Kategori: K

  • Türkçe Sözlük K Sayfa 9

    kafa içi * Bkz. kafatası.
    kafa işçisi * Beyin gücü ile ortaya eser koyan, araştıran, inceleyip eleştiren kimse.
    kafa kafaya vermek * iki veya birkaç kişi bir kenara çekilip konuşmak.
    * baş başa vermek.
    kafa kâğıdı * Nüfus cüzdanı, nüfus kâğıdı, hüviyet.
    kafa kalmamak * zihin yorularak çalışmaz olmak.
    kafa koçanı * Bkz. kafa kâğıdı.
    kafa kol * Güreşte bir tür oyun.
    kafa kola almak * güreşte kafa ve kolu birlikte kavrayarak rakibi çevirmek.
    * etkisi altına alıp kandırmak.
    kafa patlatmak * bir konu üzerinde pek çok düşünmek.
    kafa sallamak * ikaz etmek için başını iki yana veya öne arkaya hafifçe eğmek.
    * başsallamak.
    * doğru veya yanlışher şeye evet demek.
    kafa şişirmek * gürültü veya gevezelikle bir kimseyi tedirgin etmek.
    kafa tutmak * boyun eğmemek, karşı gelmek, diklenmek.
    kafa ütülemek * çok lâf edip tedirgin etmek.
    kafa yapmak * dalga geçmek.
    kafa yok! * akıl, düşünce yok; akılsız!.
    kafa yormak * bir iş, bir konu üzerinde çokça düşünmek.
    kafaca * Kafa bakımından, düşünceye göre.
    kafadan * zihinden, belleğini kullanarak.
    kafadan atmak * bir konu üzerinde inceleme yapmadan, rastgele konuşmak, uydurmak.
    kafadan bacaklılar * Yumuşakçaların, baş bölgelerinde sert bir gagasıve çekmenli sekiz kolu bulunan önemli bir sınıfı.
    kafadan gayri müsellâh * akılsız, aklında bozukluk olan.
    kafadan kontak * Düşüncesiz, mantıksız işgören.
    kafadar * Görüşve anlayışları birbirine uyan kimselerden her biri.
    kafadarlık * Kafadar olma durumu.
    kafadaş * Kafadar.
    kafadaşlık * Kafadaşolma durumu.
    kafalı * Kafası olan.
    * Kafasıherhangi bir biçimde olan.
    * Bilgili, kavrayışlıve anlayışlı.
    kafasıalmamak * anlayamamak, kavrayamamak.
    * zihin yorgunluğu sebebiyle anlayamaz duruma gelmek.
    * olabileceğine inanmamak.
    kafası boş * Cahil.
    kafası bozulmak * öfkelenmek, kızmak.
    kafası bulanmak * bir olay karşısında aklıkarışmak, anlayamaz, kavrayamaz duruma gelmek.
    kafası bulutlu * Biraz, sarhoş.
    kafasıçalışmak * Bkz. kafası işlemek.
    kafasıçatlak * Yarıdeli, aptal.
    kafasıdönmek * (sıkışık bir durumda) sersemlemek.
    * kızıp öfkelenmek.
    kafasıdumanlanmak * çok dalgın olmak.
    * sarhoşolmak.
    * esrar içmişolmak.
    kafasıdumanlı * Hafif sarhoş.
    * Çözemediği karışık düşüncelerle kafasıyorgun.
    kafasıdurmak * zihin yorgunluğundan düşünemez olmak.
    kafasıdüzelmek * doğruyu ve iyiyi bulmak.
    kafası ile oynamak * takım sporlarında arkadaşlarının durumunu göz önünde tutarak, en iyi fırsatıdeğerlendirecek, iyice
    düşünerek, bedenini fazla yormadan oynamak.
    kafası işlemek * aklı, zekâsıyerinde olmak, bir konu üzerinde iyi düşünebilir olmak, kafasıçalışmak.
    kafası iyi * İçkiden veya esrardan sarhoşolan (kimse).
    kafasıkazan olmak * Bkz. kafasışişmek.
    kafasıkıyak * Kafası iyi.
    kafasıkızmak * öfkelenmek.
    kafasıkontak * Deli, çıldırmış, çılgın.
    kafasıküflü * Çağının gerisinde kalmış, gerici.
    kafasıörümcekli * Düşüncesiz, kaba, anlayışsız.
    * Gerici.
    kafasısersem sepet (olmak) * gürültü ve uğultudan zihni yorulmuş(olmak).
    kafasışişmek * zihni yorulmak.
    * gürültüden tedirgin olmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 10

    kafasıtakılmak * zihni sürekli olarak bir şeyle uğraşmak.
    kafasıtembel * Alık, budala, basireti olmayan.
    kafasıyerinde olmamak * gereği gibi düşünecek durumda olmamak.
    kafasıyerine gelmek * kendini toparlamak, kendine gelmek.
    kafasına dank etmek (veya demek) * bir olay sebebiyle birden ayılmak, doğruyu anlamak.
    kafasına geçirmek * atıp, fırlatıp başına geçirmek.
    kafasına koymak * kararınıönceden vermişolmak, önceden şartlanmak, bir şey yapmaya kesin karar vererek zamanını
    beklemek.
    kafasına sığmamak * Bkz. akıl erdirememek.
    kafasına söz girmemek * çok aptal veya inatçı olmak.
    * önemsememek.
    kafasına uymak * Bkz. aklına uymak.
    kafasına vur, ekmeğini elinden al * uysal ve sessiz kimseler için söylenir.
    kafasına vura vura * zorla, isteyip istemediğine bakmadan.
    kafasına vurmak * (içki) çok etkilemek.
    kafasında şimşek çakmak * 343 beyninde şimşek çakmak.
    kafasında tutmak * bir şeyi unutmamak, aklında tutmak.
    kafasından çıkarmak * bir şeyi unutmak veya ondan vazgeçmek.
    kafasından geçirmek * belli belirsiz düşünmek.
    kafasınıdinlemek * başınıdinlemek.
    kafasınıezmek * zararlı olabilecek bir hareketi, bir durumu başlangıçta yok etmek, etkisiz duruma getirmek.
    kafasınıkaldırmak * karşı gelmek, başkaldırmak.
    * yoğun bir biçimde düşünmek veya çalışmak.
    kafasınıkaşıyacak vakti olmamak * Bkz. başınıkaşıyacak vakti olmamak.
    kafasınıkırmak * iyice dövmek, pataklamak.
    kafasınıkullanmak * akıllıca davranmak.
    kafasınıkurcalamak * zihnini meşgul etmek, düşündürmek.
    kafasınısokmak * barınabilecek bir yere yerleşmek, başınısokmak.
    kafasınıtaştan taşa çarpmak * Bkz. başınıtaştan taşa çarpmak.
    kafasınıtoplamak * sağlıklıdüşünebilir olmak.
    kafasınıtütsülemek * Bkz. kafayıtütsülemek.
    * sarhoşetmek.
    kafasınıuçurmak * kellesini uçurmak.
    kafasınıvurmak * bir kimsenin kafasınıkesmek.
    kafasının bir tahtasınoksan olmak * akıl durumunda bozukluk olmak.
    kafasının dikine gitmek * hiçbir öğüde kulak asmayarak aklına koyduğunu yapmak.
    kafasının etini yemek * sürekli rahatsız etmek.
    kafasının kontağıatmak * çok sinirlenmek, öfke ile dolmak.
    kafasız * Kafası olmayan.
    * Düşünüşü, anlayışıve kavrayışıkıt olan, anlayışsız, kavrayışsız.
    kafasızlık * Kafasız olma durumu, anlayışsızlık, kavrayışsızlık.
    kafatasçı * Kafatasçılıktan yana olan kimse, görüş.
    kafatasçılık * İnsanlarıkafataslarının biçimine göre değerlendiren görüş.
    kafatası * İnsanda ve omurgalılarda içinde beyin bulunan, başın kemik bölümü.
    kafaya çıkmak * topa kafayla vurmak için sıçramak.
    kafayı(yere) vurmak * hastalanıp yatağa düşmek.
    * uyumak için yatmak.
    kafayı bulandırmak * önceki düşünceleri alt üst etmek, değiştirmek.
    kafayı bulmak * sarhoşolmak, neşesi, keyfi yerine gelmek.
    kafayıçalıştırmak * kafayı işletmek.
    kafayıçekmek * içki içmek.
    kafayıdeğiştirmek * düşüncesini kanaatini değiştirmek.
    kafayıdinlemek * sessiz ve sakin kalıp düşünmek.
    kafayı işletmek * doğru ve iyi düşünmek.
    kafayıtütsülemek * sarhoşolmak.
    kafayıüşütmek * delirmek, çılgınlaşmak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 11

    kafayıyemek * aşırıyorgunluktan bunalıma düşmek.
    Kafdağı * Genellikle masallarda yer alan, dünyayıçevrelediğine inanılan, arkasında cinlerin, perilerin bulunduğu var
    sayılan, zümrütten dağ.
    kafe * Bkz. kahve.
    kafein * Kahve ve çaydan elde edilen, hekimlikte kullanılan, uyarıcıniteliği olan bir madde.
    kafes * Aralıklıtelden, metal veya ağaç çubuklardan yapılmış, genellikle taşınabilir koyacak.
    * Vahşî hayvanlar için demir çubuklarla yapılmıştaşınabilir bölme.
    * Çapraz çubuklarla ve aralıklı olarak yapılmış, pencerelere takılan siper.
    * Cami ve tekke gibi yerlerde kadınlara ayrılan yer.
    * Ahşap yapıların direk ve çatmalardan oluşan kaplama tahtalarıdışında kalan iskeleti.
    * Hapishane.
    kafes gibi * zayıf, kuru veya delik deşik.
    kafes teli * Tel çitlerde kullanılan veya bir makine aracılığıyla kafes yapımında gerekli olan ince, galvanizli tel.
    kafesçi * Kafes yapan veya satan kimse.
    * Birini aldatarak çıkar sağlayan (kimse).
    kafese girmek * aldatılıp kendisinden çıkar sağlanmak.
    * hapse girmek.
    kafese koymak * aldatıp çıkar sağlamak.
    kafesleme * Kafeslemek işi.
    kafeslemek * Çıkar sağlamak için birini aldatmak.
    kafesli * Kafesi olan veya kafes biçiminde olan.
    kafeşantan * İçkili, çalgılıkahvehane.
    kafeterya * Müşterilerin kendi kendilerine servis yaptıklarılokanta.
    * Kahve ve benzeri içecekler satılan yer.
    kâffe * Bütün, tamam, hep, cümle.
    kâffesi * Bütünü, hepsi, tamamı.
    kâfi * Yeterli, yetecek ölçüde olan.
    * Yeter, yetişir, artık istemez!.
    kâfi gelmek * yetmek, yetişmek.
    kafile * Birlikte yolculuk eden topluluk.
    * Aynıyöne giden taşıt veya yolcu topluluğu, konvoy.
    * Sıra ile gönderilen şeylerin her bir bölüğü.
    kâfir * Tanrı’nın varlığını inkâr eden (kimse).
    * Genellikle Müslüman olmayanlara verilen ad.
    * Acımasız, zalim.
    * Sevilen birine takılma, sitem yollu kullanılır.
    kâfiristan * Kâfir ülkesi, Müslüman olmayanların yaşadığıyer.
    kâfirleşme * Kâfir gibi olma.
    kâfirleşmek * Kâfir gibi olmak.
    kâfirlik * Kâfir olma durumu.
    kafiye * Şiirde dizelerin sonunda tekrarlanan ve aynısesi veren hecelerin benzeşmesi, uyak, (halk edebiyatında)
    ayak.
    kafiyeli * Kafiyeli olma durumu, uyaklı, mukaffa.
    kafiyesiz * Şiirde kafiye kuralına uymayan, uyaksız.
    Kafkasyalı * Kafkasya halkından olan (kimse).
    kaftan * Çoğu ipek bir çeşit uzun, süslü üst giysisi.
    kaftancı * Kaftan yapan veya satan kimse.
    kâfur * Kâfur ağacından elde edilen, hekimlikte kullanılan, beyaz ve yarısaydam, kolaylıkla parçalanan, çok ıtırlı
    bir madde.
    * Çok beyaz.
    kâfur ağacı * Defnegillerden, Uzak Doğu’da yetişen, kâfur elde edilen ağaç (Cinnamonum camphora).
    kâfuru * Bkz. kâfur.
    kâgir * Taşve tuğladan yapılmışolan.
    kağan * (hakan sözünün eski biçimi) Hanların bağlı olduğu devlet başkanı, imparator.
    kağanlık * Kağan olma durumu.
    * Kağanın yönetimindeki ülke.
    kâğıda dökmek * yazıya geçirmek.
    kâğıt * Hamur durumuna getirilmiştürlü bitkisel maddelerden yapılan, yazıyazmaya, basmaya, bir şey sarmaya
    yarayan kuru, ince yaprak.
    * Yazılıkâğıt yaprağı, pusula, tezkere.
    * Yazılısınav kâğıdı.
    * İskambil kâğıdı.
    * Kâğıt para.
    * Kâğıttan yapılmış.
    * Belge ve doküman.
    * Menkul kıymetler borsasında işlem gören tahvil, hisse senedi gibi malî değeri olan senet.
    kâğıt açmak * iskambil kâğıtlarını oyunculara dağıttıktan sonra koz olacak kâğıdın yüzünü çevirmek.
    kâğıt ağacı * Kâğıt dutu.
    kâğıt balığı * Kâğıt balığı gillerden, gövdesi kâğıt gibi ince ve saydam, üzerinde üç siyah benek bulunan kemikli bir balık
    (Trachypterus trachypterus).
    kâğıt balığı giller * Kemikli balıklardan, örnek hayvanıkâğıt balığı olan, ince gövdeli, gümüşî renkli balık familyası.
    kâğıt dutu * Dutgillerden, Çin’de ve Japonya’da yetişen, kabuğundan kâğıt yapılan bir ağaç (Broussenetia papyrifera).
    kâğıt gibi (olmak) * kanı çekilip benzi solmak.
    kâğıt helvacı * Kâğıt helvasıyapan veya satan kimse.
    kâğıt helvası * Tekerlek biçiminde, ince, yassıve gevrek bir çeşit helva.
    kâğıt kaleme sarılmak * hemen yazmaya başlamak.
    kâğıt kebabı * Kemiksiz koyun eti, domates, biber, soğan ve baharat karışımının yağlıkâğıt içerisine konarak fırında
    pişirilmesi yoluyla hazırlanan bir kebap türü.
    kâğıt oynamak * iskambil kâğıtlarınıkullanarak çeşitli oyunlar oynamak.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 4

    kabuk kahvesi * Antep fıstığıkabuğunun öğütülmüşve hafifçe kavrulmuşu ile yapılan ve kahveye benzer içecek.
    kabuk yönetim * İçi, iç yapısı belli olmayan, belirsiz kalan yönetim.
    kabuklanma * Kabuklanmak işi.
    * Bir lâv akıntısıveya bir lâv gölü yüzeyinin katılaşması.
    kabuklanmak * Kabuk oluşmak.
    kabuklaşma * Kabuklaşmak işi.
    kabuklaşmak * Kabuk durumunu almak, kabuk gibi sertleşmek.
    kabuklu * Kabuğu olan.
    kabuklu bit * Koşnil.
    kabuklular * Kabukları, yapılarındaki kireçli tuzlar dolayısıyla sertleşmiş bulunan, solunum aygıtları balıklara benzeyen,
    çok hücreli hayvanlardan eklem bacaklılar sınıfı.
    kabuksu * Kabuğa benzeyen.
    kabuksuz * Kabuğu olmayan.
    kabuksuz yumurtlatmak * bir işi ivedilikle yaptırıp eksik kalmasına yol açmak.
    kabul * Bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olma.
    * (konuklarıveya işi olanları) Yanına sokma, katına alma.
    * Sunulan bir şeyi, armağanıalma.
    * Bir öneriyi uygun bulma, onaylama.
    * Bir yere alınma.
    * Rıza veya izin, akseptans.
    kabul etmek * bir şeye isteyerek veya istemeyerek razı olmak.
    * yanına, katına almak.
    * bir armağanıalmak.
    * onaylamak.
    kabul eylemek * kabul ettirmek.
    kabul günü * Ev hanımlarının konuk ağırladıkları belirli gün.
    kabul kredisi * Kabulün vadesinden önce poliçeyi kabul eden bankaya belirli bir tarihte belirli bir meblâğın ödeneceğine
    dair anlaşmadan sonra bankanın açtığıkredi.
    kabul odası * Büyük konak veya dairelerde konukların oturtuldukları büyük oda.
    kabul salonu * Resmî konukların ağırlandığı büyük konuk salonu.
    kabul töreni * Resmî konuklarıkarşılama töreni.
    kabul yeri * Bkz. kabul odası; kabul salonu.
    kabullenme * Kabullenmek işi.
    kabullenmek * Kabul etmek.
    * Hakkıyokken veya istemeyerek kendine mal etmek.
    kaburga * Eğe kemiklerinin oluşturduğu kafes.
    * Bkz. Eğe.
    * Gemilerde dışkaplamanın dayandığı iskelet.
    kaburgalarıçıkmak (veya sayılmak) * çok zayıf olmak.
    kâbus * Karabasan.
    * Acı, sıkıntı, korku veren.
    kâbus basmak (veya çökmek) * büyük sıkıntı, korku duymak.
    kâbus gibi * kâbusa benzer, kâbusu andıran.
    kâbuslu * Karabasan dolu, sıkıntılıve korkulu.
    kabuz * Yalan, palavra.
    kabuzcu * Yalancı, palavracı.
    kabz * El ile tutma, kavrama.
    * Azrail tarafından ruh teslim alınma, ölme.
    * “Alma” anlamında “ahzükabz” teriminde kullanılır.
    kabza * Tutulacak yer, tutak, sap.
    kabzımal * Meyve ve sebze üreticileri ile satıcılar arasında aracılık eden kimse, komisyoncu.
    kabzımallık * Kabzımal olma durumu.
    * Kabzımalın yaptığı iş.
    kacak * Bkz. kap kacak.
    kaç * Herhangi bir şeyin niceliğini sormak için kullanılan soru sıfatı.
    * (cümle, soru cümlesi olmadığında) Birçok.
    -kaç / -keç * Bkz. -gaç / -geç.
    kaç para eder? * neye yarar, ne değeri var?.
    kaç paralık (adam veya şey) * değersiz.
    kaç parça olayım! * (birçok işler karşısında) hangi birine yetişeyim!.
    kaç zamandır * belirsiz, fakat çok zamandan beri, çoktan beri.
    kaça * (fiyat için) Ne kadara?.
    kaça kaç * Bir yarışmada tarafların aldığısayıveya derecenin oranını belirtir.
    * Yarışma, tartışma, kavga ve benzeri gibi durumlarda tarafların oranını belirtir.
    * İki kişinin karşılıklı olarak gizlice sayıyazıp tahmin etmesine dayanan bir oyun.
    kaça patlamak * ne kadara mal olmak, fiyatıne olmak.
    kaçacak delik aramak * korku ile saklanacak yer aramak.
    kaçak * Bağlı bulunduğu yerden veya yasadan kaçan, uzaklaşan kimse.
    * Yasaca yapılmasıyasak olan veya yapılması için gerekli izin alınmayan.
    * Yasaca belirtilmişgerekli gümrük ve vergileri ödenmeden bir yere sokulan veya bir yerden çıkarılan.
    * Bir kaptan, bir borudan gaz, sıvıveya bir telden akım kaçması.
    * Yasalara, kurallara uymayarak, gizlice.
    * Gizlice kaçırılmışolan mal veya madde.
    kaçak güreşmek * asıl konuya girmeksizin başka şeylerden söz etmek veya politikada sık sık düşünce değiştirip esas amacını
    gizlemek.
    kaçakçı * Yasalara karşı gelerek bir yere mal sokan, bir yerden mal kaçıran veya bir yerde satan kimse.
    kaçakçılık * Bir devletin yasalarına karşı gelerek yapılan ticaret.
    * Bir ülkeye gizli olarak, gümrüğü ödenmemiş, yasaklanmışmal sokma işi.
    * Gizli olarak, sezdirmeden kaçırma işi.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 5

    kaçaklık * Kaçak olma durumu.
    kaçamak * Hoşgörülmeyen bir şeyi ara sıra yapma.
    * Bir şeyi belli etmeden, gizlice yapmaya çalışma.
    * Bir şeyden kaçınma yolu.
    * Kaçacak yer, özellikle çobanların sürüyü barındırmak, saklamak için yaptıklarıyer.
    kaçamak * Mısır unundan yapılan yağlı bir yemek.
    kaçamak yapmak * hoşgörülmeyen şeyi gizlice ara sıra yapmak.
    kaçamak yol * Bir sorundan kendisini kurtarmak için gelişigüzel ileri sürülen özür.
    kaçamak yolu * Kaçamak yol.
    kaçamaklı * Kesin olmayan, yargı bildirmeyen ve her iki tarafa da çekilebilen (söz, cevap, davranış).
    kaçan balık büyük olur * elden kaçırılan fırsat gözde büyütülür.
    kaçan kaçana * Peşpeşe kaçma.
    kaçanın anasıağlamamış * tehlikeden kaçan kazançlıçıkmış.
    kaçar * Kaç soru sıfatının üleştirme biçimi.
    kaçgöç * Dinî bir anlayışla bazıMüslüman kadınların erkeklere görünmemeleri, bir arada oturup konuşmaktan
    kaçınmaları.
    kaçı * Ne kadarı, kaç kişi.
    kaçık * (bir yana) Kaçmış, kaymış.
    * İlmeği kaçmış(çorap vb.).
    * Bazıdavranışlarıdelice olan.
    * (çorap vb. nin) İlmeği kaçmışyeri.
    kaçık öz * Uygun olmayan ortamda büyüme sonucu ağaç özünün ortadan kaçık biçimde oluşması.
    kaçıkça * Biraz kaçık.
    * Kaçığa benzer, biraz deli gibi, deliye benzer.
    kaçıklık * Kaçık olma durumu.
    * Delice, kaçıkça davranış.
    kaçılma * Kaçılmak işi.
    kaçılmak * Kaçmak işi yapılmak.
    * Çekilmek, savulmak.
    kaçımsama * Kaçımsamak işi.
    kaçımsamak * Bir işi yapmamak için sözde sebepler yaratmak.
    kaçımsar * Kaçamak yolu arayan, kaçamağa sapan.
    kaçın kur’ası * birinin kolay kolay aldanmayacak kadar görmüşgeçirmişolduğunu anlatmak için söylenir.
    kaçıncı * Kaç soru sıfatının sıra biçimi.
    * (cümle, soru cümlesi olmadığında) Çok kez, birçok kez.
    kaçıngan * Geri duran, girişken olmayan, insan içine girmek istemeyen, insanlardan kaçan, çekingen.
    kaçınganlık * Geri durma, isteksiz davranma.
    * Kaçıngan olma durumu.
    kaçınılmaz * İstek ve irade dışında olan.
    kaçınma * Kaçınmak işi.
    kaçınmak * Herhangi bir işi yapmaktan veya özverili davranmaktan geri durmak, imtina etmek.
    kaçıntı * Erken doğan kuzu.
    * Sızıntı, kaçak.
    kaçırga * İşe yaramaz, yaşlıhayvan.
    kaçırılma * Kaçırılmak işi.
    kaçırılmak * Kaçırmak işi yapılmak veya kaçırmak işine konu olmak.
    kaçırış * Kaçırmak işi veya biçimi.
    kaçırma * Kaçırmak işi.
    kaçırmak * Kaçmasını sağlamak veya kaçmasına imkân yaratmak.
    * Bir işi belirlenen zamanda yapamamak.
    * Zor kullanarak yanında götürmek.
    * Yararlanamamak; bir daha ele geçmemek üzere yitirmek.
    * Gitmek, kaçmak zorunda bırakmak.
    * Çalmak, kimsenin haberi olmadan götürmek, aşırmak.
    * Yasal olmayan yoldan bir ülkeye mal sokmak veya çıkarmak.
    * Ölçüyü, sınırıaşmak, fazlasına gitmek.
    * Sızdırmak.
    * İstemeyerek abdestini yapmak.
    * Delirmek.
    * Bir araç veya âletle işgörürken aracı iyi kullanamama yüzünden herhangi bir zarara yol açmak.
    * Birini veya bir şeyi göstermemek.
    * Yarışan bir koşucu diğer bir koşucu tarafından hızla geçilip arayıaçmak.
    * Futbol veya basketbolda savunduğu oyuncuyu boş bırakmak, pas almasına fırsat vermek.
    kaçırtma * Kaçırtmak işi.
    kaçırtmak * Kaçırmak işini yaptırmak.
    * Birinin kaçırılmasına sebep olmak.
    kaçış * Kaçmak işi veya biçimi.
    * Yarışan bir koşucunun veya bir kümenin diğer yarışçılarıhızla geçmesi.
    kaçışılma * Kaçışılmak durumu.
    kaçışma * Kaçışmak işi.
    kaçışmak * Hep birden kaçıp dağılmak.
    kaçkın * (isim tamlamalarında belirtilen olarak) Bir yerden veya bir işten kaçmışkimse.
    * İnsanlardan uzak durmak, insan içine çıkmamak isteyen kimse.
    kaçlı * Sayısıkaç, hangi sayıdan.
    * Bir kimsenin hangi tarihte doğduğunu, okulu bitirdiğini veya asker olduğunu belirtmek için kullanılır.
    kaçlık * Kilo, lira, metre, adet gibi ölçü anlatan nesnelerin hangisinden olduğunu belirten (soru sözü).
    * Kaç yaşında.
    kaçma * Kaçmak işi, firar.
    kaçmak * Kimseye bildirmeden bulunduğu yerden ayrılmak, firar etmek.
    * Hızla koşup bir yere saklanmak.
    * Kendini göstermemek, rastlatmamaya çalışmak.
    * Kaçınmak.
    * Sızmak.
    * İpliği kopmak.
    * Girmek.
    * Bir yana doğru kaymak.
    * Görünmeden gitmek, savuşmak, sıvışmak.
    * Hızlıkoşmak.
    * Yok olmak.
    * Yaklaşmak, benzemek, andırmak.
    * (kadınlar için) Kaçgöçe uymak.
    * (kız, kadın için) Yasalara ve aile isteklerine karşı gelerek evlenmek için evinden ayrılmak.
    * (renk için) Ağarmak, uçmak.
    * Yarışçıdiğerlerinden hızla ayrılıp arayıaçmak.
    * Futbol veya basketbolda engelleyen adamdan kurtulmak veya pas alabilmek için boşalana koşmak.
    * Bazınitelik bildiren sözlerle birlikte “olmak” anlamıyla yardımcıfiil gibi kullanılır.
    kaçmaklık * Kaçmak durumu.
    kaçmaktan kovalamaya vakit olmamak * önemli işler yüzünden başka işlere yetişememek.
    kaçmaz * İlmiklerin kaçmasına imkân vermeyen.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 6

    kaçta * (saat için) Ne zaman?.
    kaçurga * 343 kaçırga.
    kadana * Bir cins iri at.
    kadana gibi * iri yarı(kadın).
    kadar * Ölçüsünde, derecesinde.
    * Büyüklüğünde, genişliğinde.
    * Dek, değin.
    * Gibi.
    * Denli.
    * Süre belirtir.
    * Miktar, derece.
    * Gösterme sıfatlarından biriyle bir sayıdan sonra geldiğinde kesinlikle belli olmayan bir niceliği belirtir.
    kadastro * Bir ülkedeki her çeşit arazi ve mülklerin yerinin, alanının, sınırlarının ve değerlerinin devlet eliyle belirlenip
    plâna bağlanması işi.
    kadastrolama * Kadastrolamak işi veya durumu.
    kadastrolamak * Kadastrosunu yapmak.
    kadastrolanma * Kadastrolanmak işi veya durumu.
    kadastrolanmak * Kadastrosu yapılmak.
    kadastroya geçmek * kadastrosu yapılmak.
    kadavra * Tıp öğretiminde, üzerinde çalışmak için hazırlanmış, ölü insan veya hayvan vücudu.
    kadavralaşma * Kadavralaşmak işi.
    kadavralaşmak * Kadavra durumuna gelmek.
    kadayıf * Undan yapılan, tatlı olarak tüketilen türlü biçimlerde yiyecek.
    kadayıfçı * Kadayıf yapan veya satan kimse.
    kadayıfçılık * Kadayıf yapma veya satma işi.
    kadeh * İçki içmeye yarar küçük bardak.
    * Kadehte bulunan içki.
    kadeh arkadaşı * Birlikte içki içilen kimse.
    kadeh arkadaşlığı * Birlikte içki içilen kimseyle oluşan dostluk.
    kadeh kaldırmak * herhangi birini veya bir şeyi onurlandırmak için içmeden önce kadehleri yukarıkaldırmak.
    kadeh tokuşturmak * içki içerken karşılıklı bir sevgiyi belirtmek amacıyla, içmeden önce kadehleri birbirine dokundurmak.
    kadehçik * Meşe, fındık, gürgen gibi ağaçlarda, meyve sapının genişlemesiyle oluşan ve meyveyi ortasına kadar içine
    alan küçük kadeh biçimindeki oluşum.
    kadehdaş * Birlikte içki içmeyi seven kadeh arkadaşı.
    kadem * Ayak, adım.
    * Ayak, fut.
    * Uğur.
    kademe * Aşama, basamak.
    * Motorlu araçların bakım ve onarım işlerinin yapıldığı birim.
    kademe ilerlemesi * Devlet memurunun olumlu sicil almak şartıyla bir yıllık terfi etmesi.
    kademe kademe * Basamak basamak, derece derece.
    kademeleme * Kademelemek işi.
    kademelemek * Kademeli bir biçimde düzenlemek.
    kademelendirme * Kademelendirmek işi.
    kademelendirmek * Kademeli duruma getirmek.
    kademelenme * Kademelenmek durumu.
    kademelenmek * Kademeli duruma gelmek.
    kademeli * Aşamalı, basamaklı.
    kademesiz * Kademesi olmayan.
    kademhane * Ayakyolu, helâ.
    kademli * Uğurlu.
    kademli olsun! * uğurlu olsun!.
    kademsiz * Uğursuz.
    kademsizlik * Uğursuzluk.
    kader * Alın yazısı, yazgı.
    * Genellikle kaçınılmaz kötü talih.
    kader birliği * İyi ve kötü günleri, aynısonu paylaşma durumu.
    kader birliği etmek * her zaman ve her yerde, her durumu birlikte yaşamak, her şeyi paylaşmak.
    kaderci * Alın yazısına inanan ve ondan yana olan, fatalist.
    kadercilik * Yazgıcılık, cebriye, fatalizm.
    kadere boyun eğmek * yazgısını, talihini kabul etmek.
    kaderin cilvesi * talihin, beklenmedik bir anda ortaya değişik bir durumu ortaya çıkarması.
    kaderiye * Kader anlayışını inkâr ederek, insanların irade ve hareket özgürlüklerinin bulunduğunu ileri süren İslâm
    felsefesi.
    kadersiz * Kaderi olmayan.
    * Kötü talihi olan.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 2

    kabak tadı * Beğenilmeyen, bıkkınlık veren durum.
    kabak tadıvermek * bıktırmak, usanç vermek, tatsız gelmeye başlamak.
    kabak tadıvermek * bıkkınlık veya sıkıntı oluşturmak.
    kabak tatlısı * Soyulmuş, çekirdekleri çıkarılmışve parmak kalınlığında bal kabağının ağır ateşte uzun süre pişirilmesi ve
    üzerine ceviz serpilmesiyle hazırlanan bir tatlıtürü.
    kabakçı * Kabak yetiştiren veya satan kimse.
    kabakgiller * İki çeneklilerden, kabak, kavun, karpuz, hıyar gibi cinsleri içine alan, genişyapraklı, sürüngen ve sarılgan
    bir bitki familyası.
    kabaklama * Kabaklamak işi.
    kabaklamak * Ağaçların gençleşmesi için dallarını budamak.
    kabaklaşma * Kabaklaşmak işi.
    kabaklaşmak * Saçlarıdökülmek, dazlaklaşmak.
    * (taşıt lâstikleri için) Tırtıllarıaşınıp yüzeyi düz bir duruma gelmek.
    kabaklık * (karpuz, kavun için) Hamlık.
    * (başiçin) Tüysüzlük, dazlaklık.
    * Bilgisizlik, görgüsüzlük.
    kabakulak * Tükürük bezlerinin, özellikle kulak altı bezlerinin iltihaplanmasıyla beliren bulaşıcı, salgın ve ateşli bir
    hastalık.
    kabakulak olmak * bu hastalığa yakalanmak.
    kabakulak otu * Loğusa otu, zeravent.
    kabala * Yahudilerde, yazılı olarak konulmuşolan Tanrıkanunlarının yanında, ağızdan ağza geçen din
    buyruklarının, İbranî felsefesinin ve efsane yazılarının bütünü.
    * Bir öğretinin yandaşlarının bütünü.
    * Doğaüstü varlıklarla ilişki kurma sanatı.
    kabala * Götürü, toptan.
    kabalacı * Kabala konusunda uzmanlaşmışkimse, kabala ile uğraşan kişi.
    kabalacı * Kabala (II) işyapan kimse.
    kabalak * Birinci Dünya Savaşında Osmanlı ordusunda kullanılmışolan, şapkaya benzeyen bir tür başlık.
    kabalak * Kabak yaprakları biçiminde etli ve tüylü yaprakları olan, kırlarda ve su kenarlarında yetişen bir bitki.
    kabalaşma * Kabalaşmak işi.
    kabalaşmak * Kaba bir duruma gelmek.
    * Kabalık etmek.
    kabalaştırma * Kabalaştırmak işi.
    kabalaştırmak * Kaba bir duruma getirmek, kabalaşmasına sebep olmak.
    kabalık * Kaba olma durumu.
    * Kaba davranış, nezaketsizlik, huşunet.
    kabalist * Kabalacı(I).
    kabalizm * Kabala (I) yanlısısanat akımı.
    kaballama * Kaballamak işi.
    kaballamak * Maden ocaklarında galerileri ağaçlarla pekiştirmek.
    kaban * Dik yokuş.
    * Tepe.
    kaban * Kalçaya kadar uzunluğu olan, paltoya benzeyen üst giysisi.
    kabana * Genellikle otelin ana binasının dışında, plâj veya havuz kıyısında bir oda.
    kabara * Dayanıklılık sağlamak amacıyla, ayakkabıların altına çakılan, iri başlıdemir çivi.
    * Süs olarak odaların ahşap bölümlerine, türlü biçimler yapmak için çakılan iri başlı, sarıçivi.
    kabara kabara * Gittikçe kabararak, coşarak.
    * Böbürlenerek, gururlanarak.
    kabaralı * Kabara çakılmışolan.
    kabarcık * İçi su veya hava dolu ufak kabartıveya kürecik.
    * Vücutta oluşan sivilce gibi küçük şişkinlik.
    * (metal biliminde) Sıvıveya katıların içinde oluşan gaz hacmi.
    * Kabartı.
    kabarcıklı * Kabarcıklı olan.
    kabarcıklıdüzeç * İçinde hava kabarcığı bırakılmışsu dolu bir cam silindir ve bir tahta yataktan oluşan, düzlem veya
    doğruların yataylığını belirleyen alet, tesviye ruhu.
    kabare * Çeşitli gösterilerin yapıldığıeğlence yeri.
    * Meyhane.
    kabare tiyatrosu * Daha çok güncel konuları iğneleyici, yerici, taşlayıcı biçimde ele alan skeçlerin oynandığı, monologların,
    şarkıların ve şiirlerin söylendiği küçük tiyatro.
    kabareci * Kabare oyuncusu.
    kabarecilik * Kabare işletmek veya kabarede oynamak işi.
    kabarık * Kabarmışolan.
    * Çıkıntısı olan, tümsekli.
    kabarık deniz * Gelgit olayında, sular yükseldiğinde denizin durumu.
    kabarıklık * Kabarık olma durumu, şişkinlik.
    kabarış * Kabarmak işi veya biçimi.
    kabarma * Kabarmak işi.
    * Duygulanma.
    * Kendini üstün görme, büyüklük taslama.
    * Ay ve Güneş’in çekim etkisiyle, büyük denizlerde suların yükselmesi, met.
    kabarmak * Ağırlığı artmadan hacmi büyümek.
    * (sıvılar için) Yağışlardan veya kaynamaktan taşmaya yüz tutmak.
    * Niceliği artmak, büyümek.
    * Şişmek, genişlemek.
    * (hayvanlar için) Tüyleri dikilmek.
    * (kumaşiçin) Üzerinde tüyler oluşmak, havlanmak.
    * Islanıp veya ısınıp yerinden kurtulmak.
    * (deniz) Dalgalanmak, büyük dalgalar oluşmak.
    * Bulanmak.
    * (öfke, sevgi gibi bazıduygular için) Gittikçe güçlenmek.
    * Kafa tutmak, öfkelenip üstüne yürüyecek gibi davranmak.
    * Böbürlenmek, gururlanmak.
    kabartı * Tümsek, çıkıntı, kabarmışyer.
    kabartıcı * Kabartma maddesi, kabartma tozu.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 3

    kabartılı * Kabartısı olan.
    * Belirgin.
    kabartma * Kabartmak işi.
    * Bir biçimin veya bir süslemenin düz yüzey üzerindeki çıkıntısı.
    * Kil, alçı, taşgibi işlenebilir gereçleri girintili çıkıntılıyüzeyler durumunda biçimlendirerek yapılmışolan
    eser, rölyef.
    * Kabartılarak yapılmışolan.
    kabartma tozu * Pasta, çörek vb. hamur işlerinde kabarmayısağlayan toz, sodyum bikarbonat.
    kabartmak * Kabarmasını sağlamak, kabarmasına yol açmak.
    * Toprağıtırmık vb. bir araçla karıştırmak, alt üst etmek, yumuşatmak.
    kabartmalı * Kabartması olan.
    kabasınıalmak * biçim verilecek bir maddenin gereksiz bölümlerini gidermek.
    * bir yeri veya bir şeyi gelişigüzel, üstünkörü temizlemek.
    kabına sığmamak * duygularına engel olamayıp taşkın davranışlarda bulunmak.
    kâbına varamamak * değerce birinden pek aşağı olmak.
    kabız * Kavrama, tutma.
    * Alma.
    * Peklik, sürgün karşıtı.
    kabız olmak * peklik olmak.
    kabızlık * Kabız olma durumu.
    kabil * Olabilir, mümkün.
    kabil * Türlü, gibi, benzer.
    * Tür, cins.
    kabil değil * imkânsız, imkânıyok.
    kabile * Ebe.
    kabile * Boy.
    kabilinden * gibi, türünden, çeşidinden.
    kabiliyet * Yetenek.
    kabiliyetli * Yetenekli.
    kabiliyetsiz * Yeteneksiz.
    kabiliyetsizlik * Yeteneksizlik.
    kabin * Küçük, özel bölme.
    * Gemilerde, uçaklarda, uzay gemilerinde küçük bölme.
    * Plâjda soyunma yeri.
    kabine * Bakanlar kurulu.
    * Hekim muayenehanesi.
    * Kabin.
    * Helâ.
    kabine çekilmek * bakanlar kurulu görevini bırakmak.
    kabine düşmek * herhangi bir sebeple bakanlar kurulu görevini bırakmak zorunda kalmak.
    kabir * Mezar, sin.
    kabir azabı * Büyük üzüntü, sıkıntı.
    kabir azabıçekmek * çok sıkılmak, üzülmek.
    kabir suali * Uzun ve bıktırıcısoru.
    kabl * Önce, önceki.
    kablelmilât * Milâttan önce.
    kablelvuku * Olmadan önce.
    kablo * Elektrik akımı iletiminde kullanılan ve yalıtkan bir madde ile sarılı bulunan metal tel.
    kablocu * Kablo döşeyen kimse.
    kablolu * Kablosu olan.
    * Kablo aracılığıyla işlevini yapan (araç, gereç).
    kablolu yayın * Televizyon yayınının kablo, cam iletken ve benzeri bir fizikî ortam üzerinden halkın almasımaksadıyla
    abonelere ulaştırıldığıyayın türü.
    kabotaj * Bir ülkenin iskele veya limanlarıarasında gemi işletme işi.
    kabotaj bayramı * Deniz ticaretini teşvik amacıyla her yılın temmuz ayında kutlanan bayram.
    kabotaj gemisi * Kabotaj hattında çalışan gemi.
    kabotaj hakkı * Türk kara sularında, Türkiye’deki akarsu ve göllerde gemi bulundurma, bunlarla gidişgelişve taşıma
    yapma hakkı.
    kabristan * Mezarlık, gömütlük, sinlik.
    kabuğu dışına çıkmak * içinde bulunduğu ortam veya durumdan ayrılmak.
    kabuğuna çekilmek * dışarısı ile olan ilişkilerini kesmek, kimse ile görüşmemek.
    kabuğunu çatlatmak (veya kabuğunu kırmak) * içinde bulunduğu güç, olumsuz veya kötü durumdan kurtulup rahatlamak.
    kabuk * Bir şeyin üstünü kaplayan ve onu dışetkilere karşıkoruyan, kendiliğinden oluşmuş, sertçe bölüm, kışır.
    * Ekmeğin pişme sırasında içinden daha çok sertleşen dış bölümü.
    * Bir sıvıveya atmosferi dıştan saran, sert katman.
    * Bir hayvanıdıştan örten kitinli, kalkerli, silisli, kemiksi veya boynuzsu örtü, kavkı.
    * Deri üzerinde bir yaranın veya sivilcenin kurumasıyla oluşan sertçe bölüm.
    kabuk bağlamak (veya tutmak) * üstünde kabuk oluşturmak, kabuklanmak.
    kabuk bilimi * Kabukları inceleyen bilim dalı.
    kabuk böcekleri * Kın kanatlılar takımına giren, kabuğun hemen altındaki odun katınıkemirerek oyan ve böylece birçok
    orman ve meyve ağacının kurumasına yol açan familya.
    kabuk değiştirme * Yenilenme.
    kabuk gibi * (kumaşiçin) sağlam sert.
  • Türkçe Sözlük K Sayfa 1

    K * Potasyum’un kısaltması.
    -k * Bkz. ık / ik, uk / ük.
    -k * 343 -ak / -ek.
    k, K * Türk alfabesinin on dördüncü harfi. Ke adıverilen bu harf, ses bilimi bakımından ince ünlülerle ön damak,
    kalın ünlülerle art damak patlayıcıünsüzlerinin ötümsüzünü gösterir.
    kaba * Özensiz, gelişigüzel yapılmış, zevksiz, sakil.
    * Taneleri iri.
    * Terbiyesi, görgüsü kıt, nezaketsiz.
    * Terbiyeye, inceliğe aykırı, çirkin, kötü.
    * Hafif olduğu hâlde kalın veya hacimli.
    * Kuyruk sokumunun iki yanındaki şişkin yer.
    kaba düzen * Şöyle böyle üstünkörü yapılan iş.
    * Çalgılarıpes seslere akort etmek işi.
    kaba et * Kuyruk sokumunun her iki yanındaki şişkin yer.
    kaba kâğıt * Bir şey sarmak için kullanılan kalın kâğıt.
    kaba kurgu * Filmin son durumuna yer vermek üzere seçilen çekimlerin senaryodaki sıralanışa göre birbirine eklenerek
    oluşturulan ilk kurgusu.
    kaba kuşluk * Öğleden bir iki saat önceki zaman.
    kaba kuvvet * Yasa dışı işlerle bir amaca ulaşmak için zorbalık yaparak veya güç kullanarak tutulan yol.
    kaba saba * Görgüsüz.
    * Özensiz.
    kaba sakal * Gür ve genişsakallı.
    kaba sıva * İnce sıvadan önce duvarlarda bulunan pürüzleri doldurup kapatmak için yapılan sıva.
    kaba sofu * Dinî kurallarıyanlışyorumlayarak ibadet ve düşüncede aşırılığa kaçan.
    kaba şiş * Kaba kulak.
    kaba taslak * Bir şeyin ayrıntılarına girmeden ana çizgilerini belirten.
    kaba Türkçesi * Açıkçası, tam anlamıyla.
    kaba yapı * Bir binayıdışetkenlere karşıkoruyup ayakta tutan temel, ana duvarlar, kirişler, çatıvb. nden oluşan asıl
    gövde.
    kaba yel * Lodos.
    kababurun * Sazangillerden, ırmak ve göllerde yaşayan, eti kılçıklıküçük bir balık (Chondrostoma nasus).
    kabaca * Kaba bir biçimde.
    * İrice, büyükçe.
    * Yaklaşık.
    kabadayı * Korkusuz, iyi dövüşen, kendine özgü namus kurallarının dışına çıkmayan kimse.
    * Babayiğit, koçak.
    * Bir şeyin en iyisi, başta geleni.
    kabadayıca * Kabadayıya yakışır bir biçimde, kabadayı gibi.
    kabadayılanma * Kabadayılaşmak, kabadayılanmak işi.
    kabadayılanmak * Kabadayılık etmek, kabadayı gibi davranmak.
    kabadayılaşma * Kabadayılaşmak işi.
    kabadayılaşmak * Kabadayı gibi davranmak, kabadayılık etmek.
    kabadayılık * Kabadayı olma durumu veya kabadayıca davranış.
    kabadayılık etmek * kabadayı gibi davranmak.
    kabadayılık taslamak * kabadayı gibi davranmak, kabadayı gibi görünmeye çalışmak.
    kabahat * Uygunsuz hareket, çirkin, yakışıksız davranış, suç, kusur, töhmet.
    * Hafif hapis, para cezasıveya meslek ve sanattan alıkonulma ile cezalandırılan hafif suç.
    kabahat bulmak * bir kusur, suç aramak.
    kabahat etmek (veya işlemek) * suç olacak, kusur sayılacak bir işyapmak.
    kabahat samur kürk olsa, kimse sırtına almaz * hiç kimse suçlu olduğunu kabul etmek istemez.
    kabahati (birine veya bir şeye) yüklemek * işlediği bir suçu başkasının üzerine atmak.
    kabahatli * Kabahati olan, kusurlu, suçlu, töhmetli.
    kabahatlilik * Kabahatli olma durumu.
    kabahatsiz * Kabahati olmayan, kusursuz, suçsuz.
    kabahatsizlik * Kabahatsiz olma durumu.
    kabak * Kabakgillerden, birçok türleri olan bir bitki (Cucurbita).
    * Bu bitkinin türlerine göre yemeği ve tatlısıyapılan ürünü.
    * Esrarkeşlerin kullandığı bir çeşit nargile.
    * Bilgisiz, görgüsüz, kaba.
    * (kavun, karpuz için) Ham, tatsız.
    * Tüysüz, dazlak.
    * (taşıt lâstikleri için) Tırtıllarıaşınarak yüzeyi düzleşmişolan.
    * Kabak kemane.
    * Kısa boynuzlu hayvan.
    kabak (birinin) başına (veya başında) patlamak * birçok kimsenin ilgili olduğu bir olaydan, yalnızca bir kimse zarar veya ceza görmek.
    kabak çekirdeği * Bal kabağının tohumu.
    * Genellikle vakit geçirmek için yenilen kuru yemişçeşidi.
    kabak çıkmak (karpuz, kavun vb. için) * ham çıkmak.
    kabak çiçeği * Süs eşyası.
    kabak çiçeği gibi açılmak * utangaçlıktan çabucak sıyrılarak aşırıölçüde serbestlik göstermek.
    kabak gibi * tüysüz, çıplak, her tarafıaçık.
    kabak kafalı * Saçlarıdökülmüş, dazlak.
    * Saçlarıustura ile kazınmış.
    * Aptal, budala.
    kabak kemane * Gövdesi uzunlamasına ikiye bölünen su kabağının üzerine ince bir deri gerilerek yapılan, üç telli, yayla
    çalınan bir halk çalgısı.