kaligrafi | * Harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatı, güzel yazısanatı, hüsnühat. |
kaliko | * Pamuk iplikleriyle yapılan ilk cilt bezi. |
kalinis | * Bir tür yağmur kuşu, su tavuğu. |
kalinos | * Levreğe benzer bir balık. |
kalipso | * Jamaika’dan yayılmış, iki zamanlı bir dans. * Bu dansın müziği. |
kaliptra | * Kökün büyüme bölgesinin üzerini örten yüksük şeklindeki koruyucu doku. |
kalite | * Bir şeyin iyi veya kötü olma özelliği, nitelik. * (Fransızcada kullanılmaz) Üstün nitelikli. |
kalite çemberleri | * Bir işyerinde işin daha etkili ve verimli yapılabilmesi için, bilgi akışının hızlanması, bilgi paylaşımının artmasısâyesinde, gönüllülerin ekipler oluşturması. |
kalite kontrolü | * Her türlü malın üretiminin başlangıcından mal çıkışına kadar nitelik ve özelliğinin belirlenmesi için yapılan analiz ve denetim. |
kalite riski | * Alıcının, varışyerine gelen malının kalitesi için yüklendiği riziko. |
kaliteli | * Nitelikli. |
kalitesiz | * Niteliksiz. |
kalitesizlik | * Niteliksizlik. |
kalk borusu | * Bir kıtayıveya bir gemideki tayfalarıuyandırmak için belirli saatte boru ile verilen işaret. |
kalkan | * Oktan veya kılıçtan korunmak için savaşçıların kullandığıkorunmalık. * Toplum olaylarında güvenlik görevlilerinin çeşitli saldırıaraçlarından kendilerini ve başkalarınıkorumak için kullandıkları, özel olarak yapılmışkorumalık. * Koruyucu. |
kalkan | * Yan yüzergillerden, büyük, yassı, derisi düğme veya çivi denilen birtakım sivri kemiklerle örtülü, beyaz etli balık (Scophtalmus maximus). |
kalkan balığı | * Kalkan. |
kalkan balığı giller | * Denizlerin kumlu, çamurlu diplerinde yaşayan, yassı bedenli, kemikli balıklar familyası. |
kalkan bezi | * Gırtlağın ön ve alt bölümünde bulunan, salgısınıkana veren, çok damarlı, önemli bir bez, tiroit. |
kalkan böcekleri | * Bir çok türü, tarım ve orman bitkilerinde asalak olarak yaşayan, kın kanatlarıkalkanımsı böcekler familyası. |
kalkancık | * Tohum içerisinde embriyonu besi dokuya bağlayan, onu besin deposundan ayıran ve besin maddelerini absorbe ederek embriyona veren zar gibi ince ve kalkan şeklinde bir parça. |
kalker | * Kireç taşı. |
kalkerleşme | * Kalkerleşmek işi. |
kalkerleşmek | * (toprak) Kireçlenmek. |
kalkerli | * Birleşiminde kireç taşı bulunan. |
kalkersiz | * Birleşiminde kireç taşı bulunmayan. |
kalkık | * Düzeyine göre yüksekte olan. * Kabararak yerinden ayrılmış. * Dik durumda, ucu yukarıdoğru olan. |
kalkıklık | * Kalkık olma durumu. |
kalkındırma | * Kalkındırmak işi. |
kalkındırmak | * Kalkınmasını sağlamak, kalkınmasına yol açmak. |
kalkınış | * Kalkınmak işi veya biçimi. |
kalkınma | * Kalkınmak işi. * İyileşme, şifa bulma. |
kalkınma hızı | * Belirli iki tarih arasında ekonomide büyüme veya gelişme durumu. |
kalkınmak | * Durumunu düzeltmek, aşamalı bir biçimde gelişmek, ilerlemek. |
kalkıp kalkıp oturmak | * öfkesini vücut kımıldanışlarıyla belli etmek. |
kalkış | * Kalkmak işi veya biçimi. |
kalkışa geçmek | * (uçak) havalanmak için pistten ayrılmak. |
kalkışılma | * Kalkışılmak durumu. |
kalkışılmak | * Kalkışmak işine konu olmak. |
kalkışma | * Kalkışmak işi. * İsyan, ayaklanma, kıyam. |
kalkışmak | * Yetenek, imkân ve gücü aşan bir işe girişmek. * Girişmek, başlamak. |
kalkma | * Kalkmak işi. |
kalkmak | * Oturuşdurumundan dik duruma gelmek, doğrulmak. * Uyanarak yataktan ayrılmak. * Gitmek üzere yerinden ayrılmak. * Yukarıdoğru yükselmek. * (taşıtlar için) Yola çıkmak. * Uçmak. * Yerinden ayrılıp yol almaya başlamak. * (hayvan) İki art ayağıüzerinde dik durum almak. * Kabarmak, ayrılmak. * (kapak, örtü) Kaldırılmak, alınmak. * Derlenip götürülmek. * İyileşerek gezecek duruma gelmek. * Varlığı, hayatıson bulmak. * Yok olmak, artık bulunmamak. * Girişmek, başlamak, davranmak, yeltenmek. * Geçerli olmamak, geçerliğini yitirmek, geçmez olmak. * Uygulanmaz olmak. * Güncelliğini yitirmek. * Geçmek. * Başka yere gitmek, taşınmak. * Ayakta beklemek. |
kalkojen | * Periyodik dizgede, altıncı gruptaki oksijen, kükürt, selenyum, tellür, polonyum elementlerinin genel adı. |
kalkolitik | * Bakırın kullanılmaya başlamasıyla nitelenen (tarih öncesi dönem). |
kallavi | * Vezir ve sadrazamların giydikleri bir çeşit kavuk. * Çok iri, kocaman. |
kallavi fincan | * İri, kulpsuz fincan. |
kallem | * “Allem etmek, kallem etmek” sözünde geçer. |
kalleş | * Sözünde durmayıp bir işin yüzüstü kalmasına yol açan; birine gizlice kötülük eden. |
kalleşçe | * Kalleşe yaraşır (biçimde). |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 21
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 19
kalemkârlık * Kalemkâr olma durumu veya sanatı. kalemlik * Kalem koyacağı, kalem kutusu. kalemşor * Yazılarıyla sürekli olarak başkalarına saldıran yazar. kalemtıraş * Kamışkalemleri açmak için kullanılan, uzun saplıküçük bıçak.
* Kurşun kalemlerin ucunu açmak için kullanılan türlü biçimlerdeki keski.kalender * Gösterişsiz, sade yaşamaktan yana olan, alçak gönüllü (kimse), ehlidil, rint.
* Özensiz giyinmiş, kılıksız.
* (kâğıtçılıkta) Aslında yalnız birisi tahrikli üst üste konulmuş belirli sayıda silindirden meydana gelen ve
düzgün yüzeyli kâğıt üretmek için kullanılan bir makine.kalenderce * Kalendere yakışır (bir biçimde). kalenderî * Bir halk şiiri türü.
* Bu şiirin, halk şairlerince yapılmış bestesi.Kalenderiye * Dünya malına, gösterişe önem vermeyen bir İslâm tarikatı. kalenderleşme * Kalenderleşmek işi. kalenderleşmek * Kalenderce davranmak veya yaşamak. kalenderlik * Kalender olma durumu. kalensöve * Sivri tepeli külâh.
* Bitkilerde kökün ucunu örten koruyucu bölüm, yüksük.kaleska * Dört tekerlekli, hafif, bir tür gezinti arabası. kalevî * Alkalik, antiasit. kalevra * Bkz. kalavra. kaleydoskop * Bir ucu buzlu camla kapatılan, metal veya mukavvadan bir boru içine yerleştirilmişaynaların aracılığıyla,
boru içine konulmuşrenkli küçük cisimlerin ve görüntülerin oluşturduğu çeşitli biçimleri gösteren araç, çiçek
dürbünü.kaleyi içinden fethetmek * davasınıkarşıtaraftan birinin yardımıyla kazanmak. kalfa * Aşamasıçırakla usta arasında bulunan zanaatçı.
* Ustalıktan yetişme mimar yardımcısı.
* Saraylarda ve büyük konaklarda halayıkların başında bulunan kadın.
* İlkokullarda hoca yardımcısı.
* Çocuklarıevlerinden alarak okula, okuldan evlerine götüren kimse.kalfalık * Kalfa olma durumu veya kalfanın işi.
* Kalfa ücreti.kalgıma * Kalgımak işi. kalgımak * Sıçramak, fırlamak, şaha kalkmak.
* Öfkeyle kalkmak.
* Çapkınlık, serserilik yapmak.kalhane * Kal işi yapılan yer. kalı ba dökmek * dökmecilikte erimişmadeni kalı bın içine akıtmak. kalı ba vurmak * biçimi bozulmuş bir şeyi düzeltmek için kalı ba geçirmek. kalı bıdeğiştirmek (veya dinlendirmek) * ölmek. kalı bıkıyafeti yerinde * görünüşü gösterişli olan kimse. kalı bını basmak * bir şeyi güvenle doğrulamak. kalı bının adamı olmamak * görünüşünden beklendiği gibi olmamak. kalıcı * Sürekli, daimi, geçici karşıtı.
* Her zaman geçerliğini sürdürecek olan.
* Bir süre için belli bir yerde kalan, mihman.kalıcıruj * Uzun süre dayanıklılığınıkoruyan ruj. kalıcılık * Kalıcı olma durumu.
* Mıknatıslayan etki kalktıktan sonra da mıknatıs olarak kalabilen cisimlerin özelliği.
* Tözün kendi bağımsızlığı içinde var olma biçimi, tözün var oluşunu sürdürmesi ilkesi, ayrılmazlık karşıtı.kalıç * Orak. kalık * Kalmış, artmış, eskimiş.
* Evlenme çağı geçmiş, evde kalmış(kız).kalıklık * Eksiklik, noksanlık. kalım * Kalmak işi.
* Bkz. Ölüm kalım.kalımlı * Kalıcı, yok olmayan, ölümsüz, zevalsiz, bakî, payidar. kalımlılık * Kalımlı olma durumu. kalımsız * Kalımlı olmayan, kalıcı olmayan, yok olacak, fanî. kalın * (cisimlerde) Uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyutu çok olan, ince karşıtı.
* Enli ve gür.
* Düzlem biçimindeki şeylerde, iki yüz arasındaki uzaklık kendi cinsindekilere göre çok olan.
* Yoğun, akıcılığı az olan.
* Etli, dolgun.
* (ses için) Gür.kalın * Gelin olacak kıza verilen para veya armağan, ağırlık. kalın * Mayalıhamurun parçalara ayrılıp ve tandırda pişirilmesiyle elde edilen ekmek türü. kalın bağırsak * Sindirim borusunun ince bağırsaktan anüse kadar ortalama 1,5 m uzunluğundaki bölümü. kalın kafa * Budala, aptal, anlayışsız. kalın kafalı * Geç veya güç anlayan, gabi. kalın kafalılık * Kalın kafalı olma durumu. kalın ses * Titreşim sayısıaz olan. kalın ünlü * Dilin geri çekilmesiyle art damakta oluşan ünlü: a, ı, o, u. kalın yağ * Ham petrolden elde edilen, makinelerin hareketli bölümlerini yağlamakta kullanılan yoğun yağ, ağır yağ. kalınca * Kalına yakın. kalınlaşma * Kalınlaşmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 20
kalınlaşmak * Kalın duruma gelmek. kalınlaştırma * Kalınlaştırmak işi veya durumu. kalınlaştırmak * Kalın duruma getirmek. kalınlatma * Kalınlatmak işi. kalınlatmak * Kalınlaştırmak. kalınlık * Kalın olma durumu.
* (cisimler için) Uzunluk ve genişlik dışında üçüncü boyut.kalınma * Kalınmak işi veya durumu. kalınmak * (bir kimse için) Kalmak. kalıntı * Artıp kalan şey, bakiye.
* Bir kentten veya mimarlık eserinden artakalan bölüm, yıkıntı, harabe, enkaz.
* İz, işaret.
* Bir toplum, kültür, uygarlık vb.den artakalan şey.kalıp * Bir şeye biçim vermeye veya eski biçimini korumaya yarayan araç.
* Genellikle küp biçiminde bir kalı ba dökülerek yapılmışolan.
* Biçki modeli, patron.
* Belirli bir biçim.
* Gösterişli görünüş.
* Biçim, durum.kalıp gibi * durumunu bozmadan. kalıp gibi oturmak * (giysi) vücuda tam uymak. kalıp gibi serilmek * (yorgunluktan) upuzun yatmak. kalıp gibi uyumak * kımıldamadan uzun ve derin bir uyku uyumak. kalıp kesilmek * olduğu gibi kalmak. kalıp kıyafet * Dışgörünüş. kalıp sigarası * Sigara sarma makinesinden çıkmışsigara. kalıpçı * Kalıp yapan veya satan kimse.
* Görevi herhangi bir şeyi kalı ba vurmak olan kimse.
* (yapı işlerinde) Beton kalıplarınıyapan kimse.kalıpçılık * Kalıpçının yaptığı iş. kalıplama * Kalıplamak işi. kalıplamak * Biçimi bozulmuş bir şeyi düzeltmek için kalı ba geçirmek, kalı ba vurmak. kalıplanma * Kalıplanmak işi. kalıplanmak * Belli bir kalıp verilmek, kalı ba vurulmak. kalıplaşma * Kalıplaşmak işi. kalıplaşmak * Belli bir biçim almak, klişeleşmek.
* Görevini yitirmek: birisi, hepisi kelimelerindeki -i iyelik eki kalıplaşmıştır.kalıplaşmış * Durumunu sürdüren, belli bir durumun dışına çıkmayan. kalıplatma * Kalıplatmak işi. kalıplatmak * Kalı ba vurdurmak. kalıplı * Kalıplanmışolan.
* Düzgün, biçimli.kalıplıkıyafetli * Gösterişli, bakımlı. kalıpsız * Kalıplanmışolan.
* Biçimsiz, düzgün olmayan.kalıpsız kıyafetsiz * Gösterişsiz, bakımsız. kalıptan kalı ba girmek * çıkar sağlamak için her duruma uymak. kalır yeri yok * ayrımsız, farksız. kalış * Kalmak işi veya biçimi. kalıt * Ölen bir kimseden yakınlarına geçen mal veya mülk, miras.
* Kalıtım yoluyla geçmişolan şey.
* Görenekler yoluyla yerleşmişolan tutum veya davranış biçimi.kalıtçı * Bir kalıttan yasalar gereğince yararlanan kimse, mirasçı, varis, muris. kalıtım * Çevre etkileriyle köklü olarak değiştirilemediğine inanılan özelliklerin, döllenme sırasında, dişi ve erkeğin
kromozomlarıyoluyla bir kuşaktan ötekine geçmesi, soya çekim, irsiyet, veraset.kalıtım bilimi * Bitki, hayvan ve insanların kalıtım olaylarını inceleyen bilim, genetik. kalıtımsal * Soydan geçme, soydan kalma, kalıtımla ilgili, ırsî. kalıtsal * Kalıtımsal, ırsî. kalıtsallık * Kalıtsal olma durumu. kaliborit * Hidratlıdoğal sodyum ve magnezyum boratı. kalibraj * Ayarlama. kalibrasyon * Ölçü, ayar. kalibrasyon testi * Doğru ölçüm için yapılan, uygulama veya işlem. kalibre * Mermilerde, ateşli silâhlarda çap. kalifiye * Bir şeyi yapabilme niteliğini ve ustalığınıkazanmışolan, nitelikli. kalifiye işçi * İstenilen nitelikleri taşıyan, iyi yetişmişusta işçi, nitelikli işçi, vasıflı isçi. kaliforniyum * Atom numarası98, atom ağırlığı244 olan, aktinit grubundan yapay bir radyoaktif element. KısaltmasıCf. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 15
kaklık * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi. kakma * Kakmak işi.
* Ağaç üzerinde veya diğer ahşap malzemede, mobilyada, belirlenmişdesen ve çizimlere göre oyulmuş
yuvalara gümüş, sedef gibi süs maddeleri kakılıp oturtularak yapılan.kakma aşı * Tepesi düzgün şekilde kesilmişağacın bir kenarında açılan üçgen biçimindeki yarığa, ucu aynışekilde
yontulmuşkalemin yerleştirilip aşı bağı ile bağlanmasıve aşımacunu ile örtülmesi şeklinde uygulanan bir kalem aşısı.kakmacı * Kakma işleri yapan usta. kakmacılık * Kakmacı olma durumu.
* Kakmacının işi ve sanatı.kakmak * İtmek, vurmak.
* Kakma yapmak.
* Vurarak dar bir yere sokmak.kakmalı * Üzerinde kakma işi bulunan. kaknem * Çirkin, huysuz.
* Kuru, sıska.kakofoni * Kakışma, tenafür. kaktüs * Kaktüsgillerden, yapraklarıyayvan ve dikenli, güzel, parlak renkte çiçekler açan bir bitki, atlas çiçeği
(Cactus).kaktüsgiller * İki çelenklilerden, sıcak ve kurak ülkelerde yetişen, gövdesi, yapraklarıetli ve dikenli bir bitki familyası,
atlas çiçeğigiller.kakule * Zencefilgillerden, sıcak iklimlerde yetişen ıtırlı bir bitki (Elettaria cardamomum).
* Bu bitkinin bahar olarak kullanılan tohumu.kakuleli * İçine kakule katılmış. kakum * Bkz. kakım. kâkül * Alnın üzerine düşen kısa kesilmişsaç, perçem. kâküllü * Kâkülü olan. kal * Bir alaşımdaki madenlerin erime derecesi farkından yararlanarak bunları birbirinden ayırma işlemi. kal * Söz, lâkırdı, lâf. kala * (uzaklık veya herhangi bir saat başı için) Kalarak. kala kala * Bütünü, olup olacağı, en sonunda. kalaazar * Malta humması. kalaba * Kalabalık. kalabalık * Çok sayıda insan topluluğu.
* Gereksiz, karışık seyler topluluğu.
* Sayıca çok.kalabalık ağızlı * Geveze, bilir bilmez konuşan. kalabalık etmek * gereksiz olarak yer doldurmak. kalabalıkça * Biraz kalabalık. kalabalıklaşma * Kalabalıklaşmak işi. kalabalıklaşmak * Kalabalık duruma gelmek. kalafat * Geminin kaplama tahtalarıarasınıüstüpü ile doldurup ziftleyerek su geçirmez duruma getirme işi.
* Aşağısıdar, yukarısı geniş bir çeşit yeniçeri başlığı.
* Osmanlıİmparatorluğunda vezir veya yüksek mevkide devlet adamlarının giydikleri bir başlık.
* Onarma, tamir etme.kalafat yeri * Gemi ve kayıkların onarıldığıyer. kalafata çekmek * gemiyi onarmak için karaya çekmek.
* azarlamak, paylamak.kalafatçı * Gemi ve kayıklarıkalafat eden kimse. kalafatçılar * Tersane halkını oluşturan bölüklerden her biri. kalafatçılık * Kalafat yapma işi. kalafatlama * Kalafatlamak işi. kalafatlamak * Geminin kaplamasınıkalafatla onarmak.
* Onarılmak, çeki düzen verilmek.kalafatlanma * Kalafatlanmak işi. kalafatlanmak * Kalafatlanmak işi yapılmak. kalafatsız * Kalafatıçıkmış. kalak * Burun, burun ucu.
* Gelin tacı.
* Tezek yığını.kalakalma * Kalakalmak işi. kalakalmak * Bir şey veya durum karşısında şaşırmak.
* Güç durumda kalmak.kalamar * Mürekkep balığının bir türü (Loligo vulgaris). kalamata * Bir tür etli ve büyük zeytin. kalamin * Doğada az bulunan, güç işlenen, hidratlıçinko silikat.
* Havada, yüksek ısıda işlenen metal parçaların yüzeyinde oluşan oksit katmanı.kalamit * Amfibol cinsinden bir mineral türü.
* İlk Çağağaç taşılı.kalan * Kalmak işini yapan.
* Artan, mütebaki.
* Bir çıkarmanın sonucu.
* Bölme işleminde bölünenden artan sayı.kalandır * Dokunmuşkumaşve bezleri buhar altında veya belli bir ısıda silindir arasından geçirerek ütüleme,
parlatma, istenilen boy ve ene göre çektirip germe.kalandır makinesi * Kalandır işini yapan makine. kalandırcı * Kalandır işini makine aracılığıyla yapan kimse. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 16
kalanlı bölme * Bölünenden artanın, sıfırdan farklı bir sayı olduğu bölme işlemi. kalantor * Gösterişi seven, varlıklı(kimse). kalantorca * Kalantor gibi, kalantora uygun düşen biçimde. kalantorluk * Kalantor olma durumu. kalas * Kalın biçilmişuzun tahta.
* Ahşap yapılarda kirişolarak kullanılan kalın biçilmişuzun tahta.
* Kaba, anlayışsız, kereste.kalas gibi * kaba, kibar veya nazik olmayan, incelikten yoksun olarak. kalastra * Gemilerde cankurtaran filikalarını oturtmak için güvertelere konulan sehpa. kalavra * Ölçeksiz ayakkabı, yemeni.
* Deriden yapılmışeşya.kalavrahane * Kundura atölyesi. kalay * Atom numarası50, atom ağırlığı118,7 olan, gümüş beyazlığında 232°C’ de eriyen, 7,29 yoğunluğunda,
kolay işlenebilen, yumuşak bir element. KısaltmasıSn.
* Kalaylanmış bir kabın üzerindeki alaşım tabakası.
* (insan için) Aldatıcı görünüş.
* Sövme, küfür.kalay balık * Balık avlamada oltanın ucuna yerleştirilen madde. kalaycı * Kap kalaylayan kimse.
* Üstünkörü işyapan, sahtekâr.kalaycılık * Kalaycının işi.
* Sahtekârlık.kalaydan çıkmak * kalaylanmak. kalayhane * Kalaycının çalıştığıyer.
* Kalay işlerinin yapıldığıyer.kalayı basmak * adamakıllıküfretmek. kalaylama * Kalaylamak işi. kalaylamak * Oksitlenmeden korumak için bir metal parçasınıveya kabıkalay tabakası ile kaplamak.
* Eksiklikleri, kusurları görünüşte gizlemeye çalışmak.
* Çok sövmek.kalaylanma * Kalaylanmak işi. kalaylanmak * Kalaylanmak işi yapılmak veya kalaylamak işine konu olmak. kalaylatma * Kalaylatmak işi. kalaylatmak * Kalaylamak işini yaptırmak. kalaylı * Kalaylanmış(kap).
* İçinde kalay bulunan.
* Gösterişi ve süsü yapay olan.kalaysız * Kalaylanmamış(kap).
* Kalayıkalmamış(kap).
* İçinde kalay bulunmayan.kalbe doğmak * Bkz. içine doğmak.
* kalbine doğmak.kalbe dokunmak * acıveya üzüntü vermek. kalbe işlemek * derin üzüntü uyandırmak. kalben * İçten, gönülden olarak, yürekten. kalbî * İçten, yürekten, gönülden (gelen). kalbi ağzına gelmek * çok heyecanlanmak, korkmak, endişelenmek.
* yüreği ağzına gelmek.kalbi çarpmak * kalbi çok vurmak.
* çok heyecanlanmak.
* yüreği çarpmak.kalbi dayanmamak * aşırıheyecan, üzüntü, yorgunluk veya herhangi bir hastalık yüzünden kalbi durmak, ölmek.
* yüreği dayanmamak.kalbi ferahlamak * yüreği ferahlamak. kalbi kararmak * inancınıkaybetmek.
* yüreği kararmak.kalbi kırık * Üzgün, ümitsiz. kalbi parçalanmak * çok üzülmek, yüreği parçalanmak. kalbi sızlamak * üzüntü duymak, acımak, yüreği sızlamak. kalbi temiz * Kötü niyeti ve düşüncesi olmayan. kalbi yerinden oynamak * heyecanlanmak, yüreği yerinden oynamak. kalbi yıkmak kolay, yapmak zordur * insanlarıkırmak ve üzmek, mutlu etmekten daha kolaydır. kalbi yırtılmak * acıduymak. kalbine doğmak * içine doğmak. kalbine girmek * sevgisini kazanmak. kalbine göre * başkaları için beslediği duygulara göre. kalbini açmak * duygularını, düşüncelerini açık açık birine söylemek; içini dökmek. kalbini çalmak * sevgisini kazanmak, kendine âşık etmek. kalbini doldurmak * yüreğini sevgiyle ısıtmak. kalbini eritmek * merhametini çekmek, yumuşatmak. kalbini kazanmak * kalp kazanmak. kalbini kırmak * üzmek, incitmek, kalp kırmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 17
kalbini okumak * birinin duygu ve düşüncelerini, niyetini anlamak. kalbiyle konuşmak * düşüncelerini, duygu ağırlıklı bir biçimde anlatmak. kalbur * Tahıl ve başka iri taneli maddeleri elemek için kullanılan büyük delikli veya seyrek telli elek. kalbur gibi * delikleri olan, delik deşik. kalbur kemiği * Alın kemiğinin arkasında, kalbur gibi küçük delikleri olan, kafa tasının alt ve ön bölümünü oluşturan
kemik.kalbura çevirmek * delik deşik etmek. kalbura dönmek * delik deşik olmak. kalburabastı * Beze biçimine getirilmişhamur parçasının yassılaştırılıp ortasına ceviz içi ve yağkonmasıyla fırında
pişirilen ve piştikten sonra üzerine soğuk şeker şerbeti dökülen bir tatlıtürü.kalburcu * Kalbur yapan veya satan kimse.
* İşi, bir şeyi kalburdan geçirmek olan kimse.kalburculuk * Kalburcunun işi. kalburdan geçirmek * kalbur yardımıyla ayırmak, elemek. kalburla su taşımak * verimsiz, sonuçsuz bir işle uğraşmak. kalburlama * Kalburlamak işi. kalburlamak * Kalburdan geçirmek. kalburlanma * Kalburlanmak işi. kalburlanmak * Kalburdan geçirilmek. kalburlatma * Kalburlatmak işi. kalburlatmak * Kalburdan geçirtmek. kalburüstü * Seçkin, sivrilmiş.
* Değerli, güzel, başarılı.kalburüstüne gelmek (veya kalburüstü kalmak) * benzerleri arasında sivrilmişolmak, seçkin duruma gelmek. kalcı * Kal işi yapan kimse. kalça * Vücudun bacakla böğür arasındaki iki yana doğru çıkıntılı bölümü. kalça kemiği * Yassı, geniş, girintisi ve çıkıntısıçok olan, leğen veya kemik çatının ön ve yan bölümlerini oluşturan bir çift
kemik, oma.kalçalı * Kalçası olan.
* Kalçası genişolan.kalçalık * Davulcuların, davulun sürtünmesine karşı giysilerini korumak amacıyla sol kalçalarına koyduklarıderi
parçası.kalçasız * Kalçası olmayan.
* Kalçasıdar olan.kalçete * Elle örülerek yapılan yassıhalat. kalçın * Üstüne başka bir şey giyilmek için abadan veya meşinden yapılan çizme biçiminde ayak giysisi. kalçıncı * Kalçın yapan veya satan kimse. kaldıki * Bundan başka, bununla birlikte. kaldıraç * Az bir güç ile büyük bir yükü kaldırmaya yarayan, bir dayanma noktasıüzerinde hareket edebilen, inip
kalkabilen sert çubuk, manivelâ.kaldıran * Kaldırmak işini yapan.
* Bazı organlarıyukarıya doğru kımıldatan kaslara verilen ad.kaldırıcı * Ağır bir yükü kaldırmak veya çok kısa mesafelerde yerini değiştirmek için kullanılan araç, kriko. kaldırılış * Kaldırılmak işi veya biçimi. kaldırılma * Kaldırılmak işi. kaldırılmak * Kaldırmak işi yapılmak. kaldırım * Yollarda taşlarla yapılan döşeme.
* Yaya kaldırımı, trotuvar.kaldırım çiğnemek * şehirde yaşayarak görgüsü artmak. kaldırım işçisi * Kum, çimento veya hazırlanmışyataklar üzerine parke taşı, beton blok, tuğla veya bordür taşıdöşeyen
kimse, kaldırımcı.kaldırım kabadayılığı * Adî ve basit, seviyesiz, yersiz veya gereksiz güç gösterisi. kaldırım kabadayısı * Basit, seviyesiz veya ucuz kahramanlık gösterisinde bulunan kimse. kaldırım mühendisi * İşsiz güçsüz sokaklarda dolaşan kimse. kaldırım süpürgesi * Sürtük. kaldırım taşı * Kaldırım döşemeye elverişli olan sert bir taştürü. kaldırım yosması * Kaldırım süpürgesi. kaldırıma düşmek * önemini, değerini yitirmek.
* ucuz fiyatla sokakta satışa çıkarılmak.kaldırımcı * Kaldırım döşeyen kimse.
* Dolandırıcı, yankesici.kaldırımcılık * Kaldırım döşeme işi.
* Dolandırıcılık, yankesicilik.kaldırımlarıarşınlamak * işsiz güçsüz dolaşmak. kaldırımlı * Kaldırımı olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 18
kaldırımsı * Oluşu, kaldırım görünüşünü andıran (doku). kaldırımsız * Kaldırımı olmayan. kaldırış * Kaldırmak işi veya biçimi. kaldırma * Kaldırmak işi. kaldırma kolcusu * Haddelenmekte olan sıcak metali gelberi ile kaldırıp paso makinesine girişi sağlayan kimse. kaldırmak * Bulunduğu yerden almak.
* Yukarıdoğru hareket ettirmek.
* Yükseltmek.
* (ürün için) Toplamak, taşımak.
* Çekmek, taşımak.
* Katlanmak, tahammül etmek.
* Uygun gelmek, götürmek, yakışmak.
* Bir kuruluşun çalışmasına son vermek, feshetmek, lâğvetmek.
* Hastayıhastahaneye yatırmak.
* (ölü için) Gerekli töreni yaparak gömmek.
* Çalmak, aşırmak.
* Alıp başka yere götürmek; toplamak.
* Uyandırmak.
* Piyasadan çekmek.
* Elin ulaşamayacağıyere koymak; saklamak.
* Kaçırmak.
* İyi etmek, iyileştirmek.
* Bir şeyden çokça satın almak.
* Tayin etmek, atamak.
* Yok etmek, ortadan silmek.kaldırtma * Kaldırtmak işi. kaldırtmak * Kaldırmak işini yaptırmak. kale * Düşmanın gelmesi beklenebilen yollar üzerinde, askerî önem taşıyan şehirlerde, geçit ve dar boğazlarda
güvenliği sağlamak için yapılan kalın duvarlı, burçlu, mazgallıyapı.
* Genellikle bir düşüncenin savunulduğu, sürdürüldüğü yer.
* Takımla oynanan bazıtop oyunlarında topun sokulmasına çalışılan yer.
* Satranç tahtasının dört köşesine dikilen, tahtanın bir tarafından diğer tarafına kadar düz olarak boş
hanelerde gidebilen kale biçiminde taş.kale almamak * önem vermemek, hesaba katmamak, ilgisiz kalmak, sözünü etmeye değer bulmamak. kale bedeni * Kalenin burçlarıarasında yer alan üstü mazgal ve siperlerle örülmüşkalın duvar. kale çizgisi * Futbol vb. top oyunlarında, oyun alanının sınırlarını gösteren ve kale hizasında olan çizgi. kale gibi * çok büyük, sağlam (yapı).
* kendisine güvenilen güçlü (kimse).kale vuruşu * Futbolda topun karşıtakım oyuncularıtarafından kale çizgisi dışına çıkarılmasısonunda, genellikle kaleci
aracılığıyla oyuna yeniden başlanması için yapılan atış.kalebent * Kale dışına çıkmamaya hüküm giyen suçlu. kalebent etmek * suçluluğu yüzünden mahkûm etmek. kalebentlik * Kalebent olma durumu. kaleci * Bazı oyunlarda kalenin önünde duran, topun kaleye girmesini önlemekle görevli oyuncu. kaleci eldiveni * Top tutmayıkolaylaştıran kalın eldiven. kalecilik * Kaleci olma durumu veya kalecinin görevi. kalem * Yazmak, çizmek gibi işlerde kullanılan çeşitli biçimlerde araç.
* Resmî kuruluşlarda yazı işlerinin görüldüğü yer.
* Yontma işlerinde kullanılan ucu sivri veya keskin araç.
* Çeşit.
* (bazıdeyimlerde) Yazı.
* Yazar.kalem açacağı * Kurşun kalemlerin ucunu açmaya yarayan araç, kalemtıraş. kalem açmak * kalemin ucunu yontup kullanılabilecek bir duruma getirmek. kalem aşısı * Ucu kalem gibi kesilmişçubukla yapılan ağaç aşısı. kalem beyi * Kalem efendisinden daha üst görevli. kalem çekmek * gereksiz olduğunu belirtmek için üstünü çizmek. kalem efendisi * Kalemde çalışan görevli yazman, kâtip. kalem erbabı * Yazar. kalem işi * Elle yontularak veya çizilerek işlenmiş. kalem kaşlı * İnce ve düzgün kaşlı. kalem kavgası * Yazılarıyla birbirine sataşma, polemik. kalem kömürü * İyi cins mangal kömürü. kalem kulaklı * Kulaklarıdik ve düzgün (at, geyik, vb.). kalem kutusu * İçinde kalem bulunan küçük kutu. kalem oynatmak * yazıyazmak.
* bir yazıyıdüzeltmek.
* bir yazıda değişiklik yapmak.kalem parmaklı * Parmaklarıuzunca, düzgün ve buruşuksuz. kalem pil * İnce, uzun ve küçük pil. kalem sahibi * İyi yazıyazabilen, edip. kalem şuarası * Divan şiiri tarzından etkilenen okur yazar halk şairi. kalembek * Bir cins kokulu sandal ağacı, yalancıöd ağacı.
* Bir cins mısır.kaleme (veya kaleme kâğıda) sarılmak * hemen yazmaya başlamak. kaleme almak * (bir konuyu) yazıdurumuna getirmek, yazıyla anlatmak. kaleme gelir * yazılabilir veya anlatılabilir. kaleme gelmemek * yazılır veya anlatılır gibi olmamak. kalemi olmak * herhangi bir nitelikte yazıyazabilmek. kaleminden çıkmak * herhangi biri tarafından yazılmak. kaleminden kan damlamak * yazılarıacıve dokunaklı olmak.
* etkili yazmak.kalemis * Bir tür misk faresi (Civet tictis). kalemiyle yaşamak (veya geçinmek) * geçimini yazılarıyla sağlamak. kalemkâr * Tavan ve duvarlara kabartma gibi görünen resimler yapan sanatçı. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 12
kâğıt oyunu * İskambil kâğıdı ile oynanan oyun. kâğıt torba * Ambalâjlamada kullanılan, gerektiğinde özel makinelerde dikilerek hazırlanan ve kâğıttan yapılan torba. kâğıt üzerinde (üstünde) kalmak * yapılmasıdüşünülmüşolduğu hâlde yapılmamak. kâğıtçı * Kâğıt yapan kimse.
* Kâğıt ve yazı gereçleri satan kimse.kâğıtçılık * Kâğıtçı olma durumu.
* Kâğıt sanayii.kâğıtlama * Kâğıtlamak işi. kâğıtlamak * Kâğıtla kaplamak, kâğıt yapıştırmak. kâğıtlanma * Kâğıtlanmak işi. kâğıtlanmak * Kâğıtla kaplanmak. kâğıtlı * Kâğıdı olan. kâğıtlık * El altında bulundurulacak kâğıtlarıkoymaya yarayan, gözlere ayrılmış bir çeşit kutu.
* Kâğıt yapmaya uygun olan.kâğıtsı * Kâğıda benzer, kâğıt görünüşünde. kağnı * İki tekerlekli, tekerlekleri tek parça, dingili tekerlekle birlikte dönen öküz arabası. kağnı gibi (gitmek) * çok yavaş(gitmek). kağnımazısı * Kağnının iki tekerleğini birbirine bağlayan ve onlarla birlikte dönen, baltayla kabaca yontulmuşkütük. kağşak * Eskimiş, gevşemiş, dağılmaya yüz tutmuş(eşya, yapı). kağşama * Kağşamak işi. kağşamak * Eskimek, dağılmaya yüz tutmak.
* Herhangi bir şey ek yerlerinden ayrılmak, oynamak.
* İhtiyarlamak.
* Zayıflamak, gevşemek, güçsüzleşmek.kâh * Bazen, kimi vakit, bazı bazı, gâh. kahhar * Kahredici, kahreden, yok edici. kahır * Yok etme, ezme, perişan etme, mahvetme.
* Derin üzüntü veya acı, sıkıntı.kahır (veya kahrını) çekememek * birinin huysuzluğuna veya verdiği sıkıntıya katlanamamak. kahır (veya kahrını) çekmek * uzun süre sıkıntıya katlanmak. kahır yüzünden lütfa uğramak * birine kötülük olsun diye yapılan bir iş, tersine onun iyiliğine yardım etmek. kahırlanma * Kahırlanmak işi. kahırlanmak * Çok ve için için üzülmek, kederlenmek. kahırlı * Çok üzüntüsü veya acısı olan. kâhil * Erişkin. kâhillik * Erişkinlik. kâhin * Doğaüstü yollardan gizli, bilinmeyen şeyleri, geleceği bilme iddiasında bulunan kimse. kâhinlik * Kâhin olma durumu veya kâhince söz, kehanet. kahir * Kahredici, zorlayan.
* Baskın gelen, ezen, ezici.kahir ekseriyet * Ezici çoğunluk. kahir kuvvet * Ezici, baskın güç. kahkaha * Gülerken çıkan ses. kahkaha atmak * yüksek sesle gülmek. kahkaha çiçeği * İki çeneklilerden, çoğu kenarlarımavi bir çizgi ile çevrili beyaz, mavi, pembe veya morumsu çiçekler açan,
bir veya çok yıllık, tırmanıcıve otsu bir süs bitkisi, gündüzsefası.kahkahadan kırılmak * çok gülmek. kahkahayı basmak (koparmak veya salıvermek) * kendini tutamayıp yüksek sesle gülmek. kahpe * Orospu.
* Dönek.kahpe dölü * Bkz. kahpenin dölü. kahpe felek * (talih ve kader için) “Rast gelmeyen, yâr olmayan” anlamında kullanılır.
* Kadere ve talihe küskünlüğü anlatmak için kullanılır.kahpece * Kahpe gibi, kahpeye yaraşır (biçimde). kahpecik * Küçük kahpe.
* Oynak, kırıtkan.kahpelenme * Kahpelenmek işi veya durumu. kahpelenmek * Kahpelik etmek, kahpece davranmak. kahpeleşme * Kahpeleşmek işi veya durumu. kahpeleşmek * Kahpece davranmak. kahpelik * Kahpe olma durumu.
* Kahpece davranış.kahpelik etmek * sözünden dönerek birine kötülük etmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 13
kahpenin dölü * Piç, soysuz. kahraman * Savaşta veya tehlikeli bir durumda yararlık gösteren kimse, alp, yiğit.
* Bir olayda önemli yeri olan kimse.
* Olağanüstü yararlıklar göstererek düşmanıyenen komutanlara veya şehirlere devlet tarafından verilen onur
unvanı.
* Roman, hikâye, tiyatro ve benzeri edebiyat türlerinde en önemli kişi.kahramanca * Kahramana yaraşır (bir biçimde), yiğitçe. kahramanlaşma * Kahramanlaşmak işi. kahramanlaşmak * Kahraman durumuna gelmek, yiğitleşmek. kahramanlık * Kahraman olma durumu.
* Kahramanca davranış, yiğitlik.kahretme * Kahretmek işi. kahretmek * Ezmek, perişan etmek.
* Çok üzmek.
* Kendine dert etmek, içlenmek, çok üzülmek.
* İlenmek, beddua etmek.kahreyleme * Kahreylemek işi. kahreylemek * Üzülmesine sebep olmak. kahreyleyiş * Kahreylemek işi veya biçimi. kahrıçekilir * katlanılabilir, katlanmaya değer. kahrıçekilmez * huysuz veya çok sıkıntılı. kahrından ölmek * çok üzülmek.
* aşırıüzüntü, ölümüne sebep olmak.kahrolası * Yok olası, perişan olası(kimse, şey, durum). kahrolma * Kahrolmak işi. kahrolmak * Çok üzülmek, içlenmek. kahrolsun! * “yok olsun; mahvolsun” anlamında ilenme bildirir, yaşasın karşıtı. kahroluş * Kahrolmak işi veya biçimi. kahvaltı * Genellikle sabahlarıve ikindi üstü yenilen hafif yemek.
* Bu biçimde düzenlenmişyemek.kahvaltıetmek * hafif yiyeceklerle karın doyurmak. kahvaltıcı * Otellerde kahvaltı işlerini yapmakla görevli kimse. kahvaltılık * Kahvaltıda yenen (yiyecek). kahve * Sıcak iklimlerde yetişen, kök boyası gillerden bir ağaç (Coffea arabica).
* Bu ağacın meyve çekirdeği.
* Bu çekirdeklerin kavrulup dövülmesiyle, çekilmesiyle elde edilen toz.
* Bu tozla hazırlanan içecek.
* Kahve, çay, ıhlamur, bira, nargile içilen, hafif yiyecekler bulunduran, tavla, domino, bilârdo, kâğıt oyunları
vb. oynanan yer, kahvehane, kafe.kahve ağabeyi * Kahve ağası. kahve ağası * Kahvehane ve benzeri yerlerde sözü geçen ve ağırlığı olan kimse. kahve cezvesi * İçinde kahve pişirilen metal kap. kahve değirmeni * Çekirdek durumundaki kahveyi öğütmeye yarayan, elle veya elektrikle işleyen araç. kahve dibeği * Kahve çekirdekleri dövmek ve çöplerini ayıklamaya yarayan içi oyuk taşveya ağaç kap. kahve dolabı * Kahve kavrulan döner kap. kahve dövücünün hınk deyicisi * Bkz. havan dövücünün hınk deyicisi. kahve falı * Kahve içildikten sonra fincanda kalan telvenin aldığı biçimlere bakarak geleceğe ilişkin tahmin, varsayım
veya görüşleri açıklama.kahve fincanı * Kahve içmeye yarayan kulplu veya kulpsuz küçük kap. kahve kaşığı * Kahve karıştırmak için yapılan ve kullanılan küçük kaşık. kahve makinesi * Kahve çekmek veya öğütmek üzere özel yapılan otomatik makine. kahve ocağı * Kahve, işyeri, han gibi yerlerde kahve vb. pişirilen yer. kahve parası * Bahşiş. kahve tabağı * Kahve fincanının altına konulmak üzere yapılmıştabak. kahve takımı * Cezve, fincan, tabak vb. oluşan takım. kahve tepsisi * Üstünde kahve fincanlarınıvb. ni taşımaya yarayan sapsız, düz, küçük kap. kahveci * Kahve üreten veya satan kimse.
* Kahve işleten veya kahve pişirip satan kimse.kahvecilik * Kahve üretme veya satma işi.
* Kahve pişirme veya kahve işletme işi.kahvehane * Kahve, çay, ıhlamur, bira, nargile içilen, tavla, domino, bilârdo, kâğıt oyunlarıvb. oynanan yer, kahve. kahvehaneci * Kahvehane işleten kimse. kahverengi * Kavrulmuşkahvenin rengi.
* Bu renkte olan.kâhya * Konak, çiftlik vb. yerlerde türlü işleri yapmakla görevli kimse.
* Esnaf kuruluşlarında lonca başkanı.
* Başkasının işine karışan kimse.
* (motorlu taşıtlar için) Değnekçi.kâhya kesilmek * olur olmaz her işine karışmak. kâhyalık * Kâhya olma durumu.
* Kâhyanın görevi.
* Kâhyaya verilen ücret.
* Kendisini ilgilendirmeyen işlere karışma durumu.kâhyalık etmek * kâhyalık görevinde bulunmak.
* her şeye karışmak.kaide * Kural.
* Taban, duraç, ayaklık.
* Kalça. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 14
kaideci * Kurallara bağlı, kuralcı. kaideli * Kurallı. kaidesiz * Kuralsız.
* Tabanı olmayan.kail * Söyleyen.
* İnanmış, aklıyatmış.kail olmak * inanmak; razı olmak. kaim * (başka bir şeyin yerine) Geçen.
* Ayakta duran, var olan.
* (Tanrı için) Her zaman var olan.kaim olmak * yerine geçmek. kaime * Buyruk, resmî kâğıt, ferman.
* Kâğıt para, kâğıt lira, kayme.kaimelik * Kâğıt para cüzdanı. kâin * Bulunan, olan. kâinat * Evren.
* Dünya.
* Herkes.kak * Elma, armut gibi meyvelerin kurutulmuşu.
* Zayıf ve kuru.kak * (kaya ve ağaç oyuklarında) Su birikintisi. kaka * (çocuk dilinde) Kötü, çirkin.
* Pislik, dışkı.kaka yapmak * (bebek için) büyük abdest yapmak. kakaç * Tuzlanıp kurutulmuşyiyecek.
* Manda pastırması.kakalama * Kakalamak işi. kakalamak * Sürekli çekiştirmek, itmek, kakıp durmak.
* (alışverişte) Aldatmak, kötü mal satmak, kazıklamak.kakalamak * (bebek) Kakasınıyapmak. kakalanma * Kakalanmak işi. kakalanmak * Kakalamak işine konu olmak. kakalanmak * Kaka ile kirlenmek. kakao * İki çeneklilerden, Amerika’nın sıcak bölgelerinde yetişen bir ağaç, Hint bademi (Theobroma cacao).
* Bu ağacın meyve çekirdeği.
* Bu çekirdeklerin öğütülmesiyle elde edilen toz.
* Bu tozdan su veya sütle hazırlanan içecek.kakaolu * İçinde kakao bulunan. kakaolu kek * İçinde ağırlıklı olarak kakao bulunan kek. kakavan * Kendini beğenmiş, sevimsiz, düşüncesiz, bilgisiz, budala. kakavanlık * Kakavan olma durumu; kakavanca davranış. kakavanlık etmek * kakavanca davranmak. kakıç * Balık avında kullanılan, ucu demir kancalı bir çeşit zıpkın. kakılıp kalmak * beklemek zorunda kalmak, hiçbir yere gidememek. kakılma * Kakılmak işi. kakılmak * Kakmak işi yapılmak. kakım * Sansargillerden, yazın esmer kırmızı, kışın beyaz renkli kürkü değerli, etçil hayvan, as, ermin (Mustela
erminea).kakıma * Kakımak işi. kakımak * Bir kimsenin yaptığı işin beğenilmediğini kendisine sert sözlerle söylemek; öfkelenmek, kızmak, darılmak,
paylamak.kakınç * Öfke, kızgınlık.
* Bkz. başına kakınç etmek.kakıntı * Sözü dinlenmeyen, rezil, itilip kakılan kimse. kakır kakır * Kakırtısesi çıkararak. kakır kakır gülmek * sesli ve sürekli gülmek. kakırca * Fındıkfaresi adıyla bilinen küçük memeli hayvan. kakırdak * Kuyruk yağının eritildikten sonra kalan gevrek posası, kıkırdak. kakırdak poğaçası * Kakırdaktan yapılan çörek. kakırdama * Kakırdamak işi. kakırdamak * Kakır kakır diye ses çıkarmak.
* Kurumak.
* Ölmek.kakırtı * Kuru şeylerin birbirine sürtünmesinden veya kırılmasından çıkan ses. kakış * Kakmak işi veya biçimi. kakışma * Kakışmak işi.
* Bazısözlerde, söz öbeklerinde, çıkaklarıyakın seslerin art arda gelmesi sonucu söyleyişin güçlüğe uğraması,
kulağırahatsız etmesi, tenafür, kakofoni.kakışmak * Dürtüşmek, itişmek. kakıştırma * Kakıştırmak işi. kakıştırmak * Sürekli ve hafif hafif kakmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 7
kadı * Tanzimat’a kadar her türlü davalara, Tanzimat’la Medenî Kanun arasındaki dönemde ise yalnız evlenme,
boşanma, nafaka, miras davalarına bakan mahkemelerin başkanlarına verilen ad.Kadıköy taşı * Kuvars ve opal liflerinden oluşan, mühür ve süs eşyasıyapımında kullanılan, yarı billûr silis. kadılık * Kadı olma durumu veya kadının görevi.
* Bir kadının davalarına baktığı il sınırları içindeki bölge.kadın * Dişi cinsten erişkin insan, erkek veya adam karşıtı.
* Evlenmişkız.
* Bayan anlamında kullanılan bir unvan.
* Analık veya ev yönetimi bakımından gereken erdemleri olan.
* Hizmetçi.kadın avcısı * Kadınları baştan çıkaran erkek. kadın berberi * Kadınların saçınıkesen ve saç tuvaleti yapan berber, kuaför. kadın evi * Yoksul, mağdur veya başka bir özelliği dolayısıyla muhtaç durumda kalan kadınların geçici olarak
barındıklarıev.kadın hareketi * Bkz. feminizm. kadın hastalıkları * Kadın cinsel organlarınıve bunlarla ilgili hastalıklarını inceleyen bilim dalı, jinekoloji. kadın kadına * Yalnız kadınlar arasında, kadınlar baş başa. kadın kadıncık * Evinin işini iyi yöneten, hanımefendi, terbiyeli, ağırbaşlı(kadın). kadın olmak * kızlığınıyitirmek.
* (kadın) evini, kocasınıyönetmesini iyi bilmek.kadın terzisi * Kadın elbiseleri diken terzi. kadın ticareti * Kız çocukları ile kadınların ülkeler arasında gizlice kaçırılıp satılması. kadınana * Tecrübeli, yaşlı, saygı gösterilen kadın. kadınbudu * Yumurtaya bulanarak yağda kızartılan bir tür pirinçli köfte. kadınca * Kadına yakışır (biçimde).
* Kadın gibi, kadına benzer.kadıncağız * Kendisine karşışefkat ve acıma duyulan kadın. kadıncık * Küçük kadın; zavallıkadın. kadıncıl * Kadınlara düşkün, kadın düşkünü, zendost. kadındüğmesi * Süs bitkisi olarak yetiştirilen, düğme biçiminde çiçek açan otsu bir bitki. kadıngöbeği * Kızartılarak yapılan, ortasıçukurca, bir tür yumurtalıhamur tatlısı. kadınımsı * Kadına benzeyen. kadının fendi, erkeği yendi * kadınlar kurnazlıkta erkeklerden üstündürler. kadının yüzünün karasıerkeğin elinin kınası * yolsuz ilişkiler kadınlar için hoşkarşılanmadığıhâlde erkekler bu gibi ilişkilerden övünme payıçıkarırlar. kadınlar hamamı * Herkesin aynıanda ve yüksek sesle konuşmasıyla çok gürültü edilen yerler için söylenir. kadınlaşma * Kadınlaşmak işi. kadınlaşmak * Kadına benzer bir durum almak. kadınlı * Kadını olan. kadınlıerkekli * Kadın erkek karışık olarak. kadınlık * Kadın olma durumu.
* Kadının gerekli erdem ve nitelikleri taşımasıdurumu.kadınnine * Büyük anne.
* Yaşıepey ilerlemişkadın.kadınsal * Kadına özgü ve kadınla ilgili. kadınsı * Kadına özgü olan, kadına yaraşır.
* Kadın davranışlı, kadına benzer (erkek).kadınsılaşma * Kadınsılaşmak durumu. kadınsılaşmak * Kadın özelliği kazanmak. kadınsılık * Kadınsı olma durumu.
* Kadın özelliği kazanmak.kadınsız * Kadını bulunmayan.
* Karısı olmayan, eşsiz.kadıntuzluğu * Bkz. sarıçalı. kadırga * Hem yelken, hem kürekle yol alan, özellikle Akdeniz’de kullanılmış bir savaşgemisi. kadırga balığı * Bkz. ispermeçet balinası. kadidi çıkmak * çok zayıflamak, bir deri bir kemik durumuna gelmek. kadife * Yüzeyi belirli uzunlukta bırakılmışham madde lifleriyle kaplı, parlak, yumuşak kumaş.
* Kadifeden yapılmış, kadife ile kaplanmış.kadife çiçeği * Birleşikgillerden, çiçekleri genellikle parlak sarırenkte ve kadife görünümünde bir süs bitkisi (Tagetes). kadife gibi * (ses, ten vb. için) yumuşak, pürüzsüz ve parlak. kadifeleşme * Kadifeleşmek işi. kadifeleşmek * Yumuşamak, samimî olmak. kadifeleştirme * Kadifeleştirmek işi. kadifeleştirmek * Kadifeleşmek işini yaptırmak. kadifelik * Kadife gibi olma durumu.
* Kadife yapmaya elverişli olan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 8
kadifemsi * Kadifeyi andıran, kadife görünümünde olan. kadim * Başlangıcı olmayan, eski, ezelî. kadim dost * Eski dost. kadimi * Sürekli. kadinne * Bkz. kadınnine. kadir * Değer, kıymet.
* Bir yıldızın parlaklık bakımından bulunduğu basamak.kadir * Güçlü, gücü yeter, erkli.
* “Her şeye gücü yeter” anlamında Tanrı’nın sıfatlarından biri.Kadir Gecesi * Ramazan ayının kutsal sayılan yirmi yedinci gecesi. Kadir Gecesi doğmuş * çok şanslı, kısmetli kimseler için söylenir. kadir olmak * güçlü olmak, gücü olmak, gücü yetmek. kadirbilir * Değerbilir. kadirbilirlik * Değer bilirlik. kadirbilmez * Değerden anlamayan, değerbilmez. kadirbilmezlik * Kadirbilmez olma durumu. Kadirî * Şeyh Abdülkadir Geylanî’nin kurduğu tarikata girmişolan kimse. Kadirîlik * Şeyh Abdülkadir Geylanî tarafından XI. yüzyılda kurulan bir tarikat. Kadiriye * Kadirîlik. kadirşinas * Değerbilir, iyilikbilir. kadirşinaslık * Değerbilirlik, iyilikbilirlik. kadit * Çok zayıf.
* Güneşte veya hafif alevde kurutulmuşet.kadmiyum * Atom numarası48, atom ağırlığı112,40 olan, 320° C’ de ergiyen, 8.6 yoğunluğunda, gümüş beyazlığında,
elektrik ve seramik sanayiinde kullanılan yumuşakça bir element. KısaltmasıCd.kadmiyumlu * İçinde kadmiyum bulunan. kadran * Saat, pusula gibi araçlarda, üzerinde yazı, rakam veya başka işaretler bulunan düzlem. kadrat * (basımcılıkta) Dizgide harfler arasına konulan yazısız metal parçası.
* (basımcılıkta) Dizgi işinde kullanılan bir aralık ölçüsü birimi.kadril * Eski salon danslarından biri.
* Bu dansın müziği.kadrini anlamak * değerinin farkına varmak. kadrini bilmek * değerini bilmek, yararlanmak. kadro * Bir kamu kuruluşunun, bir işletmenin, denetim veya yönlendirme işlerini gerçekleştirenler ve bunların
taşıdığıödev, yetki ve sorumlulukların hepsi.
* Bu kişi ve sorumluluklarısayı, nitelik ve aşamalarıyla gösteren çizelge.
* Bu çizelgedeki yer.
* Bisiklet ve motosiklette iskeleti oluşturan metal bölüm.kadrolandırma * Kadrolandırmak işi veya durumu. kadrolandırmak * Kadroda yer almak. kadrolaşma * Kadrolaşmak durumu. kadrolaşmak * Yeniden kadro oluşturmak. kadrolu * Kadrosu olan, kadroya girmişolan. kadrosuz * Kadrosu olmayan. kadrosuzluk * Kadrosuz olma durumu. kadük * Değerini, önemini yitirmiş, eskimiş. kadük olmak * yasama meclisinin değişmesi ile önceden sunulan yasa tasarılarıdeğerini yitirmek. kadüklük * Gerçek durumu sonradan ortaya çıkan bir hukukî işlemin son bulması. kaf * Arap alfabesinin yirmi dördüncü harfi. kafa * Baş(özellikle insan başı), ser.
* Hayvanlarda genellikle ağız, göz, burun, kulak gibi organların bulunduğu vücudun en ön bölümü.
* Görüşve inançların etkisi altında beliren düşünme ve yargılama yolu, zihniyet.
* Kavrama ve anlama yeteneği, zekâ, zihin.
* Bellek.
* Çocuk oyunlarında kullanılan zıpzıp taşının veya cevizin büyük boyu.
* Mekanik bir bütünün parçası.kafa atmak * kavga sırasında karşıdakinin yüzüne, sert ve şiddetli bir biçimde kafayla vurmak. kafa bulmak * içki içmek.
* alay etmek.kafa cilâlamak * içki içmek. kafa çekmek * Bkz. kafayıçekmek. kafa çıkışı * Futbolda topa, kafa ile yapılan vuruş. kafa değiştirmek * Bkz. kafayıdeğiştirmek. kafa dengi * Görüşve anlayışları birbirine uymuşkimselerden her biri. kafa dinlemek * zihni yoran sorunlardan uzak kalmak. kafa eskitmek * zihni yoran sorunlarla sürekli uğraşmak. kafa göz yarmak * beceriksizlik göstermek.