).hindici * Hindi yetiştiren ve satan kimse. hindigiller * AnavatanıAmerika olan tavuksu kuşlar takımı. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 43
hırsıza yol göstermek * birine bilmeyerek, anlamadan kötü bir işte yardımcı olmak. hırsızlama * Gizlice alınan başkasına ait (şey).
* Gizlice, kimseye sezdirmeden.hırsızlık * Çalma.
* Çalma suçu, sirkat.hırsızlık etmek (veya yapmak) * başkalarının parasınıveya malınıçalmak. hırslandırma * Hırslandırmak işi. hırslandırmak * Öfkelendirmek, kızdırmak. hırslanış * Hırslanmak işi veya biçimi. hırslanma * Hırslanmak işi. hırslanmak * Çok kızmak, öfkelenmek. hırslı * Doymak bilmeyen, aşırı istekli, tutkulu, haris.
* Öfkeli, kızgın.hırssız * Hırsı olmayan. hırt * Sersem, budala, ahmak. hırtapoz * Sersem, aptal, şaşkın. hırtapozluk * Hırtapoz olma durumu. hırtıpırtı * Eski püskü veya işe yaramaz, değersiz eşya. hırtlamba * Perişan, derbeder kılıklı. hırtlamba gibi giyinmek * gereksiz yere üst üste ve gelişigüzel giyinmek. hırtlambasıçıkmak * perişan bir biçimde giyinmişolmak.
* (eşya için) çok eskiyip dökülür durumda olmak.hırtlık * Sersemlik, budalalık, ahmaklık. Hırvat * Hırvatistan Cumhuriyeti’nde yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
* Hırvatlarla ilgili, Hırvatlara özgü olan şey.Hırvatça * Hırvatların kullandığıSlav dili. hısım * Soyca veya evlilik sonucu aralarında bağbulunanlardan her biri, akraba.
* Dede ve nineleri bir olanlardan her biri.hısım akraba * Yakın ve uzak bütün akrabalar. hısımlık * Hısım olma durumu, karabet. hışıl hışıl * Hışıltısesi çıkararak, hışıldayarak. hışıldama * Hışıldamak işi. hışıldamak * Hışıltılıses çıkarmak. hışıldatma * Hışıldatmak işi. hışıldatmak * Hışıldamasına sebep olmak. hışıltı * Sert ve sürekli çıkan ses. hışıltılı * (ses için) Hışıltısı olan. hışıltısız * Hışıltısı olmayan. hışım * Öfke, kızgınlık. hışımına uğramak * (birinden) zulüm görmek. hışımlanma * Hışımlanmak işi. hışımlanmak * Öfkelenmek, kızgın duruma gelmek. hışımlı * Öfkeli, kızgın, sinirli. hışır * Olmamışmeyve (daha çok kavun, karpuz için kullanılır.).
* Coşkunluk gösteren, yaramaz (kimse).
* Aptal, sersem.hışır hışır * Hışırtıçıkararak. hışırdama * Hışırdamak işi. hışırdamak * Kâğıt, meşin, kumaşgibi nesneler birbirlerine sürtünürken, buruşturulurken ses çıkarmak. hışırdatma * Hışırdatmak işi. hışırdatmak * Hışırtıçıkartmak. hışırdayış * Hışırdamak işi veya biçimi. hışırıçıkmak * (eşya) çok hırpalanıp örselenmek.
* insan ağır işlerle uğraşıp çok yorulmak.hışırlık * Hışır olma durumu. hışırtı * İnce cisimler hışırdarken çıkan ses, hışırdama sesi. hışırtılı * Hışırtısı olan. hışırtısız * Hışırtısı olmayan. hışlama * Hışlamak biçimi veya işi. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 41
hıçkırış * Hıçkırmak işi veya biçimi. hıçkırma * Hıçkırmak işi. hıçkırmak * Boğazdan hıçkırık sesi çıkarmak.
* İçini çekerek ağlamak.hıçkırtma * Hıçkırtmak işi. hıçkırtmak * Hıçkırmasına sebep olmak. hıdiv * Osmanlıİmparatorluğu döneminde KavalalıMehmet Ali Paşadan sonra Mısır valilerine verilen unvan. hıdivlik * Hıdiv yönetimi veya makamı.
* Hıdiv yönetimindeki ülke.hıdrellez * Hızır ve İlyas peygamberlerin her yıl buluştuklarına inanılan 6 mayıs günü.
* Her yılın 6 Mayıs gününde kutlanan geleneksel bayram.hıfz * Saklama.
* Ezberleme, akılda tutma.hıfz etmek * saklamak.
* aklında tutmak, bellemek.hıfza çalışmak * Kur’an’ıezberlemeye çalışmak. hıfzıssıhha * Sağlıklıyaşamak için alınması gerekli önlemlerin bütünü.
* Sağlık bilgisi, hijyen.hık * Hıçkırırken boğazdan çıkan ses. hık demiş(anasının, babasının) burnundan düşmüş * her durumuyla (anasına, babasına) çok benziyor. hık mık * Tereddüt gösterme, çekingen davranma. hık mık etmek * bir işten kaçınmak için bahaneler ileri sürmeye çalışmak.
* sorulan bir soruya açık bir anlamı olmayan, belirsiz cevaplar vermek.hık tutmak * Bkz. hıçkırık tutmak. hıltan * Top durumundaki çiçekleri kuruduktan sonra saplarıkürdan olarak kullanılan yabanî bir bitki. hıltar * Davar ve sığırların, boyunlarına takılan ip veya kayış. hımbıl * Uyuşuk, tembel. hımbıllaşma * Hımbıllaşmak durumu. hımbıllaşmak * Hımbıl gibi davranmak. hımbıllık * Hımbıl olma durumu. hımhım * Sesleri genizden çıkararak konuşan (kimse).
* Sesleri genizden çıkararak.hımhımlık * Hımhım olma durumu. hımış * Kerpiç veya tuğlayla örülmüşahşap duvar. hına * Bkz. kına. hıncahınç * Ağzına kadar, tıka basa dolu (olarak), dopdolu. hıncınıçıkarmak * öç (veya öcünü) almak. hınç * Öç almayı güden öfke, kin, gayz. hınç (veya hıncını) almak * öç (veya öcünü) almak. hınçlı * Hıncı olan, öfkeli. hınçsız * Hıncı olmayan, öfkesiz. hınk * Bkz. kahve dövücüsünün hınk deyicisi. hınna * Bkz. kına. hınzır * Domuz.
* Katıyürekli, kötü düşünen, gaddar.
* Genellikle hoşa giden bir davranışve durum için şaka yollu söylenir.hınzırca * Hınzır (bir biçimde), kurnazca. hınzırlaşma * Hınzırlaşmak işi. hınzırlaşmak * Hınzır gibi davranmak. hınzırlık * Hınzır olma durumu.
* Muziplik.hınzırlık etmek * zarar verici, sinirlendirici, ters davranışta bulunmak. hır * Kavga, dalaş. hır çıkarmak * kavga, gürültü çıkarmak. hıra * Zayıf, çelimsiz, cılız.
* Çok yiyen, obur.hırbo * İri yarı(kimse).
* Sersem, salak ve kaba saba.hırboluk * Sersemlik, salaklık. hırçın * Belirli bir sebebi olmadan sinirlenip huysuzluk eden (kimse).
* (ses için) Tiz, öfkeli.hırçınlaşma * Hırçınlaşmak işi. hırçınlaşmak * Hırçınlık etmek, hırçın davranmak. hırçınlık * Hırçın olma durumu veya hırçın davranış. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 42
hırçınlık etmek (veya yapmak) * huysuzluk, terslik etmek. hırdavat * Kilit, reze, tel, çivi gibi metal eşya.
* Önemsiz, ufak tefek eşya, gereksiz eşya.hırdavatçı * Hırdavat satan kimse, nalbur. hırdavatçılık * Hırdavatçının işi, nalburluk. hırgür * Geçimsizlik, kavga. hırgür çıkarmak * kavga etmek, kavga çıkarmak. hırıl hırıl * Hırıltılı bir ses çıkararak. hırıldama * Hırıldamak işi. hırıldamak * Hırıltılı bir ses çıkarmak. hırıldaşma * Hırıldaşmak biçimi veya durumu. hırıldaşmak * Hırlaşmak. hırıldayış * Hırıldamak işi veya biçimi. hırıltı * Boğazdan herhangi bir sebeple boğuk çıkan ses.
* Gürültüyle çıkan ses.
* Geçimsizlik, kavga.hırıltıcı * Geçimsizlik çıkaran, geçimsiz (kimse). hırıltılı * Hırıltıçıkaran, hırıltısı olan. hırızma * Ayı, boğa gibi azgın hayvanların dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka.
* Burun kanadına takılan süslü, altın veya gümüşhalka.
* Küpe.hırka * Önden açık, kollu, genellikle yünden üst giysisi.
* Daha çok soğuktan korunmak için giyilen, kumaştan, bazen içi pamukla beslenmiş, ceket biçiminde giysi.
* Dervişlerin giydikleri üst giysisi.hırkalı * Hırkası olan. hırkasız * Hırkası olmayan. hırkayı başına çekmek * bir köşeye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek. hırlama * Hırlamak işi. hırlamak * Hırıltıyla ses çıkarmak.
* (köpek için) Saldırmadan önce hırıltıyla ses çıkarmak.
* Kızgınlıkla ters konuşmak.hırlaşma * Hırlaşmak işi. hırlaşmak * Karşılıklıhırlamak.
* Ağız kavgasına girişmek.hırlatma * Hırlatmak işi. hırlatmak * Hırlamasına sebep olmak. hırlayış * Hırlamak işi veya biçimi. hırlı * İşinde doğru, uslu, iyi (kimse).
* Yaramaz, şımarık, kötü (kimse).hırlımıdır, hırsız mıdır * bir kimsenin âhlakı, kişiliği hakkında kuşku duyulduğunda kullanılır. hırpalama * Hırpalamak işi. hırpalamak * Örselemek.
* Dövmek.
* İtip kakmak, azarlamak veya yıpratmak.hırpalanış * Hırpalamak işi veya biçimi. hırpalanma * Hırpalanmak işi. hırpalanmak * Hırpalamak işine konu olmak veya hırpalamak işi yapılmak. hırpalatma * Hırpalatmak işi. hırpalatmak * Hırpalanmasına sebep olmak. hırpalayış * Hırpalamak işi veya biçimi. hırpanî * Perişan kılıklı, derbeder. hırpanîlik * Hırpanî olma durumu. hırs * Sonu gelmeyen istek, aşırıtutku.
* Öfke, kızgınlık.hırs bürümek * Bkz. gözünü hırs bürümek. hırsınıalamamak * öfkesini yenememek. hırsınıyenmek * öfkelenmemek için kendini tutmak. hırsız * Çalan (kimse), uğru.
* Bir tür olta iğnesi.hırsız adım * Çok sessiz, yavaş. hırsız anahtarı * Maymuncuk. hırsız feneri * Karşısındakini gösterip, taşıyanı göstermeyecek biçimde yapılmışönü camlıfener. hırsız gibi * kimseye görünmeden, gizlice. hırsız kelepçe * Ana su borusuna kaçak su alabilmak amacıyla bağlanan boru parçası. hırsız yatağı * Hırsızların gizlendiği yer.
* Çalınmışşeylerin saklandığıyer. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 40
heybetlice * Oldukça heybetli. heyecan * Sevinç, korku, kızgınlık, üzüntü, kıskançlık, sevgi gibi sebeplerle ortaya çıkan güçlü ve geçici duygu
durumu.
* Coşku.heyecan duymak * heyecanlanmak. heyecan vermek * heyecan duymasına sebep olmak. heyecana düşürmek * heyecanlandırmak. heyecana gelmek * heyecanlanmak, heyecan duymak. heyecana kapılmak * aşırıderecede heyecan, coşku duymak. heyecanlandırma * Heyecanlandırmak işi. heyecanlandırmak * Heyecan duymasına sebep olmak. heyecanlanış * Heyecanlanmak işi. heyecanlanma * Heyecanlanmak işi. heyecanlanmak * Herhangi bir sebeple güçlü, geçici bir duygulanımdan etkilenmek. heyecanlı * Çabuk, kolay heyecanlanan (kimse), müteheyyiç.
* Heyecan veren.
* Heyecanla yapılan.heyecanlılık * Heyecanlı olma durumu.
* Aşırıduyarlı olma.heyecansız * Çabuk, kolay heyecanlanmayan.
* Heyecan vermeyen.
* Heyecanla yapılmayan.heyecansızlık * Heyecan verici olmama durumu. heyelân * Toprak kayması, kayşa, göçü. heyet * Kurul.
* Astronomi.
* Biçim, kılık, dışgörünüş.heyetiyle * Olduğu gibi, bütünüyle. heyhat * Yazık, ne yazık!. heyhey * Sinir bozukluğu, sinirlilik. heyheyler geçirmek * büyük heyecanlar geçirmek. heyheyleri tutmak (veya heyheyleri üstünde olmak) * çok sinirlenmek. heykel * Taş, tunç, bakır, kil, alçı gibi maddelerden yontularak, kalı ba dökülerek veya yoğrulup pişirilerek
biçimlendirilen eser, yontu.heykel gibi * hareketsiz, duygusuz.
* çok güzel (vücut).heykelci * Heykel yapan sanatçı, heykeltıraş, yontucu. heykelci kalemi * Heykelcilerin taş, kil, alçı gibi gereçleri biçimlendirmek için kullandıklarıkesici, düzeltici ve yontucu araç. heykelcilik * Heykel yapma sanatı, heykeltıraşlık, yontuculuk. heykelleştirme * Heykelleştirmek işi veya biçimi. heykelleştirmek * Heykel durumuna getirmek. heykelli * Heykeli olan. heykeltıraş * Heykelci, yontucu. heykeltıraşlık * Heykel yapma sanatı, yontuculuk. heyulâ * Korkunç hayal. heyulâ gibi * pek iri, iri yarı. hezaren * Düğün çiçeğigillerden, hekimlikte kullanılan zehirli bir bitki (Delphinium). hezaren * Bambu.
* Bambu saplarından yapılmış.hezaren örgü * Bambu kabuklarından soyularak elde edilen liflerle veya sentetik malzemeyle yapılan özel bir örgü. hezel * Şaka, alay, mizah.
* Bir şiiri veya şiir parçasınışakalı bir anlatıma çevirme.hezeyan * Saçmalama.
* Sayıklama.
* Sabuklama.hezeyan etmek * saçmalamak. hezimet * Bozgun, yenilgi. hezimete uğramak * bozguna veya büyük bir yenilgiye uğramak. hezliyat * Hezel türünde yazılmışşiirler. Hf * Hafniyum’un kısaltması. Hg * Cıva’nın kısaltması. hı * Evet. hıçkıra hıçkıra * Hıçkırarak, hıçkırıklarla. hıçkırık * Çok yemek yeme veya sinirsel bir sebeple ve istemsiz olarak diyafram kasının kasılmasıyla hava akciğerlere
geçerken boğazdan çıkan ve düzgün aralıklarla tekrarlanan ses.
* Ağlarken çıkan ses.hıçkırık tutmak * sürekli olarak hıçkırmak. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 34
hedef olmak * hoşolmayan herhangi bir davranışa uğramak. hedefleme * Hedeflemek işi. hedeflemek * Hedef yapmak. hedeflenmek * Hedef durumuna gelmek. heder * Karşılığınıalamama, boşa gitme, ziyan olma. heder etmek * boşuna harcamak, ziyan etmek. heder olmak * boşa gitmek, boşuna geçmek. hedik * Kaynatılmış buğday, bulgur, mısır vb. şeyler. hediye * Armağan.
* (kutsal kitaplar için) Fiyat.hediye etmek * armağan olarak vermek. hediyelik * Armağan olarak verilecek değerde olan.
* Armağan olarak verilmek için hazırlanmışşey.hedonist * Hazcı. hedonizm * Hazcılık. hegemonya * Bir devletin başka bir devlet üzerindeki siyasî üstünlüğü ve baskısı. hekim * İnsanlardaki hastalıklarıteşhis ve onları ilâçlarla veya bazıaraçlarla tedavi eden kimse, doktor, tabip. hekimbaşı * Osmanlıİmparatorluğunda sarayda hekimlik görevini yürüten en kıdemli, yetkili ve padişahın özel doktoru
olan kimse.hekimlik * Hekimin yaptığı iş. hektar * Yüz ar (10.000m²) değerinde yüzey ölçü birimi (ha). hektogram * Yüz gramlık ağırlık birimi, bir kilogramın onda biri (hg). hektolitre * Yüz litrelik hacim ölçü birimi (hl). hektometre * Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi, kilometrenin onda biri (hm). helâ * Ayak yolu, yüz numara, abdesthane, tuvalet. helâk * Ölme, öldürme, yok etme, yok olma.
* Bitkin bir duruma gelme veya getirme.helâk etmek * öldürmek, ortadan kaldırmak.
* aşırıderecede yormak, bitkin duruma getirmek.helâk olmak * yok olmak, ölmek.
* yorulmak, bitkin duruma gelmek.helâl * Dinin kurallarına aykırı olmayan, dince yasaklanmamışolan, haram karşıtı.
* Nikâhlıeş.
* Kurallara, geleneklere uygun (olarak).helâl etmek * Tanrı’yıtanık tutarak (bir şeyi) bağışlamak. helâl olsun * bir hizmet veya özverinin istenilerek yapıldığını, bundan pişman olunmadığını göstermek için kullanılır. helâl süt emmiş * doğruluktan ayrılmayan. helâlî * Ham ipekten dokunmuş bürümceğe pamuk ipliği katılarak elde edilen kumaş. helâlinden * Helâl edilerek gönül hoşluğu ile. helâlleşme * Helâlleşmek işi. helâlleşmek * Alışverişte veya ayrılma sırasında hakkını birbirine bağışlamak. helâlli * Nikâhlı(eş). helâlliğe almak * biriyle evlenmek. helâllik * Nikâhlıeş.
* Helâl olan şey.helâllik dilemek * birinden hakkınıhelâl etmesini dileme. helâllik vermek * helâl etmek. helâlühoşolsun * yapılmış bir iyilikten, yardımdan söz edilirken buna pişman olunmadığınıanlatmak için söylenir. helâlzade * Nikâhlı bir ana ve babadan doğmuşkimse.
* Doğruluktan ayrılmayan, helâl süt emmişkimse.hele * “Özellikle”, “hiç olmazsa”, “her şeyden önce” anlamıyla, bir sözün başına veya sonuna getirilerek belirtilen
şeyin ayrıcalığınıanlatır.
* “Sonunda” anlamıyla geciken davranışları bildirmek için kullanılır.
* Uyarma, korkutma veya vaat anlatır.hele bak * şaşkınlık veya dikkati çekmek için söylenir. hele bir * Bkz. hele. hele de * üstelik. hele hele * Karşısındakini söylemeye isteklendirmek için kullanılır.
* Bir sözü pekiştirmek için kullanılır.hele şükür! * çok şükür. helecan * Yürek çarpıntısı, çırpıntı. helecanlanma * Helecanlanmak işi. helecanlanmak * Yürek çarpıntısına tutulmak. Helen * Grek. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 35
Helenist * Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonularında uzman olan kimse. Helenistik * Büyük İskender’den sonraki Yunan sanatı, tarihi, kültürü ile ilgili olan. Helenizm * Grek uygarlığı.
* Grek olmayan ulusların Grek düşüncesinin etkisiyle gerçekleştirdiği uygarlık.
* Grekçe anlatım.helezon * Kıvrımlı, yılankavi biçim, helis. helezonî * Sarmal, yılankavi, helisel. helezonlaşma * Helezonlaşmak biçimi veya durumu. helezonlaşmak * Sarmal, kıvrımlı biçime gelmek. helezonlu * Helezonu olan, sarmal. helik * Duvar örülürken büyük taşların arasına konulan ufak taşlar. helikoit * Helis biçiminde eğri yüzey. helikon * Çalgıağızlığıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakır çalgı. helikopter * Dik inişve çıkışyapabildiği için dar yerlerde de kullanılabilen tepeden pervaneli uçan taşıt. helis * Bir silindirin ana doğrularınısabit bir açıaltında kesen eğri. helisel * Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî. helke * Bakraç, kova, herke. hellim * Kı brıs’ta yapılan bir çeşit beyaz peynir. helme * Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldığında, nişastanın çökelmesiyle oluşan koyu sıvı.
* Bazı bitkilerin kök, çiçek ve tohumlarında bulunan koyu kıvamlımadde.helme dökmek * (kaynatılmıştanelerin suyu için) koyulaşmak. helme gibi * iyice pişmiş. helmelenme * Helmelenmek işi. helmelenmek * Helme dökmek, helmesi çıkmak. helmeli * Helme durumunda olan (yemek). helmintoloji * Kurt bilimi. helva * Şeker, yağ, un veya irmikle yapılan tatlı. helvacı * Helva yapan veya satan kimse. helvacıkabağı * Kabakgillerden, tatlısıyapılan dışı boz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağı(Cucurbita maxima). helvacıkökü * Bkz. çöven. helvacılık * Helva yapma veya satma işi. helvahane * Genellikle helva pişirmekte kullanılan genişve az derin tencere.
* Sarayda mutfak içinde tatlıların yapıldığıözel bölüm veya oda.helvalaşma * Helvalaşmak durumu. helvalaşmak * Helva durumuna gelmek. helvalık * Helva yapımı için kullanılan malzeme. helyodor * Altın sarısırenginde, berilden oluşan, kuyumculukta kullanılan bir taş. helyograf * Güneşten yayılan ısımiktarınıölçmeye yarayan alet.
* Güneşin ışıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet.
* Güneş ışınlarından yararlanan optik telgraf aleti.helyoterapi * Güneş ışınlarıyla tedavi. helyum * Atom numarası2, yoğunluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. KısaltmasıHe. hem * Bir kimseyi uyarmak, bir şeyi açıklamak veya anlamı güçlendirmek için “özellikle”, “zaten”, “bir de”, “şurası
da var ki” anlamlarında kullanılır.
* Açıklayıcınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağlar.
* Hem … hem … biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eşitlik, pekiştirme, birlikte olma veya
karşıtlık anlamlarıyla bağlar.hem de * anlamı güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir başkasının da eklendiğini belirtmek için kullanılır. hem de nasıl * pek çok, üstün derecede.
* özene bezene, büyük bir dikkatle.hem İsa’yıhem de Musa’yımemnun etmek * istekleri birbirine karşıt olan iki kişiyi birden hoşnut edecek bir davranışta bulunmak. hem kaçar hem davul çalar * çekinir göründüğü işi yapmaktan vazgeçemez. hem kel hem fodul * ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanılır. hem nalına hem mıhına (vurmak) * karşıt olan iki yanıdesteklemek. hem suçlu hem güçlü * gerçek suçlu kendi olduğu halde başkalarınısuçlamaya çalışanlar için söylenir. hem ziyaret hem ticaret * biriyle görüşmeye giden kimsenin, bu gidişten yararlanarak başka bir işi de yapmasıdurumunda söylenir. hemati * Kanın hemoglobinle renklenmişal yuvar. hematit * Kırmızıveya esmer renkte olan doğal demir oksidinden oluşan bir mineral, kan taşı. hematolog * Kan bilimci. hematoloji * Kan bilimi. hemayar * Denk, eşit. -
Türkçe Sözlük H Sayfa 36
hemcins * Aynıcinsten olan, türdeş, soydaş. hemdert * Dert ortağı. hemen * Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
* Aşağıyukarı; yalnız, sadece.hemen hemen * Nerede ise, az zaman sonra.
* Tam değilse bile ona pek yakın.hemencecik * Çarçabuk, anında. hemfikir * Aynıdüşüncede, aynı görüşte olan, oydaş. hemhâl * Aynıdurumda olan. hemhâl olmak * bütünleşmek, birliktelik özelliği göstermek. hemhudut * Sınırdaş. hemodiyaliz * Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artıklarıayıklamak ve kanıtemizlemek için kullanılan tedavi yöntemi. hemofil * Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalığına tutulan (kimse). hemofili * Kanın pıhtılaşmasındaki bir bozukluğa bağlıkanama hastalığı. hemoglobin * Soluk alma aracıyla organizmanın hücreleri arasında oksijen ve karbon gazını iletmeyi sağlayan,
birleşiminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.hempa * Kötü işlerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş, omuzdaş. hemşehri * Aynı ilden olan kimse, memleketli.
* Arkadaş, ahbap anlamında bir seslenme sözü olarak kullanılır.hemşehrilik * Hemşehri olma durumu. hemşire * Kız kardeş, bacı.
* Diplomalıhasta bakıcıkadın.hemşirelik * Kız kardeşlik.
* Hasta bakıcılık.hemşirezade * Kız kardeşin çocuğu. hemze * Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapışmasısonucu havanın akışını birdenbire engellemesiyle oluşan ve bir
kesinti izlenimi veren ünsüz.hemzemin * Aynıdüzeyde olan. hemzemin geçit * Kara yoluyla aynıdüzeyde olan tren yolu geçidi. hendek * Geçmeye engel olacak biçimde uzunlamasına kazılmışderin çukur. hendese * Geometri. hendesî * Geometrik. hengâm * Hengâme. hengâme * Patırtı, gürültü, kavga. hentbol * Yedişer kişilik iki takımın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesasına dayanan bir spor türü,
el topu.hentbolcu * Hentbol oynayan kimse. henüz * (olumlu cümlelerde) Az önce, daha şimdi, yeni.
* (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.hep * Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
* Sürekli olarak, her zaman, daima.
* (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir şeyi oluşturan parçaların bütününü anlatır.hep beraber * Birlikte. hep bir ağız olmak * söz birliği etmek, anlaşarak bir konuda aynışeyleri söylemek. hep bir ağızdan * aynıanda pek çok kişi aynışeyi (söyleyerek, konuşarak). hep birden * Toplu olarak. hepatit * Sarılık. hepatoloji * Karaciğerin anotomisini, fizyolojisini ve hastalıklarını inceleyen bilim dalı. hepçil * Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen. hepimiz * Bkz. hep. hepiniz * Bkz. hep. heple hiç ilkesi * tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargının, o tür veya cinsin bütün
bireyleri için doğru olması ilkesi.hepsi * Bütünü, tamamı, tümü, cümlesi, hep. hepsi hepsi * Tamamen, tam tamına. hepten * Tamamıyla, büsbütün. hepyek * Tavla oyununda zarların tek benekli yönlerinin üste gelmesi. her * Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, “…-in hepsi” anlamını verir. her aşın kaşığı * her şeye karışan, her şeye burnunu sokan. her biri * Ayrıayrıhepsi. her boyaya girip çıkmak * çeşitli işlerde kısa süre de olsa çalışmışolmak. her boyayı boyadı bir fıstıkî yeşil (mi) kaldı? * yapılması gereken bir şey varken, önemsiz, zorunlu olmayan şeylerle ilgilenildiğinde söylenir.