kansız cansız | * Kanıaz olan, zayıf, bitkin. |
kansızlaşma | * Kansızlaşmak işi. |
kansızlaşmak | * Kanıazalmak, kansız kalmak. |
kansızlık | * Kanda alyuvar sayısının ve hemoglobin miktarının azalmasından ileri gelen bir hastalık durumu, anemi. * Duygusuzluk, korkaklık. * Soysuzluk. |
kant | * Şeker ve limonla içilen sıcak su. |
kantar | * Ağırlık sıfırken yatay duran bir kaldıraç koluna dik olarak tutturulmuş bir ibrenin sapmasıyla kütleleri tartan araç. * Tartılacak kütle, alttaki çengele takılınca sarmal bir yaya bağlı olan ve normal olarak sıfırı gösteren bir okun, yanlarda gösterilmişağırlık birimleri hizasına gelmesiyle kütle ağırlığını belirleyen bir tür tartıaleti, el kantarı. * Baskül. * 56,452 kg ağırlığında veya kırk dört okkalık bir ağırlık ve sığa birimi. |
kantar ağası | * Çarşıve pazarlarda tartıaraçlarınıdenetleyen görevli. |
kantar kabağı | * Su kabağı. |
kantar kolu | * Üzerinde kantar topunun bulunduğu ve hareket ettiği demir çubuk. |
kantar topu | * Kantarda bir ağırlık tartılırken, dengeyi sağlayan kantar kolu üzerinde hareket ettirilebilen metal küre. |
kantara çekmek (veya vurmak) | * (bir şeyi) tartmak. * birini sınama. |
kantarcı | * Kantar yapıp satan kimse. * Çarşıya, pazara getirilen şeyleri tartıp vergisini toplayan görevli. |
kantarcılık | * Kantarcının yaptığı iş. |
kantarı belinde | * gözü açık, aldatılmaz. |
kantarın topunu kaçırmak | * ölçüyü kaçırıp aşırıdavranmak. |
kantariye | * Çarşıya, pazara getirilen şeylerden alınan tartıvergisi. |
kantarlama | * Kantarlamak işi. |
kantarlamak | * Kantarla ağırlığınıölçmek. * Düşünüp taşınmak. * Birini denemek, sınamak. |
kantarlı | * Ağır sövgü, ağır sövmek” anlamına gelen kantarlıküfür ve kantarlıyısavurmak deyimlerinde geçer. |
kantarlıküfür | * Ağır sövgü. |
kantarlık | * Kantar ölçüsünde olan. |
kantarma | * Azılıatlarızapt etmek için dillerini bastıracak biçimde yapılmışdemir araç. |
kantaron | * Kızıl kantarongillerden, hekimlikte kullanılan, sarıçiçekli, acıköklü, küçük bir bitki (Gentiana lutca). * Birleşikgillerden, sarı, mavi, kırmızıçiçekli türleri bulunan otsu bir bitki (Centaurea). Bu cinsin tahıl tarlalarında sık rastlanan mavi çiçekli bir türü, peygamber çiçeği, belemir (Centaurea cyanus). |
kantat | * Kahramanlık veya din konularında yazılıp bestelenen şiir veya bu şiirin orkestra eşliğindeki tek veya çok sesli bestesi. |
Kantçı | * Kant’ın felsefesine ilişkin veya Kant felsefesi yanlısı olan. |
Kantçılık | * Kant felsefesi öğretisi. |
kantin | * Kışla, fabrika, okul gibi yerlerde yiyecek ve içecek maddelerinin satıldığıyer. * Bu gibi kurumlarda işletilen ve yalnız o kuruma bağlıkimselerin yemek yediği lokanta. |
kantinci | * Kantin işleten kimse. |
kantincilik | * Kantin işletme işi. |
kantiyane | * Kızıl kantarongillerden, hekimlikte iştah açıcı olarak kullanılan bir tür bitki (Gentiana). |
kanto | * Tulûat tiyatrolarında oyundan önce genellikle kadın sanatçıların şarkısöyleyip dans ederek yaptığı gösteri. * Bu gösteri sırasında söylenen şarkı. |
kantocu | * Kanto söyleyen kadın. |
kantoculuk | * Kantocunun yaptığı iş. |
kanton | * İsviçre Konfederasyonunu oluşturan devletlerden her biri. |
kantonit | * Doğal bakır sülfürü. |
kanun | * Yasa. * Geçerli olan kural. |
kanun | * Dikdörtgen biçiminde, bir köşesi kesik, yassı bir sandık üzerine gerilmiştellerden oluşan, tırnak adıverilen çalgıçlarla çalınan ince saz çalgısı. |
kânun | * Yılın ilk (kânunuevvel) ve son (kânunusani) ayı. |
kanun adamı | * Yöneticiliği sırasında kanunlara uymaktan vazgeçmeyen kimse. |
kanun dışı | * Yasa dışı. |
kanun hükmünde kararname | * Bakanlar Kurulunca yayınlanan ve kanun değerinde olan karar. |
kanun koyucu | * Kanun yapma veya kanun koyma yetkisi olan. |
kanun lâhiyası | * Kanun tasarısı. |
kanun maddesi | * Kanun, tüzük ve yönetmeliklerinin ayrıayrıhükümlerinin gösteren bölüm, bent, fıkra. |
kanun sözcüsü | * 343 yasa sözcüsü. |
kanun tasarısı | * Hükûmetin Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere hazırladığı onaylanmamış, yürürlüğe konmamışkanun. |
kanun teklifi | * Meclis üyelerinin Büyük Millet Meclisine sunulmak üzere hazırladıklarıkanun örneği. |
kanun yoluyla | * kanuna göre, kanunun belirttiği gibi. |
kanuncu | * Kanun çalan kimse, kanunî. * Kanun yapan veya satan kimse. |
kanunen | * Yasa gereğince, yasal olarak. |
Kategori: K
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 32
-
Türkçe Sözlük K Sayfa 33
kanunî * Yasaya uygun, yasal, yasalı. kanunî * Kanun çalan, kanuncu. kanuniyet * Yasa olma gücünü kazanma. kanuniyet kesp etmek * yasa niteliğini kazanmak, yasa durumu almak, yasalaşmak. kanunlaşma * Kanunlaşmak işi, yasalaşma. kanunlaşmak * Yasalaşmak. kanunlaştırılma * Kanunlaştırılmak işi veya durumu. kanunlaştırılmak * Yasalaştırılmak. kanunlaştırma * Yasalaştırma. kanunlaştırmak * Yasalaştırmak. kanunname * Yasa kitabı. kanunsuz * Yasası olmayan, yasasız.
* Yasaya aykırı.kanunsuzluk * Yasaya aykırılık, yasasızlık. kanunuesasi * Anayasa. kânunuevvel * Aralık ayı. kânunusani * Ocak ayı. kanyak * İspirto derecesi yüksek, özel kokulu, sarımtırak renkte bir tür içkinin patent adı, konyak. kanyon * Bir akarsuyun kalkerli bir alanda oyarak oluşturduğu derin, dar boğaz, kapuz. kaolin * Arıkil. kaolinit * Arıkilin temel maddesini oluşturan hidratlıalüminyum silikat. kaolinli * Birleşiminde arıkil bulunan. kaos * Evrenin düzene girmeden önceki biçimden yoksun, uyumsuz ve karışık durumu.
* Karışıklık, kargaşa.kap * İçi gaz, sıvıveya katıherhangi bir maddeyi alabilen oyuk nesne.
* Kap kacak.
* Türlü şeylerin taşınmasıveya saklanması için kullanılan torba, kılıf, çanta, sepet, sandık vb.
* Kapak, cilt.
* Kabın içindeki yemek, çeşit.kap * Gövdeyi omuzların üstünden çepeçevre saracak biçimde yapılmışolan bir tür üst giysisi.
* Kadınların giydiği kolsuz üstlük.kâp * Aşık kemiği. kap kacak * Tencere, tava, sahan gibi mutfak eşyası. kapacık * Bkz. kapakçık. kapağıatmak * sıkıntısız, rahat bir yere sığınmak, kaçıp kurtulmak. kapak * Her türlü kabın üstünü örtmeye veya bir deliği kapamaya yarayan nesne.
* Dolap, sandık gibi şeyleri örtmeye yarayan parça.
* Kitap, defter gibi şeylerin en üstüne geçirilen kılıf.
* Biçilen ağaç kütüklerinin iki yanından çıkan düzgün olmayan tahta.
* Zıvanada iki dışyan parça.kapak atmak * aşırı, tıka basa dolmuşolmak. kapak bıçkıcısı * Kapak bıçkısında çalışan işçi. kapak bıçkısı * Kaba tahtaları boylamasına biçen ve düzelten, birkaç testereli bıçkıtezgâhı. kapak kızı * Resimli dergilerin kapak resimleri için poz veren genç kız. kapak tahtası * Biçilen tomruğun tahtalarından en dışta kalan tahta parçası. kapak takımı * Alafranga tuvaletlerde tuvaleti örten kapak, oturak ve vidaların bütünü. kapak taşı * Lâğım, su yolu vb. nin gereken yerlerinde bırakılan deliğin üzerini örten genişve yassıtaş.
* Mezarlarda en üstte bulunan taş.kapak yıldızı * Resimli dergilerin kapak sayfaları için fotoğrafıçekilen ünlü kimse. kapakçık * Küçük kapak.
* Yürekte veya damarlarda kanın veya başka sıvıların geri dönmesini önleyen supap durumunda küçük
kapak.kapaklanma * Kapaklanmak işi. kapaklanmak * Bulunduğu yerden yüzüstü düşmek.
* (yelkenli tekne) Güçlü rüzgâr veya ansızın gelen sağanak etkisiyle devrilmek.kapaklı * Kapağı olan.
* Bkz. gizli kapaklı.kapaklık * Kapak taşı.
* Kapak yapmağa özgü.kapaksız * Kapağı olmayan.
* Görgüsüz, terbiyesiz.kapalı * Kapanmışolan, açılmamış, mestur.
* Geçilmez durumda olan.
* (işyeri için) Çalışma süresi sona ermiş.
* Başıörtülü (kadın).
* Açık ve kesin söz kullanmadan söylenen, müphem.
* Gizli, saklı.
* Dışa dönük yaradılışta olmayan.
* (giyecek için) Açık olmayan.
* (hava için) Bulutlu, karanlık.kapalı bölge * Ulaşım, ekonomi, nüfus hareketleri ve iletişim bakımından dışarıyla bağlantısı bulunmayan yer. kapalıçarşı * Dükkân ve ara yollarının üzeri tonoz ve kubbelerle örtülü çarşı. kapalıdevre * İçinden sürekli akım geçen elektrik devresi veya televizyon sistemi. kapalıduruşma * Mahkemede görevlilerden ve izinli olanlardan başkasının bulunmadığıduruşma. kapalıduruşma yapmak * duruşmaları gizli sürdürmek. kapalı geçmek * (bir konuda) önemli noktaya değinmemek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 34
kapalı gişe * Bütün biletleri satılmışolan. kapalıhava * Bulutlu hava. kapalıhece * Ünsüzle biten hece: Kalk, bak gibi. kapalıkalp ameliyatı * Kalbin fizyolojik çalışmasıdurdurulmadan yapılan kalp ameliyatı. kapalıkutu * İçindekini belli etmeyen, sır saklayan.
* Niteliği gizli kalan.kapalı olmak * işyapmamak.
* ilgisiz kalmak.kapalı oturum * Gizli celse. kapalırejim * Dışülkelerle ilişki kurmayan siyasî düzen. kapalıtohumlular * Açık tohumlularla tohumlu bitkileri içine alan bitkiler âleminin bir alt şubesi. kapalıtribün * Açık sahadaki spor müsabakalarında seyircileri yağmurdan ve güneşten korumak için özel olarak üstü
kapatılmış bölüm.kapalıyer korkusu * Dar ve kapalıyerlerde duyulan kaygıveya korku, klostrofobi. kapalıyetişmek * toplum hayatına girmeden, karışmadan yetişmek. kapalıyüzme havuzu * Kapalı bir mekân içine alınmış, suyu ısıtılan, yüzme sporunun yapıldığıhavuz. kapalılık * Kapalı olma durumu.
* Anlatımın açık ve kesin olmama özelliği, ipham.kapama * Kapamak işi.
* Taze soğan ve marulla pişirilmişkuzu eti yemeği.
* Üst baş, giyecek takımı.
* Kapatma.kapamacı * Hazır giysi takımısatan kimse. kapamaç * Kilit, sürgü, toka gibi unsurlarıkapalıtutmaya yarayan düzenek. kapamak * Bir açıklığıörtmek için, bir şeyi, açık yerin üzerine getirmek.
* (hava için) Bulutlarla kaplanmak, sıkıntılı bir hâl almak, bir şeyin görünmesine engel olmak.
* Geçişi engellemek.
* Tıkamak, içini doldurmak.
* (su, elektrik için) Gelişini kesmek.
* Çalışamaz, görev ve işyapamaz duruma getirmek.
* Üzerinde durmamak, bir şey üzerinde konuşmayı bırakmak.
* Bir yere sokup dışarıçıkmasına engel olmak, hapsetmek.
* Ortalıktan alıp saklamak.
* Karşılamak, denk gelmek.kapan * Bazıhayvanlarıyakalamak için kullanılan, hayvanın ayağının değmesiyle işleyen tuzak.
* Düzen, hile.
* Pazara satılmak üzere gelen yiyecek maddelerinin tartıldığıresmî büyük kantar ve bu kantarın bulunduğu
yer.kapan duygu * Yalnız başına ilerleyen, öbür hastalıklıdurumlara bağlı olmayan hastalık, idiopati. kapan kapana * Alıcısıçok. kapan kapana * bir şeyin yağma edildiğini veya çok ucuz fiyatla satıldığınıanlatır. kapan kurmak * bir hayvanıtuzağa düşürmek için kapan hazırlamak. kapana düşmek (girmek, kısılmak, kaymak, tutulmak veya yakalanmak) * içinden çıkılmaz bir duruma düşmek, ele geçmek. kapana düşürmek (veya kıstırmak) * hile ile yakalamak. kapana sıkıştırmak * birini zor durumda bırakmak.
* birini düzenle ele geçirmek.kapanca * Küçük kapan.
* Düzen, hile.kapanca * Tütün fidelerini örtmek için kullanılan hasır veya ottan örtü. kapancı * Kapanın başında bulunan görevli, tartıcı. kapanık * Kapanmış.
* İç karartıcı, ruh sıkıcı.
* Kaçınık.kapanıklık * Kapanık olma durumu.
* İç karartıcı olma durumu.kapanın elinde kalmak * çok istenir ve aranır olmak.
* bir şeyden ancak çabuk davranabilenler yararlanmak.kapanış * Kapanmak işi veya biçimi. kapaniçe * Padişah ve yüksek rütbeli din ve devlet görevlilerinin giydiği kolsuz, genişyakalıkürk. kapanma * Kapanmak işi. kapanmak * Kapalıduruma gelmek.
* Dışarı ile ilişiğini kesmek.
* Çalışamaz, etkinliğini sürdüremez duruma getirilmek.
* Son verilmek, kesilmek.
* Yüzü, gövdesi bir yere gelecek biçimde eğilmek.
* Tatile girmek.
* (yara için) İyileşmek.
* (göz için) Kör olmak.
* Gökyüzü bulutlanmak.kapantı * Patlayıcıünsüzün oluşmasından önceki boğumlanma noktasının kapanması: Kap, kat, top gibi. kapari * Yemişinden turşu yapılan gebre otunun bir adı. kaparo * Pey akçesi. kaparo vermek * bir kimseye pazarlığında anlaşılmış bir paranın küçük bir bölümünü önceden vermek. kaparolu * Kaparosu olan. kaparosuz * Kaparosu olmayan. kaparoz * Yolsuzca veya zorla elde edilen mal. kaparozcu * Yolsuzca veya zorla birinin malınıele geçiren (kimse). kaparozculuk * Kaparozcu olma durumu. kaparozlama * Kaparozlamak işi. kaparozlamak * Yolsuzca veya zorla birinin malınıele geçirmek. kapasite * (bir şeyi )İçine alma, sığdırma sınırı, kapsama gücü.
* Bir kondansatörün elektrik yığma sınırı, sığa.
* Anlama, kavrama yeteneği.kapasiteli * Kapasitesi olan. kapasitesiz * Kapasitesi olmayan. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 26
kamu kesimi * Devlet eliyle yürütülen ekonomik işlerin bütünü. kamu kurumu * Belirli kamu hizmetlerini yerine getirmek amacıyla oluşturulan kamu tüzel kişisi. kamu personeli * Devlet hizmetinde çalışan kişiler. kamu sağlığı * Bir toplumda büyük halk kitlelerinin sağlık koşullarıaçısından içinde bulunduğu durum. kamu sektörü * Bkz. kamu kesimi. kamu tanrıcı * Tüm tanrıcı, panteist. kamu tanrıcılık * Tüm tanrıcılık, panteizm. kamu yararı * Devletin ihtiyaçlarına cevap veren ve bu ihtiyaçlarıkarşılayan, devlete yarar sağlayan değerler bütünü. kamu yönetimi * Devletin yönetim faaliyetlerinin faydalıve verimli bir biçimde düzenlenmesiyle uğraşan bilim dalı, amme
idaresi.kamuflâj * Örtme, saklama, gizleme, peçeleme, alalama. kamufle * Görünmeyecek, tanınmayacak biçimde örtülmüş, saklanmış, gizlenmiş, alalanmış, maskelenmiş. kamufle etmek * gizlemek, maskelemek, alalamak, peçelemek. kamulaştırılma * Kamulaştırılmak işi. kamulaştırılmak * Kamulaştırmak işi yapılmak. kamulaştırma * Kamulaştırmak işi, istimlâk.
* Devletleştirme.kamulaştırmak * Taşınmaz bir malısahibinden satın alarak kamuya mal etmek, kamu yararına almak, istimlâk etmek.
* Devletleştirmek.kamuoyu * Bir sorun üzerine halkın genel düşüncesi, halk oyu, amme efkârı, efkârıumumiye. kamuoyu oluşturmak (veya yaratmak) * bir düşünceyi yaygınlaştırmak ve halkın dikkati o düşünce etrafında toplamak ve yoğunlaştırmak. kamus * Büyük sözlük. kamusal * Kamu ile ilgili. kamusallaşma * Kamusallaşmak işi. kamusallaşmak * Kamusal duruma gelmek. kamutay * (dil inkılâbının ilk yıllarında) Türkiye Büyük Millet Meclisinin genel kurulu. kamyon * Motorlu büyük yük taşıtı.
* Kamyonun taşıyabildiği mal, kimse vb.kamyoncu * Kamyonla taşıyıcılık yapan kimse.
* Kamyon kullanan sürücü.kamyonculuk * Sahip olduğu kamyonu başkasıaracılığıyla çalıştırtma işi.
* Kamyon sürücülüğü.kamyonet * 1500 kilogram yük taşıyan küçük kamyon, pikap. kamyonetçi * Kamyonet kullanan kimse. kamyonetçilik * Taşımacılıkta kamyonet kullanma işi. kan * Atardamar ve toplardamarların içinde dolaşarak hücrelerde özümleme, yadımlama görevlerini sağlayan
plâzma ve yuvarlardan oluşmuşkırmızırenkli sıvı.
* Soy.-kan / -ken * 343 -gan / -gen. kan ağlamak * büyük bir üzüntü içinde bulunmak. kan akçesi * Birini yaralayandan alınıp yaralanana veya ölenin mirasçılarına verilen para. kan akıtmak * kurban kesmek. kan akmak * kanlıçarpışma olmak. kan aktarımı * Hasta veya yararlıya, kendi veya uygun başka bir kan grubundan damar yoluyla kan verme, kan nakli,
transfüzyon.kan alacak damarı bilmek * nereden veya kimden çıkar sağlanabileceğini bilmek. kan almak * bir damardan bir miktar kan çekmek veya akıtmak. kan bağı * Aynısoydan gelme durumu. kan bankası * Gereğinde hastalara aktarmak için sağlam kimselerden alınan kanların saklandığıyer. kan basıncı * Bkz. tansiyon. kan başına sıçramak (veya beynine çıkmak) * çok sinirlenip öfkelenmek. kan beynine çıkmak * çok sinirlenmek, hiddetlenmek, kontrolü yitirmek. kan bilimci * Kan bilimi uzmanı, hematolog. kan bilimi * Kanın morfolojik, fizyolojik, kimyasal ve genetik açıdan incelenmesi.
* Kan hastalıkları bilimi, hematoloji.kan boğmak * beynine kan hücumuyla ölmek. kan çanağı gibi * Bkz. gözleri kan çanağına dönmek. kan çekmek * yüz ve huy, ana veya baba tarafının yüzüne ve huyuna benzemek.
* (akraba için) yakınlık duymak.kan çı banı * Kıl kökünden başlayarak deri altıdokusunu saran ve deride şişkinlikle beliren irinli kabartı. kan çıkmak * kan dökülmek, cinayet işlenmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 27
kan davası * Geçmişte, aralarında cinayetten, kan akmışolmaktan veya başka bir sebepten kökleşmiş bir düşmanlık
bulunan iki ailenin karşılıklıkan gütmesi.kan doku * Plâzmasıve taşıdığıyuvarlar bakımından bir doku gibi görünen kana, doku bilimine verilen ad. kan dolaşımı * 343 dolaşım. kan dökmek * ölüme yol açmak, cana kıymak. kan gelmek * kanamak. kan gitmek * büyük abdestini ederken kan gelmek.
* (kadınlarda) aybaşıçok kanlı olmak.kan gövdeyi götürmek * çok kan dökülmüşolmak. kan grubu * Bireyde serum ve alyuvarların taşıdığı antijen veya antikorların türüne göre ayırıcıözellikler taşıyan grup. kan gütmek * kan dökerek öç almak istemek. kan istemek * öldürülen bir kimsenin öcünün alınmasını istemek. kan kanseri * Kanda akyuvarların olağanüstü çoğalmasıyla beliren bir hastalık, lösemi. kan kardeşi * Birinin kanınıemerek veya yalayarak kardeşlik andı içmek yoluyla kardeşolanlardan her biri, ant kardeşi. kan kaybetmek * herhangi bir sebeple vücuttan çok kan akmak. kan kırmızı * Çok kırmızı.
* üstün, yaman.kan kusturmak * çok eziyet çektirmek. kan kusup kızılcık şerbeti içtim * çok eziyet çektiği hâlde durumunu iyi göstermek. kan nakli * 343 kan aktarımı. kan olmak * insan öldürülmek. kan olmak * aralarında kan davası bulunmak. kan otu * Gelincikgiller familyasından kan kırmızırenkte çok yıllık zehirli bir bitki. kan oturmak * bir damarın çatlamasıyla sızan kan, dokular arasına akıp kalmak. kan parası * Diyet. kan plâzması * Kanın hücrelerarasısıvımaddesi. kan portakalı * İçi kırmızı bir portakal türü. kan revan içinde * her yanıkana bulanmış. kan serumu * Kanın çökmesinden sonra üstünde kalan sıvıkısmı. kan taşı * Hematit. kan ter içinde (kalmak) * çok terli, yorgun ve perişan bir durumda (kalmak). kan tere batmak * kan ter içinde kalmak. kan tutmak * kan görünce bayılmak.
* (adam öldüren kimse) şok geçirmek.kan unu * Kıl, mide içeriği, idrar ve benzeri yabancımaddeden arıtemiz, taze hayvan kanından normal işlemle elde
edilmiş, genellikle koyu, siyaha benzer bir renkte, suda çözünmeyen kurutulmuş bir ürün.kan vermek * (hastaya, yaralıya) kan aktarmak.
* kan nakli için kan aldırmak.kan yürümek * bir organda aşırıkan birikmek. kana * Geminin çektiği suyu göstermek için başve kıç bodoslamalarıüzerine konulan işaretler. kana boyamak (veya bulamak) * kan içinde bırakmak. kana kan * birinin öldürülmesinden sonra, öldürenin öldürülerek ceza verilmesi. kana kan istemek * öldürenin öldürülmesini istemek. kana kana * Kanıncaya kadar, doya doya, içine çeke çeke. kana susamak * öldürme hırsıduymak. kanaat * Elindekinden hoşnut olma durumu, kanıklık, yeter bulma, yetinme, fazlasını istememe, doyum.
* Kanma, inanma.
* Kanış, kanı, inanç, düşünce.kanaat etmek * yetinmek. kanaat getirmek * kanmak, aklıyatmak, inanmak. kanaatkâr * Azla yetinen, elindeki ile yetinen, kanık, kanaatli, yetingen. kanaatkârlık * Azla yetinme durumu, kanıklık, yetingenlik. kanaatli * Elindeki ile yetinen, kanık, yetingen. Kanada geyiği * Kuzey Afrika’da yaşayan iri gövdeli geyik türü (Cervus Canadensis). Kanada kavağı * Kuzey Afrika’da yetişen uzun bir kavak türü. Kanadalı * Kanada halkından olan kimse. kanadıaltına almak (veya birinin üstüne) kanat germek * korumak, himayesine almak. kanadıkolu * akrabası, en yakınları.
* koruyucusu, desteği. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 28
kanadiyen * Kanadalıtuzak avcılarının ceketlerine benzeyen içi kürklü veya pamuklu, şal yakalı, kemerli kruvaze ceket.
* Yaz aylarında giyilen bol ve genişdikimli astarsız hafif ceket.kanal * Bazı bölgeleri sulamak, kurutmak amacıyla veya gemilerin işlemesine elverişli, insan eliyle açılmışsu yolu.
* İki kıyıarasındaki dar ve derin deniz.
* İçinden damar, sinir veya bir sıvı geçen yol.
* Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletişimi sağlayan yol, hat.
* Tahtanın liflerine dik yönde açılan kırlangıç kuyruğu biçimli girinti.kanalcık * Küçük kanal.
* Bir organizmadaki küçük kanal.kanalcıklı * Kanalcığı olan. kanalet * Küçük kanal. kanalıyla * Bir kimse veya bir şey aracılığıyla, yoluyla, eliyle. kanalizasyon * Pis ve atık suların özel kanallar aracılığıyla belli merkezlerde toplanıp atılmasınısağlayan sistem, şebeke. kanama * Kanamak işi, nezif. kanamak * Vücudun herhangi bir yerinden kan akmak, kan gelmek, kan kaybetmek.
* (manevî acılar için) Yeniden etkisini duyurmak, depreşmek.kanamalı * Kanaması olan. kanara * Bkz. kesim evi, mezbaha. kanarya * İspinozgillerden, yeşilimsi veya sarıtüylü, koni biçiminde küçük gagalı, ötücü kuş(Serinus canaria). kanarya çiçeği * Çan çiçeğigillerden, sarırenkli bir çiçek (Tropaeolum peregrinum). kanarya otu * Çuha çiçeğigillerden, tohumlarıkafes kuşlarına yem olarak verilen bir bitki (Alsine media). kanaryalık * Kanarya yetiştirilen yer. kanasta * Bir tür kâğıt oyunu. kanat * Kuşlarda ve böceklerde uçmayısağlayan organ.
* (balıklarda) Yüzgeç.
* Bir uçağın havada durmasınısağlayan taşıyıcıaerodinamik güçlerin etkilediği yatay yüzey.
* Kapı, pencere, dolap gibi dikine açılıp kapanan şeylerin kapağı.
* Yan, taraf.
* Meclis, parti gibi topluluklarda düşünce yönünden özellik gösteren taraflardan her biri.
* Fırıldak biçiminde olan şeylerde kol.
* Bkz. Angıç.
* Savaşdüzenindeki ordunun iki yanından her biri, cenah.
* Futbol, hentbol vb.takım oyunlarında hücum hattının sağve sol uçlarında yer alan oyuncular.kanat açmak * birini korumak, himaye etmek. kanat alıştırmak * bir işe alışmaya çalışmak. kanata * Ağzı geniştek kulplu su kabı. kanatçık * Küçük kanat.
* Baklagillerin çiçek tacında bulunan, yan iki taç yapraktan her biri.
* Kuşların eğreti kanadı; başparmak ve birinci parmak kemiklerine bağlıteleklerinin bütünü.kanatış * Kanatmak işi veya biçimi. kanatlandırma * Kanatlandırmak işi. kanatlandırmak * Çok sevinmesine sebep olmak. kanatlanış * Kanatlanmak işi veya biçimi. kanatlanma * Kanatlanmak işi. kanatlanmak * Uçmaya başlamak.
* Uçmak, kanat açmak.
* Çok sevinmek.kanatlı * Kanadı olan. kanatlılar * Böceklerin kanatlı olanlarını içine alan alt sınıf. kanatma * Kanatmak işi. kanatmak * Kanamasına yol açmak veya kanamasını sağlamak. kanatsız * Kanadı olmayan. kanatsızlar * Böcekler sınıfının kanatsız olan en ilkel biçimlerini kapsayan alt sınıfı. kanava * 343 kanaviçe. kanaviçe * El işleri için kullanılan seyrek dokunmuşketen bezi.
* Bu bezin üzerine yapılmışolan işleme.
* Çuval olarak kullanılan kendirden veya kenevirden yapılmışseyrek bez.kanayan yara olmak * sürekli sıkıntı, üzüntü ve zarar veren bir durumda olmak. kanayış * Kanamak işi veya biçimi. kanbiyit * Hidratlıdoğal demir silikat. kanca * Bir şey çekmeye yarar ucu demir çengelli çubuk. kancabaş * Altıveya sekiz çift kürekle çekilen, dar, uzun bir çeşit kayık. kancacı * Metal zincir imalâtında palet zincirlerine monte edilebilmesi için palet zincirlerinin uçtaki baklalarına özel
kanca takan kimse.kancalama * Kancalamak işi. kancalamak * Kancayı bir şeye takmak.
* Kancayıatıp çekmek.
* Bir kimse veya şeyin üzerine bıktıracak kadar düşmek.kancalanma * Kancalanmak durumu. kancalanmak * Kanca ile tutulmak, kancaya takılmak. kancalı * Kancası olan. kancalı iğne * Çengelli iğne. kancalıkurt * İpsiler familyasından, 10 mm boyunda, ağzıçift çengelli, ince bağırsaklarda yaşayan asalak solucan. kancasız * Kancası olmayan. kancayıtakmak (veya atmak) * bir kimsenin kötülüğü için uğraşmak. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 29
kancık * (hayvanlarda) Dişi.
* Dönek, güvenilmez.
* Kadın.kancıkça * Döneklik ederek, gizlice kötülükte bulunarak. kancıklık * Kancık olma durumu.
* Kancıkça davranış.kancıklık etmek (veya yapmak) * döneklik, kalleşlik etmek. kancıl * Kanda yaşayan asalak. kancur * İzmarit balığının küçüğü. kançılar * Elçiliklerde, konsolosluklarda yazıve evrak işlerini yürüten görevli. kançılarlık * Kançılar eliyle yönetilen işler.
* Bu işlerin görüldüğü yer.kançılarya * Elçilik ve konsolosluklarda yönetimle ilgili görevlilerin bütünü.
* Bu görevlilerin çalıştığıyer.kandamlası * Asya ve Avrupa’da ılıman bölgelerde yetişen kırmızıveya sarıçiçekli otsu bir bitki (Adonis). kandaş * Aynıkanıtaşıyan, aynısoydan olan. kandaşlık * Kan birliği, soy birliği. kandelâ * Işık yoğunluğu birimi, mum. Kısaltmasıcd. kandıra ağacı * Mine çiçeğigillerden, ıtırlı bir süs bitkisi (Lipia citriodora). kandıra otu * Buğdaygillerden, çok yıllık, sürünücü, otsu bir bitki (Calamagrostis). kandırıcı * İnandırıcı.
* Aldatıcı.
* İçme isteğini giderici.kandırıcılık * Kandırıcı olma durumu. kandırılış * Kandırılmak işi veya biçimi. kandırılma * Kandırılmak işi. kandırılmak * Kandırmak işi yapılmak. kandırış * Kandırmak işi veya biçimi. kandırma * Kandırmak işi. kandırmaca * Kandırmak amacıyla yapılan düzen. kandırmak * Kanmasını sağlamak, inandırmak, ikna etmek.
* Aldatmak.
* İçme, yeme isteğini karşılamak.kandidoz * Pamukçuk. kandil * İçinde sıvı bir yağve fitil bulunan kaptan oluşmuşaydınlatma aracı.
* Çok sarhoş.
* Kandil gecesi.kandil çiçeği * Civanperçemi. kandil çöreği * Kandillerde yapılıp satılan geleneksel çörek. kandil gecesi * Berat, miraç, regaip ve mevlit (Hz. Muhammed’in doğum yıl dönümü) geceleri. kandil günü * Kandil gecesinden önceki gün. kandil simidi * Kandil günlerinde yapılıp satılan bol susamlısimit. kandil yağı * Kötü cins zeytinyağı. kandilci * Cami ve minarelerin kandillerini yakan kimse.
* Kandil yapan veya satan kimse.kandilin yağıtükenmek * hayat sona ermek, ölmek. kandilisa * Yelkenleri yerlerine çekmekte kullanılan halatların genel adı. kandilleşme * Kandilleşmek işi. kandilleşmek * Birbirinin kandil gününü kutlamak. kandilli * Kandili olan.
* Çok sarhoş.kandilli küfür * İşitilmedik, çok ağır bir sövgü. kandilli selâm * El etek öperek, yerlere kadar eğilerek verilen selâm. kandilli temenna * Eli eğilip yere kadar uzatarak ve başa götürerek verilen selâm. kandillik * Kandillerin konulduğu yer.
* Kandil günü ile ilgili.kanepe * Birkaç kişinin oturabileceği genişlikte koltuk.
* Genellikle çay ve kokteyller için hazırlanan, peynir, sucuk, salam gibi şeylerle süslenen çok küçük ekmek.kangal * Tel, kurşun boru gibi uzun ve bükülebilir şeylerin halka biçiminde sarılmasıyla yapılan bağ.
* Bu biçimde bükülmüşşeylerin her bir halkası.kangal * Deve dikeni. kangal köpeği * Çoban köpeği olarak yetiştirilen, burnu ve ağzısiyah, kulaklarıdüşük, kuyruğısırtına doğru düzgün kıvrım
yaparak duran, Anadolu’da Sivas yöresinde yetiştirilen ve çok tutulan bir tür köpek.kangallama * Kangallamak işi. kangallamak * Kangal durumuna getirmek. kangallanma * Kangallanmak işi. kangallanmak * Kangal durumuna getirilmek. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 30
kangren * Vücudun bir yerindeki dokunun ölmesi. kangren olmak * vücudun bir yerindeki dokular ölmek.
* kangrenleşmek.kangrenleşme * Kangrenleşmek işi. kangrenleşmek * Kangren olmak.
* Bir durum veya işdüzelmeyecek duruma gelmek, uzamak.kangrenleştirme * Kangrenleştirmek durumu veya biçimi. kangrenleştirmek * Kangren durumunun ortaya çıkmasına sebep olmak. kangrenli * Kangreni olan. kanguru * Kangurugillerden, iri, otçul, memeli, ön ayaklarıkısa, art ayakları ile kuyruğu uzun ve güçlü, başıküçük,
Avustralya’da yaşayan keseli hayvan; dişisinin karnında yavrularınıtaşıyacak bir kesesi vardır (Macropus giganteus).kangurugiller * Memelilerden, sıçrayıcı, keseli hayvanlar familyası. kanı * İnanılan düşünce, kanaat. kanıayaklı * Evli kadın. kanı başına çıkmak (veya sıçramak veya toplamak) * çok öfkelenmek. kanı bozuk * Soysuz. kanıdonmak * donakalmak; çok şaşırmak. kanıısınmak * (birine karşı) yakınlık duymak. kanı içine akmak * derdini dışa vuramamak. kanıkanla yumazlar, kanısuyla yurlar * kötülük, kötülük yapılarak düzeltilmez, ancak iyilik yapılarak ortadan kaldırılır. kanıkaynamak * coşkun ve kıpırdak olmak. kanıkaynamak * çabucak sevgi duymak. kanıkurumak * çok usanmak,çok bıkmak. kanıpahasına * yaralanmayıveya ölümü göze alarak. kanısıcak * Sevimli, kendini çabuk sevdiren. kanısulanmak * kansızlığa uğramak. kanıtemizlenmek * öldürülenin arkasından, öldüren kişi veya yakınlarından birini öldürerek öç almak. kanık * Elindekinden hoşnut olan, azla yetinen, yetingen, kanaatkâr.
* Tok gözlü.kanıklanma * Kanıklanmak işi. kanıklanmak * Edindiği bir şeyi yeter bulmak, yetinmek, kanaat etmek. kanıklık * Elindekinden hoşnut olma durumu, kanaat, kanaatkârlık. kanıkma * Kanıkma işi. kanıkmak * Kanmak, gönlü kanmak. kanıksama * Kanıksamak işi. kanıksamak * Çok tekrarlama sebebiyle etkilenmez olmak; alışmak.
* Bıkkınlık getirmek, usanmak.kanıksayış * Kanıksamak işi veya biçimi. kanıma göre (veya kanımca) * düşünceme, inancıma göre. kanına dokunmak * çok sinirlendirmek. kanına ekmek doğramak * birinin ölümüne yol açarak sevinmek.
* birini küçük düşürmek, birine zarar vermek.kanına girmek * birini öldürmek veya öldürtmek.
* (bir kızın) kızlığını bozmak.kanına susamak * belâsınıaramak. kanınıemmek * insafsızca sömürmek. kanını içine akıtmak * sıkıntısını belli etmemek. kanınıkaynatmak * heyecanlandırmak, coşturmak. kanınıkurutmak * canından bezdirmek. kanınıyerde koymak * birini öldüreni ölümle cezalandırmamak. kanırma * Kanırmak işi. kanırmak * (bir şeyi) Eğip zorlayarak yerinden çıkarmak veya çıkarmaya çalışmak. kanırtma * Kanırtmak işi. kanırtmaç * Bir şeyi kanırmak için kullanılan değnek veya araç, bir tür kaldıraç. kanırtmak * Büküp zorlayarak yerinden oynatmak. kanısında olmak * inancında olmak, kanaatinde olmak. kanış * Kanı, kanaat.
* Aldanış, kanma. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 25
kamer balığı * Ay balığı. kamera * Alıcı, fotoğraf makinesi.
* Bir çekime başlanırken, yönetmenin alıcıyıçalıştırmaları için verdiği buyruk.kameraman * Alıcıyönetmeni. kamerî * Ayla ilgili. kamerî ay * Ayın tam bir devriyle hesap edilen veya ayın hareketine göre düzenlenen süre. kamerî takvim * Bkz. ay takvimi. kamerî yıl * Bkz. ay yılı. kameriye * Bahçelerde yazın oturulmak için yapılan, kafes biçiminde, kubbeli, üstü yeşilliklerle sarılan süslü çardak. kameriyeli * Kameriyesi bulunan. kamersiz * Aysız, ayı olmayan. Kamerunlu * Kamerun halkından olan. kamet * Boy, endam.
* Camide namaza kalkmak için okunan ezan.kamet getirmek * (cemaatin namaza kalkması için) müezzin, ezanın “namaza kalkınız” anlamındaki sözlerini okumak. kameti artırmak * bağırarak konuşmak. kamga * Yonga. kamış * Buğdaygillerden, sulak, nemli yerlerde yetişen, boğumlu, sert gövdesi olan bitkilere verilen ad (Phragmites
australis).
* Bu bitkiden yapılmış.
* Erkeklik organı, penis.kamışatmak (veya koymak) * birine oyun etmek, arabozanlık etmek. kamışkalem * Yazıyazmak için kullanılan ince kamıştan yapılmışkalem. kamışkemik * Baldırın arka tarafında yer alan ince uzun kemik. kamışkulak * Kulakları ince, düzgün ve dik at. kamışçık * Kuyumcuların kullandığıüfleç. kamışlı * Kamışı olan. kamışlık * Kamışıçok olan yer. kamışsı * Gövdesi kamışgibi boşve boğumlu olan. kamikaze * (İkinci Dünya Savaşıyıllarında Japonya’da) İntihar uçağı. kâmil * Yetkin, erişkin, eksiksiz, ağırbaşlı, mükemmel. kâmilen * Büsbütün, toptan, hep birden. kamineto * Küçük ispirto ocağı, ispirtoluk. kamkaz * Kesme özelliğini yitirmiş, körleşmiş, keskin olmayan bıçak, orak vb. araç. kamp * Çadır veya baraka gibi eğreti araçlardan oluşturulan konak yeri.
* Bu yerde konaklama.
* Tutsakların veya siyasî sürgünlerin toplanıldığıyer.
* Belli bir düşünce çevresinde birleşen topluluk.kamp kurmak * kamp için kalınacak yerde gerekli düzeni sağlamak. kampa girmek (veya kamp yapmak) * genellikle yarışma öncesi, yarışmaya gerektiği gibi hazırlanmak. kampana * Çan. kampana çalmak * (gemi, istasyon gibi yerlerde) belirli vakitlerde çan çalmak. kampanacı * Düzenbaz, hilekâr, sahtekâr. kampanya * (politika, ekonomi, kültür gibi alanlarda) Belirli bir süredeki etkinlik dönemi. kampanyacı * Kampanyaya katılan kimse. kampçı * Kamp kuran, kampta kalan kimse. kampçılık * Kamp kurma işi.
* Kamp hayatı.kamping * Kamp kurma yeri. kamplaşma * Kamplaşma durumu. kamplaşmak * Kamplara ayrılmak, bölünmek. kampus * Şehir dışında kurulmuş bir üniversitenin alanıve yapıları, yerleşke. kamu * Hep, bütün.
* Bir ülkedeki halkın bütünü, halk, amme.kamu davası * Kamu adına savcının açtığıdava, amme davası. kamu düzeni * Bütün toplumu ilgilendiren düzen. kamu güvenliği * Bir devlette zabıta hizmetleriyle halka sağlanan can ve mal güvenliği. kamu hizmeti * Devlet ve öteki kamu tüzel kişileri tarafından halkın genel ve ortak ihtiyaçlarının karşılanması. kamu hukuku * Devlet ile kişi arasında karşılıklı olarak hak ve ödevleri düzenleyen hukuk kolu, amme hukuku. kamu idaresi * Kamu yönetimi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 21
kaligrafi * Harfleri güzel biçimler vererek yazma sanatı, güzel yazısanatı, hüsnühat. kaliko * Pamuk iplikleriyle yapılan ilk cilt bezi. kalinis * Bir tür yağmur kuşu, su tavuğu. kalinos * Levreğe benzer bir balık. kalipso * Jamaika’dan yayılmış, iki zamanlı bir dans.
* Bu dansın müziği.kaliptra * Kökün büyüme bölgesinin üzerini örten yüksük şeklindeki koruyucu doku. kalite * Bir şeyin iyi veya kötü olma özelliği, nitelik.
* (Fransızcada kullanılmaz) Üstün nitelikli.kalite çemberleri * Bir işyerinde işin daha etkili ve verimli yapılabilmesi için, bilgi akışının hızlanması, bilgi paylaşımının
artmasısâyesinde, gönüllülerin ekipler oluşturması.kalite kontrolü * Her türlü malın üretiminin başlangıcından mal çıkışına kadar nitelik ve özelliğinin belirlenmesi için yapılan
analiz ve denetim.kalite riski * Alıcının, varışyerine gelen malının kalitesi için yüklendiği riziko. kaliteli * Nitelikli. kalitesiz * Niteliksiz. kalitesizlik * Niteliksizlik. kalk borusu * Bir kıtayıveya bir gemideki tayfalarıuyandırmak için belirli saatte boru ile verilen işaret. kalkan * Oktan veya kılıçtan korunmak için savaşçıların kullandığıkorunmalık.
* Toplum olaylarında güvenlik görevlilerinin çeşitli saldırıaraçlarından kendilerini ve başkalarınıkorumak
için kullandıkları, özel olarak yapılmışkorumalık.
* Koruyucu.kalkan * Yan yüzergillerden, büyük, yassı, derisi düğme veya çivi denilen birtakım sivri kemiklerle örtülü, beyaz etli
balık (Scophtalmus maximus).kalkan balığı * Kalkan. kalkan balığı giller * Denizlerin kumlu, çamurlu diplerinde yaşayan, yassı bedenli, kemikli balıklar familyası. kalkan bezi * Gırtlağın ön ve alt bölümünde bulunan, salgısınıkana veren, çok damarlı, önemli bir bez, tiroit. kalkan böcekleri * Bir çok türü, tarım ve orman bitkilerinde asalak olarak yaşayan, kın kanatlarıkalkanımsı böcekler familyası. kalkancık * Tohum içerisinde embriyonu besi dokuya bağlayan, onu besin deposundan ayıran ve besin maddelerini
absorbe ederek embriyona veren zar gibi ince ve kalkan şeklinde bir parça.kalker * Kireç taşı. kalkerleşme * Kalkerleşmek işi. kalkerleşmek * (toprak) Kireçlenmek. kalkerli * Birleşiminde kireç taşı bulunan. kalkersiz * Birleşiminde kireç taşı bulunmayan. kalkık * Düzeyine göre yüksekte olan.
* Kabararak yerinden ayrılmış.
* Dik durumda, ucu yukarıdoğru olan.kalkıklık * Kalkık olma durumu. kalkındırma * Kalkındırmak işi. kalkındırmak * Kalkınmasını sağlamak, kalkınmasına yol açmak. kalkınış * Kalkınmak işi veya biçimi. kalkınma * Kalkınmak işi.
* İyileşme, şifa bulma.kalkınma hızı * Belirli iki tarih arasında ekonomide büyüme veya gelişme durumu. kalkınmak * Durumunu düzeltmek, aşamalı bir biçimde gelişmek, ilerlemek. kalkıp kalkıp oturmak * öfkesini vücut kımıldanışlarıyla belli etmek. kalkış * Kalkmak işi veya biçimi. kalkışa geçmek * (uçak) havalanmak için pistten ayrılmak. kalkışılma * Kalkışılmak durumu. kalkışılmak * Kalkışmak işine konu olmak. kalkışma * Kalkışmak işi.
* İsyan, ayaklanma, kıyam.kalkışmak * Yetenek, imkân ve gücü aşan bir işe girişmek.
* Girişmek, başlamak.kalkma * Kalkmak işi. kalkmak * Oturuşdurumundan dik duruma gelmek, doğrulmak.
* Uyanarak yataktan ayrılmak.
* Gitmek üzere yerinden ayrılmak.
* Yukarıdoğru yükselmek.
* (taşıtlar için) Yola çıkmak.
* Uçmak.
* Yerinden ayrılıp yol almaya başlamak.
* (hayvan) İki art ayağıüzerinde dik durum almak.
* Kabarmak, ayrılmak.
* (kapak, örtü) Kaldırılmak, alınmak.
* Derlenip götürülmek.
* İyileşerek gezecek duruma gelmek.
* Varlığı, hayatıson bulmak.
* Yok olmak, artık bulunmamak.
* Girişmek, başlamak, davranmak, yeltenmek.
* Geçerli olmamak, geçerliğini yitirmek, geçmez olmak.
* Uygulanmaz olmak.
* Güncelliğini yitirmek.
* Geçmek.
* Başka yere gitmek, taşınmak.
* Ayakta beklemek.kalkojen * Periyodik dizgede, altıncı gruptaki oksijen, kükürt, selenyum, tellür, polonyum elementlerinin genel adı. kalkolitik * Bakırın kullanılmaya başlamasıyla nitelenen (tarih öncesi dönem). kallavi * Vezir ve sadrazamların giydikleri bir çeşit kavuk.
* Çok iri, kocaman.kallavi fincan * İri, kulpsuz fincan. kallem * “Allem etmek, kallem etmek” sözünde geçer. kalleş * Sözünde durmayıp bir işin yüzüstü kalmasına yol açan; birine gizlice kötülük eden. kalleşçe * Kalleşe yaraşır (biçimde). -
Türkçe Sözlük K Sayfa 22
kalleşlik * Kalleşolma durumu veya kalleş ce davranış. kalleşlik etmek * sözünde durmayarak döneklik etmek; birine gizlice kötülük etmek. kalma * Kalmak işi.
* Herhangi bir kimseden veya bir dönemden kalmışolan.kalma durumu * İsim soyundan bir sözün, taşıdığıkavramda bulunuşunu bildiren durum. Türkçede bu durum -da / -de, –
ta / -te ekleri ile bildirilir, -de hâli, lokatif.kalmak * Olduğu yeri ve durumu korumak, sürdürmek.
* (zaman, uzaklık veya nicelik için) Belirtilen miktarda bulunmak.
* Konaklamak, konmak.
* Oturmak, yaşamak, eğleşmek.
* Hayatınısürdürmek, yaşamak.
* Varlığınıkorumak, sürdürmek.
* Oyalanmak, vakit geçirmek.
* Sınıf geçmemek.
* İşlemez, yürümez duruma gelmek.
* Geriye atılmak, ertelenmek.
* Görevi veya yetkisi içinde olmak, düşmek, durumu itibarıyla aşağıseviyede bulunmak.
* Bir şeyle kaplanmak, bir şeye bulanmak.
* Bir işi belli bir noktada bırakmak, ara vermek.
* Geçmek.
* Geri kalmak, yapamamak.
* Belli bir gelirle geçinmek zorunda bulunmak.
* Yetinmek.
* (olumsuz olarak) Olmak, meydana gelmek.
* Olmak, herhangi bir durumda bulunmak.
* Herhangi bir durumu sürdürmek.
* Kök veya gövdeleri sonuna -e ( -a ) eki almışfiillerle sürerlik bildiren birleşik fiiller oluşturur.
* Bazı-ip ekiyle yapılmışzarf fiillerden sonra da gelerek sürerlik bildirir.kalmalı * Kalma durumunda olan. kalmalıtümleç * Çoğu kez fiilin, bazen de ismin anlamınıtümleyen ve kalma durumunda bulunan dolaylıtümleç. kaloma * Demir atmış bir geminin zincirinin su içindeki bölümü. kalomel * Tatlısülümen. kalori * Normal atmosfer basıncında, ısınma ısısı15°C’ lik suyunkine eşit olan bir cismin, bir gramının sıcaklığını
10°C yükseltmek için gerekli ısımiktarına eşit olan ısı birimi.
* Besinlerin, dokular içinde yanarak vücudun sıcaklık ve enerjisini sağlama değerleri de kalori ile ölçülür.
KısaltmasıKal.kalorifer * Merkez ve depo durumunda olan bir kazandan çıkan sıcak hava, su veya buharı, borularla dolaştırmak
yoluyla bir yapının her yanınıısıtan araç veya tesisat.
* Radyatör.kalorifer borusu * Kalorifer ısısını ileten boru. kalorifer dairesi * Kalorifer kazanının bulunduğu bölüm. kalorifer kazanı * Kalorifer suyunun içinde bulunduğu kazan. kalorifer peteği * Kalorifer ısısını oda içinde dağıtan metal bölüm. kaloriferci * Kalorifer döşeyen veya onaran kimse.
* Kaloriferi yakan kimse.kalorifercilik * Kalorifer döşeme veya onarma işi.
* Kaloriferi yakma görevi.kalorimetre * Isıölçer. kalorimetri * Isıölçümü. kaloş * 343 galoş. kaloşsuz * 343 galoşsuz. kalotip * Yarısaydam durumdaki kâğıt üzerinde fotoğraf negatifleri elde etme yöntemi. kalp * Göğüs boşluğunda, iki akciğer arasında, vücudun her yanından gelen kanıakciğerlere ve oradan gelen
temiz kanıda vücuda dağıtan organ, yürek.
* Kalp hastalığı.
* Sevgi, gönül.
* Bir ülkenin, bir kuruluşun işleyiş, yönetim ve varlığınısürdürme bakımından en önde gelen yeri.
* Duygu, his.kalp * Bir durumdan başka bir duruma çevirme, dönüştürme. kalp * Düzme, sahte, geçmez (para).
* Yalancı, kendine güvenilmeyen.
* İşe yaramaz, tembel.kalp acısı * Büyük üzüntü. kalp ağrısı * Aşktan doğan üzüntü. kalp akçe * Sahte metal veya kâğıt para.
* Yaramaz kimse.kalp aksesi * Kalp krizi. kalp çarpıntısı * Kalbi veya kalbinin çalışması bozuk olan kimse. kalp etmek * bir durumdan başka bir duruma çevirmek, dönüştürmek. kalp kalbe karşıdır * sevgi karşılıklıdır. kalp kası * Kalbin ana duvarını çeviren ve düzenli hareket edeb kas örgüsü. kalp kazanmak (veya fethetmek) * ince bir davranışveya güzel bir sözle birinin sevgisini kazanmak; ilgisini çekmek. kalp kırmak * gönül kırmak, incitmek. kalp krizi * Kalbin normal çalışmasını birdenbire engelleyen, önlem alınmazsa ölüme yol açan rahatsızlık. kalp olmak * sahte, düzme olmak. kalp olmamak * acıma duygusu olmamak. kalp sektesi * Kalbin birdenbire durması. kalp spazmı * İrade dışıkalbin kasılıp gevşemesi ve bundan doğan rahatsızlık, kalp sıkışması. kalp yarası * Yürek yarası. kalpak * Kesik koni biçiminde deri, kürk veya kumaştan yapılmış başlık. kalpakçı * Kalpak yapan veya satan kimse. kalpakçılık * Kalpak yapma veya satma işi. kalpaklı * Kalpak giymiş. kalpaklık * Kalpak yapmaya elverişli. kalpazan * Sahte para basan veya piyasaya süren kimse.
* Yalan ve hile ile işgören (kimse).kalpazanlık * Kalpazan olma durumu veya kalpazanca iş. kalpçi * Kalp hastalıklarıuzmanı(hekim). kalplaşma * Kalplaşmak işi. -
Türkçe Sözlük K Sayfa 23
kalplaşmak * (bir kimse) Çeviklik, doğruluk veya çalışkanlığınıyitirmek. kalplık * Düzmelik, sahtelik.
* İşyapma isteksizliği.kalpli * Kalp hastalığı olan. kalpsiz * Acıması olmayan, katıyürekli, duygusuz, acımasız, merhametsiz. kalpsizlik * Katıyüreklilik, acımasızlık, duygusuzluk, merhametsizlik. kalsa (veya kalırsa) * herhangi birinin kanısınca.
* elinden gelse, elinde olsa.kalseduan * Yapısında billûrlaşmışkuvars ve biçimsiz silis bulunan, mavimtırak beyaz renkte bir cins akik, Kadıköy
taşı.kalsemi * Kanda bulunması gerekli kalsiyum miktarı. kalsifikasyon * Kireç taşıhâline dönüşme. kalsit * Billûrlaşmışdoğal kalsiyum karbonatı. kalsiyum * Atom numarası20, atom ağırlığı40,80, yoğunluğu 1,55 olan, 845°C’de eriyen, kireç ve alçının birleşimine
giren, sarımtırak beyaz bir element. KısaltmasıCa.kalsiyum fosfat * Üç kalsiyum atomu içeren ve formülü Ca3(PO4)2. olan fosfat. kalsiyum karbonat * En az % 38 kalsiyum içeren bir ürün. kalsiyum klorür * Hidroklorik asidin kimyasal formülü CaCl2 olan kalsiyum tuzu ve bunun hidrotlaştırılmış biçimi. kalsiyum oksit * Kalsiyumun kimyasal formülü CaO olan kireç taşının kalsinasyon ürünü. kalsiyumlu * Birleşiminde kalsiyum bulunan. kalsiyumsuz * Birleşiminde kalsiyum bulunmayan. kaltaban * Namussuz.
* Şarlatan, yalancı, hileci.kaltabanlık * Kaltaban olma durumu.
* Kaltabanca davranış.kaltak * Üzeri meşin, halı gibi şeylerle kaplanmamışolan eyerin tahta bölümü.
* Kuskunsuz eyer.
* İffetsiz, namussuz kadın.kaltakçı * Kaltaklık yapan kimse. kaltaklık * Toplumca hoşkarşılanmayan davranışlarda bulunan kadının durumu.
* Böyle bir kadına yakışır davranış.kalubelâ * Arapça “evet dediler” anlamında. kalubelâdan beri * dünya kurulalı beri, çok eskiden beri. Kalvenci * Kalvenizmi benimseyen. Kalvencilik * Tanrı ile kul arasına hiçbir otoritenin giremeyeceğini, Hristiyanlığın eski sadeliğine dönmesini savunan I.
Calvin tarafından ileri sürülen Protestanlığın özel bir kolu.Kalvenizm * Kalvencilik. kalya * Sadeyağile pişirilen bir çeşit kabak veya patlıcan yemeği. kalyon * Yelkenle ve kürekle yol alan savaşgemilerinin en büyüğü. kalyoncu * Kalyon eri.
* Deniz eri.kam * Bkz. şaman. kâm * Dilek.
* Zevk, mutluluk, tat.kâm almak * umduğunu ve istediğini elde etmek, dilediği biçimde zevk almak, keyfini çıkarmak. kama * Silâh olarak kullanılan, ucu sivri, iki ağzıda keskin uzun bıçak.
* Açılmışolan boşluklarda tavan ve yanlardan taşveya cevher parçalarının düşmesini önlemek amacıyla
tahkimat elemanlarıüstüne veya arkasına yerleştirilen bir tahkimat parçası.
* Kütüğü yarmak için kullanılan ucu sivri, yassı, enli çivi, takoz, kıskı.
* Topun gerisini kapayan kapak.
* Oyunda kazanılan her parti.
* Oyunda sayı.kama basmak * oyunda yenmek. kamacı * Kama yapan veya satan (kimse).
* Top kamasıyapan veya onaran kimse.kamacılık * Kamacının işi veya mesleği. kamalama * Kamalamak işi. kamalamak * Kama ile yaralamak. kamalı * Kaması olan. kamamsı * Kamaya benzeyen, kama biçiminde olan. kamanço * Yükleme, aktarma, elden ele geçirme. kamanço etmek (veya edilmek) * yüklemek, aktarmak, elden ele geçirmek. kamara * Gemilerde oda.
* İngiltere yasama meclisi.kamaramsı * Kamaraya benzeyen, kamara gibi, kamarayıandıran yer. kamarillâ * Bir büyük güç sahibini perde arkasından yöneten kimse. kamarot * Gemilerde yolcuların hizmetine bakan görevli. kamarotluk * Kamarotun görevi. kamasız * Kaması olmayan. kamaşma * Kamaşmak işi.